Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

monark88

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    47
  • Katılım

  • Son Ziyaret

monark88 - Başarıları

Yazar

Yazar (5/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Harvard Üniversitesi'nden BAV'ın çalışmalarını İçeren yeni kitap Dünyanın en önde gelen bilimsel merkezi Harvard Üniversitesi de dünyada yaratılışçılığın giderek güçlendiği ve bunun küresel merkezinin de Bilim Araştırma Vakfı çalışmaları olduğu saptamasında bulunuyor. The Creationists, from Scientific Creationism to Intelligent Design (Yaratılışçılar, Bilimsel Yaratılışçılıktan Akıllı Tasarıma) isimli kitabın yeni baskısında BAV’ın yaratılış gerçeğini anlatan çalışmalarına özel bir bölüm ayırmış. Üniversiteye ait bir sitede yer alan “Yaratılış Müzeleri ve Küresel Yaratılışçılığın Yükselişi” başlıklı haberde, söz konusu kitapta geçen bölüm şu ifadelerle özetleniyor: ... Alışılmadık bir olay son zamanlarda sürekli önümüze çıkıyor: Yaratılış Müzesi. Amerika'nın ilk yaratılış müzesi bu baharda Kentucky eyaletinin Petersburg kentinde açılacak. 26.4 milyon dolarlık tesis, robot dinozorlar ve özel efektlerle dolu son teknoloji bir tiyatroya sahip olmakla övünecek. Tüm bunların amacı ise ziyaretçilere Allah'ın dünyayı tam olarak Kutsal Kitap'ta anlatıldığı şekilde yarattığını öğretmek. Ancak bu sadece ABD'yle de sınırlı değil. Türkiye çapında küçük yaratılışçı müzelerin açıldığı bir kampanyanın da gösterdiği şekilde, bugünlerde herşey gibi yaratılışçılık da küreselleşiyor. (İstanbul'da bir kebap restoranında yer alan tipik bir örneği ziyaretçileri Charles Darwin'in kanlar damlayan bir portresiyle karşılıyor). Matt Mossman, Seed dergisinin bu ayki sayısında şöyle yazmış: "Bilim Araştırma Vakfı (BAV) en son kampanyasında, Türkiye'nin her yanındaki alışveriş merkezlerinde, restorantlarda ve kamu binalarında 80'in üzerinde müze açtı. Bu müzeler, fosillerle, posterlerle ve istekli gönüllülerle dolu. Adnan Oktar'ın arkadaşları Kaliforniya Yaratılış Araştırma Enstitüsü gibi Amerikan teşkilatlarınınkine benzer, yoldan geçenleri Evrim'in biyolojinin karmaşıklığını açıklamaya yetmediği ve Allah kelamına aykırı olduğu konusunda bilgilendirme gibi yöntemler kullanıyorlar.” Bilim Araştırma Vakfı, web sitelerinde de sergilendiği gibi son derece gelişmiş bir operasyonu yürütüyor. Mossman'a göre sitede, internetten indirilebilen hazır PowerPoint sunumları ve öğrencilerin evrim aşığı öğretmenlerini sıkıştıracakları sorular da yer almakta. ABD'li yaratılışçılarla yakınlaşmaları da yalnızca rastlantı değil. Bir BAV sözcüsü geçen yıl ABD'ye giderek Kansas Eğitim Kurulu'nun akıllı tasarım konusundaki soruşturmasında tanıklık etti. ABD ve Türkiye'nin ötesinde, İngiltere'de ve özellikle güçlü göründükleri Avustralya'da yaratılışçı haraketler olması küresel bir eğilime işaret ediyor. Uzun süredir yükselen küresel yaratılışçılığın standart gözlemi, Ronald Numbers'ın "Yaratılışçılar: Bilimsel Yaratılışçılıktan Akıllı Tasarıma" adlı kitabıydı. Bu Kasım ayında Harvard Üniversitesi Yayınları, son iki yüz yıldaki yaratılışçı düşüncesinin gelişimini izleyen bu klasik kitabın genişletilmiş bir basımını çıkarıyor. Kitapta akıllı tasarım hareketini ve yukarıda çalışmalarının örneğini gördüğümüz yeni küresel yaratılışçılık gücünü içeren iki yeni bölüm de yer almakta.”
  2. 1989 Avusturya Büyük Mason Kurultayı'na, dünyanın dört bir yanından ülkelerin 33. dereceli üstad-ı azamları katıldı.Kurultay'da bütün dünyanın politik, ekonomik ve sosyolojik yapısı ve dünya masonlarının her ülkede bu konular hakkında uygulaması gereken önem ve yaptırımlar hakkında kararlar alındı. Kurultay ülkemiz için büyük önem taşıyordu. Çünkü Türkiye konusu, Kurultay gündeminin önemli bir kısmını işgal etmekteydi. Türkiye hakkında alınan kararlar 33. dereceli Türk mason üstadlarına tebliğ edildi. Bu kararlar, daha sonra masonluğun emir komuta zinciri sayesinde, uygun ve planlı bir şekilde alt derecelere ve kuruluşlara iletilecekti. "Herhangi bir mason locasında bulunan üyelerin isimlerini araştıracak olursak görürüz ki, siyasi kanaatleri taban tabana zıt birçok kimseler aynı saf altında çalışmakta ve yekdiğerine kardeşim demektedir. Askerlerle sulhperverler, kral taraftarlarıyla cumhuriyetçiler aynı locada üye olabilirler." (Büyük Şark Mason Dergisi, s. 10, sf. 6 ) Aşağıda 25 Nisan 1989'da Avusturya'da toplanan Kurultay'da, Grand Orient'e bağlı Türkiye hakkında alınan kararlar belirtilmiştir: KARAR 1: A ) Anti-masonik ve antisemitik bütün gelişmelerin tespit edilerek önüne geçilmesi. B ) Masonik ideallerin gerçekleşmesini engelleyebilecek hareketlerin yok edilmesi. C ) Son 10 yıldaki anti-masonik güçlerle ilgili detaylı bir rapor hazırlanması KARAR 2 : A ) Basındaki biraderlerimiz arasında dayanışmanın güçlendirilmesi. Bununla birlikte, afişe olmalarını önlemek amacıyla, aralarında suni bir rekabet havası oluşturulması. B ) Önemli rollerdeki biraderlerin açıklanmasının engellenmesi için temel önlemlerin alınması. C ) Basındaki biraderlerin, dindarları bildirmek konusunda, daha duyarlı ve daha dikkatli olmaları için uyarılması KARAR 3 : A ) Kitle partilerindeki biraderlerin sayılarının arttırılması ve etkilerinin güçlendirilmesi. Bununla birlikte, afişe olmalarını önlemek amacıyla, aralarında suni bir rekabet havası oluşturulması. B ) Parasal sorunlar için Avrupa localarının yardım ve iş birliğinin istenmesi KARAR 4 : A ) Medya topluluklarının yardımıyla, yavaş yavaş arttırarak, masonik ahlak ve düşünüş biçiminin benimsetilmesi B ) Derhal masonlar hakkındaki şüphe ve ön yargı sorununun çözülmesi. Bu görev için birleşiğimiz olan klüplerimizin (Rotary-Lions vs. ) görevlendirilmesi. KARAR 5 : A ) Büyük derneklerimizin GAP düzenlemesinin içine sokulması. B ) Güneydoğu'daki yatırım için faydalı koşulların hazırlanması. C ) Bu bölgedeki yatırımlar için girişimci biraderlerin biraraya getirilmesi. KARAR 6 : Solda 1989 Avusturya Büyük Mason Kurultayı'nda Türkiye hakkında alınan kararların 1. sayfası. Sağda ise1989 Avusturya Büyük Mason Kurultayı'nda Türkiye hakkında alınan kararların 2. sayfası A ) Halkın, dini inançların dışında kalması için, eğitiminin sağlanması. B ) Akademik çevrelerde bulunan biraderlerimiz vasıtasıyla, üniversite çevresi içinde bu konunun güncelleştirilmesi. C ) Diğer bir yandan, medya kitleleri yardımıyla bu dogmatik eğilimlerin yerilmesi. KARAR 7 : A ) Sovyetler Birliği'ndeki Türk Devletleri'nin muhtemel bir bağımsızlık hareketi, Türkiye'nin Avrupa ve Ortadoğu'daki konumunu etkiliyebilir. Bölgedeki dengelerin korunması için etkili siyasi tedbirlerin alınması. B ) Sovyetler Birliği'ndeki rejim değişikliğine müteakiben oluşabilecek muhtemel bir Türk Birliği'ne karşı halkta oluşacak ılımlı bakışın, kitle psikolojisi yöntemiyle, yok edilmesi. Kamuoyunun böyle bir birliğin zararları doğrultusunda yönlendirilmesi KARAR 8 : A ) Premasonik kuruluşlarımız (Lions, Rotary, Diners vs. ) vasıtasıyla, uygun gençlerin gözlem ve seçimlerine devam edilmesi. Seçilen gençlerin, masonik idealler doğrultusunda, Avrupa ve Amerika'daki merkezlerimizde eğitimlerine başlanması. B ) Yeni seçilenlerin dışarıda eğitimi için, ödemelerin ve uygun şartların hazırlanması. KARAR 9: A ) Her hafta tüm yeni gelişmelerin Paris Merkez Komitesi'ne ve Büyük Türk Konseyi yetkililerine aktarılması. B ) Büyük Chicago Locası'na gönderilen bilgilerin, zenginleştirilip, daha iyi hale getirilmesi. KARAR 10 : A ) İslami hareketlerin, kontrol edilerek, uzun vadede yok edilmesi. B ) Dini gruplar arasındaki ihtilaf ve bölünmelerin körüklenerek, masonluk aleyhindeki etkilerinin zayıflatılması. C ) Dini akımların toplu gücünün değişik odaklara yönlendirilerek, masonik ideallere zarar vermelerinin önlenmesi. KARAR 11 : A ) Basındaki bütün anti-masonik yayınların takip edilmesi. B ) Tüm anti-masonik yayınların toplatılması ve satışının engellenmesi. C) Fiili ve uygun yöntemlerle, anti-masonik yazarların ve yayın evlerinin tüm faaliyetlerinin durdurulması. KARAR 12 : Halk arasında masonluk öncesi kurumların yayılması. NOT: orijinal metni bulmak için Sayın HY'nın KABALA VE MASONLUK kitabına bakabilirsiniz.
  3. Din ve bilimin, samimi ve akılcı olarak uygulandıkları sürece, daima uyum içerisinde oldukları çok açık bir gerçektir. Bu açık uyumun bir göstergesi de geçmişte ve günümüzde yaşayan, buluşları ile insanlığa önemli hizmetleri dokunmuş "iman eden bilim adamları"dır. Yüzyıllardır dinin kendilerine sağladığı özgür aklı, sınırsız düşünme yeteneğini kullanarak bilime büyük katkılarda bulunmuş olan birçok bilim adamı bulunmaktadır. Bu kişiler, hem bilimin, dinle tam bir uyum içinde olduğunu göstermiş, hem de bilime ve insanlığa önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Newton, Kepler, Leonardo da Vinci, Einstein gibi bilim tarihine yön veren ünlü bilim adamları yaptıkları gözlemler ve araştırmalar sonucunda evreni yaratanın Allah olduğunu ve herşeyin Allah'ın hakimiyetinde olduğunu savunmuşlardır. Dahası, bilimin temel prensipleri inançlı kişiler tarafından ortaya atılmış ve çağdaş bilimin doğuşunda dinin önemli bir rolü olmuştur. Bilimle uğraşan, yeni keşifler yapan bir bilim adamı, aslında Allah'ın yarattığı sanatı derinlemesine inceleyen, ondaki detayları fark etmeye ve yakalamaya çalışan kişidir. İşte bu nedenle, dinle bilim ayrılmaz bir bütündür ve bilim adamı da, Allah'ın sonsuz gücünü, sanatını, yaratmasındaki benzersizliği ortaya koyan kişidir. Bu yüzden sanılanın aksine bilim adamları Allah'ın varlığını, birliğini en çabuk fark eden kişilerdendir. Bu yazımızda geçmişten günümüze, modern bilimi kuran ve geliştiren inançlı bilim adamlarını ve bu kişilerin bilime yaptıkları hizmetleri ele alacağız. Bu bölümde yer verilen bilim adamlarının tümü evrenin ve canlı sistemlerini Allah'ın yarattığına inanmışlardır. Nitekim Allah pek çok ayetle yaratılmışlar üzerinde düşünebilmenin, Allah'tan gereği gibi korkup sakınmanın, O'nun büyüklüğünü, yüceliğini kavrayabilmenin bir yolunun "ilim sahibi olmak" olduğunu haber vermiştir. Konuyla ilgili ayetlerden bir tanesi şöyledir: Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 22) Din ve bilimin, samimi ve akılcı olarak uygulandıkları sürece, daima uyum içerisinde oldukları çok açık bir gerçektir. Bu açık uyumun bir göstergesi de geçmişte ve günümüzde yaşayan, buluşları ile insanlığa önemli hizmetleri dokunmuş "iman eden bilim adamları"dır. Tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak nitelendirilen Isaac Newton'un evrene bakış açısı, aşağıdaki sözlerinde çok açık bir şekilde ifade bulmaktadır: Güneş Sistemi'nin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil herşeyi yönetir, O Allah'tır". Aynı şekilde ünlü bilim adamı Kepler'in de çalışmalarını, dini inançlarının yönlendirdiği bilinmektedir. Fizik ve kozmik fon radyasyonu alanında yaptığı çalışmalar nedeniyle 1978 Nobel fizik ödülünü alan Arno Penzias, Johannes Kepler hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur: Bir merkezin etrafında dönme fikri, inançlı biri olan Kepler'e kadar uzanmaktadır. Kepler Kutsal Kitaba inanan bir dindardı. Allah'a inanıyordu... O günden beri, yüzyıllar boyunca müthiş bir mücadele olmuştur. Umutlar hala bilim adamlarında. Kepler ise bu umudu inancından elde etmişti. GALİLEO GALİLEİ (1564 - 1642) Galileo Galilei, teleskop kullanarak gökyüzüne bakan ilk kişidir. Galilei, hem Dünya'nın yuvarlak olduğunu söylemiş, hem de Ay'daki karanlık bölge, kraterler ve tepeleri ilk ortaya çıkaran kişi olmuştur. Bilime yaptığı bu büyük hizmetlerle tarihte önemli bir yeri olan Galilei, duyuları, konuşma yeteneğini ve zekayı insanlara verenin Allah olduğuna ve bunların en iyi şekilde kullanılması gerektiğine inanıyordu. Doğanın bir Yaratıcı tarafından tasarlandığının her haliyle açık olduğunu savunuyordu. "Tabiat hiç şüphesiz, Allah'ın hiç vazgeçemeyeceğimiz, okunması gereken diğer bir kitabıdır" diyen Galilei, Allah'ın Kitapları ile yarattıkları arasında hiçbir çelişki olamayacağını, çünkü her birini Allah'ın yarattığını söylüyordu. ISAAC NEWTON (1642-1727) Tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak kabul edilen Newton, hem matematikçi hem de fizikçiydi. Newton'un bilime yaptığı büyük hizmetler hatırlanacak olursa; bunlardan en önemlisi yerçekimi kanununun keşfidir. Newton, kuvvet ve ivme arasındaki mükemmel ilişkiyi kütle kavramı ile bağdaştırmış, etki ve tepki prensibini bulmuş, bileşke kuvvetlerin sıfır olması halinde hareketli cisimlerin hızının hiç değişmeyeceği tezini ortaya atmıştır. Newton'un hareket yasaları, 4 yüzyıldır en basit mühendislik hesaplarından, en karmaşık teknolojik projelere kadar her alanda uygulanmaktadır. Newton'un sadece çekim konusunda değil, mekanik ve optik gibi temel konularda da çok önemli buluşları olmuştur. Işığın 7 rengini keşfeden Newton, böylece optik adı verilen yepyeni bir bilim dalının da temelini atmıştır. Newton bilimde çığır açan bu buluşlarının yanı sıra, ateizmi reddeden, Yaratılış'ı savunan ciddi eserler yazmış, "Yaratılış tek bilimsel açıklamadır" düşüncesini savunmuştur. Newton, mekanik evrenin kendi deyimiyle "bu hiç durmaksızın çalışan dev saatin" ancak güçlü ve üstün akıl sahibi bir Yaratıcının eseri olabileceği gerçeğine inanıyordu. Newton, bilimsel araştırmalarını yapma gayretinin ardındaki sebebi Principia Mathematica adlı eserinde şu sözlerle ifade etmiştir: "Bizler Allah'a muhtaç, aciz kullar olarak, kendi aklımıza göre Allah'ın aklının büyüklüğünü ve yüceliğini görmeli ve O'na teslim olmalıyız. Allah sonsuz ve mutlaktır; gücü sınırsızdır ve herşeyden haberdar olandır; varlığı sonsuzluğa dayanır; herşeyi yönetir, yapılan ve yapılacak olan herşeyi bilir. O sonsuz ve sınırsızdır; ... Daimidir ve vardır; Varlığı daimidir, her yerde mevcuttur; her zaman ve her yerde var olmasıyla O, tüm zamanı ve aralıklarını yaratır." GEORGE LEMAITRE (1894-1966) George Lemaitre evrenin yaratılışını ifade eden Big Bang teorisini ortaya atmıştır. Lemaitre, evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğunu, bunun da pek çok insanın Allah'a inanmasında önemli bir rol oynadığını savunmuştur. Aynı zamanda bir din adamı olan Lemaitre, dinin ve bilimin insanlığı aynı gerçeklere ulaştıracağına inanıyordu. Wernher Von Braun (1912-1977) Wernher von Braun, dünya çapında tanınan en popüler uzay bilimcilerden biridir. Wernher von Braun, II. Dünya Savaşı sırasında ünlü V-2 roketlerini geliştirerek Alman roket mühendisliğine önderlik etmiştir. NASA'nın direktörlüğünü de yapan Dr. Braun, aynı zamanda güçlü bir inanca sahip dindar bir bilim adamıydı. Yaratılış ve doğadaki tasarım için şöyle demişti: "İnsan eliyle uzayda uçmak şaşırtıcı bir başarı ama uzay, kapılarının çok az bir kısmını insanlara açıyor. Bu delikten evrenin geniş esrarına bakmak, Yaratıcıya olan kesin inancımızı onaylıyor. Evreni var eden üstün bir Aklı tanımayan bir bilim adamını ve gelişen bilimi reddeden bir din adamını anlamakta güçlük çekiyorum." Wernher von Braun, Mayıs 1974'te yayınlanan bir makalesinde şöyle diyordu: "İnsan, tasarım ve amaç olmadan, evrenin kanunu ve düzeni ile bırakılamaz. Evrenin ve onun barındırdığı herşeyin şaşırtıcı yönlerini daha iyi anladıkça, zaten bu amaçla yaratılan tasarımda hayrete düşülecek çok daha fazla neden bulmuş olduk... Tek sonuca inanmaya zorlanmakla -yani evrendeki herşeyin tesadüfen oluştuğuna inanmaya zorlanmakla- bilimin tarafsızlığı ihlal edilmiş olur... Rastgele meydana gelen hangi işlem bir insanın beynini veya bir insan gözünün sistemini oluşturabilir?..." Albert Einstein ( 1879-1955 ) 20. yüzyılın en önemli bilim adamı olan Albert Einstein aynı zamanda Allah'a olan inancıyla da tanınmaktadır. Bilimin dinsiz olamayacağını savunan Einstein'ın din ve bilimle ilgili bir sözü şöyledir: "Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır." Einstein, evrenin tesadüflerle oluşamayacak kadar harika bir düzene sahip olduğuna ve evrenin Üstün Akıl sahibi bir Yaratıcı tarafından yaratıldığına inanıyordu. Yazılarında Allah'a olan inancından sıkça söz eden Einstein için, evrendeki doğal düzenin harikalığı son derece önemliydi. "Dinsiz bir bilim topaldır;" sözleriyle Einstein, dinle bilimin nasıl ayrılamaz bir bütün olduklarını ifade etmiştir. Einstein, "Tabiatı araştıran herkesin içinde bir çeşit dini saygı" olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: "Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür." Einstein'in dine bakış açısını, aşağıdaki sözlerinde de görmek mümkündür: "Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüşüyor." Günümüzün İman Eden Bilim Adamları Michael J. Behe Evrenin ve tüm canlıların akıllı bir tasarımın ürünü olduklarını savunan ünlü bilim adamlarından bir diğeri de Michael J. Behe'dir. Behe, Pennsylvania'da Lehigh Üniversitesi'nde biyoloji profesörüdür. The New York Times ve Boston Review gibi ünlü gazetelerde pek çok makalesi yayımlanan Behe, Darwin's Black Box (Darwin'in Kara Kutusu) isimli kitabın da yazarıdır. Evrim teorisinin biyoloji açısından kabul edilmesi imkansız bir teori olduğunu kanıtlayan bu kitap, uluslararası alanda 80'den fazla baskı yapmıştır. Behe, "indirgenemez komplekslik" adını verdiği bir kavramla evrim teorisinin imkansızlığını kanıtlamaktadır. Bu fikre göre, canlı bedenlerindeki pek çok organ, pek çok farklı parçanın birarada ve uyum içinde çalışmasıyla işlev görmektedir. Eğer bir parça işlevini kaybederse bu bütün organizmaya yansıyacak ve canlı fonksiyonlarını yitirecektir. Bu yüzden tesadüfi ya da aşamalı bir varoluşun söz konusu olması mümkün değildir. Michael Behe, Darwin'in Kara Kutusu isimli kitabında şöyle demektedir: "Bunlar doğanın kanunları tarafından, tesadüfler sonucu veya bir ihtiyaçtan dolayı tasarlanmamıştır; aslında bunlar önceden planlanmıştır. Tasarımı yapan ise, sistemlerin en son halinin nasıl olacağını en iyi şekilde bilmektedir; bu nedenle sistemlerin oluşacağı her adım da planlanmıştır. Yeryüzündeki hayat da en basit örneğinden en kritik parçalarına kadar, bu akıllı dizaynın sonucudur. Akıllı dizaynın sonucu aslında tüm gerçekliğini kendi içinde barındırmaktadır. Biyokimyasal sistemlerin akıllı bir tasarımcının eseri olduğunu anlamak için, yeni bir prensibe dayalı mantık veya bilim de gerekmemektedir. Son kırk yıl içinde biyokimya dalında yapılan çalışmalar zaten bu gerçeği görmeye yeterlidir ve ortaya konanlar da günlük hayatımızda rastladığımız unsurlardır." Dr. Allan Sandage Günümüzün en tanınmış gök bilimcisi olan Dr. Allan Sandage, sonradan dini kabul eden bir bilim adamıdır. 1998 yılında "Bilim Allah'ı Buluyor" kapak konulu Newsweek dergisine verdiği röportajda Sandage, dini kabul etmesini şöyle açıklıyordu: "Beni bu sonuca götüren, dünyanın bilimle anlaşılamayacak kadar karmaşık olmasıydı. Varoluşun sırrını anlayabilmem ancak imanla mümkün." Philip Johnson Chicago Üniversitesi'nde hukuk profesörü olan Johnson, evrim teorisinin ideolojik yanını içeren pek çok araştırmanın da sahibidir. Johnson bu konuda Darwin on Trial, Reason in the Balance, Objection Sustained isimli kitapları başta olmak üzere pek çok makalenin de yazarıdır. Evrim teorisine karşı verdiği büyük mücadele ile tanınan Johnson, aynı zamanda Allah'a iman eden bir bilim adamıdır. Johnson'ın Allah inancını ifade ettiği sözlerinden bazıları şöyledir: "Dindar biri olarak Allah'ın varlığına ve yaratıcılığına inanıyorum." "... Materyalist evrime meydan okumayı ilerletmek istiyorum. Gelin Yaratanın etrafında birleşelim." -------------------------------------------------------------------------------- mercek dergisinden alınmıştır
  4. monark88

    10 ÜNLÜ DARWINİST YALAN

    1. "HAYATIN İLKEL DÜNYADA TESADÜFEN OLUŞABİLDİĞİ İSPATLANMIŞTIR" YALANI: Bu iddiayı öne süren evrimci kaynaklarda tek kanıt olarak 1953 yılındaki Miller Deneyi gösterilir. Oysa bu deneyde canlı bir hücre oluşturulmamış, sadece bir kaç basit aminoasit sentezlenmiştir. Aminoasitlerin tesadüfen doğru sıralamayla dizilerek proteinleri oluşturmaları, bunların da bir hücre meydana getirmeleri matematiksel olarak imkansızdır. Kaldı ki, Miller’ın sentezlediği aminoasitler dahi anlam taşımamaktadır. Çünkü Miller deneyinde ilkel dünya atmosferinde bulunmayan gazlar kullanmıştır. (bkz. Miller Deneyi...http://www.darwinizminsonu.com/m_biyoloji_09.html) 2. "İNSAN EMBRİYOSUNDA SOLUNGAÇLAR VARDIR" YALANI: Bu iddia, evrimci biyolog Ernst Haeckel tarafından 20. yüzyılın başında yapılan bir bilim sahtekarlığına dayanmaktadır. Haeckel, evrime delil oluşturmak için, insan, tavuk, balık gibi canlıların embriyolarını yanyana çizmiş, ancak bu çizimler üzerinde çarpıtmalar yapmıştır. Bugün tüm bilim dünyası bunun bir sahtekarlık olduğunu kabul etmektedir. Haeckel’in "solungaç" diye gösterdiği yapı, gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcıdır. (bkz. Rekapitülasyon Yanılgısı...http://www.darwinizminsonu.com/insanin_kokeni_13.html) 3. "DOĞA TARİHİ, HAYAT AĞACINI DOĞRULAMAKTADIR" YALANI: Darwinizm, yeryüzündeki yaşamın bir ağaç gibi tek bir kökten doğup giderek geliştiğini ve dallara ayrıldığını öne sürer. Evrimciler, doğa tarihini bu iddiaya uyarlamak için 150 yıldır çabalamaktadırlar. Oysa doğa tarihi, tam aksi bir tablo ortaya koymuştur. Fosil kayıtları bir "hayat ağacı" bulunmadığını, temel canlı gruplarının yeryüzünde aynı anda ve aniden ortaya çıktığını göstermektedir. Bilinen filumların (temel canlı gruplarının) tamamına yakını, 530-520 milyon yıl önceki Kambriyen devirde ortaya çıkmıştır. (bkz. Fosiller "Hayat Ağacı"nı Reddediyor...http://www.darwinizminsonu.com/doga_tarihi_1_02.html) 4. "ARCHAEOPTERY, SÜRÜNGENLER VE KUŞLAR ARASINDAKİ KAYIP HALKADIR" YALANI: Archaeopteryx adlı 150 milyon yıllık kuş fosili, evrimciler tarafından 19. yüzyıldan beri "evrimin en büyük fosil kanıtı" olarak gösterilmiştir. Bu kuşun bazı sürüngen özellikleri gösterdiği ve bu yüzden sürüngenler ile kuşlar arasındaki "kayıp halka" olduğu iddia edilmiştir. Ancak 2000 yılında ortaya çıkarılan Lonqisquama adlı fosil, bu iddiayı geçersiz kılmıştır. Çünkü 220 milyon yıl yaşındaki Lonqisquama, Archaeopteryx’ten 70 milyon yıl daha eski olmasına rağmen eksiksiz bir kuştur. (bkz. Archæopteryx Yanılgısı...http://www.darwinizminsonu.com/doga_tarihi_2_06.html) 5. "ATIN EVRİMİ FOSİL KAYITLARIYLA İSPATLANMIŞTIR" YALANI: Onlarca yıldır, "atın evrimi", evrimin teorisinin en iyi belgelenmiş kanıtlarından biri olarak gösterilmiştir. Farklı devirlerde yaşamış dört ayaklı memeliler küçükten büyüğe doğru dizilmiş ve bu "at serileri" doğa tarihi müzelerinde sergilenmiştir. Oysa son yıllardaki araştırmalar, at serilerindeki canlıların birbirlerinin atası olmadığını, sıralamaların çok hatalı olduğunu, atın atası olarak gösterilen canlıların gerçekte attan daha sonra ortaya çıktıklarını ortaya koymaktadır. (bkz. Atın Evrimi Efsanesi...http://www.darwinizminsonu.com/doga_tarihi_2_11.html) 6. "CANLILARDA KÖRELMİŞ ORGANLAR VARDIR" YALANI: Uzun zamandır evrimci kaynaklarda canlılardaki bazı organların işlevsiz olduğu ileri sürülmekte ve bunların o canlıların atalarından miras kalmış evrimsel kör noktalar olduğu iddia edilmektedir. Örneğin insan vücudundaki appendiks (apandisit) veya kuyruk sokumu, yıllarca "körelmiş organ" sayılmıştır. Oysaki son yılların bilimsel araştırmaları, tüm bu organların önemli işlevleri olduğunu koymuş durumdadırlar. Evrimcilerin 20. yüzyıl başında çıkardıkları "körelmiş organlar listesi" bugün tamamen çürümüş durumdadır. (bkz. Körelmiş Organlar Yanılgısı...http://www.darwinizminsonu.com/embriyoloji_04.html) 7."OMURGALILARIN 5 PARMAKLI EL YAPISI EVRİME DELİLDİR" YALANI: Yunusun yüzgeçlerinde, yarasanın kanatlarında veya insanın ellerinde, 5 parmaklı bir kemik yapısı bulunur. Bu benzerlik, evrimci ders kitaplarında veya popüler yayınlarda, uzun zaman, bütün bu canlıların ortak bir atadan evrimleştiği iddiasına delil olarak sunulmuştur. Oysaki genetik araştırmalar, benzer gibi gözüken bu organların aslında çok farklı genler tarafından kontrol edildiğini göstermiştir. Bugün evrimciler bile "benzer organlar evrime delil oluşturmuyor" itirafında bulunmaktadır. (bkz. Tetrapodların Parmak Yapısı Hakkındaki Homoloji Yanılgısı...http://www.darwinizminsonu.com/homoloji_yanilgisi_03.html) 8. "SANAYİ DEVRİMİ KEBELEKLERİ, DOĞAL SELEKSİYONLA EVRİME DELİLDİR" YALANI: Evrim teorisinin tüm dünya çapında en çok tekrar edilen sözde "delil"lerinin başında, 19. yüzyıl İngilteresi’nde gerçekleşen sanayi devrimi sırasındaki kelebek popülasyonu gelir. İddiaya göre sanayi devrimindeki hava kirliliği ağaç kabuklarının rengini koyulaştırmış, bu nedenle koyu renkli kelebekler daha kolay kamufle olarak avcı kuşlardan korunmuş ve sonuçta koyu renkli kelebeklerin nüfusu artmıştır. Ama bu bir evrim değildir, çünkü yeni bir kelebek türü ortaya çıkmamış, sadece zaten var olan türlerin nufüs oranı değişmiştir. (bkz. Sanayi Devrimi Kelebekleri Yanılgısı...http://www.darwinizminsonu.com/mekanizmalar04.html) 9. "MUTASYON DENEYLERİ EVRİME DELİLDİR" YALANI: Mutasyonlar, neo-Darwinizm’in öne sürdüğü iki "evrim mekanizması"ndan biridir. DNA üzerindeki bu rastlantısal değişikliklerin canlıları evrimleştiği öne sürülür. Bu iddiaya destek oluşturabilmek için binlerce mutasyon deneyi yapılmıştır. Başta meyve sinekleri olmak üzere seçilen bazı canlı popülasyonları yoğun mutasyona uğratılmıştır. Evrimci yayınlar bu mutasyon deneylerini "evrimin laboratuvardaki kanıtı" gibi gösterirler. Oysa gerçekte bu deneyler evrimi kanıtlamak bir yana çürütmüştür. Çünkü mutasyona uğrayan hiç bir canlıda genetik bilgi artışı gözlemlenmemiştir. Aksine, mutantlar (mutasyona uğrayan canlılar) hep sakat, kısır ve hasta olmaktadır. (bkz. Mutasyonlar...http://www.darwinizminsonu.com/mekanizmalar06.html) 10. "FOSİLLER, YARI MAYMUN İNSANLARIN YAŞADIĞINI İSPATLAMAKTADIR" YALANI: Darwinizm’in en önde gelen aldatmacası, insanların maymun benzeri canlılardan evrimleştiği iddiasıdır. Bu iddia, oluşturulan binlerce hayali çizim ve maket yoluyla kitlere empoze edilir. Oysa gerçekte "maymun-adamlar"ın yaşamış olduğuna dair hiç bir kanıt yoktur. İnsanın en eski atası olarak ileri sürülen Australopithecus, şempanzelerden pek farklı olmayan soyu tükenmiş bir maymun türüdür. Evrim şemasında Australopithecus’un sonrasına yerleştirilen Homo erectus, Homo sapiens neanderthalensis, Homo sapiens archaic gibi sınıflamalar ise, farklı insan ırklarıdır. (bkz. İnsanın Hayali Soy Ağacı...http://www.darwinizminsonu.com/insanin_kokeni_01.html)
  5. Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Bana'dır." (Lokman Suresi, 14) Anne sütü, bebeğin besin ihtiyaçlarını eksiksiz olarak gidermek ve bebeği olası enfeksiyonlara karşı korumak üzere Allah'ın yaratmış olduğu benzersiz bir karışımdır. Anne sütündeki besin maddelerinin dengesia en ideal ölçülerdedir ve bebeğin henüz olgunlaşmamış vücut sistemleri için en uygun formdadır. İçeriğindeki besin değerlerinin bebek için ideal ölçülerde olması nedeniyle 'mucize karışım' olarak adlandırılabilecek anne sütü, bebeğin beyin hücrelerinin büyümesini sağlayan ve sinir sistemi gelişimini hızlandıran besinler açısından da oldukça zengindir. Günümüzün en son teknolojisi ile hazırlanan bebek mamaları dahi bu mucizevi besinin yerini tutamamaktadır. Araştırmalar sonucunda, anne sütünün bebeğe olan faydalarına her geçen gün yenileri eklenmektedir. Örneğin anne sütü ile emzirilen bebeklerin özellikle solunum ve sindirim yolu enfeksiyonlarından korundukları ortaya çıkmıştır. Çünkü anne sütündeki antikorlar enfeksiyona karşı doğrudan koruma sağlarlar. Anne sütünün diğer anti-enfeksiyon özellikleri ise "normal flora" denilen "iyi" bakteriler için dostça bir ortam sağlarken, zararlı bakteriler, virüsler ya da parazitlerin barınmasına da engel teşkil etmesidir. Ayrıca anne sütünde, bulaşıcı hastalıklara karşı bağışıklık sistemini düzenleyen ve iyi çalışmasını sağlayan faktörler de tespit edilmiştir. Anne sütü, bebeğin en kolay sindirebileceği besindir. Çok zengin gıda içeriği olmasına karşın, bebeklerin hassas sistemlerine uygun olarak sindirimi kolaydır. Böylece bebek, besinlerin sindirilmesine daha az enerji kullandığı için, enerjisini diğer vücut faaliyetlerine, büyümeye ve organlarının gelişimine harcamış olur. Erken doğum yapan annelerin sütünde mucizevi bir şekilde, bebeğin ihtiyacına yönelik olarak daha fazla yağ, protein, sodyum, klorür ve demir bulunur. Nitekim kendi annelerinin sütüyle beslenen erken doğan (prematüre) bebeklerde göz işlevlerinin daha iyi geliştiği, zeka testlerinde daha başarılı oldukları gibi pek çok üstünlük tespit edilmiştir. "En Taze Besin" İle İlgili Gerçekler Anne sütü ile ilgili gerçekler bu kadarla da sınırlı değildir. Anne sütünün bebeğe sağladığı katkı ise bebeğin geçirdiği evrelere göre değişmekte ve hangi döneminde hangi besine ihtiyacı varsa sütün içeriği de bu döneme göre farklılık göstermektedir. İdeal sıcaklığı ile her an hazır olan anne sütü, içinde bulunan şeker ve yağ ile beyin gelişiminde de önemli bir rol oynar. Bunun yanı sıra içeriğindeki kalsiyum gibi elementler, bebeğin kemik gelişiminde büyük bir pay sahibidir. (HY, Kuran Mucizeleri) Bu mucizevi karışım süt olarak adlandırılmasına rağmen aslında anne sütünün %90'ı sudan oluşmaktadır. Bu da son derece önemli bir özelliktir. Çünkü bebeklerin besinin yanı sıra sıvı olarak suya da ihtiyaçları vardır. Anne sütü haricinde alınacak su ya da diğer yabancı maddelerin tam anlamda hijyeni sağlanamayabilir. Ancak %90'ı su olan anne sütü ile bebeğin su ihtiyacı da en hijyenik olarak karşılanmıştır. Anne Sütü Ve Zeka Yapılan bilimsel araştırmalar anne sütü içen bebeklerin zeka gelişiminin içmeyen bebeklere oranla daha fazla olduğunu göstermektedir. Kentucky Üniversitesi uzmanlarından Jame Anderson'ın, anne sütüyle beslenen bebekler ile biberonla beslenenler arasında karşılaştırma yapan araştırması sonucunda, "anne sütüyle beslenen bebeklerin IQ'larının, biberonla beslenen bebeklere oranla 5 puan daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu araştırma sonucunda, bebeğin zekasının anne sütüyle gelişiminin 6 aya kadar olabileceği, 8 haftadan az anne sütü emen bebeklerde ise anne sütünün zeka üzerinde yarar sağlamasının söz konusu olmadığı da belirlenmiştir. Ayrıca anne sütüyle beslenen bebeklerdeki zeka düzeyinin 5 puan fazla olmasının, anne sütünün tek başına sahip olduğu besleyici değerden kaynaklandığı belirtilmiştir. Anne Sütü Kansere İlaç mı? Yapılan çalışmalar sonucunda hakkında yüzlerce makale yayınlanan anne sütünün son olarak da bebekleri kanserden koruduğu ispatlanmış, fakat mekanizması henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Araştırmacılar, laboratuvarda yetiştirilen kanser hücrelerinin anne sütü tarafından öldürüldüğünün ispatlanması ile büyük bir potansiyel ortaya çıktığını belirtmişlerdir. İsveç'te Lund Üniversitesi'nde doktor ve immünolog olarak çalışan Catharina Svanborg, anne sütündeki bu mucizevî sırları keşfeden ekipte bulunuyor. Lund Üniversitesi'ndeki bu ekip normal anne sütünün kanserin her çeşidi için bir koruma sağlamasını mucizevi bir keşif olarak adlandırıyorlar. Başlangıçta, yeni doğmuş bebeklerden almış oldukları bağırsak-mukoza hücrelerini anne sütü ile işleyen araştırmacılar, neticede Pnemococcus bakterisi tarafından meydana getirilen ve pneumonia (zatürree) olarak adlandırılan hastalığı, anne sütünün çok iyi bir şekilde durdurduğunu gördüler. Ayrıca anne sütü ile beslenen bebekler, biberonla beslenenlere göre çok daha az duyma güçlüğü ile karşılaşmakta ve solunum sistemi enfeksiyonlarına da çok daha az yakalanmaktaydılar. Birbirini takip eden çalışmalar sonrasında, anne sütünün kansere karşı da bir koruma sağladığını gösterdiler. Çocuklukta görülen lymphoma riskinin biberon ile beslenen çocuklarda dokuz kat daha fazla olduğunu gösterdikten sonra, aynı sonuçların diğer kanser türleri için de geçerli olduğunu fark ettiler. Çıkan sonuca göre anne sütü kanserli hücrelerin yerini tam olarak belirliyor ve daha sonra da onları öldürüyor. Bu Eşsiz Değer Yüce Allah'ın Bir Lütfudur... Anne sütü ile ilgili başka mucizevi bir özellikse bebeğin anne sütü ile 2 yıl boyunca beslenmesinin son derece faydalı olduğudur. Bilimin yeni keşfettiği bu önemli bilgiyi Allah bizlere Kuran'da "Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler..." (Bakara Suresi, 233) ayetiyle 14 asır önce bildirmiştir. Korunmaya, beslenmeye muhtaç olarak doğan bebek için, annenin kendisi en ideal gıda olan anne sütünü, vücudunda üretmeye karar vermediği gibi, değişen besin değerlerini de, kuşkusuz annenin kendisi belirlememektedir. Bu, böyle bir kararı şuursuz atomların verdiğini iddia etmek kadar akıl ve mantık dışıdır. Her canlının ihtiyacını bilen ve onları rızıklandıran Yüce Allah, anne sütünü annenin bedeninde, bebek için yaratmaktadır.
  6. Vücudumuzdaki organların üstün yaratılışını örnek alan bilim adamları, hasar gören organlar yerine çözümü bu organların taklidini yapmakta buldu. ABD'nin San Francisco kentinde düzenlenen "2006 Deneysel Biyoloji Konferansı"nda, geliştirilen yapay organlar bilim adamları tarafından tanıtıldı. Konferansta varılan ortak sonuç; geliştirilen biyonik kol, bacak, göz ve kulak gibi organlarla, vücudu ağır hasar gören kişilerin orjinali gibi olmasa da- eski hallerine getirilebileceği oldu. Son yıllarda asıllarının işlevlerini görmek üzere üretilen yapay organlardan bazıları şunlardır: Biyonuk Bacak ABD'nin California Üniversitesi'nde geliştirilen bilgisayar kontrollü robot bacaklar, 90 kilo ağırlığındaki bir kişiyi bile rahatlıkla taşıyabilmektedir. Bacaklarını kaybeden hastalar ve yaşlılar için tasarlanan robot bacaklar, askeri alanda da kullanılacak. Biyoni El, Kol ABD'nin Rutgers Üniversitesi'nde geliştirilen biyonik el ile, el ya da kollarını kaybeden kullanıcıların, piyano bile çalabileceği belirtilmektedir. Diğer bir biyonik el projesiyle de, ellerini kaybeden hastalar dokunma hislerini yeniden kazanabilmekteler. Biyonik Kulak Almanya'daki Saarland Üniversitesi'nde geliştirilen yeni teknikte, sesleri algılayan bir çip, kulağın arka kısmına yerleştiriliyor. Bu çip, radyo sinyallerine çevirdiği sesleri kulağın içine aktarılan bir alıcıya iletiliyor. Biyonik Göz ABD'li bilim adamlarının geliştirdiği yapay göz, % 55 oranında görme imkanı sağlıyor. Bilgisayar çipi ve mini kamerayla çalışan cihaz, gözlerin kullanıldığı izlenimini vererek beyni aldatıyor. Bu sayede görme özürlü kişiler, % 55'lik bir oran ile görebilmekteler. Henüz çok yeni bir buluş olan bu yapay gözün denemeleri halen sürüyor. YAPAY ORGANLARIN ÇIKMAZLARI Biyonik ya da yapay organlar, birçok hasta için bir umut olurken, kusursuz birer yaratılış harikası olan asıllarının elbette birebir aynısı değildirler. Orijinallerinden gerek teknoloji gerekse verim açısından oldukça geride olan yapay organların açmazları şöyle örneklendirilebilir: Organlarımız Bir Ömür Boyu Kesintisiz Çalışır, Performansları Çok Değişmez: İnsanoğlunun yaptığı hiçbir keşif vücudumuzdaki düzenekleri aynen taklit etmeyi başaramamıştır. Örneğin yapay olarak geliştirilen kalp ve akciğer makinesi, akciğerlerin işlevini yalnızca kısa süreli ameliyatlar sırasında üstlenebilir. Eğer solunum kasları çalışmıyorsa, bir makine kullanılabilir. Bu makine, akciğer loblarına hava pompalayıp kanın gaz alışverişini gerçekleştirir. Ancak bu, kısa bir süre için geçerlidir. Aynı zamanda yapay kalp üreten bilim adamları kalbin yıllarca başarıyla sergilediği kesintisiz fonksiyonu taklit edemeyeceklerini ifade etmektedirler. Ek Bir Enerji Kaynağına İhtiyaçları Yoktur, Ekonomiktirler: Yapay organlarda örneğin kalpte enerji kaynağı olarak pil kullanılmaktadır. Bu pil, hastanın üzerinde taşıdığı şarj olabilen daha büyük bir pil paketinden radyo dalgaları ile sürekli şarj edilmek zorundadır. Gerçek bir kalbin ise enerji için bir pile ihtiyacı yoktur. Çünkü kalbimiz kendi enerjisini her hücresinde kendi başına üretebilen benzersiz bir kas düzenine sahiptir. Organlarımız Yenilenebilen Canlı Dokulardır Bakım Gerektirmezler: Vücudumuzdaki kalp, bölünerek yenilenen canlı bir doku olması nedeniyle kesintisiz çalışma performansını hiçbir zaman kaybetmez. Bu da kalbimizi taklitlerinden ayıran en büyük özelliklerinden bir diğeridir. Bunun yanı sıra karaciğer, bir hastalığın ardından kendini yenileme özelliğine sahiptir. Organlarımız Az Yer Kaplarlar, Birden Fazla Fonksiyonu Yerine Getirebilirler: Böbreklerimiz kanı süzerek vücuttan üre ve diğer yan ürünlerin atılmasını sağlayan hayati organlarımızdır. Bunlar zarar görürse, haftada iki-üç defa diyaliz makinesine girerek bu işlemi gerçekleştirmek gerekmektedir. Büyük bir derin dondurucu boyutlarındaki bu cihaz veya geliştirilen yapay böbreklerden hiçbiri, ne gerekli yararlı maddeleri üretebilir, ne de böbreklerimiz kadar az yer kaplayabilir. İnsan Vücudu Muhteşem Detaylarla Yaratılmıştır Bilim adamlarının günümüz teknolojisi ile ulaşmayı hayal bile edemediği özelliklere sahip olan organlarımız da, tüm kainat gibi, benzersiz özellikleriyle Yüce Rabbimizin üstün ilmini bizlere tanıtmaktadır. Kaldı ki günümüz teknolojisiyle, birçok hasta için umut olan bazı yapay organların üretilebilmesi bu sonucu değiştirmez. Çünkü herhangi bir organın meydana gelmesi, doğal şartlarda kendiliğinden oluşabilecek bir süreç değildir. Bir organın işlevlerinin yerine getirilmesi, aslının taklit edilmesi eğitimli, zeka ve şuur sahibi uzmanların bir araya gelerek yıllar süren araştırmaları ve deneyleri sonucunda mümkün olmaktadır. Bu da, kusursuz organların, sistemlerin kendiliğinden bir araya gelerek şuursuz atomlardan meydana gelmesinin imkansız olduğunu, tümünü Allah'ın yaratmış oludğunu göstermektedir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: "Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi, 117) Kaynaklar Xie, R., Lau, S.S., Monks, T.J., (2006) Histone H3 phosphorylation in response to DNA damage. 2006 Experimental Biology meeting abstracts. The FASEB Journal, 20, Abstract #87.4 http://www.thelancet.com/
  7. farketmiyo sonuçta adam sölüyo bir cümle dahi de olsa. kendisi de kabulleniyo ama sonradan yama yapıyo. ayrıca matematik bir bilim değil midir?ve bilimsel olan herşey metmatiksel değerlerle de ispatlanıyo. mesela yaşamın kendi kendiliğinden kör tesadüflerle oluşma ihtimali 10 üzeri 10 üzeri 123'tür. bu da evrime büyük bir darbedir. ayrıca olgusal diyo: heackel'in sahte çizimleri mi olgusallık? ya da tiktaalik rosae? hem şu anda avrupalıların Türklere olan düşmanlığının altında bile Darwin'in "Türkleri geri kalmış ırk" söylemi yatmaktadır. ayrıca gençlerimize veriliyo belgesellerde "güçlü olan ayakta kalır" öğretisi ondan sonra gençler sokakata birbirini kesiyo. bugün müslümanlara yapılan saldırıların temelinde bile bu yatmaktadır. oraya koyduğun Çeçen Direnişçiler bile yıllarca Komünist Rus liderler tarafından katledildi.Rus liderler Darwin'in yazmış olduklarıyla beraber 40 milyon kişiyi katletti ve hala aynı mantık-isim değişse de- devam ediyo.gemişte kalmışmış, geçmiş geleceğe yön tutar derler, Darwinistlerin geçmişi kapkaranlık ve katliamlarla dolu ben nasıl geleceğe bu öğretiyle bakarım?
  8. Allah dünya hayatını çok çeşitli güzelliklerle süslemiş insanın hoşuna gidecek birçok nimet yaratmıştır. Ancak bunların yanı sıra bir de dünya hayatında karşılaşılan çeşitli zorluklar vardır. İlk aşamada birer sıkıntı gibi gözükseler de, aslında bu zorluklar, insana dünya hayatının geçiciliğini ve sonsuz ahiret hayatını hatırlatan birer uyarıdırlar. İmtihanın Gereği Yaşanan Zorluklar Yüce Rabbimiz dünya hayatında güzelliklerle çirkinlikleri, iyiliklerle kötülükleri, eksikliklerle mükemmellikleri birarada yaratmış ve kusursuz bir imtihan sistemi kurmuştur. Bu imtihan ortamında her insan ’zor anlar’ olarak nitelendirebilecek bazı durumlar yaşar. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların birçoğu bu anları huzursuzluk, üzüntü ve sıkıntı gibi duygular içerisinde geçirirler. Böyle ortamlarda sinirlilik, gerginlik, tartışmacılık yoğun bir şekilde sergiledikleri tavırlardır. Bazı insanlar da dünya hayatında karşılaştıkları bu denemeleri hayatın birer gerçeği olarak kabul ederler. ’Dediler ki: "(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi "kesintisi olmayan zaman' (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor." Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar." (Casiye Suresi,24) ayetinde bildirildiği gibi, yaşadıkları sıkıntıların yalnızca geçen zamanın sebep olduğu birer sorun oldukları kanısındadırlar. Oysa bu kimseler, Allah’ın dilerse insanı hiç yaşlandırmayacağını, dilerse kendisine hiç bir zor an yaşatmayacağını ve başlarına gelen iyi kötü herşeyi Allah’ın belli bir hikmetle yarattığını göz ardı ederler. Müminlerse, kötü gibi görünen bir olayı ya da zorluk anını, samimiyetlerini, Allah'a olan bağlılıklarını ve tevekküllerini göstermek için güzel bir fırsat olarak değerlendirirler. Dünyada hem zorluklarla hem de nimetlerle denendiklerini ve karşılaştıkları olayların ardında belki o an anlayamadıkları büyük hikmetler ve önemli mesajlar olabileceğini asla akıllarından çıkarmazlar. Allah dilerse, saniyeler süren afetler, saatlerce hatta günlerce sürebilir. İnsanlar, başlarına gelenlerin şaşkınlığını yaşarken, yeni felaketlere maruz kalabilirler. Ancak Allah rahmetiyle insanları korur. Allah bu tür doğal afetlerle insanlara Kendi büyüklüğünün farkına varmaları ve O'nun dilemesine karşı gelemeyeceklerini görmeleri için hatırlatmada bulunur. Ancak Allah rahmetiyle insanları korur. Hikmetleri Düşünülmesi Gereken Olaylar Dünyadaki imtihan ortamı son derece eksiksiz hazırlanmıştır. Öyle ki karşılaşılan her olay belirli sebeplerle meydana gelir. Her detay, sebep-sonuç ilişkileri içerisinde gerçekleşir ve her olay insan mantığının kavrayabileceği şekilde gelişir. Örneğin, insanların yeryüzü üzerinde durabilmesi yerçekimi kanunuyla açıklanır; yağmurun yağması bulutlar ve rüzgar sayesinde gerçekleşir; ölüm, kaza veya hastalık mutlaka bir sebeple oluşur. Kuşkusuz bu tarz sebep sonuç ilişkilerini sayfalarca sıralayabiliriz. Ancak bu "doğal " görünümlü olayların ardında aslında bir amaç ve hikmet olduğu, ancak Allah'ın varlığının bilincinde olan ve derin bir kavrayışa sahip olan müminler tarafından fark edilir. ’...(Allah) Elinizden kaçırdıklarınıza ve size isabet edene üzülmemeniz için sizi kederden kedere uğrattı. Allah, yaptıkları-nızdan haberi olandır.’(Al-i İmran Suresi,153) Olaylardaki Hikmetler Üzerinde yaşadığımız dünya, biz hiç farkında olmasak da, içerden ve dışardan pek çok tehdit unsuruyla doludur. Göktaşları, karadelikler, kuyruklu yıldızlar, dıştaki tehdit unsurlarının sadece bir bölümüdür. Depremler, volkan patlamaları, seller, dev dalgalar, hortumlar, fırtınalar, büyük yangınlar birbirlerinden farklı şiddet ve etkilere sahiptirler. Tüm bunlar zaman zaman etkili olmakta; sonucunda da can ve mal kaybıyla sonuçlanan ve doğal afetler olarak adlandırılan olaylar gerçekleşmektedir. Bu felaketlerin tümü, insanların çok iyi bildikleri ama karşılaşmadıkları sürece akıllarına getirmek istemedikleri gerçeklerdir. Karşılaştıklarındaysa bazı insanlar afetleri sadece doğal bir takım sebeplerin sonucu olarak algılarlar. Saatlerce Sürebilecek Depremler Mesela bir depremi düşünelim...Bir depremde pek çok insan ölebilir veya yaralanabilir. Bunların arasında gençler ve yaşlılar, erkekler ve kadınlar, hatta çocuklar olabilir. Tüm bunlar son derece "doğal " görünür ve ****** olan insan, bu afetleri Allah'ın özel bir amaca yönelik olarak yarattığını fark etmez. Şimdi düşünelim; eğer böyle olmasaydı ve bir depremden yalnızca Allah'a karşı suç işleyen kişiler etkilenseydi ne olurdu? Kuşkusuz imtihan ortamı tamamen yok olurdu. Ama Allah böyle bir şeye izin vermemiş ve yukarıda da belirttiğimiz gibi dünyada gerçekleşen her olayı son derece "doğal " görünümlü bir süreçle hazırlamıştır. Oysa Allah dilerse, saniyeler süren bu depremler, saatlerce hatta günlerce sürebilir. İnsanlar, başlarına gelenlerin şaşkınlığını yaşarken, yeni felaketlere maruz kalabilirler. Bu, kuşkusuz Allah için kolaydır. Ancak Allah rahmetiyle insanları korur. Allah bu tür doğal afetlerle insanlara Kendi büyüklüğünün farkına varmaları ve O'nun dilemesine karşı gelemeyeceklerini görmeleri için hatırlatmada bulunur. İnsanlara dünyaya yönelik çabalarının hiçbir karşılığının olmadığını, dünya hayatının geçiciliğini, üzerinde yaşadıkları gezegene hiçbir hakimiyetleri olmadığını, ölümü ve kainatta her an bu afetlerden korunarak yaşıyor olduklarına şükretmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Felaketleri, bazı insanlar doğal bir takım sebeplerin sonucu olarak algılarlar. Oysa bunların tümünde üzerinde düşünülmesi gereken ibretler vardır. Hastalıkların ve Kazaların İşaret Ettiği Gerçek Bazı insanlar sürekli olarak gelecekleri için planlar yapar ve bu planlarının her zaman kendi tasarladıkları şekilde gelişmesini beklerler. Bu yüzden de ani gelen bir hastalık veya bir kaza ile karşılaştıklarında bir anda tüm yaşamları alt üst olur. Çünkü yaptıkları planlar içinde hastalık veya kaza gibi bir olaya hiç yer vermemişlerdir. Kader gerçeğini kavrayamamış olan bu insanlar, başlarına gelen bir hastalığın sebebi olarak yalnızca virüsleri veya mikropları görürler. Yine aynı şekilde bir trafik kazası geçirdiklerinde, bunun tek sebebinin kötü araba kullanan bir insan olduğunu zannederler. Halbuki gerçek böyle değildir. Hastalığa sebep olan her mikroorganizma veya insana zarar veren her araç, her insan Allah'ın sebep olarak yarattığı varlıklardır ve bu varlıkların hiçbiri başıboş değildir, tümü ancak ve ancak Allah'ın kontrolü ile hareket etmektedirler. Eğer bir virüs yüzünden bir insan ağır bir hastalığa yakalanıyorsa, bu, Allah'ın bilgisi dahilindedir. Bu yüzden Allah’ın yarattığı hastalık ve kaza gibi durumların da bizlere ne mesajlar verdiklerini düşünmek gerekir. Hastalıklar ve kazalar, sonsuz kudret sahibi Allah'a teslim olan, O'nun sonsuz aklına ve rahmetine güvenip dayanan müminlerin sabırlarını ve ahlaklarının güzelliğini ortaya koyacakları bir dönem ve Allah'a yakınlaşmak için çok önemli fırsatlardır. Hastalıklar kişinin acizliğini, Allah’a ne kadar muhtaç olduğunu, sağlıklı olmanın kıymetini, dünyanın geçiciliğini hatırlatır; hastalık anında insanın Allah’a olan duası ve yakınlığı artar. Dolayısıyla kişi bir hastalığa yakalandığında,hastalığa neden yakalandığını düşünmek yerine Allah’ın bu hastalıkla ona neyi hatırlattığını anlamaya çalışmalıdır. Ölümün Düşündürdükleri Hemen herkes bir yakının ölümünü yaşamıştır. Bu ölümler karşısında insan yine ’sebeplere’ odaklı düşünür. Ölümün sebebi olarak örneğin bir hastalığı, ya da bir kazayı görür. Çünkü görünürde bu böyledir. Oysa çevremizde gerçekleşen ölümlerin ’görünür sebepleri dışında’ bize vermek istediği çok daha önemli mesajlar vardır. Bunlar, ölüme tanık olan kişinin de ölüme en az o ölen kişi kadar yakın olduğu, dünya hayatının bir gün mutlaka biteceği ve asıl ve sonsuz olan hayatın başlayacağı, bu yüzden dünya hayatına hırsla bağlanmak yerine sonsuz ahiret hayatı için hazırlık yapmak gerektiği gibi mesajlardır. İşte bu mesajları alabilmek için görünen sebeplerin ardındaki hikmetleri anlamaya çalışmak gerekir. Allah'ı tanımayan ya da O'nu unutmuş olan insanlar, zorluk ve sıkıntıların ardındaki gerçek mesajları kavrayamadıklarından çok büyük ve derin bir aldanış içindedirler. Kuran'daki ifadeyle, "Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise ****** olanlardır." (Rum Suresi, 7) Olaylardaki Hikmeti Anlamak Önemli olan, insanların bu olaylardan almaları gereken mesajları kavrayabilmeleridir. Çünkü Allah'ın insanlara, maddi ve manevi zarar veren olaylarla hatırlatmalar yapması, o insanların bulundukları sapkın durumdan kurtulmaları, Allah'ın dosdoğru yoluna girmeleri için kendilerine verilen bir mesajdır. Allah, insanlara yaşatılan bu felaketlerin de dünya üzerindeki herşey gibi bir amaçla yaratıldığını, bunların insanlar için birer "uyarıcı " olduklarını göstermektedir. Allah Kuran'da her olayın Kendi izniyle gerçekleştiğini bize şöyle bildirmiştir: ’Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir.’ (Teğabün Suresi, 11) ’Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.’ (Tevbe Suresi, 126)
  9. değerli üstadım biz sadece bir fikir ortaya atıyoruz ama bazı kişilere batıyo bu fikirler ve konu saptırılıyo. dikkat edin evrim teorisiyle ilgili bir makale yazılsa yazıya cevap vermeden ziyade kişilere cevap veriliyo. yaratılışçılık sadece HY'nın ya da Fethullah Gülen'in fikri değildir.bununla ilgili Amerika'nın bazı eyaletlerinde evrim teorisinin ders kitaplarından kaldırılması konusunda mahkemeler olmuş ayrıca seattle'da discovery enstitüsünde 1500 tane akademisyen bu teorinin açmazlarının da okutulması konusunda imza toladıkları açıktır. Allah Kur'an'da her canlıyı yarattığını ve tesadüfen ve amaçsız hiçbirşeyin olmadığını söylüyor. bunu akıl ve vicdan sahibi her müslüman kabul etmelidir. yoksa Kur'an bizim yol göstericimiz değil midir?
  10. KOMÜNİST-BÖLÜCÜ TERÖRÜN ÇÖZÜMÜ BATAKLIĞIN KURUTULMASIDIR Bu bataklık, diyalektik materyalist felsefedir ve bu felsefenin temel dayanağı Darwinizm’dir. Darwinizm resmi olarak okutulmaya devam ettiği sürece bu bataklığın kurutulması mümkün değildir. - Güneydoğu'da senelerdir devam eden bölücü faaliyetlerin arkasında Marksist-Leninist-Komünist ideoloji bulunmaktadır. Bu ideolojinin temeli ise Darwinizm’e dayalıdır ve bu teori olmadan hayat sahası bulması olanaksızdır. Komünizmin önderleri, toplumlara Darwinizm'i benimsetmeden Komünizmin hedeflerine ulaşmasının mümkün olmadığını özellikle vurgulamışlardır. - Komünist bölücü terörün Darwinizm’den kaynaklandığı ilmi bir gerçektir. Bir yandan teröre her gün şehitler verirken bir yandan da resmi olarak evrimi anlatmak büyük bir yanlıştır. Bu, terörün temel kaynağını beslemek demektir. Darwinist yalanların gençlere anlatılması son bulmadıkça terörün önüne geçmek mümkün değildir. Bu gerçeğin artık farkına varılmalıdır. Darwinist propagandanın ve ona sırtını dayamış olan diyalektik materyalizmin etkisinin kalkması için, yaklaşık 150 yıldan bu yana dünyayı kana bulayan bu köhne teorinin geçersizliği, sahte yöntemleri ve aldatmacaları, modern bilimin ışığında ve bütün açıklığıyla Türk gençliğine öğretilmelidir. Bu çerçevedeki bir eğitim ile birlik ve beraberliğimizi tehdit eden ideolojilerin hayat damarları kesilmiş olacaktır. Bölücü terör örgütü, terörist olarak yetiştireceği kişilere öncelikle diyalektik materyalizm ve bu felsefenin temeli olan Darwinizm eğitimi vermektedir. Darwinizm üzerine bina edilen Marksist-Leninist fikirler ve Lenin’in terör direktifleri doğrultusunda yetişen bölücü militanlar, askerimizi, polisimizi ve masum vatandaşlarımızı katletmekte, her türlü terör yöntemine başvurmaktadırlar. Komünizm ve Faşizm Darwinist temellere dayalıdır. Bunlara göre “hayat acımasız bir mücadele meydanıdır, sadece güçlü olanların yaşam hakları vardır, zayıf olanlar ise yok olup gitmeye mahkumdur.” Toplumları hayvan sürüleri olarak değerlendiren, insani ve ahlaki değerleri hiçe sayan, güç ve iktidar için her türlü yolun meşru olduğunu savunan bu Darwinist ideolojilerin insanlığa getirdiği dehşet ve yıkım ise çok büyük olmuştur. Kanlı komünist diktatörlerden Stalin'in "Genç nesillerin zihnini yaratılış düşüncesinden arındırmak için onlara tek bir şeyi öğretmeliyiz: Darwin'in öğretilerini." (Kent Hovind, The False Religion of Evolution) sözleri, Çin'de on milyonlarca insanı acımasızca katlettiren, bir o kadarını da açlığa terk eden Mao'nun "Çin sosyalizminin temeli Darwin'e ve evrim teorisine dayandırılmıştır." (K.Mehnert, Kampf um Mao's Erbe, Deutsche Verlags-Anstalt) itirafı, Darwinizm’in, kan dökücü Marksist, Leninist, Maocu ideolojilerin ayakta durması için son derece hayati olduğunun ispatıdır. Faşist lider Adolf Hitler, ünlü kitabı Kavgam'da, “Ari ırkın doğa tarafından üstün kılındığı”nı iddia etmiş, (L.H.Gann. "Adolf Hitler: “The Complete Totalitarian”, s. 24 ) bu kitabın ismini seçerken de Darwin'in "yaşam kavgası" fikrinden esinlenmiştir. (Ben Macintyre, Forgatten Fatherland, s. 28) Hitler, 1933'deki ünlü Nürnberg mitinginde ise, "yüksek ırkın düşük ırkları idare ettiğini, bunun doğada görülen bir hak olduğunu ve tek mantıklı hak olduğu" şeklindeki Darwinist görüşü dile getirmiştir. Ünlü evrimci Stephen Jay Gould‘un “Almanya’da Darwinizm’in bir savaş nedeni haline geldiği” şeklindeki tesbiti ise oldukça önemlidir. (Paul G. Humber, "Hitler's Evolution Versus Christian Resistance") Hitler'in en büyük müttefiki olan Benito Mussolini ise 1935’te başlattığı Etiyopya işgalini Darwin'in ırkçı görüşlerine ve yaşam mücadelesi kavramına dayandıracak, İngiliz İmparatorluğu’nun zayıflamasının nedeni olarak "evrimin en önemli itici gücü olan savaştan kaçmaya çalışması" yorumunu yapacak kadar koyu bir Darwinistti. (Robert E. D. Clark. Darwin: Before and After. London: Paternoster Press, s.115) Mussolini, bir dönem editörlüğünü yaptığı “Sınıf Çatışması” isimli derginin ilk sayısında Marx ve Darwin’den, "geçmiş yüzyılın en büyük iki düşünürü" diye söz etmiş ve Darwinizm’e övgüler yağdırmıştır. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s.18) Komünizm ve Faşizm, aynı materyalist temellerde buluşan ve aynı odakların icat ettiği sapkın ideolojilerdir. Bu insanlık dışı ideolojilere taraftar toplamak için ilk yapılan, "insanın, doğanın ve tesadüflerin ürünü bir cins hayvan olduğu" yönündeki Darwinist iddiaları toplumlara benimsetmektir. Darwinist eğitim uygulayan toplumlarda bireylerin bir bölümü, manevi ve milli değerlerinden uzak kalmış ve materyalist safsataların telkinine kendilerini kaptırmış durumdadır. Böyle toplumlarda vefanın, sadakatin, şefkatin, fedakarlığın hiçbir önemi yoktur. Gençler, kendilerine verilen eğitim sonucu, bu dünyada tesadüfler neticesinde var oldukları, bir gün ölüp yok olup gidecekleri zannına kapılmışlar; birbirinden tehlikeli ve yıkıcı fikirlerin, sapkın akımların ve ideolojilerin peşinden gidebilecek bir hale gelmişlerdir. Bu kişiler için artık din, aile, millet, bayrak gibi kavramlar birşey ifade etmemektedir. Dahası, bunlar için insan hayatı da değersizleşmekte, rahatlıkla insan canına kıyabilmekte, öldürdükleri kişilerin birer hayvan olduğunu düşündükleri için vicdanen son derece rahat olabilmektedirler. Milletimizi Darwinist yalanlara karşı uyarmak ve bu aldatmacanın tahrip edici etkisini bertaraf etmek için faaliyet yapanlar ise yıllardır materyalist çevrelerin hedefi olmuşlardır. İlmi mücadeleye, ilmi cevap verilmesi gerekir. Ancak materyalist çevreler, sahip oldukları basın yayın organlarını, psikolojik savaşın saldırı aracı olarak kullanmakta, evrim teorisinin çöküşü hakkındaki bilimsel yayınlara hakaret ve karalama yöntemi ile karşılık vermeye kalkışmaktadırlar. Bilindiği gibi materyalist çevreler, kendilerine aylardır çağrı yapılmasına rağmen bir tek ara fosil ortaya koyamamışlar, Türkiye’nin her yerinde sürdürülmekte olan Yaratılış Sergileri karşısında bütünüyle sessizliğe gömülmüşlerdir. TÜRK DÜŞMANLIĞININ TEMELİ DARWINİZM'DİR Darwin, insanların maymun benzeri canlılardan evrimleştiğini öne sürerken, insan ırklarının, evrimin çeşitli basamaklarında yer aldıklarını, Avrupalı ırkların "ileri" ırklar olduğunu savunmuş, diğer pek çok ırkı ise,"maymunsu özellikler taşıdıkları" iddiasını öne sürerek aşağılamıştır. Darwin, "aşağı ırklar" olarak tanımladıklarının arasında, Yüce Türk Milleti'ni de saymıştır. W. Graham'a yazdığı 3 Temmuz 1881 tarihli mektubunda, bu ırkçı düşüncesini şöyle ifade etmiştir: "Avrupalı ırklar olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini (yok edileceğini) görüyorum." (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt 1, New York: D. Appleton and Company, 1888, ss. 285-286) Darwin'in bu tür hezeyanlarının, Avrupa'da uzun süredir devam etmekte olan Türk düşmanlığının temeli olduğu bilinen bir gerçektir. DARWINİZM EMPERYALİZMİN SİLAHIDIR Darwinizm, dünya emperyalizminin kullandığı bir silahtır. Emperyalist ülkeler, işgal etmek ve boyunduruk altına almak istedikleri ülkelerde “5. kol faaliyeti” olarak manevi gücü kırmaya çaba harcarlar. Bu faaliyette Darwinizm başrolü oynar. Çünkü Darwinist öğretileri benimseyen toplumlar, emperyalist devletlerin kolayca hakimiyetine girerler. Osmanlı, son döneminde okullara sokulan Darwinist fikirler neticesinde kimliğini kaybetmiştir. Toplumu birarada tutan manevi değerlerden yoksun bir yönetici kadrosu ile de çöküşe gitmiştir. Emperyalistler Darwinist öğretileri, “toplumları kamplara ayırıp çatıştırmak” için kullanırlar. Dünyanın pek çok ülkesindeki faşist-komünist kamplaşmaları, “çatışmanın doğanın sözde bir yasası olduğunu” iddia eden Darwinist telkinlerin ürünüdür. Bu telkinler, gelişme ve ilerlemenin şartıymış gibi gösterilmektedir. Milyonlarca insanın hayatına mal olan, Darwinizm'in "yaşamın sözde bir mücadele alanı" olduğu, "ilerlemenin çatışmayla" gerçekleşeceği yalanları, emperyalizmi de güçlendirmektedir. Darwinist yöntemlerle maneviyattan uzaklaştırılarak kutuplara ayrılan ve güçsüz hale getirilen Müslüman ülkelerin, emperyalist güçlerin güdümüne girmeleri de kaçınılmazdır. Nitekim Sovyetler Birliği döneminde Müslüman Türk devletlerinin uzun yıllar Darwinist-Komünist esaretin altında kaldığı gerçeği de unutulmamalıdır. Vahşi Kapitalizm, Komünizm ve Faşizmin “görünmez gizli gücü” Masonlar ise, ideolojilerini destekleyen Darwinizm’i, kendi yayınlarında şöyle savunurlar: “Bugün, artık en uygar ülkelerden, en geri kalmışlarına kadar tek geçerli bilimsel kuram Darwin'in ve onun yolunu izleyenlerinkidir.” (Mimar Sinan 1980, sayı: 38, s. 18) DARWINİZM, BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN İDEOLOJİSİNİN DE TEMELİDİR Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü hedef alan en önemli tehdit olan bölücü terör, doğrudan komünist ideolojiye dayanmaktadır. Materyalizme ve Darwinizm’e dayanan bu ideoloji, ahlak, mukaddesat ve maneviyat gibi kavramları reddetmekte, insanların sadece maddi varlıklarını esas almakta, hatta Darwinizm’in etkisiyle insanları bir çeşit hayvan olarak görmektedir. Darwinizm ile Komünizm bağlantısını ortaya koyan ifadelerden bazıları şu şekildedir: KARL MARX: "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor." (Marks Engels Mektuplar, cilt 2, s.126) LENIN: "Marx'ın teorisinin tümü, evrim teorisinin, en tutarlı, en tam, en düşünülmüş ve özlü biçimiyle çağdaş kapitalizme uygulanmasıdır." (Robert M. Young, Darwinian Evolution and Human History, Historical Studies on Science and Belief, 1980) ENGELS: "Tabiat metafizik olarak değil, diyalektik olarak işlemektedir. Bununla ilgili olarak herkesten önce Charles Darwin'in adı anılmalıdır." (Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm-Bilimsel Sosyalizm, Sol Yayınları, 1990, s. 85) TROTSKY: "Darwin'in buluşu, tüm organik madde alanında diyalektiğin (diyalektik materyalizmin) en büyük zaferi oldu." (Alan Woods-Ted Grant, "Marxism and Darwinism", Reason in Revolt: Marxism and Modern Science, Londra 1993) TERÖR, BÖLÜCÜ ÖRGÜTLERiN VAZGEÇİLMEZ BiR YÖNTEMİDİR Terör, temeli Darwinizm’e dayanan bölücü ideolojilerin hedefe ulaşmak için kullandığı etkin bir yöntemdir. Komünist liderler terörü vazgeçilmez bir silah olarak taraftarlarına tavsiye etmişlerdir. Bölücü terör örgütünün bütün yöntemleri komünist ideolog ve liderlerin tavsiyeleri doğrultusundadır. Bu liderlerden Lenin’in terör talimatları oldukça çarpıcıdır: "Polisleri, askerleri, devlet memurlarını öldürmek, devlet kurumlarında yangınlar çıkartmak... Devletin hazinelerinden paraları almak... Devrimci komünist güçler yenilmez silahlı bir güç olarak ortaya çıkmalı, insanları öldürerek, bombalayarak, binaları havaya uçurarak korku yaymak ve bu şekilde toplumun üzerinde komünist diktatörlüğünü teşkil etmek iktidara ulaşmamızın önemli unsurlarındandır." ("Vladimir Lenin, Teorik ve Pratik Terör Hakkında", Homizuri G.P., Moskova 2005) EVRİM TEORİSİ NASIL ÇÖKTÜ? Modern bilim,1859 yılında Charles Darwin’in ilkel denecek kadar yetersiz teknik olanaklar ve yoğun bir hayal gücüyle ortaya attığı teorisini çürütmüştür. Teorinin ortaya atıldığı günden bugüne kadar geçen yaklaşık 150 yılda yapılan kazılarda 250 bin türe ait yaklaşık 100 milyon fosil çıkarılmasına rağmen bunlardan bir teki bile Darwin’in iddialarını desteklememiştir. Darwin’in, teorisinin ispatı için mutlaka mevcut olması gerektiğini belirttiği ara canlılara ait fosiller hiçbir zaman bulunamamış, çünkü böyle canlılar gerçekte hiçbir zaman var olmamışlardır. Karıncalardan ağaçlara, yarasalardan köpek balıklarına kadar çok çeşitli türlere ait milyonlarca yıllık fosiller mevcuttur ve bunlar, canlıların evrim geçirmediklerini net olarak ispat eden somut delillerdir. Darwin’den çok sonra ortaya çıkan moleküler biyoloji, biyokimya, mikrobiyoloji, biyomatematik, moleküler genetik gibi çok sayıda bilim dalı, canlılığın tesadüfen meydana gelemeyeceğini ve canlıların birbirlerinden evrimleşmelerinin söz konusu olmadığını ortaya koymuştur. Bilim, yaşamın kökeninde astronomik miktarlarda bilgi bulunduğunu, DNA’nın adeta harf harf yazılmış ciltler dolusu ansiklopediye benzediğini, hücrenin “moleküler makinalar”dan meydana geldiğini keşfetmiştir. Bunların tesadüflerle ve yavaş yavaş gelişerek meydana gelemeyeceği ispat edilmiştir. Biyomatematik alanında yapılan hesaplamalar, yaşamın bu kompleks yapısının tesadüflerle bir meydana gelme ihtimalinin "0" olduğunu kanıtlamıştır. Tek bir proteinin bile tesadüflerle ortaya çıkma ihtimalini 10 üzeri 950’de 1 olarak hesaplayan matematikçiler Darwinizm’e en büyük darbelerden birini vurmuşlardır. Darwin’in bir evrim mekanizması olarak tanıttığı Doğal Seleksiyon kavramının, evrim iddialarıyla hiçbir ilgisi olmadığı, evrimleştirme gibi bir etkisinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Uzun yıllar denizden karaya geçiş hikayesi için delil olarak gösterilen Coelecanth isimli canlının günümüzde de yaşamakta olan normal bir balık olduğu görülmüş, kuşların atası olarak tanıtılan Archæopteryx’in bir ara canlı olmayıp, soyu tükenmiş bir kuş olduğu ispat edilmiş, At Serisi diye tanıtılan fosillerin gerçekte atlarla hiçbir ilgisi olmadığı, farklı dönem ve coğrafyalarda yaşayıp soyu tükenmiş canlılara ait olduğu ispat edilmiş, insanın atası olarak gösterilen bir avuç kafatasının ve kemik parçalarının gerçekte “ya soyu tükenmiş maymunlara ya da normal insanlara” ait olduğunu kanıtlanmış, canlıların başka canlılara dönüşmesi için temel mekanizma olarak tanıtılan mutasyonların canlılar üzerindeki etkisinin “tahrip veya ölüm” olduğu, değil evrimleştirmek sağlam canlıları bile yok edici bir fonksiyonu olacağı anlaşılmıştır. Burada sayılanlar gibi pek çok gerçek sebebiyle evrim teorisi çökmüştür.
  11. 28 Temmuz, Şam Annemin şarkısını dinliyorum. Özlemden bahsediyor.. evladın anneye, annenin de evlada olan özleminden. Annemi özledim. Fakat gitmek istemiyorum. Dönmek istemiyorum Türkiye’ye. Burada kalıp ve belki de buradan gidip acılara ortak olmak istiyorum. Filistinli, Lübnanlı, Iraklı anneler de özlüyorlar çocuklarını. Ve çocuklar da özlüyordur annelerini. Ne kadar büyümüş olursa olsun insan, hep çocuktur ve anneye ihtiyacı vardır. Burada kalıp zulme rıza gösterenlerden uzak olmak istiyorum. Çocuğunu kaybeden anneye teselli olabilmeyi , teselli edebilmeyi ne kadar da çok isterdim. Ve çocuklar. Ah içim parçalanıyor. O kimsesizliği o yetimliği nasıl da taşıyabiliyorlar yüreklerinde. Nasılda eziliyor ruhum insanlığın umursamazlığı altında. Nasılda utanıyorum insanlıktan. Filistin yıkılıyor! Irak yıkılıyor! Lübnan yıkılıyor! Ve dünya bunu seyrediyor. Elimden bir şeylerin gelmesini çok isterdim. Kahrolası ben bu kadar tembel olmasam belki de şimdi kimseye bağımlı kalmaz ve kendi işimi kendim görürdüm... Mülteci kampını ziyaret etmeliyim. İnsanlara yardım etmeliyim. Ablam telefonda sana ne diyor. Her şeye burnumu sokmamalıymışım. Türkiye’ye dönmeliymişim. Bunu cidden böyle düşünüyor olması ne acı. O insanların yerinde biz de olabilirdik. Sevdiklerimiz de olabilirdi. O insanların yerinde değilim. Ama ben o insanları seviyorum. Kardeşim gibi seviyorum onları. Yeğenlerim, dostlarım gibi seviyorum. İnsanların yürekleri insanlık melekelerini kaybetti. Müslüman olduğunu söyleyenler ise tamamen yalancı! Kimse bana Müslüman olduğunu söylemesin. Alçaklığın adı İslam olamaz asla. Ve kimse Müslüman değil artik. İçim acıyor. Allah’ım beni zalimlerden uzak tut. İçim acıyor. Bombalar yüreğimin orta yerine düşüyor. İnsanlık öldü Allah’ım. İnsanlık öldü. İnsanlar kör, sağır ve dilsizler güruhuna dönüştü. İnsanlıktan çıktık Allah’ım. Hayvandan da aşağıyız artık. Zulme rıza gösteren şeytanın uşaklarıyız. İnsanlık öldü Allah’ım. Kalan mazlumları da iblisler her gün biraz daha yok ediyor. Zevk ala ala. Tadına vara vara................................. 2 Ağustos... (...) Çaresizlik hele de yakınında olunca daha bir başkalaşıyor. Hastaneler, okullar, yurtlar mülteci dolu. Hergün yanlarından geçip gidiyorum sessizce. Bazen ağlıyorum tuhaf bakışlar altında. Çaresizliğim beni zayıflatırken diğerlerini, yani savaşı, yıkımı ve göz yaşını yaşayanları güçlendiriyor. (...) Sabah gözlerimi “Min selamûn kalben li Beyrut” ile açtım. (Selam sana yüreğimin derinliklerinden Ey Beyrut!) Saldırılar başladığından beri dilimde dönüp duruyor. Acılı ama sevgi dolu söylüyor Feyruz... 3 Ağustos 2006, Perşembe
  12. e kardeş o zaman senin hayatta bulunmanın amacı ne? yiyip içip, ihtiyaçlarını mı gidermek? eğer öyleyse senin diğer canlılardan hiçbir farkın yoktur. madem bu dünya bir denenme yeri değil o zaman niye bizler varız? sonu olan bişeyi niye ben tercih ettim o zaman? sonra ben neden fakir bir ailenin çocuğuyum ya da zengin bir ailenin çocuğuyum ve ben niye doğdum? ya da niye ilk insan var oldu?eğer evrime inanıyorsan niye bir canlı hücre oluştu ve diğerlerine türedi-ki öyle birşey asla olmadı-
  13. kusura bakma görmemişim.ben aramıştım burda ama demekki tam olarak bakamamışım.tekrar kusura bakma
  14. arkadaşlar alın size Allah'ın varlığının delillerinden biri.çok büyük bir mucize. insanın ağlayası geliyor izledikçe ve inanmamanın ne kadar büyük bir ahmaklık olduğunu görüyorum. bakalım kendini 10 üzeri 10 üzeri 123te 1 ihtimal sayan arkadaşlar ne diyecek bu işe? yine onlar bi kılıf uydururlar:) izlemek için tıklayın http://www.youtube.com/watch?v=UqP7HsZp4ao
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.