Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

aklınyoluislamda

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    29
  • Katılım

  • Son Ziyaret

aklınyoluislamda - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Kral nick konusunda haklısın nasıl değiştireceğimi bulamadım yardımcı olursan değiştireyim nasıl değiştirmem gerekiyor profilimden girdim ama yapamadım.Senle zıt kutuplardayız ama nick konusunda haklısın.
  2. O nick eskidendi kral sorgulamadan veya sorgulama esnasındaki şunu bil ben ateist değilim yanlız benim yaradam inancım incil,tevrat,ve kurandaki Allah kavramları ile örtüşmemekte çok çelişkiler var umarım sizlerde görürsünüz bu kitaplar insan elinden çıkma bu arada sende kovulmaktan bıkmadın galiba ben senin yerinde olsam silindiğim yere hayatta uğramam buda biraz karakter meselesi galiba saygılarımla.
  3. Efsuncu kardeş yazdığın ayetler. 2/22 - O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın. 2/23 - Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. 2/24 - Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının. Bak koyu renkli olan yerde kurandaki tanımlanan Allah meydan okumakta cevap açık namazda müslümanların okuduğu ettehiyatü,salliala,sallibarik duaları Allah tarafından değildir yani kurandada yoktur gördüğün gibi yazılabiliyormuş değilmi.Hemde 1400 seneden beri insanlarada okutuluyormuş değilmi.
  4. Nizamulmulk adını kullanan zat bayağı zamandır araştırmada idim cevap yazamadım daha önceleri Kurana insan eliyle müdahale varmıdır diye düşünürken ve müdahale olduğunu çok yerde görmüşken ve bulmuşken son araştırmam neticesinde Kuranında tıpkı tevrat ve incil gibi tamamen insan eliyle yazıldığını düşünüyorum.İçinde okadar fazla çelişki ve şiddet barındırıyorki bu sözler bir yaratıcını sözleri olamaz yaratıcı olduğu bana göre kesin ama bu tevrat incil ve kuranın tanrısı değil zaten yapılan ve adına ibadet denen ritüelleride incelerseniz sabilik,zerdüştlük ve hristiyanlıktan geçtiğini görürsünüz mesela oruç dediğimiz ibadet güneş doğmadan önce başlar ve güneş battıktan sonra biter Kuran dada tarifi böyledir ve dünyanın birçok ulusunda eski dönemlerde var olan güneşe saygı ritüelidir.Ayrıca Kurandaki birçok yabancı kelime onun İlahi bir kaynaktan gelmeyip nerelerden kopyalandığının en büyük belgesidir.Eski araplar bizden çok daha akıllıymış. Enam 25 Onlardan seni (okuduğun Kur'an'ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kafirler sana geldiklerinde: "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. Ahkaf 17 Ana ve babasına: Öf be size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz? diyen kimseye, ana ve babası Allah'ın yardımına sığınarak: Yazıklar olsun sana! İman et. Allah'ın vadi gerçektir, dedikleri halde o: Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir, der. Mutaffifin 13 Böyle birine ayetlerimiz okununca "Eskilerin masalları" derdi.
  5. Selam http://www.mnh.si.edu/epigraphy/e_pre-isla...sabaean_img.htm İslam öncesi dönemden bir yazıt: "bi khayl Rahmanan wa masyha malikan Abraha Zybman malik Saba' wa Zuraydan wa Hadramut wa Yement wa r'a rab hamw twadam wa thamat satro zn satran k'ghazow ma'ndam ghazwatn rab'atan b'warkhan Zthbatan Kafa saadu kl bani amrm wa zaki malikn abjabar b ainam kadat wain w basharm bin hasahanm bainm san dam wa mardam wa hadaru qadami jayshan alia bani yamram kadat wail bi wad samrakh wa mardam wa sadam bi wad bi manhaj tarban wa zabahow wa sarw wa ghanamw zaisam wa makhdah malakin bi Halban wa dawn ka zalam maidam wrahanw wa badanahaw nwa sa'aham mw Amram Bin Mazran wa rahanamw bin haw wa sata khalafw ala ma'dam wa qafalw bin hal ( bi)n bi akhayal Rahmanan wa rakhaw zalan salthany w sathya ws." Rahman'ın ve O'nun mesihi Kral Ebrehe Zibman'in gücüyle, Sebe, Zureyden, Hadramut, Yemen'in Kralı. "Zul THebiTHen" ayında Maad kavmine karşı savaşını ve Rabiya savaşını dağlardaki ve sahildeki kavimler bu satırları yazdı. Beni Amir'in (tüm kavimlerine) karşı savaştı, Kral Abi Jabar'ı Kinda, El Bişar Bn Hasan'ı Saad, Murad ve Hadramut ordularının başına geçirdi ve Zu Markh vadisinde El, Murad ve Saad ise Manha vadisinde Turban dönüşü (düşman) öldürüp yakaladı ve çok miktarda ganimet ve (bunu yanında) kralı ele geçirdi. Halban'da harb etti ve Maad'a ulaştı, ganimet ve esirler elde etti ve daha sonra Umru bin el-munzir'i fethetti. Ebrehe'nin dönüşüne kadar tüm detaylar yukardaki belgede mevcut fakat ilginçtir ki gelenekçilerin iddialarının aksine yine ne "Kabe" ne "Mekke" kelimelerine rastlıyoruz.
  6. Muhammed'in şehveti ve "tanrı"sı Karılarından Aişe, Muhammed'e şöyle diyor: -"Ma era rabbeke illa yüsariu hevake" (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu't-Tefsir/33/7,Kitabu'n-Nikah/29;Diyanet yayınlarından Tecrid, hadis no:1721;Müslim, e's-Sahih, Kitabu'r-Rıda/49,hadis no:1464;İbn Mace Sünen, Kitabu'No:-Nikah/57, hadis No: 200; Ahmed İbn Hanbel,6/134,158) Nedir bu sözün Türkçesi? "Vallahi Rabbinin, senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum." (Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi. 7/402) "Rabbin Teala (kadınlarının değil) ancak senin arzunun tahakkuna müsaraat ediyor. (Çeviri: Kamil Miras, Diyanet Yayınlarından) Aişe'nin sözü dilimize şöyle de çevrilebilir: "Bakıyorum da, senin Efendi Tanrın , yalnızca senin şeyinin keyfini (hevanı) yerine getirmek için koşuyor." Hadiste, efendi tanrının yalnızca Muhammed'in hevası için koştuğu açıkça belirtiliyor. Heva: İnsanın arzusu, isteği. Ama buradaki herhangi bir arzu, istek değil; cinsel istektir söz konusu olan. Çünkü buradaki konu, cinsel isteğin üzerinde durulduğu bir konu. Ayrıca "heva" söylendiğinde ilkin bu kavramda kullanılır. Rağıp da, heva için : "Meylun'nefsi ile'eş-şehveti" (Bkz. Müfredat, Heva) diyor. Yani "nefsin şehvete eğilimi." Rağıp, aynı yerde, hevanın "şehvete eğilimli olan nefsin kendisi için de söylenebileceği"ni belirtiyor. Aişe neden böyle diyor? Muhammed'in çok karısı var. Yaşlanmış olan Sevde Bint Zema'nın dışında hepsi genç, hepsi güzel. Ve hepsi de cinsel istekli. Adalet olsun diye, Muhammed'in bunlarla cinsel birleşmesi sıraya konmuştur. Sevde'nin dışında kimse, sırasını başkasına kaptırmak istemiyor. İşte bu böyleyken, "ayet" geliyor; durumu değiştiriyor: Muhammed'in "heva"sı, "adalet"in önüne geçiyor: Muhammed'in kadın seçimi, cinsel alandaki isteği, hadisteki sözcüğü ile hevası, adalete baskın geliyor ve sıra Muhammed'in isteği doğrultusunda, ayetle bozuluyor. Ahzap suresinin 51. Ayeti şu sözlerle başlıyor: -"(Ey Muhammed!) Onlardan (yani karılarından) dilediğini geriye bırakır, dilediğini öne alabilirsin..." Ne demek bu? Hadis ve yorumlara göre şu demek: -"Ey Muhammed! Artık nöbet, sıra zorunlu değil senin için. Nöbeti, sırası gelse bile, dilediğin karınla cinsel birleşmeyi erteleyebilir, ondan önce dilediğin karınla yatabilirsin." Sözün özü: Kuran'ın tanrısı, Muhammed'in, karılarıyla olan cinsel ilişki düzenindeki işini kolaylaştırıyor. İlişkiyi sıraya koyma zorunluğunu kaldırıyor. "Hangi karınla ne zaman yatmak istersen özgürsün" diyor. İşte bunun üzerine Aişe dayanamayıp o sözü söylüyor: -"Görüyorum ki senin Efendi Tanrı'n, senin şeyinin keyfini ..." Aişe, bu durumu daha sonra, Ahzap'ın 51. Ayeti gelince anladığını; 50. Ayet geldiğindeyse bunu pek anlayamadığını ve o nedenle, 50.ayette, Peygambere kendini (hem de mehirsiz olarak) verebilecek kadından söz edilince şu tepkiyi gösterdiğini belirtiyor: -"Olacak şey mi? Bir kadın utanmaz mı ki, kendini bir erkeğe armağan etsin?" (Tecrid, hadis no:1721) Karılar içinde ayrıcalıklı olanlar: Muhammed, kimi karılarını daha çok severdi. Kimini de daha çok tutardı. En çok tuttuğu karılarının başında Aişe geliyordu. Ebubekir'in kızıydı, o nedenle de etkiliydi. Zaman zaman Muhammed'e kafa tutar gibi durumları bile olabiliyordu. Zeki de olduğu için, birtakım ayrıcalıklar sağlayabilmişti. Muhammed'in cinsel ilişkilerindeki sıra düzeni bozulunca, karılar içinde en çok yararlanan o olmuştu. Boşamasın diye Muhammed'in hoşnutluğunu kazanmak isteyen yaşlı ortağı Sevde Bint Zem'a'nın "gün"ünü almıştı. Başka kumaların gününde de Muhammed'le yatabilirdi. Muhammed istediğinde, kendi günüyse başkasına vermezdi. Muhammed'in canı başka kadınla yatmak istese bile vermezdi gününü, sırasını. Aişe: "Günümü kimseye vermem"! Aişe'nin anlattığına göre: Muhammed'e, herhangi bir karısının gününü, sırasını gözetmeksizin; dilediği karısıyla dilediği zaman yatma özgürlüğü veren "ayet", yani Ahzab suresinin 51. ayeti geldikten sonra da, Muhammed'in Aişe'nin gününde başka kadınla yatmak istediğinde Aişe'den izin alma gereği duyardı. İzin isterdi ama Aişe geri çevirirdi: -"Eğer izin verme, vermeme yetkim varsa vermek istemiyorum. Tanrı elçisi! Bilesin ki hiçbir kimseyi sana (seninle yatmaya) yeğ tutmam."( Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu Tefsiri'l-Kur'an/33/7) Hadisten anlaşıldığına göre, Aişe'nin bu karşı koyuşuna Muhammed artık ses çıkarmamış; "Ayet var. Ayet bana istediğim zaman dilediğim karımla yatma yetkisini vermiştir" dememiş ya da diyememişti. Muhammed'in karıları arasında hizipleşme Peygamberin karıları iki hizibe ayrılmıştı: Bir kesimde Aişe, Safiyye ve Sevde vardı. Öbür kesimdeyse Ümmü Seleme ve peygamberin öteki karıları. Müslümanlar, peygamberin Aişe'ye olan sevgisini biliyorlar; o nedenle depeygambere bir armağanda bulumak isteyen biri olduğunda armağanı sunmayı geciktirir; peygamber Aişe'nin odasına gittiğinde sunardı. Muhammed' in Karıları: "Adalet isteriz!" Bunu üzerine, Ümmü Seleme hizibi söylenmeye başlandı. Bu kesimde olan kadınlar gidip Ümmü Seleme ile konuştular: -Ümmü Seleme! Peygambere söyle. Herkesle konuşsun; Peygambere kim bir armağan vermek isterse, peygamberin hangi karısının yanında bulunduğuna bakmaksızın armağanını sunmasını duyursun. Muhammed aldırmıyor: Ümmü Seleme, karıların dediklerini peygambere söyledi. Ama peygamber bir şey söylemedi. Karılar gelip Ümmü Seleme'ye sordular: -Ne dedi peygamber? -Bana bir şey demedi. -Öyleyse bir kez daha söyle ona! Ümmü Seleme, kendi gününde (ilişki için) geldiğinde peygambere yine söyledi. Ne var ki peygamber ona yine bir şey söylemedi. Kadınlar sorunca yine "peygamber bana bir şey söylemedi" dedi. Kadınlar da, "sana karşılık verinceye kadar söyle ona söylediklerimizi" dediler. Peygamber cinsel ilişki için dönüp geldiğinde, Ümmü Seleme ona kadınların dediklerini yine anlattı. Bu kez peygamber konuştu: Muhammed: "Bana vahiy, yalnızca Aişe'nin gününde geliyor"! -Aişe konusunda beni üzme! Bil ki, hiçbir kadın koynumdayken bana vahiy gelmez de, yalnızca o koynumda bulunduğu sırada bana vahiy gelir. Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi: -Ey Tanrı Elçisi! Seni üzdüğüm için tanrıya sığınıp tevbe ediyorum! Karılar, Muhammed'in kızı Fatıma'yı araya koyuyorlar: Aynı kadınlar sonra peygamberin kızı Fatıma'ya başvurdular; onu peygambere gönderdiler. Şöyle demesini istediler: -Karıların tanrı için senden, Ebubekir'in kızı (Aişe) konusunda (kayırmayı bırakıp) adaletli davranmanı istiyorlar. Fatıma'nın aracılığı da bir sonuç vermiyor: Fatıma da peygamberle konuşup kadınların dediklerini iletti. Peygamberse şöyle karşılık verdi: -Kızcağızım (sevgili kızım)! Benim her sevdiğimi sen sevmezmisin? Fatıma karşılık olarak: -Evet! Peygamber: -Öyleyse sen de Aişe'yi sev! 49 yaşındaki adam (Muhammed), 6 yaşındaki bir çocuk (Aişe) ile evleniyor: Yine Aişe'nin kendisinin anlattığını dile getiren bir hadis: Bu hadisin başında, Aişe aynen şöyle diyor: -"Peygamber benimle evlendi; ben o sırada 6 yaşındaydım." Evet, bir yanda 49 yaşındaki Muhammed, öbür yanda 6 yaşındaki Aişe evleniyorlar. Muhammed ile evlendiği zaman Aişe'nin 6 yaşında olduğunun İslam dünyasında kabulu zorunlu. Çünkü bunu anlatan hadis, tartışmasız sağlam (sahih) kabul edilir. Bu hadisi, İslam dünyasında en sağlam olarak benimsenegelmiş olan Buhari'nin ve Müslim'in E's-Sahih’lerinde de buluyoruz. Anlatıldığına göre evlilik gerçekleşiyor ama yine de 3 yıl kadar zifaf (yani cinsel birleşme) gerçekleşmiyor. Bu süre geçtikten sonra oluyor zifaf ! Aişe 9 yaşındayken 52 yaşındaki Muhammed ile gerdeğe giriyor: Hadisi izleyelim. Aişe anlatıyor: -"Ve be dokuz yaşındayken benimle gerdeğe girdi. Medine'ye göçmüştük. Haris İbn Hazrec oğullarına konuk olduk. O sırada sıtmaya yakalandım. Saçlarım döküldü. Saçlarım yeniden geldi; bölükler oluştu. Annem Ümmü Ruman bana geldi. Arkadaşlarım ile birlikte salıncakta sallanıyorduk. Annem beni çağırdı. Yanına gittim. Benden ne istediğini bilmiyordum. Elimi tutup alıp götürdü. Evin kapısına gelince durdu. Soluk soluğa kalmıştım. Sonunda soluğum biraz yatıştı. Annem, sonra biraz su alıp yüzüme başıma değdirdi. Sonra beni eve soktu. Bir de baktım ki bir takım Medineli kadınlar. Evdeler. Bana şöyle demeye başladılar: -Hayırlı, bereketli olsun. İyi şanslar. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar benim saçımı başımı yıkadılar, beni güzel bir biçimde hazırladılar. Peygamberle birden karşılaşmaktan başka hiçbir şey beni korkutmamıştı. Kadınlar, beni ona teslim ettiler. Ve ben o sıralar 9 yaşındaydım." Aişe, Muhammed'in koynuna verilmek üzere götürüldüğünde, salıncakta sallanıp oynayan bir oyun çocuğuydu. Yani Muhammed, 52 yaşında böylesine bir çocukla cinsel birleşimde bulunmuştu. SAHİH-İ BUHARİ' DEN Bir kız 9 yaşına geldiğinde, İslam hukukunda "şehvet konusu" oluyor: Aişe 9 yaşındayken Muhammed'in koynuna sokulmuş olunca, İslam hukuku bundan şu sonucu çıkarıyor:" 9 yaşındaki bir kız, müştehat (şehvete konu olabilecek çağda) sayılır" diyor. Ve bu nedenle de 9 yaşındaki bir kız çocuğu ile evlenilebileceğini bildiriyor. Aişe, Muhammed'in karısıyken büyüyecek ve 18-19 yaşına geldiğinde de Muhammed'in ölümü üzerine, kimi kumaları gibi, çok genç yaşta dul kalacaktır. Ve hiçbir erkekle evlenmemeye "mahküm" edilerek...Muhammed'in karıları, müminlerin anaları sayıldığı için... Aişe'nin kaybolan kolyesi ve Safvan: Muhammed, Mustalıkoğluları' na karşı gece baskını için yola çıkma hazırlığında. Yıl : Miladi 627. Bu sırada Muhammed, Aişe' yi de yanına almıştır. Aişe 9 yaşındayken Muhammed' in koynuna verildiği tarih, eğer Hicri şevval ya da zilkade 1 / Miladi mayıs ya da haziran 623 ise- 13 yaşındadır daha. Aynı gece baskınının sonucunda, tutsaklar arasında güzelliğiyle göze çarpacak ve başkasına düşmüşken alınıp Muhammed in koynuna verilecek olan Cüveyriyye' yle aynı yaşta. Devenin üzerinde kapalı bir yer ("mahmil"); Aişe de içinde. Gidilir; baskın yapılır, elde edilecekler elde edilir ve dönüş başlar. Gidiş Medine'ye doğru. Derken bir konak yerinde biraz kalınır. Gecenin bir kesimi. Bir süre sonra; kalkıp yola koyulmaya yöneliş. Tam bu sırada bir şey olur: Aişe çişi için ya da öbür işini görmek üzere birlikten ayrılır. Ayrılışını haber verse olmaz mıydı? Olurdu ama, kimseye haber vermemiş işte. Çişi ya da öbür işi olup bittikten sonra döner; ama bir terslik: Göğsünü yokladığında, kolyesini bulâmaz ve kopup düştüğünü anlar. Geri dönüp gerdanlığını aramaya koyulur. O sırada Aişe devesinin üzerindeki kapalı yerinde bulunuyor sanıldığı için herkes habersiz ve birlik uzaklaşıp gitmiştir. Aişe, kolyesini bulur; ama işte o saatlerde, yolda yapayalnız. Konaklandığı yere gelir, orada bekler. Gelsin götürsünler diye... Beklerken uyku bastırır ve uyur. Ve bu sırada: Muattal Oğlu Safvan. Arkadan gelmiş, Aişe' yi görünce de şaşırmıştır. Şaşkınlığını anlatan sözler. Onun bu sözlerine de Aişe uyanır. Safvan, Aişe' yi devesine bindirir. Yola koyuluş. En sonunda, bir konak yerinde birliğe ulaşılır. Bu sırada da dedikodular başlar... Aişe' nin kendi anlattığına göre gerçek bu. (Bkz. Buhâri, e's-Sahih, Kitabu'ş- Şehâdât/15; Kitabu'I-Meğâzî/34; Tecrîd, hadis no: 1151; Müslim, e's- Sahih, Kitabu't-Tevbe/56, hadis no: 2770.) Olayda akla gelen sorular: 1) Aişe çişi ya da öbür türlü işi için ayrılıp giderken kimseye neden haber vermemişti? Eğer bunun nedeni, çocuk yaşta oluşu idiyse; bu yaşta oluşu biri tarafından kandırılmaya da elverişli değil miydi? 2) Aişe ayrılıp giderken o denli insan içinde nasıl olmuştu da kimse görmemişti? Gören olmuştuysa, dönüşü neden izlenmemişti? Döndüğü görülmedikçe, "dönmüş; mahmiline girmiştir!" yargısı nasıl oluşmuştu? 3) Hadiste belirtildiğine göre, Aişe'nin deve üzerindeki "hevdec"ini (mahmil) indiren, sonra yine yükleyenler ve Aişe' ye "hizmet edenler" vardı. (Hadis'e aynı kaynaklarda bkz.) O "hevdec", dinlenme yerinde deveden indirildiğine göre, sonra deveye yüklenirken içinde 4) Aişe var mı, yok mu diye niçin bakılmamıştı? Hizmet edenler bakabi- lirlerdi. Yine hadiste belirtildiğine göre, "hicab" yani erkeklere karşı "örtünme, perde ardına geçip saklanma" gerektiren bir ayet hükmü bulunmadığı zamanlarda, Safvan, Aişe' yi görmüştü. (Hadise, aynı kaynaklarda bkz.) Yani Safvan' la Aişe birbirlerini tanıyorlardı. Bu "tanışma", ileri ölçülerde bir "anlaşma" ya varmış olamaz mıydı? Aişe "zina" ile suçlanıyor: Aişe'nin Safvan' la yolda "neler yapmış olabileceği" üzerinde duruluyordu. Yoğunlaşan kuşku. Dedikodular alıp yürümüştü. Son derece yaygın bir duruma gelmişti giderek. Muhammed' in bile Aişe' ye karşı olan her zamanki tutum ve davranışında bir değişme olmuştu: Aişe diyor ki: "Medine'ye gelince ben bir ay hastalandım. Meğer o sırada, iftiracıların dedikoduları dolaşıyormuş. Hastalığımda beni işkillendiren bir şey oldu: Peygamber'den de, her hastalığımda gördüğüm ilgiyi inceliği artık göremiyordum. Yalnızca gelip selam veriyor ve 'nasılsınız?' diyordu, o kadar." (Hadis'e aynı kaynaklarda bkz.) Aişe dedikoduları duyup öğrenince üzülmüştür. Hastalığı daha da artmıştır bunun üzerine. Muhammed'den izin alır ve babasının evine gider. Orada da, durumuna ilişkin "Tanrısal bir açıklama" bekler. (Aynı hadise bkz.) Beklenen "vahiy" bir türlü gelmiyor: Hadiste, bu olaya ilişkin "vahy"in "gecikmesi"nden sözediliyor. Ve Muhammed, "karı"sından, yani "Aişe"den ayrı kalışından doğan soruna çözüm için yakın çevresini topluyor. Bunların içinde Ali de vardır. Ali, görüşünü şöyle dile getiriyor: - "Ey Tann Elçisil Tanrı dünyayı sana dar etmedi ya! Aişe'den başka da kadın var, kadın çokl" (Bkz. Aynı hadis.) Ali, gerçeği öğrenmek için Aişe'nin cariyesi Berire'nin tanıklığına da başvurulabileceğini söylüyor Muhammed'e. Muhammed bu tanıklığa başvurdugunda, cariye, "hanımı için iyilikten başka bir şey bilmediğini" söylüyor. Muhammed sorup soruşlurduğuna göre, belli ki adamakıllı "kuşkulu". Bu "kuşku", onun Aişe'ye söyledigi yine aynı hadiste açıklanan şu sözlerden de çok açık biçimde anlaşılıyor: Muhammed: "Aişe! Böyle bir suçun varsa tevbe et!" - "Aişe! Senin hakkında bana şöyle şöyle dedikodular geldi (Safvan'la ilişki kurduğundan sözediliyor). Eğer bu suçu işlemedinse Tanrı seni aklayacaktır. Ama eğer işledinse bu suçundan dolayı Tanrı'ya yönel, tevbe et! Çünkü bir kul, suçunu boynuna alır ve tevbe ederse, Tanrı da onun tevbesini kabul eder." Aişe, Muhammed'in bu sözlerine, babasının ve anasının karşılık vermelerini ister. Onlar karşılık vermeyince de, Muhammed'e kendisi karşılık verip sonucu sabırla bekleyeceğini söyler. Ve sonunda "vahiy" geliyor: Konuşmadan sonra Aişe, yatağına dönmüştür. "Bekleme"de... Aişe, kendisinin söylediğine göre, hakkında "Kur' an ayeti" ineceğini filan beklemiyordu. "Ben kim oluyorum ki Tanrı, Kuran'da benim sorunuma ilişkin ayet indirsin!" türünden açıklaması var Aişe' nin. Yine açıklamasına göre, beklediği yalnızca, "Muhammed' in rüya görmesi" ve onun "rüyasında aklanması". Ama beklediğinin ötesinde olur gelişme: Muhammed her vahiyde olduğu gibi özel bir duruma girmiştir. Daha sonra da konuya ilişkin "vahyin geldiğini" açıklar. Aişe' ye anası, kalkıp Muhammed' e "teşekkür" etmesini söyler. Ama Aişe bunu yapmaz; vahyi gönderen "Tanrı" olduğuna göre, Muhammed' e değil; O' na teşekkür etmesi gerektiğini belirtir. (Bkz. Aynı hadis.) Aişe'nin "zina" etmediğine ilişkin "18 ayet" birden iniyor: Onca (hadise göre bir ay) gecikmeden sonra "vahy" gelmiştir. Hem de kimine göre "10 ayet", kimine göreyse "18 ayet" birden... (Bkz. Nûr, ayet: 11-20. Buna göre toplam: 10 ayet. Ama tefsirlerde toplam: 18 ayet olduğu belirtilir. Bkz. Nesefi, Tefsir, 3/134; F.Râzî, e't-Tefsiru'l-Kebîr, 23/173.) Bu ayetler, birinci ve ikinci orijinalleri yakıldığı için Muhammed dönemindeki biçimini tam olarak bilemediğimiz (bunun için daha sonraki yazılara bkz.) Kur'an' ın bugünkünde, Nur Suresinde yer alıyor. Bu ayetlerde, "zinayı" kanıtlamak için "dört tanık göstermek gerektiği", bu gösterilmediği zaman iftira olacağı açıklandıktan (bkz. Nur, ayet: 13) sonra, ad vermeden "iftira edenler" çok ağır biçimde kınanıyor. İşte âyetlerden bir kesim (Diyanet'in resmi çevirisiyle): - "Muhammed' in eşine o yalanı uyduranlar, içinizden bir gürûhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın. O, sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine, kazandığı günâh karşılığı, cezâ vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise, büyük azâb vardır. Onu işittiğiniz zaman; erkek, kadın mü'minlerin, kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulu- nup da: 'Bu apaçık bir iftiradır!' demeleri gerekmez miydi? Dört şahid getirmeleri gerekmez miydi? Işte bunlar, şâhid getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır. Allah'ın dünyâ ve âhirette size lutuf ve merhameti olmasaydı o kötü sözü yaymanızdan ötürü, büyük bir azaba uğrardınız. Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz. Oysa Allah katında önemi büyüktü. Onu işittiğinizde: 'Bu konuda konuşmamız yakışık almaz. Hâşâ, bu, büyük bir iftiradır.' demeniz gerekmez miydi?" (Nûr, ayet: 11-16.) . Yine sorular: 1- 12. ve 13. ayetlerde, Aişe konusunda söylentiler çıktığında bu söylentileri duyanlar, "Bu, apaçık bir iftiradır. Bu, büyük bir iftiradır." demedikleri için kınanıyorlar. Ayetlerin bu kınaması, Muhammed' in yakın çevresini, hatta kendisini de içine almıyor mu? Çünkü onlar da "açık bir iftira, büyük bir iftira" olduğu kanısını taşımıyorlardı: - Ali'yi ele alalım. Böyle bir kanıyı taşımadığı için, Muhammed'e Aişe'yi boşamayı önerdiği anlamına gelen sözler bile söylemişti. - Muhammed'in kendisini ele alalım: Böyle bir kanıyı (iftira olduğu kanısını) taşımadığı içindir ki, Aişe'ye, eğer ileri sürüldüğü gibi bir suç işlediyse, bundan dolayı "Tevbe" etmesini önermişti. 2- Ayrıca, kimsenin elinde herhangi bir kanıt bulunmadan, "iftira" olduğu konusunda kesin bir yargıya varması nasıl beklenebilir? Kuşkusuz "kanıt" bulunmadığı için "zina" suçunun işlendiğine de yargıda bulunulamaz. Ama tersine bir kanıya varmadılar ve "iftiradır" hem de "apaçık bir iftiradır, büyük bir iftiradır" demediler diye insanlar nasıl kınanabiliyor? 3- Ayetlerden ve kimi "rivayetlerden" anlaşıldığına göre: Aişe konusunda dedikoduları yayanlar, yalnızca "münâfıklar" da değildi: - 14. ayeti ele alalım: "Allah'ın dünya ve âhirette size lutuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü, büyük bir azaba ugrardınız." deniyor. Demek ki, "o kötü sözü yayanlar" için Tanrı' nın "dünyada ve âhirette lutuf ve merhameti" olmuştur. Bu durumda olanlarsa, "Tanrı katında kâfir" sayılan "münâfıklar" olamazlar. Yani bunlar, "münâfıkların" dışındaki müslümanlardır. . - 11. ayette sözü edilen "elebaşi'nın kim olabileceği üzerinde durulurken, kimi rivayette bu kimsenin "münâfıkların başı Abdullah Ibn Übey" olduğunu ileri sürerken, kimileri de buradaki anlatımın kapsamı içine, Muhammed'in ünlü şairi Hassan Ibn Sâbit gibi önemli kişilerin de girdiğinden söz ediyor. (Bkz. Taberî, Camiu'l-Beyan, 18/69-70; F.Râzî, 23/174; Tefsiru'n-Nesefî, 3/134.) Bunlara ne demeli? 4- Tanrı "vahiyle" açıklama yapacaktı da, bu açıklamayı daha önce, yani dedikodular oluşup yayılmadan niçin yapmadı? Neden "bir ay" bekledi de, başta "peygamber"i ve sevgili karısı olmak üzere herkesi üzdü? Gelişmeler neden böyle olmuştur? 5- Bir "zinanın" kanıtlanması için "dört tanık" istemek, gerçekçi bir yaklaşım mıdır? Hadiste belirtildiğine göre: Aclanoğulları'nın ileri gelenlerinden Medineli Asım Ibn Adyy in ve aynı kabileden Uveymir'in "Peygamber"den bir sorulan olur: - Bir adam, karısını bir adamla zina ederken bulsa ne yapmalı? Karısının tam karnı üzerinde bulsa? Eğer gidip dört erkek tanık bul- maya yönelirse, zina eden adam işini bitirip gidecektir!!! Dört tanık mı aramalı, yoksa..? (Hadisi ve soruyu çeşitli biçimiyle görmek için bkz. F.Râzî, 23/164; Buhâri, e's-Sahih, Kitabu Tefsiri'l-Kur'an/24/1; Tecrîd, hadis no: 1716; Ebu Dâvüd, Sünen, Kitabu't-Talâk/27, hadis no: 1716; Ebu Dâvûd, Sünen, Kitabu't-Talâk/27, no: 2245.) Bu soru, "zina" için "dört tanık" isteniyor olmasından kaynaklanmıyor mu? Abdullah İbn Ömer anlatıyor: - "Peygamber, Benû Mustalık üzerine gece baskını yaptı. Onlar ansızın yakalanmışlardı. Hayvanları da su başında sulanıyordu. Peygamber, savaşabilir durumda olanlarını öldürttü; çocuklarını da tutsak olarak aldı. O sırada Cüveyriye'yi kendine seçti." (Bkz. Buhari, Kita- bu'l-Itk/13; Tecrid, hadis no: 1117 Müslim, Kitabu'l-Cihâd/1, hadis no: 1730; Ebu Dâvûd, Sünen,Kitabu'l-Cihâd 100, hadis no: 2633.) "Cüveyriyye", "cariyecik" demek. Çok küçük yaştaydı o sırada. 13 yaşında. Asıl adı "Berre" iken, Muhammed'in el koymasından sonra bu adı almıştı. Yıl: 627. Muhammed, Mekke'yle Medine arasında el Mureysi denen su kaynağı kesiminde oturan Mustalıkoğulları (Benû Mustalık) kabilesine bir gece baskını düzenliyor. İstediği sonucu da elde ediyor. Yukarıdaki hadiste, Muhammed'in "savaşır durumda olanlarını" öldürttüğü anlatılıyorsa da, öldürülen yalnızca on kadar savaşçı. (Birçok kaynağı bir arada görmek için bkz. Leoni Caetani, çev. Hüseyin Cahit, İstanbul, 1925, s.145-146.) "Ganimetler" , "tutsaklar"... Ve tutsaklar arasında güzel Cüveyriyye. Mustalıkoğulları'nın başkanı Haris'in kızı. Şimdi "cariye" durumunda. Yani alınıp satılabilir nitelikte. Tecrîd'in "mütercim"i Kamil Miras'ın anlattığı gibi, "tutsaklar bölüştürülürken o da, Sâbit Ibn Kays'ın payına düşmüştür." (Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, 1117 numaralı hadisin "İzah"ı.) Ne var ki kız çok güzel. Üstelik de soylu. Kız, bu durumundan yararlanmış mıdır? Yeterli bir kanıt yok. Ancak birden, hadiste de belirtildiği gibi, Muhammet'in onu kendine aldığını görüyoruz. Muhammed, kurtulmalığını vererek kızı, alıp kendi karıları arasına katmıştı. Ve ardından "zifaf".. Arkasından, "idamlık" durumunda olan herkese "beraat". Muhammed Hamidullah şöyle diyor: "... Birkaç saat sonra biz, düşmanın, Muhammed'in (A.S.S.) en yakın dostlarından biri haline geldigini görmekteyiz. (...) Sonunda herkes, ganimetten eline geçen hisseyi red ve iade etmekte tereddüd geçirmedi. İKİ YÜZ AİLENİN BİRDEN, hiç beklenmedik bir şekilde hürriyetlerine kavuşturulmaları üzerine, Mustalık'lılar, kaybettikleri on savaşçıyı pek çabuk unuttular. Ve sonunda Islam'ı kabul ettiler." (Bkz. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Islâm Peygamberi, çev. Prof.Dr. Salih Tug, İstanbul, 1980, 1/264) Bu durum karşısında: "Ey güzel ve aşk (!), sen nelere kadirsin!" demek yerinde olmaz mı? ' Muhammed 56 yaşındaydı o sırada. Güzel körpecik Cüveyriyye' yi, koynuna almak için hiç zaman yitirmemişti. Suyun yanında hemen kurulan meşin çadırında işini görmüştü. Karılarından Aişe de oradayken... Cüveyriyye ve Aişe aynı yaştalardı. Medine'ye dönüşte de Aişe' nin kolyesi ve Safvan olayı meydana gelecektir. Acaba, Aişe Muhammed'den bir öç almak istemiş miydi? Cüveyriyye' yi kıskanmış olarak? "Kurtulmalık" lar ödenmeden ve tutsaklar daha özgürlüklerine kavuşturulmadan bir şey olmuştu. Anılmaya, üzerinde durulmaya değer bir şey: Muhammed, tutsak kadınların ırzlarına geçilmesine izin veriyor: Ebu Said el Hudfı'nin anlatmasıyla "tutsaklar arasında Arab'ın en nefis kadınları" bulunuyordu. (Bkz. Müslim, e's-Sahih, Kitabu'n- Nikâh/125, hadis no: 1438.) Ve o baskını gerçekleştirmiş olan Müslümanların ağızlarının suyu akıyordu güzel kadınları görürken. Hemen yatmak istiyorlardı. Yatmak istedikleri kadınlar, birer "cariye" durumuna gelmiş değiller miydi? Öyleyse müslümanlara "helâl"diler. Gerçi Muhammed'in: "Tanrı'ya ve âhiret gününe inanan bir kimse için, kendi suyuyla (menisiyle) başkasının tarlasını (başkasının cinsel ilişki kurdugu kadını) sulaması helâl olmaz." dediği de aktarılıyor. Ve bu arada: "Tanrıya ve âhiret gününe inanan bir kimseye, başkasının menisinden temizledikçe (istibrâ, fıkıhçılara göre bir ay içinde olur) hiçbir tutsak kadınla cinsel ilişki kurmak helâl olmaz." diye de eklediği belirtiliyor. (Bkz. Ebu Dâvûd, Kitabu'n-Nikâh/45, hadis no: 2158.) Ama çelişki yalnızca bu konuda degil ki... Ebu Said el Hudrî anlatıyor: - "Peygamberle birlikte Benû Mustalık Gazası'na çıktık. Ve Arap tutsaklarından tutsaklar elde ettik. O sırada kadınlar iştahımızı çekti. Bekarlık çok güç gelmişti bize o günlerde. Ve azil yapmak istedik. İstiyorduk azil yapmayı. Ancak, 'Peygamber aramızdayken ona sormadan nasıl azil yapacağız?' dedik ve gidip peygambere sorduk. Peygamber de azil yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur. (Yapabilirsiniz de. Yapmaya bilirsiniz de.) Ama bilin ki, kıyamet gününe değin meydana gelecek bir yavru, ne olursa olsun meydana gelir." (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Itk/13; Tecrîd, hadis no: 1596; Müslim, e's-Sahih, Kitabu'n-Nikâh/127, hadis no: 1438; Ebu Davud, Sünen, Kitabu'n- Nikâh/49, hadis no: 2170.) Kimileri, "azl"in ne demek öldüğünü bilmedikleri için bu hadisin anlamını tam olarak anlamamışlardır. "Azl" (azil), cinsel ilişki sırasında, erkeğin, meniyi, kadının cinsel organına boşaltmadan çekmesidir. Yani, meniyi kadınlık organının dışına boşaltmak. Hadiste anlatılanın özeti şu: Müslümanlar, ellerindeki "tutsak kadınlar"la cinsel ilişkide bulunmak istiyorlardı. Ama bir sorunları vardı: Ya çocukları olursa? İlişki kuracakları bu kadınlardan çocuk olsun istemiyorlardı. Tecrit "mütercim"i Kamil Miras, bu istememeyi, şöyle açıklıyor: "Bu suretle (yani meniyi dışa boşaltmak biçiminde) esir kadınlara yaklaşmak istemeleri (şu yüzdendir): Yüklü (gebe) veya evlat anası kadınlar satılamazdı. Halbuki gazilerin paraya ihtiyaçları bulunduğundan satmak istiyorlardı." (Bkz. Diyanet yayınlarından Tecrid, 1596 numaralı hadis, not: 1.) Kısacası: Tutsak kadınların ırzına geçebilirlerdi "gaziler". Ama bu işi yaptıktan sonra da "çocuk sorunuyla" karşılaşmak isteniyorlardı. Çünkü gerektiğinde bu tutsak kadınları satabilirlerdi. Buna bir engel çıkmamalıydı. "Azl"i bunun için istemiş ve "Peygamber"e danışmışlardı. Peygamber de temelde bu kadınların ırzlarına geçilmesinde bir sakınca görmüyordu, buna izin veriyordu. "Azl"e gelince. Bunda da bir sakınca bulunmadığını dolaylı olarak belirtiyordu. Muhammed'in Marya ile Hafsa'nın yatağında yakalanması: Gün, Muhammed' in karılarından Hafsa' nın günüydü. O gün Muhammed, Hafsa' yla cinsel ilişkide bulunmak üzere kalkıp gider. Hafsa' nın odasına varır. Ama Hafsa' yı bulamaz. Tam o sırada da, bir zamanlar Mısır Mukavkısı' nın kendisine armağan ettiği cariyelerden Marya ortaya çıkmıştır. O anda Muhammed, cinsel ilişki için tam hazırlıklıdır. Cariye'yi tutup yatırır Hafsa' nın yatağına, ve işini görmeye başlar. Muhammed'in cariyesi ile yatması doğal. Kuran da, karılarının dışında cariyeleriyle de yatmasına olanak veriyor (bkz. Ahzab suresi, ayet 50,52) İşin bu noktası olağan olmasına olağan. Ne var ki, cariyeyi özgür (hurre) olan bir kadının, üstelik Ömer kızı Hafsa'nın yatağında koynuna alıyor. İşte bu olağan değil. Terslik bu ya, o sırada, Hafsa da çıkagelmiştir. Muhammed' in Marya (Mariye) ile ilişkisini görür. Bir süre kendine egemen olup kapıda bekler. Muhammed işini bitirmiştir. Hafsa tepkisini gösterir: "Tanrı elçisi! Sen beni kötü duruma düşürdün, aşağıladın. Öyle bir şey yaptın ki, benzerini hiçbir karına yapmadın! Benim günümde, benim sıramda ve benim yatağımda bir cariyeyi yatırıp yapıyorsun!" Muhammed ne desin? Sonra, Muhammed' ile Hafsa arasında şu konuşma geçer: Muhammed: "Vallahi Billahi Marya ile bir daha yatmayacağım!" "Hafsa! Marya' yı kendime haram etsem de ona bir daha yaklaşmasam; bundan hoşnut olur musun? "Evet!" Muhammed hemen ant içmiştir: "Hafsa! Aramızda kalsın, bunu sakın kimseye söyleme, olmaz mı?" "Tamam!" Ne ki, Hafsa bu durumu Aişe'ye anlatır.(Bkz. Taberi, Camiu'l-Beyan,28/102) Kimi aktarmaya göre de Muhammed'in Hafsa ile yakalanması, Aişe'nin gününde olmuştur. Hafsa bunu öğrenmiştir. Muhammed, ondan bunu durumu kimseye söylememesini istemiş, bunu isterken de "Marya'yı kendime haram ettim. Sana bir müjdem var. Ebubekir'le Ömer, benden sonra, ümmetin işlerini ele alacaklar (halife olacaklar)." Ama, Hafsa, olayı Aişe'ye anlatır. (Bkz.F.Razi,30/41,43) Muhammed'in, Marya'yı kendisine haram etmesi, yani bu cariyeyle bir daha yatmayacağına ant içmesi üzerine yeni ayetler gelir: "Ey Peygamber! Karılarını hoşnut edeceksin diye, Tanrı'nın sana helal kılmış olanı kendine neden haram yaparsın? Tanrı bağışlayan ve acıyandır."(Bkz. Tahrim suresi, ayet:1. Bu ayetin, anlatılan Marya olayı nedeniyle geldiğine ilişkin hadisler ve yorumlar için aynı tefsirlere bkz.) Bu ayetin ve bunu izleyen 4 ayetin "iniş nedeni" olarak, bir "bal şerbeti öyküsü"nü içeren aktarmalar da var. Ama her zaman İslam’ ın açıklarını kapatma çabaları gösteren Muhammed Ali Subuni bile, ayetlerin, "Marya (Mariye) olayı" nedeniyle geldiğini anlatan hadisin açıklamasının daha doğru olduğunu savunur. (Bkz. Muhammed Ali Sabuni, Safvetu't-Tefasir,3/406-407) Başka İslamcılarsa, İslam'ın durumunu kurtarmak amacıyla, buradaki ayetleri "Marya olayı"na değil, "bal şerbeti" öyküsünü içeren hadise bağlamayı daha uygun bulurlar. Kuşkusuz, zorlamalarla. Muhammed, Marya ile yatmayı sürdürmüştü. Ondan bir oğlu olmuştu: İbrahim. Bu oğlan epeyce büyüdükten sonra ölmüştür. Muhammed'in Şehveti: Bir hadise göre: Muhammed nerede ilgisini çeken güzel, bir kadın görse, hemen eve gider; Zeyneb'le yatardı. Böylece şehvetini giderirdi. Câbir lbn Abdullah anlatıyor: - "Peygamber bir kadın gördü; hemen Zeyneb'e gitti. Ki Zeyneb o sırada bir derisini ovup işliyordu. Peygamber hemen cinsel ihtiyacını gördü. Sonra arkadaşlarının yanına çıktı. Ve şöyle konuştu: - Kadın, şeytan biçiminde çıkar karşıya. Ve yine şeytan biçiminde dönüp gider. Bu nedenle sizden herhangi biriniz bir kadın gördü mü, hemen karısına gidip onunla yatsın. Çünkü bu (cinsel ilişki), o kişinin içindekini (kabaran şehvetini) söndürür." (Bkz. Müslim, e's- Sahih, Kitabu'n-Nikâh/9-10, hadis no: 1403; Ebu Davud, Sünen, Kitabu'n-Nikâh/44, hadis no: 2151; Tirmizî, Sünen, Kitab'r-Rıdâ'/9, hadis no: 1158.) Bu hadiste açıkça ortaya çıkan şu: - Muhammed, karılarının dışında da bir kadına "şehvetle" bakıyordu. Ve ilgisini çeken bir kadın gördüğünde "şehvete geliyor"du. Bu kimi ayetlerle de dile getiriliyor. Örneğin Ahzab Suresinin 52. ayetinde, karı almasına sınır getirilirken "(başka kadınların) güzellikleri seni imrendirse bile..." deniyor. Aynı hadise yer veren Gazalî de, "şehvet"in önemini ve cinsel ilişkide bulunup rahatlamanın sağladığı yararı uzun uzun anlatıyor; bu arada da, Muhammed'in şehvetine ve gereksinimini nasıl karşıladığına geniş yer veriyor. (Bkz. Gazali, lhya-u Ulûmiddin, Arapça, 2/27-29.) - Muhammed için "kadın", erkeği her zaman baştan çıkaran bir "şehvet kabartan"dı. - Muhammed gözünde "kadın", her zaman "şeytan" görünümündeydi. (Muhammed'in "kadın"ı şeytan görmesine ve genel olarak "kadın"a bakışına ilişkin örnekleriyle geniş bilgi için, Prof.br. İlhan Arsel'in "Şeriat ve Kadın" adlı, son derece değerli kitabına bkz.) - Çıkan bir başka sonuç da şu: Muhammed'e göre, bir kadın, cinsel ilişki kurmak isteyen kocasına karşı koyamaz, karşı koymamalıdır. Muhammed'in bunu işleyen, öğütleyen, buyuran pekçok hadisi vardır. Bunlardan iki örneği burada görelim: "Bir adam karısını yatağına (cinsel ilişki için) çağırsa da, kadın yanaşmasa, o sırada cinsel ilişkide bulunmazsa ve bu yüzden kocası geceyi öfkeli-sinirli olarak geçirse, melekler o kadına, sabaha değin lanet ederler." (Bkz. Buhâr'i, e's-Sahih, Kitabu Bed'il'halk/7; Tecrîd, hadis no: 1337; Müslim, e's-Sahih, Kitabu'n-Nikâh/120-122, hadis no: 1436; Ebu Dâvûd, Sünen, Kitabu'n-Nikâh/42, hadis no: 2141.) - "Bir adam karısını cinsel ihtiyacını gidermek için çağırdığı zaman, kadın hemen o çağrıya uymalıdır. Kadın, tandırda (fırında, ocakta) o anda iş görüyor olsa bile..." (Bkz. Tirmizi, Sünen, Kitabu'r-Rıdâ/ 10, hadis no: 1160.)Asıl konumuza gelelim: Muhammed'in, gördüğü yabancı kadının şehvet çekiciliği karşısında kalır kalmaz eve koşması ve cinsel ilişkide bulunmak için Zeyneb'i seçmesi ilginçtir. Muhammed' in Zeyneb' i de karıları arasına katmasının öyküsü: Zeyneb Bint Cahş, Muhammed'in oğulluğu Zeyd'in karısıdır. Zeyd'i Muhammed kcndisine "oğul" edindiği için herkes ondan "Muhammed'in Oğlu (Zeyd Ibn Muhammed)" diye söz eder. Muhammed bir gün, Zeyd'i görmek için onun evine gider. Zeyd'i bulamaz, Zeyd'in karısı Zenneb'le karşılaşır. Birden tutulur Zeyneb'e. Bir kadına Muhammed'in ilgi duyması, o kadının başka erkeğe -bu erkek kocası da olsa- uygun olmaktan çıkması ve dolayısıyla Muhammed'in olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle Zeyd durumu ögrenir öğrenmez Muhammed'e gidip konuşur. Zeyd: -Karımdan ayrılmak istiyorum. Muhammed: -Neden? Seni kuşkuya düşürecek bir şey mi yaptı? Zeyd: -Vallahi hayır. Beni kuşkuya düşürecek hiçbir şeyi olmadı.Onun iyilikten başka birşeyini görmedim. (Zeyd' in eşini boşamak istemesinin nedeninin Müslümanların dediği gibi geçimsizlik değil de Muhammed' in onu arzu etmesi olduğunu ispatlayan cümleler) Muhammed: - Öyleyse karını bırakma, Tanrı'dan kork! Muhammed "karını bırakma" derken, gerçekte sevdiği Zeyneb'in boşanmasını istiyordu. İstiyordu ki Zeyd onu boşasın da kendisi alsın. Ama bu isteğini ve sevgisini içinde gizliyordu. İşte bunun üzerine, Ahzab Suresinin 37. ayeti gelir. (Bkz. Taberi, Camiu'l-Beyân, 22/10-II.) "Tabakatu İbn Sa'd"da daha geniş olarak yer alan bu aktarmayı, doğubilimciler ele alıp eleştiri konusu yapıyorlar diye, gerçekleri örtme ya da ters yüz etme pahasına da olsa İslam'ı kurtarma çabasına girişmiş görünenler "iftira" diye niteliyorlar. Bu öykü, yüzyıllar boyu "hadis" kitaplarında ve tefsirlerde yer ala gelmiş olduğu halde. Şimdi ayete bakalım. Ayetin anlamı şöyle: (Çeviri, Diyânet'in) "Ey Muhammed! Allahın nimet verdiği ve seninde nimetlendirdiğin kimseye: "Eşini bırakma, Allah'tan sakın!' diyor; Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kesti- ğinde onu seninle evlendirdik. Ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir." (Ahzâb, ayet: 37.) Bu ayette anlatılanlar: 1- Muhammed, Zeyd'e "karısını boşamamasını" söylerken içinde bir şey saklıyordu. Bunu da sonradan Tanrı açığa çıkaracaktı. Muhammet'in içinde sakladığı neydi? Yukarıdaki öyküye göre, bu sorunun iki karşılığı olabilir: 1- Muhammed'in içinde sakladığı şey, Zeyneb'e olan aşkıyla birlikte, Zeyd'in onu boşaması ve kendisini almasına olanak sağlamasını istemesiydi. Yukarıdaki öyküyü "uydurma ve iftira" diye niteleyenlerse; Muhammed'in içinde sakladığı ayette bildirilen şey için şu karşılığı veriyorlar: Onun sakladıgı şey, yalnızca, Zeyd'in karısının boşanması ve onunla kendisinin evlenmesi isteğiydi. Oysa bunlar hep iç içe şeyler. Çünkü Muhammed Zeyneb'e tutulmuşsa, kocasının onu boşamasını ve kendisinin almasını istemesi doğaldı. Bu yoldaki isteğini gizlemesiyle aşkını da gizlemiş oluyordu. 2- Muhammed'in içindekini gizlemesine, insanlardan korkup çekinmesine yol açıyordu. Peki bu korkuya, çekinmeye yol açan neydi? Yani Muhammed, içindekini açığa vurduğu zaman insanların ne yapacaklarını düşünüyordu ki, onun korkusunu taşıyordu? Bu soruya şu karşılık veriliyor: Muhammed, oğulluğunun karısını almaya kalkıyor diye dedikodu yapılmasından çekiniyordu. Çünkü gelenek, böyle bir duruma elverişli değildi. Oğulluğun karısıyla evlenmek çirkin karşılanırdı. (Bkz. Muhammed Ali Sabuni, Safvetu't-Tefasir, 2/527-528 ve öteki tefsirler.) Öyküye göre şu karşılık da verilebilir: Muhammed, hem Zeyd'den, hem de öteki insanlardan çekiniyordu. Başkasının, üstelik de "oğulluğu"nun karısına göz koyduğu için... Bir süre bu nedenle durumu açığa vurmamıştı. Ama sonra, "ayetin gelişi" sorunu çözmüştü. 3 - Muhammed'in, oğulluğundan boşanan Zeyneb'i alması bu yönde herkese bir kapı açmasına yöneliktir. Ayette ileri sürülen gerekçe bu.Yani, herkes oğulluğunun boşanan karısıyla rahat evlenebilsin diye Muhammed'in Zeyneb'le evlendirildiğini açıklıyor.' Bu açıklama karşısında da bir soru beliriyor: - Bu evlilik olmadan da soruna çözüm getirilemez miydi? Örneğin, bir ayetle, herkese böyle bir yola gitmenin "helal" olduğu bildirilirdi; sorun kalmazdı. Neden bu çözüm yolu seçilmedi de, ille de Muhammed'in Zeyneb'le evlendirilmesi gerekli görüldü? Bu sorunun karşılığı yok. (Admin' in Notu: Turan Dursun'un buraya kadar anlattığı öykünün devamını Arif Tekin' in "Kuran'ın Kökeni" adlı kitabın 166. sayfasından itibaren görelim: ".. Muhammed, Zeyd' i çağırıp bu ayeti (ahzap, 37) anlattıktan sonra ona şu görevi veriyor: "Git Zeynep' e bu olayları anlat ve onu bana iste.. Zeyd, kapıya varınca içeri giremiyor ve yüzünü çevirerek, -kendi anlatımına göre-ter içinde, sanki dünya başına yıkılmış gibi bir ruh hali içinde kendisinin Muhammed'in elçisi olduğunu ve onu istemeye geldiğini söylüyor. Zeynep ise o sırada hamur işi yapmaktadır. Zeyd'i dinledikten sonra olumlu yanıt vermiyor ve "düşünmem lazım" diyerek ibadet odasına çekiliyor. Zeyd, bu olumsuz haberi Muhammed' e bildirince Muhammed artık buna dayanamıyor ve doğruca Zeyneb'in evine giderek ona el koyuyor. Gerekçe, o sırada inen Ahzab Suresi'nin 37. ayetindeki "Ey Habibim, Zeyneb'i biz sana nikahladık" cümlesidir. Artık bu ayete dayanarak ne Zeynep'e mehir ücretini veriyor, ne evlenme için şahit tutuyor ve ne de Zeynep'in akrabasından izin alıyor. Bu sırada Muhammed 58 yaşında Zeynep ise 35 yaşında idi. Üstelik Muhammed'in yanında şu hanımları vardı: 1)Aişe (12 yaşında) 2)Hafsa (23 yaşında) 3)Ümmü Seleme (30 yaşlarında) Olay burada da bitmiyor. Muhammed'in Zeyneble evlenmesinden kısa bir süre sonra (Hicri 6. yıl) Zeyd, Muhammed tarafından üst üste 6 küçük savaşa-baskına gönderiliyor. Bunlar şunlardır: 1) Beni Süleym 2) İys 3) Taraf 4) Hisma 5) Vadi'l Kura 6) Ümmü Kirfe. Zeyd, bunların hiç birinde vurulmayarak başarıyla dönüyor. Sonunda Muhammed Zeyd'i tarihte "Mute Savaşı" olarak bilinen savaşta 3000 kişilik Müslüman ordusuyla yaklaşık 100.000 kişilik Rum ordusunun karşısına çıkarıyor. Üstelik Halit Bin Velid gibi daha usta bir komutan var iken. Zeyd bu sefer öldürülüyor. Muhammed ve Güzel Safiyye: Yıl: 628. Diyanet yayınlarından "Tecrid"in "mütercim"i Kamil Miras'ın anlatımıyla "güzel bir vahanın ortasında kurulmuş olan Hayber Kasabası"nın görülebilen "en nefis hurmalıkları"ndan yüzlercesi Muhammed"in buyruğuyla kesilmişti. "Tanrı'nın buyruğudur" diye. Her zaman olduğu gibi... İşte Kur'an ayeti: (Çev. Diyanet'in) -"İnkârcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah, yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır" (Haşr Suresi, ayet: 5.) Bu ayet, Muhammed'in Benû Nadir'in hurmalıklarını yaktırmasına yöneltilen eleştirilere cevaptır. (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Cihad / 154; Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Cihad /10; h. no: 1746; Ebu Davud, Sünen, Kitabu'l-Cihad /91, h. no: 2615.) "Hurma soykırımı"yla birlikte "insan soykırımı" da yapılmıştı. Özellikle yahudilerin yerleşim bölgelerinde. Bunlardan biri de "Hayber"de gerçekleştiriliyordu. . Hayberin birçok "kale"si vardı. Bir buçuk aya yakın bir süre içinde, yahudilerin kendi içlerinden gelip Muhammed'den güvence alan kimi hainlerinin yardımıyla "kale"ler bir bir düştü ve müslümanlar kazanmış oldular. Kuran'ın Tevrat'tan aktarılan "Tann"sı "İsrailoğulları"nı, yani Yahudi toplumunu, "tüm toplumlardan üstün yaptığını" duyuruyor. (Bkz. Bakara, ayet: 47, 122; A'raf, ayet: 140.) Ama "Hayber Savaşı"nda Yahudilere yardım etmemişti. "Ganimet"ler, tutsaklar. Bunlar içinde de kadın ve çocuklar. Ağlaşmalar, sızlanmalar... Ve bu arada, yakınlarıyla birlikte tutsak düşmüş olan Safiyye. Güzeller içinde bir başka güzel. Ne var ki acılar içinde... Yakınlarından kiminin kellesi gitmiş bu savaşta. Kimi de işkence altında... Babası, kafası kesilenler arasında, kocası ve kocasının kardeşi sorgulanıyor, işkence görüyor. Bir süre sonra ölürüleceklerdir. Safiyyenin Ailesinden Kişiler İşkenceyle Öldürülüyor: Leoni Caetani, "Muhammed, ihtimal ki güzel Safiyye'ye göz koymuş olduğu, zevcinden (kocasından) kurtulmak istediği için Kinane / Ibn Rebia / Ibn Ebi'l-Hukayk'ı celbetti; Ebi'l-Hukayk ailesinin meşhur mücevheratını teslim etmesini istedi..." dedikten sonra birtakım bilgiler aktarıyor. Bu bilgilere göre, gerek Kinane, gerekse kardeşi hazinenin yerini söylemiyorlar. Ama hazinenin bir kesimi sonradan bulunuyor. Ne var ki, Muhammed tümünü elde etme kararında. Başlıyor işkence ettirneye. Bu Kinane, Safıyye'nin kısa bir süre önce evlendiği kocasıdır. Bir süre sonra Muhammed'in koynuna sokulacak olan Safiyye'nin kocası... Caetani aktardığı bilgiler arasında şunlan da yazıyor: - "Kinane'ye, hazinenin bir kısmını başka bir yere saklamış olup olmadığını söyletmek için müthiş işkenceler yapıldı. Zübeyr Ibnü'l- Avvâm (sağlıklarındayken cennetlik olduklan bildirilmiş on kişiden biri), Peygamberin emirlerini bizzat tatbik etti. Zavallının ağzından bir şey alamayınca, YANAN ODUNLARLA GÖĞSÜNÜ DELDİ. Ölecek durumdayken Muhammed lbn Mesleme'ye teslim etti. O da biraderi Mahmud'un intikamını almak için Kinane'nin ızdırabına nihayet verdi, onu öldürdü. Kinane'nin kardeşine de pek zalimane işkenceler yapıldı. (...) Iki bedbaht yahudi terk-i hayat eder etmez, Muhammed kadınları celbettirdi..." (Bkz. Leoni Caetani, İslam Tarihçe. Hüseyin Cahid Yalçın, Istanbul, 1925, 5 / 123-124.) Caetani'nin bu yazdıkları kimi İslami kaynaklara da dayanıyor. Bununla birlikte ne ölçüde doğru, ya da doğru olanların ne kadarını içine alıyor? Kesin birşey söylenemez kuşkusuz. Ama şurası, İslam dünyasında en sağlam kabul edilen kaynaklarda da yer alıyor ki; Safiyye, Hayber Savaşı' nda ve sonucunda aile üyelerini yitirmişti. Babasını, kocasını, kocasının kardeşini... (Karşılaştırmalar ve geniş bilgi için Prof. Dr. İlhan Arsel' in Şeriat ve Kadın adlı kitabına başvurmayı öneririm.) Müslümanların elinde katledilmişti Safiyye'nin aile üyeleri. Muhammed'in buyruğuyla... Ama şimdi bu Safiyye, aynı Muhammed' in karısı yapılacak ve yolda da koynuna sokulacak. Muhammed, Safiyye'yi Dıhye'nin Elinden Alıyor: "Hadis"lerden aldıgımız bilgiye göre: Savaş sonrasında, Dıhyetü'l-Kelbı adındaki delikanlı Arap, Muhhamed'e gelir; tutsak kadınlardan birini kendisine alması için ondan izin ister. Muhammed de, hadisi çeviren Kamil Miras'ın çevirisiyle: "Haydi git de bir câriye al!" diye karşılık verir. Ne var ki Dıhye gidip Safiyye'yi alır. Bunu gören bir başka Arap hemen koşup Muhammed'e haber verir. Safiyye'nin Dıhye'ye değil; "Peygamber"e uygun olacagını söyler. Muhammed'de Dıhye'yi çağırtır; "başka bir cariyeyi" almasını söyler. Dıhye'ye verilen "cariye", Safiyye'nin kocasının kızkardeşidir. Muhammed, kendisine "karı" olmanın karşılığında Safiyye'yi "azâd" eder. Yani, "âzâd etmiş olma"yı, evlilikte verilmesi gereken "mehir" sayar. Yola çıkıldığında, bir yandan da "zifaf' düşünülmektedir. Ümmiü Süleym, Safiyye'yi hazırlar. Ve gece olunca da Muhammed'in koynuna koyar." (Başta Buhari, en sağlam hadis kiıaplarında da yer alan bu hadisi, Kamil Miras'ın çeviri ve "Izah"ını da görmek için Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Ankara, 1985, Diyanet Yayınlarından, 2/299-310.) Safiyye'yi Muhammed Neden Almıştı ? Bu soruya karşılık olarak ileri sürülenin özeli şu: -Safiyye, soylu bir aileden geliyordu. Babası Benû Nadîr kabilesinin başı, kocası da yine çok ileri gelenlerden biriydi. Bu nedenle onu, sıradan bir kimseye vermek uygun olmazdı. Yahudiler için bu, bir utanç konusu olurdu. En iyisi "Peygamber"e kan yapmaktı. Bu yola gidildi. Diyanet yayınları arasında yer alan Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercemesinde, 1612. hadisin "İzah"ında Kamil Miras şöyle diyor: - " Hazreti Safiyye, Huyay Ibn Ahtab'ın kızıdır. Beni Nadır ve Beni Kurayza'nın en şerefli bir ailesine mensuptu. Hayber Yahudileri'nin reisi Kinane Ibn Rabi ile yeni evlenmişti. HER İKİ CİHETLE ASALETİ vardı. (...) Hayber reisinin gelini (karısı) ve Beni Nadır'ın en şerefli bir aile kızı olan Safiyye'nin Dıhye'ye verilmesi, YAHUDİLER İÇİN PEK ZİYADE ÂR'ı ve hacaleti (utanca) mucip olacağı be- yaniyle itiraz edildi. Resûlu Ekrem (Peygamber) de Dıhye'den istirdad (geri alıp) ve azâd ederek nikâhla kadınları arasına ithal etti." Bu Gerekçede Mantık Var mı? Gerekçe bu olunca, şu sorular sorulabilir: - O "soylu", o ,"şerefli" denenler hep kılıçtan geçirilmemiş miydi? Geriye ne kalmıştı ki onlar için "âr (utanç)" söiz konusu olsun? "Şerefi" olduklarından sözedilen "Beni Kurayza"ya, o 'Resûlu Ekrem"in (Muhammed'in) arkadaşlarına uygulattırdığı korkunçluklar, işkence ve soykırım, benzeri ancak tarihin en ilkel dönemlerinin en ilkel insanlarında görülebilir türdendi. Bütün bunlar, Islam'ın kendi kaynaklarından belgelerle sergilenebilir. Ama yeri burası değil. Burada, Muhammed'in "şehvet"i nedeniyle Safiyye'den söz etmektir konu. " Safiyye'nin Muhammed'e verilmesinin, yahudilerin gönlünü kazanmakla ya da onların düşmanlık ve kinlerini yumuşatmakla da hiç ama hiç ilgisi yoktur. Çünkü Hayber Seferi, Hicretin 7. yılına rastlar. Oysa Muhammed, daha Hicretin ikinci yılından itibaren Yahudilere karşı düşmanlık siyasetine başlamış ve onları imha planlan hazırlamiştır. Hayber seferine giriştigi tarihlerde, artık Yahudilerin kökünü iyice kazıma safhasındaydı. Benû Kaynuka, Benu Kurayza ve Benû Nadîr gibi, Medine'nin en ünlü Yahudilerini temizlemiş ve sıra Hayber Yahudilerine gelmişti..." (Arsel, bunu, "Şeriat ve Kadın"ın savunması için yazmış, ama yayımlanmamıştır. T.D.) - Muhammed Safiyye'yi Dıhye'nin elinden alınca, bu kadının "kocasının kızkardeşi"ni vermişti ona. Aynı aileden olduğuna göre onun da "asalet"i vardı. Dıhye'ye o nasıl verilebilmişti? O zaman "âr" olacağı düşünülmemiş miydi? - Hepsi bir yana da; Muhammed, en yakınlarını, sevdiklerini öldürttüğü bir kadını Safiyye'yi o acılı gününde koynuna nasıl alabilmişti? Onunla nasıl sevişebilmişti? Bunun "cevabı" verilebilir mi? Safiyye o sırada, daha "körpe" denecek yaştayken Muhammed, 57 yaşındaydı. Muhammed' in "şehvet"ini ve "Tanrısının" bu "şehvet"e büyük önem verip kolaylıklar gösterdiğini anlatmak için, karılarını-cariyelerini tümüyle ve öyküleriyle sıralayıp anlatmaya gerek yok. Konu, bu kadar örnekle de anlaşılmıştır. Amaç, bir gerçeği açığa çıkarmak.Ve gün ışığına çıkarılacak bu tür gerçeklerle, insanlığın önündeki "tabuların" yıkılmasında yararlı olabilecek bir katkı sağlamak. Daha ışıklı, daha güzel, daha özgür bir dünya için... Muhammed' in Neden Çok Karısı Vardı? İslamcılara bakarsanız şöyle açıklanabilir: - "Peygamber", kimi kadınlara "acımıştı" da o nedenle almıştı onları. Önce bunun hiç olamayacağını, gerçeklerle hiçbir biçimde bağdaşmadığını belirtelim. Yoksul, çaresiz kadın mı toplamıştı Muhammed? Hangisi bu durumdaydı? O çağda, o yörelerde sayılamayacak kadar yoksul, çaresiz kadın vardı. Muhammed onların hangi birini alacaktı? Bu amaca yönelseydi başa çıkabilir miydi? Sonra "yoksul"un "çaresiz"in sorunu çözme yolu; onunla Muhammed' in evlenmesi miydi? -"Peygamber", kimileriyle de "siyasi sebeplerle" evlenmişti. Bunu diyen İslâmcılara şunu sormak gerekir: Muhammed bir "Peygamber" idiyse, böyle "siyasi sebepler"e neden gerek duyuyordu? "Tanrısının" yardımı yeterli değil miydi? Bu yardım yeterli değil miydi de, bir sürü kadın topladı? Hem de bir kesimi genç, körpe... Ve bu kadınları kimseyle evlenmeleri mümkün olmayan birer "ebedî dul" olarak bıraktı kendisinden sonra. Bu kadınlar ondan sonra kimseyle evlenmemeye hükümlüydüler. Çünkü, hepsi de "müminlerin anaları' olarak Kur'an'a geçirilmişti. (Bkz. Ahzab, ayet: 6.) Bunlardan kimi, Âişe, Cüveyriyye gibi 18-19 yaşında "dul" kalmışlardı. "Çocuk yaşta dullar". İleri sürülen "siyasi sebepler" bunu da mı gerektirmişti? Muhammed'in çok karı ve cariye almasında, o dönemlerde, Araplarda geçerli olan neydiyse oydu etken: Cinsel istek ve onun gereği. En azından, başta bu geliyordu. "Bir taşla birkaç kuş vurmalar" da oluyordu kuşkusuz. Ama temel etkeni gözden kaçırmamak gerekir. İslamcılar, "Peygamberimiz nefsani arzularına göre davranmıyordu, hanımları da nefsani arzularla alınmamıştı" diye dursunlar; ayetler, hadisler ve de gerçekler ortada. Muhammed, Cinsel İlişkilere Ne Kadar Zaman Ayırıyordu O dönem Araplarında "şehvet", "erkeklik gücü" en başta gelen bir özellikti. Bunu Gazali, Ihyâu Ulumiddin adlı ünlü kitabının "Kitabu Adabi'n Nikâh" bölümünde uzun uzun anlatır. Bir dolu örnek verir, Ali'nin oğlu Hasan'ın bir alışta "dört karı birden" aldığını, sonra çok geçmeden bunları boşayıp yenilerini aldığını, Muhammed'e bu torunu anlatıldığında Muhammed'in: "O, yaratılışta da huyda da bana benziyor!" dediini, bu oğlanın, 200 kadar karı elden geçirdiğini anlatan bir hadise, Muhammed'in, "dünyanızdan bana üç şey sevdirildi" dedikten sonra bunlardan birinin de "kadın" oldugunu dile getiren bir başka hadisine ve daha nice hadislere, öykülere yer veriyor. (Bkz. Gazali, İhya- u Ulûmiddin, Arapça, 28-29 ve öt.) Gazalî, Felâk Suresinin (Diyanet'in çevirisiyle:) "Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden de O'na sığınırım, de!" anlamı verilen 3. ayetine "Ve sertleşip kalkmış olan zekerin (erkeklik organının) bu duruma geldiği zamanki bastırmasının şerrinden de Tanrı ya sığınırım, de!" anlamının verilebileceğini, bu anlamı İbn Abbas'ın verdigini; ünlü gizemci Cüneyd-i Bağdadi'nin (ölm. 910.) "Yemeye, içmeye ne denli gereksinim duyuyorsam, cinsel ilişkiye de o denli gereksinim duyuyorum!" dediğini aktarıyor ve verdiği örneklerle "insanın rahatlaması için şehvetinin gereğini yerine getirmesinin önemini" anlatmaya çalıştığını belirtiyor. (Bkz. Aynı kitap, s. 27.) Muhammed'in çok karı alışına, kadınlara yönelişine de bu açıdan bakmak gerçekçi bir yaklaşım olur. Hadislere baktığımız zaman, Muhammed'in "cinsel ilişki"ye ayırdığı zamanın, şaşılacak boyutlarda olduğunu görüyoruz. İşte bir hadis, En'es anlatıyor: Peygamber, 9 ya da 11 karısı varken, gecenin ya da gündüzün belli saatinde tümünü dolaşıyor ve hepsiyle cinsel ilişkide bulunuyordu." Enes'e soruluyor: - "İyi ama, Peygamber buna güç yetirebiliyor muydu?" Enes karşılık veriyor: - "Evet. Biz aramızda, Peygambere 30 erkek gücil (şehveti) verildiğini konuşurduk." Bu hadis Buhari'nin e's-Sahih'inde de yer alıyor. (Diyanet'in bir yayınında görmek için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, hadis no: 192.) Başka hadislerde de "peygamberin 40 erkeğinki kadar şehvetinin olduğu" belirtilir. Bunda bir abartma olduğu açık. Müslümanlar, "Peygamber"in "şehvet"ini de "mucizeli" olarak göstermek istemişlerdir. Muhammed'in "şehvet"i, ister sıradan, ister "farklı" olsun "ayet"ler ve "hadis"ler yönünden bakıldığında görülür ki "Tanrı"sı katında ayrıcalıklı. Âişe'nin sözünde bu ayrıcalık, en çarpıcı biçimde dile geliyor: -"Ma era rabbeke illa yüsariu hevake" "Bakıyorum da Senin Efendi Tanrı'n (Rabb), senin şeyinin keyfi (hevâ) için koşuyor yalnızca!"
  7. Pekala dostum başlayalım.. Kuranın nüzul sırası Son peygamberin başından geçen hadiselere göre ilerlemiştir... Bir hayat yaşıyor ve aynı zamanda bir tebliğ ile vazifeliydi, kendisine sorular soruluyor ve bu soruların Allah tarafından yanıtlanması isteniyor ve bunun gibi...Dolayısıyla nüzul sırası ile tedvin sırasının farklı olması kadar tabii bir durum yoktur.. Bu yüzden Son peygamber bir ayet nazil olunca onu falanca sureye falanca ayetin ardına ekleyin gibi vahyin son şeklini de murad-ı ilahiye göre düzenletiyordu.. Son Peygamberin vefatını müteakip yapılan tedvin de işte bu murad-ı ilahi uyarınca gerçekleştirilmiştir. Yani Kuran bir kitaptır, bir İlahi kitaptır, bir kronoloji değil bu durum bu son şekli getirmiştir.. Bunda senin anlamadığın ya da karşı çıktığın nedir dostum ? Ayrıca yukarıca enam suresinin 112. ayetinde seni tereddüte düşüren nedir ? Bozan teşekkür ederim beni enam 112 de tereddüde düşüren şey Yüce Allahın birtakım şeytani şeyler şöyleyen cinlerden ve insanlardan yaratığın peygamberlere düşman edildiği ve Allah dilemeseydi bunu yapamazlardı terimi yani Allah cin,şeytan ve insan gibi yaratıkların peygambere bir takım yanlış fısıltıları söylemesine izin vermiş.Sebep ne Allahın dinini yaymaya çalışan insanın zaten yeterince düşmanı oluyor bunlara Allah neden ilave yapsın amaç peygamberi korumakmı zoramı koşmak? Burda Allahı sorgulamıyorum çünki Allah varlığını herşeyde belli ediyor.Ama ayetlerden bazıları zanki bitakım şeylere kılıf hazırlamak için düzenlenmiş gibi.Nitekim üsteki ayete göre salman rüşti şeytan ayetleri diye bişey çıkardı. Sıralamaya gelince maide 3 3. Sunlar size haram kılınmıstır: Bogazlanmayarak ölmüs hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah'tan baskasının adı anılmıs, bogulmus, vurulmus, yuvarlanmıs, süsülmüs, canı üzerineyken yetisip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmıs ve dikili adak tasları üzerinde bogazlanmıs hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylasmanız... Bütün bunlar birer sapıstır. Küfre batmıs olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak Ýslam'ı/Allah'a teslim olmayı seçtim. Su da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm'dir. Bu ayet yüce Allahın dini sonlandırdığını ve bitirdiğini anlatıyor ama yerine bak.
  8. Sağol kardeş nazik cevabın için ayetleri parça pincik yapanlar yahudilerle işbirliği yapmış emeviler kitaplar korunmuşsa 4 tane incilmi indi üçüncü soruyu cevaplarsan ona göre devam edelim çünki bazı ayetlerde peygamberi çok kötü anlatıyor zanki bunlar Peygamberi çok kötü hadislere malzeme çıkarmak için ilave edilmiş veya çarpıtılmış gibi. Mesela bu üzerinde çok uzun düşünülmesi gereken bir ayet. 6:112 VE İŞTE böylece, Biz, hem insanlar hem de görünmez varlıklar içinden zihin çelmeyi amaçlayan yaldızlı/parlak yarı-hakikatleri birbirine fısıldayan şeytanî güçleri peygambere düşman kıldık. Ama Rabbin dilemedikçe onlar bunu yapamazlardı: o halde, onlardan ve onların mesnetsiz hayallerinden uzak durun!
  9. Bozan Algılama zorluğunmu var.Ben birtakım kişi veya kişiler veya gruplar Kurana peygamberin ölümünden sonra müdahale edip parça pincik yaptıklarını bazı ayetleri çarpıtıp veya değiştirdiklerini söylüyorum.Misal Rabbin belli bir sıraya göre indirdiği Kuran ne olmuşta bugünki resmi sırasına kavuşmuş.İnen dört kitapta Allahın kitabı ve Allah koruma altına alacak olsa hepsini korumazmı sadece Kuranmı korunmuş demek ve bu konudaki delilleri tartışmaya açıyorum.
  10. Arkadaşlar ben derdimi tam olarak anlatamıyorum galiba çelişki diye kastettiklerim bunlar işte mesela bazı ayetler bulunduğu yerde sırıtıyor bakın bakara 238/239 alın o iki ayeti nisa 102 nin altına yazın veya 5:3 ÖLÜ ETİ, kan ve domuz eti ve üstünde Allahtan başkasının anıldığı hayvanlar ve boğulan, dövülerek öldürülen veya düşerek ölen veya derisi yüzülerek öldürülen veya vahşî bir hayvan tarafından parçalanan hayvanlar, canlı iken (bizzat) kestikleriniz hariç, size yasaklanmıştır ve putperest sunaklarında kesilenler (de yasaktır). Kehanet yoluyla gelecekte sizi neyin beklediğini öğrenmeye çalışmanız da (yasaklanmıştır): Bu günahkarca bir davranıştır. Bugün hakikati inkara şartlanmış olanlar, sizin dininiz(i terk edeceğiniz)den artık ümitlerini tamamen kestiler: Öyleyse, onlardan korkmayın, yalnız Benden korkun!. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, nimetlerimin tamamını size bahşettim ve Bana teslimiyeti sizin dininiz olarak belirledim. Günaha eğiliminden değil de hayatî bir zaruret sonucu (yasak şeylere) sürüklenenlere gelince, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. Bu ayete bakın Yüce Allah dininizi tamamladım diyor.Ayetin yeri 5/3 ondan sonra birsürü ayet var bu ayet son Allahın Kelamını alıp yerini değiştirenler kitabın içeriğinide değiştirebilirler.
  11. Sevgili kralx tabiki istediğin ayet örneklerini vereceğim amaç zaten tartışmak.Çelişki görmemin sebebi Kuranın yazılmış ilk örneği Hz peygamberin islam devletlerine gönderilen 7 örnek yok.Aslının yakıldığı ve herekesiz kureyş lehçesi ile yazılı olduğu anlatılır.Kurandaki ayetlerin birbiriyle çelişmemesi gerekirken çelişşme var bir ırkın alemlere üstünlüğü var herneyse ayetler üzerinde tartışalım.Kuranı incelemeye alalım deyince hemen ateist veya misyonerlik yakıştırmışsınız öyle değil öyle olsa daha farklı yazardım amacım sadece araştırma ve gerçekler yazıdaki hz. kelimelerini neden yazmadığıma gelince o yazı nın başı ve sonu bana ait ortadaki makale alıntıydı ve 2 mesajdı ama biri sanırsam silinmiş. 4:46 Yahudi itikadına mensup olanların bir kısmı, (vahyedilmiş) sözlerin anlamını çarpıtırlar; sözleri asıl bağlamından kopararak, (şimdi yaptıkları gibi) "İşittik ama karşı çıkıyoruz!" ve "Dinleyin ama kulak asmayın!" ve "Asıl sen biz(im sözümüz)e kulak ver (ey Muhammed)!" derler; böylece dilleriyle oyun oynarlar ve (sahih) itikadın yanlış olduğunu imâ etmeye çalışırlar. (Halbuki) onlar, sadece "İşittik ve itaat ediyoruz!" ve "(Bizi) dinle, bize katlan!" deselerdi, bu onların gerçekten yararına ve daha dürüstçe bir davranış olurdu: ama hakikati reddettikleri için Allah onları lânetledi; zira onların inandıklar, basit birkaç şeyden ibarettir 5:41 EY PEYGAMBER! Hakikati inkarda birbirleriyle yarışanlardan dolayı üzülme: şu, ağızlarıyla "Biz inanıyoruz!" diyen, halbuki kalben inanmayanlardan ve her türlü yalanı can kulağıyla dinleyen ve (aydınlanmak için) sana gelmek yerine başka insanlara kulak veren Yahudilerden. Onlar, (vahyedilen) sözleri asıl bağlamlarından kopararak anlamlarını çarpıtırlar ve "Eğer size şöyle şöyle (bir öğreti) verilirse onu kabul edin; ama verilmezse uzak durun!" derler. (Onlara bakıp üzülme,) çünkü Allah, bir kişinin kötülüğe meyletmesini dilemişse Allahın onun hakkındaki iradesine hiçbir şekilde mani olamazsın. İşte onlar kalplerini Allahın temizlemek istemedikleridir. Onları bu dünyada zillet, öteki dünyada da korkunç bir azap bekler; 7:162 Ama (ne yazık ki), onlardan kötülüğe eğilimli olanlar kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler: ve bu yüzden Biz de, yaptıkları bütün kötülüklerin karşılığı olarak onların üzerine gökten bir bela, bir afet gönderdik. Ayrıyeten yine yazacağım ayetlerde çelişki konusu; Allah ezeli ve ebedi bilir yahudilere aşağıdaki gibi seslenilmesi kafamı kurcaladı. 44:32 ve Biz onları bilerek bütün diğer toplumlardan üstün kıldık, 2:47 Ey İsrailoğulları! Size bağışladığım nimetleri ve sizin diğer kavimlere karşı üstün gelmenizi sağladığım günleri hatırlasanıza! 2:122 EY İSRAİLOĞULLARI! Size lütfettiğim o nimetleri ve sizin diğer kavimlere üstün gelmenizi sağladığım günleri hatırlayın; 7:140 (Ve) şöyle ekledi: "Sizin için Allahtan başka bir tanrı arayayım, öyle mi, hem de O sizi diğer bütün insanlara üstün çıkardığı halde?" Şimdi bu ayetlere göre tartışmaya başlayalım.Kuran bir ırka üstünlük verirmi.
  12. Değerli Arkadaşlar Kuranda bayağı çelişkiler buluyorum zanki birileri ayetlerin yerlerini değiştirmiş Allahın o duru anlatımının yanına anlaşılması zor ayetler eklemiş yahudi kavmi övülmüş falan.Şimdiye kadar hep 3/7 ayete göre düşünmüştüm ama baktımki iş mütaşabih değil farklı bu konudaki düşünceleri paylaşalım.Birde makale var dikkatimi çeken onuda ekledim. Kategori: Anasayfa/KUR’AN’DAKİ ÇELİŞKİLER VE NEDENLERİ/Bazı Ayetlerin “Muhkem” (Kesin) Anlamlı, Bazılarının da “Müteşabih” (Şüpheli) Olduğu ve Çelişmeli Görünümün Bundan Doğduğu İddialarındaki Geçersizlikler Şeriatçılar, Kur’an ayetlerinin çeşitli anlamlara gelebilecek şekilde indirildiğini ve böyle olduğu içindir ki, hem “muğlak” (güç anlaşılır) hem de “çelişmeli”ymiş gibi göründüklerini ileri sürerler: “Kur’an’ın bazı ayetleri herkes tarafından anlaşılabilecek nitelikte şeylerdir; bunlara ‘muhkem ayetler’ adı verilir. Bazı ayetleri ise herkesin anlayamayacağı şekilde gönderilmiştir ki, bunlara da ‘müteşabih’, yani ‘şüpheli’ ayetler deniri Tanrı ‘kesin’ ayetler yanında ‘şüphe’ uyandıracak nitelikte ayetler yollamıştır; çünkü, gönderdiği ayetlerin tümünün herkes tarafından anlaşılmasını istememiştir. Bazı ayetleri herkesin anlayamayacağı şekilde indirmiş olmasının nedeni, bir yandan fikir özgürlüğünü geliştirmek ve diğer yandan cahil Arabın inanç bocalamasına kapılmasını önlemek içindir. Çünkü, eğer her şey anlaşılır şekilde açıklanmış olsaydı, cahil Araplara o anda akıllarının alamayacağı bir şey söylenmiş olur, bu da onları tereddüde düşürebilir, ürkütebilirdi.” Ve işte güya bundan dolayıdır ki, Kur’an’daki ayetler çelişkiliymiş gibi görünmektedir. Dikkat edileceği gibi, şeriatçıların iddialarına göre Tanrı, esas itibariyle fikir özgürlüğünü oluşturmak amacıyla ayetleri farklı anlamlarda indirmiştir. Güya bazı ayetleri anlaşılmaz nitelikte kılmakla, bunların yorumlanmasına ve böylece çeşitli durumlara ve ihtiyaçlara uydurulmasına ve aynı zamanda Arabın inanç bocalamasında kalmamasına olanak yaratmak istemiştir! Bununla da İslamiyette dinin temellerinin güçlenmesini sağlamıştır!2 1 Sahih-i..., c.ll,s.62 vd. 2 Cerrahoğlu, age, s. 17 vd. Yukarıdaki iddialara sarılanlar, genellikle Kur’an’ın Al-i İmran Suresi’ndeki şu ayeti örnek verirler: “...Öyle bir Tanrı ki, sana kitap indirdi. Onun bir kısmı apaçık ayetlerdir ve bunlar kitabın temelidir. Diğer kısmıysa çeşitli anlamlara benzerlik gösterir ayetlerdir. Yüreklerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve onları tevil etmek için anlamları açık olmayan ayetlere uyarlar. Halbuki, onların tevilini ancak Allah bilir. Bilgide şüpheleri olmayacak kadar kuvvetli olanlarsa derler ki ‘biz inandık ona, hepsi de Rabbimizdendir’. Bunu aklı tam olanlardan başkaları düşünemez” (Al-i İmran Suresi, ayet 7). Hemen belirtelim ki, ne bu ayet (ve benzerleri) ne de şeriatçının yukarıdaki açıklaması, Kur’an’daki çelişmelerin gerçek nedenlerini ortaya çıkaracak yeterlilikte değildir. Ayetlerden bazılarının “ınüteşabih” (şüpheli, kapalı) nitelikte olması, ne fikir özgürlüğünü sağlamak içindir ne de cahil Arabın “tereddüde” düşmesini ya da “ürkmesini” önlemek içindir. Eğer Muhammed’in Tanrısı fikir özgürlüğünü yaratmak isteseydi, ayetleri anlaşılmaz ya da çelişmeli şekilde gönderecek yerde, anlaşılır şekilde kılar ve kişilere, özgür akıl rehberliğiyle, bunları uygulamak ya da değiştirme yeterliliğini sağlardı. Kalkıp da, “Bazı ayetlerin tevilini ancak Allah bilir” deyip, anlamını sadece kendisine sakladığı ayetleri kişilere gözü kapalı şekilde kabul ettirmez ve onlardan, anlamını bilmedikleri bir şey için “Biz inandık ona, hepsi de Rabbimizdendir” demelerini beklemezdi. Çünkü, bunu yapmakla, fikir özgürlüğünü temelinden yıkmış olacağını bilirdi. “Müteşabih” (şüpheli) ve çelişmeli hükümler yoluyla fikir özgürlüğünü yaratmanın mümkün olamayacağını ELBETTEKİ düşünürdü. Zira, fikir özgürlüğü, herhangi bir hükmü, sırf Tanrı’dan gelmiştir diye kabul etmekle ya da yorumlamakla değil, fakat onu akılcı yoldan değiştirebilmekle, yerine yepyenisini getirebilmekle, cerh edebilmekle oluşabilir. Oysa ki, ‘Kur’an & göre aklın rehberliği diye bir şey söz konusu değildir; vahiylerin akıl süzgecinden geçirilerek yok edilmesi mümkün değildir. Aksine, Kur’an’da Tanrı ve peygamber emirlerinin mutlaklığı, değişmezliği, öngörülmüştür. Kişinin tüm yaşantılarını en ince noktasına kadar düzenleyen ve insan aklına bunları öğrenmekten başka bir olanak vermeyen bu emirleri insan iradesiyle ‘ değiştirmek, ilga etmek mümkün değildir; çünkü yasaklanmıştır: Bakara Suresi’ndeki “Ayetlerimi değiştirmeyin” (Bakara Suresi, ayet 4J) şeklindeki hükümden tutunuz da, “Kitabı batıl kılacak hiçbir şey olmadığına” (Fussilet Suresi, ayet 41-42) ya da kitabı ciddiye almayıp reddedenlerin cehennemlik sayılacaklarına (Bakara Suresi, ayet 113-115) varıncaya kadar, Kıranda yer alan buyruklar, fikir özgürlüğünü kökünden kurutacak nitelikte şeylerdir. Arapları “tereddüde” düşürmemek ya da “ürkütmemek” için bazı ayetlerin “müteşabih” nitelikte gönderildiği iddiasına gelince... Böyle bir iddia, Tanrı’yı aciz durumdaymış gibi tanımlamaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü, eğer Tanrı, kendi yarattığı kullarını tereddüde düşürmekten ya da ürkütmekten çekiniyor ise, bu takdirde, güçsüzlüğünü, aczini itiraf etmiş oluyor demektir. Eğer onları ürkütebilecek emir vermekten çekiniyor da, bu emri bazılarının anlayamayacağı bir dilde veriyor ise, bu takdirde kullarından korkuyor demektir! Öte yandan kullarına dilediği gibi anlayış gücü sağladığını ya da onları doğru yola sokmak, gönüllerini açmak olanağına sahip olduğunu söyleyen bir Tanrı’nın (örneğin, Enam Suresi, ayet 125), bazı ayetleri “müteşabih” nitelikte göndermeye neden ihtiyaç duymuş olabileceği de ayrıca anlaşılması güç bir sorundur! Bütün bunlar bir yana, Muhammed’in ilk anlarda yerleştirdiği ayetlerden anlaşılan odur ki, Tanrı, kendi emirlerinin herkes tarafından anlaşılmasını istemiş bu nedenle de, buyruklarını “apaçık” olmak üzere gönderdiğini bildirmiştir. Daha önce diğer ümmetlere -sırf anlasınlar diye-, kendi dillerinde kitap gönderdiği gibi, Araplara da Kur’an’ı, “apaçık” bir dille, Arapça olarak, yani Arapların kendi anlayacakları dilde hem de yedi farklı okunuşta göndermiştir. Yani anlaşılmasını istediği içindir ki, Kur’an’ı “apaçık”olmak üzere, “en açık” ve “en anlaşılacak” tarzda, hem de çeşitli Arap kavimlerinin kullandıkları yedi lehçede olmak üzere indirdiğini söylemiştir. Kur’an’ın “apaçık” olmak üzere gönderildiğine dair Kur’an’da sayısız denecek kadar çok ayet vardır. Bütün bunlar ortadayken, bazı ayetleri “muhkem” (kesin, anlaşılabilir) ve bazılarını “müteşabih” (şüpheli, anlaşılamaz) şekilde göndermesinin ELBETTEKİ anlamı olamaz ve aksini iddia etmek ELBETTEKİ yersizdir. Bu arada özellikle şunu belirtmek istiyorum birtakım arkadaşlar yarım yamalak okuduktan sonra saldıma ya geçiyorlar.Benim İnancım Yazarın yazdığı gibi Kuranı hz.Muhammedin yazdığı değil.Kuranın Allahtan Hz Muhammede gelen bir kitap olduğu ancak peygamberin vefatından sonra aslının yokedilerek bir takım kötü niyetli kişiler ve yahudiler tarafından bazı ayetlerin değiştirildiği söküldüğü atıldığı ve ilaveler yapıldığı yönünde.
  13. Kusura bakmayın biraz geç oldu.Kabe denen yerin korunması için Allah ne kuş ne başka bişey göndermiştir.Fil suresi muhtemelen israilin başına gelecek bir felaketi simgeliyor olabilir.Tarih dediğinizin kanıtı ne Hadislerle arap tarihi yazılmış öyle her hikayeye kafanızı takarsanız kafanız karışır önce bir bakacaksın Ayette kabe lafı geçiyormu yoksa haşa Allah unutmuşmu?
  14. Azure Kuran yazılı bir kitaptır. 52. SİNA DAĞI (TUR) SÛRESİ (edip yüksel meali) Rahman ve Rahim Allah'ın İsmiyle 1- Andolsun Tur'a, 2- Kaydedilmiş kitaba, 3- Ki parşömen üzerinde yayımlanmış. 52. Tûr (Tûr) SÛRESİ (Muhammet Eset) RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA 52:1 DÜŞÜN Sina Dağı'nı! 52:2 Düşün (Allah'ın) vahyi(ni), ki işlenmiştir 52:3 açık tomarlar üstüne. Yaşar Nuri Öztürk TUR 1.Andolsun Tura, TUR 2.Satır satır yazılmış Kitap’a, TUR 3.Ki açılıp yayılmış ince deri üzerine yazılmıştır.
  15. Azure bana şunu açıklarmısın Yüce Allah Kuran'ı Korumuştur diyorsun.Elimizdeki meallerde Kuran ama hiçbiri birbirine uymuyor ee bende Arapça bilmiyorum zaten Allah araplara Kuranı anlayabileceğiniz dilde indirdim diyor demekki mana Kuranın kendi dilinden olup okuyanın öğüt alması ve Allahın isteklerini yapması. Şimdi benim elimdeki mealde Allahın kelamı olduğu halde bunu meal çevirmeni mansını değiştirebiliyorsaki Kuranın aslında değişme olabilir.Çünki Hz Peygamberin yazdırdığı Kuran yok ayrıca 7 tane çoğalttırıp islama davet için komşu devletlere gönderilenlerde yok.Yine Kureyş lehçesi ile herekesiz inen kuran şimdi herekelenmiş ve içinde çelişkiler buluyorum.Dilerseniz yazarım bunlar 3/7 deki muhkem ve müteşabih ler değil farklı.Peygamberi küçük düşüren ayetler var sadece İsrailoğullarını Alemlere öven ayatler var ama Kuranda Allahın çok güzel ayetleride vardır mesela ilginç bir ayet 8:29 Siz ey imana erişenler! Eğer Allaha karşı sorumluluk bilinci içinde olursanız O size, hakkı bâtıldan ayırmaya yarayan bir ölçü bahşedecek ve kötü işlerinizi silip örtecek, sizi bağışlayacaktır: Çünkü Allah, bağış ve cömertliğinde sınır olmayandır. budur Kuranın ismi furkan ı Allah nasıl Kullanmış ilginç ayet rum/30 dur. 30:30 BÖYLECE SEN, bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran: (ki,) Allah'ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin: bu, sahih (bir) din(in gayesi)dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler. Yani Kurana muhtemelen gerek yahudiler gerekse emeviler tarafından ilaveler veya eksiltmeler yapılmış olabilir.Çünki bayağı çelişki var ve herkes bunun farkında bu zamana kadar arapça okutmaktaki diretmede bu olsa gerek. Ama yüzünüzü Allaha dönme şartındada Allah Hak ile batılı ayırma yeteneğinide verecektir.Allah hepimize yardımcı olsun.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.