Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bedircan

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    18
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Bedircan - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Bedircan

    AŞK ve Tasavvuf

    Bilimsiz Aşk ve Tasavvuf insanı rahatlıkla şirk'e götürebilir.
  2. Evren SONSUZ SICAKLIKLARDAN patlayarak açılmıştır. Zaten termodinamik doğa sistemleri de "Sıcaktan Soğuğa" dengelemek için ısıyı akıtmıyor mu? Demek ki NEDEN ve SONUÇ arasındaki bilinmezi Parametre olarak çözebiliriz. Hareketin donduğu 0 Kelvin ve Hareketin en hızlı olduğu BİGBANG patlaması (ışık hızıyla kısıtlıyoruz) Demek ki sıcak başlangıçtan soğuk bitişe doğru evren genişliyor ve bunun adı Termodinamik yasası. Termodinamik şudur -273.16 Santigrad derecede son sıcaklıktır (mutlak soğuk) ama bunun bir derece altında, evreni Bing Bang olarak patlatan muazzam AKDELİK sonsuz derece sıcaklığı vardır. Evren yaratıldığından beri 1-2-3-4-5-6 ve 7 sıra sayılarının karesi kadar ve kendi üzerine salyangoz kabuğu gibi dolanarak genişlemektedir. Salyangoz kabuğundaki Matematike dikkat ediniz: 1-4-16-25-36-49 olarak dolanmaktadır. Evren balon gibi çap boyunca genişlemiyor. Evren, kendi üzerine dolanıyor. Dolanmayı da zaman impulsları nabız gibi atarak ve itici bir güç olarak sağlıyorlar. Evren kendi üzerine kurulduğundan bu yana 7 kez dolanmıştır. Dolanması mutlak soğuk derecede geçersiz kalır. Yani ENERJİ yoksa hareket durur. Evrenin şimdiki sıcaklığı ise -271.4 santigrad derecedir. Mutlak soğuğa (-273,16 C) sadece iki derece kaldı. -273.16 C O derecede elektron dönemez, protona düşer ve ikisi nötron olurlar. Nötronlar da birbirini itmediğinden KARADELİK olarak bir merkeze çökerler. Ve kaçınılmaz son: Yaratıldığımız gibi aynen geriye iade edileceğiz.
  3. Şeriat = Şirk'tir. Şirk ise kafirlikten daha büyük günahtır. Aksini iddia eden, Şeriat hükümlerine bir göz atsın, birde Kur'ana.
  4. Cinsel fantezide cinsellik konusu değilmi?
  5. "İslamiyetde bir cariyelik olayı vardır ki bu benim çözemediğim bir muamma... Yani şöyle ki Cariye nin sahibi olan efendisi cariye üzerinde her türlü hakka sahipmidir ?" Sevgili arman, Nisa 24. (Savaş esiri olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. 25. Sizden kimin, hür mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü’min genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. (www.kuran.gen.tr Diyanet Meali) "24. Vel muhsanatü minen nisai illa ma meleket eymanüküm kitabellahi aleyküm ve ühılle leküm ma verae zaliküm en tebteğu bi emvaliküm muhsıniyne ğayra müsafihıyn femestemta'tüm bihı minhünne fe atuhünne ücurahünne ferıdah ve la cünaha aleyküm fıma teradaytüm bihı mim ba'dil ferıdah innellahe kane alımen hakıma " (uzatmamak için kısaca aldım Ayetleri) Şimdi bakalım Savaş esiri kelimesine Esire (dişi tutsak). Şimdi bunun Arapçası var mı orada? Ya da Cariye diye bir laf var mı? Malik kelimesinden Malekât var. Cariyelik nedir sizce? Kur'an'a göre, bir işverenin (Malik) yanında çalıştırdığı kadınlar (Memluke). Sen bir sekretersin bir firmada ya da bir fabrikada bayan işçi... Cariye nereden çıktı? Kur'an'da böyle bir kelime var mı? “Maa” hem soru sormak, hem de olumsuzlamak, hem de olumsuz soru sormak gibi işlevlere sahiptir. SAVAŞTA ESİR KADIN ALMAYIN (Esire, tecavüz, ırza geçmek, işkence vb.) Hepsi burada yasaklanmış. Ayet “Sakın ha düşmana ait kadınlardan savaşta yararlanmayın” diyor. Savaş esirlerinden yararlanın, Savaş esirlerinden sahiplenin DEMİYOR. Yoksa 1001 gece masallarının haremi ve Cariyesi yok. Çalışan kadın/işçi kız" kelimesini seks kölesi cariye olarak algılarlar bunlar. Sanırım HAREM SEFALARININ iç yüzünüde anlamışsınızdır. İŞÇİ=Memluk ve memluke ile işveren = Malik. Yani kızımız işveren değil işçi olduğundan, bir şirketin sahibinin yanında örneğin sekreterlik yapmaktadır. NİKAH ile karşılıklı rıza ile herşey olur, İKİ TARAF rızası. Bu her türlü tanışma ve birlikteliğe karar vermekte TEK ŞARTTIR. İster şef sekreter isterse Kraliçe ile emir eri hiç farketmez. Nikah=RIZA fakat karşılıklı. Kur'an böyle diyor.
  6. "Sapıklığı doğruluktan ayıramazsan eşlerin her yeri mübah sayılır! Allah Allah! Tövbe Tövbe! Bu ne sapıklıktır yaw? Eş onay verirse her ... mübah! Tövbe Tövbe! şaşkınlıktan ne diyeceğimi de bilemiyorum!" ercan1980 nickli alleme-i cihan böyle buyurmuşlar. Ama "KADIN olmak şartıyla" Kadın olmak nedir, Kadını Kadın yapan özellik nedir hiç düşünmeden Sapıklık yaptığımızı buyurmuşlar. Oysa bilseki Kadın ve Erkekteki ortak özelliklerin Kadınlık olmadığını böyle saçmalamazdı tabiki. Ekinin nereye ekildiği belli değilmi? Acaba "DİLEDİĞİNİZ" ifadesi ne anlam içermektedir? Allah haşa korktu çekindimi? veya haşa bizdenmi utandı? Allah dilediğiniz şekilde derken haşa hata yapmış sizlerde şu mekruhtu bu günahtı diyerek haşa Allah'ın hatasını buluyorsunuz öylemi? "Yani ben şöyle duymuştum.. O iş yapılırken ışıklar kapalı ve yorgan üstümüzde olmalıymış yoksa melekler kaçarmış odadan ... Bu doğrumudur ?" Sevgili arman, Sende biliyorsundur saçmalık bunlar. Ve bunu bilinçli olarak iddia etmek korkarım büyük günahtır. Çünkü Meleklerin cinsiyeti yoktur. Onlara cinsiyet atfetmekte büyük günahtır, ilgili Ayetlere bakılabilir.
  7. Sevgili Objektivist, Yine güzel bir konuya değinmişsin. Dikkat çekmek istediğim bir nokta var. ''Haklısın Ethem oğlu İbrahim, yaşadığın saray ve ipek kumaştan yapılmış yatakla Allah rızasının bir arada olamayacağı gibi, kanadı olmadığına göre, benim deve de bu damda olamaz'' der... Bu gizemli ve anlamlı uyarı, etkisini gösterir, Şehzade İbrahim, tüm varlığını yoksullara dağıtır, ''az'' la yetinir, nefsini yener ve Hak yolunda çok sade bir yaşam sürdürür. " Müslümanların sömürülüp aldatılmasında bu tür gerçek bile olsa masalların büyük etkisi vardır. İslamdaki Ruhban sınıfı Şeyh, Hoca vs takımı bu tür masallarla insanları sömürmektedir.
  8. Ayetteki "dilediğiniz gibi"den kasıt, KADIN olmak şartıyla aklınıza gelebilecek her her her her türlü aşk oyunu için buradan TAM RUHSAT VERİLMİŞTİR. Burada haramdı, sakıncalıydı falan diye HİÇBİR ŞEY yok. Olsaydı RESMEN yazardı Allahımız. Şu HELAL, şu ise haram derdi. Cinsel buluşmada HER MÜBAH ve sınırsızlığı budamaya başladılar. Kadının sağlığı açısından hayız ve nifas dışında HİÇBİR KISIT yok. Kadın erkek HELAL olmak şartıyla cima (coitus) SINIRSIZ MÜBAHtır ve fantazya doludur. Ardarda İkiden fazla coitus yasaktır. Zina ise KAÇINILMASI gereken bir kötü yöneliştir. EHLİLER (Nikahlılar) sınırsız biçimde ÇİFTleşebilirler. Ve yineliyorum: EŞİNİZİN onayladığı ya da teklif ettiği HERŞEY MÜBAHTIR. HERŞEY deyince adını artık siz koyun.
  9. Şeriat - Tarikat = Şirktir. Bunları savunan insan Allah'a şirk koşuyor demektir. Bu söylediklerime itiraz etmeden önce Kur'an ve Şeriat hükümlerini karşılaştırın, sonra itirazlarınızı yazınız.
  10. Diyaloğun meyvesi belgeselinde ADL dende bahsettilermi? Ya İstihbarat örgütleri ile ilişkileri? Türkçe öğrenmek marifetmi? Bir çok üniversitede Türkoloji öğrencileri şakır şakır Türkçe konuşuyor, Türkçe öğrenmiş olmak neyi ifade ediyor? Ancak sizi kandırıyorlar bu masallarla. Demek diyalog Mevlanadan başladı, sizde bu masalla uyutun kendinizi. Mevlananın hoş görüsü ile Gülen'i bir tutmaya kalkıyorsunuz aklınca Önce Mevlanayı bir inceleyip öğrenin isterseniz.. Acaba Mevlanada gaita-i mubarek!!! i anlatıp ******** yerlerde ağlıyormuydu? Mevlana hangi Silah - Uyuşturucu - KaraPara - Cinayet işleri ile iştigal eden örgütlerle işbirliği yapıyordu. Bunlara cevap vermeden önce FETULLAH GÜLEN HAREKETİ NEDİR diye bir başlık var orada yazılanları oku, Bilgiler Zaman Gazetesinden bir bakın bakalım Mevlana ile aynımı imiş.. http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=16440 Herkes bakar ama herkes göremez..! Sevgili OBJEKTİVİST, Öncelikle şunu söylemeliyim Kur'an ile İslam farklıdır. Neden farklı derseniz bunu ayrıca detaylıca ele almak gerekir. Kısaca farkı görebilmek için Kur'anı ve Müslümanları inceleyiniz, eminim çok açıkça görebilirsiniz. Gülen öyle bir şeyi söyleyemez. En basiti söyleyecek olsa kalp krizinden ölür. Onun narin kalbi dayanamaz, ağalarına hizmet etmemeye
  11. Merakımdan soruyorum.. Acaba sizler uyanmış durumdamısınız?
  12. Sevgili OBJEKTİVİST "Fethullah Gülen' in ABD' de CIA'yla yakın ilişkisi var mı yok mu?" H. Çetinkaya aşağıdaki linki okusa bu ilişkinin ve hatta Silah - Uyuşturucu - KaraPara - Cinayet = Nur cemaati ilişkisini kendi yayın organlarının arşivlerinden öğrenebilir. http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=16440 "Merak ediyorum Mehmet Şevket Eygi, Abdurrahman Dilipak bu konuda ne düşünüyorlar?" H. Çetinkaya / Cumhuriyet / 25.02.2006" Dilipak'ı bilmiyorum ama, Zaman gazetesinin kurucusu olan Mehmet Şevket Eygi, 16 Şubat 1969 yılında yaşanan 6. filo olaylarının kilit ismi idi. Dönemin Milli Talebe Birliğini kışkırtan yazıları ile tanınan ve Kanlı Pazar olarak tarihe geçen ,ülkemizde sağ-sol olaylarında ilk kardeş kanının akmasına neden olan 16 Şubat 1969 6.filo olaylarının baş provakatörü Mehmet Şevket Eygi 20 gün sonra bir Hollanda bankasına adına para yatırılarak ödüllendirilmiştir. Ödenen miktar 350.000 USD CommerzBank A.G. Jurnalist M.Şevket Eygi Konte No; 86473/4936 Tarih 8.3.1969 Sizce bu Eygi ne düşünür acaba bu konuda?
  13. Sevgili OBJEKTİVİST "Maske düştü... ''Dinlerarası diyalog'' masalının ne olduğu, ''hoşgörü'' tezgâhının, Abant toplantılarının hangi amaçla yapıldığı anlaşıldı..." Bu masalı anlayabilmek için yine EN EMİN KAYNAK Gülen ve ekibinin yayın organı olan Zaman Gazetesidir. Lütfen aşağıdaki Gülen'in Papaya mektubunu dikkatlice okuyunuz. HOCAEFENDI'DEN PAPA'YA MEKTUP Pek muhterem Papa cenaplari, Uc buyuk dinin dogum yeri olarak bilinen topraklarin dunyayi daha iyi yasanabilir bir mekan kilma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasiyla bilen halkindan size en icten selamlari getirdik. Yogun gundeminizde bize zaman ayirarak sizinle muserref olmayi bahsettiginiz icin zatialilerinize en derin kalbi tesekkurlerimizi sunariz. Papa 6. Paul Cenaplari tarafindan baslatilan ve devam etmekte olan Dinlerarasi Diyalog Icin Papalik Konseyi (PCID) misyonunun bir parcasi olmak uzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edisini gormeyi arzu ediyoruz. En aciz bir sekilde hatta biraz curetle, bu pek kiymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mutevazi yardimlarimizi sunmak icin size geldik. BİR DAHA OKUYALIM.. NE DEMİŞ GÜLEN EFENDİ..! Papa 6. Paul Cenaplari tarafindan baslatilan ve devam etmekte olan Dinlerarasi Diyalog Icin Papalik Konseyi (PCID) misyonunun bir parcasi olmak uzere burada bulunuyoruz. BURASI ÇOK HOŞ Yeni fikirlerimiz varmis iddiasinda bulunmuyoruz. Yine musamahaniza siginarak, bu misyonun hedeflerine yakindan hizmet etmek icin ustlenmek istedigimiz birkac teklifte bulunmayi arzu ediyoruz. Ne diyor Gülen efendi okudunuzmu? Hizmet etmek için can atıyor.! Kimse kusura bakmasın buna YALAKALIK denir. Herhangi bir kaynağa ihtiyaç duymadan bu mektup yapılan çalışmaların ne olduğunu anlatmaya yeterlidir. Tamamı aşağıdaki linkten okunabilir. -http://arsiv.zaman.com.tr/1998/02/10/index.html- Bu arada Gülen ve saz ekibinden kimse yok heralde burada hiç sesleri çıkmıyor
  14. VARLIĞIN YOKLUĞA TERCİH EDİLMESİ (derleme) Big Bang neden oluştu? Varlık yokluğa göre neden mevcuttur? Bunlar kozmolojinin en önemli sorulandır. Cevabını Wilczek buldu. Wilczek teorisini «Büyük birleştirme teoremleri»ne cevap verdiğine inandığı «ŞİŞKİNLİK teoremi» için geliştirdi. Fakat bu «Şişkinlik teoremi» terk edildikten sonra da Wilczek'in önermesi gerçeklendi. Şişme teorisinin bir diğer tutarlılığı da evrende niçin toplam 1080 tane parçacık olduğunu açıklamasıydı ve bu da evrende anti-maddeyi reddeden görüşün canına minnetti. Çünkü Wilczek, «Parçacıkları oluşturan enerjinin nereden geldiğini» bularak şişkinlik teorisinin 4 yıl tedavülde kalmasını sağlamıştı. Önce evrenin toplam enerjisinin «SIFIR» olduğu W. de SİTTER'in «Madde içermeyen, saf enerjisi olan, hiçbir maddî parçacığı olmayan, dümdüz ve sınırsız uzay modelini» seçti. Hiç madde barındırmayan bir evrenin (Big-Bang ile) bu evrene niçin tercih edildiğini, yâni (Enerjinin hesaplanabilir bir nicelik olduğundan) «Parçacıkları oluşturan enerjinin nereden geldiğini, Big Bang'in niçin olduğunu» cevaplamaya koyuldu. Sitter'in «Saf enerjiden oluşmuş» modeli ile evrenin «Şimdiki maddeden oluşmuş» yapısı arasında (O enerjiden bir kısmının maddeleşmesiyle ortaya çıkmış bu maddî evrenin) başlıca farkını Wilczek iyice belirledi: Birbirine yakın duran iki maddî cismin birbirlerine uzak olduklarından daha az enerjileri vardır. (Yakın olanları birbirinden zor ayırırız, enerji vermeden ayıramayız.) Bu da gösteriyordu ki, bir çekim alanının kendi (negatif diyebileceğimiz) bir enerjisi vardır. Bu enerji ile maddenin kendi (pozitif enerjisi) birbirini giderdiğinden, toplam evren enerjimiz şimdi «sıfırdır» diyoruz. Şişkinlik teoremi, Big Bang teoreminden farklı ola-rok «Madde üretebilmeye» izin veriyordu. Sıfırın kendisiyle çarpımı yine sıfırdır. Dolayısıyla negatif enerji kendi kendini çoğaltamaz ama pozitif enerji (Enerjinin korunması ilkesine ters düşmeden) şişkinlik teoreminde kendini katlar ve niceliğini artırır. Aynı anda negatif enerjiyi de katlayarak çoğaltır. Bu ikisi, birbirini sürekli sıfırlayarak, sayılarını artırır. Evren genişledikçe maddenin seyrelmesi nedeniyle bu durum şimdiki evrene göre mümkün değildir. Ama birden şişme olduysa, süper soğutulmuş bir evrende, genişleme hâlinde bile enerji yoğunluğu sabit kaldığından, genişleme oranında madde ve çekim enerjileri (Pozitif -negatif enerji ikilisi de sayıca katlanır. Böylece Hoyle'un sürekli yaratılan madde savı da doğrulanırdı. Ama ne var ki, «Şişkinlik modelleri» bırakılınca, bu varsayım geçersiz kalmıştır. Fakat Wilczek'in teorisi bize çok önemli bir şeyi ispat etmiştir. Varlık durumundaki enerji miktarı, yokluk durumundaki enerji miktarına oranla daha az olduğunda, termodinamik ısı dengelemesi (Doğa sistemlerinin en yoğun enerji düzeyinden, en düşük enerji durumuna hareket etmesi ilkesi) uyarınca, boşluk denen saf enerji vakumu, kendiliğinden kararsız olup, saf enerjisinden madde üretecektir. Böylece saf enerji durumundaki boşluk (De Sitter uzayı) Big-Bang'i oluşturmuştur. Bunu en yalın şöyle anlatabiliriz: Saf enerji ile saf madde arasında, termodinamik tek yönlü bir gidiş vardır. Çünkü salt enerjinin olduğu bir «Varlığın» henüz maddenin «Yokluğu» durumundaki enerji niceliğini ölçümleyebilirsek, «Maddenin var olduğu VARLIK» durumundaki enerji niceliğiyle farkın: kıyaslayabiliriz. Madde, bağ enerjisi (Pozitif enerji) ile çekim enerjisine (Negatif enerji) gerek duymaktadır. Enerjiyi maddeye dönüşmediği sürece, bağ enerjisi ve çekim enerjisi toplamıyla «Maddesiz bir evrende» (De Sitter'in içinde madde olmayan dümdüz uzayında) düşünebiliriz. Varlık durumundaki enerji miktarı, yokluk durumundaki enerji miktarından daha az olduğunda, ısı farkını kapatmak üzere hareket ettiğinde, saf enerjili Sitter uzayında kararsız ve hemen bozulmaya hazır bekleyen statik enerji dalgalanacak ve kendiliğinden madde üretmek üzere «Big Bang» patlaması yapacaktır. Wilczek'in açıklaması, ardından yeni bir soru getiriyordu: «Varlığın yokluğa tercih edilmesini açıkladınız da, bu saf enerji Sitter'in uzayına nereden geldi? O enerji oraya nasıl geldi?» Bilim, «Nereden ve nasıl» sorularına cevap aramaya can atar. Ama «Onu oraya KİM getirdi?» sorusunun sorulmasını sevmez. Çünkü «resmî bilim» ALLAH'ı dışarlamak için elinden geleni yapmaktadır. Bunun biz inananlara büyük yararı vardır. Çünkü kâinat Allah'ı hem gizler hem gösterir. Onların gizlemeye çalıştığı bize görünen olur. Soru ilerledikçe ALLAH'a yakınlaşılır. «Enerjiyi oraya ne getirdi, nereden getirdi, nasıl getirdi?» Yeni cevap arayışlar sonucunda «Sürekli yaratılıp yok olan ve yeniden yaratılan evren» modeli (Pulsatif evren) geliştirilmişti. Daha sonra «Paralel evrenler» gündeme gelince, bu enerjinin «Paralel 'bir uzaydan geldiği» ya da «Yaradılıştan (Big Bang) çok az önce çöken bizden önceki bir evrenin kozmik karadeliğine çökerek, tünelin ucundan bize fırlattığı enerjidir» diyeceğiz. Bu da yeni soru fakat aynı sorudur. «Pekiyi, o enerji oraya nereden geldi?» Cevap: «Süper Uzay'dan ya da Sonsuz özünlü ener-fiden...» Yine aynı soruyu soracağız: «Süper uzayın nûr'u nereden geldi?» Hyper uzaydan (Mutlak misâl âleminden)... «Ya oraya?» Böyle sora sora ateist bilim adamları ancak milyon yılda Arş'a dayanacaklardır. Bir soru daha: Niçin «Varlık» yokluğa tercih edilmiştir? Varlık ve yokluk birbirine özdeştir, ebedi dengededir. Eğer, bunun üzerine bir TEKİLLİK (Tanrı, Allah) rey hakkı kullanmazsa, yaratılamazdık. Ama Allah (Hallak, mütekevvin) «OL!» iradesini buyurmuştur. İşte sözünü ettiğimiz TEKİLLİK=ALLAH'ın Ehad oluşunun sembolik kendisidir. Üstelik bu tekilliklerin KAÇINILMAZ olduğunu Fiziko-matematik ispat ile HAWKİNG-PENROSE ikilisi ortaya koymuşlar, YARATILDIĞIMIZI bilim tarihinde ilk kez ispatlamışlardır. Sonuçta nasıl ki karadelikler bizi yutacaksa, sonun en başındaki yaratılış patlaması sırasında da bu karadelikler yaratılmış ve bizi üretmişlerdir. Tıpkı ENBİYA–104. âyette olduğu üzere biz «İADE» edilmiş, ALLAH''a RÜCÛ ile ÇEVRİLMİŞ oluyoruz. Yine aynı mantıkla bizler söz konusu âyet gereği, «YENİDEN BİR BAŞKA ÂLEMDE» tekil olarak, tekillikli (Ehaddiyet, Vahdaniyet) yaratan tarafından aynen iade edilecek ve mahşeri müşahede edeceğiz.
  15. Konuya sorgulayan ve ön yargısız arkadaşlara katkısı olacağı düşüncesi ile daha önce internetten derlemiş olduğum kendime ait olmayan yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum. (Konuların parça parça olması derlemeden kaynaklanmaktadır) Bütün semavî kitaplar, tüm canlıların en mükemmelinin insanoğlu olduğunu bildiriyor. İnsanoğlu bu mükemmelliğini “AKIL” ile nimetlendirilmesinde kazanmıştır. Yaratan kudretin, yarattığı üzerinde tecelli, cansızlarda “fizik yasaları”: canlılarda “İçgüdü” ve insanoğlunda ise “AKIL” sıralamasıyla kendini ortaya koyuyor. Aklın soruşturma yeteneği olan BİLİM, insanoğlunun kuşaklar boyu, “Deneme-yanılma doğruyu bulma” çabaları sonucu” hak olan tek gerçeğe” doğru mükemmelleşmek-tedir. Günümüz, suların bulandığı, henüz durulmadığı bir bilimsel kargaşa dönemidir. Bilinçsiz ve amaçsız bir arayış dönemi yaşayan bilim, insanı yorumsuz, doyumsuz ve hatta sorumsuz kılmıştır. Önemli olan bir bilimsel bulguyu tüme varım-tümdengelimle çifte yorumlamak, neyi, niye ve nereye kullanacağımızı bilmektir. Kuşaklar boyu ekilenler, artık biçiliyor. Bulanık sular duruluyor. Deneme- yanılma doğruyu bulma yöntemi ile dolu, bilim tarihimizin, dünya dışına, uzaya taştığı günümüzde, kâinatın uzanamayacağımız öteleri erişemeyeceğimiz hızları dehşetli sıcaklıkları, gidemeyeceğimiz başka evrenleri var. Bunları, asla laboratuarda oluşturup sınayamıyoruz. Bunun yerine evreni gözlemleyerek, fenomenlere birer teori oluşturuyoruz. Evrensel olayların sınanamayacağının farkına önce, modern fiziğin kurucusu Galile vardı. Örneğin, bir göksel cismi, gezegeni, “Uzaya” yerleştirdi. “Hiçbir etki olmazsa, bu cismin yerinde durduğunu yada bir yörüngede ilerleyerek dönmekte olduğunu” buldu. Onu izleyen Newton da evrensel yasaları aynı “Beyin jimsatiği” ile oluşturdu. Einstein bu “Beyindeki deneyi” idealize ve metodize ederek, rölativiteyi kuantumu teorik fiziğe kazandırdı. Uçsuz bucaksız evrenin gidilemeyecek ücralarını, bir daha oluşturulamayacak yaratılış patlamasını, karadelikleri v.b. deney masalarında sınayamıyoruz ama, “Zihinsel idealize deney” ile bundan iyi çözümlüyoruz. Çağımızın bilimi, artık “Teorik”tir. Teorik fizik, deneylerini “Akıl” ile yapmaktadır. Önceleri, deneme-yanılma sistem, çok fazla fire ile yanılmaya yer veriyordu. Günümüzde “yanılma payı” yok denecek kadar azalmıştır. Çünkü, insan bilgilenmiş, aklımız (labirent karmaşasından kolayca yolunu bulan bir elektronik fare gibi) doğruya yakınlaşmıştır. Gidemediğimiz uzaklara, erişemediğimiz şartlara, sadece akıl yoluyla ulaşıyor, görmediğimizi bile dolaylı olarak da test ve tespit edebiliyoruz. “Evrenin üstünde, dışında ne var?” sorusuna hiçbir zaman laboratuarda ve deney masaları düzeyinde cevap bulamayacağımız içindir ki, bilim artık teoriktir. Teorik bilimci ise beyin laboratuarında çalışan, zihnine bütün evreni sığdırıp, düşünülemeyenlerin, akla gelmeyenlerin üzerine kafa yoran, belki de en zor mesleğin sahibidir. Bu zorluğa karşılık, ALLAH’a ulaşması da o kadar kolaylaşmaktadır. Felsefe bir düşünüş tarzıdır ve kişiden kişiye, görüşten görüşe değişir Fakat bilimin tartışılmaz “TEK DOĞRUSU” kişiden kişiye değişmeyen tek görüş birliği vardır, sabitleri vardır. Akıl sahibi teorik bilimci ister istemez bir başvuru kaynağı oluyor. HAWKİNG Hawking, evrenin sonsuz büyük olduğunu, dünyanın ise bu sonsuzlukta insanın bir «Hiç» olduğunu ve hiçbir öneminin bulunmadığını, insanların birey olarak ZERRECE DEĞERİ olmadığını, yâni tek evrensel değerin BİRLEŞİK İNSANLIK ve birleşik - bütün bir evren olduğunu anlattı. Açıkça «BİZLER» diye nefsini yenmiş ya da nefissiz, bütün yaratıkların (Melekler vb.) bütünleşince tanrıcık yerine evrensel böyle bir ALLAH'a inandığını anlattı. Ne var ki, bunları anlamaktan âciz olan röportajcı yanında TRT'nin de yanlışa sadık kalması sonucu bir tahrif yansıtıldı. Bu ekran yanlışlıkları, ilk değildir, sonuncu da olmayacaktır. Daha önce de «Haberleri içeriğinde yayınlanan iki gaf vardı: Birinde «Uzayın karanlık ve boşluk olduğu anlaşıldı» diyordu haber spikeri... Elbette spikerin bir kabahati yoktu. Ama ajansın İngilizce orijinalinde «Uzayda bir BLACK HOLE (Karadelik) bulundu» cümlesi vardı. Bilimden nasibi olmayan TRT çevirmeninin karadeliklerden haberi olmadığı için «Karanlık ve boşluk» diye çevirmesi pot kırmasına neden olmuştu. Bu potların yanında, bir de sanki batı ajans ve yayınları kusursuzmuş ve onların her söylediği «Pravda Gazetesi» gibi en doğruymuşçasına, o Musevî-Hıristiyan haçlı ve haçsız diliyle konuşmak, onların kasıtlı fikirlerini tıpatıp tercüme etmek alışkanlığı da var bizde... Örneğin, yine Stepnen Hawking'in tanıtımı yapılırken, bu gelmiş-geçmiş dünyanın en büyük bilgini için «Einstein'ın halefi» diye «İkincilik» payesi verildi. Çünkü Yahudi fiziğinin yayın organları, kendilerinden olan Einstein'ı hiçbir zaman ikinci yapmak istemezlerdi. Oysa Hawking'in yalnızca «Başlangıç tekilliğini »bulması «TANRI»yı bulmasıdır. Bununla da kalmamış, «YARATILIŞI» çözümlemiştir. Karanoktaları bulmuş ve bunların «Sızıntısını» göstererek, bilim tarihinde ilk kez «Relativite ve kuantum ile birleşik alanlar» tek bir teoride toplanmıştır. Einstein'ın başarısı ise sadece kuantum fiziğine katkısı ve «Derleyip-uzlaştırdığı» Rölativite teoremidir. Hawking, bunların tamamını ilerletmiş ve «yaratılışın tekillik=Tanrı tarafından başlatıldığını» ispat etmiştir. Onun «Erken Karadelikler» dediği mini karanoktalar, kuantum fiziğiyle (Zerreler (rölativitenin kürre evrenini TEK bir teori altında toplamıştır. Einstein'ı beş kez katlayan bu teoriler üstelik ispatlıdır. Fakat bizler kişinin değerini mantığımızla ölçmek yerine, «Ölçüde hile yapanların» tercümesi yoluyla düşünmek alışkanlığındayız... Özellikle, batının en popüler dergi ve gazetelerini kıskıvrak ellerine geçirmiş olan Musevî sermaye ve redaksiyon, kendi «Irkından» başarılı bilim adamlarını «Bir dudağı yerde; bir dudağı gökte devler» yapıyor. Einstein’ı tam bir âbide ve efsâne göstererek, beyinlerimizi öylesine sürekli yıkamaktadırlar ki, hiç kuru kalmaya fırsat kalmadığından, sürekli sulu beyinliyiz. Einstein'ı bütün dünya bilim adamlarının piri sayanlar, Müslüman bilim adamlarını da «Musevîleştirilmiş Hıristiyan batının hayranı ve taklitçisi» olarak esir almıştır. Dolayısıyla, Hawking'e «Hâ-leflik» yakıştırması daha temkinli bir yaklaşım oluyor. Kaldı ki, «Halef» bile olsaydı, en azından bir «Nobel ödülü» ve birçok alternatif Nobel ödülü alması kaçınılmaz kesinleşen Hawking'e birkaç paye, bir madalya teselli ikramiyesi kabilinden verilmiştir. Çünkü onun «Gizli» de olsa, Müslüman olduğundan iyice kuşkulanılmıştı. Bir batılı Müslüman bilim adamına ödül vermek âdeti hiç olmadığından, ödüller daha çok «Yahudi» kimliğine rezerv edildiğinden, Hawking bu övgüdeğerliğine rağmen sadece «Nasihat» almıştır. Hawking. bu ilk ve tek yapıtında «Tanrı arayışını» okuyucuya empoze etmek ve ateizmle arasında bir tercih edilsin diye, bilimin gerçeklerini dolaysız sunmaktadır. Çünkü, ÖNCE «Tanrımız» yâni «Tanrı imanımız» olmalıdır ki, daha sonraki «Eserlerde» Tanrı'nın «Hangi dinden razı olduğu» ortaya çıksın!.. Hawking ateist değildir. Hawking Hıristiyan da değildir. Bu ikisinin olmaması demek geriye «Müslüman olması» seçeneğini bırakıyor. Ateist olmadığını zâten «TANRI TEKİLLİĞİNİ» (bizzat kendisinin) ispatı nedeniyle fizikî olarak ortaya koyuyor. Şimdi «Hıristiyan» olmadığına ilişkin kitabının bir pasajı izleyelim: «Vatikan'da Papa'nın düzenlediği 'Kozmoloji' konulu seminerde, dünya kozmolojistlerini akıl danışmak üzere çağıran Katolik merkezinde 1981 yılında konferans verdim. Konferansta, 'Evrenin başlangıcı olduğunu, bir TEKİL yaratılışla zaman içinde yaratıldığını fakat sınırsız olduğunu evren ötesinde evren katları olduğunu' dünyaya ispatlamıştım ve bunu anlattım. Fakat herhalde Papa benim konferansıma kulak vermemişti ki, huzuruna çıkma şerefi verdiği, davetli bilim adamlarıyla yaptığı baş başa görüşme sırasında 'Evrenin yaratıldığını bulmamdan ötürü' beni kutladı ama. 'Büyük patlamanın kendisi ve daha öncesini soruşturmamamı' özel olarak istedi. Çünkü ona göre yaratılış ânı ve öncesi 'Tanrı'nın işiydi', Tanrı'nın işine ise hiç karışılmazdı...» «Aslında ben yaratılışla birlikte, yaratılış öncesinin de sonlu-sonsuz, sınırlı-sınırsız olduğunu, dolayısıyla bir başlangıç olan yaratılış ânının hem var olduğunu hem de yok olduğunu kastetmek istemiştim.» «Tanrı'yı bu kadar dar bir evrenin öncesine yerleştiren Papa, «Tanrı'yı evrenden biraz önce yaratılmış bir YARATIK (!)» yapıvermişti. Oysa, fizik yaratılış, kendinden önceki bir dizi yaratılışın devamı ve sonuydu. Tanrı, bu peş peşe yukarıdan aşağıya domino taşlarının üst üste yıkılması gibi olan yaratılışlar zinciri içinde niçin «Araya sıkışmış» yâni yaratılmış olsun?» «Ben bunun için konferansta «Tanrı yaratmadan önce ne yapıyordu?» diye sordum. Tanrı'yı yermek için değil: kilisenin 300 yıllık hatasını yeniden tekrarlamasını önlemek için böyle konuştum. Benim tanrım Papa'nın tanrısı değildi. Papa'nın tanrısı bir yaratıktı. Ama benim bilim ve içimdeki gizli güçlerle bulduğum gerçek tanrı mutlak yaratandı. Tek yaratan, ortağı ve benzeri olmayan, her şeyin üstünde bir «TEKİLLİK», benim tanrım, Papa'nın temsil ettiği görüşün beynindeki hayalî sahte tanrıyı bile yaratandı...» «Bu konferansı 1981 yılında vermiştim. Ne tuhaftır ki. 300 yıl önce kaderini kendimle özdeşleştirdiğim Galilei ile aynı kilisenin Papa'sı uğraşmakla meşguldü. Kilise «Güneş'in çevresinde dünyanın döndüğü» fetvasını vermişti. Galilei ilk defa kâfir bir düşünceyle «Dünyanın Güneş çevresinde döndüğünü» söylüyordu Papa'ya...» Engizisyon önüne çıkan Galilei, «Göstermelik bir pes edişle» ölümden kurtuldu ama ömür boyu evine hapsedildi. Evindeki hapis sırasında «Siz isteseniz de isteme-seniz de dünya yine dönüyor» diyordu. Bu müebbet hapis bovunca «İki Yeni Bilim» isimli eserini yazdı. Galilei'yi «Galilei» yapan bu kitap oldu. «Şimdi ben Papa'nın huzurunda Galilei gibiydim. Papa cehaletin inatçı, ısrarcı temsilcisi gibiydi. Benim dinim bilimin işaret ettiği içimdeki gizli gücün diniydi. Papa'nın dini değildi!..» Hawking'in makalesinde ne demek istediği belli oluyor mu sevgideğer okurlar? Tanrı'ya inanıyor, fakat Hıristiyan (Ya da Musevî, Budist vb.) olmadığını söylüyordu. Bu makalesi ardından, kendisinin «Müslüman olduğundan» kuşkulanılmasına rağmen, Newton'un kürsüsü olan sonra Dirac'ın oturduğu ve onun ölümünden sonra boş kalan ünlü «Lucasien profesörlüğü» makamına lâyık görülen üçüncü Britanyalı bilim adamı oldu. Hawking, bilimi, ALLAH'a ulaştıran ve kilisenin «Kilise kubbesi kadar basit» evrenini, Arz'dan Arş'a kadar genişleterek, tek bir evren yerine «Âlemlerin Rabbi» uyarınca paralel sayısız evreni bulmuş ve insanlık tarihinde ilk kez bilimle ispat etmiştir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.