Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Muztar

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    16
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

Muztar son kazandığı tarih 17 Nisan 2019

Muztar en çok beğeni kazanandı!

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Yer
    Türkiye
  • İlgi Alanları
    bilgi

Muztar - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

2

İçerik İtibarınız

  1. YAYGIN DİNİ YANLIŞLAR *melekler dişidir/ cinsiyetleri vardır. Necm Sûresi:27:Şüphesiz o kimseler ki, âhirete iman etmemektedirler, elbette onlar (“Melekler Allâh’ın kızlarıdır!” diyerek) dişi adı takmak suretiyle melekleri (birtakım bâtıl adlarla) isimlendirmektedirler. Zuhruf Sûresi:19:O (şirk koşa)nlar o melekleri birtakım dişiler saydılar ki, aslında onlar Rahmân’ın kullarıdırlar. Yoksa yaratılışlarına mı şâhit oldular (da, Allâh’ın onları dişi olarak yarattığını görerek bu kanaate vardılar)? (Onların: “Biz babalarımızdan böyle işittik, onların yalan söylememiş olduklarına da şâhitlik ederiz!” diyerek melekler hakkında yaptıkları) bu şâhitlikleri (amel defterlerine) muhakkak yazılmaktadır ve onlar (kıyâmet günü bundan dolayı) mes’ul tutulacaklardır. Sâffât Sûresi:149: (Habîbim!) Şimdi o (meleklerin Allâh’ın kızları olduğunu savuna)nlara sor ki; kızlar Rabbine aitmiş de, oğullar onlara mı mahsusmuş? 150:Yoksa Biz melekleri, onlar şâhitlerken mi dişiler olarak yaratmışız? *Şeytan meleklerdendir. Kehf Sûresi:50:Hani Biz meleklere: “(Kendisini selamlamak ve Bana yapacağınız secdeye kıble olmak üzere) Âdem’e secde edin!” buyurmuştuk da, onlar hemen secde etmişlerdi, ancak İblîs müstesnâ! (Çünkü) o, cinlerden idi, bu sebeple Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi siz Beni bırakıp da, onu ve zürriyetini mi dostlar edinmektesiniz? Oysa onlar sizin için büyük düşmanlardır! O (kimi dost edineceğini bilmeyip, düşmanını dost edinen) zâlimler için bu (şekilde Allah’a itaat yerine şeytana itaati tercih) ne kötü bir değiştirme olmuştur. [Emir meleklere ve melekler içinde bulunan iblise de şamil olmuştur. Kendisi melek olduğu için değil.] *Tuvaleti yaptıktan hemen sonra abdest alınabilir. İdrar sızıntısının kesildiğine kalp kanaat getirinceye kadar yapılması gereken istibra farzdır. Zira idrarın çıkışı ile abdest bozulur. Bu yüzden kişi abdestsiz namaz kılmış olur. [Buraya bakılabilir M. Zihni Efendi, Nimet-i İslam, s. 43] [Kişi tuvaletini yaptıktan sonra -ki bu aslen erkekler içindir- tenasül uzvunda idrar kalır. Bu da yürüme, öksürme vb. şeyler ile giderilir. İstibralık vb. şeyler kullanılarak bu idrarın iç çamaşırına değip pisliğe ve kötü kokuya sebep olması engellenebilir. ] *Namazda okunacak sureler, latinize haliyle okunabilir. 435- Namaz içinde meydana gelen bir okuyuş yanlışlığı ile namaz bozulur mu, bozulmaz mı hususu pek mühimdir. Buna dikkat gerekir. Kur'ân okurken bir hata yapılmasına veya okuyucunun sürçmesine Zelletü'l-Karî (Okuyucunun Sürçmesi) denir. Bu hususta başlıca esaslar şunlardır: 436- Kur'ân-ı Kerîm'in bir kelimesi kasden değiştirilir de, bununla mana değişmiş olursa, namaz ittifakla bozulur. ( Zelletü'l-Kari'ye (Okuyucunun Yanılmasına) Ait Esaslar[Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhi Bilmen]) Mesela; Latin harfleriyle -ilk harfi ancak “Z” olarak yazılan “zelle” kelimesi Arapçada şu farklı anlamlara gelebilir: a. Türkçedeki yazılışta olduğu gibi “z” ile “zelle” kelimesi, bir yerden kaymak manasına gelir. b. Arapçadaki noktalı “zı” ile “zalle” kelimesi, olmak, bir durumdan başka bir duruma geçmek anlamına gelir. c. Zel harfiyle “zelle” kelimesi, zelil olmak, rezil-perişan olmak anlamına gelir. Türkçe’de “Zı-zel” harfleri yoktur. Aynı kökten olan “zıl” kelimesi gölge demektir. Söz gelimi; Nahl suresinin 58. ayetinde geçen ve “yüzü siyahlaştı / siyaha döndü” manasına gelen “zalle vechuhu müsvedden” cümlesindeki “z” harfini kalın “zı” olarak okumazsanız, “yüzü kayar” veya “alçalır” manasında olur. d. Arapçada ilk harfi noktalı “hı”, son harfi iki noktalı “kaf” olan “Halık / Hellak” kelimesi, yaratan anlamındadır. Ancak Türkçedeki harflerle yazılması durumunda bu kelime “berber ve helak olan kimse” manasına da gelir. e. Necm suresinin ikinci ayetinde geçen “ma delle sahibukum” cümlesi “arkadaşınız (Hz. Muhammed s.a.s) dalalete düşmedi / yolunu şaşırmadı” manasına gelir. Latin harfleriyle okunmasında ise “Arkadaşınız, size rehberlik edemedi” manasına gelebilir!.. Misalleri çoğaltmak mümkündür. Kur’an’ı Arapça harflerinden okumak, mecburidir. Hiç olmazsa namazda okunan Fatiha ve kısa sureler güzelce ezberlenmelidir. *şaka kastıyla yalan söylenebilir. : 8462 - حدثنا يونس، ثنا ليث، عن محمَّد عن سعيد بن أبي سعيد عن أبي هريرة عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم - أنه قال: "إني لا أقول إلا حقاً" قال بعض أصحابه: فإنك تداعبنا يا رسول الله. فقال: "إني لا أقول إلا حقًا". (Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz:”Yalnızca doğru olanı söylerim” buyurmuştur. Ashabından bazıları ona:”Ya Rasulallah. Sen bizle şakalaşıyorsun.” Demişlerdir. O da:”Ben sadece doğru olanı söylerim.” Buyurmuşlardır.) Müsned-i Ahmed 4990 - حَدَّثَنَا مُسَدَّدُ بْنُ مُسَرْهَدٍ، حَدَّثَنَا يَحْيَى، عَنْ بَهْزِ بْنِ حَكِيمٍ [ص:298]، قَالَ: حَدَّثَنِي أَبِي، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: «وَيْلٌ لِلَّذِي يُحَدِّثُ فَيَكْذِبُ لِيُضْحِكَ بِهِ الْقَوْمَ، وَيْلٌ لَهُ وَيْلٌ لَهُ» Behz İbnu Hakim anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler! Yazık ona, yazık ona!" [Ebu Davud, Edeb 88, (4990); Tirmizî, Zühd 10, (2316).] *İnanç(itikat/akide/akaid) gibi hususlarda cehalet, şaka ve öfke mazeret sebebidir. 158 - (1067) حَدَّثَنَا شَيْبَانُ بْنُ فَرُّوخَ، حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ الْمُغِيرَةِ، حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ هِلَالٍ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ الصَّامِتِ، عَنْ أَبِي ذَرٍّ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ بَعْدِي مِنْ أُمَّتِي - أَوْ سَيَكُونُ بَعْدِي مِنْ أُمَّتِي - قَوْمٌ يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ، لَا يُجَاوِزُ حَلَاقِيمَهُمْ، يَخْرُجُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَخْرُجُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ، ثُمَّ لَا يَعُودُونَ فِيهِ، هُمْ شَرُّ الْخَلْقِ وَالْخَلِيقَةِ» Ebu Zerr’den rivayet edildiğine göre peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: ”Benden sonra ümmetimden bir topluluk gelir ki Kur’an okurlar, ancak boğazlarını geçmez. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar da sonra dine geri dönmezler. Onlar mahlukatın en şerlileridir.” (Müslim) [Bu hadis kişinin başka bir dine girme veya dinden çıkma niyeti olmasa da dinden çıkabileceğine delil olarak getirilmiştir. Bunu bilmesine veya dinden çıkmayı ikrar etmesine hacet yoktur.] Tevbe:65: (Habibim!) Andolsun ki; gerçekten sen(in aleyhine niye konuştuklarını) onlara soracak olsan, elbette: “Biz ancak (lafa) dalmıştık, (eğlenip) oynuyorduk (, yoksa senin hakkında kötü bir niyetimiz yok)!” derler.(Habîbim! Sen) de ki: “Yoksa siz, Allâh ile, O’nun âyetleriyle ve Rasûlüyle mi alay etmekte bulunmuştunuz?” Rivayete göre; münafık bir topluluk Tebûk gazasında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in yanından geçerken: “Şu adamı görmüyor rmusunuz, Şam’ın köşklerini ve kalelerini fethetme peşin de, heyhat!” dediler. Allâh-u Te`âlâ bunu Habîbine bildirince kafileyi durdurup onları çağırttı ve: “Siz böyle böyle dediniz!” buyurdu. Onlar ise: “Hayır! Vallâhi biz ne seninle ne de ashâbınla alâkalı bir mevzuda değildik! Lâkin yolu kısaltalım diye birbirimizle şakalaşıyorduk!” dediklerinde bu âyet-i celîle nâzil oldu. 66: (Artık, boşuna) özür dile (mekle kendinizi meşgul et)meyin! Gerçekten de siz imanı (açıklama)nızın ardından kâfir(liğinizi meydana çıkarmış) oldunuz. İçinizden bir cemaati(n samimiyetle tevbe edeceğini bilerek, kendilerini) affedecek olsak bile, diğer bir tâifeye azap edeceğiz. Çünkü gerçekten onlar(münafıklıkta ısrarcı) mücrim kimseler olmuşlardır. عن أبي هريِرة، قال: قال رسول الله - صلى الله عليه وسلم -: "إن الرجل ليتكلم بالكلمة لا يرى بها بأسَا، يهوي بها سبعين خِريفًا في النار". Kişi bir söz söyler de bu sözünde bir beis görmez.(Lakin) Bu sözü sebebiyle cehennemde 70 yıl yuvarlanır. [70 yıl ile varılan yer cehennemin dibi olup yalnızca kafirlere hastır. Bu da kişinin kendi sözünde hiçbir sıkıntı görmese de, islama muhalefet gibi bir fikri olmasa da kafir olabileceğine delil olarak getirilmiştir ] 6635 - حدثنا حسن حدثنا ابن لَهِيعة حدثنا دَرَّاج عن عبد الرحمن بن جُبير عن عبد الله بن عمروِ: أنه سأل رسول الله -صلي الله عليه وسلم -: ماذا يباعدني من غضب الله عز وجل؟، قال: "لا تغْضَب". Abdullah bin Amr’dan rivayet edildiğine göre kendisi Allah Rasulü’ne şöyle sormuştur: Ne, beni Allah’ın(azze ve celle) gazabından uzak tutar? O da şöyle buyurmuştur:”Öfkelenme!”( Müsned-i Ahmed) *Mevlid olmazsa olmazdır, Kur’an yerine bile okunur. Hususi manası:Süleyman Çelebi’nin (ö. 825/1422) asıl adı Vesîletü’n-necât olan meşhur eseri.( TDV İslâm Ansiklopedisi) Umumi manası: İslâm edebiyatı ve sanatında Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim; bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı. ( TDV İslâm Ansiklopedisi) [Bunu dinin bir parçası olarak görmek, olmazsa olmaz yapmak, Kur’an’dan daha ehemmiyetli bir mevkie getirmek elbette yanlıştır ve bid’attır.] *Kur’an’da geçen cilbab 2 parça da olabilir. Ahzab:59: Ey Nebî(yy-i zîşân)! Eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle ki; cilbâblarından (bir kısmına dolanıp, diğer) bir kısmını (da uzuvlarının şeklini belli etmeyecek vaziyette) üzerlerine sarkıtsınlar. İşte bu(suretle örtünmeleri), onların (câriyelerden ve İslâm’ın yasakladığı bazı aşağılık işleri yapan kadınlardan seçilip)tanınmalarına ve (kötü insanlar tarafından) eziyet olunmamalarına daha yakın (bir davranış)dır. Allâh dâima(çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çokça acıyan bir) Rahîm olmuştur. (Bu yüzden evvelce hicâb âyeti indiği halde, bu hususta dikkatli davranmayarak işlemiş olduğunuz günahlarınızı bağışlar ve bundan sonra emir tuttuğunuz için mükâfatınızı verir.) Bu âyet-i kerîmede geçen “Celâbîb” kelimesinin müfredi olan “Cilbâb” kelimesine, sahâbe ve tâbi`în (Radıyallâhu anhüm) birkaç mana vermiştir: a) ibni Abbas (Radıyallâhu anhümâ)dan rivayet edildiğine göre; baştan aşağı örten dış elbisedir. b) İbni Cübeyr ve bazı ulemâya göre; “Milhafe” ve “Mıkne’a” dır. Bu da, yüzle birlikte bütün bedeni örten peçe ve çarşaf manasındadır. (Beyzâvî, Nesefî, Âlûsî) Diyânet eski reislerinden Ömer Nasûhî Bilmen, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Konyalı Mehmed Vehbî Efendi ve İzmirli İsmâil Hakkı (Rahime humullâh) gibi son devrin en büyük müfessirleri cilbâb kelimesine ilk olarak “Çarşaf”, daha sonra “Ferâce” manasını vermişlerdir. Dolayısıyla burada örf de nazar-ı itibara alınacak olursa, şehir kıyâfeti olarak, özellikle de Osmanlı kültürümüzde çarşaf öne çıkmaktadır. Nitekim Elmalılı merhûmun: “Bizler yetiştiğimiz zaman memleketlerimizde vâlidelerimizin tesettür tarzı çarşaftı. Bin üç yüz onda İstanbul’a geldiğim zaman, İstanbul hanımlarının bir peçe ilave edilmek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartı ile tesettür tarzları da bu idi!” şeklindeki beyanları bu örfü bize anlatmakta yeterlidir. Ancak Acem yurdunda ferâce ve çarşaf kullanıldığı gibi, Anadolu’da atkı-şalvar, Erzurum yöresinde ihram ve Karadeniz bölgesinde peştamal-dolaylık isti’mal edilmiştir. Şu kadar var ki; bu örflerin her birinin İslâm’da kabul görmesi birtakım şartlara bağlıdır: a) Tepeden tırnağa tüm bedeni örtmesi, b) Hiçbir uzvun şeklini belli etmeyecek derecede bol olması ki; bu iki şart dikkatle düşünülecek olursa, günümüzde gelenek olarak bilinçsizce giyilen atkı-şalvar ve peştamal-dolaylığın bu şartları hâiz olmadığı ortadadır. Hatta bazı yörelerin kullandıkları dize doğru çekilmiş çarşaflar bile bu şartlara uygun değildir. Dolayısıyla isim takıntısından ziyade, burada zikredilen şartların aranma mecburiyeti vardır. Ama şu demek değildir ki; “Örtün de nasıl örtünürsen örtün!”, zira burada “Örtünsünler!” buyrulmamış, bilakis “Cilbâblarını üzerlerine çeksinler!” buyrularak, cilbâb namında bir isim belirtilmiştir. Demek ki; Allâh-u Te`âlâ’nın kadınlara emri, bu şartları bulunduran çarşaflara bürünmeleridir. c) İçindeki şahsı süslü ve cazip göstermemesi, d) İç gösterecek şekilde şeffaf olmaması, e) Yüz avret değilse de, zamanımızdaki fitne göz önünde bulundurularak, çarşafın çene altından değil de, burun altından bağlanması, f) Allı-pullu ve gösterişli renk ve şekillere sahip olmayıp, erkeklerin nazarlarını bertaraf edecek bir özellikte olması ki; bu yüzden siyah renk kullanılmalıdır. Nitekim Ümmü Seleme (Radıyallâhu anhâ) vâlidemizin: “Üzerlerine çarşaflarını çeksinler!” âyet-i kerîmesi inince, Ensâr hanımları dışarı çıkarken başları üzerinde kargalar varmış gibi siyah kisvelere büründüler.” (Abdürrezzak, el-Musannef: 2/123; Ebû Dâvûd, Libâs: 32, No: 4101, 2/459; İbni Ebî Hâtim, No: 17784-785, 10/3154; İbni Kesîr: 6/471, Suyûtî, ed-Dürru’l-mensûr: 12/141; Âlûsî: 22/89) şeklindeki beyanı, bu hususta yeterli bir delildir. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğu takdirde; günümüz Müslüman kadınlarının giydikleri; abâye, manto, etek-bluz, pardösü gibi kıyâfetlerin İslâm’la uzaktan yakından alâkası olmadığı açıkça ortaya çıkar. Zira bu tür kıyâfetler ve üzerlerine atılan süslü püslü başörtüler, tepeden tırnağa tüm bedeni örtmemekte, örtse de şekil belli etmekte, şekil belli etmese de, giyeni cazip göstererek dikkatleri üzerine çekmektedir. Hâlbuki İslâm’ın istediği tesettür şekli, içindekinin genç mi yaşlı mı, güzel mi çirkin mi olduğunu belli etmeyecek bir örtünmedir. *Namahrem ile tokalaşmada, öpmede beis yoktur. 4181 - أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ قَالَ: حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ قَالَ: حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ، عَنْ أُمَيْمَةَ بِنْتِ رُقَيْقَةَ أَنَّهَا قَالَتْ: أَتَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي نِسْوَةٍ مِنَ الْأَنْصَارِ نُبَايِعُهُ، فَقُلْنَا: يَا رَسُولَ اللَّهِ، نُبَايِعُكَ عَلَى أَنْ لَا نُشْرِكَ بِاللَّهِ شَيْئًا، وَلَا نَسْرِقَ، وَلَا نَزْنِيَ، وَلَا نَأْتِيَ بِبُهْتَانٍ نَفْتَرِيهِ بَيْنَ أَيْدِينَا وَأَرْجُلِنَا، وَلَا نَعْصِيكَ فِي مَعْرُوفٍ، قَالَ: «فِيمَا اسْتَطَعْتُنَّ، وَأَطَقْتُنَّ». قَالَتْ: قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَرْحَمُ بِنَا، هَلُمَّ نُبَايِعْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنِّي لَا أُصَافِحُ النِّسَاءَ، إِنَّمَا قَوْلِي لِمِائَةِ امْرَأَةٍ كَقَوْلِي لِامْرَأَةٍ وَاحِدَةٍ، أَوْ مِثْلُ قَوْلِي لِامْرَأَةٍ وَاحِدَةٍ» Ümeyme bintu Rukayka (radıyallahu anha) dedi ki: "Ensâr' dan bir grup kadınla biat etmek için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip kendisine: "Ya Rasulallah, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, çalmamak, zina etmemek, şimdi için de gelecekte de iftira atmamak, sana maruf emirlerinde isyan etmemek şartları üzerine biat ediyoruz" dedik. Hemen ilâve etti(s.a.v):"Gücünüzün yettiği ve takatınızın kâfi geldiği şeylerde". Biz: "Allah ve Resûlü bize karşı bizden daha merhametlidir, haydi biat edelim seninle Allah’ın Rasulü" dedik. (Süfyan merhum der ki: Kadınlar, biatı (erkekler gibi) musâfaha ederek yapmayı kastedmişlerdi.) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben kadınlarla müsâfaha etmem, benim yüz kadına toptan söylediğim söz her kadın için ayrı ayrı söylenmiş yerine geçer" buyurdu. (Nesai,Malik, Tirmizi) عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا، قَالَتْ: " كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُبَايِعُ النِّسَاءَ بِالكَلاَمِ بِهَذِهِ الآيَةِ: {لاَ يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا} [الممتحنة: 12]، قَالَتْ: وَمَا مَسَّتْ يَدُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَدَ امْرَأَةٍ إِلَّا امْرَأَةً يَمْلِكُهَا " 1. (828)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınlarla biatı (elle musafaha etmeden) sözle yapıyor ve şu âyette belirtilen şartları koşuyordu: "Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızlık yapmamaları, zinâ etmemeleri, evlâtlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, (emredilecek) herhangi bir iyilik hususunda sana âsi olmamaları.." (Mümtahine, 12). Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in eli, mâlik olmadığı hiçbir kadının eline asla değmedi." [Buhari, Tefsir, Mümtahine 2, Talâk 20, Ahkâm 49; Müslim, İmârât 88 (1866); Tirmizî, Tefsir, Mümtahine, (3303).] *Çalgı aletlerini dinlemede sakınca yoktur. 5590 - وَقَالَ هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ: حَدَّثَنَا صَدَقَةُ بْنُ خَالِدٍ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ يَزِيدَ بْنِ جَابِرٍ، حَدَّثَنَا عَطِيَّةُ بْنُ قَيْسٍ الكِلاَبِيُّ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ غَنْمٍ الأَشْعَرِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنِي أَبُو عَامِرٍ أَوْ أَبُو مَالِكٍ الْأَشْعَرِيُّ، وَاللَّهِ مَا كَذَبَنِي: سَمِعَ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: " لَيَكُونَنَّ مِنْ أُمَّتِي أَقْوَامٌ، يَسْتَحِلُّونَ الحِرَ وَالحَرِيرَ، وَالخَمْرَ وَالمَعَازِفَ Ebu Malik veya Ebu Amir el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ümmetimden bir kavim, ferci (zinayı), ipeği, içkiyi ve çalgıyı helal addedecektir. [Buhârî, Eşribe 6.] *Ev veya araba için faizli kredi çekilebilir. Bakara:278: Ey iman etmiş olan kimseler! Allâh’tan hakkıyla sakının ve fâizden kalmış olan (alacağınız) ı bırakın. Eğer (gerçekten) mümin kimseler olduysanız (böyle yapmanız gerekir. Çünkü imanın delili, inandığınız Allâh’ın emirlerini tutmaktır)! 279: Eğer (fâizi bırakma işini) yapmazsanız, Allâh ve Rasûlü (ciheti)nden (fâizcilere karşı açılmış olan)büyük bir harb (içine girdiğiniz)i iyice bilin! Şayet (tefecilikten) tevbe ederseniz, artık mallarınızın esasları(olan sermâyeniz) size aittir. (Böylece fazla isteyerek, borçlulara) zulmetmiş olmazsınız, (anaparanızı eksik alarak) zulme de uğratılmazsınız. [Yasak umumidir. İslam kesin olarak bu işle iştigal etmeyi ve buna alet olmayı yasaklamıştır. Kişi aşırı fakirse zaten kendisine kredi verilmez. Araba ise zaruret değildir. Evde de kirada oturabilir. Bu yüzden bu bir mecburiyet değildir ve buna tenezzül edinilmemelidir. Ancak bunun caiz olan yolları da var.] *Çocuğa küçükken dini öğretmeye gerek yoktur, büyüyünce kendi isterse öğrenir. 61 - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ قَالَ: حَدَّثَنَا وَكِيعٌ قَالَ: حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ نَجِيحٍ، وَكَانَ ثِقَةً، عَنْ أَبِي عِمْرَانَ الْجَوْنِيِّ، عَنْ جُنْدُبِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ: كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَحْنُ فِتْيَانٌ حَزَاوِرَةٌ، «فَتَعَلَّمْنَا الْإِيمَانَ قَبْلَ أَنْ نَتَعَلَّمَ الْقُرْآنَ، ثُمَّ تَعَلَّمْنَا الْقُرْآنَ فَازْدَدْنَا بِهِ إِيمَانًا» Cündüb İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz erginlik çağına yaklaşmış bir grup genç, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. Kur'an'ı öğrenmezden önce imanı öğrendik. Sonra da Kur'an'ı öğrendik. Kur'an sayesinde imanımız daha da arttı." (İbn-i Mace) [Bu hadis, İslâmî talim ve terbiye nizamında takip edilecek vetire(süreç) ve safhaları öz olarak göstermektedir. Önce imanın öğretilmesi, sonra Kur'an ve diğer şeylerin öğretilmesi. Daha önce de belirtildiği üzere, Resulullah, çocuklara konuşmaya başlar başlamaz iman esaslarına giren Kur'anî ayetler ezberletiyor. Çocuk bu safhada henüz temyiz yaşında bile değildir. Temyiz yaşında namaz emrediliyor. Kur'an'ın okuma ve yazılma şeklindeki talim ise, daha sonra, küttab denen mekteplerde ele alınan bir hadisedir.İslam uleması, aslî terbiyeye giren müfredatta önceliğin dinî talime verilmesi gereğinde ittifak eder. Onlara göre hesap, edebiyat, meslek öğretimi gibi diğer müfredat daha sonra ele alınmalı, dinî talim halledilmeden bunlara geçilmemelidir. Sonradan verilecek Kur'an bilgisi ve diğer faydalı bilgiler, önceden öğretilmiş olan imanî bilgileri takviye edecek şekilde olmalıdır. Bu bir planlama ve tanzim işidir.] Tahrim:6:Ey iman etmiş olan kimseler! (Emirleri tutup, yasaklardan kaçarak) kendi nefislerinizi ve ailelerinizi farklı bir ateşten koruyun ki; (diğer ateşler odunla tutuştuğu gibi,) onun yakacağı(da), o (inkârcı) insanlarla (, çabuk yanan ve çokça yakan) o (kibrit) taşlar(ı)dır. Onun üzerinde iri yapılı, sert tabiatlı birtakım melekler vardır ki onlar, kendilerine emretmiş olduğu şeyler hususunda Allâh’a isyan etmezler ve emrolundukları şeyi yaparlar. *iyiliği söylemek, kötülükten sakındırmak sadece hocaların işidir ve sadece onlar mes’uldürler./ Yaptıklarımdan mes’ul olmam, yanlışlar varsa o hocanın boynuna. عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ العَاصِ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: «إِنَّ اللَّهَ لاَ يَقْبِضُ العِلْمَ انْتِزَاعًا يَنْتَزِعُهُ مِنَ العِبَادِ، وَلَكِنْ يَقْبِضُ العِلْمَ بِقَبْضِ العُلَمَاءِ، حَتَّى إِذَا لَمْ يُبْقِ عَالِمًا اتَّخَذَ النَّاسُ رُءُوسًا جُهَّالًا، فَسُئِلُوا فَأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ، فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا» "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah ilmi [verdikten sonra], kulların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, alimlerin ruhunu kabzetmek suretiyle alır öyle ki, tek bir âlim bırakmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara mes’eleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını saptırırlar." [Buhârî, İlm 34, İ'tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573); Tirmizî, İlm 5, (2654).] Tevbe:71:İnanan erkeklerle, inanan kadınlar, onların da bir kısmı diğer bir kısmın dostlarıdırlar! Onlar (Allâh’a ve Rasûlûne inanıp itaat etmek gibi, aklen ve şer`an iyi bilinen) ma`rûfu emretmektedirler, (şirk ve isyan gibi, hem akıl, hem de din yönünden kabul görmeyen) münkerden nehyetmektedirler, o (farz) namaz(lar) ı dosdoğru kılmaktadırlar, zekâtı (tastamam) vermektedirler, Allâh’a ve Rasûlüne de (tüm emirlerini tatbik hususunda) itaat etmektedirler. İşte onlar ki, Allâh kendilerine kesinlikle rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allâh (yapmak istediği herhangi bir şeye engel olunamayacak güce sahip bir) Azîz’dir; (lânet ve rahmet dâhil, tüm yaptıklarını yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir. Sebe’:32: O büyüklük taslamış olan kimseler o zayıf tutulmuş olanlara (cevaben) dedi ki: “Size geldikten sonra, o hidâyetten sizi biz mi engelledik? Doğrusu siz (körü körüne taklitçiliği hidâyete uymaya tercih eden)suçlu kimselerdiniz!” Mü’min:47: Hani onlar o ateş içerisinde çekişecekler de, (dünyadayken) zayıf olanlar o büyüklük taslamış olan(lider mevkiindeki) kimselere: “Gerçekten de biz size uyan kişilerdik. Şimdi siz bu ateşten bir hisseyi(olsun) bizden def edici kimseler (olabilir) misiniz?” diyecek. 48: O kibretmiş olan kimseler (de, kendilerine uyanlara cevaben): “Şüphesiz biz (ve siz) topluca buradayız. Muhakkak ki Allâh gerçekten kullar arasında hüküm vermiş (böylece cenneti hak edenleri cennete, azâba müstehak olanları da cehenneme göndermiş)tir. (Artık biz burada sizinle birlikte yanarken, bize müracaatınızın ne faydası olabilir?)” dedi(ler). * Allah bir yönde veya mekandadır. Şûrâ:11: (Ne Zât’ı, ne sıfatları, ne de sanatları hususunda) hiçbir şey O (Allâh-u Sübhânehû) nun benzeri olamaz (ki O’nun eşi veya çocuğunun varlığı düşünülebilsin)! (Sizin gibi kulağı olmasa da, duyulacak her şeyi hakkıyla işiten) Semî’ ve (sizin gibi gözü bulunmasa da, görülebilen her şeyi çok iyi gören) Basîr ancak O’dur. [Bundan dolayı Allahu Teala mahlukata hiçbir açıdan benzemez, benzeri yoktur. Benzeri olmayanı şöyle böyle diye vasfetmek mümkün değildir, çünkü benzeri yoktur. Şöyle böyle denen şeyin ise benzeri vardır. Mekan ise cisimler içindir. ] Ebu Hanife(r.a)ise “el-Vasıyye‘de şöyle demiştir: Cennet ehlinin, keyfiyetsiz, teşbihsiz (mahlukata herhangi bir bakımdan benzeme söz konusu olmaksızın) ve cihetsiz bir şekilde (herhangi bir yönde olmaksızın) Allah Teala ile mülaki olması haktır.” “el-Fıkhu’l-Ekber‘de şöyle demiştir: “Cennetteyken mü’minler O’nu, baş gözleriyle görecekler. O’nunla mahlukatı arasında mesafe olmaz.” (…) “el-Fıkhu’l-Ekber‘de şöyle demiştir: “Allah Teala’nın uzaklığı ve yakınlığı, mesafe uzunluğu ve kısalığı tarzında değil, (mü’minlere) lütufta bulunma ve (kâfirleri) zelil etme tarzındadır. İtaatkâr kul O’na keyfiyetsiz şekilde yakındır, isyankâr da (aynı şekilde) uzaktır. O’na yakınlık ve yönelme, O’na münacatta bulunan kimselerin bu durumudur. Cennette O’nun yakınında olma, huzurunda durma ve ahiretteki rü’yet de aynı şekilde keyfiyetsiz olacaktır.” *Erkeklerin secdede dirseklerini yere temas ettirmesi. عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «إِذَا سَجَدَ أَحَدُكُمْ، فَلَا يَفْتَرِشْ يَدَيْهِ افْتِرَاشَ الْكَلْبِ، وَلْيَضُمَّ فَخْذَيْهِ» "Sizden biriniz secde ettiği vakit ellerini köpeğin döşediği gibi döşemesin, uyluklarını bitiştirsin." (Ebu Davud). [Tenbih: Her yanlış için çok sayıda delil getirilmemiş olup birkaç delil ile istidlal kafi görülmüştür. İsteyenler me’hazlara müracaat edip tahkik, tedkik ve tahlilde bulunabilirler. Tevfîk Allah’tandır. ]
  2. ADSIZ PARMAK -ğı isim Yüzük parmağı ALANYAZIN :literatür ANOMİ toplumun bireylerine az kültürel ve ahlaki rehberlik durumudur. Toplumun bireyle olan sosyal bağının kopması tanımıdır. Örneğin haksız yönetim sonuçunda sosyal kimliğin bireysel düzeye inerek ufak parçalara indirgenmesi ve bireyin toplum değerlerine karşı verebilinir. ARRÂDE(ﻋﺮّﺍﺩﻩ) i. (Ar. ‘arrāde) Eskiden savaşlarda kullanılan bir çeşit top arabası, tekerlekli mancınık.ARRADE: (C: Arrâdât) Küçük bir çeşit mancınık ki, hareket eden tekerlek üzerine konurdu. * Dişi çekirge.(C: Arradat) Küçük bir çeşit mancınık ki, hareket eden tekerlek üzerine konurdu. ARŞINi. (arış “uzunluk ölçüsü”nün genişletilmiş şekli arış+ı+n [?]) 1. Metrenin resmen kabûlünden önce kullanılan eski uzunluk ölçüsü, orta parmak ucu ile omuz başı arasındaki mesâfe [Arşının uzunluğu çeşitlerine, kullanıldığı yerlere göre çok değişmiştir. Mîmârî arşını (zirâ-i mîmârî) 75,8 santim, çarşı arşını 65 santimdir. Yalnız ipekli kumaşlar için olan ve endâze denen arşın ise yaklaşık 65 santimdir]: Kim bir arşın yer kazsa altında bayağı bir defîne buluyor (Nâmık Kemal). Yeter bana üç beş arşın bez olsa (Necip F. Kısakürek). 2. Uzunluğu arşın birimine göre ölçen demirden, çelikten, tahtadan âlet: Bağdat’ta bezirgânları gördüm de şaşırdım / Arşınımı baston gibi ben elde taşırdım (…). ARŞİDÜK, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun Avusturya kolunun hükümdarlarına verilen isimdi. Kral ve grandük arasındaki bir rütbedir. Latince archi (baş) ve dux (lider) kelimelerinden türemiştir. Arşidüklerin eşleri arşidüşes ünvanını taşıyorlardı. AYİM :askeri Yüksek İdare Mahkemesi BALİSTİKASKERLİK TERİMİ ad ateşli silahlarda, merminin barut gazının basıncıyla fırlayıp hedefe ulaşıncaya kadar olan devinimini inceleyen bilim.eş anlamlısı: atışbilim BARTER ya da trampa, para kullanmaksızın ürünlerin değişimiyle yapılan ticaret. Bu sistemde alacak-verecek ilişkisi firmaların kendileri arasında değil, barter havuzuna doğru olmaktadır. BAVUL TİCARETİ 1.halk ağzından dış ülkelerden dönerken bavul içinde getirilen, gümrüksüz sokulan öteberiyi satarak para kazanmaya dayanan ticaret. BEYİN ÖLÜMÜ yani klinik ölüm, beynin bütün faaliyetlerinin durması ve bütün tedavilere rağmen geri dönmeyecek şekilde kesilmesidir. BİLİŞİMinsanların teknik, ekonomik ve toplumsal iletişimde kullandığı ve bilimin dayanağı olan bilginin, düzenli ve akla uygun bir biçimde, özellikle bilgisayarlar ve benzeri elektronik aygıtlar aracılığıyla işlenmesi bilimi."Ülkede bilgiişlem ve bilişim çalışmaları gelişiyor" eş anlamlısı:enformatik BORSA isim, ekonomi (bo'rsa) İtalyanca borsa isim, ekonomi Bazı tüccarların ve özellikle sarraflarla değerli kâğıt ve tahvil alışverişiyle uğraşanların alım satım ve değişim amacıyla devlet denetimi altında iş yaptıkları yer "Borsada istediği gibi oynuyordu fiyatlarla." - N. Cumalı BOZDOĞANbileşik & ad1.HAYVANBİLİM (ZOOLOJİ) TERİMİ bir doğan türüne verilen ad.2.TARİH TERİMİOsmanlı döneminde yeniçerilerin kullandığı, atların eyerlerinde asılı, hazır duran, başı sıra sıra çivili gürz. CAM YÜNÜ, 0,040 /mK ısı iletim katsayısı ile ısı yalıtımı, ve -50 / +250°C aralığındaki sıcaklık dayanımıyla da yangın güvenliği sağlamaktadır. Bağlayıcı kullanılmamış cam yünü ürünlerde ısı 500°C'ye kadar çıkabilmektedir. Cam yünü de taş yünü gibi böcekler ve mikro organizmalar tarafından tahrip edilmez. CKMP:Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi DAĞLIK KARABAĞ (Azerice: Dağlıq Qarabağ, Ermenice: Լեռնային Ղարաբաղ / Lernayin Gharabagh), Güney Kafkasya'da hukuken Azerbaycan Cumhuriyeti'ne bağlı[1] tarihi bölge. Günümüzde, Ermenistan Silahlı Kuvvetlerinin işgali[2][3] sonucunda hiçbir ülke veya uluslararası kuruluş tarafından tanınmayan[4] de facto Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin egemenliği altındadır. DE FACTO veya de fakto, "gerçekte", "uygulamada", "fiilen", "fiilî" ya da "pratikte" anlamında kullanılan Latince deyiş. "Kanuna göre" veya "hukukî olarak" anlamına gelen "de jure" ile karşıt olarak sıkça kullanılır. DESTROYERorta çapta toplarla donatılmış, orta tonajlı, çok hızlı ve çevik savaş gemisi.eş anlamlısı: muhrip DEVALÜASYON Devalüasyon, sabit kur sistemlerinde ödemeler dengesi açık veren ülkenin ulusal parasının dış satınalma gücünün, hükümetçe alınan bir kararla düşürülmesidir. DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİ (DGM)demos antik yunancada halk demektir, kratos ise hükmeden güç anlamına gelir. bu ikisi birleşince demokrasi kelimesi oluşmuştur Yunan mitolojisinde, Kratos (Yunanca Κράτος, güç) dayanıklılık ve gücün tecessümüdür. Pallas ve Stiks'in oğludur. Kratos ölümlü yarı-tanrı dır. DİASPORA isim (diaspo'ra) Fransızca diaspora 1. isim Herhangi bir ulusun veya inanç mensuplarının ana yurtları dışında azınlık olarak yaşadıkları yer 2. Herhangi bir ulusun yurdundan ayrılmış kolu, kopuntu 3. Yahudilerin ana yurtlarından ayrılarak yabancı ülkelerde yerleşen kolları, kopuntu DİRHEM(ﺩﺭﻫﻢ) i. (Ar. dirhem < Fars. direm < Yun. drahmi) 1. Okkanın dört yüzde birine eşit eski bir ağırlık ölçüsü birimi (3,2075 gr.) [Şerîata göre yetmiş tâne orta boy arpanın ağırlığı kadardır]: On beşten aşağı vermedi, aksi gibi hâinlerin tânesi de üç yüz dirhem geliyor (Mehmet Rauf). 2. Eski bir para çeşidi, gümüş sikke: Bunlardan her birine seferde bulundukları müddetçe bir Osmanlı dirhemi, şer’î bir çeyrek dirhem gündelik tâyin edildi (Kâtip Çelebi’den Seç.). Ne kānûna ne cebr ü zora ne hünkâra tâbi’dir / Bu bender-gehte herkes dirhem ü dînâra tâbi’dir (Ziyâ Paşa’dan). DİYALEKTİK kavramı, kelime kökü diyalog ve etik kurallı bir şekilde tez ve antitezin ortaya konulmasıyla belli bir konu üzerinden ortak değerlerin inşası anlamına gelir DRİBBBLE, tasarımcıların ne üzerinde çalıştıklarını paylaşmasını sağlayan ve çalıştıkları tasarımlar üzerinde diğer tasarımcılar tarafından fikir paylaşımına olanak sağlayan bir web sitesidir. DÜLGERyapıların kaba ağaç işlerini yapan usta. EKLEKTİK Seçmeciliğe ilişkin, eklektik.Seçmecilik yanlısı olan filozof, görüş vb.(Yun. eklektikos < eklegein = seçmek) 1- Kurulmuş olan dizgelerden değişik düşünceleri seçip alan ve bunları birleştirerek kendi öğretisi durumuna getiren (yöntem, düşünce, filozof). 2- Bir öğreti ya da dizge kurmak istemeyip, ortalıkta olan düşünceler dağarcığından kendilerine uygun gelen bir bu, bir şu düşünceyi alarak benimseyen.Dgr.: Yun. eklektikos, eklegein sıfat, felsefe Fransızca éclectique sıfat, felsefe Seçmeci "Okurların bu eklektik bilgilerin temelini merak edip kitaplara başvuracağını umuyorlar." EKÜMENİKLİK, günümüzde genellikle, daha büyük bir dinî birliği ya da dinlerarası iş birliğini sağlama amacını güden girişimleri ifade eder. ENDAZE1.eskiden kullanılan, altmış beş santimetre boyunda bir uzunluk ölçüsü.2.mec.ölçü. ENTEGRASYONBir araya gelerek birleşme, bütünleşme. ESKRİM isim, spor Fransızca escrime isim, spor Dürtücü kılıç, kesici kılıç ve delici kılıç adı verilen silahlarla yapılan spor, kılıç oyunu ETNİSİTE, kimlik ve milliyetçilik kavramları, toplumsal ve siyasal değişimler sonucunda entelektüeller tarafından yeniden ele alınmaktadır. Bu yeniden ele alış, kavramlara yüklenen anlamların değişimine neden olmaktadır. EVLENME TELLALLİĞİ 1-)Çöp Çatanlik, Iki Bekâr Kişinin Aralarini Bulup Evlenmelerini Sağlamak. Böyle Bir Iş Ücrete Hak Kazandirmaz. EZOTERİZM, bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstad tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesidir. Ezoterizm bir din veya bir inanç sistemi değildir. Çoğunlukla ezoterik yani ezoterizm ile ilgili veya ezoterizme dair şeklinde kullanılır. FATALİSTyazgıcı sıfat & ad 1.yazgıya inanıp boyun eğen, her şeyi yazgıya bağlayan (kimse).2.FELSEFE TERİMİ yazgıcılık öğretisini benimsemiş olan (kimse, görüş). FENSİKLİDİN (Kimyasal uzun ismi 1-(1-phenylcyclohexyl)piperidine), genellikle PCP olarak kısaltılır ve halk arasında melek tozu olarak bilinir. Önceleri genel anestezik olarak kullanılırken sonraları halüsinojenik ve nörotoksik etkileri nedeniyle kullanımından vazgeçilmiştir.[1] ilk kez 1950’lerde sentez edilmiş, 1963'te cerrahi anestezik olarak tıbbi kullanım alanına girmiştir. Fakat hastaların anesteziden uyanırken oryantasyon bozukluğu, ajitasyon ve delirium göstermesi sebebiyle tıbbi kullanımdan kaldırılmıştır. GAMBOTDEN.ad genellikle kıyı korumasında ve gezici karakol görevinde kullanılan, birkaç topu olan küçük savaş gemisi. GEOFİT, soğan, yumru, rizom gibi toprak altı organları olan bitkiler anlamına gelir. Kardelen, zambak, sıklamen gibi soğanlı, yumrulu bitkiler, geofit olarak adlandırılır GLACİAL US UK (nedir ne demek)Buza ait, buzlu Buz devrine ait GOLAN TEPELERİ (Arapça; هضبة الجولان, Hadbetü'l-Cūlān, İbranice; רמת הגולן, Ramat HaGolan) Suriye'nin güneybatı, İsrail'in kuzeydoğu ucundaki tepelik bölge. Golan Platosu olarak da bilinen bölge ayrıca, Lübnan, Ürdün ve Suriye ile komşudur. GREKOROMEN, ayaklara dokunmadan icra edilen güreş şeklidir. Rakipler biribirlerinin ayak ve bacaklarına dokunmadan güreşirler. Grekoromen güreş stilinde belden yukarısı ile oyun taktik edilir. Ayakla oyun yapılmaz ve rakibin hücumu engellenmezkömür ocaklarında doğal sıcaklık ve basınçta açığa çıkan, büyük bölümü saf metan olan, kolayca tutuşabilen ve patlamaya yol açabilen bir gaz. GREYDERaltında bulunan ve değişik açılardan çalışabilen bıçağıyla toprağı kesen ve yayan, engebeli yerleri düzleştirmekte kullanılan makine. GUVERNÖR isim, ekonomi Fransızca gouverneur 1. isim, ekonomi Devlet bankasını yöneten kimse"Merkez Bankası guvernörü."2. Bir kamu kuruluşunu veya özel kuruluşu yöneten kimse HAMAYLI1.askısı bir omuzdan koltuk altına doğru çapraz geçirilen muska.eş anlamlısı: muska2.bir omuzdan çapraz olarak koltuk altına doğru asılan kılıç kayışı. HAZCILIK1.FELSEFE TERİMİ yaşamın anlamını haz olarak gören, haz veren her şeyin iyi ve bütün eylemlerin amacının haz olduğunu öne süren, sevincin kaynağını hazda bulan dünya görüşü.eş anlamlısı: hedonizm 2.RUHBİLİM TERİMİ her davranışın hoşlanma ya da acıdan kaçınma isteğiyle güdülendiğini öne süren görüş. eş anlamlısı: hedonizm3.hazza, fiziksel zevke aşırı ölçüde düşkünlük.4.ECO.ekonomik etkinliğin hazzın en yüksek noktasına varacak biçimde geliştirilmesi öğretisi.eş anlamlısı: hedonizm HENOTEİZM, din ve felsefede, Max Müller tarafından çıkarılmış, bir tanrıya bağlanırken diğer tanrıların varlığını da kabullenmeyi tanımlar. Yunanca heis theos, "bir tanrı". Müller'e göre bu, "prensipte monoteizm, gerçekte ise politeizm"dir. HERBİSİT, ağaçların kökleri veya yaprakları tarafından alınırsa ağaçlar bu durumdan olumsuz etkilenir. Yabancı otlarla mücade kullanılan ziraai ilaçtır.Genel anlamda, yabancı otları öldürmede veya normal gelişimini önlemede kullanılan kimyasal maddelerin tümüne birden herbisit denir. HİNT KENEVİRİ, kendirgiller familyasından lif ve yağ eldesinde kullanılan Cannabis cinsine ait, bir yıllık bitki türü. Türkiye'de genellikle Kastamonu'da tarımı yapılmaktadır. Bitkinin yaprak ve çiçek kısımlarının özel bir kokusu vardır. HORASANHorasan kentinin adından tuğla ve kiremit tozlarının kireç ve suyla karıştırılmasıyla elde edilen bir yapı harcı. INTERPOL, 1923 yılında uluslararası polis işbirliği sağlamak amacıyla kurulmuştur. INTERPOL, bir zamanlar sadece teşkilatın telgraf adresi olarak bilinirken, 1956 yılında resmi olarak teşkilatın yeni ismine dahil edilmiştir İNHAbirini resmi bir göreve atamaya ya da bir üst aşamaya getirmeye ilişkin, ilgili makama yazılmış öneri yazısı. İNİSİYASYON (Süluk) kimi ansiklopedilerde bireyin spiritüel gelişimi için, 'spiritüel tesir'i alıp aktarabilen bir üstadın sert ve sürekli kontrolü altında, bir düzen ve disiplin içinde, sınavlara dayalı tarzda, metodlu olarak eğitimi şeklinde tanımlanmaktadır. İNTERAKTİFsıfat➽ yeni etkileşimli. KADASTROdüzenli ve sağlam bir tapu sicili oluşturmak ereğiyle bir ülkedeki bütün arazi, arsa ve mülklerin yerlerinin, alanlarının, sınırlarının, değerlerinin ve hukuksal durumlarının devlet eliyle saptanıp plana bağlanması işi. KADİFE DEVRİM, 17 Kasım-29 Aralık 1989'da Çekoslovakya'da meydana gelen kansız bir devrimdir. Sonucunda, Komünist yönetim düşürülmüştür. KALDI Kİ1.bununla birlikte, şu da var ki, bundan başka, ayrıca."Bunu sana söyledim, kaldı ki söylemesem de yapman gerekirdi" KALVENİZM ya da Kalvinizm, John Calvin'in 16. yüzyıl başlarında ortaya attığı görüşlere dayanarak kurulan bir Hıristiyanlık mezhebi. Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) KANIKSAMAK1.pek çok yinelenmiş olması dolayısıyla artık etkilenmez olmak, aldırmamak, alışmak.2.bıkmak, usanmak. KAOS (nedir ne demek)Evrenin düzene girmeden önceki biçimden yoksun, uyumsuz ve karışık durumu.Karışıklık, kargaşa.(Yun. khaos = uçurum, dipsiz uçurum) Evrenin, düzene girmeden önceki biçimden yoksun, uyumsuz ve karışık durumu. KAOTİKKaos kuramı, kaos teorisi veya kargaşa kuramı; yapısal olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir. Bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantıların ürünü olarak görülebilir. KAYPAKsıfat1.üzerinde kolaylıkla kayılan, kayağan, kaygan.2.mec.verdiği sözü tutmayan, sözsüz, dönek (kimse). KİLOMETRE TAŞI 1. isim Kara yollarında üzerinde kilometreleri gösteren dikili taş 2. Önemli bir durumu belirleyen, üzerinde durulması gereken nokta 3. Bir işteki aşamaları belirleyen olay veya kimse 1.karayolları boyunca kilometreleri gösteren dikili taşlar.2.mec.bir işte ulaşılan, elde edilen önemli bir durum, üzerinde durulması gereken önemli bir nokta."Bu, onun yaşamında bir kilometre taşı olmuştur" KLİKLEŞMEK bölekleşmek nesnesiz (nesne almayan) eylem (bir örgüt içinde) böleklere ayrılmak."Partide bölekleşenler artıyor"eş anlamlısı: hizipleşmek, klikleşmek KOGNİSYON genel bir terim olup bütün bilgi yollarını kapsar: algı; hatırlama; hayal; düşünme; muhakeme; yargılama. Aklın kognitif yahut noetik yönü ile orektik yönleri, yani konasyon (bkz.) (istem) ve duygu (bkz.) (affekt), arasında, Platon ve Aristoteles'in yaptıkları ayrıma dayanan, geleneksel bir karşıtlık vardır. kognitif sıfat Fransızca cognitif sıfat Bilişsel KOMANDİT Ortaklarının bir kısmı yönetime karışmak hakkı taşımayan ve yalnız koydukları sermaye ölçüsünde sorumlu olan ticaret ortaklığı.bir komandit ortaklığın anaparasının bir ya da birkaç ortakça sağlanan bölümü. Komandite ortak: Komandit ortaklıklarda sorumlulukları sınırlanmamış ortaklar. KONJONKTÜR isim Fransızca conjoncture 1. isim Geçerli durum 2. Her türlü durumun ve şartın ortaya çıkardığı sonuç "Seçim konjonktürü böyle ülkelerde bazen pek duygusal, pek yüzeysel faktörlerle değişebilir." KONVANSİYONEL sıfat Fransızca conventionnel sıfat Anlaşma ile ilgili, uzlaşma ile ilgili KOYAK1.iki dağ ya da tepe arasında kalan çukur yer ya da dere boyu.2.COĞRAFYA TERİMİ içinde genellikle bir akarsu yatağının bulunduğu, üç yanından kapalı ve yalnızca ağız yanı açık, tabanı, yamaçlarıyla yerine, eskiliğine göre türlü biçimleri olan, dar ve uzun yüzey. KÖKTEN DİNCİLİK (radikal dincilik, dinî fundamentalizm), genellikle dinî esaslı aslî kaidelere geri dönme talebiyle kendini belli eden ve bu kaidelere katı bir biçimde bağlı olan, diğer görüşlere karşı toleranssız ve laiklik karşıtı dinî hareket veya bakış açısı.[1] Kökten dincilik, genellikle dinî tabiattaki bir dizi kurala sıkı sıkıya bağlı, çağdaş, sosyal ve siyâsî yaşam ile ilgili üzerinde uzlaşılmış prensiplere karşı tepkisi olan inancı belirtir.[ KREMLİN (Rusça: Кремль), "kale", "hisar", "şato" anlamlarına gelen ve çoğu tarihi Rus kentinin merkezinde bulunan muhkim yapılar bütünü. En tanınmışları Moskova Kremlini'dir. Moskova'daki Kremlin Sarayı, devrim öncesinde Rus çarlarının ikâmetgâhıydı. KROSSPOR TERİMİ ad➽kır koşusu. LAF SALATASI Çeşitli konuları içine alan anlamsız, boş sözler. LENİNİZM, Marksizm üzerine kurulmuş politik ve ekonomik bir teoridir. Marksizm`in bir kolu ve aşaması olarak ele alınır, Bolşevik lider Vladimir Lenin tarafından geliştirildiği kabul edilir. LİBERALİZMLiberalizm Aydınlanma Çağı‘nın bir ürünüdür. John Locke liberal politik düşüncenin mimarı olarak bilinir. Bireylerin doğal hakları, din ile devlet işlerinin ayrılması, toplum sözleşmesi ve diğer pek çok felsefi konsept üzerinde birçok makale, kitap ve yazı yazmıştır. Bu fikirleri ölümünden yıllar sonra pek çok farklı devrimi doğurmuştur. Liberalizmi diğerlerinden farklı ve özgü kılan temel konsept; bireyin toplum içindeki rolünü güçlendirmesi ve mutlak monarşik sistemlere meydan okumasıdır. LİBERO isim, spor İtalyanca libero isim, spor Son adam LİTÜRJİ, özellikle Hristiyanlıkta, halka açık dinî ibadetlerin nasıl yapılacağını belirleyen formlar bütünü. Bu formlara uygun olarak düzenlenmiş ayinlere de litürji denir. MANGA (I) isim, askerlik (ma'nga) Almanca Manga1. isim, askerlik On kişilik asker birliği "Ormanın kıyısından dönen yoldan, neredeyse bir manga silahlı adam çıktı." - N. Cumalı 2. Savaş gemilerinde deniz erlerinin yattığı koğuş marijuanaEsrar, ya da marijuana, kenevir bitkisinin Cannabis sativa/Cannabis indica /"Cannabis ruderalis" türlerinin çiçeklerinden ve tohum yataklarından elde edilen, vücutta kullanıldığında sarhoşluk ve keyif veren bitki parçalarının ve uyuşturucunun halk arasındaki adıdır. ... Kuzey Amerika'da esrara marijuana (marihuana) denir MARJİNAL1.MATEMATİK TERİMİ birimleri matematik anlamda değişken olabilen.2.mec.toplumda, türdeş bir kümenin içine girmeyen, onun en ucunda yer alan, aykırı (kimse)."O marjinal bir ressamdır" MASS MEDIA Kelime anlamı olarak "Mass" Parça, top, kitle, külçe, yığın, küme, çokluk, hacim, cisim... kelimelerinin karşılığıdır. "Media" ise (çoğul) vasıtalar, araçlar anlamında kullanılır. İngilizceden dilimize de geçmişolan "The media" "Medya" kelimesi, en temel noktada gazeteler, mecmualar, radyo, televizyon gibi yayın araçlarının bütünü karşılayan bir kullanıma sahiptir.Dilimize "kitle iletişim araçları" olarak çevirilse de, aslında mass media bu günlük anlatımdan çok daha fazlasıdır. MESLEKİ REHABİLİTASYON NEDİR? Mesleki rehabilitasyon; yaralanma, hastalık ya da herhangi bir nedenle çalışma rolleri kısıtlanmış. bireylerin, işle ilgili fonksiyonel kapasitelerini ve yaşam kalitelerini yeniden kazandırma, işe geri dönüş veya. yeni bir iş için karşılaşılan engellerin üstesinden gelme sürecidir. METRONOM MÜZİK TERİMİ bir müzik parçasının hangi hızla çalınması gerektiğini gösteren araç. MİLENYUM isim (mile'nyum) İngilizce millenium isim Binyıl MOTTO isim İtalyanca motto isim Özdeyiş, slogan MUHABİR BANKA Nedir, Ne Demek Bir bankanın şubesi olmayan yerlerde adına işlem yapmaya yetkili kıldığı banka. MÜZEKKERE ad1.bir iş için, ilgili üst makama yazılan yazı. 2.HUKUK TERİMİ yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığı yazı. NAPALM -Mİ isim, kimya Fransızca napalm isim, kimya Yangın bombalarının doldurulmasında kullanılan, alüminyum veya sodyum palmitatla kıvamlaştırılmış madde NEOLİBERALİZMYeni dönemle birlikte liberalizmin yeni bir formu ya da yeni bir yorumlanış şekli neoliberalizm adıyla ortaya çıktı. Modern liberalizmin devlet karşısında bireyi güçsüz bırakmasına eleştirel yaklaşan neoliberaller Adam Smith’in ulusların refahı konseptli kurucu prensiplerine geri döndü. Adam Smith piyasada ekonomik aktivitenin devlet tarafından değil de “görünmez bir el” tarafından sürdürülmesi gerektiğini öne sürmüştü.Neoliberalizme göre bireylerin serbest piyasada istedikleri gibi üretmesine ve satmasına olanak sağlamak topluma çok büyük bir refah getirecektir.Neoliberalizm aynı zamanda klasik liberalizm olarak da adlandırılır. Çünkü neoliberalizm liberalizmin ilk çıktığı 18. yüzyıldaki orjinal prensipleri temel alır. Neoliberalizm pazarın ve piyasaların devlet denetiminden kurtulması gerekliliğini ve kamu kuruluşlarının özelleştirilmesini şiddetle savunur.Neoliberalizm, öncelikle laissez-faire ekonomik liberalizmi ile ilişkili 19. yüzyıl fikirlerinin 20. yüzyıldaki yeniden doğuşuna atıfta bulunmaktadır. NİTEKİM bağlaç nasıl ki, gerçekten, sonunda, sonuç olarak."Yapmayın, başınıza iş gelir dedim, nitekim de öyle oldu" ODİTORYUM isim (odito'ryum) Fransızca auditorium 1. isim Etkinlik merkezi 2. Antik Roma'da halkın ozanları dinlemek üzere toplandığı yer OKKA eskiden kullanılan, bin iki yüz seksen üç gramlık bir ağırlık ölçüsü birimi. ÖTANAZİ (Yunanca: ευθανασία - ευ, eu, "iyi,güzel"; θάνατος, thanatos, "ölüm"), bir kişinin veya bir hayvanın yaşamını, yaşamlarının dayanılamayacak durumda olarak algılanması sebebiyle, acısız veya çok az acıtan bir ölümcül enjeksiyon yaparak, yüksek dozda ilaç vererek veya kişiyi yaşam destek ünitesinden ayırarak sonlandırmak. PARADOKS 1.kökleşmiş inançlara aykırı olan düşünce, aykırı kanı.eş anlamlısı: karşıtlam 2.kimi zaman şaşırtma amacı güden, aykırı duygu ve düşünce. eş anlamlısı: karşıtlam PARAMİLİTERBir yarı askeri ya da paramiliter güç, işlev ve örgütlenme olarak askeri ancak düzensiz gönüllülerden oluşan devletçe desteklenen bir tür yapı. Terim Yunanca harici anlamına gelen para ve asker anlamına gelen militer sözcüklerinden türemiştir. PATOLOJİ HEKİMLİK TERİMİ hastalıklar bilimi. PATRİOT sisteminin özellikleri Patriot füzelerinin özellliklerini kısaca şöyle özetlemek mümkün.Üretici: Raytheon.Menzil: Yaklaşık 160 km.Hedef: Patriot füzesavar sistemi uçakları, taktik balistik füzeleri, cruise füzelerini ve insansız uçakları vuracak şekilde tasarlandı.Kullanımı: Patriot'larda ayrı ayrı ateşlenebilen füze bataryaları bulunuyor. Bilgisayar sistemine bağlı bir radarla hedefini izliyor. Bilgisayardan hedef seçebilen askeri personelin ateşleme mevziine yakın olması gerekmiyor. PAZEN isim (pa:zen) Fransızca basin isim Dokuması kalın, sık ve yumuşak, bir tür pamuklu bez 1.pamuktan, kalın, sık ve yumuşak dokunmuş bir tür basma 2.pazenden yapılmış. PETROL RAFİNERİSİ Arıtımevi, ham petrolün işlenip, benzin ve dizel gibi daha kullanışlı petrol ürünlerine dönüştürüldüğü üretimliktir. Arıtımevleri genelde büyük borular ile donatılmış geniş alan kaplayan yapılar görünümündedirler.Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü ya da kısaca OPEC, net petrol ihraç eden ve bilinen dünya petrol rezervlerinin üçte ikisini ellerinde bulunduran 12 ülkenin oluşturduğu konfederasyondur PETROPOLİSBrezilya'da bir kent PİYASA isim (piya'sa) İtalyanca piazza 1. isim Satıcıların mal satmak için bir araya geldiği yer, Pazar "Şimdi de pazar, piyasa yerlerinde, mahalle dolaylarında tanır, sayarlar." - M. Ş. Esendal 2. Bir yol üzerinde gidip gelerek gezinme"Kahvenin önünden dört beş kere daha geçer, akşam piyasasını yapardım." - S. F. Abasıyanık 3. Alışveriş fiyatı, geçerli fiyat"Sonbaharda, yakında açılacak tütün piyasasının haberleriyle ümitlenir, tasalanır, yüzleri bir gün gülerse beş gün kederli kalırdı." - N. Cumalı 4. ekonomi Arz ve talebin karşılaştığı alan 5. Ortalık "Bunlardan bir kısmı bugün piyasada alaturka çalgıcılığın en ileri gelenlerindendir." - O. C. Kaygılı REÇİNE1.kimi bitkilerde, özellikle çamlarda oluşan, katı ya da yarı akışkan, organik salgı maddesi.2.KİMYA TERİMİ sonsuz polimerleşmeyle elde edilen, büyük moleküllü yapay madde. REESKONTbir bankanın, elinde bulundurduğu ve henüz ödeme zamanı gelmemiş senetleri bir başka bankaya ıskonto ettirmesi. REKOLTE isim (reko'lte) İtalyanca raccolta isim Tarımda bir yılda derlenen ürünlerin bütünü"Bu yılın buğday rekoltesi umulandan çok az." RELİKTİN kelime anlamı, kalıntı, eskiden kalma, günümüze gelmedir. Relikt bitki paleoklimatik koşullarda yetişerek yaygın bir durum alan, fakat iklim koşullarının değişmesi üzerine günümüzde zorlukla yaşamını sürdüren bitki toplulukları ve bunların üyeleridir. SALAŞad1.sebze, meyve vb. satmak için, derme çatma bir biçimde kurulmuş, eğreti dükkân.2.ad & sıfat tahtadan yapılmış (baraka). Bankalardaki mevduat ile bu mevduata karşılık bulundurmak zorunda oldukları nakde çevrilebilecek değerler arasındaki ilişkiyi ifade eden disponibilite oranı piyasanın likiditesini etkileyen bir para politikası aracı olarak kullanılmaktadır. SANSASYONELbüyük ilgi çeken, heyecan yaratan. SENATO..’./ad1.TARİH TERİMİEski Roma’da özellikle soylulardan oluşan yöneticiler meclisi.2.(günümüzde kimi ülkelerde) yaşlarına ve eğitimlerine göre seçilmiş üyelerden oluşan ve millet meclisinden ayrı olarak çalışan, kendine özgü kimi görevleri ve yetkileri bulunan yasama meclisi. SEYİR FÜZESİ (İngilizce: Cruise missile) kaldırıcı kuvvet olarak kanatçıklarının yardımıyla havanın dinamik yapısından, sürüklenmeyi dengelemek için de çekiş kuvvetlerinden bunun içinde jet motorundan faydalanan güdümlü bir füze sistemidir. SIĞLATürkiye’nin Muğla yöresinde yetişen, boyu 20 metre olabilen, çınar görünüşünde bir ağaç. SİNERJİ isim Fransızca synergie 1. isim Artı güç 2. Görevdaşlık 3. Bir işi yapmak ve sonuçlandırmak için varılan ortak istek, güç SİYAM bugün Tayland olarak bildiğimiz ülkenin 1939'dan önceki adıdır. Literatüre giren ilk yapışık ikiz vakası 1811 yılında Siyam'da yaşandığı için bu şekilde adlandırılmış. O coğrafyada bulunan özel bir tür olan siyam kedisi ile alakası bundan ibaret. SOFİSTİKE1.çok gelişmiş, çok karmaşık olan, çok özel (aygıt, iş, durum vb.).2.çok yapmacıklı davranan (kimse). SOKU isim halk ağzında1. isim Taş dibek"Evlerinin önü bulgur sokusu / Yel estikçe gelir yârin kokusu" - Halk türküsü 2. Dibekte, havanda tahıl dövmeye yarayan tokmak SPEKÜLASYONSpekülasyon, arbitrajın aksine, mevcut piyasa yapısının değerlendirilmesi sonrasında oluşan beklentiler dikkate alınarak ve risk üstlenilerek kazanç sağlayabilme çabasıdır. Spekülasyon bir suç değildir.1.FELSEFE TERİMİ eylem alanına geçmeyen, yalnızca bilmek ve açıklamak ereğini güden, kuramsal düşünce.eş anlamlısı: kurgu 2.TİCARET TERİMİ vurgun2, vurgunculuk. SPONTANEsıfat & belirteç1.kendiliğinden (olan).2.anında yapılan. STATÜKO isim Latince 1. isim Süregelen düzenin korunması durumu, sürer durum 2. Yürürlükte bulunan antlaşmalara göre olması gereken veya süregelen durum, sürer durum SÜBVANSİYON: bir ürüne vb. devletçe yapılan para yardımı."Hükümet, buğdaydaki sübvansiyonu kaldırıyor"eş anlamlısı: destekleme ŞEŞPER(ﺷﺸﭙﺮ) i. (Fars. şeş “altı” ve per “kanat” ile şeş-per) 1. Ateşli silâhların îcâdından önce kullanılan altı dilimli bir savaş âleti; gürz, topuz, bozdoğan: Bir avuç gevher saçardı âleme gûyâ kefin / Saldığınca düşmene gâhî murassa’ şeşperi (Nef’î’den). Canlanır vecde gelir söz leb-i i’câzında / Duyulur ka’r-ı beyânında sadâ-yı âhen / Darb-ı şeşperle çıkan ka’kaa miğferlerden (Tevfik Fikret). 2. Hızını arttırmak için arkasına kanat takılmış ok. 3. Bilhassa Rifâî tekkelerinde zikir esnâsında kullanılan ve şeyhin izniyle vücûda saplanan topuz: Duvarlarda dînî resimler, nikaplı Hazret-i Ali’nin resimleri ve daha türlü remizli resimler görüldüğü gibi yine duvarlarda bâzan şişler, teberler, şeşperler, lobutlar hele Rifâî dergâhlarında sık sık yer alır (Mâlik Aksel). bileşik & ad eskiden savaş aracı, silah olarak kullanılan altı dilimli topuz. TAMİLLER Hindistan'ın güneybatısındaki Tamil Nadu eyaletinde ve Sri Lanka'nın kuzeyinde yaşayan etnik grup. Yaklaşık iki bin yıllık yazılı bir geleneğe sahip olan Tamilce dilini konuşurlar. TEDÂÎ(ﺗﺪﺍﻋﻰ) i. (Ar. du‘ā – da‘vā “çağırmak”tan tedā‘і) [Aşağıdaki anlamda Türkçe’de türetilmiştir] Bir şeyin başka bir şeyi hatıra getirmesi, çağrışım: Tedâî ile Almanya’yı, Almanlık’taki sırrı, Almanlar’ın sıhhatini, saâdetini, neşelerini hatırlıyordum (Ömer Seyfeddin). Aynı tedâî ile bu sefer çelik kanatlımın hangi ufuklarda bomba savurduğunu tahayyül ederdim (Aka Gündüz). Mehmed Tevfik, Nâci edebî halkasına girdikten sonra uzak mânâ tedâîlerinden meydana gelen sanatların, kelime tenâzurlarından meydana gelen hünerlerin ardında koşmaktan vazgeçmiştir TEKNOKRASİdevlet yönetiminde ve ekonomide son sözün, seçimle yönetime gelen siyasacılarda değil devletin üst düzey yöneticileriyle iş adamlarında ve ekonomi uzmanlarında olmasına dayanan siyasal düzen. TELEKULAK bir kimsenin telefon konuşmalarını, gizli yolla ve yasadışı olarak dinleyen kimse anlamında yakıştırma biz sözcük. TRÖST isim, ekonomi Fransızca trust isim, ekonomi Aynı alanda iş yapan çeşitli ortaklıkların hisse senetlerinin, bir denetim teşkilatına teslim edilmesi ve yönetimin bir teşkilatı yöneten gruba aktarılmasıyla oluşan, tekelci sermayedarlığa dayanan ortaklıklar birliği ÜNİTER sıfat Fransızca unitaire 1. sıfat Birlikçi, birlikten yana, birleştirici (siyaset) 2. Merkeziyetçi VERBALİZM Söz veya yazıda fikirden çok kelimelere ağırlık verme, çok büyük şeyler söylüyormuş hissi uyandırma eğilimi, boş-sözcülük, lâfzıye, lâfazanlık.
  3. Word de İçindekiler, dizin, kaynakça oluşturma Alfabetik sıralama
  4. İslamiyete Göre Giyim Kuşam Şartları Nelerdir? İslamiyete göre giyim kuşam şartlarından biri şeffâf ve avret yerine yapışacak darlıkta olmamaktır… Zîrâ, avret yerlerini[1] örtecek, soğuk ve sıcağın zararını giderecek vasıfta elbise giymek farzdır.[2] İleride de genişçe anlatılacağı gibi, bir elbisenin avret yerlerini örtecek vasıfta olması, hacmini belli etmeyecek büyüklük ve genişlikte olmasını da gerektirir. “Cehennemliklerden (henüz) görmediğim iki sınıf vardır: Yanlarında sığırların kuyrukları gibi kamçılar bulunan ve onlarla insanlara vuran bir kavim ve giyinmiş çıplak kadınlar…”[3] hadîsini iyi bir düşünsünler. Bu, erkeklerle değil, kadınlarla alâkalıdır, diyerek de işi geçiştirmesinler. Zîrâ, hadîsde husûsiyetle kadınların zikredilmesi, şu hâl, erkekleri de kapsamadığından değil, daha çok kadınlarda bulunduğundandır. Evet, avret yerlerini örtecek, göstermeyecek ve hacmini belli etmeyecek büyüklük, genişlik ve kalınlıkda olan bir elbise giymek lâzimdır. Bu Husûs İle Alâkalı Birkaç Rivâyet: 1. Üsâme İbn-i Zeyd (şöyle) dedi: Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem bana, Dihyetü’l-Kelbî’nin O’na hediye ettiği kalın Kubtıyyeler’den, ya’ni bir çeşit ince Mısır kumaşlarından giydirdi. Ben de onu hanımıma giydirdim. Bunun üzerine Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem bana, ne oldu sana, Kubtıyye’yi neden giymiyorsun? dedi. Onu zevceme giydirdim, dedim. Bunun üzerine Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ona emret elbisesinin altına iç kaftan (astar) koysun. Çünki ben, (şu kubtıyyesinin) kemiklerinin/vücûdunun hacmini belli etmesinden korkuyorum”[4] 2. Hişâm (şöyle) dedi: “Münzir İbnü’z-Zübeyr ‘Irâk’dan geldi. Esmâ binti Ebî Bekr’e, gözleri kör oldukdan sonra, ince Merv kumaşının Kuhustân örgüsünden olan bir elbise gönderdi.” (Hişâm devamla şöyle) dedi: “(Esmâ) eliyle elbiseye dokundu ve ‘üf! elbisesini ona geri veriniz’ dedi.” (Hişâm), “Bu, Münzir’e ağır geldi ve (şöyle) söyledi,” dedi: “Anacığım!.. O, altını göstermez.” (Esmâ da), “O, altını göstermese de, kesinlikle belli eder” dedi.[5] 3. Abdullah İbnü Ebî Seleme’den rivâyet edildi: Ömer İbn-i Hattâb radıyallâhu anhu insanlara Kubtıyyeler giydirdi ve zevceleriniz bunları giymesin, dedi. Bir adam, “Ey mü’minlerin Emîri! Ben onu hanımıma giydirdim. Evin içinde geldi gitti ve ben o elbisenin, altını gösterdiğini görmedim” dedi. Bunun üzerine, Hazre-i Ömer radıyallâhu anhu, Altını göstermese de vasfeder/belli eder”[6] dedi.[7] Mes’ele’nin Usûl Tarafı Kur’ân ve Sünnet’de avret yerlerini örtmek bir emr/emir,[8] açmak da bir nehy/yasak’dır.[9] Şu emir ve nehiylerden her birinin, -biribirinden ayrı va müstakıl düşünülmeleri hâlinde bile- birer fıkhî hükmü vardır. Aksi delîllerle sâbit olmadıkça, emrin mûcebi/gereği vâciblik,[10] nehyin mûcebi de harâmlıkdır.[11] Yine, şu husûstaki emrin ve nehyin -biribirlerinden ayrı düşünüldükleri takdîrde-, zıdlarının ayrı ayrı hükmü nedir? Usûl-i Fıkıh’da, Emr’in ve Nehy’in/yasağın zıdlarının hükmü var mıdır, varsa, nedir? süâli, değişik şekillerde cevâblanır. Kısaca şöyle denmektedir: Bu husûsta âlimlerce ihtilâf edilmiştir. Sahîh olan, (emrin zıddını yapmak) emir ile kasdedileni ortadan kaldırıyorsa harâm, yasaklananın zıddı yasağı ortadan kaldırıyorsa, vâcibdir/farzdır. Kaldırmıyorsa, emrin zıddı mekrûh, yasağın zıddı Sünnet-i Müekkededir.[12] Bu kelâmın hâsılı, bir şeyin vücûbu (farz ve vâcib oluşu) terkinin harâm olduğunu, bir şeyin harâm oluşu da onu terk etmenin vâcib olduğunu gösterir. Bu, hakkında tartışma düşünülemeyecek bir şeydir.[13] Bir görüşe göre bir şeyi emretmek zıddını yasaklamayı, bir şeyi yasaklamak da zıddını emretmeyi gerektirir. Bize göre de, bir şeyi emretmek zıddının mekrûh olmasını, bir şeyi yasaklamak da zıddının vâcib bir sünnet olmasını gerektirir. Bu bir şeyi emretmek zıddının mekrûh olmasını gerektirir şeklindeki temel kaidenin faydası vardır. Çünki emrolunanın zıddında sâbit olan harâmlık emirle hedeflenmeyince ancak emri ortadan kaldırması bakımından mu’teber olur. Ya’nî emredilenin zıddıyla oyalanılıp da emredilen yok edilirse yok edilmesi harâmdır. Ama emredilen şeyin bu zıddı o emredileni ortadan kaldırmıyorsa, o zıddı işlemek mekrûh olur… İşte yasaklama zıddının sünnet olmasını gerektirdiğinden dolayı, ihrâmlı kimse dikili elbise giymekten yasaklanınca izâr ve ridâ giymek sünnet oldu dedik. [14] Hâsılı; Şâyet; vücüdun mahrem yerlerinin hatlarını belli etmeyecek genişlikte elbise giymek emredilmiştir. Bu emri terk ederek vücûd hatlarını belli edecek darlıkta elbise giymek harâmdır, Veya, Vücûd hatlarını belli edecek darlıkta bir elbise üzerinden avret yerini göstermek yasaklanmıştır. Bu yasağın zıddı olan avret yerlerini belli etmeyecek genişlikte olan (meselâ şalvar ve onun gibi) bir elbise giymek vâcib derecesinde bir sünnettir, denilse, ulemâ efendilerimiz ne buyururlar? İlim dâiresinde şu söze karşı söylenebilecek bir şey elbette olamaz. Ancak, cehâlet, şartlanmışlık, yobazlık ve sapmışlık çerçevesinde ise kim ne derse, şâkilesince/yapısınca amel etmiştir. Bir Takım Fetvâlar Zehîre’de ve diğer kitâblarda (şöyle bir fetvâ) vardır: Eğer kadın üzerinde elbise varsa, cesedini düşünmekde bir (bakma) zarar(ı) yokdur. Bu, elbise altını vasf edecek şekilde (cesede) yapışmış olmadığı ve altını vasf edecek/belli edecek şekilde ince olmadığı zamândır. Böyle olmazsa, o zamân kişinin ona bakmaması lâzımdır. [(Zehîre’nin fetvâsı) bitti.] Et-Tebyîn’de (şöyle bir ifâde) vardır: Dediler ki, “Kadının bedeninde, üzerinde bir elbise varken, (şu elbise) altını belli etmediği müddetçe düşünmekde bir (bakma) zarar(ı) yokdur. (Üzerinde) altını belli eden bir elbise varsa, (kişi) o zamân ona bakmaz.… Yine, çünki, elbise bedenin altını belli etmez ise, uzuvlarına/organlarına değil de elbisesine ve boyuna bakmış olur. Böylece, içinde kadının bulunduğu bir çadıra baktığı zamân gibi olur. Vasf ettiği zamân da uzuvlarına bakan biri olur.” [(“Tebyîn”in ibâresi) bitti.] Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki; “Bu ibârenin ifâde ettiği ma’nâ şudur: Bir elbiseye (mahrem) uzvun hacmini belli edecek bir şekildeyken bakmak, o elbise, cild ondan görünmeyecek bir biçimde kalın bile olsa, yasaktır… Buna göre, Başkasının avret yerine, oraya yapışmış ve hacmini belli eden bir elbise üzerinden bakmak helâl olmaz.”[15] (İbn-i Âbidîn’in sözü bitti.) Yağlı boya ile kalın bir şekilde boyanmış bir avret yerinin -derisi kesinlikle görünmese ve dar elbiseden bile daha çok örtücü olsa da- buna hiçbir akıllı mü’min tesettür diyemez. “Cehennemlik (henüz) görmediğim iki sınıf vardır: Ellerinde sığırların kuyrukları gibi kamçı bulunup onlarla insanlara vuran bir kavim ve giyinmiş çıplak kadınlar…”[16] hadîsini bir düşünsünler ve sözü edilen hadîs kadınlarla alâkalıdır, erkeklerle değil diyerek işi geçiştirmesinler. Zîrâ şu hadîsde geçen kadınlar ifâdesi, hükmün onlara hâs olmasından değil de, bu hâlin çok kere kadınlarda bulunması sebebiyledir. Okuyanların affına sığınarak diyoruz ki, Oturduğunda, gezdiğinde, edeb yerleri hangi bacağı tarafında yuvalandığı herkesçe görülebilen, rükû’ ve secdeye vardığında arkasının hatları girintili, çıkıntılı engebeli hâliyle çirkin bir şekilde ortaya çıkan bir kimsenin hâli İslâm ölçülerine göre cidden hazîn olup, hiç olmazsa bu mes’elede konuşmaktan biraz olsun utanması dahî îmân îcâbıdır. Zîrâ, Hayâ îmândandır… Devam edecektir… Dipnotlar [1] Erkeklerde diz kapakları ile göbek arası, kadınlarda, bütün vücüd. [2] Multeka (Dâmad Şerhi ile):2/531 [3] [sahîh-i Müslim (Nevevî Şerhi ile):14/109,110], Ahkâmu’l-Avret ve’n-Nazar:… [4] [Ahmed (5/205), Zıyâ el- Makdisî, “el-Muhtâreh” (11/441), Taberâ nî, el-Kebîr (1/160), Beyhekî, Sünen-i Kübrâ (2/234), İbn-i Sa’d, Taba kât (4/64-65) (Sââtî), El-Fethu’r-Rebbânî’de, Heysemî’den şunları nakletti: Bu(hadîsin isanâdı)nda Abdullah ‘Abdullah İbn-i Ukayl vardır ki O’nun hadîsi Hasendir ve O’nda zayıflık vardır. Kalan râvîleri sağlam kimselerdir. (17/301)], Muhammed Ahmed İsmâîl, Avedetü’l-Hicâb, el-Kısmü’s-Sâlis el-Edille: 151 [5] [İbn-i Sa’d, Tabakât (8/184)], Muhammed Ahmed İsmâîl, Avedetü’l-Hicâb, el-Kısmü’s-Sâlis (c.3) el-Edille: 149 [6] [beyhekî, Sünen-i Kübrâ (3/234-235), İbnü Ebî Şeybe, Musannef (8/195) benzer bir ifâdeyle. İn lem yeşiffe fe innehû yesıfu sözünün ma’nâsı, altı görünmese bile, inceliği sebebiyle altını vasfeder; belli eder, demektir. El-Fâik fî Ğarîbi’l-Hadîs (3/153) Mâlik (şöyle) dedi: “Bana Ömer radıyallâhu anhu’nun kadınlara Kubtıyye giymelerini yasakladığı ve ‘altını göstermese de vasfeder/belli eder’ dediği (rivâyeti) ulaştı.” Mâlik (şöyle) dedi: Vasfeder demenin ma’nâsı, deriye yapışır demektir. El-Bâcî, Müntekâ (7/224)], Muhammed Ahmed İsmâîl, Avedetü’l-Hicâb, el-Kısmü’s-Sâlis (c.3.) el-Edille:149 [7] “Şu rivayetlerde Kubtıyyelerin kadınlar tarafından değil de giyilebileceği görülmektedir. Oysa bunlar şu yazıda erkeklerin de tesettürünü içine alacak şekilde delîl olarak ileri sürülmektedir denilecek olursa, deriz ki: Kadınların avret yerleri bütün vücudlarıdır. Dolayısıyla onlar için bu tür elbiseler hiçbir şekilde elverişli değildir. Erkeklerin ayre yerleri ise diz kapak ile göbek arası olduğundan onların bu nevi kumaşlardan elbise giymeleri her zaman avret yerlerinin belli olmasına sebep olmayabilir. Arada mühim bir fark vardır. Bizim istidlâl mahallimiz elbisenin, avret yerlerinin belli olacağı bir şekilde giyilemeyeceğidir. [8] Nûr:30,31, A’râf:31, Avretini hanımın veya câriyenden başkalarından koru. ([Tirmizî:2670, Buhârî, kesin ifâdeyle Muallak olarak: 1/266], Ahkâmu’l-Avret ve’n-Nazar:23) [9] Nûr:30, 31, Erkek kadının, kadın da erkeğin avret yerine bakmasın. ([sahîh-i Müslim, Kitâbu’t-Tahâret, Avret yerlerine bakmanın haram kılınması bâbı, 4/30], Ahkâmu’l-Avret ve’n-Nazar:23 [10] İmâm Serahsî, Usûlü’s-Serahsî:1/14-19 [11] İmâm Serahsî, Usûlü’s-Serahsî:1/78-94 [12] Mahbûbî, Tenkîh (Tevzîh ve Telvîh ile): 1/422 [13] Teftâzânî, et-Telvîh: 2/423 [14] İmâm Nesefî, el-Menâr (Şerh-i İbn-i Melek ile): 192-193, Hüssâmî, El-Müntehab: 54, El-Matba’u’l-Müctebâî-Delhi. [15] İbn-i Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr: 1/321 [16] [sahîh-i Müslim (Nevevî Şerhi ile): 14/109,110], Müsâid İbn-i Kâsim el-Fâ lih, Ahkâmu’l-Avret ve’n-Nazar: 171-172
  5. "Gezegen de, evren de, canlılar da... Her şey... Kendiliğinden oluşmuyorsa, allah nasıl kendiliğinden var? Üstelik de sonsuz güçlü ve zeki! Bu zeka ve güç nerden kaynaklandı? Durduk yerde bunlar olmaz. Nerden oldu?" " Zeka ve güç durduk yerde gökten de yağmaz, kendiliğinden de olmaz. Bunların evrimle kazanılması gerekir. Başka bir yolu yoktur." Yine aynı yere dönüp geliyoruz. Evrimle olunca yine kendiliğinden olmuş oluyor. Çünkü onu oluşturan şey nasıl oldu sorusunda tıkanıp kalmaktasınız Sana verdiğim sandalye örneğini tekrar hatırla. Hepsinin bir sebebi var. Böylece ezele kadar gidemez. En başta sebepsiz olan bir varlık olmalı. Sen Allah'ı reddetsen de onun yerine evreni ya da maddeyi koymak zorunda kalıyorsun. Bu sözcükler Türkçe'de var zaten. Senin kelime dağarcığın yetmiyorsa ben ne yapayım? Bunlar Arapça ise Türkçe karşılığını getirsene! Bunlar mecazidir. Hakkı duymayan, söylemeyen ve görmeyen için kullanılır, hakaret değil. Ama o büyük çelişki de bunama ihtimalini yükseltmekte. Neticede dediklerim %100 doğru. Konuyu başka yerlere çekmekte ustasınız, soruları atlamada da... Ayrıca alıntı yaparken sözcükleri kesip çarpıtma yapmaya çalışma. Sen ifadelerin doğru olup olmadığına bak. "Boşuna demedik, allahın olmadığını kanıtlamak su içmekten daha kolaydır diye. " Ne diyeyim şimdi ben... Biz ay takvimini kullanırız çünkü bütün dini işlerimiz ayın hareketlerine göre Zekat, hac, keffaretler... O yapının küp şeklinde yapılma amacı yoktu, küpe benzediği için öyle dendi Suheyla, 30 Haz 2016 - 20:52 tarihinde, dedi ki Malesef sorun belkide cok cok daha buyuk. Kuran'da ayni zamanda oldurun, kesin, geberttin diyede yaziyor. Mademki bu kutsal sandiklari kitapta boyle yaziyor, siddetle kalkip, siddetle oturmak - tabii ki Allahin adina - cok munasip oluyor. Eslerini, kizlarini, kiz kardeslerini siddetle hizaya getiren bir kultur, ayni zamanda masum insanlarida hice sayip hava alanlarinda insan oldurmek bunlar icin zor olmuyor. Elbette, masumlarin olmesi insaniyeti uzuyor. Ama iyi ve guzel insanlarda bu siddet kaynagi olan Kuran'in kutsallagini onaylayip, siddet seven Allahin devamini sagliyorlar. Galiba cikmaz sokak derken, bundan kast ediyorlar. Yok daha neler konuyu nereden nereye getirip çarpıttın. Kesmek gebertmek gibi kelimeleri uydurma. Öldürme var tabii ama sana saldırana karşı kendini korumayacak mısın? Dünya tarihi savaşlarla dolu. İslam savunma gayesiyle savaşır. İslamı zorlama caiz değil çünkü Ben Fatiha'nın manasını da Arapça'yı da iyi derecede biliyorum. Sorun senin çelişkin. Hem manasını bile bilmiyorlar diyorsun hem de tefsirler de geçen şeyleri biliyorlarmış gibi ya da o manada bunu okuyorlarmış gibi ithamda bulunuyorsun. Yahu manasını bilmiyen adam tefsirini nasıl bilsin. Bu arada ben zaten biliyorum tefsirlerde öyle geçtiğini ama mesele senin çelişkin... Birçok tefsir okumuş gibi konuşmanda ilgi çekici
  6. Subhanallah, sanırım bunuyorsun. Allah, hidayete ermek istemeyeni nasıl da saptırır, karanlıklar içinde kör sağır ve dilsiz bırakır. İbret alıyorum... Ateistlerin ortak özelliği: Cevaplayamadıklarını geç O kadar saçmalıyorsun ki arkadaşların bile mahcup oluyordur. Yaratmak Allah'a hastır. yaratan İlah'tır "gibi bir suru isimler vardi. Ne oldu bu Allahlara? Olduler. Senin bildigin Kurandaki Allahda olecek." onlar ilah değil çünkü Allahlara denmez sözde ilahlar/bîhak tapılan ilahlar denir. Allah o tek olan İlah'ın ismidir. Özel isim gibi düşün... Islam dini insanin dusunme yeteneklerini zayiflatiyor. fatihanın manasını öğrenmeyenlerden dolayı bu bağlantıyı kurmak ateist işidir... Hic manasini anlamadiklari bir FATIHA okurlar. Hiristiyanlara, Yahudilere kotu soz ederler. fatihada Hristiyan ve Yahudilere ne deniyor mesela? Yahudi ve hristiyan kelimeleri neresinde geçiyor Bunu bir yere bakmadan cevapla lütfen <> " Bu yuzden, senin bildigin Allah bu evreni yaratan olamaz. Bu kadar sacma olamaz." Sözlerinde inat görüyorum, tefekkür, tedebbür, tezekkür ve teemmül zaafı da... Allah hidayet nasip etsin hepinize...
  7. ispat kolay değilse o zaman sizin çok ama çok daha fazla uğraşmanız gerek. Neticede 2 türlü de kaybedeceksiniz(Tabii sizce, bizce olmama olasılığı yok) Belki de mümkün değil" diyerek şüpheni izhar ediyorsun. olmayan ispat edilmez ki Bu alemde her şey O'nun varlığına alamettir. Zaten bu yüzden alem denmiş. Ama hakkı, hakikati arama peşinde olmayan, inanmamaya inanmış kişiler için gerçek değişmez. kör görmüyor diye yok diyemeyiz.siz nasıl bir delil istersiniz ki inanasınız? Allah ın varlığı sizce nasıl ispat edilebilir? Görmediğimiz şeye inanmayız mı diyorsunuz?! "Kendiliğinden gezegen bile olmuyorsa kendiliğinden güçlü ve zeki bir tanrı nasıl oluyor! " diyorsun ama evren oluyor diyorsun! senin Allah kavramın farklı. İlah olan sonradan olmaz, bir şeyden olmaz, bir şeye benzemez, her şeye gücü yeter. bir şeyden mi oldu denmez çünkü o zaman olduğu şey ilahtır dememiz gerekirdi ama birden fazla ilah olmaz. başlangıcı olmayan birşey ancak ilah olur iyi düşün demiştim. "tekdüze, basit ve özelliksiz bir başlangıç olmalı." diyorsun kendi kendinize uydurduğunuz şeylerden bahsetme. niye öyle olmalı ki? neye göre neye dayanarak söylüyorsun. Böyle bir basitlik ve özelliksizlikten böyle mükemmeliklerin olduğuna inanmak akıl işi değil. Her şeyi bir yapıcısı varken bu alemdeki mükemmellikleri görmemek körlükten başka bir şey değildir. Öyleyse daha fazla mesai yapmalısın... İnanmak fıtridir.
  8. lakin evrende her şeyin bir sebebi bir de müsebbibi var. Sen kendi kendine hiç bir müsebbibi olmadan bir gezegenin oluştuğunu gördün mü? Bu mümkün değilken madde nasıl oldu kendi kendine? Kadim olan bir şey ilah olur iyi düşün! ön ayakları olan sandalyeyi yine kendisi gibi bir sandalyenin ayakta tutttuğunu düşün. böylece ezele kadar gidemez 4 ayaklı bir sandalye olması şart! Kendince olmayan bir şey hakkında konuşuyordun ama!..
  9. Madde sonsuzdan beri vardır diyorsun. Yani madde kadim, başlangıcı yok. Bu durumda madde herhangi bir sebebe bağlı olmadan mı oluştu. Lakin biz maddeye, evrene baktığımızda hep bir sebep görüyoruz. Hiçbir şey kendi kendine oluşmuyor. Hep bir sebebi var. Bu durumda madde kendi kendini mi yarattı? Çünkü kadim olan bir şey yalnızca ilah olur. Sonsuz azaba inanmayıp da bunu tehdit olarak algılaman çok ilginç. Ben sadece böyle bir şeye karşı emin olmanız gerek diyorum. Yatalak küçük bir çocuk seni camdan atacağım dese bunu tehdit sayar mısın ki Allahınız yok diyorsun. hem de azap mazap filan da edemez diyorsun ya en azından bu yüzden diyebilirdin. azap mazap filan da edemez sözü, var ama edemez demek oluyor heralde... "Sonsuzdan beri kendiliğinden zeki ve güçlü varlık varsayımı saçma ve olanaksızdır." diyorsun, ama bu alem kendi kendine oldu diyorsun! O zaman bugün var olan zeka ve güç nasıl kendi kendine oldu? O zaman yaratılmış olmalı. Sen de evrime mi tapıyorsun yoksa... buna takılıp kalman ilginç. Yazdıklarımın siyak ve sibağına bakarsan çelişki olmadığını göreceksin. islamdaki mücerret aklı bilmiyor olabilirsin... Ben karşımda inanmayan birine karşı bunu kullanırım, ne yani sana Allah'ın varlığını ispat için ayet mi getireyim? sen önce saçmalıklarını düzeltmeye ve yukardaki gibi sorulara cevap vermeye çalış. Böyle sıyrılamazsın...
  10. Sorularım cevapsız kalıyor... Ben sadece mücerret aklı kullanıyorum demiyorum... Aklın yolu birdir. temel ilkeler olmazsa deliller ikame edilmez ve tartışmalar bir işe yaramaz...
  11. Allah kendini yaratmadı. Bu alemin bir başlangıcı var diyorsan bunu yalnızca başlangıcı olmayan bir şey yapabilir.O da Allah'tır. Yok eğer bu alemin başlangıcı yok diyorsan bu alemi ilah saymış olursun. halbuki bu alemin veya tabiatın ilah olması mümkün değil. Çünkü her şey değişir. Ya hareket eder ya da sabit durur. Değişen her şey hâdistir. Hâdis ise yaratıcı olamaz... "Sonsuzdan beri zeka ve güç var olamaz.2 diyorsun.Sonra da "Basit bir kuantumsal temel olabilir ve bundan evrilerek zeka ve güç gelişir. Mantıklı akılcı olan budur. Allah da evrim sonucunda evrilerek oluştuysa başka..." diyerek şüpheni izhar ediyorsun. Sonsuz azaba namzet biri olarak şüphe duymamalısın. Sonsuzdan beri bir şey var mı yok mu bunu düşün ki bunu açıkladım. " Durduk yerde niye bir güç ve zeka olsun?" diyorsun ama alem kendi kendine nasıl meydana geldi. Onu yalnızca kendi kendine meydana gelmeyen, olmaması düşünülemeyen( vacib'ul-vücut) olan bir varlık meydana getirebilir. Varsak mevcutsak ki sofist değilsen eşyanın hakikatini nefyetmiyorsan varlık 3 e ayrılır. Vacib'ul-vücut(Allah,olmaması muhal,ezelden beri olan), mümkin'ul-vücut(olması da olmaması da mümkün) mümteni'ul-vücut(olması mümkün olmayan, Allah'ın ortağı) şimdi bu alem hangi kısma girmekte? mantık gördüm merak etme. Ama konuyu saptırma. ben sana ayet veya hadis getirmedim, mücerret olarak aklı kullanıyorum. Sende de varsa kullan ve kendini bile tatmin edemeyen cevapları bırakıp hakikati bulma yoluna gir...
  12. Sapmak ve yanlışı bulmak için bu kadar uğraştın demek ki yazık. Alem kendi kendini yarattı mı diyorsun? Mahluk aynı zamanda halık mı? Bu nasıl bir mantıksızlıktır...O zaman senin ilahın aslında tabiattır!
  13. Aynı şeyi sende görüyorum. Sen kafanda Allah yok diye hükmü vermiş ve diğer şeyleri de ona göre değerlendiriyorsun. Allah sana hidayet versin...
  14. Kur'an'daki İlmi / Bilimsel Mucizeler https://www.youtube.com/watch?v=3Nr5626r1lI https://www.youtube.com/watch?v=KPg483PU3eQ https://www.youtube.com/watch?v=jUryn9_7Wos
  15. Salat u Selam ın Manası Salat:Ya Rabb! Hz. Muhammed'in (s.a.v) şerefini, azametini, mertebesini, keremini arttır demektir. Selam: Ya Rabb! Hz. Muhammed'i, ümmeti hakkında korktuğu şeylerden emin(kalbinde korku ve endişesi olmayan, mutmain) kıl/ Hz. Muhammed'in ümmetini kendisinin(Peygamberimizin) korktuğu şeylerden koru demektir. Nitekim üstadlar da bunu açıklamışlardır: (videoda altyazı seçeneği bulunmaktadır. Kendiliğinden olmazsa tıklayınız.)
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.