Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

aldemira

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    17
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

aldemira son kazandığı tarih 30 Haziran 2013

aldemira en çok beğeni kazanandı!

1 Takip eden

aldemira - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

6

İçerik İtibarınız

  1. KURAN OKUMAK MI YAŞAMAK MI NE İÇİN İNDİ lafızları tekrar için mi, okumak bunu yapmak mı. Ya, ne.
  2. aldemira

    NAS SURESİ

    insanı ve kuşatan ,ölesiye onunla olan ayartıya/şeytana karşı kurtuluş reçetesini vermekete
  3. FİLLEŞMEDEN filleşenelere karşı mücadele yöntemini anlatmakat
  4. @@dennise Gönderi Tarihi: 30 Haziran 2013 - 18:38 ewt ; bircok ayetten goruyoruz ki Allah herseyin otesinde bir mucadele ortamina agirlik vermistir ; kainatta ilginc bir gayretler butunu vardir ; duraganlik yoktur .. organizmadan, hucrelere , gezegenlerden atom alti parcaciklarina kadar her varlik bir gayret bilmistir .. klasik hayat elbette ki ilerleyen yas ile birlikte anlamini yetirmeye baslicaktir ; ve iste o zaman anliyoruz ki basimiza nelerin geldigi degil ; basimiza gelen olaylar karsisinda nasil tavirlar sergiledigimiz bizi biz yapan en keskin hazinemiz haline geliyor .. iste imtihandan en onemli kasit bu olmus oluyor ki ; insan olgunlastikca zaman ve mekandan bagimsiz hale gelen bir ic dunya kesvetmeye basliyor ve goruyor ki o ic dunya aslinda butun kainati kapsayabilecek bir alemin sirri ile insana pratik bir sekilde birakiliveriyor .. *** Peygambere SAv yapilan kotulukler elbette ki onun alemlere ornek olan klasini ortaya cikarmak icin ozellikle yaratilmistir ; Allah El-DArr dir yani zarar verici seyleri de yaratan ve sistemine monte eden anlamina gelir .. hayir da ser de Allahtandir ; kotuluk yapanin kendi ozel iradesi bile Allahin taktirindendir, en kalici anlami ile de bir antrenman tahtasidirlar .. yani tahribata calisan kisilere kin tutmanin ilahi olculerde bir manasi kalmiyor .. kalkiyor : )) belki caydirici bir hareket hedeflenebilir toplum duzeni icin ama kin beslemek iman ile ters orantili oluyor .. vurgulamak istedim : )) çok güzel bir yazı LEHEPLEŞMEYİ ANLAMAK LEHEPLEŞMEKTEN KURTULMANIN İLK ADIMIDIR
  5. KURAN OKUMAK Sevgili Dostlar, Allah Kuranda buyuruyor ki: 6 Enam 38 Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. 16 Nahl 89 Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik 2 Bakara 2 İşte o Kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; muttakiler için yol göstericidir. 39 Zümer 27 Andolsun biz, bu Kurân’da insanlara, öğüt almaları için her temsili anlattık. 30 Rum 58 Andolsun biz bu Kurân’da insanlara her çeşit misali getirip anlattık. 5 Maide 3 Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'a razı oldum. “ Yine: 56/81 Şimdi siz, bu hadisi (sözü, haberi) mi küçümsüyorsunuz? 45/6 İşte şunlar, Allâh'ın âyetleridir, onları sana gerçek ile okuyoruz. Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi hadise (söze, habere) inanacaklar? 77/50 Onlar bundan sonra hangi hadise (söze, habere) inanacaklar? Bu nedenle, önce Kuranı ikra yapmalıdır. Yani, okumalı, anlamayı, düşünmeli, ibret almalı, ders çıkarmalı, yaşamalı ve anlatmalıdır. Bu doğrultuda Kuranı anlamada, Nahl suresindeki arı misalini de dikkate almalı. Arı, özü olan her çiçeğe konar. Çiçeği değil özünü alır. Kendi potasında özümler. Fıtratına konulan İlahi sistem çerçevesinde yoğurur ve bal yapınca gider kusar, dağıtır. Bir kısmını kullanır, çoğunu da insanlığa onların yararlanacağı biçimde armağan eder. Kuranı daha iyi ve daha doğru anlamada, ortak aklın oluşmasında, başta en güzel örnek olan Peygamberimiz olmak üzere, bu yolda damgasını vuran her çiçekten, her görüşü değerlendirip özünü almalı. Asla çiçeği koparıp, aynen almak yerine, çiçeğin özüne ulaşıp mutlaka Kuran ilkeleri boyutunda değerlendirmelidir. Arı misali bal üretip, insanlıkla paylaşmalıdır. İnsanlığa sunulan balın kalitesi ölçüsünde insanın Rabbi huzurunda değerinin olduğu aşikârdır. Yine, Kuranın tarihsel anlamı ile evrensel anlamının farkına vararak İKRA yapmayı, yani, okumayı, anlamayı, düşünmeyi, ibret almayı, ders çıkarmayı başarmalıdır. Bunu yaparken, Kuranda düşünmeyle ilgili örneğin “bunda düşünenler için ibretler vardır” vb yüzlerce emri ve kelimeleri dikkate almalı; bunlardan biri olan, arka planını, satır arasını ve temelleri araştırıp tedbir almayı ihtiva eden ve emredilen tedebbür okumasını da unutmamalıdır. Rabbimizden, en güzel elçiyle gelmiş, hayat rehberi olan mektubu/Kuranı, öncelikle ikra yapmalı; asır yani sıkıp suyunu, özünü, ilkelerini çıkarmalı; bu suyla, ilkelerle inşiraha ulaşıp, bakış açısı zenginliğine ulaşmalı; inzale yani, Kuranın hakikatlerini hücrelerimize kadar indirip, Kuran rehberliğine dayalı yaşamı başarmalı ve öncelikle bu dünyada Nura, cennete ulaşmalı, böylece “Sen Ondan razı, O da senden razı olarak Rabbine dönenlerden olmayı hedeflemelidir. İKRA yapanlara selam olsun.
  6. aldemira

    TEBBET SURESİ

    TEBBET SURESİ 1-SA/Ebu Leheb'in iki eli kurusun (yok olsun o); zaten yok oldu ya. 2-SA/Ne malı, ne de kazandığı onu (Allâh'ın kahrından) kurtaramadı. 3-SA/Alevli bir ateşe girecektir (o). 4-SA/Karısı da, odun hamalı olarak. 5-SA/Boynunda hurma lifinden bir ip olacaktır. Lehep, mal, mülk, makam ve benzeri kazanımlar için yaşamaktır, Allah yerine bunlara kul olmaktır, dünyalıkları amaç ve öncelik yapmaktır. İlk ayette, tebbet/kurusun, boşa çıksın, heba olsun denilen ebu lehebin elinin/ydy ne olduğu hususu, 2. ayette ne malı, ne de kazandığı ifadesiyle, gücü, iktidarı, kudreti, bunun kaynağı olan malı, mülkü, sistemi, düzeni, şirketleri, teşkilatı, elemanları, adamları, uşakları, oğulları, kısaca ekonomik, sosyal, siyasal güç, kudret, nüfus ve otoritesi olduğu ve lehepleşenleri de kurtaramadığı açıklanmıştır. Zira, hangi kavme bir vahiy gelse; o toplumun ileri gelenleri, önde gidenleri, liderleri, önderleri, iktidarda olanları, düzeni kuranları, çarkları oluşturanları, toplumu köleleştirenleri, mal, mülk makam vb sahte ilahlarına taptıranları ve tapanları, eşleri ile tüm yandaşları dün olduğu gibi her zaman Kurana karşı çıkmaktadır. Dün, “Allah düşmanı Ebu Leheb ve ona hizmet eden bir kadın şahsında kıyamete kadar onların yollarının yolcularının, onların rollerini oynayanların da âkıbetlerini anlatıyor. Mevcut sistem sayesinde palazlanıp servet sahibi oldukları için sistemin yıkılmasını asla istemezler. Peygamberin mesajı gönüllerde yer edip o mesajın hayata hakim olması, bu adamların elde ettikleri bu servetleri sayesinde sağladıkları tüm statülerinin ellerinden uçup gitmesi söz konusudur. İşte bunu çok iyi bilen bu servet sahipleri, düzenlerinin bozulacağı korkusuyla Allah elçilerine ilk savaşı açmaktadırlar. Halkın cahil kalmasını istemektedirler (A Küçük)”. Bugün de modern lehepler, yani malına, makamına, kısaca ekonomik, sosyal, siyasal, güç, kudret, nüfus ve otoritesine taptığını, dinsel formlarla, bin bir suratlı maskelerle gizleyen ve gizlenenler, dün olduğu gibi bu gün de bilerek bilmeyerek Kurana karşı durmakta ve Kuranı ne anlarsınız, siz anlayamazsınız vb safsatalarla, uydurma rivayetlerle, Kuranın en temel emrini, yani akletmeyi, düşünmeyi, tefekkürü, tezekkürü ve tedebbür yapmayı iğdiş ederek veya okunup anlayıp yaşanılan her harfine iken, papağan gibi tekrar edilip çıkarılan sesine sevaplar sunarak insanları sadece Kuranın lafzında, sesinde, melodisinde bırakan veyahut içi boşaltılmış, ruhu yok edilmiş, özü alınmış, çarpıtılmış rituellerle uyutan/oyalayan ve sonuç olarak Kuranın manasına, ruhuna, ilkelerine, ölçülerine ulaşmasına, bunları öğrenmesine, anlamasına, düşünüp ibretler çıkarmasına, sorgulamasına, hesap sormasına, yaşamasına, hayata, topluma indirgemesine her vesileyle engel olmaya çalışan tiplerin ta kendileridir. Bu nedenle, odun hamalı olan, yani, amaçlarını unutup mal, mülk makam vb sahte ilahlarına boynunda hurma lifinden bir iple “boynuna bağlı bu kölelik halkasıyla(M İslamoğlu) esir olup, bu metalara bağlılığını sürdürüp “her insanın kaderi boynuna bağlanmıştır gerçeği (M Esed)” uyarınca isteğiyle, tercihiyle iştirak ederek ve ses çıkarmayarak destek veren, katkı sunan, lehep ve lehebin yandaş, yoldaş, yağdaş, candaş ve çağdaşları gibi tüm yanında olan “kişiler neye güvenirlerse o cinsten bir sonla karşılaşır ve yaptıklarının derin pişmanlıklarını yaşarlar. Ekonomik güç ve sosyal otorite insanı saptırınca, artık mal da kazançlar da kişiye fayda vermez. Sahte itibarlar felaket getirir (M Okuyan)”. 6/91 Bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar. 9/55 Onların ne malları, ne de evlâdları seni imrendirmesin. Allâh bunlarla onlara dünyâ hayâtında azap etmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor. Tüm kazandıkları, gücü, iktidarı, kudreti, bunun kaynağı olan malı, mülkü, sistemi, düzeni, şirketleri, teşkilatı, elemanları, adamları, uşakları, oğulları, kısaca ekonomik, sosyal, siyasal güç, kudret, nüfus ve otoritesi kurumakta, helak olmakta, yani Onu kurtaramamaktadır. Ona hiç faydası olmamaktadır. 104/3 Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanıyor. 34/37 Ne mallarınız, ne de evlatlarınız size katımızda bir yakınlık sağlar. 104/2 O ki mal yığdı, onu saydı durdu. 92/11 Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz. 69/28 "Malım bana hiçbir yarar sağlamadı." Uğruna ölesiye koştukları ve taptıkları bu unsurların yaygınlığı ve bunlara bağlılıklarının şiddeti ölçüsünde, azaplarının artmasına neden olmaktadır; 9/34 Altın ve gümüşü yığıp da onları Allâh yolunda infak/harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azâbı müjdele! 9/35 O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılı(p pullanı)r; bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır: "İşte nefisleriniz için yığdıklarınız, yığdıklarınızı tadın!" (denilir). Hem bu dünyada, leheplere ve yandaşlarına rezillik, azap yaşattığı gibi, ahirette de ebedi ateşe layık olmaktadır. 2/114 Bunlar için dünyâda rezillik, âhirette de büyük azap vardır. 13/34 Dünyâ hayâtında onlar için azap vardır, âhiret azapı ise daha zordur. Lehepler aslında ta içimizde bulunmakta, onu beslemekte ve büyütmekteyiz. Öncelikle bizdeki, içimizdeki lehepleri yok etmeli, ekonomik, sosyal, siyasal güç, kudret, mal, mülk, nüfus ve otorite tutsaklığından, köleliliğinden kurtulmalı, bunları, Kuran terbiyesiyle hayatın geçimliği derecesine düşürmeliyiz. · 3/14Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü (câzip) gösterildi. Bunlar, sadece dünyâ hayâtının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allâh'ın yanındadır. · 42/36 Size verilen şeyler, dünyâ hayâtının geçimidir. İnanıp Rablerine dayananlar için Allâh'ın yanında bulunan ödül ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır · 40/39 Ey kavmim, bu dünyâ hayâtı bir geçinmedir. Âhiret ise ebedi olarak durulacak yerdir · 8/67 Siz, geçici dünyâ malını istiyorsunuz, Allâh ise (sizin için) âhireti istiyor. Allâh dâimâ üstün, hüküm ve hikmet sâhibidir. · 6/32 Dünyâ hayâtı sadece bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Korunanlar için elbette âhiret yurdu daha iyidir. Düşünmüyor musunuz? · 9/69 (Siz de), sizden öncekiler gibi (yaptınız). Onlar kuvvetçe sizden daha yaman, mal ve evlâdça sizden daha çok idiler. Onlar, (dünyâ malından) kendi paylarına düşenle zevklerine baktılar, sizden öncekilerin, (dünyâdan) kendi paylarına düşenle zevklerine baktıkları gibi, siz de kendi payınıza düşenle zevkinize baktınız ve (bâtıla) dalanlar gibi siz de(bâtıla) daldınız. Onlar, eylemleri, dünyâ ve âhirette boşa gitmiş kimselerdir ve ziyana uğrayanlar da onlardır · 29/64 Bu dünyâ hayâtı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu, işte asıl hayât odur (asıl yaşanacak yer orasıdır), keşke bilselerdi! İçindeki lehepleri, yok etmeyenler, dışındaki leheplerin ancak yandaşı olur. Yeri, yanı, safı seçmek insana bırakılmıştır. TEBBET SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI 111/1 تَبَّتْ يَدَا اَبٖى لَهَبٍ وَتَبَّ Tebbet yeda ebi lehebiv ve teb. S. Ateş Ebu Leheb'in iki eli kurusun (yok olsun o); zaten yok oldu ya. · Tbb: Tebbet : Helak etme, imha olma, zarara uğrama, hüsrana uğrayıp boşa gitmek. “Kalıp anlamı “kurudu, yok oldu, helâk oldu” demektir. Ancak burada “tebbet” sözcüğünü beddua manasıyla alıp gerekeni yapmaktan acizmiş gibi Allah’ın “Ebû Leheb’in iki eli kurusun” diye beddua ettiğini düşünmek anlamlı değildir. Dolayısıyla ister dua, ister beddua anlamında olsun, bu tür sözcüklerin Allah için kullanılması akıl ve mantık dışıdır.H Yılmaz”. 40/37 Vemâ keydu fir’avne illâ fi tebâb: Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı, 11/101 de de geçmektedir. · Ydy::Yeda: El, kol, yetki, yapmak, tasarruf yetkisi, güç, iktidar, kudret. “Ekonomik güç, sosyal nüfus ve otorite M Okuyan”. “Âyette geçen iki el -يدا” ifadesinin “Cüz’iyyet Mecaz-ı Mürsel”i olarak anlaşılması, yani iki elin zikri ile bizzat ellerin sahibinin kastedilmesi ikinci plândadır. “يدا - iki el” ifadesi Ebû Leheb’in iki gücünü temsil etmektedir. Sûrenin 2. âyeti bu güçleri “ماله وماكسب - onun malı ve kazandığı şeyler” olarak açıklamaktadır. Ebû Leheb’in varlıklı bir kişi olduğu göz önünde tutulduğunda, “kazandığı şeyler” ile kastedilenin de çevresi, kurduğu teşkilât, oğulları, uşakları ve yetiştirdiği militanlar olduğu akıl yoluyla çıkarılabilir. Kur’ân’da yed/el - يد” sözcüğünün mecazî kullanımı ile “قدرة - güç”ün kastedildiği bir çok örnek vardır: Fetih 10, Âl-i Imran 73, Hadid 29, Ya Sin 83, Mülk 1 ve Sad 75. âyetler.H Yılmaz”. · Tbb: Tebbe: Helak etme, imha olma, zarara uğrama. Kendisi de kurudu” anlamındadır. Yani “Ebû Leheb’in iki eli kuruyacak, kendisi de kuruyacak, yok olacak” demektir. H Yılmaz”. · Lhb: Leheb: Alev veya ateşin tutuşması, alevli, alevlenen. 77/31 La zalilin ve la yuğni minelleheb. Ki ne gölgelendirir, ne de alevden korur. “Alev babası” demek olan Ebû Leheb, şahıs için kullanılan bir künye niteliğindedir. Kinaye yolu ile “cehennemlik” sıfatını kazanmış herkes için kullanılabilen meşhur bir örnek haline gelmiştir. H Yılmaz”. “Ebu Leheb bu surede tarihsel bir kişilik olarak değil, imana karşı körü körüne savaşan inkarcı tipin mümessili olarak yer bulur M İslamoğlu”. “EBÛ LEHEB: Sûrede Ebû leheb olarak tanıtılan şahsın Kureyş eşrafından Abdüluzza b. Abdülmuttalib b. Haşim; karısının da Ümmü Cemil [Avrâ] olduğu herkes tarafından tartışmasız kabul edilmiştir.Ebû Leheb peygamberimizin hem öz amcası, hem de komşusu ve dünürüdür. Peygamberimizin Ümmü Gülsüm ve Rukıyye isimli kızları, Ebû Leheb’in Uteybe ve Utbe isimli oğullarıyla evli idiler. Ne var ki, Tebbet sûresinin inişi üzerine Ebû Leheb’in baskısıyla iki oğlu da eşlerini boşamıştır.Tarihi kayıtlar Ebû Leheb’in son derece zengin, iri cüsseli, kırmızı suratlı, çabuk hiddetlenen birisi olduğunu belirtmektedir. Hayatının sonuna kadar hep İslâm’a karşı savaşmış, her zaman müşriklerin başında veya yanında yer almıştır. Bedir savaşına bizzat iştirak etmemiş olsa da, kendi yerine ücretli bir asker göndermekten geri de durmamıştır. Müşrik ordusunun hezimetini öğrendiğinde aşırı derecede kederlendiği bütün tarihçilerce ifade edilmektedir. Peygamberimiz, görevi gereği, pazar pazar, panayır panayır dolaşıp Hakk’ı tebliğe uğraşırken Ebû Leheb de onu bir gölge gibi takip ediyordu. Onu etkisiz hâle getirebilmek için her yolu deniyordu. Toplantılarını sabote ediyor, “Bu benim yeğenim mecnundur, ona kulak asmayın” diyerek herkesi etkilemeye çalışıyordu. Bu sözlü tacizlerini bazen fiilî saldırıya kadar götürüyordu. Yaptıkları bunlarla da sınırlı değildi. Bazı yerlerde de “Eğer kardeşimin oğlunun dedikleri doğru ise, çoluk çocuğumu ve malımı fidye olarak verip kendimi azaptan kurtarırım” diye peygamberimizle alay ediyordu. Böyle bir engellemenin en yakın akrabaları tarafından yapılması peygamberimizi çok üzüyordu. Çünkü onların engellemeleri ve menfi propagandaları nedeniyle istediği başarıyı gösteremiyordu. Amcasının verdiği zarar başkalarının verdiğinden kat kat fazlaydı. Mesela bazı kimseler “Kendi amcasının bile inanmadığına biz niçin inanalım?” diyordu. Doğum yılı bilinmeyen Ebû Leheb, 624 yılında Mekke’de “Kara Kızıl” denilen vebaya benzer bir hastalığa yakalanmış ve yedi gün içinde ölmüştür. Hastalığın bulaşıcı olması sebebiyle cesedine oğulları dâhil hiç kimse yaklaşamamış, ölüsü üç gün ortada kalmıştır. Cesedinin kokmaya başlaması üzerine, uzun sırıklarla bir çukura itilip üstü kapatılmış, kendisine herhangi bir defin merasimi yapılmamıştır. H Yılmaz”. 111/2 مَا اَغْنٰى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ Ma ağna 'anhu maluhu ve ma keseb. S. Ateş Ne malı, ne de kazandığı onu (Allâh'ın kahrından) kurtaramadı. · Gny: Ağna : Kafi gelme, zengin kılma, müstagni olma.“Ağna 'an ifadesi, fayda vermemek demektir M Okuyan” · Mvl: Mal : Mal, servet. “Mala yapılan eylemler de girer M Okuyan”. · Ksb: Keseb : Kazandığı. “Ebû Leheb’in varlıklı bir kişi olduğu göz önünde tutulduğunda, “kazandığı şeyler” ile kastedilenin de çevresi, kurduğu teşkilât, oğulları, uşakları ve yetiştirdiği militanlar olduğu akıl yoluyla çıkarılabilir. H Yılmaz”. 111/3 سَيَصْلٰى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ Seyasla naran zate leheb. S. Ateş Alevli bir ateşe girecektir (o). · Saly: Yasla : Girmek, yaslanmak, göğüs germek, pençeleşme, atılma. · Zev : Zate : Sahib. · NvR: Naran : Ateş, dünya ateşi, cehennem ateşi, nur. · Leheb : Alev veya ateşin tutuşması alevli, alevlenen. 77/31 La zalilin ve la yuğni minelleheb. Ki ne gölgelendirir, ne de alevden korur. 111/4 وَامْرَاَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ Vemraetuh, hammaletel hatab. S. Ateş Karısı da, odun hamalı olarak. · Mre: Vemraetuh.: Bogazdan kolayca geçen, afiyet verici, kişi, erkek, kadın, karı, hanım, · Haml: Hammaletel : Yüklenmek, gebe kalmak, kaldırmak, taşımak, hamle yepmak, taşımak, saklamak, depolamak, yük, yük hayvanı. · HaTıb: Hatab : Odun Hammaletel hatab “حمّالةالحطب - odun taşıyıcısı : Koğucu, ona buna lâf taşıyan bozguncuların özelliklerini dile getirirken mecazen de kullanılır. Bunun nedeni, bozguncuların “insanlar arasında ateş yakmak, şerre sebep olmak” gibi fiillerle nitelendirilmiş olmasıdır. Araplarda da odun hamallığı fakir ve sefil insanların yaptığı bir iştir. Bu sebeple Ümmü Cemil gibi izzet ve servet içinde büyümüş bir kadının odun hamallığı yapması, acıklı bir sefaleti simgelemektedir. H Yılmaz”. “Zımnen: Karısı dünyada eşinin küfrüne katkı veriyordu, ahirette de ateşine katkı verecek M İslamoğlu”. “Yahut insan­lar arasında koğuculuk yapıp arayı kattığı, insanları birbirine düşürüp kızış­tırdığı için ona "odun hamalı" denmiştir. Çünkü koğuculuk yapana da: "İn­sanlar arasında odun taşıyıp ateş yakıyor, onları birbirine katıp düşmanlık, kızgınlık, kavga çıkarıyor" denilir. Ateş nasıl odunla yanarsa insanların bir­birine kızması da koğucunun, ara katanın hareketleriyle olur. Adetâ koğucunun davranışı, kavga ateşinin yakıtı olmaktadır S Ateş”. “Lafzen, “odun hammalı”, insanlar arasında “nefret ateşini tutuşturmak için” gizliden gizliye gerçek dışı söylentiler yayan ve iftiralar atan kişiyi anlatan meşhur bir deyim (Zemahşerî; bkz. ayrıca Taberî'nin nakliyle ‘İkrime, Mücâhid ve Katâde) M Esed”. EBÛ LEHEBİN KARISI: Ebû Leheb’in karısı, Harb’in kızı Ümmü Cemil’dir. Diğer ismi Avrâ’dır. Ümmü Cemil aynı zamanda Ebû Sufyân b. Harb’in kız kardeşi, Muaviye’nin de halasıdır. Ebû Leheb peygamberimize olan düşmanlığını sözlü ve fiili tacizlerle her platformda sürdürürken karısı da boş durmuyor, peygamberimizin oturduğu sokağa ve evinin etrafına dikenler sererek ve aleyhinde dedikodular yayarak kocasına destek veriyordu. Bu desteği o kadar içten veriyordu ki, çok sevdiği ve devamlı boynunda taşıdığı gerdanlığını bile bu uğurda, peygamberimize yapılacak kötülüklerin ödülü olarak harcadı. Birçok müfessir, 6. âyette geçen “boynunda liften bir ip” ifadesinin bu meşhur gerdanlığı temsil ettiğini düşünmektedir. H Yılmaz”. 111/5 فٖى جٖيدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ Fi cidiha hablum mim mesed. S. Ateş Boynunda hurma lifinden bir ip olacaktır. · Cyd: Cidiha: Boyun gerdan · Habl: Hablum: İp, şah damarı 50/16, urgan. “Yahut demir veya ateş anlam­larına gelir SA”. Msid: Mesed: Sağlamca bükülmüş ip. Bir şeyin sağlamlık ve dayanıklılığını ifade eder.(Mekayıs)M İslamoğlu”. Mesed terimi, maddesi ne olursa olsun, bükülmüş iplerden yapılan her türlü şeyi gösterir (Kâmûs, Muğnî, Lisânu'l-‘Arab). Burada soyut anlamdaki kullanılışı ise ikili bir muhteva taşımaktadır: hem bu kadının kötülüğe meyilli, bozuk ve eğri tabiatını, hem de “her insanın kaderi boynuna bağlanmıştır” manevî gerçeğini anlatır.M Esed”. “Maddesi ne olursa olsun bükülmüş, kuvvetli demektir M Okuyan”.“Gerdanında çelikten/bükülmüş liflerden bir halat. Fakat daha derinde boynuna bağlı kölelik halkasını temsil eder.M İslamoğlu”.
  7. aldemira

    asr suresi

    İnsanın yaratılışını, tüm melekelerin insana itaatini, ayartıcı melekenin yani Şeytanın ayartısını ve insanın geçici hayatın süsleri karşısındaki zaafını, çoğaltma tutkusunu, geçimlikleri amaç edinerek azmasını düşün. Allahın vaadi gereği insanlığa lütfettiği Kuranın rehberliğine olan ihtiyacını idrak et. Ancak, Kuranı asr edip, suyunu sıkanlar, özüne manasına, ilkelerine, amacına ulaşanlar hüsrandan, hasardan kurtulabilir.
  8. tüm bu unsurlar, kısaca İKRA dır. Kurandaki ilk emir. İkra bismi Rabbike.....
  9. AKLETMEK, DÜŞÜNMEK, DERS ÇIKARMAK, bunları yaşama geçirmek ve anlatmak insan için.
  10. Güzel gören güzel düşünenlere selam olsun
  11. aldemira

    ALAK SURESİ

    ALAK SURESİ اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذٖى خَلَقَ 1-İkra' bismi rabbikellezi halak. İkra, Oku. Okumak, anlamadan Arapçasını tekrar etmek olmasa gerek. Kelimeleri yüzünden okumak, tekrar etmek bir anlamda telaffuz etmek, okumak olabilir mi? Anlamını dahi bilmeden seslerin tekrarı ancak telaffuz olabilir. Okumak, telaffuz edilen seslerin kelimelerin anlamını bilmeyi de gerektirir. Oysa, ikrada bu da yetmez. Telaffuz edilenlerin anlamının düşünülmesi, ders çıkarılması, ibret alınması, yaşanılması, anlatılması elzemdir. Zira, Kuran, akledenler, düşünenler için ibretler vardır; hala düşünmeyecek misiniz, böyle kolaylaştırdı ki düşünüp ibret alasınız; kafa patlatırcasına düşünmekten bahseder. Hatta tedebbür düşünmesine yer verir. Yani, temellerini, ilkelerini dikkate almayı, arka planını, satır aralarını düşünmeyi ister. Öyle ki, Kuran, tertil okumasını; azar azar, yavaş yavaş, tek tek, tane tane, düşüne düşüne, hazmederek, sindirerek, muhakeme ederek, adeta suyunu çıkarırcasına okumayı över. Aynı zamanda ikra okumasında; bu çıkarımların, elde edilen sonuçların, yaşanılması, hayata geçirilmesi, yaşama nakşedilmesi şarttır. Böylece, telaffuz edilenlerin anlamının öğrenilmesi, düşünülmesi, ders çıkarılıp ibret alınması, bunların yaşanılması ve insanlığa anlatılmasıdır, ikra. Takip etmek, ardından gitmek, aralarında hiç kimsenin bulunamayacağı kadar yakın bir şekilde izlemek, ona uymak, okumak ve manayı düşünmek, izlemek anlamına gelen tilavetten farkı da bu çıkarımları yaşamakla yetinmeyip insanlığa iletmektir, sunmaktır, tebliğ etmektir. Bu nedenle, Kuranı ikra yapmak, ayetleri telaffuz etmenin yanı sıra, mealini anlamını okumak, bunları düşünmek, gerektiğince fikirlerden yararlanarak ibretler çıkarmak, bunları yaşama geçirmek ve insanlığa sunmak, anlatmaktır. Arı misali çiçeklerin özünü alıp, düşünüp, yoğurup Kuran potasında bal yapıp, yemek ve yedirmektir. Bu amaçla Kurana yaklaşmaktır, yaşamaktır. Kuranın hakikatlerine ulaşmak, özümlemek, yaşamak ve anlatmaktır. Bu bağlamda kainat, kuran ve peygamber evrensel hakikatin, farklı tezahürleridir, ikra yapanlara. “Bu emir "anla" vurgusu taşıyan bir emirdi İkra' emrinin etimolojik anlamı; "birleştirmek, şeyleri yan yana getirerek aralarındaki bağı keşfetmek"tir. Şu halde; "oku emri, kainat, insan ve hadisat ayetlerini, Kur'an ayetleri ışığında bir araya getirerek oku ve aralarındaki bağı keşfet" anlamını taşır.Mİslamoğlu.” Bismi Rabbikellezi Halak. Rabbinin isimlerine yapışarak, tutunarak, teslim olarak, güvenerek ikra yapmaktır. İkrayı, Onun terbiyesine girmek için yapmaktır. Kuranın terbiyesinde yaşamak, hayat bulmak amacıyla gerçekleştirmektir. Yeni bir ahlaka, Kuran ahlakına ulaşmak için ikra yapmaktır. İkra yaptıkça eskiden ayrılmak yeni yepyeni bir ahlakla doğmaktır. Kuran ahlakıyla yaratılmaktır, yoğrulmaktır. Ayeti, baştan veya sondan okursak: Şayet, kuran ahlakıyla yaratılmak, yapılanmak istersen; Rabbin terbiyesine girmek, Ona yapışmak, aşkla bağlanmak, tutunmak gerektir. Bunun da tek yolu ikra yapmaktır. Bilesin ki, ikra yaparsan Rabbin seni terbiye eder ve yeni, yepyeni bir ahlakla, Kuran ahlakıyla yaratır, yapılandırır, cennete layık insan eder. خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ 2-Halekal insane min 'alak. İnsan alaktan Halak oldu. Halak olması, ahlakın, hal, hareket, tavır, yaşam biçimi, programı, felsefesinin alakla ilgili, bağlantısı anlatılır. Kim neye alaka duyarsa, alakasının derecesiyle paralel onun ahlakıyla Halaklanır. Kuran ahlakında yaratılmak, doğmak; insanın alakına bağlıdır. Alakası varsa, Kuran insanı terbiye eder ve yeni bir ahlaka ulaştırır. Alakası ne ölçüde ise halakı, ahlakı, Kuranı yaşamı da o ölçüde olmaktadır. Kurana sevgisi, ilgisi, alakası ahlakını belirlemektedir. Alak gibi, döllenmiş yumurtanın, emriyonun rahim duvarına tutunurken gerçekleştirdiği gibi taa atardamarlarına kadar uzanıp, anasının en güçlü damarlarından beslenmesi misali, insan da Kuranın taa temellerine, ilkelerine, evrensel değerlerine, özüne, esasına, manasına ulaşacak şekilde alaka kurarsa, o nispette Kuranla beslenip, ahlaklanır. Yoksa, ikrası, alakası sadece telaffuzda kalırsa, ahlakının da yüzeysel kalması kaçınılmazdır. Oysa, öyle bir alaka isterki, tilaveti, tertili, ikra okumasını; tezekkürü, tedebbürü, taakulü, tefekkürü vb düşünmeleri bekler. Bu alak, alaka, sevgi, istek ne ölçüde ise Kuranda o ölçüde ahlaklandırır. Peygamber ve arkadaşlarının alakasının büyüklüğü, ahlakının da Kuran olmasını sağladı. Şayet, Kuran ahlakı istiyorsak, önceliklerimizi ve önem verdiklerimizi sorgulayıp, Kurana alakamızı, ilgimizi, sevgimizi, gözden geçirmeliyiz. Ahlakımızı Kuranlaştırmak için alaka duyduklarımızı ve alakamızın derecesini yeniden yapılandırmalıyız. اِقْرَاْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُ 3-İkra' ve rabbukel'ekram. İkra yapana Rabbi ikram eder. Kuran ahlakına kavuşturur. İkra ile ikramın paralelliği anlatılır. Herneye ihtiyaç duyarsa onu sunar, lutfeder. Gerekli bilgiye, hikmete, terbiyeye kavuşturur. İkra yaptıkça, alakası arttıkça bu ikramlar da çoğalır. Kuran ahlakına uygun yaşamayı ikram eder. اَلَّذٖى عَلَّمَ بِالْقَلَمِ 4-Ellezî 'alleme bilkalem. Şöyle ki, Kalemle öğretendir. Kuranı, azar azar, kalem kalem, kısım kısım öğretendir. Lif lif, ayrıntılarına kadar anlatandır. Kalemle, yazarak, çizerek, not alarak, bağlantı kurarak, yaşama indirgeyerek, unutmamak için, Kuran ahlakından uzak düşmemek için çaba harcayanlara belletendir. Yaşama kaydedenlere, hayata geçirenlere, ömürlerine nakşetmek isteyenlere öğretendir. Hayatını, ahlakını Kuran yapandır. عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ 5-Allemel'insane ma lem ya'lem. SA-İnsana bilmediğini öğretendir. Bildiklerinden, önceki öğretilerden, atalar ahlakından vazgeçmeye niyetli olana öğretir. Ezberini bozmaya, kendini değiştirmek isteyene yol gösterir. Akledene, düşünene, ibret alıp ders çıkarana, yaşama kaydedene yardım eder. Kuranı ikra yapana, alakası olana, hayata geçirene, Kuran ahlakını ve bilmediklerini öğretir. Kuran ona rehber olur, yol gösterir, cennete layık insan yapar. Hayatını, ahlakını cennet eder. 6-8 كَلَّا اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى 6-Kella innel'insane leyatğa. Hayır; gerçekten insan, azar. اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰى 7-Er raehusnağna. A. Bulaç Kendini müstağni gördüğünden. اِنَّ اِلٰى رَبِّكَ الرُّجْعٰى 8-İnne ila rabbikerruca'. A. Bulaç Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir. Hayır, Kuranı ikra yapmayan, alakası olmayan, kendini yeterli gören muhakkak ki azmaktadır. İkraya, okumaya, anlamaya, düşünmeye, ders çıkarmaya, ibret almaya gerek görmeyenler, yaşamlarını Kuranın rehberliğinden kopuk sürdürenler, amaçları Kuranı bir hayat olmayanların azması, yoldan sapması, saptırılması kaçınılmazdır. İkrayla, alakayla Kuran terbiyesine ulaşır. Bu dünyaya gelişinin gidişinin nedenini, niçinini, hikmetini anlar, yaşam amacını kavrar, alakını, önem ve öncelik vermesi gerekenleri belirler. Kuranı rehber edinmeyen başkalarını rehber edinir. Kurandan mahrumlaştıkça, tagutlaşmayı sürdürür. Önem ve öncelik verdikleri, alaka gösterdikleri Kuranın yerini aldıkça, tabi olduğu tagutları olur. Kuran ahlakı yerini tagutların ahlakı hüküm sürmeye başlar. Önem ve öncelik verdiği Kuran dışındaki her şey yaşamını belirler. Zahiri farklı olsa da Ruhunu, özünü, amacını onlara teslim eder. Verilen her şey araç iken, amaçlaşınca, tagut olur, hükmeder. Azdırır. Sonunda dönüş Rabbinedir. Geç olmadan, ölüm çatmadan ikra yap, alakanı Kurana yönelt. Dünyadaki amacını hatırla önem ve öncelik verdiklerini gözden geçir, araçları amaç edinmekten vazgeçip kurtuluşa er. 9-13 اَرَاَيْتَ الَّذٖى يَنْهٰى 9- Eraeytellezi yenha. A. Bulaç Engellemekte olanı gördün mü? عَبْدًا اِذَا صَلّٰى 10- Abden iza salla. A. Bulaç Namaz kıldığı zaman bir kulu. اَرَاَيْتَ اِنْ كَانَ عَلَى الْهُدٰى 11- Eraeyte in kane 'alelhuda. A. Bulaç Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise, اَوْ اَمَرَ بِالتَّقْوٰى 12- Ev emara bittakva. A. Bulaç Ya da takvayı emrettiyse. اَرَاَيْتَ اِنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى 13-Eraeyte in kezzebe ve tevella. A. Bulaç Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise. Salla yapanı engelleyeni gördün mü, anladın mı? Kuranı ikra yapanı, okuyanı, anlayanı düşüneni, yaşayanı, anlatanı, toplumu bu ahlaka davet edeni bu uğurda salla yapanı, destek olanı; engelleyeni, bu yoldan alıkoyanı, mani olanı anladın mı? İnsanla Kuran arasına giren engeller, maniler neler. İçsel ve dışsal unsurları, bireysel ve toplumsal faktörleri, ulusal ve uluslar arası güçleri, bunların tağutlaşarak esir alışlarını düşünmek, tanımak, anlamak ve görmek ve kurtulmak gerekmektedir. Zira, ikra yapmak, gereğince alaka göstermek, Allah’a, Kurana önem ve öncelik vermek olan takva, Kuran terbiyesindeki bir yaşamı sağlar. Kuran ahlakıyla boyar. Kuranı yaşama taşır. Hayata nakşeder, dantel gibi işler. Bunun için, Kuranla bu denli alakamızı kesen, mani olan, Hakkı yalanlayan, yüz çeviren tüm söylemleri, öğretileri, kabullenim ve yargıları, gözden geçirmek, değiştirmek, terk etmek elzemdir. Dünyadaki amacımızı unutturan, peşinde kullaşıp köleleştiğimiz tüm tutkuların, hedeflerin, gayelerin farkına varıp, kurtulmalıyız. İlahlaştırdığımız; mal, mülk, makam, şöhret, para, pul, herneyse tüm araçları amaçlaştırarak girdiğimiz esaret girdabından ayrılmalıyız. Hele bir zengin olayım bak nasıl çalışacağım, destek olacağım diyerek araçları bilerek bilmeyerek amaç edinip de Kuran ahlakını öteleyenlerin kıssaları, farkına varmak için yetmez mi? Oysa bunların amaç değil birer araç olarak ihtiyacımız kadar yaşamımızdaki yerini alması doğaldır. Dünyadaki yaşamın sürdürülmesi için gereklidir. Öncelikle içimizdeki bu anlayış engellerini yok etmeliyiz. Atalar kültürünü bırakmalıyız. Kuranla aramıza giren tüm engelleri, perdeleri yırtıp atmalıyız. Sonra toplumda var olan; Kuranı, ikra yapmayı, alakayı zorlaştıran tüm şartları değiştirmeliyiz. 14-16 اَلَمْ يَعْلَمْ بِاَنَّ اللّٰهَ يَرٰى 14-Elem ya'lem biennallahe yera. A. Bulaç O, Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu? كَلَّا لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ لَنَسْفَعًا بِالنَّاصِيَةِ 15-Kella leil lem yentehi lenesfe'am binnasiyeh. A. Bulaç Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; نَاصِيَةٍ كَاذِبَةٍ خَاطِئَةٍ 16-Nasiyetin kezibetin hatieh. A. Bulaç O yalancı, günahkar olan alnından. Önem ve öncelik verdiğimiz, her gün aynı perçem, kakül gibi bakıp, gözettiğimiz bu geciçi dünyada araç iken Kuranı amaçlarımızın yerine baş tacı yaptığımız, mal, makam, şöhret vb hedeflerimiz yok mu? Eğer farkına varıp vazgeçmezsek bu yalancı, aldatıcı, insanı yanlışa, günaha daldıran perçemlerimizden, amaç edindiğimiz, uğruna ne günahlara katlandığımız Kuran dışı gayelerimizden, ihtiraslarımızdan, yığma ve biriktirme hastalığından kurtulmazsak, bunların peşinde sürünmek mukadder olur. Hele bir zengin olayım, şu olayım, bu olayım da bir gör ve benzeri perçemlerimiz, bizi aldatmıyor mu, Kurandan, ikradan uzaklaştırmıyor mu? Araçken amaç edindiğimiz ve önümüze kızıl elma gibi koyduğumuz bitmez tükenmez, dipsiz, yalancı, günahkar perçemlerden vazgeçmezsek, o zaman da Sünnetullah gereği bu perçemlerin peşinde köleleşir, sürünür insan. Oysa tüm nimetler, araçlar hayatı kolaylaştırmak, insana hizmet etmek için yaratılmış, ikram edilmişken, bunları amaç edinen insan bunların kölesi olur. Bunlara binmek, kullanmak varken, onlar insana biner, insanı hamal eder. Atalar dininin efendileri olup toplumsal güçleri kullananlar, bu güçlerle tagutlaşanlar, zorbalık yapanlar, Hakka, Kurana ve Kurani ahlakın yayılmasına engel olmaya çalışanlar da, bu güçlerin, bu perçemlerin esiri olur, sürünür, süründürülür. 17-18 فَلْيَدْعُ نَادِيَهُ 17-Felyed'u nadiyeh. A. Bulaç O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın. سَنَدْعُ الزَّبَانِيَةَ 18-Sened'uzzebaniyete. A. Bulaç Biz de zebanileri çağıracağız. Bu perçemler uğrunda tüm çevresini kullanır, tüm imkanlarını seferber eder. Bu yolda tüm ömrünü heba eder, sonra da zebanilere layık olur. Vahyi önceliklerimizle aramıza giren bu ve benzeri yalancı, günahkar perçemlere ulaşanlar da, muradına eremez, uğruna alakasını, ikrasını, takvasını bozduğu, ne günahlara battığı bu perçemler eliyle tokat yer, sürünür. Salat edenlere, ikra yapanlara, Kurana önem ve öncelik verenlere karşı yaptıkları tüm engellemelerde tüm taguti güçleri seferber etmesine rağmen sonuçta bu güçler eliyle bile darbe yer, hançerlenir. sürünür ve yerle bir edilir. كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ 19-Kella, la tuti'hu vescud vakterib. A. Bulaç Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş. Hayır, tüm bu engellerin farkında olup, anlayıp, bunlara uyma; Kurana tabi ol, tam bir itaatle bağlan ve yaşayan Kuran ol. Bunun içinde ikra yap, alakanı ilgini artır. Önem ve önceliklerini Kuran yap. Kuran ahlakına tabi ol. ALAK SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI 1- اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذٖى خَلَقَ İkra' bismi rabbikellezi halak. Yaratan Rabbinin adıyla oku. K-r-e (H Yılmaz Tebyinil Kuran İşaret Yayınları) “İkra sözcüğü, karae fiilinin emir kipidir. Bu sözcük İbranice ve Süryanice’de de mevcuttur. Meselâ, şu anda bile Süryanice’de “okumak” sözcüğü için kıryono kullanılır. İkri sözcüğü de “adımla, oku” anlamındadır. Araştırmacılar “ikra” sözcüğünün hangi dilden diğerine geçmiş olduğu konusunda kesin bir kanaat sahibi değildirler. Henüz defter-kitap ortada yokken karae sözcüğü, “hayız kanının rahîmde toplanması ve dışarı atılması” anlamına üretilmiş [vaz edilmiş] ve zaman içerisinde de kadınların hayızlı günleri ile hemen arkasından gelen kanamasız günleri kapsayan dönemlerin adı olarak kullanılmıştır. Nitekim sözcüğün Bakara sûresinin 228. âyetin ‘deki kullanımı da bu anlamdadır. Daha sonra sözcük, istiare [ödünç alma] yoluyla “bir şeyleri biriktirip onu dağıtmak, başka yerlere nakletmek” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. “Develerin hamile kalarak yavruyu rahîmde taşıyıp sonra da doğurmasına” karaet’in-nâkatu denilirdi. Aynı sözcük, yukarıdakilere ek olarak “harfleri, kelimeleri, cümleleri ya da bilgileri bir araya getirip bir başkasına nakletme” eylemi için de kullanılmaktadır. Zaten bu sözcüğün “okumak” anlamında kullanılma nedeni de budur. Ne var ki, karae sözcüğünü “okumak” diye çevirmek yeterli olmadığı gibi, böyle çevrilmesi onun Kur’ân’da neden kullanıldığını anlamak bakımından da yanlış sonuç verir. Çünkü Türkçe’de kullanılan “okumak” sözcüğünün karşılığı, Arapça’da “tilâvet “tir. Buna, hazırdaki bir metni okumak diyebiliriz.” İkra “2:222 Ve yes'eluneke anil mehiyd, kul hüve ezen fa'tezilün nisae fil mehiydi ve la takrabuhünne hatta yathurn, fe iza tetahherne fe'tuhünne min haysü emerakümllah, innellahe yühibbüt tevvabine ve yühibbül mütetahhirin 2:222. Sana kadınların aybaşı hâlinden de soruyorlar. De ki: “O, bir eziyettir. Onun için aybaşı hâlinde kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Artık iyice temizlendikleri zaman da Allah'ın emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri sever, çok temizlenenleri de sever.” حِيضِ = Hayd = aybaşı 2:228 Vel mütallekatü yeterabbasne bi enfüsihinne selasete kuru', ve la yehillü lehünne ey yektmne ma halekallahü fi erhamihinne in künne yü'minne billahi vel yevmil ahir, ve büuletühünne ehakku bi raddihinne fi zalike in eradu islaha, ve lehünne mislüllezi aleyhinne bil ma7rufi ve lir ricali aleyhinne deraceh, vallahü azizün hakim 2: 228. Boşanmış kadınlar da, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Ve onların kocaları, barışmak isterlerse o süre içersinde onları geri almaya daha çok hakk sahibidirler. Onların da aleyhlerindeki gibi, ma‘rûf ile kendileri için de vardır. Erkekler için de, onların üzerinde bir derece vardır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir. قُرُوَءٍ = Kuru’ = aybaşı halinden sonraki zaman, iki aybaşı arasındaki zaman. Kuru’ kadınlara yaklaşmanın yasak olmadığı zaman yani birleşme toplama zamanı, spermle yumurtanın birleşmesiyle, toplanmasıyla, bir araya gelmesiyle “İKRA ile” fetus veya cenin oluşur, Yeni bir hayat ortaya çıkar. Kuran’ın toplanmasıyla, Kuran’ı kendimizde toplamamızla yeniden doğarız, yeni bir hayat oluşur.”YB (TDV Dini Kavramlar Sözlüğü) “kitabı okumak, takip etmek, ardından gitmek, tâbi olmak ve uymak” anlamlarına gelen tilâvet, ıstılahta, Kur’ân’ı usulüne uygun olarak okumak demektir. Kur’ân’da “telâ” fiili 61 defa geçmiş ve takip etmek (Şems, 91/2), okumak (Enfâl, 8/2), ilim ve amel ile tâbi olmak (Bakara, 2/121), indirmek (Âl-i İmrân, 3/58) ve uydurmak (Bakara, 2/102), anlamlarında kullanılmıştır. Bu kelime daha çok âyetleri, Kur’ân’ı okuma anlamındadır.” Anılan Sözlükte, (En’âm, 6/151) ayeti gerekçe yapılarak, “ tilâvet kıraatten daha özeldir. Her tilâvet kıraattır, fakat her kıraat tilâvet değildir. Tilâvette, ittiba, bildirme ve duyurma anlamı da vardır” Görüşüne de yer verilmiş olmakla birlikte, De ki: "Gelin, Rabbinizin size harâm kıldığı şeyleri okuyayım… ayetinden tilavetin kıraatten daha kapsamlı olduğu anlamı çıkarılamaz, aksine Rabbinden gelen ayetin olduğu gibi, değişikliğe uğratılmadan, aynen insanlara aktarılması manası baskın olması nedeniyle tilavet, kıraat/ ikra kavramından daha dardır. Nitekim, 10/16 قُلْ لَوْ شَاءَ اللّٰهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَا اَدْرٰیكُمْ بِهٖ فَقَدْ لَبِثْتُ فٖيكُمْ عُمُرًا مِنْ قَبْلِهٖ اَفَلَا تَعْقِلُونَ Kul lev şaellahu ma televtuhu aleykum ve la edrakum bihi fe kad lebistu fikum umuram min kablihi e fela ta'kilûn. S. Ateş De ki:"Eğer Allâh dileseydi, onu size okumazdım ve onu size hiç bildirmezdi. Ben ondan önce aranızda bir ömür boyu kalmıştım (böyle bir şey yapmamıştım), düşünmüyor musunuz? " Ayetinde, okuma ile idrak etme aynı zamanda kullanılarak tilavet ile idrak etmenin ayrı ayrı vurgulanmış olması da dikkat çekicidir. Bu nedenle, tilavetin, idrak etme gereği duymadan da, yüzünden, yazılı olanı okuma, yazıyı takip etmek, yazılı olana uyarak onu seslendirmek, sesli veya sessiz dillendirmek olduğu anlaşılmaktadır. İdrak ise anlamına vararak, düşünerek, ibret alarak okumadır. Böylece, tilavet ile ikranın farkı ortaya çıkmaktadır. Bu iki kavramı ayıran temel unsur idraktir. Bu açıdan, (Elmalı) “Hz. Peygamber'in hadisinde söylendiği üzere yüzünden okumanın, sevab ve fazileti, kavrama ve ezberlemeye vesile olmasından dolayıdır.” Derken; tilavetin ikra ile farkını ortaya koymuş ve eğer ikra yapması veya ikraya yardımcı olması halinde tilaveti, yüzünden okumayı teşvik ettiği anlaşılmaktadır. (M Esed) “İkra’ emri, “oku” yahut “telaffuz et/dile getir” olarak çevrilebilir. Birinci çeviri, bana göre, bu bağlamda daha tercihe şayandır; çünkü “telaffuz etmek/dile getirmek” kavramı, yalnızca o anda yazılı olan veya hafızada bulunan bir şeyi -anlayarak veya anlamadan- dil ile söylemeyi ifade eder; oysa “okumak”, bir dış kaynaktan, burada Kur’an mesajından, alınan sözleri veya düşünceleri, yüksek sesle olsun veya olmasın, ama anlamak niyetiyle bilinçli olarak zihnine nakşetmeyi ifade eder.” Diğer bir anlatımla, (H Yılmaz) “ Nitekim Biz sana biriktireceğiz ve dağıttıracağız , sen de unutmayacaksın/terk etmeyeceksin (A’lâ sûresinin 6. âyeti ile Kıyâmet sûresinin. 17–19 âyetin ‘de tekrarlanan benzer ifadeler de göstermektedir ki, kıraat , “önce bir şeyleri zihinde, kitapta vs. toparlayıp-hazırlayıp, sonra başkalarına sözlü ya da yazılı olarak aktarmaktır.” Bu durumda, konumuz olan ikra emrinden, Peygamberimizde bir şeylerin biriktirileceğinin ve sonra da bunların yine ona dağıttırılacağının anlaşılması gerekir. Diğer bir ifadeyle, Peygamberimiz Allah’tan bir şeyler öğrenecek; öğrendiklerini de insanlara sözlü veya yazılı olarak öğretecektir. Kendisine ikra ile emredilen [verilen görev] işte budur. Bu konuda şu âyetlere bakılabilir: İsrâ/14.45.93.106; Nahl/98; Şu’arâ/199; A’râf/204; İnşikak/21; A’lâ/6 ve Müzzemmil/20 . Özetle, ikra emri, toplamak ve dağıtmak anlamı ekseninde “vahyolunacakları zihninde toparla/oku/dağıt, tebliğ et” anlamına gelir.” (F Razi) “Ayetteki, "oku" ifadesi ile, "Kur'ân oku" manası kastedilmiştir. Çünkü "okuma" (kıraat), ancak Kur'ân hakkında kullanılır. Nitekim Hak Teâlâ, "Biz onu okuduğumuz zaman, onun kıraatine '{Kıyame, 75/18) ve "Kur'ân'ı parça parça indirdik ki sen onu insanlara yavaş yavaş kıraat edesin, okuyasın" (İsra, 17/106) buyurmuştur.” (Elmalı) “"Sen Kur'ân'dan önce bir kitap okumuyordun." (Ankebut 29/48) kitabın niteliğini, imanın esasının neden oluştuğunu bilmezdin... "Sen önceleri kitap nedir iman nedir bilmezdin." (Şurâ, 42/52)” (Kuran Yolu) “Bu ayette “emredilen okumanın konusu belirtilmemiştir; çünkü başta kendisine indirilen vahiy ve kozmik evrendeki âyetler olmak üzere, okunması yani üzerinde inceleme yapıp zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması gereken her şeyi tanıması, hakikatini anlayıp kavraması istenmektedir.” (A Küçük) “Kur’an’ın okunmasından maksat tedebbürdür. Yani düşünerek onun ne dediğini anlamaya çalışmak ve hayatı onunla düzenlemektir. Hz. Ali efendimiz buyurur ki:“Anlamayarak yapılan ibadette ve düşünülmeden gerçekleştirilen kıraatte hayır yoktur.” Zaten Allah’ın Resûlü bir hadislerinde kişinin okuduğu şeyle kalbinin irtibatının kesildiği ve okuduğu âyetlerden başka şeyler düşünmeye ve dikkati başka taraflara dağılmaya başladığı andan itibaren onun okumaya devamını menetmektedir. Selef âlimlerimizin hepsi böyle düşünür böyle inanırdı. Bakın Süleyman Ed-Dârâni: “Anlamadığım ve kalp huzuruyla okumadığım âyetlerden sevap alacağımı ummuyorum. Ben bir âyeti okurum, sonra dört-beş gece onunla meşgul olurum ve onu iyice anlamadan başka bir âyete geçmem.” der. Öyleyse Okuma = Okuma + Başkasına anlatma + Uygulama, yani okunanı yaşama, okunanla hayatı düzenleme + Samimiyettir diyebiliriz.” Nitekim, (Mevdudi) “Eğer meleğin maksadı kendi söylediğini Rasulullah'ın sadece tekrar etmesini istemek olsaydı, Rasulullah "Ben okuma bilmem" demezdi.” Açıklamasından da anlaşılacağı üzere; istenilenin, ne telafuz, ne de tilavet olmadığını vurgulamaktadır. Ikra, vahyedilen Kuran ile birlikte, yaratılan kitabı Kainatı da okumak, incelemek, düşünmek, dersler, ibretler çıkarmak, idrak etmek veya toplamak, içselleştirmek, bunlara uygun yaşamak ve insanları da bu eyleme davet etmektir. Kitabı yüzünden, manasını bilmeden, kelimeleri tekrar etmekten ibaret olan eylemin adı tilavet dahi değildir. Olsa olsa kelime tekrarıdır. Taklittir. Telaffuzdur. Tilavette okunan metnin anlamını bilmek vardır. Bu anlamı kavrayıp, toplayıp, düşünerek ders çıkarmak, ibret almak, yaşama geçirmek, anlamak ve anlatmakla ikra gerçekleşmiş olur. Böylece, ikra yapılınca, Kuranla yoğrulmuş, Kainata, varlık alemine layık, bir insan oluşur. Bi ismi nin manası, ismine, iradesine, kudretine yapışarak, tutunarak, ona dayanarak, ona bağlanarak, onun rehberliğine uymak anlamındadır. R-b-b :Alemlerin Yaratıcısı, yarattıklarını, belirlediği programa uygun hedeflere götüren, olgunluk derecesine ulaşıncaya kadar aşama aşama, yavaş yavaş inşa eden, kemâle erdiren, terbiye edendir. H-l-k : Yaratılışıyla ilgili olarak, yaratma anlamının nüansları şeklinde Bedee, fetara, berae, felaka, zerae, enşee, ceale, savvera, sevvâ, ehyâ, sanea, feale, ahrece, eâde, enbete, a'tâ, vehebe, elkaa, vedaa, enzele kelimeleri de Kuranda, zikredilmektedir. Halak kelimesinin bu kelimelerden anlam farkı da; güzelce ölçüp biçip takdir etmektir. Ahlak üzere yaratmaktır. Varlıkların, hal ve hareketlerini, ahlakını, huyunu, fıtratını, davranışlarını belirlemektir. (26/Şuarâ 137 ve 68/Kalem, 4.) Kuranı, kitabı Kainatı ıkra yapan, yani; okuyan, anlayan, düşünen, ibret alan, ders çıkaran, bunları yaşama geçiren, başkalarına aktaran kişi, Rabbin terbiyesine, okuluna girer, Onun terbiyesine yapışıp tutunarak, ona dayanarak, ona bağlanarak, onun rehberliğine uyar, böylece, Halaka ulaşır, Kurana uygun bir ahlaka, hal ve yaşam biçimine kavuşur. Peygamberin ilan ettiği tamamlanmış ahlakın yolcusu olur. Ayeti sondan alırsak, Kurana uygun bir ahlaka, hal ve yaşam biçimine kavuşmak, Halak a ulaşmak, ahlaklı kişiliğe sahip olmak için Rabbin terbiyesine girmeli, Ona dayanmalı, Ona yapışmalı, Onun rehberliğine uymalı, Kuran okuluna girmeli ve ıkra yapmalıdır. 2- خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ Halekal insane min 'alak. O, insanı alaktan (embriyodan) yarattı. A-l-k : askıya alınmış, bağlanmış, vb (Elmalı) “Bunlardan başka "alak", ruhanî ve manevî olarak, alâka gibi aşk ve muhabbet mânâsına da gelir.” (A Tekin) “O, insanı aşk ve sevgiden, bir ilişkiden, rahim duvarına yapışıp yerleşen döllenmiş hücrelerden yarattı.” İnsan Alaktan Halak olmuştur. İnsanın Halakı Alaktandır. İnsanın Kuran ahlakına kavuşması alakasına bağlıdır. Alakla ilgilidir. Kuran ahlakına ulaşmak, bunu aşk derecesinde istemekle mümkündür. Herkesin Halakı, ahlakı Kurana verdiği öneme, alakaya, sevgiye bağlıdır. Alakası, sevgisi aşkı ne kadar yüksek ise, Halakı, ahlakı da o denli olmaktadır. Peygamberin Allah’a ve Kurana olan alakası, sevgisi, aşkı, verdiği önem ve öncelik zirvede olduğundan, Onun ahlakı, Halakı da en yüksekti, en üstündü, en zirvedeydi. Bunun için de örnek insandı.Yaşayan Kurandı. SONUÇ Bu iki ayet, insanlığa; değişimin, dönüşümün yolunu yöntemini vermektedir. Kuranı ıkra yapanların, Rabbin eğitimine terbiyesine girdiklerini, Allah’a ve Kurana verdikleri öneme, önceliğe, alaka, sevgi ve aşk derecesine paralel olarak Halaklandıkları, Kuranın ahlakıyla yenilenip yaratıldıklarını açıklamaktadır. Yaşayan Kuran olmak, Kuran ahlakıyla değişmek dönüşmek isteyenlerin yapması gereken ıkradır, Kuran okuluna girip terbiye olmaktır, bütün benliğiyle Kurana yönelmektir, önem ve öncelik vermektir, alaka göstermektir. Alakın döllenmiş zigot anlamını, asılı, askıda vb manalarını da dikkate aldığımızda, bu alaka öyle olmalıdır ki, aynı döllenmiş yumurtanın rahim duvarına tutunması, ana damarlarına, atardamarlarına ulaşması kadar güçlü ve kapsamlı ve olgunlaşıncaya, kemale erinceye kadar sürmelidir. Haftada bir gün, bir saat vs değil. Bu alaka ne ölçüde ise, Kuran ahlakıyla Halaklanmak, yaratılmak ta o ölçüde olmaktadır. Bu Allah’ın sünnetidir. Neye alaka gösterirse insan, alakasını yönelttiği alanda ve alakası ölçüsünde halaklanır, ahlaklanır, o ahlak üzere yaratılır, değiştirilir. Şimdi şu soruyu sormalıyız: Biz neden gereğince Kuran ahlakıyla ahlaklanamadık? Toplumun yaşamı Kuran ahlakından neden uzak? Kurana alakamızı sorgulayalım, Kuranı ıkra yapışımızı sorgulayalım. Önem verdiklerimizi, yaşamdaki önceliklerimizi, amacımızı sorgulayalım.
  12. aldemira

    NAS SURESİ

    NAS SURESİ De ki: Deki? Emri çok unsurları ihtiva etmektedir. Peki neyi söylemeli, iletmeli, anlatmalı. Kime söylemeli, neyi, nasıl, ne zaman, nerede, niçin, hangi usulle anlatmalı. Kişi, söyleneni, yani KURANI düşünmeli, anlamalı, yaşamalı, içselleştirmeli ki aktarabilsin. Bu, İKRA emrine benzemektedir. Anlamayan anlatamaz. İkra veya gul/deki; okumak, anlamak, ibret almak, yaşamak ve anlatmaktır. Deki, sadece söylemek değil, yaşamaktır, yapmaktır. Deki, soranlara söylemektir/anlatmaktır, gerek duyanlara izah etmektir, tüm insanlığa ilan etmektir. "Sığınırım ben, insanların Rabbine. İnsanların pâdişâhına/Melikine, İnsanların Tanrısına/İlahına, Burada, insanların Rabbine, Melikine, İlahına sığınmamız belirtilmektedir. Rablık, meliklik, ilahlık iddi eden, bu sıfatlarına ortak olma iddiasında bulunanlara, sistemlere, düzenlere, firavunlaşan güçlere değil. Sadece ve sadece bunların da Rabbi, Meliki ve İlahı olana, Onun Vahyine uymamız gerekmektedir. Sığınmak ne demek. Nasıl bir olgudur. Düşünelim. Bir eve, ülkeye sığınan, iltica eden insan üzerinden olayı anlamaya çalışalım. Eve sığınan kişi, yer içer, rahat eder. Ondan beklenen ise sunulanlara teşekkür etmek ve konulan kurallarına uymaktır. Ülkeye sığınanlar da benzer durumdadır. O ülkenin kurallarına uymak durumundadır. İngiltere’ye sığınan kişi trafikte, ben soldan değil, sağdan gideceğim derse trafik alt üst olur. Sığınmak, bir ortamdan/halden, şartlardan, kurallardan kaçınıp, başka bir ortama/duruma, şartlara, kurallara iltica etmektir. Ortamı başkalaştırmaktır. Değişimdir, dönüşümdür. Başka bir deyişle insanı sarmalayan kuralları, şartları bilinçli olarak değiştirmektir. Ayartılardan kaçınıp, Allah’a Kurana iltica etmektir. Hayatı değiştirmektir. Nitekim 7/200 Ne zaman şeytândan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir. Ayetinde, kötü düşünceden kaçınıp Allah’a sığınmak, yani o konudaki ayartılardan uzaklaşıp Kuranın ilke ve ölçülerine uymak gerektiği vurgulanmaktadır. Sığınmak, sığınılan kurallara uymaktır. Allah’a sığınmak da Kuranın kurallarına iltica etmek ve uymaktır. Rabbine, Melikine, İlahına sığınmak, tüm ayartılardan kaçınıp Vahye uymaktır. Kuran ölçüsünü rehber edinmektir. Kuranı okumak, anlamak, ders çıkarmak ve bunları yaşamaktır. Sadece Kurandan yardım almak ve ona göre davranmaktır. Allah’a güvenmek, bağlanmak ve öğretisine uygun yaşamaktır. 1/5 İyyake na'budu ve iyyake nesteîn. Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz! İlkesini hayatlaştırmaktır. İlk sure olan Fatihadan Nas suresine kadar her türlü misalle, döndürüp döndürüp, ayrıntılarla, noksan bırakmaksızın, apaçık anlatılan vahye, vahyin ilke ve ölçülerine uygun yaşam sürmektir. Sorunlarla karşılaşınca yine Allah’tan, Kurandan yardım almaktır. Kuran ölçülerine göre yeniden yapılanmaktır. Sadece Allah’tan, Kurandan yardım, ölçü, ilke almaktır. Yoksa, Rablik, Meliklik, İlahlık iddiasında olan insanlara, sistemlere, güç iddiasında olanlara, bunları dayatanlara sığınmamaktır. Bunların kurallarına, ölçülerine, ilkelerine bağlanmamaktır. Kurana aykırı tüm ölçüleri benimsememektir. Bu Kuran dışı ölçüler, ilkeler, kurallar kimden gelirse gelsin kaçınmaktır. O sinsi vesvesecinin şerrinden O ki insanların göğüslerine/de (kötü düşünceler) fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığınırım). Kimden sığınılmalıdır. İnsanın iç ve dış alemindeki, ins ve cins, yani görünür görünmez tüm ayartılardan, tutkulardan, esaretlerden, aldatmalardan kaçınıp, Kuran ölçülerine iltica ederek korunmalıdır. Nas suresinde “Allah kendisine sığınanı, sadece kendi dışındaki görünür görünmez türlerin şerrinden değil, kendi türünün şerrinden de korur M İslamoğlu”. “Cin ve insan kaynaklı vesveseler konusunda şarlatanlara değil, Allah’a sığınmalıdır.M Okuyan”. “Bu sûrede de insanların Allah’a sığınmaları gereken şerlerin [zararlıların] sayılmasına devam edilmiştir H Yılmaz”. “İnsanları kandırıp kötü yollara sürüklemeğe çalışan cin ve insan şeytanları vardır, Allah'ı anmak ve O'na sığınmakla ruh, kötü düşüncelerin etkisinden kurtulur, çünkü “Ancak Allah'ı anmakla gönüller huzura erer! S Ateş”. İnsanın yapısı ve saadete ulaşmasının yolu açıklanmakta, bu bağlamda sürekli ayartılarının olacağı, bunların insanın göğsünde/içinde bulunacağı ve rablık, meliklik, ilahlık iddiasıyla ve düzenleriyle dış çevresinde de yer alacağı, bu ayartanların görünür veya görünmez olup, her daim ölünceye kadar, her durumda insana vesvese/ayartı sunacağı belirtilmekte ve ayartılardan kaçınıp Allah’a, Kuran ölçülerine ilkelerine/ emirlerine iltica edilmesi yani Kuranın yaşanılmasıyla korunulacağı anlatılmaktadır. Bu nedenle insan her düşüncesini/tercihini/kararını/eylemini Kuran mihengine/ölçüsüne vurmalı ve denetiminden geçirmelidir. NAS SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI (١١٤-١) قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ 114.1 - Gul eûzu birabbin nâs. 114.1 - De ki: "Sığınırım ben, insanların Rabbine. kul قُلْ : Deki, demek, söylemek, buyurmak, anlatmak, içten söylemek, iftira etme, uydurma, nisbet etme, adlandırma, söz, görüş, inanç, akide, Nvsi: nâs النَّاسِ: İnsanlar, kavim, sallanmak, sallanan, lahit, sanduka, ins:cana yakın, samimi, girişken, sosyal, alışmış olmak, aşina, tanıdık, dost, canlılık, kibar, zarif. rabb بِرَبِّ: Terbiye eden, kemale erdiren, malik, seyyid, efendi, besleyen bakan, ilah, mabud, “Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” anlamınadır.HY eûzu اَعُوذُ: Sığınmak, “bir başkasına iltica etmek, sığınmak” anlamına gelen “اعوذ - e’uzu” sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük “عوذ - avz” kökünden türemiştir. Kur’ân’da bu kökten türemiş “عذت - uztü, يعيذون - yeızune , فاستعذ - festeız” sözcükleri de aynı anlama gelmektedir.HYılmaz. Euzu /Sığınmayla ilgili ayetler 2/67 Mûsâ, kavmine: "Allâh size bir inek kesmenizi emrediyor." demişti. "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. "câhillerden olmaktan Allah'a sığınırım!" dedi. 3/36 Onu doğurunca Allâh onun ne doğurduğunu bilirken yine şöyle söyledi: "Rabbim, onu kız doğurdum, erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytânın şerrinden sana ısmarlıyorum." 7/200 Ne zaman şeytândan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir. 11/47 (Nûh) dedi ki: "Rabbim, bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan ziyana uğrayanlardan olurum!" 12/23 Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: "Haydi gelsene!" dedi (Yûsuf): "Allah'a sığınırım dedi, efendim bana güzel baktı. zâlimler iflâh olmazlar!" 12/79 "Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını almaktan Allah'a sığınırız, yoksa biz zulmedenler oluruz!" dedi. 16/98 Kur'ân, oku(mak iste)diğin zaman kovulmuş şeytândan Allah'a sığın. 19/18 (Meryem) dedi ki: "Ben senden, çok esirgeyen(Allâh)'a sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma)." 23/97 Ve de ki: "Rabbim, şeytânların dürtüklemelerinden sana sığınırım." 23/98 "Ve onların yanıma uğramalarından sana sığınırım Rabbim." 40/27 Mûsâ dedi: "Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz(olan Allâh)a sığındım." 40/56 Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allâh'ın âyetleri hakkında tartışanlar var ya, onların göğüslerinde, (hiçbir zaman) erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın, çünkü işiten, gören O'dur. 41/36 Eğer şeytândan kötü bir düşünce, seni dürtecek olursa hemen Allâh'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. 44/20 "Ben, beni taşla(yıp öldür)menizden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan (Allâh)'a sığındım." 72/6 Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklığını artırırlardı. 113/1 De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe; 114/1 De ki: "Sığınırım ben, insanların Rabbine. (١١٤-٢) مَلِكِ النَّاسِ 114.2 - Melikin nâs. 114.2 - İnsanların pâdişâhına, • Mlk: Melik مَلِكِ :Saltanat, mülk, melik, sultan, hükümdar, sahip olma, gücü yetme, mülkiyet, ikdidar, melek. “Allah’ın güzel isimlerinden biri olan “melik”, “hükümdar, kral” demektir. “Melik” sözcüğü, “me-le-ke” fiilinden türemiştir. “me-le-ke”, “malik ve sahip olmak [yönetim gücü]” demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı, hem de kuvvetli olmayı çağrıştırır. Sahip ve malik anlamında “melik, mâlik, melîk” kelimeleri kullanılır. Mastarı olan “mülk” veya “milk”, sahip olunan ve üzerinde tasarrufta bulunulan şeyi ifade ettiği gibi, tasarrufta bulunmayı da ifade eder. Bu tasarruf öncelikle insanlar, daha sonra da mallar üzerindeki tasarruftur. Nitekim Yüce Allah için “İnsanların Meliki” denilirken, O’nun insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu anlatılmak istenir. İnsan mükerrem kılınarak yeryüzü ve yeryüzündeki varlıklar kendisinin hizmetine verilmiş, Allah’ın indirdiği ile yeryüzünde tasarrufta bulunacağı için yeryüzü mülkü üzerinde kendisine izafî bir meliklik yetkisi tanınmıştır.Böylece gerçek Melik olan Allah, yeryüzündeki melikliğini kendi belirlediği sınırlar içinde ve kendi seçtiği elçiler aracılığıyla bildirdiği kurallara uygun olmak üzere, insanlar vasıtası ile kullanır. Allah’ın melikliğini yine O’nun belirlediği sınırlar içinde ve emaneten kullanan insanların görevi, kısmen de olsa kendi tasarruflarına verilen yeryüzünde [Allah’ın mülkünde], Allah’ın iradesinin hâkim olmasını sağlayacak sistemler kurmak, yöneticiler seçmektir. Eğer insanlar bu görevi lâyıkıyla yerine getiremezlerse, Yüce Allah, insanların hak ettikleri özelliklere sahip kişilerin melik/yönetici olmalarına izin vermek sûretiyle, yanlış yapan insanları bu dünyada da cezalandırmış olur. Nitekim Mûsâ peygamber ile uğraşan Firavun ve İbrâhîm peygamber ile uğraşan Nemrut, bu tip cezalandırmanın iki tipik örneğini teşkil etmektedirler.Melik” sözcüğü İslâm tarihinde ilk olarak Emevî devletinin kurucusu Muaviye tarafından kullanılmıştır.HY.” (١١٤-٣) هِ النَّاسِ اِلٰ 114.3 - İlâhin nâs. 114.3 - İnsanların Tanrısına: • Elh: İlah: Mabud edinilen her şey, ilah. “örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk” demek olan “ilâh” sözcüğü, genelde “ibâdet edilen, tapınılan, ululanan” nesnelerin ortak adı olmuştur. “İlâh” sözcüğünün “ibâdet edilen varlık” anlamında kullanılmasının sebebi olarak; bu sözcüğe “ihtiyaçları gideren, işlenen amelin karşılığını veren, sükûnet bahşeden [huzur, rahatlık veren], yücelik, hükmü altına alıp koruyan, musibet anında koruyan” anlamlarının yüklenmiş olması gösterilebilir.“İlâh” sözcüğü Kur’ân’da hem “Hak olsun batıl olsun, ayırım yapılmaksızın, insanların tapındığı varlık” anlamında, hem de “Gerçekten ibâdete lâyık olan Hakk mabut” anlamında kullanılmıştır.Kendileri için ilâh olabileceğine inandıkları şeylerin korkulu ve sıkıntılı anlarda kendilerini koruyabileceğini zannederek Allah’tan başka ilâhlar edinmişler ve onlara tapınmaya devam etmişlerdir. Kur’ân, bu insanları bize şu şekilde tanıtmaktadır: • Onlar, kendileri için bir izzet ve kuvvet kaynağı olsunlar diye, Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler. Meryem; 81. • Onlar, Allah’ın astlarından kendileri yardım olunurlar ümidi ile ilâhlar [tanrılar] edindiler. Ya Sin; 74. • Allah’ın astlarından yalvardıkları yalancı ilâhlar, Rabbinin emri geldiği zaman onlara hiçbir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Hud; 101. • Ve Allah’ın astlarından çağırdıkları şeyler, hiçbir şeyi yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıp duruyorlar. Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine de şuurları/ bilinçleri yoktur. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Nahl; 20, 22. • Allah’ın astlarından Allah’a eş tuttukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar, onlar ancak yalandan başkasını söylemiyorlar. Yunus; 66. • Allah ile birlikte başka bir ilâha tapma. Ondan başka hiçbir ilâh yok. Kasas; 88. Eğer bu güce sahip başka “şey”lerin de varlığına inanıyor ve buna göre davranıyorsa, Allah’tan başka “şey”leri de ilâh edinmiş sayılmaktadır. Ancak, hayatın içindeki sebep-sonuç yasaları gereğince insanların birbirlerinden aldıkları yardımların bu anlama gelmeyeceği tabi’idir. Allah bu durumu, işlerini birbirlerine gördürmek için insanları farklı yarattığını söylemek sûretiyle Kur’ân’da açıkça belirtmiştir. Aslında insanın ilâh edindiği nesnelere dua etmesine ve onlardan yardım dilemesine sebep olan düşünce, o nesnelerin tabiat kanunları üzerinde hükmünü geçirmeye ve tabiat kanunlarının nüfuzu dışında bir kuvvete sahip olduğunu zımnen kabul etmesidir.HY.” (١١٤-٤) مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ 114.4 - Min şerril vesvâsil hannâs. 114.4 - O sinsi vesvesecinin şerrinden. • Vsivsi: vesveseالْوَسْوَاسِ: Vesvese verme, aklından geçirme, içinden geçirme. “Vesvese “alçak bir sesle, fısıltı ile gizli bir düşünce aşılamak, bir işe, eyleme yöneltmek” demektir. Kur’ân’da bu sûreden başka A’râf sûresinin 20., Kaf sûresinin 16. Ve hiç kuşkusuz, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini de Biz biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakını) ve Tâ Hâ sûresinin 120. âyetlerinde geçmektedir.HYılmaz.” • Hınsi:Hannâs الْخَنَّاسِ : Sinsi, uzak, çok sinsi, gizlenen, anlamındadır.81/15 de de geçer. “el-Hennâs , geri kalmak anlamındaki hunûs kökünden mübalağa sıfatıdır. Geri kalan, kötülüğe sürüklemek için insanı ardından izleyip döne döne vesvese veren demektir. SAteş”. • Şerr شَرِّ :Şer, ayıp, kötülük, kıvılcım (١١٤-٥) 114.5 - Ellezî yuvesvisu fî sudûrin nâs. 114.5 - O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar. • Sadra: Sudûr صُدُورِ :Göğüs, iç, kalb, dönmek, çekilmek. Gizli düşmanın dışarıda değil de insanın içinde olduğunun vurgusu 5. âyette “fi suduri’n-nâs [insanların göğüslerinde; kalplerinde, akıllarında, zihinlerinde] denilmek sûretiyle yapılmıştır. Bu âyeti bilgisizce “göğüslerine/kalplerine, akıllarına, zihinlerine” şeklinde çevirenler kesinlikle büyük bir yanlış içindedirler. Çünkü âyetin bu şekilde çevrilmesi için orijinalinin “ilâ sudurinnas” olması gerekmektedir. Hâlbuki âyet “fi suduri’n-nâs” şeklindedir. Yani 4. âyette sözü edilen “hannas”, işlevini dışarıda değil, göğüslerde [kalplerde, akıllarda, zihinlerde] yapmaktadır. Dolayısıyla gizli düşman kendi içimizde faaliyet göstermektedir. İkinci grup gizli düşman ise toplum içindeki hannastır. Bunlar, toplumun beyni konumundaki kurumlara yerleşip oradan toplumun fesadı için vesvese verirler, toplumun zararına neden olurlar. Bu ikinci grup “hannas”, En’âm sûresinde bize şöyle açıklanmıştır:Şeytânlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için vahyederler [gizlice telkinde bulunurlar]. Onlara boyun eğerseniz siz de müşriklerden [Allah’a ortak koşanlardan] oldunuz demektir. En’âm; 121. Biz her peygamber için cinn ve ins şeytânlarını düşman kıldık. Ki dünya malına aldanmak için bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü vahyeder [gizlice telkinde bulunup fısıldar]. Ve şâyet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları bırak, uydurdukları şeyleri de. Âhirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan memnun olsun ve de yapmakta olduklarını yapsınlar diye de. En’âm; 112, 113.HY Keşşaf sahibine göre “suduri’n-nâs” ifadesindeki “nâs” sözcüğü, bizim “insan” olarak çevirdiğimiz sözcük değildir. Bu sözcük, “unutan kişi” anlamındaki “en-nâsî” sözcüğü olup sözün akışı gereği sonundaki “ye” harfi düşmüştür. Bu takdirde âyetin anlamı “O vesveseci unutanların göğüslerine vesvese verir ki, unutanlar cinn ve instendir” demek olur. Böylece bildik bilmedik herkesin Allah’ı unutabileceği, Allah’ı unutanların da vesvesecilerin vesvesesiyle yoldan çıkarılacağı vurgulanmış olur. HY. (١١٤-٦) ةِ وَ النَّاسِمِنَ الْجِنَّ 114.6 - Minel cinneti ven nâs. 114.6 - Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığınırım). • Cnn: Cinn الْجِنَّةِ : Cin, akılsız, deli, örnek, bürümek, cenin, örtülü olan, görülmeyen, cinnet, kalkan, cennet, ağaçlı bahçe, refah ve saadet. “Cinn” sözcüğü “cenn” kökünden türemiş bir sözcük olup sözcüğün asıl anlamı “bir şeyi duyulardan saklamak”tır. Arapça’da “cennehü’l-leylü [gece onu örttü], ecennehü [onu örttürdü], cenne aleyhi [üzerine örttü]” şekillerinde kullanılır. Nitekim Kur’ân’da, İbrâhîm peygamberi konu alan bir pasajda “felemma cenne aleyhilleylü [ne zaman ki gece kendisini sakladı, yani iyice karanlık çöktü]” şeklinde yer almıştır (En’âm;76). Aşağıdaki sözcükler de “cenn” kökünden türemiştir: Cennet: “Toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer” demektir. Cinnet: “Aklı, fikri saklanmak, delirmek” demektir. Cenin: Ana karnında saklandığı için bu adı almıştır. Cünnet: “Savaşta kullanılan kalkan”; kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir. Netice olarak bütün eski ve yeni sözlüklerde “İnsanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılamaya kapalı, mevcudiyeti kesin olan varlıklara veya güçlere cinn dendiği” yer alır. Kur’ân bu sözcüğü “mikrop, elektrik, mıknatıs, ışın, radyasyon, ajan [casus], yabancı, kimliği belirsiz kimse” anlamlarında kullanmıştır.HY” • İNS ve CİNN : Bu birleşik ifadelerde sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir. Bu durumu, Kur’ân’dan örnek vererek açıklamakta yarar vardır: 1.Mağrib[batı] ve meşrik[doğu] sözcükleri, “batı-doğu” şeklinde söylendiğinde anlam, sadece iki yönü kapsamaz, bütün yönleri kapsar. Örnek olarak Müzzemmil sûresinin 9. âyetinde “Rabbu’l-meşrikı ve’l-mağribi[Doğunun, Batının Rabbi]” ifadesi, sadece doğu ile batıyı anlatmayıp tüm yönleri ve mekânları ifade etmektedir. Bu da “Allah her yerin Rabbidir” demektir. Bu iki sözcüklü birleşik ifade ile ilgili diğer örnekler şunlardır: Nur 35, Bakara 115, 142, 177, Şuara 28, Rahmân 17. 2.Dünya ve âhiret sözcükleri beraber söylendikleri zaman “her yer ve her zaman” anlamını ifade eder. Bu sözcükler ile ilgili Kur’ân âyetleri şunlardır: Bakara 217, 220, Âl-i Imran 22, 45, 56, Nisa 134, Tövbe 69, 74, Yunus 64, Yusuf 101, Hacc 15, Nur 14, 19, 23 ve Ahzab 57. 3.Yaş, kuru sözcükleri beraberce kullanıldıkları zaman “her şey, her ne varsa” anlamını içerir. Örneğin En’âm sûresinin 59. âyetindeki “… Yaş ve kuru hiçbir şey yok ki, apaçık bir kitapta bulunmasın” ifadesi sadece yaşı ve kuruyu değil, canlı veya cansız her şeyi ifade etmektedir. 4.Sabah, akşam sözcükleri de Kur’ân’da farklı ifadeler içinde sıkça yer almakta ve “daima, her zaman” anlamına gelmektedir. Bu sözcükler ile ilgili âyetler de şunlardır: A’râf 205, Ra’d 15, Nur 36, Mümin 46, 55, En’âm 52, Kehf 28, Meryem 11, 62, Fetih 9, Furkan 5, Ahzab 42, İnsan 25, Âl-i Imran 41. Görüldüğü gibi, birbirinin zıt anlamlısı olan sözcükler birlikte bir kalıp hâlinde kullanıldığında, kalıbın anlamı sözcüklerin özel anlamlarından farklılaşmakta, zenginleşmektedir. Konumuz olan “ins ve cinn” kalıbında da durum aynıdır. Kalıbı oluşturan sözcüklerin anlamlarına bakıldığında, “cinn”in algılanamayan varlık, “ins”in ise algılanabilen varlık olması dolayısıyla, “cinn” ve “ins” sözcüklerinin birbirlerinin karşıtı olan sözcükler olduğu görülmektedir. Bu karşıtlık, “insan” ve “cin”in yaratılışları konusunda bizi bilgilendiren Kur’ân âyetlerinde de görülmektedir: O, insanı [görünen, bilinen varlıkları] pişmiş çamur gibi kuru balçıktan [değişken bir maddeden] yarattı. Ve cannı ateşin dumansızından [enerjiden] yarattı. Rahmân; 14, 15. Ve hiç kuşkusuz biz, insanı [görünen, bilinen varlıkları] çınlayan kilden, işlenebilen çamurdan [halden hale giren bir maddeden] yarattık. Ve cannı daha önce, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden [engel tanımayan enerjiden] yaratmıştık. Hicr; 26, 27. Öyleyse âyetlerdeki “cann ateşten yaratılmıştır” ifadesinin anlamı, “elektrik, manyetik dalgalar, şua gibi gözükmez güçler enerjiden yaratılmıştır” demektir. “İnsan topraktan yaratılmıştır” demenin anlamı da “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran varlıklar maddeden yaratılmıştır” demektir. Anlamlarının birbirlerine zıt olduğunu gördüğümüz “ins” ve “cinn” sözcükleri, birlikte bir kalıp hâlinde kullanıldıklarında, “gördüğünüz-görmediğiniz, bildiğiniz-bilmediğiniz, tanıdığınız-tanımadığınız, yani herkes ve her şey” anlamına gelmektedir. Bunun Kur’ân’daki örnekleri ise şunlardır: Ben, cinn ve insi [herkesi] yalnızca, bana ibâdet/kulluk etsinler diye yarattım. Zariyat; 56. De ki: “İns ve cinn [herkes] , bu Kur’ân’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler ve birbirlerine yardımcı olsalar, yine de, onun benzerini, ortaya koyamazlar.” İsra; 88. Oysa biz, insanların ve cinlerin [herkesin] Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık. Cinn; 5. Ey cinn ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/üstün bir güç olmadan aşamazsınız. Rahmân; 33. Orada daha önce ins ve cinn dokunmamış [hiç kimse tarafından el ve göz değdirilmemiş], bakışlarını eşine dikmiş eşler vardır. Rahmân; 56. Bu konudaki diğer örnekler şunlardır: En’âm 112, 130, A’râf 38, 179, Fussilet 25, 29, Ahkâf 18, Neml 17, Rahmân 39, 74, Nâss 6, Hûd 119 ve Secde 13. HY.”
  13. aldemira

    asr suresi

    ASR YAPANLARA SELAM OLSUN
  14. FİL SÜRESİ 1-2 اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْفٖيلِ 1-E lem tera keyfe feale rabbuke bi ashabil fîl. Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi. اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فٖى تَضْلٖيلٍ 2-E lem yec'al keydehum fi tadlîl. Onların 'tasarladıkları planlarını' boşa çıkarmadı mı? Rabbinin, Fil sahiplerine, fil gibi güç kuvvet sahiplerine, kaba saba, zorba, kuvvetini gücünden, koltuğundan, makamından, servetinden alanlara, Hortumu olan fil gibi, hortumlayanlara, soyup soğana çevirenlere, tezgahlar kurup kandıranlara, sülük gibi emenlere, sömürücülere, emperyalistlere, Güç ve kuvvete dayanan, ümmetin haklarını hortumlayanlara, bunların yandaşlarına, yoldaşlarına, candaşlarına, etraflarına, paydaşlarına, ekiplerine, kısaca bu güç ve hortumlama düzeninden, sisteminden yararlananlara, nimetlenenlere, ashabına, Kabeye, Kurana, Kuran kültürüne, sistemine, değerlerine saldıranlara, Fil ashabına ne yaptığını görmedin m? Ne yaptığını bilmiyor musun? Anlamadın mı? Hala anlamamış gibi davranıyorsun. Neden sen de bunlara karşı duruşunu belirlemiyorsun. Oysa Rabbin bunları, bu saldırgan, hortumcu, zalim, ahlaksız, değersiz, ilkesiz olanların tuzağını boşa çıkarmaktadır. O halde sende ashabı fil gibi olma, onlara yakın durma, onlardan uzak dur. O zalim, kaba güç sahiplerinden, hortumculardan, ahlaksızlardan, Kuran dışı olanlardan ayrıl. Zulümden ve hortumculuktan, haksızlıktan, ahlaksızlıktan ve yaşam biçimlerinden arın. Onlara karşı ol. Güce, kuvvete, mala, mülke, makama, koltuğa, statüye dayanan, hak hukuk demeden gücü yettiğini ezen, zulmeden, hortumlayan, soyan, sömüren herkese, her şeye, her sisteme, her ahlaksız düzene karşı dur, mücadele et. Böyle yaparsan, bu yolda çalışırsan bil ki onların tuzakları, sistemleri, düzenleri boşa çıkar, yerle bir olur. Bu yolda olanlara Rabbin yardımı kaçınılmazdır. Galip gelmeniz mukadderdir. O halde neden bunları bilmez gibi davranıyorsun. Harekete geçmiyorsun. Zalim ve hortumculara, ahlaksızlara karşı duruşunu belirlemiyorsun. 3-5 وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَابٖيلَ 3-Ve ersele aleyhim tayran ebabîl. Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi. تَرْمٖيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّٖيلٍ 4-Termihim bi hicaratin min siccîl. Onlara 'pişirilip sertleştirilmiş balçık taşları' atıyorlardı; فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَاْكُولٍ 5-Fecealehum keasfin me'kul. Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı. Şayet böyle yapar, duruşunu belirler, zulme, haksızlığa, hortumculuğa, ahlaksızlığa karşı insani olanı, ahlaki olanı, hak ve hakikat olanı yaparsan başarıya ulaşırsın. Bunun için, bu düzeni, sistemi, taşlamalısın, eleştirmelisin. Olumsuzluklarını, haksızlıklarını, hortumlarını, zulümlerini, ahlaksızlıklarını dillendirmelisin, dillere düşürmelisin. Bu yoldaki eleştirileri, fikirleri olgunlaştırmalı, pişirmeli ve taşlayacak kıvama getirmelisin. Bu yolda insanları uyarmalı, seferber etmeli, uyandırmalı, sürü sürü kuşlar gibi birlikte bir araya gelip mücadele etmelisin. Birlikte çalışmalısın. Toplumsal gücü, ahlakı, vicdanı harekete geçirmelisin. O zaman, bu zalim, ahlaksız ve hortumcular, bunların sistemleri, düzenleri, tuzakları, kurt yeniği ekin yaprağı gibi delil deşik olur. Ateşin odunu yemesi gibi bitirir, tüketir. Hayat damarları yok olur. Gücünü, hortumunu kaybeder, ölür. Başaksız sap gibi değersizleşir. Elle tutulacak yanı kalmaz. Yapraklar misali yerde sürünür. Tezgahları yerle bir olur. O halde neden bunları bilmez gibi davranıyorsun. Harekete geçmiyorsun. Zalim, ahlaksız ve hortumculara karşı, duruşunu belirlemiyorsun. Taşlamıyor, eleştirmiyor ve örgütlenmiyorsun.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.