Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

asmmiz

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    6
  • Katılım

  • Son Ziyaret

asmmiz - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Sıcaklarla birlikte besinlerin bozulma risklerinin artması sindirim rahatsızlıkları ve zehirlenmelere yol açabileceği için dışarıda ve açıkta satılan yiyeceklerin tüketilmemesine özen gösterilmelidir. Bu nedenle özellikle tatil döneminde beslenme alışkanlıklarına dikkat edilmeli, tatilde zehirlenmelere yol açacak besin tüketiminden uzak durmalıdır. Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Şefika Aydın Selçuk, tatil döneminde sağlıklı beslenme önerilerinde bulundu. Yaz aylarında bu besinleri tüketirken 2 kere düşünün Kırık çatlak kirli yumurta, çiğ et, tavuk, dondurulmuş besinler, kapakları şişkin, kutusu hasarlı konserve besinler, pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri, barbunya, mercimek, tarhana gibi kuru baklagiller, mayonez, iyi yıkanmamış sebze meyveler (hazır salatalar) kremalı pasta gibi kremalı, soslu tatlı ve yemekler yaz aylarında besin zehirlenmelerine neden olabilir. Açık büfede iyi pişmiş et, haşlanmış makarna ve ayran iyi bir seçenek! Tatilde açık büfe alanlarda ve otellerde besin zehirlenmelerinden korunmak için neler yapılmalı? • Özellikle mayonez ile soslanmış yemekler ve mezeler tercih edilmemelidir. • Çiğ et ile hazırlanan tütsülenmiş, şarküteri besinler bakterilerin çabuk üreyebildiği besinlerdir. Bunların özellikle yaz aylarında tüketilmesi sakıncalıdır. • Soğuk zincire dikkat edilmeden bozulabilen donduruluş besinler, riskli gruptur. Hazır köfte kullanan bir restorandan yemek, gıda zehirlenmesine sebep olabilir. • İyi pişmemiş tavuk veya içi kırmızı köfteyi kesinlikle tüketmemek gerekir. • Tercihen kremasız çorba ve yemekler alınmalıdır. • İyi pişmiş ızgara et ve yanında haşlanmış makarna pilav ile içecek olarak son kullanma zamanı geçmemiş ayran iyi bir alternatif olabilir. • Tatlı olarak ise meyveli tatlılar, dondurma veya sütlü tatlılar alınabilir. Beslenme açısından tatil seçeneklerinden hangisi daha uygundur? Tatilini yazlığında geçiren ya da otelde tam pansiyonu tercih edenlerin yaptığı en sık hata, kahvaltıyı oldukça geç saatte ve aşırı miktarlarda yapıp, öğle öğününü atlamaktır. Oysa ki, öğün atlamak metabolizmayı yavaşlatır, akşam hızlı tüketilen fazla yemek de kısa sürede harcanamayacağı için depolanır. Bu nedenle tatilde sağlıklı beslenmenin ilk adımı, ana öğünlerin atlanmamasıdır. Öğle yemeğindeki en iyi alternatifler; tost ayran, bir tabak sebze yemeği ve cacık, karışık bir salata ve limonatadır. Tam pansiyon ve her şey dahil seçenekleri ise 24 saat yiyecek ve içeceğin bulunabileceği, bilinçli düşünüldüğünde daha sağlıklıdır. Burada öğünlerde; biri salata tabağı diğeri de her kişide farklı porsiyonların düşünüldüğünde genel olarak; 3-4 köfte, 2şer kaşık sebze veya mezenin ya da yine 2’şer kaşık makarna veya tahıllı besinlerin bulunduğu zengin ikinci tabak, göz doldurucu ve sağlıklıdır. Bu tip yerlerin de tek dezavantajı, yemeğin hemen ardından yenilen üçüncü dolu olarak alınan tatlı tabağıdır. Tatlı tüketiminiz de ölçülü olmalı Tatlı, yemeğin üzerine değil öğleden sonra ya da akşam yemekten 2 saat sonra tüketilmelidir. Sütlü meyveli tatlılar, dondurma gibi yaz tatlıları seçilmelidir. Ayrıca açık büfe dışında gün boyu ulaşılabilir olan gözleme, lahmacun, pizza ve pide gibi hamur işi besinler bir ana öğün kalorisindedir. Bu besinleri yemek aralarında değil örneğin bir öğle yemeği yerine tüketmek gerekir. Tatilde enerji depolamak ve işe dinç dönebilmek için… İlk şart: iyi uyku ve iyi bir dinlenmedir. İkinci şart: kilo almadan dönmektir. Kilo almak hem fizyolojik (bedensel yorgunluk), hem psikolojik (ruhsal isteksizlik) hem de hastalılara yakalanma riski açısından zararlıdır. Diğer şart ise; sağlıklı beslenme modeline uymaktır. Bol bol taze meyve ve sebze, az yağlı yemekler tüketmek, bol su içmek tatlıları ve tuzluları tadında tüketmek, sindirimi güçleştirmez, bedeni yormaz. Metabolizmayı hızlandırıcı etki yapar. Alıntı: asmmiz
  2. Hareket etmemizi sağlamak gibi son derece önemli bir işlevi olan eklemlerimiz bazı hatalı alışkanlıklarımız nedeniyle hasar görebiliyor. Bunun sonucunda eklem kireçlenmeleri, bağ ve omuz yaralanmaları gibi birçok sağlık sorunu ortaya çıkabiliyor. Hayatımızın kalitesiyle doğrudan ilişkili olan eklemlerimizin sağlıklı olması öncelikle düşmanlarını tanımak ve onlara karşı tedbir almaktan geçiyor. Aksi halde eklem kireçlenmeleri, bağ yaralanmaları, menisküs yaralanmaları, omuz yaralanmaları ve bazı eklemlere özel hastalıklar gibi birçok sorun ortaya çıkabiliyor. Üstelik eklem hasarlarına bağlı gelişen hastalıkların görülme sıklığı modern yaşamın olumsuz şartları nedeniyle gün geçtikçe artıyor. Acıbadem Bodrum Hastanesi’nden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr. Feridun Çilli, eklemlerimize zarar veren 6 düşmanı anlattı. 1- Obezite: Fazla kilolar birçok sağlık sorununa yol açtığı gibi mekanik ağırlık oluşturarak eklemler üzerinde de hasara yol açıyor. John Hopkins Artrit Araştırmaları Merkezi’nde yapılan çalışmalara göre: fazladan her 5 kilo, attığımız her adımda dizlerimiz üzerine 15-30 kilo ekstra yük anlamına geliyor. Fazla olan 5 kilodan kurtulmak eklem kireçlenmesi riskini kadınlarda yüzde 50, erkeklerde ise yüzde 20 oranında azaltıyor. Dolayısıyla eklem hastalıklarının çözümü öncelikle fazla kiloların verilmesinden geçiyor. 2- Hatalı egzersiz ve ağır spor yapmak: Egzersiz eklem sağlığı için iki tarafı keskin bıçak gibi. Dengelisi yarıyor, aşırısı zarar veriyor. Yaşa, cinsiyete, genel fiziksel kapasitemize uyumlu olmayan ağır ve yüksek tempolu egzersizler yarar yerine zarar getiriyor. Araştırmalar kick-boks ve tempolu step egzersizlerinin eklemleri zorladığını ortaya koyuyor. Bunun aksine kas gücü ve kitlesini arttıran iyi planlanmış ağırlık çalışmaları ise eklemlerimize destek veriyor. Yürüyüş ve yüzme gibi aerobik egzersizler kan dolaşımını da düzenleyerek kas ve eklemlerimizi güçlendiriyor. Denge üzerine odaklanmış yoga gibi egzersizler, germe egzersizleri ve pilates eklemlerde oluşacak sertlikleri önleyebiliyor. 3- Bilgisayar ve televizyon karşısında uzun süre oturmak: Vücudumuz hareket etmek üzere planlandı. Dolayısıyla İşleyen demir misali hareket etmek eklem sağlığına iyi geliyor. Televizyon veya bilgisayar karşısında oturarak geçirilen uzun saatler ve genel hareketsiz yaşam tarzı ise eklemlerimiz için en az ağır egzersizler veya obezite kadar zararlı oluyor. Kaslarımız, kemik ve kıkırdak dokumuz güçsüzleşiyor, eklemlerimiz sertleşiyor ve metabolizmamız yavaşlıyor. Ayrıca kemik kitlesi nitelik olarak bozuluyor, bu durum da osteoporoza davetiye çıkarıyor. Temiz havada yürüyüş yapmak, bahçede çiçeklerle uğraşmak, aşırıya kaçmadan yaş, cinsiyet ve kondisyon ile uyumlu her türlü egzersiz ise eklem sağlığı üzerinde mucizevi etki sağlıyor. 4- Yüksek topuklar ve kötü ayakkabı seçimi: Ayak yapısına uygun ayakkabıların seçimi eklem sağlığı için çok önemli. Sürekli yüksek topuklu ayakkabıları tercih eden kadınlarda ayak, ayak bileği, diz ve bel omurgasına ait eklemlerde kronik zorlanmalara bağlı kireçlenmeler erken yaşlarda ortaya çıkıyor. Ayrıca yüksek topuklar bacak kaslarının eklemlere uygunsuz yüklenmesine neden oluyor ve kısa dönemde ağrı, uzun dönemde ise kas güçsüzlüklerine yol açıyor. Aynı şekilde tabanı tamamen düz topuksuz ayakkabılar da ayak eklemlerimizin sağlığı için makbul olmayan ayakkabılar. İdeal ayakkabı topuğu ise 3-4 santim civarında olmalı. Yapılan çalışmalara göre 9 santimlik topuklu ayakkabılar 3 santimlik topuklulara göre ayak eklemlerine 7 kez daha fazla stres yüklüyor. Ayağın genel anatomisine uygun olmayan dar veya sivri burunlu ayakkabılar da ayak eklemlerinde erken dönemde ağrılı deformasyonlara neden oluyor. 5-Kötü beslenme alışkanlıkları: Dengesiz, fast food gıdaların kemik ve eklem sağlığımız açısından da zararlı. Liflerden, antioksidanlardan zengin sebze ve meyve ağırlıklı bir diyet eklem sağlığı için gerekli. Balık içerdiği yüksek omega 3 yağ asitleri nedeniyle eklemlerimizin dostu olarak belirtiliyor. Yapılan araştırmalar eklem rahatsızlığı olan hastalarda omega 3 yağ asitlerinin ağrıyı ve yangıyı azalttığını gösteriyor. Kalsiyum, E, K ve D vitamini, folik asit içeren gıdalar da eklem dostu beslenme için olmazsa olmazlardan. Son araştırmalar da C vitamininin eklem kireçlenmelerinin tedavisindeki olumlu rolünü gösterdi. Doktorunuzun önerisine göre alabileceğiniz glukozamin benzeri takviyeler de eklem sağlığınız için faydalı olacaktır. 6-Sigara: Bilinen tüm zararlı etkilerinden sonra araştırmalar gösterdi ki sigara tiryakilerinde daha küçük travmalar ile daha kolay kırıklar oluşabiliyor. Gerçekten de sigara içmek kemik kalite ve kitlesini azaltarak osteoporoza neden olabiliyor. Aynı şekilde sigara alışkanlığı olan hastalarda kemik ve eklem sağlığını ilgilendiren hastalıkların tedavisi de daha zor oluyor. Alıntı
  3. Öldürücü ve korkutucu bir hastalık olan kanserle mücadelede önemli olan hastanın duygularını anlamaya çalışmak ve yalnız kalmasını önlemek... Anadolu Sağlık Merkezi uzmanı Psikolog Dr. Aylin Sezer kanser hastaları için psikolojik desteğin önemini vurguluyor. İstanbul'daki merkezin uzmanlarından Psikolog Doktor Sezer'e göre, öldürücü ve korkutucu bir hastalık olan kanserle mücadelede herkesin farklı bir yöntemi var, önemli olan hastanın duygularını anlamaya çalışmak ve yalnız kalmalarını önlemek. Doktor Sezer, özetle şunları söylüyor: "Kanser teşhisinin konulması ve bu hastalıkla baş etmek zorunda kalmak her insan için oldukça zor ve yıpratıcı bir deneyim. Teşhis ve tedavi süreci, hasta ve yakınları için fiziksel ve psikolojik bir zorlanma dönemi yaratıyor. Bu süreçte tedaviye ek olarak alınan psikolojik destek, hastaya ve yakınlarına mücadele için gerekli psikolojik gücü sağlamaları ve yalnız olmadıklarını hissetmelerinde yardımcı oluyor. Kanser teşhisi sonrasında hasta ve yakınları, hastalığa, tıbbi bakım ve tedaviye, bedensel değişikliklere, ağrılara ve hastalık sebebiyle hayatlarının fiziksel, ruhsal ve sosyal alanında yaşanan tüm değişikliklere uyum sağlamaya çalışıyorlar. Bu psikolojik uyum sürecinde, hastalığa düşünsel, duygusal ve davranışsal tepkiler verebiliyorlar. Zamanla ve kişiden kişiye farklılaşan bu tepkiler aslında kişinin hastalığa uyum çabalarıdır. Kanserin tipi, yeri, seviyesi, nüks yapıp yapmadığı, ağrı olup olmadığı, kişinin yaşamına, ilişkilerine etkisi, hastanın yaşı, cinsiyeti, kişilik özellikleri, maddi kaynakları, eş, aile, çevre desteği hastanın kanserle baş etmesini etkiliyor. Üzgün, sıkıntılı, umutsuz, karamsar olma, hayattan zevk alamama, suçluluk duyguları, kararsız olma, çevreyle görüşmeme gibi düşünsel, sık sık ağlama, sürekli yorgunluk, uyku ve iştahın bozulması gibi fiziksel depresif belirtiler ve kaygı, sinirlilik, endişe duyguları bu tedavi sürecinde hastanın daha da fazla zorlanmasına neden oluyor ve tedaviye uyumu azaltıyor. Kanser hastalarının çoğu teşhis ve tedavi sürecinde yakınlarını üzmemek için, yaşadıkları kaygı, korku veya öfkeyi ifade etmekten kaçınırlar. Gerçek duygu ve düşüncelerinin onları daha fazla üzeceğine inanırlar. Öte yandan, kanser hastasının yakınları da, benzer bir şekilde hastalık veya kendi korku, endişeleri üzerine konuşmanın hastayı daha fazla üzeceğine inanarak konuşmaktan kaçınırlar. Konuşmamak, hissedilen duyguları bastırmaya çalışmak hem hastayı hem de yakınını daha fazla zorlar. Oysa hastaya en büyük desteği verebilecek kişi yine kendi yakınıdır. Kanser tedavisinde psikolojik desteğin amacı, hastalığa karşı gelişen olumsuz düşünce ve duyguların, tepkilerin rahatça ifade edilip anlaşılmasına çalışarak hastanın tedavi sürecinde ve sonrasında günlük yaşamına mümkün olduğunca çabuk ve sorunsuz devam etmesini sağlamaktır. Psikoterapi ortamı, kişilerin duygu ve düşüncelerini yargılanmayacakları, destek görebilecekleri bir ortamda rahatça ifade etmelerine olanak tanımayı amaçlar. Hastalık gibi olumsuz olaylar, kişiyi ve yakınlarını fiziksel ve duygusal açıdan oldukça fazla zorlasa da, aynı zamanda kendini tanımak ve güçlüklerle mücadele etme yolları öğrenmek için iyi bir fırsattır. Kanser tedavisi sürecinde, hastalar kendi sınırlılıklarını kabul etmeyi, becerilerini tanımayı, hedef koymayı, başkalarından destek istemeyi öğrenirler. O ana dek, hayatları; olumsuzluklar, tatminsizler ve gerçekleşmeyen hedeflerle mücadele ederek geçmiş kişiler, o anı, o günü yaşamanın değerini anlayarak, yaşamdaki güzel şeylere odaklanarak yaşamlarındaki olumlulukları arttırabilirler. Hastaların çoğu daha çabuk iyileşmek için devamlı olumlu bir tutum içinde olmak zorunda hissedebilir. Çevresindekiler ve hatta hekimleri onları olumlu düşünmeleri konusunda telkin eder, fakat bir kanser hastasının her zaman olumlu düşünmesi, neşeli olması ve tedavisini uyumlu bir şekilde devam ettirmesi çok kolay değildir. Zaman zaman umutsuz ve çaresiz hissetmek, isyan etmek, öfkelenmek doğaldır. Kanser hastası bu davranışları yüzünden suçlandığında, iyileşememesinin sebebini kendine arayarak daha fazla suçluluk ve kaygı hissedebilir. Önemli olan bu duyguları hissettiğinin farkında olması, olumsuz duygu ve düşüncelerini kabul edip onları ifade edebilmesidir. Kanser tedavisinde psikolojik destekle birlikte, kişiye hastalıkla ilgili olarak hayatlarında yaşanan fiziksel ve duygusal zorluklarla baş etmeleri için sağlıklı beceriler edinmelerinde yardımcı olmak amaçlanmaktadır. Hasta için hedef; umutsuzluk, değersizlik, suçluluk gibi olumsuz düşüncelerinin ifade edilmesi, yaşamın olumlu yanlarını görebilmek ve anlamlı bir hayat sürdürebilmek olmalıdır. Herkesin başa çıkma yolu başkadır, hastaya kendi sağlıklı yollarını geliştirmesinde destek olmak önemlidir." Alıntı
  4. Gözü korumak ve temizlemek gibi son derece önemli bir işlevi olan gözyaşı burun köküne yakın 2 kanalla gözyaşı kesesine, ardından da burun arkasındaki boşluğa akıyor. Bu kanalların tıkanması durumuna da ‘gözyaşı kanalı tıkanıklığı’ deniyor. Her 100 bebekten 20’si gözyaşı kanalı tıkalı olarak dünyaya geliyor. Bu tıkanıklık bebeklerin yaklaşık yüzde 90’unda doğum sonrasında ilk ağlamayla birlikte açılırken, diğerlerinde ise kapalı kalmaya devam ediyor. Acıbadem Bodrum Hastanesi’nden Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Teoman Özek, gözyaşı kanalı tıkanıklığının en tipik belirtileri olan gözde sulanma ile çapaklanma sorununda gecikmeden bir göz hekimine başvurulması gerektiğini belirterek, “Çünkü tıkanıklık ilk 3 ayda basit yöntemlerle tedavi edilebilirken geç kalındığında ise ameliyat gerekebiliyor. Ayrıca tıkanıklık bu süreçte gözün sık sık mikrop kapmasına, bunun sonucunda gözyaşı kesesinde apseye yol açabiliyor." diyor. Gelişim bozukluğu veya doğum travmaları neden oluyor Bazı bebeklerin burun kanalları gelişim bozukluğu nedeniyle tıkalı olabiliyor. Doğumun ardından bebeğin ilk ağlamasıyla birlikte burun kanallarındaki bu yapışıklık açılırken bazılarında ise kapalı kalıyor. Ayrıca doğum sırasında burnun bir tarafında deviasyon oluşması da gözyaşı kanalının tıkanmasına neden olabiliyor. Gözlerde sulanma ve çapaklanmaya dikkat! Gözyaşı kanalı tıkanıklığı genellikle burnun bir tarafında oluşuyor. Eğer gözyaşı kanalı tıkalıysa, her iki tarafta eşit miktarda gözyaşı salgılanmasına rağmen, bebeğin bir gözünde daha fazla sulanma oluyor ve gözyaşı yanağına doğru akmaya başlıyor. Bunun nedeni ise sorunlu bölgede gözyaşının burna geçememesi. Bu bulgular çocuk güneşe çıktığında ve rüzgarlı havalarda daha belirgin hale geliyor. Soruna zamanında müdahale edilmezse aşırı sulanma kalıcı hale geliyor ve çocuğun bir gözünden sürekli yaş akıyor. Bir gözün sık sık çapaklanması ve uygulanan antibiyotik tedavisine yanıt vermemesi de gözyaşı kanalı tıkanıklığının diğer tipik belirtisi. Ayrıca enfeksiyon gelişirse burun köküne basmakla göze iltihap gelmesi ve burun kökünün yan tarafında şişme gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Erken teşhiste masaj ve antibiyotik tedavisi yeterli geliyor Gözyaşı kanalı tıkanıklığı erken aşamada saptandıysa, gözde çapaklanma sorununu ortadan kaldırmak için antibiyotikli göz damlası veriliyor. Ayrıca burundaki tıkalı olan kapağın açılmasını sağlayacak masaj uygulaması öneriliyor. Burun kökünden aşağı doğru sıvazlama şeklinde gerçekleştirilen masajı, göz hekiminin önerdiği şekilde günde 3 kez, 10’ar defa tekrarlamak yeterli geliyor. Erken müdahalede genellikle bir aylık düzenli antibiyotik tedavisi ve masaj uygulamasıyla tıkalı olan kanalın açılma ihtimali yüzde 90 gibi yüksek bir oranda seyrediyor. Geç kalındığında ameliyat gerekebiliyor Gözyaşı kanalı tıkanıklığı geç teşhis edildiğinde ise ‘sondalama ve irrigasyon” adı verilen işleme başvuruluyor. Bunun için gözyaşı kanalları ile burun arasındaki bölüme ameliyathane şartlarında ufak bir enjeksiyonla basınçlı sıvı veriliyor. Tıkanıklık açılmazsa bu kez ince tellerden yararlanılıyor. Ortalama 5-10 dakika süren bu işlemler ile sorun genellikle gideriliyor. Ancak gözyaşındaki tıkanıklık yine devam ediyorsa bu durumda buruna geçici olarak yerleştirilen ‘silikon tüp’ ile yapışıklık gideriliyor. Eğer gözyaşı kanalı yine açılmazsa bu kez büyük bir operasyona ihtiyaç duyulabiliyor. ALINTI
  5. Ailesinin yemek yemesi konusunda hassas olduğunu bilen çocuk zamanla her istediğini, yemek yiyeceği vaadiyle yaptırmayı öğrenebilir. Uz. Dr. Gökçe Günbey Elemen, çocuklara yemek yeme alışkanlığı kazandırmak için anne ve babalara düşen görevler hakkında bilgi verdi. Çocuğunuzla inatlaşmayın Yemek yemesi konusunda çocuğunuzla inatlaşmak problemin daha da artmasına yol açabilir. Çünkü yemek yeme konusunda sizin aşırı hassasiyetinizi gören çocuğunuz, zaman içinde yemek yoluyla tüm isteklerini yaptırabileceğini öğrenmektedir. Bu durum zamanla aile ile çocuk arasında ciddi iletişim problemlerine yol açmaktadır. Eğitim düzeyiniz çocuğunuzun beslenmesini etkiler İştahsız, yemek seçen annelerin çocuklarında da benzer davranışlar gözlenmektedir. Yine beslenmede tekdüzelik çocuğun beslenmesini olumsuz etkilerken, annenin eğitim düzeyi ve çalışıyor olması çocuğun beslenmesini olumlu yönde etkilemektedir. “Ağaç yaş iken eğilir” sözünü unutmayın Çocukluk döneminde sağlıklı beslenme davranışı geliştiremeyen kişilerde ileriki yaşlarda da çeşitli beslenme problemleri görülebilmektedir. Beslenme her canlı için doğal bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın bebeklikten itibaren keyifli ve mutlu bir ortamda gerçekleşmesi çocuğun tüm hayatını etkileyecek beslenme davranışının gelişmesinde rol oynamaktadır. Anne ve babanın, bakıcının masada yemek yeme biçimleri, yemek sırasındaki konuşma ve davranışları çocukların doğru yemek yeme alışkanlığı kazanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Çocuğunuza doğru beslenme alışkanlığı kazandırmak için bunlara dikkat edin! · Yemek porsiyonlarını kendi ölçüşünüze göre değil; çocuğunuzun kendi gereksinimlerine ve yaşına uygun olarak hazırlayın. Çocuğunuzu gerekenden fazla yemeye zorlamayın. · Çocuğunuza yemeğini yemesi için yeterli zaman verin; ancak bu süre yarım saatten fazla olmamalıdır. · Çocuklar dönem dönem bir gıdaya aşırı düşkünlük gösterirken, bir diğerini reddedebilir. Bunun geçici bir süreç olduğunu bilmeli ve bir süre sonra hiç yemediği gıdayı farklı bir şekilde sunarak tekrar denemelisiniz. · Yiyecekler çocukların kolay tüketeceği şekilde hazırlayın. Küçük dilimlenmiş havuç, salatalık, küçük şekil verilmiş köfte, sigara böreği, çizgi film kahramanlarından esinlenerek hazırlanmış, kurabiye, kek gibi çocuklara yemeği eğlenceli bir hale getirebilirsiniz. · Kendi yaşıtları ile grup halinde yemek yemek, özellikle yemek seçen çocukları farklı tatları denemek konusunda cesaretlendirebilir · Çocuklar anlatılanı değil, gördüğünü taklit eder. Bu yüzden anne- baba ve bakıcı gibi çocuğun bakımından sorumlu kişilerin kendi beslenme davranışlarına dikkat etmeleri gerekmektedir. · Çocuklar bazı besin gruplarını yemeği reddedebilir. Örneğin süt içmek istemeyen bir çocuğa süt, bir başka şekilde sunulabilir. (Yoğurt, sütlü bir tatlı, peynir, meyveli süt vb.). Yine sebze yemeyen bir çocuk için sebze, köftenin içinde, böreğin veya makarnanın içinde onun için daha eğlenceli bir hele getirilerek verilebilir. · Et yemek istemeyen bir çocuğun alması gereken protein, yumurta veya kuru baklagiller verilerek desteklenebilir. · Ekmek yemek istemiyorsa, makarna, patates, bulgur gibi diğer tahıllı gıdalarla alması gereken kalori desteklenebilir. · Çocuğun besin seçimindeki öncelikleri dikkate alınarak farklı tat, farklı renk ve çeşitlilikte besinler hazırlanmalıdır. Sağlıklı beslenmeyi sağlayacak sonsuz sayıda besin birleşimi yapılabileceği unutulmamalıdır. · Anneler yemek konusunda yaratıcı olmalı ve yemek saatlerini çocuk için eğlenceli bir hale getirmelidir. Yemek saatlerinin tüm ailenin katılımının sağlandığı, faydalı sohbetlerin yapıldığı, çocuğun hoş vakit geçirdiği saatler olmasına özen gösterilmelidir. ALINTI
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.