Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

toplumbilim_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    41
  • Katılım

  • Son Ziyaret

toplumbilim_ - Başarıları

Yazar

Yazar (5/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Sınıf Sistemi Nedir, Ne Demektir? Sınıf sistemleri; kölelik, kast ve mülkten birçok bakımdan farklılıklar göstermektedir. Sınıf sisteminin, bu diğer üç tabakalaşma modelinden farklarını, temelde dört ana başlığa ayırabiliriz: 1. Sınıflar, yasal ya da dinsel emirlerle kurulmazlar. Bu sebeple sınıf sistemi, daha akışkan bir yapıya sahiptir. Bu sistemde ayrıca sınıflar arasındaki farklılıklar da açık bir biçimde belli değildir. 2. Hiçbir birey, içinde bulunduğu sınıfa "doğuştan mensup" değildir. Bireyler kendi sınıflarını, kısmen elde edilmiş nitelikler tabanında belirleme hakkında sahiplerdir. 3. Sınıflar, toplumlar gruplar arasındaki ekonomik farklılıklarla temellenirler. Yani sınıf sisteminin kendini diğerlerinden ayırt eden özelliği, temelinde ekonominin bulunmasıdır. 4. Sınıf sistemleri, esas olarak kişisel olmayan türden büyük ölçekli bağlantılarla işler. Mesela belirli meslek grupları, daha yüksek ücretlerle çalışırlar. Bu da bireyi değil, o meslek grubunu bağlar. Yani farklılıkların temelinde kişisel özelliklerden çok ekonomik koşulların önemi vardır. Toplumsal sınıf; Toplumsal sınıf toplumlar veya kültürler içindeki bireyler veya gruplar arasında hiyerarşik farklılığı (veya katmanlaşmayı) ifade etmektedir. Genellikle bireyler sınıf içinde ekonomik konumlarına ve katmanlaşma sistemi içinde benzer siyasi ve ekonomik ilgilerine göre gruplaşmaktadırlar. Çoğu toplum, özellikle ulus devletlerin toplumsal sınıflaşma özelliği gösterdiği görülmektedir.[1]. Ancak sınıf evrensel bir görüngü değildir. Birçok avcı-toplayıcı toplumda toplumsal sınıf yoktur, sıklıkla sürekli liderleri olmaz ve toplum üyelerini hiyerarşik güç yapıları içinde bölmekten kaçınırlar.[2] Dipnot; Habermas, J. (2006). "the European Nation State - Its Achievments and Its Limits. On the Past and Future Sovereignty and Citizenship", in G. Balakrishan (ed.) Mapping the Nation. London: Vernon. 281 - 294 Gowdy, John (2006) "Hunter-gatherers and the mythology of the market," in Richard B. Lee and Richard H. Daly (eds.), The Cambridge Encyclopedia of Hunters and Gatherers, pp.391-394. New York: Cambridge University Press
  2. Mülk Sistemi Nedir, Ne Demektir? Mülkler, Avrupa feodalizminin bir parçasıdır; ancak bundan başka birçok geleneksel uygarlıkta da bulunmaktadır. Feodal mülkler, birbirine karşı bir bölümünün yasalarla belirlendiği farklı hak ve yükümlülükleri olan tabakalardan oluşan bir sistemdir. Avrupa'da en yüksek mülk, aristokrasi ve soylu toprak beyliğinden oluşmaktaydı. Daha düşük bir statüye sahip olan; ancak belirli nitelikteki çeşitli ayrıcalıkları olan din adamlığı, bir başka mülkü oluşturmaktaydı. "Üçüncü mülk" olarak adlandırılır olanlar da "ortakçılar"dır. Bunlar; serfler, özgür köylüler, tüccarlar ve zanaatkarlardan oluşmaktadır. Mülk sahipleri, kasttakinin aksine bir dereceye kadar evliliklere ve bireysel akışkanlığa izin vermektedir. Mesela tüccarlar ünvan satın alıp statülerini yükseltebilmekte; ya da kral, herhangi bir "ortakçı"ya hizmetleri karşılığında şövalyelik gibi ünvanlar verebilmektedir. Yani mülk sisteminde, sınıflar arası geçirgenlik çok rahat olmasa da mevcuttur. Mülkler geçmişte, doğuştan gelen soyluluğa dayanan bir geleneksel aristokrasinin bulunduğu yerlerde ortaya çıkmışlardır. Orta çağ Avrupa'sı gibi feodal sistemlerde, mülkler yerel malikane topluluğuyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bunlar ulusal değil, yerel bir tabakalaşma sistemi oluşturmaktadır.
  3. Hindistan’da kast sistemi; (IV) Dokunulmazlar (Parya’lar); Parya’lar, kast sistemine dâhil edilmezler. “Dokunulmazlar” olarak adlandırılırlar. (İnsanlığın en aşağı tabakasında yer alırlar) Hindistan’da 3000’nin üzerinde Parya yaşamaktadır. Dokunulmazlara, Harijan’lar da denmektedir. Harijan kavramı, Hindistan’ın büyük milli lideri Mahatma Gandhi’nin soyundan gelenler için kullanılır. “Tanrı’nın çocukları” ya da “Vişnu-doğumlu” anlamına gelmektedir. (Vişnu: Hinduizm’de Tanrı’nın bir şeklidir.) Hindistan’ın ilk Adalet Bakanı B.R. Ambedkar tarafından kast sistemine karşı Neobudizm hareketi başlatılmıştır. “Dalitlerin” (dokunulmazların) hareketidir (Dalit, zulüm ve baskıya karşı gösterilen köklü bir tepkidir). Neobudizm’in üyelerinin çoğu dokunulmazların eski üyelerindendir. Hindistan’da Müslümanlık; Hıristiyan ve Müslüman Hintlilerde de, örneğin Hindistan’ın güneybatısında yer alan Kerala’da, kast sistemi bilinci hâkimdir. Hindu kast sisteminden etkilenmişlerdir. Müslüman kastlar Hintli Müslümanlarda dört ana kast şu şekilde oluşmaktadır: Şeyhler Hükümdarlar Beg’ler Halifeler ##################### Sri Lanka; Sri Lanka’da iki büyük etnik grup vardır. Bu gruplar Tamil ve Sinhala gibi adlarla anılmaktadır. Ne Budizm’de ne de Hinduizm’de kast sistemi dinen meşrudur. Ancak kast sistemine karşı açık bir tepki yoktur. Jataka’larda (Buda’nın hayatını anlatan kutsal yazılar) kast sisteminin eski ruhunu yansıtan ayrıntılı bölümler ################### Bali; Bali’de tüm insanların doğuştan dört ana kasta ayrıldığını savunan Varna sistemi hâkimdir. Buna rağmen Bali’de Hint kast sistemi farklıdı. göç efsaneleri, sosyal statü bakımından önemli bir rol oynamaktadır. Hindistanlı Jati’lerin bir ucunu da Dadya’lar oluşturur. Dadya’lar, unvanları olan gruplardır. Bu unvanlara sahip olanlar, Hindistan’dakinin aksine hiçbir meslekle ilgilenmezler. Bir unvan grubunun statüsü, törenlerle bildirilir. Bali’de Dokunulmazlar yoktur. Birlikte hareket etme konuları, örneğin birlikte yemek yeme, oldukça azdır. Bu durum sadece üst kastlar arasında gerçekleşmektedir. ##################### Kaynakça; S. Radhakrishnan: Die Bhagavadgita R. Löwit Verlag, Wiesbaden T. R. Chopra, Artikel Lexikon der Religionen, HERDER/SPEKTRUM James Scott: Dominance and the Arts of Resistance, Yale University Press, 1990, S. 117 AIIMS apartheid, cricket to class in The Telegraph India von 7. Mai 2007 Purushottam Agrawal: Indien - Quoten für Unberührbare, Le Monde diplomatique (vom 11. Mai 2007) Offizieller Report, Kap. 9, S. 140 http://www.katholisc...ent-diskutiert/ http://www.britannic...Christian-caste Seite 140 - Report der „ Nationalen Kommission für religiöse und sprachliche Minderheiten“ http://www.britannic...8/Islamic-caste
  4. Hindistan’da kast sistemi; (III) Jatiler; Varnalar, yüzlerce Jati’lere ayrılır. Jati kavramı “jan” sözcüğünden türetilmiştir. “Doğuş” anlamına gelmektedir. Bu, Jati kavramının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu da geniş aile ya da kabile olarak anlaşılabilir. Jati’ler, kast sisteminin sosyal ve aile boyutudur. Birey, kast içindeki statüsüne doğuştan sahip olur. Bu statüyü değiştirmesi mümkün değildir. Jati’ler, hem profesyonel hem de etnik, sosyoekonomik ve kültürel farklılaşma için çalışmaktadır. Özel, ortak, ahlaki normlar aracılığıyla bir etnik grubunu birleştirirler. Eskiden bu kavramla sıkı bir evlilik düzeni ilişkiliydi, bu nedenle de diğer Jati’lere karşı göreceli olarak güçlü dışlama ve sınırlandırmalar söz konusu edilmekteydi. Bir Hindu’nun hangi sınıfa ait olduğu öğrenilmek istendiğinde, Hintçede Jati, İngilizcede toplum kavramına göre sorulur. Kötü çağrışımlar yaptığından dolayı kast olarak asla sorulmaz. Kast sisteminin günümüzde hala birlikte yaşam biçimi olarak yayılmasını isteyen Ortodoks Hinduların yanı sıra, eski sistemle ayrıcalıkları ve sömürgeciliği yasallaştırmak isteyenler de sıkı kast sisteminin üstesinden gelmek için çağrıda bulunmuşlardır. Bugün birçok Hindu, sıkı kast sistemine karşıdır. Kutsal metinleri (Veda’lar) korumak; Bazı Brahmanlar, kendilerini "saf soy“, diğerlerini de „karışık“ olarak kabul ederler. Her iki Varna, Hindistan nüfusunun yaklaşık %10’unu oluşturmaktadır. Kutsal Hint yazılarına (Veda’lar) göre; Brahmanlar üst kastta yer alırlar. Kutsal yazıları bilmek ve paylaşma ayrıcalığına sahip olmak Varnaların geri kalan kısmı için çok önemli bir ölçüttü. Kutsal metinleri korumayı sadece görevleri olarak görmüyorlardı. Aynı zamanda bu bilgileri aktarmak onların ayrıcalıklı olduklarını gösteriyordu. Bunda reenkarnasyon öğretisinin etkisi çok büyüktü. Reenkarnasyon öğretisine göre; ruhlar daha önceki yaşamlarından dolayı ya ödüllendirilecekler ya da cezalandırılacaklardı. Mesleki sınıflandırmalar; Jati’lerde ilk mesleki sınıflandırmalar hemen hemen bugünkü gibiydi: Günümüzde herkes her mesleği yapabilir. Ancak Brahmanların bir kısmı rahip olabilir. Bununla birlikte en iyi restoranlarda aranılan aşçı Brahmanlar da vardır; çünkü bugün hala alt kast aşçıların hazırladığı yemekleri bazı üst kastlar yemezler. Buna karşılık, geleneksel işlerin, hatta rahipliğin diğer kast üyeleri tarafından yapılması bugün giderek artan bir durumdur. Kshatriya’ların sadece birkaçı askerdir. Hindistan’ın büyük milli lideri, Hindistan’ı bağımsızlığına kavuşturan Mahatma Gandhi ve büyük dini lider Swami Vivekananda Vaişya’lardı. (Vaişya’lar; tüccarlar, toprak sahipleri ve çiftçilerin oluşturduğu bir tabakadır.) Evlilik; Jati’ler, sadece meslekte değil, sosyal ve etnik alanlarda da tek başlarına hareket etmezler. Bu durum, Hindistan’da bölgeden bölgeye farklılık göstermektedir. Hint web sitelerinde eş aramaları oldukça yaygındır. Bu arama, kast kriterlerine göre yapılmaktadır. Modern Hindistan’da aşk evliliğine doğru bir eğilim vardır ve kast engellerinin üstesinden gelen evlilikler gerçekleştirilmiştir. Ancak geleneksel kurallar hala önemini kaybetmemiştir. n Saflık ve kirlilik; Farklı Jatiler arasında saflık ve kirlilik kavramları önemlidir. Sınıflandırmada bunlar göz önünde tutulur. Özellikle Brahmanlar ve rahipler “saf” olarak bilinir. Bulaşıkçılık, berberlik ve çöp toplama gibi kirli işleri yapanlar da “kirli” olarak değerlendirilirler. Saf tabaka kendilerini mümkün olduğunca kirli tabakadan uzak tutmaya çalışır. Bu bağlamda fiziksel temizlik ve kirlilik de önemli bir ölçüttür. Bu nedenle dokunulmazların tapınaklara girmeleri bugün hala yasaktır. Ancak bu ayrımı, sadece kırsal bölgelerde görmek mümkündür. Çünkü kentlerde, kast üyeleri kendi adlarıyla birlikte kastının adını da söylerler. Bu ayrım, dünyanın her yerinde olduğu gibi ekonomik statüye göre yapılmaktadır.
  5. Hindistan’da kast sistemi; (II) Varna sistemi, kast sisteminin entelektüel ve ideolojik düzeyi olarak tanımlanabilir; çünkü bu sistem toplumsal hiyerarşiyi sağlamaktadır. Kast düzeninin nasıl oluştuğu bilinmemektedir. Bununla ilgili ne bir kurum ne de bir belge vardır. Tarihsel olarak değerlendirildiğinde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Farklı kabileler birleştirilerek genel bir sistem oluşturulmuştur. Kast sisteminin kuralları ilk olarak Manu Smriti'de (MÖ 200 ve M.S. 200 yılları arasında) yazılmıştır. Diğer tüm Hindu yazılarında kast sistemi, amaç edinmeye değer gerçekler olarak verilmiştir. Hinduizm’e göre; kozmik ve sosyal görevlerle (Dharma öğretisi) kast sistemine aitlik arasında bir bağlantı vardır. Bir Kshatriya’nın görevi topluma önderlik etmek, onu korumaktır. Brahmanların görevi ise; kutsal yazıları öğrenmek ve öğretmektir. Kshatriya; Kshatriya, Sanskritçede asker anlamına gelmektedir. Hint kast sisteminde ikinci sınıfta yer alanlar (Varnalar) için kullanılan bir kavramdır. Askerler, soylular ve krallardan (Raja) oluşur. En önemli görevleri ülkeyi savunmaktır. Bu nedenle girişimci ruhları ve azimleri onların temel özellikleri olarak kabul edilir. Kshatriyalar; sistemi, yasaları korumak, refah ve mutluluğu sağlamak için vardır. Ayrıca savunmasız ya da sıkıntı içinde olanlara yardım etmek, başlıca görevleri arasında yer almaktadır. Kshatriyalar, Upanişad metinlerinde sık sık diyaloglar halinde geçmektedirler. Ne zaman yenilikler söz konusu olursa, sık sık onların ismi geçer, adeta „dillerine dökülür“ yenilikler. Bu durum bir tesadüf değildir. Zaten Buda temel dini yenilikleri teşvik etmiştir. Brahmanların bakanlık gibi siyasi makamlarda görev yapmaları çok sık görülmüştür. Purushasukta, Rigveda’nın (Hinduizm’in kutsal metinleri) 10. kitabında, farklı kast sistemlerinde Purusha’nın (ruh veya öz) nasıl kurban edildiğini anlatmaktadır. Brahmanlar ağızlarından, Kshatriyalar kollarından, Vaişyalar baldırlarından ve Şudralar ayaklarından kurban edilirdi. Kshatriyalar eskiden çok önemliydiler; ancak günümüzde artık eskisi kadar önemli değiller. Kshatriyaların asıl meslekleri politikadır. Bugün siyasette çıkarcılar çoğunluktadır. Bu çıkarcılar, İslam İmparatorlukları’ndan beri Hindistan’ın kuzeyinde siyasi egemenliklerini sürdürmeyi başarmışlardır. Askeri alanda bile Sihizmi yayabilmişlerdir. Sihler, önemli siyasi mevkiler elde etmişlerdir. (Sihizm, günümüzde Hindistan’ın dini ve siyasi hayatında hala önemli bir yere sahiptir.) Kshatriya kast sisteminde yer alan grupların çoğu ağırlıklı olarak Hindistan’ın kuzeyindedirler. Bir arazi sahibi olmak onlarda güç faktörü olarak sayılmaktadır. Örneğin; Hindistan’ın kuzeyinde yaşayan Rajputlar, Kshatriya kast sistemini oluşturmuşlardır.
  6. Hindistan’da kast sistemi; (I) Kast terimi, Portekizce ve İspanyolcada casta ırk, soy; Latincede ise castus saf soy anlamına gelmektedir. Kast, Hindistan’la ilişkili olarak düşünülmektedir. Hindistan’da uygulanan bir sistemdir. Sınıf ayrılıklarına dayanır. Bu sınıflandırma öncelikle evlilik ve iş bölümüyle ilgilidir. Bu terim, aynı zamanda argo dilinde geçmekte ve sosyolojik bir terim olarak da kullanılmaktadır. Hatta modern toplumlarda yer alan bir terimdir. Özellikle Hindistan, Sri Lanka, Nepal, Bali ve Yezitlerde kast sistemi uygulanır. Hindistan’da kast sistemi; Kast düzeni, Hindistan’da uzun süredir hüküm sürmektedir. Hayatlarının her alanında bu düzenin etkisi hâkimdir. Eş ve İş Seçimi: Kast sisteminde grup içinde evlenmeler (endogami=akraba evliliği gibi) söz konusudur. Kimin hangi mesleği yapacağını kast sistemi belirler. Aynı kast içindekiler ancak birbirleriyle evlenebilirler. Birlikte Yeme-İçme: Hindistan’da önceden insanların hep birlikte yemek yemeleri yasaktı; çünkü üst kastlar bunu hoş karşılamıyorlardı. Kendilerini onlarla kirletme korkuları vardı. Bugün bu ayrım büyük oranda kaldırılmıştır. Ancak kırsal kesimlerde hala eski kuralları görmek mümkündür. Kast sisteminde sınıflandırma zenginlik ya da fakirlik durumuna göre yapılmaz. Ritüel saflık ve meslek durumları ölçütlerdir. Sınıflandırma Hinduizm inançlarından kaynaklanmaktadır. Kast sisteminde üst tabaka, alt tabaka şu şekilde oluşur: Belli başlı dört ana tabaka (Varna) vardır. Bu tabakalar da kendi aralarında alt tabakalara (Jatiler) ayrılır. Varna Sanskritçe bir kelimedir. “Sınıf, statü, renk” anlamlarına gelmektedir. Dört çeşit Varna vardır: Brahmanlar (Entelektüel bir tabakadır. Kutsal yazıları (Veda) yorumlayan kişilerdir. Bilginler ve rahipler bu tabakada yer alır.) Kshatriyalar (Askerler, prensler ve üst düzey memurların oluşturduğu bir tabakadır.) Vaişyalar (Tüccarlar, toprak sahipleri ve çiftçiler) Şudralar (İşçiler ve köleler) Bunların dışında bir de kast sistemine dâhil edilmeyenler (dokunulmazlar) vardır. Bunlar Paryalar olarak bilinir (insanlığın en aşağı tabakasında yer alırlar ve hiçbir hakları yoktur.) Varna terimiyle ten rengi kastedilmektedir. Bu sistemde bir kişi ne kadar açık renkliyse o kadar üst tabakada yer alır. Ten rengi aynı zamanda göçmenlerin hangi ırktan olduklarını da göstermektedir.
  7. Kast Sistemi Nedir, Ne Demektir? Kast, her şeyden önce genel bir kanı olarak Hindistan'la beraber düşünülmektedir. Buna karşın "kast" teriminin kendisi, Hintçe bir terim değil; Portekizcede "ırk" ya da "saf soy" anlamına gelen "casta" sözcüğünden gelmektedir. Hintliler, kast sistemini bir bütün olarak anlatmak için tek bir terimi değil, sistemin farklı yönlerine de göndermede bulunan "varna" ile "jati" gibi değişik sözcükler kullanmaktadırlar. Varna; her birisi toplumsal onur bakımından farklılaşan dört kategoriden oluşmaktadır. Bu dört kategorinin en altında "dokunulmazlar" yer alır. Jatiler ise kast sıralarının örgütlendiği toplumsal gruplardır. Kast sistemi çok karmaşıktır ve bölgeden bölgeye farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar o kadar büyüktür ki kast, gerçekte tek bir sistem oluşturmak yerine değişik inanç ve uygulamalar çeşitliliğinin gevşek bir biçimde birbirine bağlanmış olduğu bir bütün oluşturur. Varna öğretisi tüm insanların doğuştan şu dört kasta ayrıldığını savunur: - Brahmanlar (Din adamları), - Kşatriyalar (Rütbeli askerler, zenginler, büyük tüccarlar, büyük toprak sahipleri), - Vaysiyalar (Orta halli tüccarlar, orta büyüklükte toprak sahibi olanlar), - Südralar (Köylüler) Bu dört kast'ın ardından bir de "Paryalar" sayılmaktadır. Paryalar, insanlığın en aşağı tabakası olarak görülürler. Paryalar, değer verilmeyen ve toplumdan tamamen dışlanan bir gruptur. Paryaların toplumsal hiçbir hakkı bulunmamaktadır. Bu tabakalaşma sisteminde, yukarıdaki kastlar arasında geçiş bulunmamaktadır. Yalnızca kast içinde geçişler mevcuttur ve bir üst sınıfa ulaşabilmek mümkün değildir. Hatta kastlar arasında evlilik dahil, hiçbir ilişkiye müsade edilmemektedir. Her kast üyesi, yalnızca kendi kastından bir başkasıyla evlenebilmektedir. Yani kast sistemi, bütün geçişlere karşı korumalıdır. Kast sistemi, kendi içinde oluşturduğu bu "geçirmemezlik" duruşunun korunmasını, Hindu inancındaki "reenkarnasyon" düşüncesine borçludur.
  8. İslam'da kölelik; İslamiyet'ten önce de Arap Yarımadası'nda yüzyıllardır mevcut olan kölelik sisteminin şekli İslamiyet'in varolması ile daha çok askeri ve dini bir boyut kazanmıştır. İslamiyet köleliği yasaklamamıştır. Bununla beraber köle edinmeyi zorlaştırmış ve kölelerin azad edilmesini teşvik etmiştir. Örneğin kazara bir müslümanı öldüren kimsenin müslüman bir köle azad etmesi emredilmiştir. Yalan yere yemin edenlere on yoksulu yedirip giydirmek veya bir köle azad etmek emredilmiştir. Buna gücü yetmeyenin ise 3 gün oruç tutması gereklidir. Ayrıca Muhammed bir hadisinde şöyle demiştir: "Kim kölesini döverse, onun cezası kölesini âzad etmekle yerine getirilir.. Ayrıca Sahibinden çocuğu olan bir köle, sahibinin ölümü ile özgür duruma gelir. İslam'la birlikte borç veya zaruret nedeniyle birini köleleştirmek ortadan kalkmış, kölelik edinme yöntemleri sadece savaşa indirgenmiştir. Osmanlı'da kölelik; Osmanlı'da köleliğe kurucusu Osman Bey zamanında da rastlanmakla beraber, kölelik kurumu Orhan Bey zamanında yerleşmiştir. Osmanlı devletinde köle kaynakları genel olarak iki ana başlık altında toplanmaktaydı.Bunlardan birisi savaşlar diğeri de ticaret yoluyla ortaya çıkan kölelikti. Haremin ortaya çıkması ise Fatih Sultan Mehmet döneminde gerçekleşmiştir. Bunda artan fetihler ve genişleyen topraklar önemli bir rol oynamaktaydı. Bu tarihlerden sonra kölelik ve bununla birlikte köle ticareti Osmanlı devletinde yerini alıyor ve köle ticareti devletin de dolaylı olarak destek verdiği bir uygulama oluyordu.Ancak ilerleyen yıllarda kölelerin belirli bir çalışma süresi sonunda azat edilmesi, kölelerin evlenme haklarının sahiplerince karşılanması gibi düzenlemelerle, köle ticaretini kısıtlamaya ve kölelere yapılan kötü muameleleri önlemeye çalıştı. bu amaçlarla birçok ferman yayınladı. Osmanlı'da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de yayınlanan ferman bunların en önemlisidir ve bu fermanla köle ticareti resmi olarak kaldırılmıştır. Ancak uygulamanın önüne ancak imparatorluğun son yılarında geçilebilmiştir. Osmanlıdan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti de köleliğe ilişkin bütün uluslararası antlaşmaların altına imza atmış ve Türkiye Cumhuriyeti'nde kölelik hiç bir zaman olmamıştır. Batı toplumlarında kölelik; Kölelik, Orta Çağ’ın bitimine değin, Batı toplumunun iktisadî ve sosyal açıdan ayrılmaz bir parçası olmuştur. Batı dünyasında; feodalizmin tarih sahnesinden çekilerek yerini burjuva ekonomik sistemine bırakmaya başladığı ana kadar kölelik kurumu, emek veriminin düşük ve teknik imkânların son derece kısıtlı olması sebebiyle en önemli üretim aracı olagelmiştir. Son derece ağır şartları haiz olan köle hayatında ancak 19. yüzyıl sonlarından itibaren bir miktar düzelme meydana gelmiştir. Köleliğin yasaklanması; Köleliğin insani ve ahlaki olmadığı ilk olarak Aydınlanma Çağında anlaşılmaya başlanmıştır. İlk kanunlar İngiltere’de ve ABD’de 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1807 yılında çıkarılmış, daha sonra diğer Avrupa devletleri onları izlemişti. Avrupa'da İngiltere'den sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı İmparatorluğu'dur. Osmanlı'da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de bir fermanla yasaklanmıştır. İstanbul'daki Fransız büyükelçisi "Vergennes"in damadı olan Baron de Tott şöyle demiştir: "İtiraf etmeliyiz ki, kölelerine ve cariyelerine kötü davranan Avrupalılardır. Bunun sebebi de : doğuluların köle satın almak için para biriktirmeleri, Avrupalıların ise para biriktirmek için köle satın almalarıdır." 1926’da Milletler Cemiyeti bütün dünyada köleliği yasaklamış, daha sonra Birleşmiş Milletler de bu hükmü teyid etmiştir.
  9. Köle nedir? Kölelik sistemi hakkında bilgiler Köle ve kölelik sistemi; Sümerler, Güney Amerika uygarlıkları, Uzakdoğu medeniyetleri, Yunanlılar ve daha bunlar gibi birçok devlet ve uygarlıkta görülen bir olgudur. Avrupa’nın en eski zamanlarından beridir gelen ve Coğrafi Keşiflerle ayyuka çıkan köle ticareti de, önemli bir olguyu ortaya koyar. Kölelik sistemi, kendini barındıran medeniyetlerin özelliklerine göre kurumlaşma biçimleri gösterirler ve köleler de toplumun gereklerine göre çeşitli işlerde kullanılmışlardır. Tarım toplumlarında ırgat, hayvancılıkla geçinen toplumlarda çoban, ticaretle uğraşan toplumlarda ayak işleri ve satılıp alınan bir mal olarak yer edinmişlerdir. Köle; Hukuk ve geleneklere göre bir başkasının malı sayılan, hiç bir hakka sahip olmayan, mal olarak hüküm gören bir meta’dır, diyebiliriz. Köle’nin olduğu yerde ise doğal sonuç olarak bir sahiplik kavramı vardır. Köle’yi besleyen ve karşılığında her istediğini yaptıran, köleye yaptığı herhangi bir şey için kimseye hesap vermek zorunda olmayan, toplumun üst tabakasından bir kişi. Topluma göre değişse de, köleler evlenebilirler; ancak sahipleri onların ailelerini dağıtma hakkına sahipti. Devletin sunduğu herhangi bir sosyal, siyasal, ekonomik hakları yoktu. Köleliğin bitişi, ancak sahib’in azad etmesiyle mümkündü. Bunun için de herhangi bir zaman birimi yoktu ve ömür boyu köle olarak kalabilirdi. Kölelik; Bir insanın başka birinin malı ve mülkü olması, insanların bir mal olarak nitelendiği bir toplumsal tabaka olgusudur. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. Kadın kölelere cariye denir. Kölelik temel olarak şu nedenlerle ortaya çıkar; Birincisi, bir kişiye olan borç sonucu; ikincisi, bir suç işleme sonucu hayatının köle olmak şartıyla bağışlanması üçüncüsü, işgal sonucu başka bir toplum tarafından köleleştirilme hali. Köleler sahipleri tarafından alım-satım aracı olabilirlerdi. Kölelere karşı yapılan her suç, bir mala yapılmış gibi işlem görürdü ve aynı suçtan hesap veren bir hür kişi, köleden çok daha az ceza alırdı ve hatta köleler için idam edilmek çok kolaydı. Kölelik her dönemde, farklı biçimde devam edegelmiştir. Köle olma şartları; Çok eski tarihlerden beri savaşta esir düşenler, ağır suç işleyenler, borcunu ödeyemeyenler, korsanlar tarafından kaçırılanlar köle kabul edilir, köle pazarlarında satılırdı. Erkek kölelerin çocukları da köle olur. Cariyelerin efendilerinden oğulları Yahudi ve Arap toplumları gibi bazı toplumlarda köle kabul edilmemişlerdir. Ziraat ve ticaretle uğraşan bütün toplumlarda köleliğin çeşitli şekillerine rastlanmaktadır. Mezopotamya’da, eski Mısır’da Yunan’da, Roma’da, İslam öncesi İran, Orta Asya ve Anadolu’da yaşayan kavimlerde kölelik son derece doğal sosyal bir olgu olarak kabul edilirdi.
  10. Toplumsal Tabakalaşma Nedir, Ne Demektir? Neden toplumdaki kimi grupların ötekilerden daha fazla güçleri vardır? Toplumlardaki eşitsizlik düzeyleri hangi boyuttadır? Düşük toplumsal statüye ve basamağa sahip insanların yükselebilme ihtimali var mıdır, varsa ne kadardır? Bu ve bu gibi soruların temel konuları, toplumsal eşitsizliklerin incelenmesi bakımından sosyolojinin en önemli ilgi alanlarından birisidir; çünkü insanların erişebildiği maddi kaynaklar, onların yaşamlarını büyük ölçüde belirlemektedir. Toplumsal Tabakalaşma Sistemleri İnsanlar arasındaki eşitsizliklere bütün toplumlarda rastlanabilmektedir. Bu tip eşitsizlikleri betimlemek için sosyologlar, "toplumsal tabakalaşma" kavramını kullanırlar. Tabakalaşma; "farklı insan gruplaşmaları arasındaki yapılaşmış eşitsizlikler" olarak tanımlanabilir. Dünya çapında kabul gören ve sosyologların da üzerinde durduğu temelde dört tabakalaşma sisteminden bahsedilebilir: Kölelik, Kast, Mülk sistemi ve Sınıf. Bunların tamamı, bazı tabakalaşma durumlarında aynı anda bulunabilirler.
  11. Erk ile Temsil: (III) Foucault'nun entelektüeller konusundaki yaklaşımı, erk, temsil ve uzmanlaşma konularının, tek bir uygulama alanının farklı yönleri olarak ele alınmış olması bakımından dikkate değerdir Burada üç öğe söz konu sudur: Erk dizgesinin bir parçası olarak entelektüellerin geleneksel temsil işlevinin bir eleştirisi, özgül gruplara sağlanan özgül bilgilerin koşulu olarak muhalif uzmanlaşmacılığa ilişkin alternatif bir tasan ve yeni görüşün içerdiği sorunların ortaya konulması. ilki, eleştirel boyut, Foucault'nun ‘söylemi taklit eden üç büyük dışlama dizgesi'nden biri olarak hakikat istemi konusundaki genel düşüncesinden gelmektedir: Tarihsel olarak üretilip gelişen düzenleyici bir erk/bilgi dizgesi Entelektüellerin söylem konusundaki sorumluluklarına ilişkin klasik anlayış onları bu etki dizgesinin aracıları kılmaktadır. ‘Kamusallık' olarak adlandırılan (aslında bir dışlama dizgesi olan) şey, bu aracılığın erimini belirler. Foucault şunu öne sürmektedir, bu durum bır kez kabul edildiğinde, entelektüelin rolü artık" kolektivitenin bastırılmış hakikatini dile getirmek üzere kendisini ‘hem onun bir adım önünde hem de yanında' konumlamak" olmayacaktır. Bu görev, daha çok, "entelektüeli, ‘bilgi', ‘hakikat', ‘bilinçlilik', ‘söylem' gibi alanlarda kendi nesnesi ve aracı kılan erk biçimlerine karşı mücadele etmek" olmalıdır. Bu mücadele ise ‘erk çözümlemecileri'nin yapıtlarının dönüşlü biçimini alacaktır Dahası, sonuçta ‘aynı erkin, en iyi durumda efendileri değişmiş olarak, yeni bir düzenlenişi'ne varmaktan kaçınmak için bu çözümlemeciler egemen hakikat isteminin genelleyici özelliğini, bütünüyle ‘yerel ve bölgesel' —yönlendirici değil— bir kuram anlayışı adına reddetmelidirler. Entelektüel artık bir ‘danışman' rolünde değildir: "Tasarı, taktikler, belirlenecek hedefler, savaşa katılan kimseleri ilgilendirir. Entelektüelin yapabileceği, çözümleme yönünde araçlar sağlamak ... savaş alanını topolojik, coğrafi bir yoklamadan geçirmek olabilir —entelektüelin rolü budur." Foucault'nun ‘karşı-söylemler' adını verdiği şey —mevcut erk dizgesiyle savaşan ama onun ‘hakkında' dolaysızca konuşmayan söylemler— o dizgenin kendisinin ‘tabi kılınmış' nesnelerince üretilmelidir Böylelikle bu yeni ‘hakikat siyaseti'nin entelektüel taşıyıcıları artık yazarlar, uzman olmayan kimseler ya da eskinin amatörleri değil —‘filozoflar' da temsil ve genellik konusundaki isteklilikleriyle baş başa bırakılmışlardır— mevcut hakikat ya da erk/bilgi rejimi içerisinde özgül birer işleve sahip uzmanlar olacaktır: Dirimbilimciler, fizikçiler, toplumsal uzmanlar, hekimler, avukatlar vb. Zor olan nokta şu ki, erkin kapsayıcılığı, alanları ile işleyiş tarzları bakımından birbirine indirgenemez biçimde farklılık gösteren söylemlerin birliğiyle tanınıyorsa (‘dağılımdaki düzenlilik'), bu birliğin, muhalif savaşımların çeşitliliği düzeyindeki karşılığı ne olacaktır? Foucault, muhalif stratejilerin ‘birleşmekteki başarısızlığı'nı 1960'lar ile 70'lerin siyasetinde, kendi yapıtının da çoğunlukla (ve yerinde olarak) bunlar bağlamında yorumlandığı 19. yüzyılın sonlarındaki romantik, anarşist izleklere dönüşün nedeni olarak görmektedir Yine de Foucault, başka bir siyasal alternatif önermemektedir. Üstelik tek sorun bu da değildir. Çünkü Foucault'nun entelektüellere olan yaklaşımı incelendiğinde, trahisom des clercs'in yeni bir yorumunu çağrıştırdığı görülür: Entelektüelin erkle, halkı hiçe sayarak uygulanan bir erkle arasındaki özel türden bir suç ortaklığının sergilenişi Dahası, ‘stratejilerin birleşmesi' motifi biraz daha ileri götürüldüğünde durum sanki evrensel entelektüel aslında sürülmeyip de yenilenmiş, yeniden düşünülmüş gibi görünmektedir. Çünkü bölük pörçük stratejilerin taşıdığı genelliğin bütünüyle olumsuz olmasına karşılık (olumlu bir ortak direniş çizgisinden değil de ‘erk dizgesinin kendi içinden çıktığı' için) Foucault yine de bunun, her bir özgül savaşımın ‘bir hakikat mekanizmasının genel işleyişine' bağlanması için yeterli olduğunu savunur. Bu durum da özgül entelektüelin konumu ‘genel bir anlam taşıyabilir'; yerel savaşımı ‘salt uzmanlığa ya da alana yönelik olmayan etkiler ile içerimlere sahip olabilir'; hatta entelektüel ‘toplumumuzun yapısı ile işleyişinin özünde yer alan hakikat rejiminin genel düzeyinde iş görüp mücadele edebilir' Aslında, Foucault'nun kendi entelektüel çalışmasındaki siyasal boyut başka nasıl değerlendirilebilir ki? Ya da siyasal uygulamasındaki entelektüel bileşen? Üstüne üstlük, söz konusu savaşım ‘keşfedilecek' ya da ‘ortaya çıkartılacak' bir hakikate değil, "doğru ile yanlışın birbirinden ayrıldığı ve erkin belli etkilerinin doğru olana bağlandığı bir ilkeler topluluğu"na ilişkin olduğuna göre bunun özel olarak ‘felsefi' bir boyutu olması gerekir. (‘Kendilerine dayanılarak savların geçerli kılınacağı ilkelerin açığa çıkartılması' Habermas'ın felsefe tanımlarından biridir). Böylelikle ‘evrensel' ile ‘özgül' entelektüel arasındaki ayrım, entelektüel etkinliğe kaçınılmaz bir felsefi boyut katarak yıkılmaya başlar. Bu kabul edildiğinde, son zamanlarda çoğullaştırılmış kamusallık modelini Foucault'nun toplumbilimsel görüşleriyle daha da çeşitlenecek biçimde beslemek kolaylaşır. Said'in temel eğilimi de budur aslında. Ancak gerek erk anlayışları gerek de üniversitelerdeki, özellikle de insan bilimlerindeki uzmanlaşma konusundaki görüşleri bakımından iki yaklaşım arasında önemli ayrılıklar bulunmaktadır. KAYNAK : Eleştirel Bakış; 1996; Giriş bölümü; Peter Osborne; Çeviri: Elçin Gen; Dost Kitabevi Yayınları 1999
  12. Erk ile Temsil: (II) Said için ‘kamu önünde, kamu için, bir iletiyi, bir görüşü, bir yaklaşımı, felsefeyi ya da bir düşünceyi temsil etme, somutlama, eklemlendirme yeteneğiyle donatılmış' bir birey olarak entelektüelin özel görevi, bu yeteneğini, ‘kendi toplumu içindeki resmi yetke sahibi erk' karşısında, özgürlük ile adaleti ilgilendiren konularda kendi görüşlerini kamu önünde dile getirmede kullanmaktır. Entelektüeller ‘ahlaksal ortamda bir değişim yaratmak için' ‘erke doğruları söyler'ler. Bunu yapmak için de erkten ve yetkeden bağımsız olmalıdırlar. Ancak Said şunu da kabul eder ki entelektüel, erk ve yetkeyle olan ilişkisinden kurtulamaz. Bu yüzden, kamu alanını canlı tutmak için durmaksızın içinde bulunduğu koşullarda kendi bağımsızlığını yaratmalıdır. Said'in böylesi bireysel savaşımların ‘değerleri ile ayrıcalıkları'na verdiği ortak ad amatörlüktür Bu, özünde, Benda'mn görüşünün toplumbilimsel açıdan biraz daha zenginleştirilerek eylemci tarzda güncelleştirilmiş biçimidir. Said, özgül birtakım bağlılıklan (kendisinin Filistin davası konusundaki savunuculu ğu gibi) evrensellik karşısında bir meydan okumadan çok evrenselliği zenginleştiren öğeler olarak sunar. Ancak süregelen bireycilik ile buna eşlik eden ahlaksal idealizm birer sorunsal olarak kalmaktadır. Çünkü entelektüelin kamu alanı içerisindeki etkinliği, onun, ‘çiğnenen haklar ve gizlenen hakikatler adına müdahalede bulunma' yeteneğine —Said'in deyişiyle, zaten her zaman kısmen resmi olan ilgileri ve çıkarları ‘temsil etme' yeteneğine— bağlıysa, entelektüel ve çıkarlarını temsil ettiği kimseler arasındaki ilişkiden bize ne? Entelektüellerin kültürel gücü ve yetkesinden bize ne? Marjinalliklerini, güç yoksunluklarını vurgulayıp abartmak, entelektüellerin özdüşünümlerinin bir özelliğidir. Said'in de belirttiği gibi, sürgün oldukları yalnızca gerçek değil, mecazi bir durumdur da İnsan yine de Chomsky'nin ‘entelektüel camia içinde muhalif olan bir kimse [ nin] iyi bir yer edineme [ (‘Herhalde hiç kimse Bertrand Russell kadar iftiraya maruz kalmamıştır' türünden abartılı sözlere varan) inancına kuşkuyla bakmadan ya da Said'in görüşünde resmi yetke ile muhalif örgütlerin entelektüel açısından oluşturduğu tehdidin aynı kefeye konmasından rahatsızlık duymadan edemiyor. ‘Muhalif kişiliğin Soğuk Savaşdönemine rastlayan kökleri, boylesı kararlı bir bireycilik siyaseti konusunda bir uyarı olmanın yanı sıra, ‘marjinallik' söylemlerini son yıllarda insan bilimleri konusundaki akademik çatışmaların gündemine dönüştüren bir serbestlik sağlam Marjinallik ve bağımsızlık retoriği, ünlü‘New York entelektüelleri'nin siyasal tarihinin gösterdiği gibi, başka alanlarda uzlaşmacılığı desteklemeye oldukça açıktır. Uzmanlaşmacılık konusundaki bütün olumsuz tavrına karşın Said, Batı üniversitelerini hala "yarı ütopik mekan"lar olarak görmektedir ve amatörlük anlayışı —‘salt uzmanlığa bağlı işlerin içine sızıp onları dönüştürme işi'— iktisadi değil, manevi bir anlayıştır Burada, kamusal kurumların temsili işleyişinin doğasında bulunan bir kültürel erk biçimine değinilmemektedir. Kapitalist toplumlarda entelektüelin işlevi (mesleki ihtisaslaşma) ile ilgili toplumbilimsel bir gerçekliği korurken erkle böyle bir suç ortaklığından sakınmak alternatif bir yaklaşıma götüren özgürlükçü bir istektir: ‘Ozgül' entelektüel anlayışının daha kapsamlı işlerliği ve muhalif yararına, Foucault'nun, evrensellik ukdesini reddetmesi gibi.
  13. Entelektüeller ve Toplum Erk ile Temsil: (I) Entelektüeller üzerine yazılıp çizilenler arasında erk sorusuna verilen iki karşılık dikkat çekmektedir. Biri entelektüelin, resmi (ya da alternatif) siyasal yetkelerle uzlaştırılmaksızın, izleyicilerin, etkinlik alanlarının karmaşık çeşitliliği bağlamında, siyasal istem-oluşumunda özel bir işlevi yerine getireceği demokratik bir kamu alanı oluşturma isteğinin biraz değiştirilmiş olarak yeniden olumlanmasını içermektedir. Diğeriyse, entelektüelin evrensellik isteğinin, özel ve yerel gruplar konusunda daha fazla yarar getireceği ve ‘özel bilgileri'nin muhalefet yönünde daha çok güvenilirlilik sağlayacağı gerekçesiyle köktenci biçimde reddedilmesine dayanmaktadır. Sözünü ettiğimiz ilk yaklaşım, Habermas'ın kamusallıkla ilgili çalışmasının 1980'lerdeki siyasal tartışmalar bağlamında, her ne kadar bununla sınırlı olmasa da lngilizce'ye gecikmiş olarak da olsa girmesiyle ilgilidir. İkincisiyse Foucault'dan esinlenmiştir. Her ikisi de Benda'nın soyut ahlaksal evrenselliğinin bireyciliğini aşma ukdesinde olmakla birlikte, Bendavari eğilimlere öyle ya da böyle yenik düşme tehlikesini atlatamamıştır. İlk durumda, şimdilerde geniş bir kesimce kabul gören ve Negt ile Kluge'nin Habermas'a yönelik Marxçı eleştirilerinin bütün bir çağdaş toplumsal hareketler alanını içine alacak biçimde genişletildiği çoğullaştırılmış kamusallık kavramı, kamunun evrenselliğini birbirine ters düşen çeşitli taleplere tabi olarak görmektedir. Yine de böylesi bir evrenselliğin tasarlanması yönündeki istek (ve gereklilik) —ne kadar hayali, düzenleyici ya da düşünsel de olsa— kamu alanının kendisindeki toplumsal bütünleşme gücüne duyulan bir inancın yanı sıra canlı kalmayı sürdürmüştür Bu, sürekli bir etkileşim ile içsel değişimlerin söz konusu olduğu (genellikle yanlış olarak ‘postmodern' biçiminde adlandırılan) bir durumda, daha yüksek düzeylerde bir farklılaşmaya rastlanan toplumlarda sivil cumhuri yetçiiğin kuramsal açıdan belirsiz olmakla birlikte siyasal üreticiliğe sahip gelişimidir. Bunun ikilemleri Edward Said'in Entelektüel'inde (Habermas'a bağımlı olmasa da entelektüelin siyasal rolüne ilişkin görüşünde benzer bir kamusallık kavramına dayanan bir metin) gösterilmiştir.
  14. Entelekt Biçimleri : (IV) Habermas'ın kamu alanı üzerine olan yapıtında karşı çıktığı şey, demokratik büyüme ve kentsoylu bir modelin (ki bu, aslında, görünürde esinlendiği 18. yüzyıl İngiliz modelinden çok 19. yüzyıl Amerikan geleneğiyle benzeşmekteydi) dönüşümü adı altında hem tekilci hem de ahlaksalevrenselci biçimleriyle corporatism'dir Yine de, entelektüellerin corporatism'indeki genel sorun onların erk yönündeki taleplerinden kaynaklanıyorsa (feodal beyin temsili kamusallığı, başka mevkideki kimselerin respublica'dan dışlanmış olmasının bir sonucuydu), Benda'nın laik entelektüelinin temsili kamusallığı tam da onun resmi dayanaklı erkten uzak olmasından, siyasal erke sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Benda'nın görüşü özünde bireyci bir görüştür. Burada, entelektüelin kaleminin ahlaksal gücü, yalnızca kamusal okur-yazarlık kurumlarına (temsil araçlarına) değil, çelişik bir biçimde, erksizlik imgesinin retorik gücüne de bağlıdır: Sadece ve sadece usun sınırları içinde olmak. Sartre'la ilgili olarak de Gaulle şu ünlü sözleri sarfetmiştir: "Kimse Voltaire'tutuklamaz"; oysa işin aslı şu ki, durum gerektiriyorsa genellikle herkes tutuklar. Bu açıdan, 19. yüzyılın sonunda Dreyfus'un savunması sırasında Fransa'da moda olup Soğuk Savaş dönemindeki muhalif kişiliğinde yeniden işlenen, ahlaksal bir kahraman olarak entelektüel kişiliği, siyasete derin bir ikircimle yaklaşmaktadır. Erkten dışlanmış olmak onun yaşam kaynağıdır. O halde, Kant'ın özgün sorunsal formülleştirmesinde varsayılan aydınlanmacı siyasal mutlakçılığı da geçersiz saydığımıza göre, entelektüel kendi ahlaksal değerlerini kamuya sergileyerek değişimi körüklemeyi nasıl başaracak Mutsuz Havel'i Çekoslovakya (sonraki adıyla Çek Cumhuriyeti) devlet başkanlığına iten istisnai tarihsel koşullar, sorunu çözmekten çok, daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir, çünkü erksizliğin gücü burada, toplumdaki yapısal değişimler karşısında güçsüz kalan resmi bir siyasal yetkenin erksizliğine dönüşmüştür. Bu durumda (direniş değil) istifa, içtenliğin bedeli olmaktadır, çünkü sorumluluğu yükleyip soruların muhatabı olarak göstereceğiniz başka bir kurulu yetke yoktur. Melankoli, entelektüelin özgün varoluşsal ruh hali olarak, başkaldırının yerini alır. Çek Heideggerciliği komünizm sonrası ülkelerde eski muhaliflerin tutunacakları bir ideoloji haline gelir.
  15. Entelekt Biçimleri : (III) Habermas'ın, felsefenin ödevi konusundaki yazılarında entelektüelle re ilişkin bir söylemin bulunmayışı, egemen biçimiyle bu fikrin ulusal ve yazınsal kökenlerinden kaynaklanmaktadır. Felsefenin toplumsal işlevi konusundaki Alman tartışmaları bizi, derhal, Eflatun'un siyasal açıdan her yöne çekilebilen mirasına götürür: Toplum kuramı üzerine yapıtlar içinde Devlet, Nazi filozofları arasında, Nietzsche ya da Heidegger'in yapıtlarına kıyasla çok daha fazla rağbet görürdü' Entelektüeller konusundaki en çağdaş görüşün kökenleri oldukça tanıdık bir yapıta dayanmaktadır:Julien Benda'nın 1927 tarihli Trahison des Clercs(Bilginlerin ihaneti)ne. Batı'nın entelektüelin sorumluluğu konusundaki tartışmalarını o günden bu yana belirleyen terimlerin ortaya atıldığı kitap budur: Her türlü ulusal özgülcülük ya da toplumsal partizanlığı reddederek bir bütün olarak insanlığa hizmet etmek adına yürütülen destansı bir bireyselliğin evrensel ahlaksallığı. Bu terimler bugün Chomsky'nin kişiliğinde örneğini bulmuştur Avrupa'nın savaşlar arasında geçen buhranlı yıllarının vicdan azabı içindeki —felsefi çerçevesi açıkça laikleştirilmiş Hıristiyanlıktan başka bir şey olmayan— liberal insancıllığının bir ürünü olarak Benda'nın, entelektüellerin evrensel sorumluluklar taşıyan bir bireyler topluluğu olduğu yollu idealist görüşü (ondokuzuncu yüzyıl Rus ‘intelligentsia'sının bir uyarlaması), kendisini doğuran koşulları aşarak hala sarsılmaksı güç bir geleneğin zeminini oluşturmuştur. Benda'yı izleyen yazarlar (özellikle Sartre) entelektüelin özgürlüğüne ilişkin katı bir partizanlık ya da ‘sadakat' konusunda siyasal bir söyleme bağlanan varoluşsal bir söylem adına, onun soyut insancıllığını reddederek gerek kuramsal gerek de siyasal terimleriyle savaşmışlardır. Ama entelektüeli bütün bir insanlık için örnek bir kişilik haline getiren, evrensellik yönündeki o özgün ukdeye onlar da saplanmışlardı. Ahlaksal olduğu kadar paradigmatik bir biçimde yazınsal (hatta teatral) bir kişilik olarak entelektüeli yaratan etken, bu örnekleme ukdesi olmuştur. Çünkü Habermas'ın belirttiği gibi kentsoylu kamu alanı, yani ayrıcalıklı entelektüel etkinlik alanı, tarihsel olarak, daha önceden var olan bir yazın kültürü alanının siyasal olarak yeniden işleyişe geçmesiyle ortaya çıkmıştır Habermas bu gelişimi, kendisinin ‘temsili kamusallık' adını verdiği ve Ortaçağ'ın ortaklaşa (corporate) kültürüyle özdeşleştirdiği şeyin ortadan kalkmasına bağlar. Öte yandan Benda için entelektüel, kamusallık ruhunun ahlaksal timsalinin ta kendisidir. Bu görüşün, entelektüellerin ‘onlarsız kapkara bir gece olacak dünyada birer gözcü görevi gördükleri' yollu toplumbilimsel bir yorumu, Benda'nm kitabıyla aşağı yukarı aynı sıralarda, Almanya'da, Karl Mannheim'ın İdeology and Utopia adlı kitabında işlenmiştir Mannheim'a göre, bir ‘tabaka' olarak entelektüellerin görece sınıfsızlığı, ‘toplumsal yaşama nüfuz eden bütün ilgileri kapsama' gücüne sahip ‘serbest bir zeka' (frei-schwebende Intelligenz) yaratmaktadır. ‘Bireşimlerin taşıyıcıları' olarak entelektüeller, ‘bütüne yönelik ilgi'ye karşılık gelen ‘bütüncül bakış açısı'nın tek temsilcileri olmuşlardır Ringer'in yeniden kurduğu ‘mandarin' geleneğinin yetkeciliğini daha tutucu köklerine taşıyan entelektüel işlev konusundaki bu tarz ortaklaşa evrensellik, Almanya'daki liberal geleneğe, Habermas'ın kamu tarihinde öngördüğünden daha yakındır Hegel'in Hukuk Felsefesi'nde devlet bürokrasisini ele alışının, Nietzscheci bilgikuramı bağlamındaki toplumbilimsel bir uzanımı olarak Mannheim'ın çalışması, özellikle 1950'lerdeki yeniden yapılanmanın teknokratik bağlamında etkili olmuştur: Hem ‘ideoloji'den köşe bucak kaçan Almanya'da hem de uzmanlar eliyle toplumsal tasarlama ideolojisine pozitivist bir katkı olarak Fabian geleneğine sızmanın mümkün olduğu (Mannheim'ın Nazilerden kaçarak sığındığı) Ingiltere'de. Bu, ‘her şeyi sorgulayıp hiçbir şeyi eleştirmeyen' bir bakış açısı nın ‘suya sabuna dokunmayan kuşkuculuğu'nu desteklediği gerekçesiyle Adorno tarafından sert bir saldırıya maruz kalmıştır. Yine de Mannheim ile diğer ortaklaşa evrenselcilerin, Hegel üzerinden Marx'la paylaştıkları noktayı da unutmamak gerekir. Marx, evrensel bir sınıf olarak Alman proleteryasına ilişkin yorumunda nasıl Hegel mantığının kavramsal yapısını büyük oranda korumuşsa, Gramsci'nin entelektüeller hakkındaki yapıtında da, sınıf terimleriyle ifade edilmemiş bile olsa, Hegel'in corporatism'ine rastlanır.Entelektüel temsilin ikilemleri (evrenselin bakış açısıyla özgül olanı, özgü! olanınkiyle evrenseli düşünmek) Adorno'nun, Mannheim'ın corporatism'inin sözde evrenselliğine yönelik eleştirisinde anıştırdığı kadar kolay çözülemez.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.