Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Simyaci

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    7
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Simyaci - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Simyaci... Paolo Coelho... kisa ve özlü bir kitap.... tüm arayanlara için...
  2. Gömlek Mutlu olmak için neyiniz var? Hikayeleri güzel yapan onların gerçeklikleri değil insanlara vermek istedikleri mesajlardır... Onlarda "aşk" vardır,"estetik" vardır,"hüzün" vardır,"hasret" vardır,"ayrılıklar ve kavuşmalar" vardır... Ve tabii onları asıl güzel kılan ve gönül antenlerimizi kendisine çeviren "mutluluğun anahtarı" vardır... Hikaye bu ya... Memleketin anlı şanlı padişahı bir hastalığa yakalanır, hekimler bir türlü deva bulamazlar...Nihayet uzak diyarlardan gelen bilge bir hekim Padişahı gördükten sonra Saray'dakilere; "eğer Padişah'ınızı sıhhatte görmek istiyorsanız memleketteki en mutlu insanı bulup onun gömleğini Padişah'a giydireceksiniz",der... Bunu bir emir olarak telakki eden saray ahalisi ve askerler memleketin dört bir yanına dağılarak bu "en mutlu insan"ı aramaya koyulurlar...Ama nafile!..Kime gitseler yüzünden düşen bin parça ve herkesin bir derdi var...Memlekette neredeyse taramadıkları,gitmedikleri köşe kalmamıştır...Tam umutları tükenmek üzereyken küçük bir köydeki yaşlı bir adam askerlere; "sizin aradığınız o adamı biliyorum...Dünyanın en mesut adamı olduğunu hem ben gözlerimle gördüm hem kendisi söyledi...Biraz zahmetli olacak ama şu dağa çıkarsanız orada küçük bir kulübede kendi halinde yaşadığını görürsünüz...Ona derdinizi söyler,çaresini öğrenirsiniz" der... Askerler bu sevinçli haberden sonra zor ve zahmetli de olda dağa tırmanırlar ve adamın küçük kulübesine gelirler...Sevinçle adama konuşmaya ve dertlerini anlatmaya başlarlar...En sonunda adamdan çok küçük bir ricaları olduğunu ve bunun karşılında kendisine büyük hazineler sunacaklarını söyler ve heyecanla ve sevinçle adamın kendilerine vereceği o gömleği beklerler... Bütün bu olanları ve konuşulanları şaşkınlık içinde dinleyen memleketin "en mutlu adamı" başını sağa ve sola hafifçe sallayarak; "...AMA BENİM BİR GÖMLEĞİM YOK Kİ!.." DER... Peki mutlu olmak için sizin neyiniz var?... VEYA NEYİNİZ YOK?.... Bunu cevaplayabilir misiniz ???
  3. Allah herkese böyle iman ve böyle ölüm nasip etsin inşallah! Iyiki ofisimde yalnızım, ve kimse ağladığımı görmüyor. Yüreğime su serptin Mizyal, teşekkürler!
  4. Benim şu an ki ruh halimi çok güzel tanımlayan bir yazı.
  5. Mutluluk Yeni bir ev, arka bahçede bir yüzme havuzu, garajda iki güzel araba ve karnımda ilk bebeğim. Dokuz yıllık bir evlilikten sonra hepsine sahip oldum - ya da bana öyle geldi. Kocamla aramda geçen bir konuşma tüm dünyamı başımı yıktığında, doğumuma birkaç gün kalmıştı. "Sadece bebek için buradayım." Dedi, "Artık seni sevdiğimi sanmıyorum." Kulaklarıma inanamıyordum! Hamileliğim sırasında benden çok uzaklaşmıştı, ama ben bu tutumunu baba olmaktan korkmasına yormuştum. Kendisinden bir açıklama yapmasını istediğimde, bana beş yıl önce bir kadınla ilişkisi olduğunu ve o zamandan beri beni sevmediğini söyledi. Bebeğimi düşündüğüm ve evliliğimi kurtarmak istediğim için, ona kendisini bağışlayacağımı ve her şeyi düzeltmek istediğimi söyledim. Oğlum doğmadan önceki son hafta iniş çıkışlarla doluydu. Bebeğim aklıma geldiğinde heyecanlanıyor, sonra kocamı kaybetmekten korkuyor ve bazen de suçluluk duygusuna kapılıyordum, çünkü olanların tüm suçunu bebeğe yüklemeye çalışıyordum bazen. T.J temmuz ayının bir Cuma günü dünyaya geldi. O kadar güzel ve masumdu ki. Annesinin dünyasında olup bitenlerden haberi yoktu. Babasının benden uzaklaşmasının gerçek nedenini öğrendiğimde, oğlum dört haftalıktı. Kocamın sadece beş yıl önce bir ilişkisi olmamıştı, hamileliğim sırasında başka bir ilişkiye daha girmişti ve bu ilişki devam ediyordu. Böylelikle oğlum beş haftalık olunca, T.J ile birlikte yeni evimizi, yüzme havuzunu ve yıkılan hayallerimi geride bırakarak evi terkettik. Yaşadığımız şehrin diğer ucunda bir apartman dairesine taşındık. Daha önce hiç bilmediğim korkunç duygulara kapılmış ve bunalıma girmiştim. Yeni dünyaya gelmiş bir bebekle baş başa, böyle bir yalnızlık duygusu hiç yaşamamıştım. Bazı günler sorumluluklarımdan bunalıyor ve korkuyla titriyordum. Ailem ve arkadaşlarım beni hiç yalnız bırakmamaya çalışıyorlardı, ama yine de yıkılan hayallerim ve çaresizlik duygumla baş başa geçen yalnız saatlerim hiç geçmek bilmiyordu. Sık sık ağlıyor, ama T.J`nin ağladığımı görmemesine özen gösteriyordum. Bu olayın onu olumsuz etkilemesine izin vermeyecektim. Her zaman ona gülümseyecek gücü buluyordum. T.J üç aylık olana kadar her günüm gözyaşlarıyla geçti. İşe başladım ve olan biteni anlatmamak için herkesten kaçmaya başladım. Nedenini bilmiyordum ama, utanıyordum. T.J dört aylıkken bir cumartesi sabahı yine çok kötü oldum. O gün bizi ziyarete gelen kocamla yine çok tatsız bir tartışma yaşadım ve kocam hışım gibi çıktı gitti. T.J yatağında uyuyordu ve ben banyoda yere çökmüş ileri geri sallanıyordum. Birdenbire, "Artık yaşamak istemiyorum." Diye bağırdığımı farkettim. Sonraki sessizlik ise ürkütücüydü. O gün Tanrı`nın yanımda olduğundan eminim. Ağzımdan çıkan sözcüklerden sonra, bir süre sessizce oturdum ve ağladım Ne kadar geçtiğini bilmiyorum, ama içimde daha önce hiç farketmediğim bir güç hissettim. O anda, orada yaşamımı kontrol altına almaya karar verdim. Kocamın yaşamımı bu kadar olumsuz bir biçimde etkilemesine artık izin vermeyecektim. Tüm dikkatimi onun zayıf yönlerine vermekle, onun bu zayıf yönlerinin benim hayatımı mahvetmesine izin veriyordum. Aynı gün, hemen T.J için bir çanta hazırladım ve hafta sonunu geçirmek üzere erkek kardeşime gittik. T.J ile ilk yalnız seyahatimdi. Kendimi o kadar güçlü ve özgür hissettim ki! İki saatlik yol boyunca hem araba kullandım, hem de T.J ile konuştum, ona şarkılar söyledim ve güldüm. O yolculukta beni ayakta tutanın, oğlum olduğunu anladım. Onun yanımda olduğunu ve bana gereksinim duyduğunu bilmek her sabah bana güç veriyordu ve yataktan çıkmamı sağlıyordu. O günden itibaren, tüm gücümü beni banyoda ayağa kaldıran güce, kendime olan güvenime odakladım. Bu tür düşüncelere odaklanmamın yaşamımı bu kadar değiştirmesine inanamıyordum. Tekrar gülmeye başlamıştım ve aylar sonra ilk defa çevremdeki insanlarla birlikte olmaktan tad alıyordum. Uzun zamandır içimde gizlenen bireyi keşfetmeye başlamıştım - bundan bugün bile zevk alıyorum. T.J ile birlikte evi terkettikten kısa bir süre sonra psikoloğa gitmeye başlamıştım ve o kötü olaydan sonra da aylarca devam ettim. Artık herhangi bir yardıma gereksinim duymadığıma karar verdiğimi psikoloğuma dile getirdiğimde, bana sorduğu son soruyu anımsıyorum: "Ne öğrendin?" dedi. Hiç tereddüt etmeden yanıtladım sorusunu. "Mutluluğun kendi içimde olduğunu öğrendim." Aldığım bu dersi her gün anımsarım ve herkesle paylaşmak isterim. Kimliğimi, evliliğime ve bu ilişkiyi çevreleyen maddesel değerlere dayandırmakla büyük bir hata yapmıştım. Kendi yaşamımdan ve mutluluğumdan sadece kendimin sorumlu olduğumu öğrendim. Yaşamınızı bir başka insana odaklar ve yaşamınızı ve mutluluğunuzu bu insanın etrafında kurarsanız, gerçekten yaşamıyorsunuz demektir. Gerçekten yaşamak için, ruhunuzu özgür bırakın ve benzersiz olmanızın tadını çıkarın. İşte o zaman bir başka insana karşı duyduğunuz sevgi gerçek mutluluğa dönüşür ve yitirmekten korkmayacağınız bir değer olur. Ruhunuzu özgür bırakın, bırakın ki gönlünce uçabilsin! Laurie Waldron
  6. Aşk Nedir? "Neyi arıyorsan sen, O'sundur" der Mevlana. Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık. Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır. Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü. Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir. Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size. Aşk denilen kaleydoskobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, binbir cam rengarenk ışıklar saçarak döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça. Aşklarınız hülasanızdır. Sevdiginiz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz. Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır. Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır. Aşk, narsizmdir. Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor. Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz. Narcissusu'u bilirsiniz; Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanazmazmış kendine. Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran. Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü. Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya. Yeryüzünün en güzel insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan gözel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş, Narcissus, nergis olmuş. Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize. Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin. Baharın elinizde olduğunu unutmadan. Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin. Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin. Can Dündar NoT: ben aşkı arayanlardanım, daha doğrusu arayanlardandım, çünkü artık aramaktan vazgeçtim. Ne zaman onu yakaladığımı düşündüysem, ve hatta emin olduysamda aslında aradığım şeyin bende saklı olduğunu anladım. Meğer benmişim onları aşk yapan, benmişim hasret, benmişim özlem. Mecnun misali duygu kuraklığı yaşanan şu zamanda aşkın peşine düşüp onu aramak bile güzeldi. Artık umudumu ve inancımı yitirdiğim şu günlerde kendimi daha da mecnun hissediyorum. Belki kendimi buldum, ama aşkı kaybettim.
  7. Herkesin Bir Fikri Vardır Küçük şeylere dikkat Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendi'nin başağrısı artarak sürer. Üstüne üstlük baş agrısının yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağırılır... Osman Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir. Ağrıyı kesene servet vaat eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, başağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendi'yi İstanbul'a götürmeye karar verirler. İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan başağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda; Zürih'e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır. Sonuc: Osman Efendi'ye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendi'ye ağrı kesici iğneler yapılmaktadır. Altmışlarını süren adamın ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendi'nin eski berberi "Berber Mehmet" çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendi'yi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim" der, "Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüs olmasın?" Bir bakar, "Hah işte" der "Kıl dönmüş." Osman Efendi'nin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendi'nin köyü ayağa kaldıran cığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendi'nin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendi'nin kanayan burnuna pansumanlar yapılıır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Başağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar. Sonuçlar : 1. Vergiden turizme, sosyal güvenlikten adalet reformuna kadar Berber Mehmet Efendiler'in fikirleri var, dinlemek gerek. 2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur. 3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.