Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

machiavelli

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    69
  • Katılım

  • Son Ziyaret

En Son Profil Ziyaretçileri

2.655 profil görüntüsü

machiavelli - Başarıları

Yazar

Yazar (5/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. ADMİN .........BURADAKİ ARKADAŞLARDA GÖRSÜN İSTEDİM Asalak kardeşlik VATAN GAZETESİ 7.12.05 MİNE KIRIKKANAT Dünya coğrafyasında, sınırları Anglosaksonlar tarafından cetvelle çizilmemiş her ülkenin toprakları canla kazanılmış, her karışı kanla sulanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, topraklarını düşmanın leşkerinden dişleriyle tırnaklarıyla söküp alan, sınırlarını kanla çizen SONUNCU ülkesidir tarihin. Ondan sonra oluşan tüm ülke sınırları, cetvelledir! Türkler ve Kürtler, bin yıldır bu toprakların tozunu tuzunu birlikte yuttu, nankörlüğü yoksulluğu ve cehaleti paylaştı. Eşkıya olup yollarını birlikte tuttu, balını ağusunu birlikte yaladı. Bu toprakları omuz omuza savunduklarında, karşılarında ortak düşman vardı. Ne zaman ki düşman ortaklığı bozuldu, birbirlerini ezmeleri gerekti. Kürtler ayaklandı, Türkler ezdi. Türkler güçsüz düştü, Kürtler yeniden ayaklandı. Biliyorum, Türkiye devleti aşiret düzenini kıramadığı Güney Doğu'yu, besleme reisler aracılığıyla devlete bağlı tutma yolunu seçti. Kürtleri ağalık sistemine terkle, istifa etti cumhuriyet prensiplerinden. Halkına yurttaşlık bilinci aşılamaktansa, tebaa oylarıyla parlamentoya seçilen aşiret reislerini yemlemeyi tercih etti. Biliyorum, PKK'yı asıl 1980 darbesi, ABD'nin solculuğu ezmekle görevlendirdiği Mr. Netekim mezalimi yarattı. Bölgede cumhuriyet yurttaşlığına gerek duyulduğunda artık çok geçti, bula bula köy korucularını buldular maaşla tutacak… Hep kötü şeyler de yapmadı! Ama iyi şeyler katarı kaçırılmıştı bir kez. Okullar yaptı yakıldı. Öğretmenler, doktorlar gönderdi, öldürüldüler. Halkla bütünleşen kim varsa delik deşik edildi, havaya uçuruldu. Aşiretler tebaaların yurttaş bilincine kavuşmasını, PKK da "iyi memur" istemiyordu. Öyle ya da böyle bugün gelinen noktada, Kürtlerin "bizim" dediği bir bölgede Türk olarak yalnızca hakarete uğrayan, silahla korunan, taciz edilen memurlar, okula korkuyla giden memur çocukları, yani "temsili devlet" var. Ama Türk halkı yok o şehirlerde, köylerde... Oysa Kürtlerin "bizim" diyemeyeceği yerlere çok Kürt göçtü ve ne ayrımcılık yapılıyor kendilerine, ne de onlar ayrımcılık yanlısı zaten. Şimdilik. Ama artık etle tırnak, Türkle Kürt sözcüklerinin arasında otuz bin ceset var ve çoğalıyor. Şehre inen aşiretleri, töre cinayetleri, kapkaççı çocuk çeteleri, otopark mafyaları var. Kaçak elektriğini, kaçak suyunu bize ödeten, doğurup sokağa saldığı evlatları suç makinesine dönüşen ve sonra varoşlarda Biji Apo diye bayrak açıp dükkân yağmalayan eşkıyası var. Aymaz devlet, hâlâ PKK'ya karşı "sadık" Kürt nüfus çoğaltma derdinde. Bizim cebimizden alıp iki karıdan, üç karıdan on yirmi çocuk sahibi cahillere, çocuk başına 20 YTL'den 50 YTL'ye "sosyal yardım" yapıyor (Bkz. Ruhat Mengi'nin 27 Kasım tarihli yazısı). Şimdi böyle bir kavmin, kafası kadın haklarında ortaçağı aşamamış dernek başkanı, demokrasi var diye çıkıp televizyonlarda: "T.C. Güney Doğu'da işgalcidir, ben Barzani'nin iktidarını tanırım, Atatürk de İngiliz mandacısıydı" deyince… Türklerde de böylesini sırtında taşımamak, dölünü finanse etmemek, aşiretini, töresini, cehaletini, kısaca yükünü çekmemek, hatta birlikte yaşamayı reddetmek isteği doğuyor. Federasyon çözüm, diyenler var. Ben federatif bir devlet karşıtı değilim. Ama İspanya'da inceledim: Katalonya ve Bask Ülkesi, en zengin ve kültür düzeyi yüksek, kendilerine yeterli; Madrid'ten beş kuruş almayıp aksine, merkezi yönetime katkıda bulundukları için bunca özerk, tersi değil! Kürt federasyonu isteyen takım, niye bağımsızlık istemiyor? Çünkü hem bayrağını çekip özerk olacak, hem de özerkliğini bizim cebimizden finanse edecek! Asalak kardeşlik, zoraki beraberlik artık yeter, yağma yok, herkes kendi yoluna diye düşünen Türkler çoğalıyor, benden söylemesi... ASALAKLAR VE MOZAIKLER YA GİDECEKSİNİZ YA GİDECEKSİNİZ YOK OYLE BEDAVACILIK
  2. cyrano cesıtlı gazetelerden kose yazrlarının yazılarını foruma yerlestırdım zaman -mıllıyet-hurrıyet-sabah bırde ınternetten kemal burkay yazısı koydum bunları oku sımdı sen ben ve mazıkler arasındakı tartısmalara hıc gırmemıs bır kısı olarak tum gercekten bu sorunların aş iş sorunumu oldugunu dusunuyorsun kurtlerın cogu masum olsada dıger ulkeler acısından turkıyeye karsı kullanılmaları her zaman mumkun degılmı su anda kullanılmıyorlarmı ne dusunuyorsun
  3. machiavelli

    Bu Vatana Nasıl Kıydınız?

    abd hep öcü...... tam bagımsız ulkeye bır ornek verın..... abd rusya ıngıltere bunlar emperyalıst emperyalıst olalım dıyoruz onada yanasmıyorsunuz ne ıstıyorsunuz hıc bır sey sosyalızm rusyada bıle bukadar tartısılmıyor
  4. drgının ne oldugunu degıl yekte gungor ozdenın ne dedıgıne bakın tabıı onun hakkındada suphelerınız vardır suphe duymadıgınız emın olmadıgınız bırı varsa soyleyın de onu okuyalım ben oldurelım demedım dedımkı halk artık kapkaccıları kendı cevalandıyor dovoyor yada vuruyor bu noktadan sonra ofke kendıne daha kolay hedefler arayacaktır ve en kolay hedef sokakta yasayan kucuk yastakı ınsanlardır...... bunların rehabılıtasyonuna ılıskın yapılabılecek bır duznlemeyıde yazmıstım ama vatandas olarak dayak yemelerıne ve oldurulmelerıne de uzulmem
  5. türk solunun adını alıntı yaptığım icin oraya koydum başka bir sey için değil ayrıca yekta güngörün yazdıklarına karşı olumlu yada olumsuz bir sey yaz yekta gungorün tespitleri var o cocuklar hakkında..bayragı yakan..... hırsızlık yapanları öldürme ıle ılgılı........ bunlar benim daha önce idda ettiğim ama faşizanlık yada nazilikle suçlandığım görüşler ben beni soymaya çalışan tinerciyi öldürürüm deyince hayvan hakları savunucuları hemen alarm durumuna geçmişti alın yekat hocamızda faşist ülkücü nazi değilmi
  6. türk milleti ve devletinin düşmanı olan kürtçüler ve dinciler nasıl giyinirse giyinsinler , hangi makamda bulunurlarsa bulunsunlar şu 3 argümanı kullanıyor..... onun içinkimin ne olduğunu anlamak için fazla uğraşmanıza gerek yok bunların saf olanları üçünü bireden kullanıyor alın bu forumu test edin........kimler hangi argümanları kullanmış........ 1-DEMOKRASİ 2-ÖZGÜRLÜK 3-İNSAN HAKLARI
  7. Siyasal Kapkaççılar Kiminin “Dünya tersine döndü, deyişiyle anlatmaya çalıştığı çelişkilerle aykırılıkların boyutu gerçekten ölçülemez düzeye geldi. İçerde ve dışarda her gün üzücü durumlara ilişkin haberlerle ne olacağını ve nereye gidildiğini düşünüp tartışan insanlarla karşılaşıyoruz. Demokrasinin biçimsel koşullarından biri olan seçimlerin şaşırtıcı sonuçları, sağduyu özleyişinin doruğa çıkan çığlıkları, demokrasiden yararlanarak oldubittiler ve zorbalıklarla yönetime elkoyma çabaları, yağmalar, öldürmeler birbirini izliyor. Gerçeklerle gerçekdışılıklar birbirine karışmış durumda. İçte ve dışta tehlikeli, tırmanışlar seziliyor. Sevr özlemiyle yanıp tutuşan, Lozan’ın intikamını almak için çırpınan Avrupa ülkeleri ve yandaşları AB sürecinde Türkiye’yi güç durumda bırakacak her yolu geçerli sayarak baskılarını artırmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Devleti’ni tanımakla birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne son verecek Protokol imzalanacak, görüşmeler başlayıncaya kadar alacakları dışında görüşmeler sırasında da Kurtuluş Savaşı’yla itilen isteklerinin kabulü için dayatacaklardır. Dinsel azınlıklar, Kıbrıs, Ege, sözde ermeni soykırımı yanında şimdi de Türkiye, İran, Suriye’deki kürtleri tek çatı altında toplamayı amaçlayan “Demokratik konfederalizm”den söz ediliyor. Nevruz, kutlamalarını kötüye kullanarak içlerini döken kürtçülerin Diyarbakır’da açtıkları dövizlerde bunlar okunuyordu. İçimizdeki hain şebekenin büyük kesimiyle medya olduğunu bilmeyen kalmadı. Batıdan beslenen, eğitimini belli yerlerde yapıp belli yerlerde çalışan niteliksiz, kişiliksiz, bilgisiz, nankör kimileri nasıl aldıkları kuşkulu bilimsel sıfatları ya da yerleştikleri köşeleri kullanarak kin kusuyorlar. Kürtçülerin, şeriatçıların, faşistlerin hepsinin arkasında AB’ciler var. Yine Nevruz’u izleyen günlerde Diyarbakır’da “AB sürecinde Kürt’üm, tarafım, haklarımı istiyorum, kampanyasının başlatılmasının nedeni AB kışkırtmasıdır. Neresinden bakılırsa bakılsın haklı hiçbir yanı bulunmayan bu tür yaklaşım ve girişimlerin Türkiye’de kürt devleti kurmak çabasının bir evresi olduğu açıktır. Yıllardır Türkiye Cumhuriyeti kurucularıyla birlikte karalanıyor. 1930’ların dünyadaki seçkin cumhuriyetlerinin başında sayılan Atatürk Cumhuriyeti’ne edilmedik söz bırakılmıyor, 1950 sonrası laçkalıklara neden olanlar unutuluyor, unutturuluyor. Üstelik acındırıcı yayınlarla, adları verilen yapılanmalarla kurucularla kurtarıcıların önüne geçiriliyor. Yazılarıyla ne olduğunu iyice gösterenlerden biri Sultan Abdülhamit’in dehası(!)ndan söz ederken “1940 yılında ulaştığımız gelişme seviyesi, ancak 1914’deki seviyemizdi” diyebiliyor. Bir yenisi çıkıp duygusallığa dayanan zamansız, gereksiz, yersiz yorumlarıyla lâiklik, ulus devlet, ulusalcılık için veryansın ediyor. Zamanı, ortamı, koşulları, olanakları, tebaadan birey, ümmetten ulus olmayı gözardı ederek lâikliğin değerini yitirdiğini, birleştirici öneminin kalmadığını, devleti kutsamanın faşistlik saydığı milleti kutsamaya dönüştüğünü, böyle solculuk olmayacağını, lâik kesimin ulusta kutsallık aramasının, faşistlik olduğunu, aydın kesimin AB’ni antimiliter olduğu için istediğini, cumhuriyetin demokratikleşmesi gerektiğini, ulus devletin kuruluş gerekçeleriyle bugün yaşanamayacağını, Batı’nın ulusal egemenlik retoriğinin dışına çıkmamızı istediği bir ironi olduğunu anlatıyorlar. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın gereklerini, amacını, sonuçlarını asla gözetmiyorlar. Günümüzdeki iç ve dış olaylar sarmalını görmezlikten geliyorlar. Cumhuriyetin demokrasiyi amaçlayarak bilim devleti olarak kurulduğunu, cumhuriyeti kuran Türkiye halkının oluşturduğu ulusun milliyetçiliğinin ırka dayanmadığını, lâikliği benimseyen herkesin aynı düşünmediğini unutuyorlar. Yabancılardan etkilenerek, onların beğenisi kazanacak biçimde konuşup yazmak moda oldu. Medya bunları vitrine çıkarıyor. Yansız, bilgili, kişilikli kimselere dakika vermiyor. [img]Bilimsellikten uzak çocukça, şımarıkça görüşlerle sunulan hep Türkiye karşıtları.[/img] Bir yazar “Medyanın Günahı” başlıklı yazısında kimi sorunları sıralamıştı. Bunlar olmasa, bunlara güvenmeseler “Apo’ya, İmralı’ya selâm. Dişe diş, kana kan seninleyiz Öcalan” çığlıkları atılabilir miydi? Terörbaşının ablalarının elleri kardeşleri yerine konularak ve ona yaranmak için öpülmüyor mu? Ulusu oluşturan çoğunluğun içindekilerin, her yere, her kata gelmiş kişilerin ayrılıkçıların, yabancı kuklalarının peşinde koşmalarının anlamı açık seçik ortadadır. AB yetkililerine Türkiye’nin sömürgeleri, üsleri olmadığı anlatılmadıkça bu çirkinlikler artarak süreceğe benzemektedir, protokolu nasıl değerlendirip uygulayacaklar bir gösterge olacaktır. Halkımız onur yaralayıcı tepkisizliklere, ilgisizliklere katlanamadığı için Bayrağa sarılmaktadır. Mersin’de kürtçülerin denemek ya da karşıtlıklarıyla amaçlarını pekiştirmek için çocuklara çiğnetip yakmaya çalıştırdıkları Bayrak olayından sonra bu terbiyesizliği, bu düşmanlığı kınayacak yerde belli kişiler ve kuruluşlar milliyetçilik kışkırtmasından sözetmeye başladılar. Kimileri de yüzsüzlük yapıp provakasyon bahanesi getiriyor. Bu yaşta, bu eğitimi almış çocukların bayrağı bir-iki kişinin önerisiyle yakmaları inandırıcı olamaz. Aile ve soy bağları incelendiğinde bilerek, isteyerek yaptıkları anlaşılır. Bunları bu yola itenler yaptırımlardan korkanlardır. Çocukları kullanacak kadar alçalanların amaçları bellidir. Avrupalılar kendi ülkelerindeki küçük bir olay için büyük önlemler alırken Türkiye’deki büyük olaylar için küçük önlemleri bile fazla bulmaktadırlar. Devletin simgesi, ulusun kutsal varlığı Türk Bayrağı yerine ikinci bayrak kullanıp dolaştıranlar, zafer işareti yapıp kürtçe konuşup söy1eyenlerin utanmazlığı tepkilerde ölçüsüzlüğü, aşırılığı haklı kılmaz. Sağ duyuyu yitirmeden gerekli yanıtların verilmesi, hukuk yolları izlenerek sonuç alınmalıdır. Ancak dinciliği öne çıkaran, ulusalcılığa önem vermeyen iktidarın anlamsız hoşgörüsüyle bu olaylar çığrından çıkmaktadır. “Ruhsatsız arsaya Atatürk büstü dikmek” benzetmesiyle dolaylı bir kınamaya gidilmiştir. Gerçekdışı savlar Osmanlı devletine karşı oyunlara girmeleri, ayaklanmaları, Türklere saldırıları nedeniyle uzaklaştırılmak, başka yerlere ve ülkelere gönderilmek istenen ermenilerin karşılaştıkları kimi olayları yalanlarla süsleyip soykırım olarak göstermek hukuksal koşullara asla uymadığı gibi gerçeklerle de bağdaşmamaktadır. Ermenilerin yaptıkları, toplu mezarlara gömdükleri unutulmuş, savaş ortamında ve olağan önlemler sırasında karşılaşılan iki yanlı saldırılar yine batılıların kışkırtmasıyla Osmanlıyla hiçbir ilgisi olmayan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmak istenmiştir. Batılıların kendi yaptığı soykırımlar, işgaller, elatmalar, sömürgeci ve yayılmacı anlayış, kapitalizmin emperyalist açılımları unutturularak Türkiye yargılanmıştır. ABD’li tarihçi Justin McCarthy’nin büyük bir gerçekçilikle anlattıkları suçlamanın çirkin bir yaygara olduğunu ortaya koymaktadır. ABD ırkçlığı, AB bölgeciliği hiçbir kural tanımamaktadır. Kırgızistan olayları, Gürcistan, Ermenistan, Ukrayna’dan sonra başka ülkelerin de sırada olduğunu göstermektedir. Bu zorbalıkları Türkiye’de bile denemeye kalkışabilirler. Atatürk ve arkadaşlarının sağlam temelini bu nedenle yıkmak istemektedirler. Ermenileri öldüren kürtler değil midir? Ermenileri öldürenlerin çocuklarının oturduğu köyleri PKK yakmamış mıdır? Belgeler ermenileri yalanlamıyor mu? Ermeni terör örgütü Asala’nın kıydığı değerlerimize değinen, Azerbaycan işgalini kınayan Avrupa ülkesi yok. Kürtçüler ve şeriatçılar gibi ermenileri kışkırtan da Türkiye’yi istemeyen Avrupalılar. Oysa her ermeni onlar gibi düşünmüyor. 1991’de Tokat’ta Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün büyükboy portrelerini çerçeveletip evinin güzel bir köşesine koyan, ayrıca sineklerin kirletmemesi için naylonla kaplayan İmasti hanımla, Türkiye’den ayrılan yakınlarını kınayarak Atatürk ve arkadaşlarına övgüler yağdıran İstanbul’daki M. Tütüncüyan’ı unutamam. Niksar’da anneleri ermeni olan arkadaşlarımız vardı, hepsi de bizim gibi düşünen insanlar. Şimdi sormacalarda kimi birlikteliklere karşı çıkılıyorsa, giderek pekişecek yurttaşlık bilinci unutulup karşıtlığa dönüşmenin nedeni yine batılıların kışkırtmasıdır. Dostluk yerine düşmanlık seçilmesinin ağırlığı ermenilerde ve destekçilerindedir. İnkârla sıyrılmak mı? Başbakanın Genelkurmay Başkanı’na seslenişi (hitabı) tartışma konusu oldu. Görüntülerle yayımlandığı, duyulduğu gibi bir sesleniş olmadığı ve duyulmadığı savunuldu. Bunlara inanmayanlar, duymaları nedeniyle kendilerine güvenini yitirdiğini yazanlara rastlandı. Göz gördüğüne, kulak duyduğuna inanır, inkâr mı gerçek mi, belirlemekte güçlük çekilmektedir. Bu arada Kara Kuvvetleri Komutanı’nın Irak politikası olmadığına ilişkin sözleri eleştirildi. Sanırız komutan gerçekçi, yeterli, etkin, doyurucu bir politika olmadığından yakındı. Yoksa şöyle ya da böyle elbet bir politika vardır. Ama bu gözlenen politika değildir. Ayrıca Komutanın konuşmaması gerektiği söylenip yazıldı. Kanımızca, konuşmasında sakınca yoktur. Öteden beri “Asker kılıcıyla, yargıç kararıyla konuşur” sözünü gerektiği yerde söylerim. Ancak, “Konuşması gerekenlerin sustuğu yerde susması gerekenler konuşur” sözü de benimdir. Sınırlarımızın savunulması saldırıların karşılanıp giderilmesi, bunlara ilişkin önlemlerin alı nması Kara Kuvvetleri Komutanlığının başlıca görevleri kapsamında bulunduğundan Komutanın bu konularda konuşması doğaldır, hatta gereklidir. Bizde işine gelmeyenlerin yararlı konuşmaları eleştirdiklerini herkes bilir. Benim için Meclis’e saçma bir öneride bile bulunulmuştu. Oysa görev gereklerine, yargıçlık niteliklerine aykırı bir davranışım, konuşmam ve yazmam olmadı. Türk Devrimi’ni, Atatürk ilkelerini, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, lâiklik ve cumhuriyeti savunmama katlanamadılar. Olaylar beni doğruladı. Değerbilmezler her değere saldırırlar. Bir anımsatma : Atatürk’ü inkâr edenler neleri inkâr etmezler ki. Apo’nun Türkiye korumasında, güven içinde yaşadığı yalan mı? AB’nin, Türkiye’ye baskı uyguladığı, ikilemli davrandığı, yabancıların, başka yöreleri bölgeleri bırakıp yalnızca güneydoğuya gelip gittikleri, kimi Büyükelçilerin bile kışkırtıcı davranışlarda bulundukları doğru değil mi? Teröre karşı hangi görevdeki ya da emekli yurttaşımız Apo kadar korunuyor? Ermeni soykırımı savı, BOP, AB’nin istediği ödünler için de Genelkurmay Başkanı ne diyor, halk bunu öğrenmek istiyor. Bayrak için açıklanan duyarlık beğeniyle karşılanmakla birlikte önemli öbür olaylar için de beklenti var. Mersin’deki olaylardan birkaç gün sonra, ancak Genelkurmay bildirisi yayımlanınca tepki verip ilgi gösterenler yine suskunluğu seçtiler. Ayrılıkçıların önceki imza kampanyası takipsizlik kararıyla sonuçlandı. İkincisi AB görüşme süreci başlayınca AB’ne verileceği gözdağıyla imzaya açıldı. Bakalım yetkililer, ilgililer, sorumlular ne diyecekler? AB’nin yabancılara oy hakkı ve azınlık baskıları ne sonuç getirecek? 17 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ne olacak göreceğiz. Türkiye’nin ABD’nin bir eyaleti olmadığı yine kanıtlanacak mı? yoksa İncirlik Üssü hükümet kararıyla serbest mi bırakılacak? Kırgızistan olaylarına “Devrim-Ekspress devrim-halk devrimi” diyenlerin yanılıp yanılmadıklarını birileri herhalde anlatacaktır. Karmaşa mı kargaşa mı AB’nin paralı sözcüleri giderek artmakta. Akçalı destek alan derneklerin proje yardımı savunmasıyla giriştikleri propaganda çalışmalarının alanı genişliyor. Emperyalizmin kanatları giderek büyüyor. Bayrak olayının hafife alınmasına çalışanlar cirit atıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüş ve açıklamalarını “fetva” diye sunanlar var. Ülkemizdeki lâikleri düşman sananlar ve böyle suçlayanlar Avrupa Hıristiyan Demokratlarının üyeliğine başvuruyor. Milli Eğitim Bakanlığı sanat ve sporla ilişkiyi kesecek, ilgiyi azaltacak program düzenlemelerine başlıyor. İktidar, Atatürk’e ilişkin ne varsa yıpratmak yıkmak, unutturmak çabalarına sessiz kalıyor. Okullarda 18 Mart törenleri Atatürk’ün adı anılmadan düzenleniyor. Çanakkale’ye giderek alternatif tören düzenleyen gericiler Atatürk’den asla söz etmiyor. Bu büyük insan ülkeyi kurtardığı, herkesi yurttaş olarak sahibi yaptığı devleti kurduğu için mi suçlu? Sürücü kursu sınavına sıkmabaşla giren öğrenciyi almayan öğretmene ceza verilmesinin anlamı nedir? Djyarbakır’da PKK ve Apo lehine atılan sloganlarla birlikte PKK’nın “Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi”nin flamasının açılmasını neleri göstermektedir? Atatürk’ün kızı Sabiha Gökçen’in aramızdan ayrılışının dördüncü ölüm yıldönümünde kaç kişi, kaç kuruluş, nasıl andı? Kimi gazetelerin Fethullah’a ayırdığı yerin kaçta kaçı kadar Gökçen’e yer verildi? Kim olduğu ve neler yaptığı iyi bilinen Said-i Nursî için düzenlenen toplantıya İstanbul’da katılanlarla kutlama gönderenlerin sayısı tehlikeyi anlatmıyor mu? Nevruz’un Türklerin bayramı olduğunu gözardı edip kürtçülere yaranmak için “Newroz” diye yazanlar kimin nesi? Yabancı hayranlığı uyduluk ve uşaklığa dönüşünce, Kürtçülük ayrımcılığı demokratlık olarak savunuldukça daha çok çarpıklıklarla karşılaşılacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin yabancılara koşulsuz toprak satımına getirmek istediği ölçüler bile eleştiri konusu olmuştur. Anlamadan, öğrenmeden, bilmeden yazıp çizmek beceri değildir. Anayasa Mahkemesi’ni, özellikle yöneticilerini eleştirecek çok neden bulunabilir, kararları bilimsel yönden tartışılabilir ama gerekçesi yazılmadan, yürürlükteki Anayasaya uygunluğu amaçlayan denetimini karalamak asla doğru değildir. devamı Kapkaç ve gasp olaylarının öldürmelerle birlikte giderek arttığı günümüzde eve-yatak odasına giren hırsızların öldürülmesinin cezasız bırakılmasını istemek, koşulları gözetmeden bu yola gidenleri cezasız bırakmak çözüm olamaz. Yatak odasına evin başka bir bölümüne girenlerin kötü eyleminden döndürmek, saldırılarını önlemek için girişilen davranış ölüm sonucunu getiriyorsa koşulları gözeterek ceza verilemeyeceği kuralı getirilebilir. Önceden hiç ceza verilmez denemez. Sanırım öneriler bu doğrultudadır. Yinelemekte yarar var, Atatürkçülüğü dışlayan asla Kuva-yı Milliyeci olamaz. Cumhuriyet, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ikinci evresidir. Demokrasinin beşiğidir. Kurtuluş Savaşımız, Türk Devrimi’yle tamamlanmak istenmiştir. Cumhuriyet bir ulusal eğitim düzenidir. Özellikle bizim için. Kurtarıcı ve kurucuları, olayların başını, sonunu bilmeden kişisellik ürünü nedenlerle eleştirmek, kurumları ve kavramları yozlaştırmak eski tüfek olmanın gereği olabilir ama cumhuriyeti cumhuriyet yapmaya andlı nitelikli yurttaş olmanın gereği olamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve sonra kurulan siyasal partilerin yaptıklarıyla onlara dayanılarak yapılanları, alınan olağan ve zorunlu önlemleri eleştirmek, günün koşullarında kimi görüş ve tutumlarıyla öne çıkan sorumluları karalamak kolaylığını seçip 1950 sonrasına değinmekten kaçınanların çözüm önerilerine rastlanmıyor. Bayrağa saygısızlığa tepkilerden korkanlar ve gocunanlar, PKK militanları önünde değil de saldırıyı savuşturmaya çalışan Türk Silâhlı Kuvvetleri önünde canlı kalkanlığa soyunanlar, Güney Kıbrıs Türk Devleti’ni tanıyarak KKTC’nin geçersizliğine attığı imzayı “Teknik konu” nitelemesiyle savunanlar, TBMM’nin “Ne günlere, kimlere kaldık” dedirten Egemenlik Ödülü’nün kimi adayları, aşırma yayınlar, göz nuru, alın teri, kutsal emek ürünü mallarımızın hazıra konan yabancılara satılmasıyla başarma, yaratma gücümüzün kırılması yeterince söz konusu edilmiyor. Değinilmiyor bile. Silahlı Kuvvetlerimizin temsil, yönetim, komuta, anlam ve ağırlık yönünden etkisiz ve güvenilmez bir duruna gelmesine yönelik iç ve dış çabaların sinsice sürdüğüne ilişkin kuşkular üzüyor ve düşündürüyor. Siyaset pazarı Tuzu kuru medya çocukları için ABD Başkanı’nın konuşmasında sözde ermeni soykırımına değinmesi, Kongre’nin bu konuda karar alması için Cumhuriyetçi Parti milletvekili ve senatörlerince imzalanan önerinin önemi yoktur. Bir değerli gazetecinin “Türklerden ödün istenecek, Rumlara ödül verilecek” deyişi, gülünçtür. Yine bizim medya militanlarına göre AB’nin ve ABD’nin gözüne girmek için yapılan tüm saçmalıklar, verilen ödünler, eğilmeler, eziklikler, aymazlık ve sapkınlıklar AB’ne girmenin ve demokratlığın gereğidir. Gerçekte kimi devşirme bilimcilerin, kimi siyaset soytarısının, kimi medya dansözlerinin iyiliklere ilgisizliği, kötülüklere ilgisi Mütareke Basını’nı aşan başkalaşmalarının sonucudur. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Haklarını ve Demokrasiyi Destekleme Raporu’ndaki yanlış değerlendirmelere karşı çıkan da olmadı. Özellikle yargının dış etkilere açık olduğuna ilişkin bölüm ajanların yanlı ve amaçlı iletmesine bağlanmalıdır. Bir sözümü anımsıyorum “Yargının bağımsız olduğunu söyleyemeyiz ama bağımlı olduğunu da ileri süremeyiz. Yapılacak çok şey var. Yargımıza etki yapacak güç, değil Türkiye’de, dünyada yoktur.” Yargının bağımsızlığı, kolluk güçlerinin yansızlığı mutlak sağlanarak söylentiler ve yakıştırmalar önlenmelidir. Bağımsızlık ve güvence birlikte ele alınmalıdır. Lozan Barış Antlaşması’nın dışına çıkarak eğitimde çokbaşlılığı getirecek azınlıkları artırma hazırlıkları yenilenme ve ilerleme sayılamaz. Çanakkale Savaşları’nda boş yere kan döküldüğü savunulamaz. Yasamsal olmayan savaşları cinayet sayan Mustafa Kemal Atatürk suçlanıp kimileri kimi yakınlıklar nedeniyle okşanamaz. Vekil imamların kadroya alınması uygun karşılanamaz. Tüm bu olumsuzluklar karşısında üstlerine yaranmak için sinen, susan pısırıkları utandırması gereken olay, Bayrağımıza saldırıyı önleyerek hakettiği ödülü Şehitler ve Gaziler Derneği’ne bağışlayan polis memurunun soylu davranışıdır. Hiçbir kişisel amacı ve beklentisi olmayan içtenlikli bir yurttaş duyarlığıyla kimi konulara değiniyor, hiçbir karşılık istemeden gençleri destekliyorum. Kaç kez karşı çıktığım siyasal partilere Hazine yardımının doğru olmadığı görüşümde haklı çıktığımı gösteren belirtiler çoğalıyor. Olanlar Türkiye’mize oluyor. Yazık değil mi? Hazine yardımının hiçbir yararı yoktur. İsteyen istediği yerden para alıyor, buluyor. Değişik yöntemlerle para verenler de biliniyor. Devlet, halkın parasını çoğu gereksiz giderler için partilere vermek zorunda değil. Partlilere üye olmanın en doğal gereği ödenti vermeyi, bağışta ve destekte bulunmayı bilecekler. Partisinin olanaklarından yararlanmayı bilenler o kuruluşun akçalı gücüne katkı yapmayı görev sayacaklar. Partilere verilen paralarla devlet neler yapabilirdi. Öğretmenine, hekimine, teknik adamlarına, diplomatına gereken aylığını vermeyeceksin, partilere para dökeceksin. Vakıflara, derneklere nasıl verilmiyorsa partilere de verilmeyebilir. Üstelik siyasal transferler para için yapıldıkça haksızlığın ağırlığı büyüyor. Ayrılmaları, katılmaları gördükçe partilere giriş, partilerden çıkış nedenlerinde kimi çirkinlikler saptanıyor. İlke yok, tutarlılık yok. Medyamız siyasal ahlâka gereken önemi vermediğinden ayrılma ve katılmalar da alkışlar ve rozet takmalarla değerlendiriliyor. Birkaç yıl önce ayrıldığı partisinin proğramı, tüzüğü, yöneticileri değişmiyor, dönüp dolaşıp oraya geliyor. Anlaşılıyor ki kimi duygusallıklar, kimi kişisel sürtüşmeler, Bakanlık beklentileri, partizan istekler etkili oluyor. Kürtçe selâmlamak, kürtçe şarkılar söylemek, sıkmabaşı serbest bıraktıracağını anlatmak oy avcılığının, halk dalkavukluğunun hâlâ geçerli olduğunu ortaya koyuyor. İnanç sömürüsünden, ilkellikten kurtulmadıkça siyaset bekleneni veremez. Kimsenin ülkeyi, devleti, gençleri düşündüğü yok. Bilim, sanat, spor için, siyasal etik için doyurucu bir söz duyulmuyor. Ne yaptığı belli kişilerin, nasıl olduğunu bilinen partilerin kapısı çalınıyor, yeniden seçilmek için. Ayrılıkçıların tüm bahanelerini ellerinden almak, ulusal birliği güçlendirmek için “haksızlık ve eşitlik” söylemlerinin ayrıntısı saptanıp tartışılmaz ilkelerdeki birliktelikte anlaşılarak yurttaşlıkta buluşmanın gerekleri ortaya konulmalıdır. Bu ülke, bu bayrak hepimizin. Azınlığa özenmenin anlamsızlığı, ulusal kimliğini inkâr edenin yurttaş olamayacağı kesin dille anlatılmalı, yalpalamalar bırakılmalıdır. Kıbrıs’ta Denktaş’ın ilkelerinden uzaklaşanlarla destekçileri tarihsel sorumlulukların altında ezileceklerdir. Başbakan ile Adalet Bakanı’nın Yeni Türk Ceza Yasası’nın yürürlük zamanı konusunda birbiriyle çelişen sözleri yönetim durumunu açıklamaktadır. Birbirinden ayrılması olanaksız, Türk Devrimi’nin kaynağı ve dayanağı olan Atatürk ilkelerini anlatan Kemalizm’le Atatürkçülüğü karşılaştırmanın en azından aymazlık olduğu unutulmamalıdır. Daha çok gericiler 30 Ağustos 1922’den sonrayı benimsemez, Atatürk yerine Mustafa Kemal demeyi yeğler. Atatürk, Mustafa Kemal’le birlikte aramızdan ayrılmasından sonra ki özgün yerini de kapsayacak biçimde tüm yapıyı, tüm anlamıyla Kurtarıcı ve Kurucuyu kapsar. Milliyetçilikle anlatılmak istenen ulusçuluk ve ulusalcılık da böyledir. Ayırmak yıkıcılıktır. Şamata Renkli basın hemen iktidarı övmeye başladı. Halkın, çalışanların emeklilerin büyük ölçüde sıkıntı çektiği dönemde büyümeyi rakamlarla şişirme yarışına giriştiler Tok açın durumunu bilmez ki. Büyük paralar alanların geçim sorunları yoktur. Birkaç yazar yine sıkmabaşı dillerine, kalemlerine doladı. İktidar yöneticilerinin eşleri üniversitedeki bir törene ya da toplantıya sıkmabaşla gelirse üniversite ilgilileri ne yapsın? Zor mu kullansın, kabalık mı etsin? Dışardan gelenlerin üniversite kurallarına saygı duyması, özen göstermesi gerekir. Onlar bu terbiyeyi yansıtmazsa, incelik ve anlayış göstermezse bunu bir açıklık olarak değerlendirmek yanlıştır. Torunların ortamı karartma çabaları siyasetçilerden destek bulsa da akıl, bilim ve ahlâk yolu onlara kapalı kalacaktır. Kimi yönlerden boşluk, bozukluk, yanlışlıklar içeren özürlü Türk Ceza Yasası’nın yürürlüğünün iki ay ertelenmesi bir çözüm değildir ama kimi yararları olabilir. Yanlıştan dönmeyi erdem bilmek anlayışının yerleşmesi için olumlu bir başlangıç sayılabilir.
  8. LISELI MOZAIK BUGUNKU ZAMAN BELKI SENIN GORUSLERINE DAHA UYGUNDUR bugunku zaman gazetesi 8.12.2005 o cok begendıgınız DEMOKRASI INSAN HAKLARI OZGURLUK SOYLEMININ NE ISLERE YARADIGINA BIR BAKIN DR. NİHAT ALİ ÖZCAN 08.12.2005 PERŞEMBE Öcalan çözümde kilit mi oluyor? Üst ve alt kimlik polemiği ile başlayan tartışmalar PKK elebaşısı Öcalan’ın açıklamaları ile yeni bir ivme kazanmış durumda. Açıklamalar terör örgütünün yeni stratejisini ele veriyor? Peki bu kritik noktalar neler? PKK ve lideri Öcalan tekrar manşetlere taşınmaya başlandı. Haberlerin ilgi çekici yanı fazlaca olumsuzluk içermemesi ve PKK’nın amaçlarının değiştiği kabulünden yola çıkılarak, liderine “çözümde” kilit rol verilebileceği fikrine toplumun hazırlanmasıdır. Bu yazının amacı söz konusu tartışmalara katkı sunmaktır. Katkı, Kürtlere, örgütün Kürtleri ne kadar temsil ettiğine ilişkin olmayacaktır. Amacımız “teknik bir konu” olarak PKK’nın stratejilerinde görülen değişimler ve bu değişimin nedenlerini mercek altına yatırmaktır. Çünkü stratejilerin analizi bizim, örgütün hedefinin ne kadar değiştiğini anlamamızı kolaylaştıracaktır. PKK kurulduğunda hedefinin “bağımsız Kürt devleti” olduğunu açıkladı. Amacına ulaşmak için seçtiği strateji ise Marksist ideolojik kabullerine, sosyal dokuya, coğrafyaya ve dönemsel sponsorlarının çıkarlarına uygun olarak ilan edildi. “Uzun süreli halk savaşı” olarak formüle edilen strateji, şiddet ve terör kullanılarak Türkiye’yi askeri alanda mağlup etmeyi ve devleti kurmayı amaçlıyordu. Bu amaçla, ideolojik merkez olarak parti, şiddet ve terörü uygulayacak “ordu” ve her ikisini destekleyecek, legal ve illegal alanda örgütlenmeyi başarmış “cephe” örgütüne ihtiyaç vardı. Nitekim yaşanan süreçte teoriye uygun olarak yapılanma tamamlandı. Buna göre Şam’da işleri organize eden bir parti, dağda eylem yapabilen silahlı militanlar ve ulaşılabilen her yerde halkı denetleyen/yöneten “cephe” teşkilatı kuruldu ve işletildi. Neden strateji değişikliği? Bu yapının öncelikli işi, terör ve şiddet uygulayarak halkı devletten koparmak, ardından da ihtiyaca göre devlete alternatif yeni örgütlenmelere gitmekti. Örgütlenen halk, silahlı güce yeni elemanlar ve lojistik destek vermeye zorlanacak, bu sayede etkinliği ve sayısı artan silahlı güç, önce devleti bir bölgeden sürüp çıkartarak “kurtarılmış bölgeler” oluşturacak, ardından da “zafer” gelecekti. Tıpkı Kuzey Vietnam’da olduğu gibi. Öcalan, her şeyin teoriye uygun gittiğini düşündüğü bir süreçte hiç beklemediği gelişmelerle karşılaştı: Askerî alanda tıkanıklık, sponsor desteğinde sınırlılık. Örgütün 15 Ağustos 1992’de Şırnak’ı ele geçirip kontrol altına alamaması, hemen ardından ağır kayıplara yol açan sınır karakollarına baskın girişimi ve Eylül 1992’deki Kuzey Irak askerî “felaketi” Öcalan’ı stratejilerini gözden geçirmeye zorladı. Öte yandan siyasi “değerler” hızla değişiyor, sosyalizm kaybediyordu. Öcalan, uzun süredir “misafir” bulunduğu Şam’da bunu iyi gözlemleyebiliyordu. Nitekim Öcalan, Mart 1993’te Lübnan’da yaptığı basın toplantısında “ateşkes” ilan ederek “çatışmaları” ertelemeyi, işi siyasi platforma taşımayı öneriyordu. “Devletin” de karşılık vermek üzere hamle yaptığı bu süreçte önerilen “ateşkes” uzun sürmedi ve 33 sivil giyimli erin Elazığ-Bingöl karayolunda şehit edilmesi ile birlikte çatışmalar yeniden başladı. Çatışmalar örgüt için “askerî ve politik” bir zorunluluktan değil, dönemsel “sponsorların isteklerinden” kaynaklanmış ve ona göre de yeni bölgelere yayılmıştı. Nitekim PKK türü “sponsorla” çalışan örgütler aynı anda iki işlev üstlenmek ve bunları uyumlaştırmak zorundadırlar. Bir yandan kendi hedeflerine kilitlenirken, bir yandan da sürekli değişen “sponsor devlet ve devlet dışı aktörlerin” isteklerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Öcalan’ın kendisini bir an özgür zannettiği o günlerde kendisine işin hiç de göründüğü gibi olmadığı hatırlatılmış olmalı ki “mecburen” çatışmaları sürdürdü. Nitekim 1993-1995 dönemi PKK’nın sponsorlarının özel isteklerine odaklanıldığı bir dönem oldu. PKK’yı strateji değişikliğine iten sadece askerî başarısızlığı da değildi. Güvenlik güçlerinin zamanla mücadele yeteneklerini artırmış olmaları bir gerçekti; ancak onun kadar gerçek olan bir diğer husus, sponsorların PKK’ya destekleri “devlet kurdurmak” için değil Türkiye’yi yormak, kaynaklarını tüketmek, çeşitli sorunlarda yönlendirmek ve içeride meşgul etmek içindi. Yine bu süreçte SSCB çökmüş, örgüt ideolojisi işlevini yitirmiş, bölgesel dengeler ise hızla değişmekteydi. Artık yükselen değer, “uzun süreli halk savaşı” olmadığı gibi yeni dönemin kahramanları da farklıydı. Yükselen değer “insan hakları, sivil toplum, özgürlükler, azınlık hakları, çok kültürlülük, demokrasi ve liberalizm” idi. Doğal olarak sponsorların da değişme vakti gelmişti. Terör olmadı, bu kez demokrasi söylemi... Örgüt, Aralık 1994’te yaptığı 5’inci kongrede strateji değişikliğini resmîleştirdi. Buna göre şiddet ve terörle toprak koparmak mümkün değildi. Çünkü güvenlik güçleri kararlı ve tahminlerin ötesinde inatçı, bölge insanının büyük çoğunluğu da örgüte destek vermemekteydi. Üstelik silahlı militan sayısı arttıkça onu yönetebilecek kadrolar olmadığı gibi örgütte ciddi denetim sorunları da vardı. Böylesi bir ortamda Türkiye’den toprak koparıp onu koruyacak sayıda militanın bölgede varlığını sürdürmesi mümkün görünmüyordu. Sorun sürüncemeye dökülmüştü ve “askerî bir zafer” gerçekçi değildi. Silahlı militanlarla askerî bir zafer kazanılamayacaksa, yapılacak olan mücadeleyi örgütün güçlü olduğu/devletin ya hiç ya da zayıf olduğu alanlara yöneltip buna uygun araçlarla sürdürmekti. Yeni dönem stratejisi eldeki araçlara ve uluslararası söyleme de uygundu. “Demokratik” fırsat alanları kullanılarak Türkiye’yi etnik kimliklerin iyice su yüzüne çıkarıldığı toplumsal yapıya sürüklemek, ardından da etnik kimliğe vurgu yapan yasaların kabulünü sağlamak, ardından Anayasa’da iki “uluslu” bir yapının önünü açmak. Yumuşak, kabul edilebilir, aşağıdan yukarıya doğru işleyen bir strateji/yol haritası ortaya çıkmıştı. Bütün bunlara rağmen örgütün asla devleti “bölmek” niyeti de, amacı da yoktu(!) Silahlı militan gücü zayıflamıştı; ama stratejiyi işler kılacak olan cephe örgütü gücünü korumaktaydı. Strateji değişikliği bu bağlamda “silahlı militanların” rolünü de farklılaştırdı. Artık çatışma esas faaliyet olmadığından silahlı militanların işlevleri “cephe”nin dağılmasını önlemek, çatışmadan kaçınmak, güvenlik güçlerini mayın döşemek gibi faaliyetlerle psikolojik baskı altına almak ve pazarlık masasında koz olarak varlığını sürdürmekti. “Cephe” örgütü yeni dönemde etkili oldu. Şiddet içermeyen ya da sorun olarak görünmeyen eylemler Türkiye’nin AB serüveni ile birleşince işe yarar sonuçlar vermeye başladı. Demokrasi ve özgürlüklerin sınırsız kullanımı konusunda en deneyimli, en organize grup olan PKK, faaliyetlerinin semeresini de görmeye başladı. Üstelik kurumsal ve zihinsel bütünlüğünü kaybeden devlet aygıtı karşısında her gün yeni mevziler kazandı. Devlet, örgütün faaliyet gösterdiği alanlarda yer alamazdı. Yeni süreçte paradigma değişmiş, örgüt ağırlık merkezini devletin güçlü olduğu güvenlik alanı yerine “sivil toplum” alanına inşa etmişti. Öcalan’ın Türkiye’ye idam edilmeme kaydıyla verilmesi, strateji değişikliğinin dışarıda çok iyi okunduğunu ya da tavsiyelere uyulduğunu gösteriyor. Nitekim Öcalan’ın taktik hamleleri yeni stratejileri iyi özümsediğini gösteriyor. Türkiye açısından ise sorun daha karmaşık: Oyunun kurulduğu yeni alana ilişkin ne oyuncuları ne de işleyen stratejileri var. O halde son günlerde medyadaki tartışmalar nasıl açıklanabilir? Bunlar, Öcalan’ın tek kişilik oyunla iki sahneye birden çıkma yeteneğini topluma kabul ettirme girişimi mi, yoksa sadece bir temenni midir?
  9. sayın forumcular yazılarından altı yapılan ve gazeteler asagıda sıralanmıstır bılgılerınıze saygılarımla yavuz donat sabah melıh asık mıllıyet ertugrul ozkok hurrıyet derya sazak..... kemal burkay.... yazarlar arasında paralellık var mı..... lıselı genclık yıne aramızda tam sevıyeyı tuturduk derken yırtık seyden cıkıverıyor taze mozaıkler.... yazık
  10. bu cumleyı yazarken kac kısıden yardım aldın yoksa cok mu dusundun yenı mozaık geldı taze...
  11. bu yazıyı koydugumda bırılerı soyle dıyecektır bırıs yazmıs dıgerlerını baglamaz tum kurtler boyle dusunmuyor...... dogru ama lutfen yazıyı dıkkatlı okuyun gormenızı ıstedıgım sey forumdakı bazı sahısların aynı cumlelerı yada aynı argumanları kullandıgıdır..... artık kendınıze bır cekı duzen verın ve kımlere usaklık ettıgınızı kımın agzından konusup kımlerı sovenıstlıkle sucladıgınızı gorun
  12. bu yaziyi buraya koymamin tek sebebi var kimlere usaklik yaptiginizi gorun diger arkadaslarda bu yaziyi okuyup daha sonra foruma baksinlar ...okadar benzer soylemler varki bu foruma mesaj gonderen bazi bozacilarin hipotezleriyle soylemleriyle ne kadar ortustugunu gorebilirsiniz bu adamin kullandigi argumanlarin bu forumda bazi insanlarin masumane argumanlariyla nasil ortustugnu goreceksiniz mozaikler okusunlar yine anlamaz onlar ama...bosverin herseye insan haklari demokrasi ve ozgurluk acisindan yaklasan ve amerikayi suclayan ve sadece ona hizmet eden mozaikler siz bu tipleri desteklemeye devam edin ana dillerini verin onlara fedarasyonlarinida simdi istemeseler bile 10 sene sonra istemeyecekleri garanti degilmi mozaikler ve kurdolar lutfen rica ediyorum yazi yazmayin patronunuzu okuyun ona layik sekilde devlet karsitligina devam edin
  13. YORUMSUZ Kürtler ne istiyor? denge kurdistan adli internet sitesi Kemal Burkay 2 Ağustos 2004 Kürtlerin ne istediğini bilmek zor değildir. Sizin de pekala bunu bildiğinizden eminim.. Çünkü biz Kürtler ne istediğimizi yıllardır söyleyip yazmaktayız. Bu ülkede yaşayıp da bunu bilmemek için dünyadan pek habersiz biri olmak gerekir. Sizin ise böyle birisi olmadığınız mektubunuzdaki şu birkaç satırdan ve sitemizi izlemiş olmanızdan pekala anlaşılıyor. Buna rağmen, sorunuzu gerçekten iyi niyetle ya da „merak“ nedeniyle sorduğunuzu varsayalım ve kısaca cevaplayalım: Biz hak ve özgürlük istiyoruz. Her onurlu, özgür insan ve halk gibi dilimizi ve kültürümüzü özgürce kullanmak, geliştirmek istiyoruz. Her onurlu ve özgür halk gibi kendi anadilimizle eğitim görmek, dilimizi hem özel hem de kamu yaşamında, sosyal ve siyasal her alanda, basın-yayında özgürce kullanmak istiyoruz. Her özgür insan ve halk gibi, yöneticilerimizi kendimiz seçmek istiyoruz. Kendi durumumuz ve geleceğimizle ilgili olarak kendimiz karar vermek istiyoruz. Her özgür halk gibi kendi ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarından kendimiz yararlanmak istiyoruz. Ülkemizi geliştirmek, çağdaş, demokratik bir yaşam kurmak istiyoruz. Bu özgürlük ve demokrasidir. Yukarda saydıklarım Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin ve diğer ilgili uluslararası sözleşmelerin insanlara ve halklara tanıdığı, doğuştan gelen, temel, vazgeçilmez hak ve özgürlüklerdir. Oysa şu anda Türkiye sınırları içinde yaşayan 20 milyonu aşkın Kürt (bunların çoğu, yaklaşık 13-14 milyonu aslında kendi ülkesinde, Kuzey Kürdistan’da yaşıyor) bu hakların hiçbirine sahip değil. Türk devleti bize vere vere, dilenciye sadaka verir gibi, haftada yarım saat televizyon yayını ile birkaç özel kurs layık gördü, o da binbir kayıt ve şarta bağlanmış olarak... Bu bizimle ve dünyayla alay etmektir. Dilimiz yine kamu alanında ve siyasal alanda yasak. Kürtçe radyo ve televizyon yine yasak. Kürtçe eğitim yine yasak. Bize gerekli olan, hakkımız olan, kısıtsız, tam gün radyo ve televizyon yayınıdır, ilkokuldan üniversiteye kadar kendi anadilimizle eğitimdir. Çağımızda, anadil eğitimi bir yana, yabancı dil eğitimi bile normal okullarda veriliyor. Bu ülkede, artık lafta Kürt var dense de kimliğimiz yine yasak. Ülke nüfusunun ve yüzölçümünün üçte birini oluşturduğumuz halde (20 milyonu aşkın nüfus ve yirmiyi aşkın il) kimliğimiz anayasada tanınmıyor. Dilimiz resmi dil değil. Hiçbir ulusal, hatta yerel kurumda, parlamentoda, hükümette, yönetim aygıtında ve yargıda Kürtler kendi kimlikleriyle temsil edilmiyor. Bizi özgürlükten yoksun bırakan, Türkiye’yi dünden bugüne yönetenlerdir, TC’dir. Bu rejim kaynaklarımıza da el koymuştur. Petrolümüzü ve öteki yeraltı yerüstü ürünlerimizi talan edip götürmüştür ve bu durum günümüzde de devam ediyor. Özgürlük istediğimiz zaman da bize „vatanı ve milleti bölmek istiyorlar“ deyip dünyanın zulmünü uygulamıştır, birçok kez etnik arındırma ve soykırım yapmıştır. Bu, bağımlılık ilişkisinden de öte, bir sömürgeci-sömürge, ya da köle-efendi ilişkisidir. Bu yüzden yoksul kaldık, bilgisiz kaldık, başka halklardan geri kaldık. Kürdistan Türkiye değil Bakın siz de „Türkiye’yi bölmek mi istiyorsunuz“ diye soruyorsunuz. Siz de o kanıdasınız. O zaman biz de soralım: Türkiye neresidir? Zorla, güçle elinizin altında tuttuğunuz tüm topraklar mı, yoksa Türklerin yaşadığı, nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları toprak parçası mı? Unutmayın ki bir dönem Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, tüm balkanlar; Irak-Suriye, Mısır, Yemen, Cezayir dahil, tüm Arabistan; hatta Malta adası ve Kırım da Osmanlı mülkü idi. Ama oralar Türkiye değildi. Kürdistan da değil. Kürtlerin de, Türkler daha İran, Azerbaycan ve Anadolu’ya gelmeden binlerce yıl önceden beri üzerinde yaşadıkları bir ülkeleri var: Kürdistan. Eski Araplar, buraya Kürdistan diyorlardı, eski Yunanlılar ve Romalılar da. Selçuklular da buraya Kürdistan diyorlardı, Osmanlılar da. 1920’de toplanan ilk TBMM’de de buranın adı Kürdistan’dı. Ama aynı tarihte, yani 1920‘lere gelinceye kadar dünyada „Türkiye“ diye bir ülke yoktu. Bu isimde bir ülke ve bir devlet, ancak 29 Ekim 1923‘te ilan edilen „Türkiye Cumhuriyeti“ ile ortaya çıktı. (Türkistan diye bir yer vardı elbet; ama Anadolu‘da değil, Orta Asya‘da...) O tarihten beri de, TC‘yi yönetenler, Anadolu ve Trakya‘yı Türkiye yapmak, bin bir halktan, soydan (Arnavuttan, Bulgardan, Rumdan, Ermeniden, Arap‘tan, Lazdan Çerkezden...) bir Türk ulusu yaratmak, Kürdistanı ve kökleri binlerce yıla giden Kürt halkını ise yok etmek için akla karayı seçtiler. Ama başaramadılar. Bundan sonrası ise bu türden çabalar tümden beyhudedir. Kürdistan Fransa, ya da Almanya büyüklüğünde ve burada 40 milyonluk bir nüfus yaşıyor. Halkının ezici çoğunluğu, yüzde 90’ı Kürt. Burası, şu anda Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında bölünmüş durumda. Biz kimsenin ülkesini parçalamayı düşünmüyoruz Aksine, ülkesi parçalanan biziz Sayın Kartal, „Müslüman bir Türk olarak“ Müslüman olan ve olmayan Kürtlerin de bir ülkesi olduğunu hiç düşünmediniz mi? Kürtlerin Türklerden, Farslardan, Araplardan ayrı bir halk, bir ulus olduğunu hiç düşünmediniz mi?.. Biz ne Türkiye’yi ne de başka bir ülkeyi bölmek istemiyoruz, böyle bir düşüncemiz yok. Aksine, bizim ülkemiz dört devlet arasında bölünmüş ve en büyük parçasına da Türk devleti el koymuştur. Biz ülke parçalayan değiliz, ülkesi parçalananız. Ülke parçalayan bir suçlu arıyorsan adresi başkadır.. Biz Kürtlerin çabası ve isteği ise kendi ülkemizde özgür yaşamaktır, o kadar. Buna hakkımız yok mu? Dünyada nüfusu 3-5 milyonun altında olan pek çok devlet var. 40 milyon ya da 20 milyon Kürt bir devlet kuramaz mı?.. Eğer Türk devleti ve ötekiler Kürtlere eşitlik temelinde hak ve özgürlük tanısalar Türk halkıyla, Arap ya da Fars haklarıyla da birlikte de yaşıyabiliriz. Bunun biçimi federasyon veya konfederasyondur. Dünyada bunun çok örnekleri var: İşte Kanada, işte Belçika, İsviçre, Rusya Federasyonu; hatta Amerika ve Almanya... Avrupa bile, daha şimdiden, 25 ülkeyle bir konfederasyona dönüşüyor ve Türkiye de orada yer almaya can atıyor... 150 bin Kıbrıs’lı Türk’ün hakkı olan şey, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de yaşayan 20 milyon Kürdün olamaz mı?.. Nitekim, bakın 5-6 milyon dolayındaki Irak Kürtleri, Arap halkıyla bir federasyon üzerinde anlaştılar. İşte barışçı ve uygar çözüm. Sorun çözecek tavır budur. Bununla Irak bölünmüş olmadı.. Kimsenin Irak için kalb ağrısı çekmesine gerek yok! Türk Anayasalarını çöpe atan Ya da yaz-boz tahtası yapan kim? Anayasa meselesine gelince.. Türk Anayasası başından bu yana birkaç kez temelinden değişti. Bunu en çok da cuntalar yaptılar. Mevcut anayasayı çöpe atıp keyiflerince yenisini yaptılar. 1982 Anayasası da, hukukçuların tabiriyle, anayasa olmaktan çok „bir polis tüzüğü“. Birkaç kez birçok maddesi değişti, ama yine de bir şeye benzemedi. Anayasalar kutsal kitap değil, zamanla ihtiyaca göre değişmeleri doğaldır. Ama bunu generaller ve uzatmalı çavuşlar değil, halk oyuyla seçilmiş parlamentolar yapmalı. Bizim de anayasa değişikliği istememiz doğal. Sözde de olsa yurttaş değil miyiz?. Biz Kürtler de, lafta değil, gerçekte demokrat olan az sayıdaki Türk dostlarımız gibi, bu polis tüzüğüyle oynamayı, onu yamayıp durmayı bir yana bırakıp, yeni ve demokratik bir anayasa yapılmasını istiyoruz. Yeni anayasada Kürt kimliğinin ve Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin tanınmasını istiyoruz. Irak’ta yapılan geçici anayasaya benzer biçimde. Demokratik bir ortamda referandum Sayın Kartal, „Türkiye’deki sağduyulu burjuva Kürtlerin“ böyle bir sorunu olmadığını söylüyorsunuz. Neye dayanarak? Böyle bir anket mi yaptınız? Sizin „sağduyulu, burjuva Kürtlerinizi“ bilmem ama, Kürt halkının bu konuda ne düşündüğünü anlamak zor değildir. Yapılacak şey demokratik bir ortamda Kürtlerin oyuna başvurmak, yani referandumdur... Örnek olarak hatırlatayım: 1995 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği‘nin (TOBB) Prof. Doğu Ergil‘in yönetiminde yaptırdığı bilimsel bir anket vardı ve söz konusu baskı koşullarında bile Kürtlerin yüzde 43‘ü federasyondan yana tavır almıştı. Bağımsızlık ve otonomi isteyenlerle birlikte bu rakam yüzde 70’lere varıyordu... Sayın Kartal, Kürtler hak istediği zaman bunu dış güçlerin kışkırtmasına bağlamak bu ülkede modadır, ama ciddi bir tavır değildir, kötü niyetli ve çirkin bir iddiadır. Kürtler kendileri için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemezler mi, isteyemezler mi? Sizin de yüreğiniz rahat olsun, biz Kürtler, kendimiz için neyin iyi olduğunu yedi yabancıdan da, Türkiye’yi yönetenlerden de iyi biliriz. Adil ve vicdanlı olmak... Kürtlerin hak ve özgürlük istemesi ve bu mücadele neden „çıkmaz sokak“ olsun? Siz bizim yerimizde olsanız bunları istemez miydiniz? Hatta, bizim yerimizde olmanıza gerek de yok, adil ve vicdanlı biri olmanız yeter... Yoksa, „Müslüman bir Türk“ün adil ve vicdanlı olması sakıncalı mıdır? Bu, Türk halkının geleneğine veya çıkarlarına ters mi düşer? Bizce bir halk için adil ve vicdanlı olmak en büyük değerlerden biridir. Kendisinin sahip olduğu, kendisi için istediği hak ve özgürlükleri başkası için de –o ister Türk ve Müslüman olsun, ister olmasın- istemek güzel bir şeydir. Halklar ancak böylece birbirlerine güven duyar, birbirlerini sever ve gönüllü olarak birarada yaşarlar. Ötekisi ise baskı, güvensizlik ve kavgadır; her iki tarafa da büyük zarar verir, kaynakları iç boğuşmada tüketir ve gelişmeyi önler. Eğer istediğiniz birlikse, yolu bu. Lütfen siz ve sizin gibi düşünenler de yazdıklarımı önyargılarınıza kapılmadan, akıl ve mantık süzgecinden geçirerek okuyun ve üzerinde düşünün. Bunu yaparsanız sevinirim! Kemal Burkay 2 Ağustos 2004
  14. 'Kürt Bildirisi'ni imzalayan eski Bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi: Kürtler, Türklere güven vermelidir Elçi, "Sorunun çözümünde en ciddi görev Kürtlere düşüyor. Kürtler, birlikte yaşama iradesine sahip olduğunu göstermeli. 'Sınırlara saygılıyız, şiddete karşıyız' dedim. Partime kapatma davası açıldı" diyor SOHBET ODASI DERYA SAZAK DERYA SAZAK: Brüksel'deki tarihi zirve öncesinde, 'Türkiye'de Kürtler ne istiyor?' ilanları geniş yankı uyandırdı. Leyla Zana ve DEP eski milletvekillerinin de imzaladığı bildiri Kürtler arasında da tartışma yarattı. İmzacıların mesajı neydi? ŞERAFETTİN ELÇİ: Kürtler bir halkın sahip olması gereken haklara sahip olmak istiyorlar. Osmanlı döneminde Kürtler, özerk bölgeler şeklinde kendilerini yönetiyorlardı. Cumhuriyet'in kuruluş belgesi diyebileceğimiz 22 Ekim 1919 tarihli Amasya protokolünde, Kürtlerin her türlü etnik ve sosyal haklarının tanınacağı açık olarak ifade edildi. Bu belgede Mustafa Kemal'in, o zaman Osmanlı yönetimini temsil eden Bahriye Nazırı Salih Paşa'nın da imzası var. Kürtler 1920'de açılan ilk Meclis'e, Kürdistan milletvekilleri olarak katıldılar. Ama baktık ki Lozan Anlaşması imzalandı, devlet düze çıktı, Türkiye Cumhuriyeti'nce tamamen Kürtlerin varlığını inkâr eden bir politika izlendi. Kürtler buna razı olmadılar, devletle ihtilafları başladı AB herkes için bir fırsat. Yani dövüşmeden, vuruşmadan, kırıp dökmeden normal, uygar toplumlarda olduğu gibi diyalog yoluyla demokratik kurallar içinde bu sorunun AB süreci içinde çözülebileceği umudunu taşıdılar. Vuruşarak çözemedik, konuşarak çözelim... İlanın ruhu bu mu? Hayır, vuruşarak çözemedik değil... PKK'nın silahlı mücadeleye başvurduğu dönemde dahi vuruşmayı benimsemeyen Kürtler çoğunluktaydı. Onlardan biri de bendim. PKK'ya karşıydınız... Tabii, tabii. O nedenle de biz ayrı bir parti kurduk: O yörüngenin dışında. Demokratik Kitle Partisi... Ben o zaman da şiddete karşıydım. Artık bağımsız bir devlet kurmanın da pek fazla bir gereği yok. Çünkü, asırların devletleri bir araya gelip egemenliklerinin önemli bölümünden vazgeçerek Avrupa Birliği'ni kurmaya çalışıyorlar. Federasyondan yanasınız. Evet, federasyonu savunuyorum. Türkiye'de herkes federasyonu devletin bölünmesi olarak algılıyor. Oysa federatif sistem devletin bölünmesi değildir. Çünkü federal devlet, uluslararası hukuk ve anayasa hukuku açısından tek devlettir. Kürtler ne istiyor? Ayrılmayı mı? Hayır, kesinlikle... Her toplumda marjinal gruplar olabilir ama Kürtlerin çok büyük çoğunluğu Türkiye'den ayrılmak niyetinde değil. Hele AB'ye girebilen bir Türkiye'den ayrılmanın akıl ve mantığı yok. Zaten o ilanda, 'Kürt sorunu, Türkiye'nin siyasi bütünlüğü içinde barışçı yollarla çözülsün' diye çağrı yapılıyor. "Türkiye'nin Kıbrıs Türkleri için talep ettiği haklara eşdeğer hakları Kürtlere garantilemesi" istemi hayli tepki topladı. Kıbrıs benzetmesi neden? Kürtler bir halktır. Kendi kaderini tayin hakkı var. Bunun mutlaka bir bağımsızlık şeklinde tecelli etmesi gerekmez. Kıbrıs Türkleri için ne isteniyorsa, Kürtlerin de haydi haydi bu haklara sahip olması gerekir. Din, dil, ırk farklılıkları ulusal bütünlüğü bölmez. Bu modern, çağdaş anlayıştır. 1920 - 30'ların dünyasında egemen olan insanları bir potada eriterek tek bir etnik kimlik ve kültür yaratma modelinin bugün geçerliliği kalmamıştır. Baskın Oran'ın 'Azınlık Raporu' nedeniyle de tartışıldı: 'Türkiye Cumhuriyeti' tanımı Kürtleri de kapsamıyor mu? İtiraz şu noktada: Bir etnik kimlik, vatandaşlık kimliği haline getirilmesin. Türkiye bir coğrafyadır, ülkedir. Türk değil, Türkiyelilik daha doğru bir niteleme olur. Bu size de sıcak geliyor mu? Tabii sıcak, yani bir ilke ile kimlikler, vatandaşlık nitelendirilecekse o en makul çözüm. TC vatandaşı olmak Kürtlere ne kaybettiriyor? Hiçbir şey kaybettirmez. Rahatsızlık veriyor mu? Kürtlerin bu konuda fazla bir rahatsızlığı yok. TC vatandaşı olmak Kürtleri rahatsız etmiyor ama Kürtler Türk değil, kendini Türk görmüyor, kendini Türk kabul etmiyor. Kürt milliyetçiliğini çok fazla öne çıkarmak, Türk milliyetçiliğini körüklemez mi? Türkiye, Osmanlı devletinden miras kalan bir devlet. Osmanlı, çeşitli toplulukları içinde barındırıyordu. Bu çoğulculuk Türkiye Cumhuriyeti'ne de yansıdı. TC, sadece Türklerden kurulu bir devlet değil. Buna rağmen Kürtlerin, Kürt kimliğiyle sahip olduğu hiçbir hak yoktur. Bizim de bir dilimiz var. Kürtçe eğitim dili olmadığı takdirde Kürtlerin eşitliğinden söz edilemez. HADEP - DEHAP gibi partiler yüzde 10 barajını niye aşamıyor? 14 milyona yakın Kürt nüfusundan söz ediliyor, bu durumda 3 - 4 milyon oy toplamak çok mu güç? Sorun, etnik ve bölgesel kimlikli siyasi hareketlerin Türkiye partisi haline gelememelerinden mi kaynaklanıyor? Bu partiler ideoloji, kadro ve uyguladıkları yöntemler itibariyle Kürtlerin büyük çoğunluğunu kendisine çekecek yapıda olmadılar. DEHAP'ın barajı geçememiş olması, Kürtlerin kendi kimliklerine sahip olmadığı anlamına gelmez. Bugün devletin safında yer alan korucuya da gitseniz veya PKK'nın dışında kalanlara da, şunu diyeceklerdir: 'Ben Kürdüm ama PKK'lı değilim.' O ayrı bir mesele. AB tarama sürecinde, Türkiye'den istenecek en önemli konulardan biri de siyasi partiler ve seçim yasasının yeniden düzenlenmesi olacak. Kürtler nasıl bir Anayasa değişikliği istiyor? Eşit ortaklık. Türkiye Cumhuriyeti Türklerden ve Kürtlerden oluşur. Kürtlerin talebi bu. Bu ülkenin asli unsuruyuz, bunun Anayasa'da belirtilmesi lazım. AB'ye girerken Türkiye zihniyet değişikliğine gitmeli. Müzakerelerle birlikte yeni öneriler gelecek, Türkiye 'Ben bağımsız devletim, bu benim iç meselemdir' gibi itiraz hakkına sahip olamaz. AB, Türkiye'de federasyon isteyebilir mi? Anayasa'nın değiştirilemez hükümleri var? Tabii, dayatabilir. Türkiye'ye diyecek ki, 'Bak, böyle ayrı bir kitle var, kendi kendilerini yönetme hakkını istiyor... Ama senin devletinin içinde, ülkenin sınırlarını bozmadan!' Kürtler derler ki, 'Çoğunlukta olduğum bölgelerde, kendi kendimi yönetmek istiyorum.' Mutlaka bir federasyon şeklinde olması şart değil. Federasyona varana kadar bir sürü ara duraklar var. Özerklik mesela. Kürtler niye dış dinamiklere yaslanmak istiyor? Gücünü kendi toplumundan, ülkesinden alması gerekmez mi? Eğer Kürtler yeterince özgür bir ortamda kendi sorunlarını dile getirip çözüm formüllerini üretemiyorlarsa, elbette gerektiği zaman dış ülkelerden destek arayacaklar. Kürtlerin destek aradığı, illegal bir kurum değil, Türkiye'nin her gün kapısını çaldığı AB. Türkiye'nin bütün meseleleri orada tartışılacak. Alınganlık etmesine gerek yok. Hükümet hayli sert tepki gösterdi. Bildiri yayımlamak herkesin hakkıdır. Bunu ihanet derecesinde görmek, Leyla Zana'ya soruşturma açmak yanlış. Hem AB'ye gireceksin, hem de o kuruma başvuran insanları mahkemeye vereceksin. Şimdi bu anlayışla AB'ye girilmez. Salt ekonomik çıkarlar için AB'ye girilmiyor; siyasi, hukuki, ahlaki değerler var. Kürt sorunu nasıl çözülecek? Kürt sorunu Türkiye'de çözülmeli. Sorunun tartışılmasına imkân tanınırsa, siyasi zemin oluşacak. Kürtler kendi kimlikleriyle partilerini kuracaklar. Makul bir çözüme diyalogla gidilecek. Şimdi istenen, meşru yollardan, demokratik yöntemlerle Kürtlere örgütlenme hakkı tanınmasıdır. ABD güvence Barzani'ye yakın partileşme girişimleri olduğu söyleniyor... Bence tamamen uydurma. Çünkü Molla Barzani'nin ve oğlu Mesut'un geleneksel politikası, kendi bölgeleri dışındaki Kürtlerin işlerine karışmamaktır. Aramızda akrabalık var. Ama öyle hiyerarşik düzeyde bir parti kurmaya taraftar olacağını hiç sanmam. ABD'nin bölgedeki rolü nedir? Kürtler memnun mu? ABD'nin bölgede olması Kürtler için büyük bir destektir. Bugün bir güvence. Amerika, "Herhangi bir yerden Kuzey Irak'a, Kürtlere müdahale edilmesine müsaade etmem" diyor. Buna Türkiye ve İran dahil. Bu, Kürtler için önemli bir fırsat. İmzaların yankısı dışarıda oldu Fikret Başkaya'nın tanımıyla 'Paradigmanın İflası'ndan mı söz etmeliyiz, AB sürecinde bir paradigma değişikliği gerekiyor, öyle mi? Hiç şüphe yok. 1920 - 30'lı yıllarda belki işleme şansına sahipti ama çağımızda işlemez. Hep devlete düşen görevden söz ediliyor, Kürt siyasetine yön verme ağırlığı olan sizlere de 'silahlı mücadeleyle, şiddet ile fikir hareketleri arasındaki' çizgiyi net olarak çekme misyonu düşmüyor mu? Durmadan söylüyorum: Bu sorunun çözümünde en ciddi görev Kürtlere düşüyor. Kürtler, Türklerle beraber yaşama iradesine sahipse, Türklere güven vermesi lazım. Ben 1997'de parti kurdum: 'Devletin bugünkü sınırlarına saygılıyız, şiddete karşıyız' dedim. Beş ay sonra kapatılma davasıyla karşı karşıya kaldık. Leyla Zana ve arkadaşları ne yapacaklar? Bildiriden sonra parti mi geliyor? "Leyla Zana ve arkadaşları" deniliyor. İmzacılar, Leyla Zana'nın arkadaşları değil. Zana imzaladı diye kimse bunu imzalamadı. Leyla Zana da herhangi bir imzacıdır. Proje onun değil. Peki bu bir partileşme projesi mi? Hayır, ben o ilanın bir partileşmenin çekirdeği olduğunu sanmıyorum. Hep başkaları Kürtler adına konuşuyor. Bir de Kürtler ne düşünüyor, açıklasınlar diye düşündük. Böylece Avrupa'nın sıcak gündeminde Türkiye'deki Kürtlerin durumuna dikkat çekilmiş oldu. Dışarıda yankısı daha fazla oldu. Devlet politikası zarar verdi Kürt hareketiyle ilgili yakın gelecekte nasıl bir yapılanma olacak? Çünkü birden çok merkez var. 'İmralı' hâlâ etkin görünmeye çalışıyor ama PKK/ KONGRA - GEL eski gücünde değil. PKK çizgisinin dışında kalan Kürtlerde, farklı yeni bir siyasi yapılanmaya gidilmesine dair ciddi bir arayış var. Bu çalışmalar henüz olgunluk aşamasından epey uzak. Türkiye'de halen özgür politika yapmanın zemini yok. Çünkü devlet, Anayasa belli sınırlar koyuyor. "Atatürk ilkelerine uymak zorunda" diyor, siyasi partiler. Şimdi bu bir zorlama değil mi? Partiler şiddet içermedikçe her türlü görüşü savunabilir. Halkına güvenmeyen bir devlet, demokratikleşmenin önünü açabilir mi? Geçenlerde Sayın Genelkurmay Başkanı, 'İç tehdit devam ediyor' dedi. Nedir iç tehdit? Vatandaştan devlete gelebilecek tehdit! Bu ülkede PKK terörü nedeniyle iç savaştan dönüldü. Ordunun duyarlı olması normal değil mi? Elbette hiçbir devlet belli suçların müeyyidesiz kalmasına göz yumamaz. Buna kimsenin itirazı yok. Ancak düşünce için konulacak engeller bu suçları önleme gerekçesi yapılamaz. Çağımızda terörle mücadele anlayışı da değişiyor. Eğer bir terörist hareket, toplumsal bir desteğe sahipse, bunu önlemenin yolu, o toplumun hangi gerekçelerle o örgüte destek verdiğini görüp çözümlerin bulunmasıdır. 28 isyan diyoruz! Biri bitmiş, diğeri gelmiş. Devletin bugüne kadar uyguladığı Kürt politikası Türkiye'ye de zarar vermiştir, Kürtlerin de felaketi olmuştur. KİMDİR? 1938'de Cizre'de doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1959'da açılan "49'lar Davası"nda Elçi Ailesi de yargılandı. Cizre'de avukatlık yaptı. 1971 sonrasında Diyarbakır Cezaevi'nde 8 ay yattı. 1977'de Adalet Partisi'nden Mardin Milletvekili seçildi. 1978'de AP'den ayrılıp Ecevit hükümetinde Bayındırlık Bakanı oldu. 1980'li yıllarda 30 ay cezaevinde kaldı. Kürt Kültür ve Araştırma Vakfı'nı ardından 1997'de kurduğu Demokratik Kitle Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı milliyet gazetesindeki bu roportaja gelen okur yorumlari... Asirlardir Türklük! Ilkönce Serafettin Elciye bir cift lafim var; Türkiye Cumhuriyetinin asli unsurlari degildir. Türk Cumhuriyeti'nde sadece kürtler yasamiyor, bosnagi, arnavuutu, cerkezi, azerisi, gürcüsü, vesayri vesayri.Türkiye'yi ulu onder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaslari kurtarmistir. Atatürk olmasaydi kürtler o zaman kimden hangi hakki isteyceklerdi, soruyorum? Sunuda unutmasin Elci; Ne AB nede baska bi güc kürtlere kendilerini yönetme hakkini verdirebilir! Biz Kemalistler arkanizda gölge gibiyiz! Mustafa Cacik 20 Aralık 2004 / Pazartesi Egitim Dili "Kürtlerin, Kürt kimliğiyle sahip olduğu hiçbir hak yoktur. Bizim de bir dilimiz var. Kürtçe eğitim dili olmadığı takdirde Kürtlerin eşitliğinden söz edilemez" demissiniz; Kurtce egitim dili olmadigi halde Istanbul’un gobeginde hala TURKCE bilmeyen insanlar (ozellikle kadinlar) varken, kurtce egitim dili olarak kabul edilse, sokakta birbirini anlamayan, resmi dairelerde anlasamayan bir toplum yaratmaz mi? Anlasabilmek icin, bir sonraki adim resmi dilin INGILIZCE olmasi mi? insan-vatandaş 20 Aralık 2004 / Pazartesi tc vatandaşı olmak eğer bir kürt kökenli vatandaşımıza ben türkiye cumhuriyeti vatandaşıyım demek zor geliyorsa kuzey ırak ta iki tane özerk bölge var oraya gitsinler.herkes şunu bilmeli ki türkiye cumhuriyeti sadece türk ve kürt kökenli insanlardan oluşmuyor.bu ülkede bir çok etnik kökene sahip vatandaşımız yaşamaktadır.her isteyen istediği gibi yaşadığı bölgeleri yönetmek isterse halimiz ne olur acaba.onu için türkiye cumhuriyeti vatandaşı olmayı bilmeli ve ona göre hareket etmeliyiz.
  15. Mutfak makro tencere mikro Amerikalı heyet Moskova'ya gitmiş. Sovyet var o zamanlar... Bir fabrikayı geziyorlar, devasa... İçerde on bin işçi falan çalışıyor. Otoparkı bomboş, sadece bir otomobil duruyor. Sormuşlar, "Kimin bu otomobil?" "Müdürün." "Fabrika kimin?" "İşçilerin..." İki ay sonra Rus heyeti gitmiş ABD'ye. Benzer büyüklükte bir fabrika. Otoparkı hıncahınç... İğne atsan yere düşmez. Sormuşlar, "Kimin bu otomobiller?" "İşçilerin." "Fabrika kimin?" "Patronun." Makro palavralarla mikro gerçeklerin düellosudur bu. Kazanan ortada. yilmaz ozdil sabah gazetesi 6.12.05 konuyla alakasiz ama biraz gerilim dagitir beki mohikan emin abi gitme biryere
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.