Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Erdem Nedir?


Tengeriin boşig

Önerilen İletiler

Öncelikle net'te rahatlıkla bulabileceğiniz, Felsefi "Erdem" görüşlerini buraya alıntılamak istiyorum.

Daha sonra "Erdem"in "Psikolojik" olarak (bana göre) ne olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Tabi bu görüşe katılıp katılmamak değil önemli olan...

Önemli olan;

Ortaya koyacağım düşüncenin eksikliklerinin, aksaklıklarının ve yanlışlıklarının, arkadaşlarımca ortaya konmasıdır.

Kısacası ürettiğim düşüncenin tamamlanmasını istiyorum...

 

Öncelikle "Erdem" dediğimiz şey'in kimi filozoflarca ortaya konduğu anlamları şu şekilde ve ben temel olarak katıldıklarımı maviledim:

 

FARABI: Kişiyi erdemli kılan Tanrı'dır.

Friedrich HEGEL: Erdem, varlığın bilincidir.

KALLIKES: Erdem, güçsüzün işine gelendir.

SPINOZA: Erdem akla uygun davranmaktır.

VOLTAIRE: Erdem, benzerine iyilik etmektir.

HUTCHESON: Erdem bir eğilimdir, iç güdüdür.

ARISTIPPOS: Erdem, haz almada ölçülü olmaktır.

ORIGENES: Erdem, Tanrı karşısında ölçülü olmaktır.

Joseph BUTLER: Kişinin kendi kendinin yargılamasıdır.

GEULINCX: Erdem, Tanrı'nın düzenine boyun eğmektir.

Immanuel KANT: Erdem bir içgüdü işi değil bir akıl işidir.

Max STIRNER: Erdem, kendi isteklerime benim uygunluğumdur.

SCHOPENHAUER: Erdem denmeye değer tek eğilim acımaktır.

BERKELEY: Erdem, sonsuz güçlü ruhun idrak ettirdiği bir fikirdir.

LEIBNIZ: Erdem bir zorunluluktur şu halde erdemsizlik mümkün değildir.

Samuel CLARKE: Erdem nesnelerin doğal niteliklerine uygun davranmaktır.

SARTRE: Hiç bir şey kişi oğlunu, kendinden, kendi benliğinden kurtaramaz.

Friedrich NIETZSCHE: Erdem, insanın insanüstüne ulaşmak için harcadığı çabadır.

KONG FU TSEU: İnsanın amacı iyi ve uzun yaşamaktır. Bunun içinse erdem gerekir.

GOTAMA: İnsan yüreğinden yaşamak isteğini çıkartmalıdır, ancak yok olarak acıdan kurtulabilir...

KSENOFANES: Varlık her şeydir. Değişiklik görünüşten ibarettir, gerçekte değişen hiçbir şey yok.

Francis BACON: Erdemler ülkesini yöneten Süleyman Evi bir başka adıyla Altı Günlük İşler Koleji'dir.

DESCARTES: Erdem düşünce ölçüsünü kullanmaktır. İyi sandığımız şeyleri işlemekte gösterdiğimiz karardan ibarettir.

MACCHIAVELLI: Sözünde durmak büyük bir erdemdir, ama bütün büyük işleri sözünde durmayanlar başarmışlardır.

EMPEDOKLES: Devinim bir gerçektir ama oluş diye bir şey yoktur. Sevgi sonunda tiksinmeyi yenecektir. Sevgi Tanrı'dır...

HERAKLEITOS: Evren, yaratmayla yok olmanin sonsuza kadar birbirini kovalamasıdır. Herşey ancak karşıtların kavgasından

doğar...

MAHAVIRA: İnsan, hiçbir canlı varlığa kötülük yapmadan yaşamalıdır. Çok sıkı bir perhiz yapmalı, mümkünse çıplak gezmelidir. Aç kalarak ölmek en büyük erdemdir.

PARMENIDES: Varlık eğer var olmaya başlamışsa, ya bir varlıktan ya da bir yokluktan çıkıyor demektir. Üçüncü bir oluş düşünülemez. Varlık eğer bir varlıktan çıkıyorsa, kendi kendini doğurmuş oluyor ki bu da yeni bir şey olmaması demektir. Varlığın yokluktan çıkması akla uygun değildir. Varolan değişmez. Çünkü değişmek ya bir varlığa ya da bir yokluğa geçmek demektir. Bu kuruntudan ötürü akıl için bir birlik olan evren, biz insanlara ikililik olarak görünüyor...

SOKRATES: Tek kesinlik, erdem bilgisindedir. Erdem öğrenilir. Kişiler bilmedikleri için kötüdürler. Erdem birdir, bölünmez, ayrılmaz. Erdem insanın kendini bilmesi, tanımasıdır.

MONTAIGNE: Biz insanlar, kendimizi kötülemede gösterdiğimiz zekayı hiç bir yerde göstermeyiz. Kafamızın o herşeyi bozabilen tehlikeli aletin peşine düştüğü öldürmeye kastettiği av kendi kendimizdir. İnsanı öldürmek için gün ışığında geniş meydanlar ararız. İnsanı yaparken gizlenip utanmak bir ödev onu öldürmesini bilmekse bir çok erdemleri içine alan bir şereftir.

Mavilediğim görüşler aşağı yukarı katıldığım görüşler.

Ancak ben tam olarak "Felsefi" açıdan değilde "Psikolojik" olarak Erdem'i tanımlamaya gayret ediyorum.

Çünkü "Felsefe" üzerinden hareket edince, kaçınılmaz olarak ve yine psikolojik olarak insan "Kendisini Tatmin Eden" tanımı kabulleniyor.

Bu da Erdem'e son derece "Göreceli" bir anlam katıyor.

O yüzden Temel Psikoloji Kabullerine göre tanımlamak ve daha genel geçer bir kabul ortaya koymak istiyorum.

Yapman istediğim şey var olanı kabullenmek değil, yeni bir fikir üretmek...

Belki biraz fazla iddialıyım ancak forumdaki son derece kültürlü ve bilgili arkadaşların yardımı ile belki bir sonuca erebilirim diye düşünüyorum ve umut ediyorum...

Diğer iletimde kendi görüşümü ortaya koyacağım, ancak diğer görüşleri görmek isterdim öncelikle...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir sır daha var çözdüklerimizden başka, bir ışık daha var bu ışıklardan başka. Hiçbir yaptığınla yetinme geç öteye:Bir şey daha var bütün yaptıklarından başka...(ÖMER HAYYAM)..

Benim için erdem budur. Öncelikle yaratıldığını kabul etmeyip kendini yeniden yaratmak. Sonra ortaya konulmuş tüm sınırları silip Kader kavramını yeniden yazıp belki de yapabildiğimin en iyisini yapmak. Bir anlamda fazlasıyla keskin yaşamak ama yine de yetinmemek yaptıklarınla... Benim için erdem sürekli koşmak ama hiç durmamak yorulmamak.... Tüm yaratıcılığını kullanıp yeniden yaratmak ve en başta da kabullenmemek çizilen sınırları... Bu düşüncer benim hayatımı erdemli kılıyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Erdem (Fazilet) konusunu açmış sevgili Tengeriin Boşig...

Gerçektente insanın sorgulaması, irdelemesi ve kendinden çok şey bulması gerektiği bir konu.

Öncelikler teşekkürler sevgili arkadaşım…

Konumuza gelirsek günümüz Dünya düzeni, kapitalizm, insanları bir ikilem karşısında bırakıyor; Faust'çu içsel bir pazarlığa sürüklüyor. Erdemli (faziletli) olmak ya da para kazanmak, zengin olmak... Bazıları düşünceyi, kalemi, ar'ı, hayâyı, onuru satarak, güçlüye hizmet ederek para kazanmayı yeğliyor. Ne yazık ki insanların çok az bir bölümü, cezalandırılmayı da göze alarak, erdemli kalmayı yeğliyor. Erdemli olmanın cezalandırıldığı, erdemsizliğin bir şekilde ödüllendirildiği bir düzen içinde yaşıyoruz. Böyle düzenin sonucu bir yanda büyük savurganlık, gösteriş, görkemli, sahte parıltılı bir yaşam; öte yanda açlıktan ölümler, sefalet, çevre kirliliği, iç göçler, mültecilerin iç burkan yaşamları... Kapitalizm, onun ileri aşaması emperyalizm, demokrasi, insan hakları yaftası altında yalnız insanlık suçu işlemiyor, kendi mezarını da kazıyor.

 

İnsanlar için servet sıralaması yapılıyor. O servetin nasıl kazanıldığı, kaynağı sorgulanmıyor. İnsanlar o sıralamadaki yerlerinin yükselmesine, ne yolla olursa olsun, özendiriliyor. İnsanlar erdemli olmakla, güçlü ve zengin olmak arasında bir tercih yapmaya adeta zorlanıyor. Erdemli olmakla, güçlü olmak arasında bir ikilem yaratılıyor. Zengin olmak için, ya erdemli olmaktan fedakârlık edilecek ya da erdemli kalmak için varsıl olmaktan vazgeçilecek. Bu çelişkiyi, bu zıtlığı bir yerde ortadan kaldırmak, refah artışı ile erdemli kalmayı bağdaştırmak, harmanlamak gerekir.

 

Sevgi ve saygılarımla…

 

artworkimages4237949771qz2.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsan Psikolojisinin yapılanmasında temel olarak üç nokta vardır bence:

 

İlki; Sigmund Freud'un üzreinde durduğu "Saldırganlık" ve "Cinsellik" dürtüleri,

 

İkincisi; Maslow'un belirttiği "İhtiyaçlar" ve "İhtiyaçlar Hiyerarşisi",

 

Üçüncüsü; Erikson'un ele aldığı "Çevre/Toplum" unsuru...

 

 

Şimdi bunların "Erdemli Olmak" üzerinde nasıl bir etkisi olabilir ona bakmak istiyorum.

 

Ve bunu yaparken, "Erdem"in tanımı kendiğinden ortaya çıkacak sanıyorum.

 

Öncelikle "Ruhsal Aygıt" üç yapıdan oluşmaktadır:

"Ben/Ego", "O/İd" ve "Benüstü/Süper Ego"

 

"İd" en temel ihtiyaçların ana noktasıdır: Saldırganlık, Açlık, Cinsellik gibi ihtiyaçların, nasıl ve ne şekilde olursa olsun doyurulmasını ister. Tek amacı doyum ve tatmindir. "O"nun "Bencil" olduğunu söylemek hiç te yanlış olmaz.

 

"Super Ego" ise dış çevrenin içselleştirilmişidir. Yani toplumun kültürünü ve anlayışını temsil eder. Her adımında toplumun ve parçası olduğu çevrenin kabullerine bağımlıdır. Tabulara tabidir. "İd"in isteklerine karşı "Sert"tir.

 

"Ego" ise "Ben"dir. İd ve Süper Ego arasında dengeleyicidir. "İd"in isteklerini gerçeklere uyarak ya yapar ya da "İd" ile Uzlaşarak onları gerçekleştirmeyi engeller. Bu engellemede ya da gerçekleştirmede ise etkili olan ise "Süper Ego"nun tutumudur.

 

Üç tip insan ortaya çıkmaktadır:

 

"İd"in isteklerini uygulamada baskın olan insan tipi...

"Ego"nun iradesini uygulamada baskın olan insan tipi...

"Süper Ego"nun beklentilerini uygulamada baskın olan insan tipi...

 

Peki bunlardan hangisi "Erdem"i temsil etmektedir?

 

"İd"in temsil ettiği ilkel dürtüleri ortaya koymada baskın olan insan mı?

"Ego"nun temsil ettiği ve her iki yapıyı da uzlaştıran ve bunu ortaya koyan mı?

"Süper Ego"nun Tabularına boyun eğen mi?

 

Öncelikle "Süper Ego"su baskın olan kimselerden bahsetmek isterim:

Yapısal olarak "İçsel" her türlü "İlkel Dürtü"yü "Dışsal" nedenler ile "Bastırmak" ve "Yok Etmek" güdümündedir.

Ona göre;

"İd"in her türlü ilkel isteği en baştan "Kötü"dür ve bunlar "Dışsal" nedenlerden ötürü engellenmelidir.

Şimdi böyle bir insan tipi niçin "Erdem"li olamaz?

En basit anlamı ile;

"İçsel dürtüleri engelleme de tamamen dışsal etkilere bağlı olduğu için, aslında engelleme isteğinde samimi değildir..."

diyebiliriz. (aslında bunu bir arkadaşımdan kopya çekerek yazdım... :) )

Ve genel olarak "İd"in isteklerini bastırdıkları için, bu istekler belli bir birikimden sonra patlama eğiliminde olacaktır.

 

İşte:

"Çevresine çok saygılıydı, edepliydi, nasıl yapar böyle bir ahlaksızlığı..."

Örneğindeki kimseler, bu tip bastırılmış "İd"in dürtülerinin eninde sonunda esiri olan kimselerdir.

Oysa biraz sonra anlatacağım gibi, içsel dürtülerin uygulanmasında ya da engellenmesinde "Samimi" olmak yani "Ego"nun "Uzlaşmacılığı"na tabi olmak gerekir...

 

Örnek olarak:

"Karıncayı bile incitmezdi, nasıl olurda öldürür?"

"Kimseye yan gözle bakmazdı, nasıl olurda tecavüz eder?"

"Yolda bulduğu parayı bile almaya çekinirdi, nasıl olurda hırsızlık yapar?"

Kastedilen kimseler, "Süper Ego"nun "Bastırmacılığı"na örnek kimselerdir.

 

 

"İd"in isteklerini uygulamada baskın olan kimselerden bahsetmek gerekirse:

"Süper Ego"nun baskısına maruz kalan "İd", her insanın temelde bu bilinç ile doğmasından ötürü en önemli unsurdur.

"Yeni Doğan" (Bebek) "Yaşama/Cinsellik" ve "Saldırganlık/Nefret" dürtüleri ile doğmaktadır.

Bu dürtülerin tatmininde "İd" bencildir.

Nasıl olursa olsun, tatminini önemli koşmaktadır.

Tıpkı bir çocuk gibi "Bana ne?" der.

Kısaca "İd"in güdümündeki birey "Toplumsallaşma"nın etkisinde değildir.

"Süper Ego"nun saf dışı bırakılmış halidir.

Ancak şu da bir gerçektir ki "İd"in tüm istekleri sorunsuz karşılanabilirse, hiç bir psikolojik sorun ortaya çıkmaz.

Lakin bu ise "Toplumsal Yaşam" için büyük bir tehlikedir.

Çünkü toplumsal yaşam, etkileşimde bulunduğunuz diğer bireylere karşı bir Sorumluluk ve Saygı unsurları oluşturmak zorundasınızdır.

 

Çünkü;

Bir insanın hak ve özgürlüğü, diğer bir insanın hak ve özgürlüklerinin başladığı yerde biter...

 

"İki kişinin bir araya gelmesi halinde" bile bir toplumsal yaşamdan bahsedebiliyorsak eğer, bu iki kişinin, birbirlerine karşı mutlaka bir çizgileri ve sorumlulukları olacaktır.

Oysa "İd" ihtiyaçlarının karşılanmasında bu çizgileri umursamaz. "Sorumluluk" sahibi olduğu ve "Saygı" duyması gerektiği şeyleri göz ardı eder.

"Toplumsal Yaşam"ın en önemli tehdit edicisi de budur.

Ve öyle ki hiç bir birey, toplumdan kopuk yaşayamaz.

 

"İd"in güdümünde olan bir birey için ise şunlar geçerlidir:

 

Mesela;

Geçen sene aldıkları araba ile yolculuk yapan ve her gittikleri yerde cinayet işleyerek 7 kişiyi katleden kimseler şunu söylemişlerdi ifadelerinde:

"Zevk için yaptık..."

 

Ya da içki kullanımı...

Yol kenarında içkisi ile demlenen bir kimse, yoldan geçen başka bir kimseye sataşıyor...

İşte burada "İd", "Süper Ego"yu bastırarak baskın hale geçmekte ve ortaya çıkmaktadır.

 

Örnekler diğer alanlarda da çoğaltılabilir...

 

Sonuçta:

"Süper Ego"nun baskın olması kişisel olarak psikolojik rahatsızlıklara neden olurken, aynı şekilde "İd"in baskın olması da toplumsal olarak sorumsuzluğa ve yine belli bir rahatsızlığa neden olmaktadır.

 

 

"Ego"su etkin olan kimseler ise "Süper Ego" ile "İd"in isteklerini "Önemserler"...

Yani "Dışsal Beklentiler" ile "İçsel İstekleri" uzlaştırırlar.

Böylelikle İçsel Dürtüler "Bastırılmamış" sadece uygun ortam ve gereklilik ortaya çıkana kadar ertelenmiş olmaktadır.

 

En uygun örneği şu şekilde verilebilir:

Her insanın saldırganlık içgüdüsü vardır. Ve kimilerinde çok yoğundur.

Geçenlerde yıkılması planlanan bir otel için bir kampanya başlatıldı:

Gerçekten şiddete ihtiyacı olan müşteriler Psikologlarca tespit ediliyor ve korunaklı elbiseler giyerek otelde istedikleri şeyleri istedikleri gibi parçalamalarına, yıkmalarına izin veriliyor.

Sorumlu oldukları her hangi bir kimseye verdikleri bir zarar ve güdüm yok...

Saldırganlık eğilimi son derece ortaya konuluyor.

 

Kısaca "Ego" Sorumluluk Alma'da en uygun düzeyi sağlamaktadır.

"Ego" bir "Dengeleme" mekanizmasıdır.

İnsanın "İç Dünyası" ile "Dış Dünyası" arasındaki bağı en gerçekçi şekilde sağlar.

Çünkü "Ego" gerçekçidir.

 

 

Suç'un yani Erdemsizliğin kaynağı ise şu şekildedir.

Ki "Erdem"in "Suçsuzluk" ile eş değer olabileceğini düşünerek bu şekilde ele alıyorum:

 

Alt Benliğin yani "İd"in aç bırakılması, onun isteklerinin zamanla büyümesine neden olur.

 

Yani:

Belirli bir saldırganlık veya cinsellik dürtüsü belirdi ve bunu Süper Ego ile bastırdık.

Bireyin yaşı ilerledikçe bu Açlık daha da büyüyecektir, çünkü tatminsizlik olağanca artmıştır.

Ve bu tatminsizlik, eninde sonunda bir patlak verecek ve kendisini olanca açlığı ile ortaya koyacaktır.

Çünkü ne demiştik: "İd" Bencildir...

Süper Ego'nun "İd"i olabildiğince aç bırakması, onun ortaya çıktığında, olağanca saldırgan ve aç davranmasına neden olacaktır...

Bu da "Suç"un ana nedenini teşkil eder, aynen örneklerde verdiğimiz gibi, ki illa ki yasalarla belirtilmiş bir suç olması gerekmemektedir; Yalan veyahut diğer "Toplumsal Ayıp" ama ceza gerektirmeyen suçlarda olabilir...

 

"İd"in doyurulmasında "Süper Ego"nun göz ardı edilmesi ise yine Suç'un temel kaynağıdır.

"İd"in baskın olduğu bireyler sorumluluk duygusundan ve saygı unsurundan yoksundurlar.

İnsanın "Toplumsallaşmasını" sağlayan "Süper Ego"nun isteklerine kapalı oldukları için "Toplumun" temellendirdiği birikimlerden ve anlayışlardan bağımsızdırlar.

Bu bağımsızlık, topluma karşı herhangi bir sorumluluk hissetmemelerine ve doğal olarak saygı bağının oluşmamasına neden olur.

Bu da diğer bireylerle olan ilişkilerde, "İd"in tatmininin ön planda tutulmasının kaynağıdır.

 

Futbol maçında bağırarak stres atan bir insan ile,

Futbol maçına döner bıçağı götürüp adam keserek stres atan iki kişi arasındaki fark buradan kaynaklanır.

 

"Ego" "İrade"yi temsil eder...

"İd" ile "Süper Ego" arasındaki uzlaşmayı "İrade" ile yapar.

Kısaca "İradesizlik" aynı zamanda "Erdemsizlik"tir.

Aynı örnekte;

Birey, futbol maçına giderken bıçağı niye götüreceğini mutlaka sorgulamıştır.

Birisine zarar verme sorumsuzluğunu yapacağını da düşünmüştür.

Fakat eninde sonunda o bıçağı götürmekten kendisini alamamıştır.

Tıpkı bıçağı götürme amacı olan, sinirlendiğinde karşısındakini doğramaktan kendisini alamadığı gibi...

Oysa düşünün;

Maça gitmeden önce sinirli değildi ve henüz takımı yenilmiş de değildi...

 

Diğer eylemler içinde genişletilebilir bu örnek...

 

 

Yazımın ikinci bölümünde "Maslow"un kuramına dayanarak düşündüklerimi temellendireceğim.

Bu bölümde "Freud"un "Psikanalitik Kuram"ına "Suç" anlayışını "Erdem" ile bağıntılamak istedim.

 

Kısaca söylemek istiyorum ki;

"Erdem";

Kişinin "İd" ile "Süper Ego" arasında bir uzlaşma sağlayabilmesidir.

Bunların en temel gereksinimi ise "Sorumluluk" "İrade" ve "Saygı" bilincinin edinimidir.

 

İnsan Haklarına ve İnsana Saygı ve Sorumluluk, "Erdem"in en temel prensibidir.

 

Eksikliklerim ve hatalarım varsa eğer belirtilmesini önemle rica ederim...

 

Konumuza gelirsek günümüz Dünya düzeni, kapitalizm, insanları bir ikilem karşısında bırakıyor; Faust'çu içsel bir pazarlığa sürüklüyor. Erdemli (faziletli) olmak ya da para kazanmak, zengin olmak... Bazıları düşünceyi, kalemi, ar'ı, hayâyı, onuru satarak, güçlüye hizmet ederek para kazanmayı yeğliyor.

 

Al işte...

Her zaman söylüyorum;

Ben o kadar yazı yazıyorum ve birisi çıkıp dört beş kelime ile söylemek istediğimi anlatıveriyor...

Bu beni bazen deli ediyor... :)

Şaka tabii ki...

Sayın Dipnot kadar değilim henüz...

Bu kadar kısacık ve net anlatamıyorum anlatmak istediklerimi...

 

 

Uzun yazımın verimli olmasını dilerim...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.