Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ağaçlar içten çürür ve ayakta ölür...


sardunyam

Önerilen İletiler

çok güzel bir şiir bunu felsefeciler bilir tekrar tekrar okuyunca hep başka anlamlar buluyorum. :clover:

 

O iki insandan, sonunda

Birinin anılarında kedi,

Birinin dalmalarında mum

Kaldı gitti.

 

Nerede bir mum yansa şimdi,

Nerede oynasa bir kedi,

Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri..

Bugün dün gibi oluyor,

Dün bugün gibi.

Mum ellerimi tırmalıyor,

Belleğimi yakıyor kedinin elleri.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
  • Cevaplar 114
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

"Sen hür adam; seveceksin denizi her zaman...” demişti Baudelaire.

“Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum dalgalar...” demişti Rimboud.

“Ben deniz değil miyim?” diye sormuştu Seferis Sahnede şiirinde...

Yurdundan uzak bir Nazım Şiiri vardı ki; öleceksem denizde ölmek isterim, derdi hasretle, hüzünle...

Dert yanardı Ritros, “Denize bakmadan yazıyorsam eğer, titrer kalemimin ucu...” diyerek...

 

Kim inkar edebilir, hepimizin bir balıkçı; hepimizin dalga, fırtına, denizyıldızı olduğunu... Hangimiz sonsuz denizlere baktığımızda denizin kucağında olmayı düşlemedik? Yaralarımıza, “ölü bir albatros olmak” istediğimizi yazmadık mı? Sevgililerimiz, bir görünüp bir kaybolan ve belki de imkansızlığını içinde taşıyan denizkızları değil miydi? Güneş bile, gömülmek için, okyanusları seçmemiş miydi? Ve ben... “Deniz Saçlı Çocuk” olarak anılmadım mı yıllarca?

 

Ve yine Baudelaire’in dediği gibi, deniz: aynamız bizim...

 

Veda etmeden, yepyeni bir merhaba’yla kucaklıyoruz sizi, pencereleri sonsuzluğa açılmış düşlerle...

Doğumu aylar süren mavi bir imin yarattığı ürpertici bir haz şu an bu uçuk mavi sayfalarda dolaşmak...

 

Bir hüzün dalgası...

Bir deniz esintisi...

Bir medcezir yalnızlığı...

 

 

alıntı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Ölüm gözlerinde nöbet tutuyor

Bana o masalı anlat

İçinden çıkmak istemediğim

Sana yürüyor seslerim

ve

evimi özledim

A

N

K

A

Telaşla kanat çırpıyor

Otuziki dişi gülümsüyor zamanın

Aldırmıyorum

 

kaç nefese sığar yokluğun?

 

“otuz yıldır aynı gözlere bakıyorsun…otuz yıldır aynı yollar içinden…söylesene içinden ne geçiyor?biliyorum görmek istiyorsun…bir otuz daha geçsin diyorsun…öyle olsun…ölümü sıkı tut bağları çözülmüş yalnızlıklardan alır kokunu…şehir insanları ne olduğunu unuttu…ayakları altında şimdi sevip sevecekleri bir avuç toprak…nefes almıyorlar…mezarlar giderek çoğalıyor…beni farketmiyorlar…kalbi atmıyor yaşamın…zaman devşirdi ruhunu bin insan gözünden çalarak atışını…sahipsiz mezar masalını dinledin mi hiç?onun bedeni toprak değildi onun gözleri ve kalbi…aynı yerdeydi….”

 

Kalbi atmıyor biliyorum

Evlerin kalbi yok bu şehirde

Yolların kalbi yok

Işıkların

Durakların

Ağaçların

Nabzı yok gülüşlerin

Yanak altı bir çizgi belli belirsiz

bir deliden deliye düşen düşler var

geceden geceye denk gelir diye belki

bekliyorum

bana o masalı anlat

payım çalıntı bir ev sahipliği

mucizem ol diyorum

cehennem oluyorsun

.

O yolları biliyorsun

Yolum zamansız

O sesleri biliyorsun

Sesim telaşsız

Saçların arasında kaybolmadan karanlıklar

Açmadan gözlerini

Kalbini dinle sana terliyor atışları

Eş zamanlı bir gülüşle yaşıyor olacaksın

Ölümden önce

Masal bitince

Gözlerim olacaksın

Benim kalbimde

.

.

Düşlerin titriyor

Belli halâ korkularınla sevişiyorsun

Anlaşılamayacak bir duayı

İnatla tanrıya mırıldanıyorsun

Neydi yaşamların

Ya da

Neresinde yaşamak istedin duygularının

Kapat gözlerini

Ve anımsa son kez

Dalgalı yüreğinde boğulan martı düşlerini

 

Artık masal bitti

Anlatılabilecek benliklerim çoktan vazgeçti

Tükenerek katli zaman

Şimdi geriye kalan

Bir avuç sefil yalan

Delirmiş bir gerçeklik de olsa bu

Aklımı karıştır dudakların titrerken

Gir ve kapat yüreğimin aralık kalan kapısını

Küf tutmuş bir yalnızlıkla

ağırlık yapmasın kelimelerim

Tadalım mutluluğun kekremsi tadını

Eş zamanlı bir gülüşle

Sana yürüyor seslerim

ve

evimi özledim

A

N

K

A

Kanadına konmuş sözlerim var

ya senin kaç uykudan geçmiş masalın;

sayıyor musun?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hindistanda çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yapıtlarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş ve onu 'Renklerin Ustası' anlamına gelen Ranga Geleri olarak tanısa da kısaca Ranga Guru derlermiş. Onun yetiştirdiği bir ressam olan Racigi ise artik eğitimini tamamlamış ve son resmini bitirerek Ranga Guruya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru;

 

'Sen artık ressam sayılırsın Racagi. Artık senin resmini halk değerlendirecek.'

 

diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve meydanda en görünen yere koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Racigi denileni yapmış.

 

Racigi birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki tüm resim çarpılardan neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Resmi alıp götürmüş Ranga Guruya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeni bir resim yapmasını istemiş. Racigi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guruya götürmüş.

 

Ranga Guru resmi tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Racigi denileni yapmış...

 

Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da boyalar da bırakıldığı gibi duruyor. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guruya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış. Ranga Guru demiş ki;

 

'Sevgili Racigi, sen ilk resminde insanlara firsat verildiginde ne kadar acımasız eleştirebileceklerini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı... Oysa ikinci resminde onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Şunu hiç unutma sevgili Racigi, kötü yönde eleştirmek kolaydır, yapıcı eleştiride bulunmak ise eğitim gerektirir. '

 

............................

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Efendi Türkler çok teşekkür ederim çok güzel bir hikayeydi... Evet yapmak zor yıkmaksa kolaydır... :clover:

 

Anlamak, Anlamlandırmak, Açıklamak

 

 

Anlamak, anlamlandırmak, açıklamak. Bu üç’lü bana –insanın- ben’in ‘kendi’ ile ve ‘dış dünya’ ile kurduğu ilişkide en temel, dolayısıyla da en önemli sürecin aşamalarını adlandıran kavramlar olarak görünür. Bu sürec; psikolojik, sosyolojik ve felsefi olarak ‘bilgi’nin olanaklılığını ve ne’liğini açıklamakta kullanabileceğimiz araçları bize gösterir, kısmen de sağlar.

 

Bilgi kategorilerinden söz edilmektedir. Sanat da bir bilme biçimi olarak sayılır. Bana önemli gelen bir bilme/bilgi türüdür sanat. Biraz zorlarsam tüm biçimleri genel bir şemsiye olarak onun altında toplayabilirim gibi gelir kimi zaman. Dil, alet kullanımı, bilimlerin ilk zamanları… üzerine düşünürsek pek de yanlış bir anlayış gibi görünmez düşüncem.

 

Genel olarak sanat, özel olarak edebiyat toplumsal alanda etkili olmaları, toplumsal alanı kavrama, tasarlamaya dönük etkileri bakımından önemlidir.

 

Anlam, anlama bu süreçte en önemli rolü oynar. ‘Ben’in ‘dış dünya’ hakkında bilgisi duyu verileri aracılığıyla ‘anlık’a aktarılır. Burada anlama ve algılayanın nesnel-öznel bağlamında anlamlandırma gerçekleşir. Açıklamak bunun diğer ‘ben’ lerin anlıklarında yer aldığı formuyla karşılaştırılmasını sağlar. ‘Ben’ in anlama süreci bununla tamamlanır. Çok genel, doğal olarak eksikli bir betimlemeden varmak istediğim yere kestirmeden geleyim.

 

Anlamak, anlaşılır olmak önemlidir. İnsan zihni belli mantık dizgesiyle işliyor. Nesne’nin bilgisi özne’de bu dizgeye bağlı olarak biliniyor. Dolayısıyla bilgi bir ‘anlamda’ zorunlu olarak ‘öznel’ oluyor. Nesnenin bilgisi, ilginçtir nesnel olamayabiliyor.

 

Şimdi buradan da edebiyatçının yansıttığı gerçekliğe geçelim. Edebiyatçı bu anlamı sanatsal boyutta kavrar ve açıklar. Pozitif bilimlerin ilkeleri onu bağlamaz. İlkesel olarak sonsuzdur yaratım sürecinde anlama, anlamlandırma ve açıklama biçimleri.

 

Bir örnekle bağlayalım. Ankara’da kar varken, kar yoktu derseniz, gerçeği yansıtmayan durumuna düşersiniz. Bunu yaparsanız kendi gerçeğinizi temellendirmelisiniz. İklim değişiklikleri sonucunda örneğin Ağustos ayında Ankara karlar altında kalabilir. Kurgusal olarak bu mümkündür.

 

Ankara’da kar farklı anlamlandırılabilir. Şöyle ki; ‘Beyaz bir örtü ana kucağı gibi sarmıştı şehri. Bütün farklılıklar, pislikler örtülmüştü.’ Yazar optimist.

 

‘Beyaz ölümün kucağında sessiz yatan bir ölü şehir, kar altında Ankara.’ Yazar pesimist.

 

Aynı manzara özne’de farklı anlamlar uyandırmaktadır

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Koku ve Ses

 

Hayatımız boyunca duyduğunuz bütün sesler arasında en

az tanıdığımız,daha doğrusu hiç tanımadığımız tek ses,

kendi sesimizdir. Başka sesler bize birçok şeyi hatırlattığı

halde kendi sesimiz bize hiçbir şey hatırlatmaz. Sesimiz,

hafızamızda tek bir ışık bile yakmaz.

 

Kendi sesimiz bize yabancıdır

Kendi kokumuzu da alamayız.

Kokumuz da yabancıdır bize.

 

Bu kadar yakın olup da sesine ve kokusuna yabancı

olduğumuz tek insan kendimiziz. Belki de bu yüzden

kendimizi tanımayız. Belki de bu yüzden bir başka insanın

sesine ve kokusuna bu kadar çok ihtiyaç duyuyoruz. Belki

de bu yüzden aşık oluyoruz. Belki de, bir başkasının sesini

ve kokusunu kendi sesimizin ve kokumuzun yerine

koymaya, bir başkasının sesini ve kokusunu bir parçamız

gibi hissetmeye aşk diyoruz. Belki de, sevdiğimiz insanın

sesine doğru akıp gitmemiz, aslında kendimize doğru

yaptığımız bir yolculuk.

 

Kendi sesimize ve kokumuza hafızamızda yer yok.

Biz kendimize yabancıyız.

O yüzden başkalarının sesiyle sevinip, başkalarının sesiyle

acı duyuyoruz.

Aşkı aramak, hep kendi sesimizi, kendi kokumuzu aramak

belki.

Hafızamızda bizi dolaştıracak bir kılavuzu bulmaya

çalışmak.

Terkedildiğimizde duyduğumuz acı, bir parçamızı

kaybetmekten.

Terkettiğimizde ardımızda bıraktığımız keder, terkettiğimiz

insanın sesini ve kokusunu kendimizle birlikte götürerek

geride bıraktığmız boşluktan.

 

Aşkı yaşarken bunu hiç bitmeyeceğini sanmamız, bize

bağışlanan büyük yanılgı sonucu, aşık olduğumuz insanın

sesini ve kokusunu kendi parçamız sanmamızdan.

 

Sesler ve kokular olmasa geçmişimiz olmazdı.

Sesler ve kokular olmasa aşklar olmazdı.

Sesler ve kokular olmasa acılar ve sevinçler olmazdı.

 

Aşk kendimizin sandığımız bir sesin ve kokunun aslında

bize ait olmadığını, bir başkasının sesi ve kokusu olduğunu

anladığımız zaman bitiyor. Yanıldığımız sürece aşığız biz.

 

Seslerini kokularını istediklerimizin, vücutlarını da

isteyeceğiz. Seni seviyorum dediğimizde, sen benim sesim

ve kokumsun demek isteyeceğiz. Kendi hafızamızda

başkalarının sesleri ve kokularını kılavuz yapıp

dolaşabileceğiz ancak. Kendi geçmişimize ancak

başkalarıyla ulaşabileceğiz.

 

Aşk tanrısı, dünyayı yanılın emriyle yaratacak.

Hep yanılacağız.

Hep yanılıp yanıldığımız için hep acı çekeceğiz.

Ama sevinçlerimizi de bu yanılgıya borçlu olacağız.

Yanıldığımız sürece seveceğiz.

Sonra yanıldığımızı anlayacağız.

Ve gidip yeniden yanılacağız

 

Ahmet Altan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bende derim ki sardunum.

Büyümek kocaman bir yılanın ısırıklarına gönüllü katlanmakmış her gün yeniden ve defalarca..sevmekse uçurumdan atlayıp yere tam çakıldığın an yine aynı uçurumun tepesinde uyanmakmış,tarifsiz sızısıyla..

bilemedim..sezemedim..anlayamadım..ne kendimi..nede hayat denen bilmecenin labirentlerini..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Canem,

 

Eğer bilmek, anlamak, çözmek o kadar kolay olsaydı yaşama amacımız bu olmazdı... Asıl büyük soru kendimiziz... Hani bir keresinde şöyle söylemiştin "asıl sır biziz" bu bir cevap... Ve bu cevabı kaç beyin idrak etmek için fırtına koparır dersin?

 

Bazen öyle anlardan geçiyor ki insan, hiç bir şeyin anlamı olmuyor... Herşey o kadar manasız, o kadar yavan geliyor... Bazende tam tersine herşey o kadar anlamlanıyor ki, anlamdan başı dönüyor...

 

Sevmek, sözde kolay özde taşınması zor bir eylemdir... Seversin aldanırsın, sevmezsin yine aldanırsın... :)

 

Anladığımız gün belki anlatmayı deneriz... Eğer anlayabilirsek...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bidenem

 

anlayanlar anlatsada hayatı.. insan olmanın hatalarının toplamı olduğunu anlatsalarda..herkeste farklı bir seyir izliyor bu derin mevzu..ruhsuz..kendi kendine yalan söyleyen üstüne bu yalana bir güzel inanan her akşam yatmadan hırslarını bileyip maskelerini parlatan büyük ve geniş bir topluluğun ayaklarının altında ezilip yok olmaya mahkum olan bazı şahısların aradıkları her neyse ulaşmak için verdikleri çabanın sonucu bazen koskoca bir hiç ve bir yığın koparılmışlık olabiliyor.. :wacko:

 

nefes alıp vermek olsaydı yaşamak..bunca kayıp insan ortalıkta cirit atıyor olmazdı..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bidenem

 

nefes alıp vermek olsaydı yaşamak..bunca kayıp insan ortalıkta cirit atıyor olmazdı..

 

Cadım, her gece msn de yaptığımız beyin fırtınasına burdan devam edelim mi? edersek ne olur deliliğimiz daha çok belli olur mu? olsun mu? :P

 

anlama ve anlamlandırma genetik birşey midir? farkında mısın çok soru soruyoruz, o kadar soruyoruz ki bazen cevabını almadan başka bir soruya geçiyoruz...

 

herkesin yaşama, yaşadığına bakış açısı farklı... ironik bir söz varya, "yemek için yaşayanlar, yaşamak için yemek yiyenler" ayırdımı... bu cümleden yola çıkıp genişletirsek perspektifimizi çok eğlenceli ve çok zor manalara ulaşabiliriz...

 

bana sorarsan yaşam büyük bir sır ve gerçektende o sırrın hedef noktası insan... ya insanın kendisi sır, ya sır insan için yaratıldı... kendi içine yolculuk yapmak ondan zor, içerisi o kadar karanlık ve kalabalık ki kaybolmadan yol alamıyoruz... ve bir noktadan sonra sigortalar atabiliyor... :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bidenecik gıcığım biz o konuşmalarımızı buraya taşırsak :blink: durumumuz vahim olabilir yani.. :unsure:

 

ama katılan arkadaşların fikirleriyle ulaştığımız noktaların farklılığıda artabilir..

 

anlama ve anlamlandırma kişinin düşünce seyriyle..olaylara bakışındaki gerçekliğin oranıyla ilgili bence..neden yaşıyorum sorusuna hepimiz farklı cevaplar verebiliriz..yada bizim gibi hala cevabın arayışında yorulanlarda olabilir..

yaşam sunulmuş bir armağan diyorlar ya ben buna hiç inanmadım..yaşam sunulmuş bir bilmece..ya peşine düşüp çözmeye adayacağız kendimizi yada hayatın armağan olduğu yalanına kapılıp günlük ve anlık kazanımlarla kendimizden uzaklaşacağız..

insanoğlunun verdiği zararı verebilecek bir başka tür daha yok yeryüzünde..

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet Canem, konuşmalarımızı buraya taşırsak bence forumun seyri değişir :P

 

Yaşam armağan olsaydı armağanlar kadar güzel olmalıydı değil mi? Oysa acının mutluluktan çok olduğu yerde, deneme yanılma yöntemiyle yolumuzu bulduğumuz bu gezegende yaşam gerçek anlamda bir ders alma mekanizması... Armağanlığı şöyle dursun bizden alıp götürdükleri hep daha fazla... :getlost:

 

Şimdi bir kısım arkadaşımız din ekseninden bakıp "şükretmek lazım" diyebilir... Bir kısım inanç taşımayan arkadaşımız "yaşam bir tesadüftür" diyebilir... Bizim gibi anlamaya çalışan gariplerde oyalanır durur... :)

 

Birgün anlayacaksak eğer sanırım o bu gezegeni terk etmeden hemen önce olacak... Ama anlatma şansımız olmayacak... :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

canem :hug::w00t:

 

anlasak ne değişecek?

anlamasak ne olacak?

 

farzedelim ki anladık gitti kime anlatıcaz?

anlatamazsak içimizde nasıl tutucaz?

 

yaşamın neresinde durulur?

neresinde durulmaz?

 

dün gece kendi içimde yine eksildi bazı manalar :ermm:

onların yerinde başka sorular var şimdi... :closedeyes:

 

bi takla atayım kendime geleyim :yuvarlan:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sen o manaları niye kaybediyon biliyon mu bidenem -_- böyle her fırsatta takla attığın için içerdekiler karman çorman vaziyete geldiğinden sende :wacko: böyle çözdüğün sorularla gene buluşma fırsatını yakalayıveriyon :laughing:

 

bana anlatabilirsin canem zaten yedin bitirdin beynimi.. :getlost: dur bende bi takla atıvereyimde kendime geleyim :yuvarlan:

 

canem hayat nedir..ben kimim :wassat: ..manasını anlayamadımda..sanki civabı bulmuştum ama :blink::hug:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

canem takla her derde devadır at bi tane daha bak ne manalar anlayacan :grin:

 

benmi seni yedim, yuksam senmi beni yedin <_< uyumayı unuttuk kızım :blink:

 

bak sigaradan uzak dur 2 saatten aradan önce içme birde senle uğraşmayayım :ermm::hug:

 

konumuza dönelim, ne yazıkki insanoğlu balık hafızalı canem tam işte buldum diyoruz ertesi gün sor yok bişey... :wacko:

 

içimde bu kadar şey biriktirmiş biri olarak keşke diyorum bu kadar dağınık olmasaydım, her yeri dağıtıyorum sonra toplarım diye içinden çıkamıyorum... :unsure: mecazen diyorum canem anladın sen onu :shifty: tıpkı senin gibi değilmi :P

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

al işte :wassat:

ben biliyodum başıma gelicekleri..kızım ne irezil ediyon beni burda..sigara filan..sen kendine bak önce bikerem :getlost:

 

sigara ********* ve kötü bir alışkanlıktır..başlamayı düşünenlere yada özenenlere duyurulur..

 

yuk ben gayet derli ve topluyumdur -_- ..sen gibi olmam imkansız yane :shifty: efet bidenem sen gibi balık hafızalılar yüzünden ben gibi fevkaladenin fevkinde akıl sahipleri bilem yörüngeyi şaşırabiliyor.. <_<

 

ne kadar haklısın bu sözlerinde :flowers: bu kadar olur yane :w00t:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

EFLATUN’A İKİ SORU SORMUŞLAR

 

1. SORU : İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir.

 

1. CEVAP: Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler.

 

Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, ama sağlıklarını geri almak için para öderler.

 

Yarından endişe ederek bu günü unuturlar, dolayısıyla ne bu günü nede yarını yaşarlar.

 

Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar, ancak hiç yaşamamış gibi ölürler…

 

 

2. SORU : Peki sen ne öneriyorsun.

 

2. CEVAP : Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın, yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Önemli olan hayatta en çok şeye sahip olmak değil en az şeye ihtiyaç duymaktır…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Başka bir dünya olmalı...

 

Değişiyorum, korkmadan, büyüyerek gelişiyorum... Kendi içimde kendimi öldürüp her bahar yeniden doğuyorum... Bakıyorum benimle birlikte herşey değişiyor, hiçbir şey aynı kalmıyor...

 

Eskiden asabiydim, her laftan kavga çıkaracak kadar hemde... "Asla"larım vardı asla yapmayacaklarım, bir gün baktım ki asla dediğim herşeyi yapmışım... Artık bu sözcüğü kullanmıyorum özellikle kendime karşı...

 

Derdimi anlatamayınca hemen ağlardım, çok alınırdım, çabuk kırılırdım... Geçti hepsi bana faydalarının olmadığını anladığım gün çöp kutusuna bıraktım hepsini...

 

Çok bildiğimi sanıyordum, çünkü yolda bulduğum kağıt parçasın bile okuyordum... Ne sorsalar verecek bir cevabım vardı mutlaka artık konuştuğumdan daha çok susuyorum, baktım ki bildiğim hiç birşey yok aslında... O kadar cahilmişim anyalacağın...

 

Ben kendimi kendimden ve cümle kalıplardan soyutladıkça, kendi giysilerimden soyundukça, gördüm ki bu kez insanlar başka şeylere yoruyor... Bazıları aşmışsın sen kendini diyorken, bazıları çelişkiler yumağı sanıyor...

 

Oysa hep arayış içindeyim içimde var olduğunu bildiğim gerçeğin ne olduğunu bile bilmiyorum... Başka pencerelerden bakmayı öğrendiğim günden beri görünen pek çok şeyin ilizyondan başka birşey olmadığına inandım... Başka görüyor başka anlıyoruz oysa baktığımız şeyin ardında çok başka manalar var... Yoksa bu kadar büyük bir yüreğe sahip olmazdı insan...

 

Başka bir dünya diyorum olmalı... Biz henüz et-kemikten soyunmamışken onu bulmalıyız... Ying/yang gibi dünya her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik var... İyi insan ve kötü insan yok ve sahip olduğumuzu sandığımız hiç bir şeye sahip değiliz aslında... Kendi canımıza bile...

 

O yüzden "benim" dediğimiz, bize ait olduğunu sandığımız herşeyi kiraladığımızı anlamıyoruz...

 

Böyle güzel şeylerden bahsettiğinde insan kötülükle tanışıp iyilikle tanışmayanlar tarafından defalarca kalbinize hançerler saplanıyor... Size tahammül edemiyorlar... Yalan söylemekten aciz bir insansanız bile yalancılıkla itham edilebiliyorsunuz...

 

İşte buna alışmak zor... İnsan kendisini tanımadan başkasını tanıyabilir mi?

 

Eğer bulunduğunuz dünyayı güzelleştirmeyi bilmiyorsanız bırakın bilenler güzelleştirsin bunun size zararı olmaz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

FİKRİMİN İNCE GÜLÜ...

 

Doğan her canlıyı doğuran bir dişidir bu kaide asla değişmedi değil mi? Doğuran, büyüten, besleyen, eğiten anaydı... Her ana kutsaldı bu yüzden... Yavrusunu şartlar ne olursa olsun her türlü tehlikeden koruyan anneydi... Ama ne yazık ki insan denilen canlı dişiye, dişiliğini teslim etmedi...

 

Doğurması kafiydi fazlasını yapmasına gerek yoktu... Ağada olsa, padişahta olsa, dağda çobanda olsa bir kadın tarafından doğuruldu... aynı kadın ne öğrendiyse onu öğretti yavrusuna... Atasından, anasından ne gördüyse... Kadın tamahkardı, şükür bilirdi, bilmeseydi de zaten bildirilirdi... Haddini bilmeyen kadının yaşamsal hakları doğurduğu erkekler tarafından belirlenirdi... Masal gibi anlatıyorum ama böyle bir masal yok aslında, bu dünyanın gerçeği...

 

Kadının yeri belliydi, istekleri, arzuları, beklentileri, hevesleri, merakları doğurduğu erkeklerce kontrol edilir, erkek ne kadar lütfederse o kadarına rıza göstermek zorundadır... Zaten eksik etektir... Saçı uzun aklı kısadır... Erkek işine karışması şeyhül islam'a göre uygun görülmez... Şimdi hilafetle yönetilmiyoruz tabi ama zaten ihtiyaçta yok o kadar çok kadımız, imamımız, şeyhimiz var ki... Onlar herşeyi biliyorlar, kafalarına göre konuşmuyorlar din ne söylüyorsa onu söylüyorlar... (!)

 

Okula hiç gönderilmemiş benim annem... Dedem gerek görmemiş... Zaten 10 kardeşler, en küçükleri annem... O abileri okula giderken onlara yemek hazırlamış... Hizmetkar olarak... Abilerse haylaz ve okula doğru dürüst gitmemişler... Ama erkek oldukları için okutulmuşlar... Annem onların defter kitapları ile kendi kendine okumayı öğrenmiş... Bayramda konusu geçti dedi ki, bir kez olsun gidebilseydim... O sınıfta önlüğümle bir gün oturabilseydim... İzin vermemişler... Dedem öyle kötü bir adam değilmiş ama tipik anadolu erkeği işte... Ona kadın haklarını bildirmişler kadının, kızın yuları elinde olduğundan nereye kadar müsade ederse etmiş işte...

 

Annemin, o sözü beni o kadar yaraladı ki, "bir gün olsun girebilseydim o sınıfa"... Şimdi bunu telafi edecek hiç birşey yok... O bizi okuttu ama ne pahasına olursa olsun okumamız için elinden geleni yaptı... Okulun önünden geçermiş abilerine yemek yapmaya giderken sınıfın içine bakarmış pencereden... Annemde bir kadın ona verilene, babasının kendisine layık gördüğüne rıza göstermek ona öğretilmiş... İtiraz etmek aklına bile gelmemiş... Hakkı olduğunu bile düşünmemiş...

 

50 sene sonra ülkemde hala manzara bu... Belki bir arpa boyu yol almışızdır... Ama kadınlar, kızlar hala doğurdukları erkekler tarafından yönetiliyorlar... din baskısı altında erkeğe sesini yükseltmekten bile korkuyor kadınlar...

 

Hayatında hiç denize girmemiş, hiç sinemaya gitmemiş, hiç kitap okumamış, hiç kendi parası olmamış kadınlar var hala... Ülke nüfusumuzun % 51'i kadınken, toplumun sosyal hayatında kadın Taksim meydanlarında tacize uğrayan ve doğurmuş olduğu bir sürü erkek tarafından ağzından salyalar akarak o dehşet manzarasına mazur bırakılan kadın...

 

Ezberletilmiş erkeğin bir kaç adım ardından gidecek... Akp'li bakanlara bakıyorum manzara tam onlara göre... Kadın 3 adım geride... Adamı takip ediyor... Bu zihniyetin kadına vereceği hak (!) ne kadardır düşünemiyorum... Ülkemi yüneten ve temsil eden bu zihniyetin bakan eşlerinin cehaleti, ezikliği, sindirilmişliği ruhumu yaralıyor... O kadınlar adına üzüntü duymaktan geri kalamıyorum...

 

Sivil toplum kuruluşlarına kızıyorum... Bir sürü kadın kuruluşu gerçek anlamda toplumun belkemiği olan anadolu kadını için, şehre göç etmiş ama şehirlileşememiş kadını için ne yapıyorlar? Kaç kadına eğitim veriyorlar, kaç kadına kültürel anlamda yardımcı oluyorlar...?

 

Bir toplum kadınını bu kadar geri plana atarsa o toplumun bekası söz konusu olabilir mi?

 

Kendi doğurduğumuz adamlar önümüze ne atarsa ona şükretmek zorunda mıyız biz? Benden tek farkı cinsel uzvu olan aynı türü paylaştığım erkek kutup neden benden daha fazla söz sahibi? Neden lütfettiği ile yetinmek zorundayım?

 

Ama burada da hata yine kadında, doğurup yetiştirdiği erkeği başına bela eden yine kadının kendisi... Ve unutmamak lazım hak verilmez alınır... Hakkını aramayanın hakkı gücü elinde bulunduran tarafından gasp edilir...

 

Kadınların, kadınlara sahip çıktığı ve aydınlık Türkiye'nin aydınlık yüzü olduğu günleri görmeyi hayal ediyorum... Bu ülkenin bir geleceği söz konusu olacaksa onu kuracak olanlar kesinlikle kadınlar olacaktır...

 

Bir kadının başarısı, toplumun başarısıdır... Her toplum kadınına layık gördüğü kadarıyla var olacaktır...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.