Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ATATÜRK ve ANILAR


LluVia

Önerilen İletiler

Birazdan yazacağımı nereye yazsam diye baktım ama uygun bir yer bulamadım, ben de kendime uygun bir yer yarattım :D

Bu bölümde Atatürk'ün hayatından kesitler gibi konuşma parçaları yayınlamak Atatürk'ü daha iyi anlamak için de iyi bir fikir diye düşündüm. İlki benden olsun, umarım devamı gelir.

 

 

ATATÜRK bi yemekte ingiliz bi çoçuğun suratını asyı görür ve yanındaki usağa derki

 

-git bakalım ne istiyomuş? neden suratı asık

 

uşak gider

 

-neden suratınız asyk

der

cocuk

 

-o karşıda duran adam benim ÇANAKKALE'de babamı öldürdü

der

 

uşak ataya gider

-paşam sizin ÇANAKKALE'de babasını öldürdüğünüzü söylüyor

 

der

 

ve ATATÜRK sinirlenir elini masaya vurur

 

-onun babasının orada ne işi varmış!!

 

der

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Izmir kurtuldu, cok tatli bir yorgunluk, Ankara'ya hareket ecekler.Trene binerler kompartimana cekilirler.

 

Ertesi gun kompartimanin kapisini calar yaveri,acar yorgun, bitkin, kravatini yikamaktadir Ataturk.

 

Yaveri "

 

pasam bu ne hal hic uyumadiniz herhalde niye boylesiniz"der.

 

"Ya çocuk

 

kompartimanima yastikla battaniye koymayi unutmussunuz.

 

Kolumu yastik yaptim agridi, setremi yastik yaptim usudum, ben de uyumadim kalktim"der.

 

Yaveri;"aman pasam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastikla battaniye getirirdik"der.

 

Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan tarihi bir cevap der ki

 

"Gec farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz

 

Hicbirinize kiyamadim.Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi". :clover:

 

Alıntı

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hicbirinize kiyamadim.Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi". :clover:

 

Çok güzel bir yazı gerçekten teşekkür ederim paylaşımın için.

Ve çok güzel bir söz...

Şimdiyse başbakan halkından bir insana ananı da al git diyo :(

Ne günlere kaldık :angry:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

ER`IN MENDILI

 

Bir aksam uzun süre didisen, ugrasan iki erden birinin yüzünü sildigi mendil gözüne ilismisti. Bu islemeli ve

göz alici yagligi isteyerek ere sordu:

 

-Bunu nereden aldin?

 

Bu ansizin sorulan soru karsisinda sasiran kahraman Türk cocugu, skilarak karsilik verdi:

 

-Yavuklum göderdi, Atatürk!

 

Büyük kayiplar karsisinda bile agladigi görülmeyen, aci duygulari icinde gizleyen Büyük Sef, bilmem neden,

o anda sarsilmisti, dolan mavi gözlerinden iri damlali yaslar dökülüyordu. Er`in demin yüzünden akan terleri sildigi bu mendille o da göz yaslarini silmisti.

 

Prof. Naim Hazim Onat

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan tarihi bir cevap der ki

 

"Gec farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz

 

Hicbirinize kiyamadim.Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi". :clover:

 

Alıntı

 

:clover: :clover: Şu aralar hiçte rahat uyuyamasakta ,,,,,,( kısmetse 23 temmuzda )

 

İZİNDEYİZ ...................................

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

1938 in Mayıs ayında Ata ile birlikte bir radyo haber bültenini dinliyorduk. Spiker Fransızca olarak, “On dit que Atatürk est

 

malade - Atatürk’ün hasta olduğu söyleniyor” diye bir cümle kullandı.

 

 

Maalesef Atatürk de bu cümleyi duymuşlardı. İrkildi ve yerinden kükrer gibi kalkarak, fevkalade gergin ve işaret parmağı ile

 

radyoyu göstererek,

 

 

“Atatürk hasta dedi, değil mi?” diye bana sordu.

 

 

Ben şaşırmıştım, ne diyeceğimi bilemedim. Atatürk tekrar bağırdı” Atatürk hasta dedi değil mi” deyince “Evet Paşam”

 

demek zorunda kaldım. “Ya demek öyle,” dedi.

 

Biraz durdu, sonra bana dönerek, “Yarın trenle Adana’ya hareket ediyoruz. Hazırlıkları ona göre yapsınlar. Seyahatten

 

doktorların da haberi olsun” diye emir verdiler. Derhal hazırlıklara başlandı. Doktorlar uzun seyahatleri ve uzun yürüyüşleri

 

kesin olarak yasaklamışlardı. Buna rağmen, ertesi gün trenle önce Mersin’ e gelinmiş, burada hasta hasta birlikleri teftiş

 

etmiş, onlara geçit resmi yaptırmış ve sonra yorgun düşerek arabalarına binmişlerdi. Bu seyahati ve bu hareketi, bütün

 

basın ve radyoya bildirmiş, dolayısıyla da dış dünyaya da duyurulmuştu.

 

 

Böylece Atatürk, sağlığı pahasına bu yorgunluğa katlanmış,

 

ama

 

hala ayakta olduğunu ispat etmişti.

 

Kaynak: cocuklacocuk.com

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk'ün yabancı konuklarını ağırladığı bir yemekte. Servis yapan hizmetli dengesini kaybeder ve elindeki tepsiyle beraber düşer.

 

Masadaki Türk yetkililerin yüzü asılır. Yabancı konukların karşısında böyle bir şey yaşandığı için.

 

Atatürk, "Ben bu millete herşeyi öğrettim ama bir uşaklığı öğretemedim" der.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

İZMİR SUİKASTI

 

İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:

- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:

- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?

- Evet, dedi. Ben yine sordum:

- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?

- Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.

- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?

- Hayır.

- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?

- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.

 

O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:

- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

 

Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.

 

Yahya Galip KARGI

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bunlar Yazılmazsa Ben Analaşılmam Ki

 

Atatürk, Izmir' e bir gidişinde Kordonboyu' ndaki evinin salonuna büyük bir sofra kurulur. Davetliler tamam olup oturulacagı

 

vakit, sokakta biriken halkın icerisini seyrettigini gören vali, perdelerin indirilmesini emreder. Atatürk der ki:

 

- Vali Bey, dışaridaki halk acaba bizim ne yaptıgımızı saniyor?

 

Icki ictigimizden şüphesi yok . Fakat şimdi masa üstünde kadın da oynattıgımızı ve kim bilir daha neler yaptimizi

 

zannedecekler. Icki icmekten başka bir şey yapmadığımızı görmeleri için perdelerinizi actiriniz.

 

Sözlü, oyunlu ve kadınlı toplantılardan biri idi. Sofranın iki türlü dagılışi vardı. Ya Atatürk' e iyice uyku ve yorgunluk basar,

 

arkadaslarına izin verir ve yatak odasına cıkar, yahut, yabancı ve yarı bildiklerle vedalaşip birkac yakın arkadaşını

 

alıkoyardı. Yemek odasında veya , eğer bahar ve yaz günleri ise, köşkün bahce sinde kalanlarla biraz daha vakit

 

gecirdikten sonra, hafifler ve ayrılırdı.

 

O gece bazi aşırica sahneler gecti. gülüşe oynaşa sabahladik.

 

Atatürk benim birkac kişiyi sona bıraktı. Gece üstüne bir hayli dedikodu yaptık. Cikip gidecegim sıra daha da coskun ve

 

cümbüşlü bir geceden sonra Cankaya' daki evine gitmiştim. Kendisine dedim ki:

 

Şimdiye kadar sizin icin ecnebi dillerde yalnız Frenkler yazdılar. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi onlardan daha iyi

 

tanıyoruz.

 

Müsaade etmez misiniz? Yakup Kadri ile sizin icin bir kitap hazırlasak..

 

Bilardo istekasını bırakarak yüzüme bakti:

 

Dün geceyi yazacak mısınız?

 

Canim efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var ?

 

Ama bunlar yazılmazsa ben anlasılmam ki.. Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz.

 

Falih Rifki Atay

 

( Atatürk'ün Sofrası ) dan alıntı

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu

.-Merhaba nine.

Kadın, Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;

-Merhaba dedi.

-Nereden gelip nereye gidiyorsun?

Kadın şöyle bir duralayıp,

-"Neden sordun ki", dedi. "Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?"

Paşa gülümsedi.

-Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır.Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini

söyleyecek misin?

Kadın başını salladı.

-Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.

-Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?

-Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin

geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey..

-Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı?

Kadını birden yüzü sertleşti.

-Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.

Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi.Bana dönerek,

-Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu. Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum

"Anacığım" dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.

Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.İkisi de ağlıyordu.İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;

-Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp

peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik.

Oradakilere şu emri verdi;

'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

ABDÜLHAMİD

 

1937 yılında idi. Yaz aylarından biri. Doğrudan doğruya kendi kontrolündeki bir gazetede "Makedonya" adlı bir eserim tefrika ediliyordu. Bir akşam üstü Başyaver Celâl (Üner) Bey beni telefonla aradı. Dolmabahçe Sarayı'na davet edildim. Ve Saraya gidince de, hemen hiç bekletilmeden, üst kata çıkarıldım. Bir kapı açıldı, kendimi Büyük Adamın karşısında buldum. Saygılarımı bildirince, belli bir iki nezaket cümlesi ile beni okşadı. Sonra:

- Yazını okuyorum, dedi. Hürriyetin ilân edildiği zaman küçük bir çocuk olman lâzım. Fakat kutlarım, o günleri iyi canlandırıyorsun. Yalnız Abdülhamid'i hiç sevmediğin belli.

 

Biraz durdu. Elindeki bir renkli kalemi, önünde açık duran kalın ciltli bir Fransızca kitaba dikine vurarak düşünür gibi oldu. Ben susuyordum. Bu hal bir iki dakika devam etti. Sonra birdenbire şu sözler çıktı ağzından:

- Sevme Abdülhamid'i! Yine de sevme! Fakat sakın anısına hakaret edeyim deme. Senin kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye alışmalı. Bak çocuk! Kişisel kanımı kısaca söyleyeyim: Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette, Abdülhamid'in yönetimi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa...

 

Bunun üzerine ayrılmama müsaade buyurmuşlardı. Saygılarımı tekrarlayarak huzurundan uzaklaştım.

 

Nizamettin Nazif TEPEDELENLİOĞLU

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ

 

1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:

- Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu:

- Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar, Kürt şivesiyle:

- Valle Padişah bilir! dedi

Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle:

- Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?

İhtiyar tekrar etti:

- Padişah bilir!...

 

Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:

- Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi

Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:

- Köylere genelge yolladık Paşam, dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı:

- Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!..."

 

Ahmet Hidayet Reel

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM

 

Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:

- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.

 

Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:

- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

 

Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.

 

Ord. Prof. Sadi IRMAK

 

Kaynak: Sadi Irmak, Ord Prof. - Atatürk'ten Anılar, 1978

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Atatürk'ün anılarına Alman sansürü

 

Atatürk'ün 1. Dünya Savaşı sürecinde yaşananları kaleme aldığı anılarını derleyen araştırmacı Ahmet Almaz, savaşa ait

 

gerçeklerin Hakimiyet-i Milliye ve Milliyet gazetelerinde yayımlanmasına Almanlar’ın sansür uyguladığını ortaya çıkardı.

 

"Atatürk'ün Anıları", araştırmacı Ahmet Almaz tarafından kitap haline getirildi. Anılarda Atatürk'ün 1917'de Osmanlı

 

Veliahdı Vahdettin'le birlikte yaptığı Almanya ziyareti dikkat çekiyor.

 

Atatürk'ün, Alman General Ludendorf'la savaşın gidişatıyla ilgili kısa bir tartışma yaşadığını konu alan bölüm şöyle

 

aktarılıyor: "Ludendorf'un Anadolu'nun kuzeybatısında itilaf devletlerine karşı taarruzun başarılı bir şekilde sürdüğünü ifade

 

etmesine üzerine Atatürk, ‘Taarruz kuvvetleri hangi hatta kadar gidebileceklerdir?’ sorusunu yöneltti. Ludendorf ise,

 

‘Sonucunu olaylar gösterecektir’ cevabını verdi. Taarruzun sınırlarının belirli olmasına karşın aldığı cevaptan rahatsız olan

 

Atatürk, Vahdettin'e memleketin geleceğinin Alman zaferine bağlamasının mantıksız olduğunu ifade etti. Bu anının

 

gazetelerde yer alması Almanlar’ı harekete geçirdi. Almanlar’ın tepkisi üzerine Falih Rıfkı Atay'ın hazırladığı anılar dizisine

bir ay sonra 12 Nisan 1926'da son verildi.

 

Alinti

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...
090820080252538469295.jpg

Atatürk olmasa bugün Hazreti Muhammed’in mezarı da olmayacaktı

 

 

Pazartesi akşamı Avrasya Televizyonu’nda Lale Şıvgın’ın sunduğu “Beyin Fırtınası” programına katılmıştım biliyorsunuz. Programın diğer konukları Nevzat Yalçıntaş ile Erol Manisalı idi.

 

Nevzat Yalçıntaş program sırasında Atatürk’le ilgili küçük bir anekdota yer vererek “Suudiler 1926 yılında sınırları içinde tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hazreti Muhammed’in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek, ‘Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim’ demişti. Bunun üzerine Suudiler Hazreti Muhammed’in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yok edildi” dedi.

 

Programın ana konusu kapatma davası olduğu için bu konu fazla uzun sürmedi. Programdan sonra Lale Şıvgın, yayının yapıldığı Doğatepe tesislerinde bizlere birer çorba ikram etti. Bundan yararlanarak Yalçıntaş’a “Hocam programda anlattığınız olayın ayrıntılarını söyleyebilir misiniz?” diye sordum.

 

1981 yılında 12 Eylül askeri yönetimi Atatürk’ün 100. doğum yılı nedeniyle kapsamlı bir program hazırlamış. Prof. Yalçıntaş o dönemde İlim Kurulu’nun başına getirilmiş. Amaç Atatürk’le ilgili çeşitli kaynaklardan arşiv araştırması yapmak ve “bilinmeyen Atatürk’ü” ortaya çıkarmakmış.

 

Yalçıntaş, “Dışişlerinde Münir Bey vardı. (Soyadını hatırlayamadı) İyi bir araştırmacı ve arşivciydi. Ona Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin araştırılması görevi verilmişti” diyerek anlatmaya başladı.

 

Sonra da sürdürdü: “Bir gün Münir Bey aradı. Çok ilginç bir belge bulduğunu, bunu getirip göstermesi gerektiğini söyledi. O sırada benim çalıştığım başbakanlık binası ile dışişleri binası aynı yerde. Hemen atlayıp geldi. Çok heyecanlıydı.”

 

Prof. Yalçıntaş, Münir Bey’in gösterdiği belgeye baktığında çok şaşırdığını belirterek şöyle devam etti: “Belge bir telgraf metniydi. Henüz yeni kurulan Suudi devletinin kralına gönderilmişti. Telgrafta ‘Hazreti Muhammed’in mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu aşağıya gönderirim’ anlamına gelen cümleler vardı.”

 

Yalçıntaş, burada Hazreti Muhammed’in mezarı ile ilgili kısa bir detay anlattı. İngiliz işgali sırasında komutan olan Fahrettin Paşa’nın kabri terk etmemek için uzun süre direndiğini, aç kaldıklarını bu nedenle çekirge yiyerek beslendiklerini, sonunda İngilizler’in hiçbir şekilde dokunmamaları kaydıyla Hazreti Muhammed’in mezarını terk ettiklerini ancak kutsal emanetleri de yanlarına aldıklarını söyledi.

 

Şimdi gelelim belgenin bulunmasından sonraki gelişmelere, çünkü vahim ve ilginç olan bu: Nevzat Yalçıntaş’ın anlattığına göre Münir Bey belgeyi önce bir üst amirine götürüyor. Belge oradan daha yukarı taşınıyor. Sonunda müsteşara oradan da Bakan İlter Türkmen’e geliyor. Tabii Evren Başkanlığı’ndaki Milli Güvenlik Konseyi’nin de haberi oluyor.

 

Sorun şu: Bu belge ne yapılacak? Dönemin Atatürkçü komutanları ve onların emrindeki bürokrasi bu belgenin açıklanmasını istemiyor. Ancak belge de ortaya çıkmış bir kere. Sonunda o dönemde yazılan ve şimdi kitapçılarda tek nüshası bile kalmayan bir Atatürk kitabının içine, hiçbir anons yapılmadan konuyor.

 

Kısacası konu adeta kapatılıyor, sadece o tuğla gibi kalın kitabı sonuna kadar okuyanların dikkatini çekecek biçimde “zevahiri kurtarmak” adına konuyor.

 

Peki bu belge şimdi nerede? Kimin koruması altında? Bu da bilinmiyor. Bilinen tek şey, Atatürk’ün İslam aleminin peygamberi Hazreti Muhammed’in mezarının ortadan kaldırılmasını önlemesi herkesten saklanıyor.

 

Izniniz ile buraya tasidim ilk kismini yazinizin Sayin Efendi Türkler... :clover:

Her ne kadar bircok sey saklansa da, saklama cabasini " kimileri"... artik her kim ise gösterse de

Bilmezler mi yasanan gercekler silinmez, tarihimiz de yer alir..

Kimisi yapiciligi ile

Kimileri de yok edisleri ile..........

Bir zaman gelecek yok etiklerini, nasil saklayacaklar onu cok merak ediyorum benim..

 

Saygilar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.