Φ sardunyam Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Bir Nevi Otuzüç Yaş Şiiri Artık kısa pantolonlu çocukları Gençlik parkına götürmüyorlar Ve anneler trafik lambalarında köylü değiller o kadar Locadaki farelerden bile kemirgen Gişeci kadın nur sinemasında En sevdiğim karate filmi Tek kollu kahramanımızdı vang yu Ve ondan çok kollu doğmuştu bruce lee Ki genç yaşta kaybettik kendisini Ulan falkonetti seni bir elime geçireceğim var ya Elektrikler kesilir zengin ve yoksul’un tam ortasında Ve’nin tam üstünde yani Hass..ttir dense de derinden yurttaşın Elektrik idaresindeki yurttaşa ne o yurttaş Zırpa pırta elektrik kesiliyor Diyebilesi yoktur ki BİRTEK KOKUDUR GEÇMEYEN ZAMANLA HER DUYULDUĞUNDA BİRAZ DAHA KESKİNLEŞEN O zaman amerikan arabaları bizim evin önünde Dolmuş eylerken caddeyi Ümit besen de film yapar niye yapmasın ki furyadır bu Ama seyretmek suça giriyor canım annem Zaten bu yumurtalı sandöviçlerle Kesin kovarlar bizi ki Korkarım her şiire konuk olacak Mahur bir otlupeynir kokusu süreyya sinemasında Mübarekler pikniğe gelmişler Hayır benim kokoş teyzem Mübarekler hakkari’ den gelmişler Okul bitimlerinde çamsakızı ağlamalar yok artık Filiz beni unutma ki hakkari Unutulmaya müsait bir yerdir Mektup yaz yoksa çok kurak geçecek bu yaz Hep saklayacağım hatıra defterime yazdığın Yazının yanındaki kan damlayan kalbi Seni seviyorum filiz Yemin et! bak vallahi! Yok artık bu kendini şaşırmış Kendi edasını kendisi bozan cümleler Niyazi’nin kısalığı uzunların problemi Aynı zekanın sırasında oturuyoruz Bozkırımın çilli çocuğuyla avukat oldu sonra Kimin neresine değer bu nostaljik kırıntılar Herkesin sandık odası kendine gizemli Ama kolejli çocuklar nasıl sevişiyor Ve kızlar yine kolejli onlarda ve taş gibi Bu kız varya insanın sevgilisi olsa Uyku tutmaz adamı Ama rüyasında başka bir lavuğa vermesin hesabı Yükseliş’in tuvaletinde kız resmen düşük yapmış Tabii fevzi de yok Hepimizin bayıla bayıla yuttuğu Kolejli çocuk yalanlarını söylesin Ona kalsa artık sevişmese de olur Bütün okulu getirip götürmüşlüğü var Düzliseliliğimize cintonik içiyoruz Paralı palavralarıyla fevzi’nin Kolejliden darbe yeme işi ilerideymiş O zaman bilmiyoruz tabii Haluk o zaman araba sahibi Ki biz bisiklet kavgası yapmaktayız daha Ağbim mustafa’yla E tabi mobilya dükkanı beş katlı olunca Olsu yakışır kardeşime ki bazı tandır ısmarlıyor Siteler dükkana gidince Nerden baksan kolası ayranı filan Epey para tutuyor konyalı’dan et yiyorsun kolay değil yılmaz erdoğan Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 ne çok severim yılmaz erdoğan'ın o kendine has üslubunu ve o tatlı üslupla ince tepitlerini inceden dokundurmalarını... hayatı ne anlatır demiştik başlıkta, hayat bazen kendisini anlatır, bazen hiç bir söz yetmez onu anlatmaya çünkü o bol soru işaretli, bol acabalı, bol acıklı... ya da tam aksi bol geyikli bir şey işte... bazı gün ağlamak gelir içimizden bazen sığmaz yüreğimiz göğüs kafesimize... bazen ölümdür size en yakın olan, bazen hayat hiç bitmeyecekmiş gibidir... hayat kendi kurallarını kendin belirlediğin bir yol... bir değirmenki bir kaç kez öğütüldüğün... hayat bazen bir kahkaha ki, çınlatır bütün duvarları ve hiç önemi yoktur bazen... bazen farkında olmaktır, bazen hiç görememek... bazen ıskalarsın, bazen tam isabet... bazen geç kaldığın ya da hiç karşılaşamadığın... ve belkide yaşadığın sürece asla anlayamadığın... ve yılmaz erdoğan devam ediyor.... Ah pınar! diye girmeli o sokağa Ey kalçası kendinden güzel kendinden bağımsız insan O kotu giyiyorsun ya senin değil Bizim üstümüze Yapışıyor Ki levis o zamanherkeste yok Biz yerli malı dandik kotu Çamaşır suyuyla amerikanlaştırıyoruz o devir ve Bir konvers almışım elden düşme ağlaya sızlaya Babaannem hiçbir marka bilmiyor Bu pırtıkları mı aldın diyebiliyor konversim hakkında Ve bir de filiz vermiş pınar’ın annesi bak sen Ve kader ve songül ve nazire Ve şu anda adını sayamadığımız Diyarbakır mantalitesinin kız çocukları Yakantop en erotik eğlencedir bize Ah be melike geçme burdan çekirdek çitleye çitleye Biliyorsun fena oluyor yakan topun Ateşli kısmı sen gelince Annesi kuaför ya deli ediyor melike mahalleninistediği zaman fön çekemeyen kızlarını SENİN GİBİ GÜZELİNİ BİR DAHA GÖREMEYECEĞİMİ BİLSEM NE ARTİSTİ BE KAPINA MENTEŞE OLURUM Biliyorum aradan yirmi yıl geçti Bilmiyorum hangi manasız adamlarla seviştin Biliyorum çok geç oldu kalkacağız bu dünyadan Ama seni seviyorum melike Bu şiire biryerde rastlarsan mutlaka beni ara Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Her Şey Sende Gizli Yerin seni çektiği kadar ağırsın Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kar sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; Ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın Bir gün yalan söyleyeceksen eğer Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. İşte budur hayat! işte budur yaşamak Bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir Kuşlar ötebildiği kadar sevimli Bebek ağladığı kadar bebektir Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin Kadar Sevilirsin... Can Yücel Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Hasretinden Prangalar Eskittim Seni, anlatabilmek, seni, İyi çocuklara, kahramanlara, Seni, anlatabilmek seni, Namussuza, haldan bilmez, ***** yalana. Ardarda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül gürül akan bir dünya.... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar, Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana, Bir bu yana... Seni, bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara, Akan yıldıza. Bir kibrit çöpüne varana, Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne. Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri, Payı yok, apansız inen akşamdan, Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Seni, anlatabilsem seni.... Yokluğun, cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini.... Ahmed Arif Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 21 Ocak , 2007 Eğer O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer. Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer. O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer. Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer. Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer. Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer. Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer. Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer. Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer. O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer. O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer. Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer. Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer. Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer. Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer. Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer. Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına okunacak biri olsaydı eğer. İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer. Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer. Issızlığa teslim olmazdı sahiller, Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer. Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse... Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!! Can Yücel Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ jeune Gönderi tarihi: 22 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 22 Ocak , 2007 Köprü Sevgili, yetmiyor 'sevgili' sözü tek başına.Karşılamıyor içimi dolduran duyguyu. Oysa ben 'sevgili' derken neler düşünüyorum bilsen. Sonsuz,bir güneş, bir yudum rakı, çiçeğe durmuş ince bir bahar dalı, oğlumun sıcak yanağı, anamın acılı gözleri, babamın tütün kokan eli, evimizde ki kuş, yarının güzel günleri, anlatılması güç binlerce duygu ve SEN... işte sen beni hayata baglayan en güzel köprüsün; köprülerin en güzelisin. sevgilim...güzelim... insanı yaşatan içimizdeki hayat böceğidir. o ölürse hayatımızında tadı biter. o sakın ölmesin, yaşat onu yılmaz güney Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 22 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 22 Ocak , 2007 jön'üm deliyürekli kardeşim hoşgeldin sayfamıza... insan iki türlü yaşar derler... bir ömür yaşar ki o doğduğun an başlayan ve bir kefenle ayrıldığın bu limandan... ve onun içinde yaşadıklarındır hayat... senin yaşadıkların, senin hayatın... acılarımı ben bilirim, sevinçlerimide, yaptığım hatalardan ben sorumluyum, ve kırdığım kalplerdende... Sessiz Gemi Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli. Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu. Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler. Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden. Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden Yahya Kemal Beyatlı Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 22 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 22 Ocak , 2007 Ayaküstü Yaşanmış Ölümsüz Aşk Hikayeleri 1. bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum, bildiğim ancak aşıkken var olduğum... işte bu yüzden, benim için aşık olmak; çoktandır hasretine katlandığım yokluğum. 'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, ' demiş La Rochefoucauld benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum... 2. her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim bir bakıştan, bir duruştan, çağrışımın sonsuz hızından unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda. belki de yaşanabilecek en güzel serüveni terk edeceğim daha otobüsün ilk basamağında. kim bilebilir ki? sonrayı, sonrasını kim bilebilir? gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim otobüs camına bağrında bir ok ile bir aşk levhası çizecek, ah min-el! bu da ötekiler gibi, kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden yaşayıp gidecek.. 3. şimdi hemen kalksam buradan hemen çıksam uzun sokaklardan birine kiminle karşılaşabilirim kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen bir ölümcül sevda hangi köşe başında keser yolumu bir tenhaya ulak olan o suret avı bırakır mı yakamı haracı ödenmeden bırakır mı yakamı bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden ak kağıda düşürülmüş imzasını görmeden bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden 4. hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden her aşk, her şiir ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden, küskün omuzlu terk edilmişliklerden, perspektifinde hep bir sokak taşıyan o sessiz o faili meçhul cinayetlerden resim altı sözcüklerden aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti elle bilenmiş sözcükler, yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı nabzımın atışına ayak uyduran vezninde gece adımları şiirlerimin bırakır mı yakamı yaşadıklarımı dökmeden imgelerin giysilerine hayatın maskelenmiş gerçekliğine upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için yeniden ve yeniden. Murathan Mungan Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 23 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 23 Ocak , 2007 Ayrılıklarda hayata dair, kavuşmalarda... ne varsa insanın yaşaması gereken yaşam elini tutarken sindire sindire akıtıyor hayat avuçlarımızdan... artık hiç birimiz on yaşında çocuk değiliz, hiç birimizde kalmadı o saflıktan eser... karamsarlığıda öğrendik, nefretide, artık bir çocuk kadar masum değiliz hiç birimiz... artık kavgalarımız bir oyun değil ve affedemiyoruz bir çocuk kadar kolay... artık insanlar renkli değil... siyah/beyaz görüyoruz bütün yüzleri... bir sabah hiç tanımadığınız birine günaydın demeyi denediniz mi, tanımadığınız insanlara gülümsediniz mi? Çok kızgın olduğunuz birini affettiniz mi, kırdığınız gönüllerden özür dilediniz mi? Yapamıyoruz değil mi bunların hiç birini... ya da çok nadir yapabiliyoruz... kendi içine kaçmış salyangozlar gibiyiz... Bir Ayrılış Hikayesi Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beşyüz yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: - Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... Ve artık biliyorum: Toprağın Yüzü güneşli bir ana gibi En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olanın parmaklarına başımı kurtarmam kâbil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak... Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR... Nazım Hikmet Ran Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ diloş Gönderi tarihi: 23 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 23 Ocak , 2007 ÇAPRAZ Biliyorum dedim, baktım, baktınız Zaman hiç geçmez mi Sordum, sorguladınız Camlara yapışmış çiçek ölüleri Yüzleriniz Sokaklar boydanboya Adresimi sildiniz.. Beklemek böyle bir şey Islıkla bir korkuyu geri çevirmek Ucu keskin bıçakla Bir bulutu kesmek Duman gibiydi, kadın gibiydi bulut Gölün üstüne dağıldı Yarasında koyu bir gece Ağdı suya Üstüne fotoğraflar çektiniz Unutulmus kadınlarin dalgın ve agırdır Anıları Sevmeyi bilseydiniz.. Define avcısıydım Bundan önceleri Haritasız dedektörsüz Pusulam yosun tutmus Ağaç gövdesi.. Gizli dehlizlerden geçmek kolay Toprak kökleri Bir geyik çalımıyla biçmişim Kendim soymuşum gizlerini En büyük aşk orda gömülü Toprağı elemişim Bedelini ödeyemezsiniz Üste bir ömür sürdüm Ödüllü bir yalnızlık benimkisi Var varanın Git gidenin Bir rüyayi getirenin Nereye kadardır becerisi Aralıktan rüzgar giriyor Ya tam açın Ya kapatın artık pencerenizi Özel Arabul Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 23 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 23 Ocak , 2007 KELEBEK KANADINDA AŞK Zamanlar Güneş ekilip, yıldız biçilen zamanlardı. Hatırlıyorum... Ya önce sen vardın yürek olarak içimde Ya da aşk vardı önce Gelip içimde kestiğin Hatırlamıyorum... Ben imkansıza dudak bükerdim Sense halime gülerdin... Olsun! O günlerde ben Biraz mutlu biraz umutlu Biraz içliydim Doğrusu en çok da Kelebeklerin kanadına işlediğin Aşkından dertliydim... Ama o zamanlar Güneş ekilip yıldız biçilen Zamanlardı Aşk dediğin belki de Geceye veda etmeyen bir ay’dı... Türküler saklardın derinlerinde Sazından kaçak... Bilmezdin. Ben görürdüm duyardım da Sen bir kez olsun söylemezdin Korkularını zaten Kimselere vermezdin... Ve böylece Sen yağmura Yağmur benim gözlerime hasret Yaşardık... Heyhat! Hep ama hep O imkansıza takıldın da sen Ve belki de bu yüzden Aşk gelip bizi sarsınca yüreklerimizden: Ben ağlardım gözlerim gülerdi... Sen gülerdin gözlerin susardı... Şimdi ben O zamanların renklerini unuttum. Belki mavi, belki sarı, belki aktı... Hatırladığım tek şey Güneşle yıldız arkadaştı... Bilenler bilirdi Çok sevmiştik biz Çok! Ben gönlümden Sen dilinden... Ben unutsam da şimdi Sen hatırlarsın. Sesinde ufacık bir hüzün olsa Ya da acıtan bir özlem gözlerinde Bembeyaz gecelerinde gelirdim sana bu şehrin... Gelirdim... Gönlümden... Ve sen “Hoş geldin" derdin Dilinden.... Kocaman bir çocuktum o zamanlar Belli! Dil nedir, gönül ne? Anlamını bildiğim Şüpheli! Şimdi söyle bana! Kaldıysa geriye ne kaldı? Tek tarafı hesaplı bir sevda Niyeti bozuk bir dava Bir de Sadece dağlara caka satan bir sema... Ama ben bunların hepsini sevdim. Şaşacak bir şey yok! Dedim ya... Ben Güneş ekilip yıldız biçilen zamanlardan geldim... Sonraları Belki de hiç gülmedim Ve sen Kelebeklerin ömrünün üç gün olduğunu Hiç bilmedin! Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2007 Seni Seviyordum Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi... Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesten başkaydı işte... Güldüğü zaman yukarıya bakardı; Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı... Ne güzeldiler sen bilmiyordun... BEN SENİ SEVİYORDUM... Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu Geri dönüyordu, çoğalarak Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, herseyi erteleyişim oluyordun Kalp ağrısı oluyordun, Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun, Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk, Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk Cesurduk... Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller... Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun... Sevinçlerim oluyordun arasıra sen hiç bilmiyordun Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları Derken bir gün uzaktan gördüm seni... Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı Kalbimi acıttı her zamanki gibi... Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir yada boşver bilme en iyisi... İclal Aydın Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2007 En çok neye şaşırıyorum... Dünyada ve ülkemizdeki son gelişmeleri konuşurken “Artık şaşırmıyorum, hiçbir şeye şaşırmıyorum” diyor arkadaşım. Al benden de o kadar!.. Demeye hazırlanırken içimden bir ses tutuyor beni. Çünkü ben hâlâ şaşırıyorum. Neye mi? Hayır! Ne televizyonlardaki kimi programlara ne de bir saksıda çoktan kurudu sandığım bir dalın birdenbire çiçeklenivermesine şaşırıyorum. Şu ömrümde ne çok insan öldürüldü, ne çok arkadaş kaybettik, ne çok hayat paramparça edildi; hepsi de siyasal gerekçelere dayandırıldı. Bu berbat filmin hâlâ vizyonda olmasına ve bizim hâlâ “seyirci” oluşumuza da şaşırmıyorum. Bu yıl kış mevsiminin gelmek bilmemesi bile şaşırtmıyor beni. Tamam! Kendime şaşar gibi oluyorum bazen. Artık beni hiçbir şey huysuzlandırmaz, kızdırmaz diye içimden geçirirken ve uslu uslu yaşayıp giderken öfkenin kapımı çalıvermesine şaşıyor gibi oluyorum da... Beni asıl şaşırtan şey ne biliyor musunuz? Ortalama hayatlarımız. En çok sıradan insanların sıradan hayatları şaşırtıyor beni... Çünkü bunca hayhuyun, bunca koşuşturmacanın içinde “varoluş” umuzu azıcık olsun sorgulamadan yılları geçirmek garip bir şey! Bunu hiç sorgulamadan birbirimizi ve ortalığı kırıp dökmek iyice garip! Arkadaşıma günümüz insanının akıntıya kapılıp gitmeyi normal bulmasını ve günümüzde hayat denen şeyin işi merkeze alarak örgütlendiğini, iş dışındaki her şeyin “işsizler” için bile teferruat sayıldığını anlatmaya çalışıyorum. Bunun bir tür “uyku” olduğunu; her sabah yeni bir “uyku”ya uyandığımızı da dile getiriyorum. “Anlıyorum” diyor arkadaşım ama anladığından emin olamıyorum. “Hayatımız” diye ne varsa sanki hepsi mecburen, mecburiyetten... Peki kim mecbur ediyor? Tanrı mı? Hayır. Hiçbir dinde ve insanlığın binlerce yıllık hiçbir kutsal geleneğinde insanın “ne için döndüğü belli olmayan bir çarkın esiri olarak” yaşamasını onaylayan bir söze rastlayamayız. Öyleyse neden? Neden böyle yaşıyoruz? Gençlik gelip geçtikten sonra işin bu yanını uzun uzadıya soran, sorgulayan kalmıyor! Okullara gidiyoruz. Çok şeyi ezberliyor, okul bitince hepsini yarım yamalak hatırlıyoruz. Yine de eğer talihliysek eskilerin deyimiyle bir “baltaya sap” da oluyoruz. Çalışıyoruz, çoluğa çocuğa karışıyoruz... Bu serüvene hep dert, hep sıkıntı, hep patırtı gürültü egemen oluyor. Allahtan birileri bize mutluluğun “an”lardan ibaret olduğunu söylemiş de (yoksa yutturmuş mu demeli?) o sayede ara ara “mutlu” olduğumuza inanıyor, bunu büyük marifet sayıyoruz. Çevre tarafından başarılı biri sayılıyorsak gururlanıyoruz, değilsek ezikliğimizi ya içimize atıyor ya da ezikliğin zehirli iğnelerini yakınımızdakilere batırıp rahatlıyoruz. Para, hem sevgili hem de düşman... İşimiz gücümüz, aklımız fikrimiz hep parada... Çocuklar iyi yetişsin diye bin deveye hendek atlatıyoruz. Herkesin gittiği yerlere biz de gidelim, herkesin tattıklarını biz de tadalım diye çırpınıyoruz. Seviyoruz ama sevmediklerimizin altını çize çize... Neşeleniyoruz ama üzüntüden koşarak kaçar gibi... Depresyona giriyoruz; “yetti artık!” der gibi; “yetti bu anlamsız hayat!” Depresyondan çıkıyoruz; “aman o yalan bu yalan, al biraz da sen oyalan!” çağrısına uyar gibi... Zaman geçiyor. Yaşlanıyoruz. Yaşlanmamıza rağmen bu hayhuyu ciddiye almayı sürdürüyoruz. Hatta daha da ciddiye alıyoruz. Sanki ne kadar ciddiye alırsak o kadar daha uzun süre yaşayacakmışız gibi! Ama... Yine de... Sonunda... Mutlaka ölüyoruz. “Başka türlü ve yepyeni bir hayat mümkün mü?” diye sormadan... “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusunu en derinlerimize bastırarak... “İçine kıstırıldığımız ve sürekli işleyip duran şu çarkın dışına çıkmak imkânsız mı?” diye bir kez bile aklımıza getirmeden... Akıp giden takvim zamanına kayıtsız koşulsuz teslim olarak yaşayıp ölüyoruz. Ben işte bu teslimiyete şaşırıyorum. Yeryüzünde dönüp duran ve adına insan ömrü denen milyarca çarkın dönerken çıkardığı uğultu kulaklarımı sağır ediyor. Haşmet Babaoğlu Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ commandante Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2007 işten çıktım sokaktayım elim yüzüm üstümbaşım gazete sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sokakta tomson sokağa çıkmak yasak sokaktayım gece leylâk ve tomurcuk kokuyor yaralı bir şahin olmuş yüreğim uy anam anam haziranda ölmek zor! havada tüy havada kuş havada kuş soluğu kokusu hava leylâk ve tomurcuk kokuyor ne anlar acılardan/güzel haziran ne anlar güzel bahar! kopuk bir kol sokakta çırpınıp durur çalışmışım onbeş saat tükenmişim onbeş saat acıkmışım yorulmuşum uykusamışım anama sövmüş patron ter döktüğüm gazetede sıkmışım dişlerimi ıslıkla söylemişim umutlarımı susarak söylemişim sıcak bir ev özlemişim sıcak bir yemek ve sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler çıkmışım bir kavgadan vurmuşum sokaklara sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sarı sarı yapraklarla birlikte sanki dallarda insan iskeletleri asacaklar aydemir'i asacaklar gürcan'ı belki başkalarını pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim dökülüyor etlerim sarı yapraklar gibi asmak neyi kurtarır sarı sarı yaprakları kuru dallara? yolunmuş yaprakları kırılmış dallarıyla ne anlatır bir ağaç hani rüzgâr hani kuş hani nerde rüzgârlı kuş sesleri? asılmak sorun değil asılmamak da değil kimin kimi astığı kimin kimi neden niçin astığı budur işte asıl sorun! sevdim gelin morunu sevdim şiir morunu moru sevdim tomurcukta moru sevdim memede ve öptüğüm dudakta ama sevmedim, hayır iğrendim insanoğlunun yağlı ipte sallanan morluğundan! neden böyle acılıyım neden böyle ağrılı neden niçin bu sokaklar böyle boş niçin neden bu evler böyle dolu? sokaklarla solur evler sokaklarla atar nabzı kentlerin sokaksız kent kentsiz ülke kahkahanın yanıbaşı gözyaşı işten çıktım elim yüzüm üstümbaşım gazete karanlıkta akan bir su gibi vurdum kendimi caddelere hava leylâk ve tomurcuk kokusu havada köryoluna havada suçsuz günahsız gitme korkusu ah desem eriyecek demirleri bu korkuluğun oh desem tutuşacak soluğum asmak neyi kurtarır öldürmek neyi yaşatmaktır önemlisi güzel yaşatmak abeceden geçirmek kıracın çekirgesini ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak ah yavrum ah güzelim canım benim sevdiceğim bitanem kısa sürdü bu yolculuk neylersin ki sonu yok! gece leylâk ve tomurcuk kokuyor uy anam anam haziranda ölmek zor! nerdeyim ben nerdeyim ben nerdeyim? kimsiniz siz kimsiniz siz kimsiniz? ne söyler bu radyolar gazeteler ne yazar kim ölmüş uzaklarda göçen kim dünyamızdan? asmak neyi kurtarır öldürmek neyi? yolunmuş yaprakları ve kırılmış dallarıyla bir ağaç söyler hangi güzelliği? kökü burda yüreğimde yaprakları uzaklarda bir çınar ıslık çala çala göçtü bir çınar göçtü memet diye diye şafak vakti bir çınar silkeledi kuşlarını güneşlerini: «oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet, gece leylâk ve tomurcuk kokuyor üstümbaşım elim yüzüm gazete vurmuşum sokaklara vurmuşum karanlığa uy anam anam haziranda ölmek zor! bu acılar bu ağrılar bu yürek neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar bu ağaçlar niçin böyle yapraksız bu geceler niçin böyle insansız bu insanlar niçin böyle yarınsız bu niçinler niçin böyle yanıtsız? kim bu korku kim bu umut ne adına kim için? «uyarına gelirse tepemde bir de çınar» demişti on yıl önce demek ki on yıl sonra demek ki sabah sabah demek ki «manda gönü» demek ki «şile bezi» demek ki «yeşil biber» bir de memet'in yüzü bir de güzel istanbul bir de «saman sarısı» bir de özlem kırmızısı demek ki göçtü usta kaldı yürek sızısı geride kalanlara nerdeyim ben nerdeyim? kimsiniz siz kimsiniz? yıllar var ki ter içinde taşıdım ben bu yükü bıraktım acının alkışlarına 3 haziran '63'ü bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine yatıyor oralarda bir eski gömütlükte yatıyor usta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine okşar yanan alnını bir kırmızı gül dalı nâzım ustanın gece leylâk ve tomurcuk kokuyor bir basın işçisiyim elim yüzüm üstümbaşım gazete geçsem de gölgesinden tankların tomsonların şuramda bir çalıkuşu ötüyor uy anam anam haziranda ölmek zor! HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 25 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 25 Ocak , 2007 Duracaksın / Ahmet Altan Acı, ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında, öfke, kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda, keder, yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında, duracaksın, durup, gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın, sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin, çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın. Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı düşüneceksin. Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın bir zaman, ?dinlenin biraz? diyeceksin. Bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün istiridyeleri açarak, bir sevinç arayacaksın. Hayaller kuracaksın. Hatıralarını bir daha gözden geçireceksin. Sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri. Özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri. Teninde iz bırakanları ve senin izini taşıyan tenleri. Seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına gülenleri. Sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını, sevdalarını, sevişmelerini, özlemlerini, şakalarını bir bir yerleştireceksin içine, hayat denilen mucizenin sana verdiği armağanları sıkıca kucaklayacaksın. Ölüm her yandan üstüne saldırıp seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin. Güzel bir haber gelecek belki yarın sabah. Belki bir mektup alacaksın. Sana gülümsemesini çok istediğin gülümseyecek belki sana. Serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde kaybolduğunda, tam da o zaman, karanın bir gün görüneceğini düşüneceksin. Gözcünün ?kara göründü? diye bağırdığını hayal edeceksin. Kara, hiç görünmese bile, hiç olmazsa neyi aradığını ve neyi kaybettiğini bileceksin, çektiğin onca fırtınanın, varmayı umduğun o umutlu hedefle mana kazandığını anlayacaksın. Her şeyini kaybetsen de hayallerini kaybetmeyeceksin. Neyi aradığını hiç unutmayacaksın. Sevinçleri ne kadar hatırlarsan, acının derinliğini o kadar kavrayacaksın. Yaşadığın ve yaşayabileceğin güzel şeyleri ne kadar çok düşünürsen öfken o kadar keskinleşecek. Karanlık inerken ışığa daha dikkatli bakacaksın. Geleceğinle arana, dibinde canavarların dolaştığı bir uçurum koyduklarında, nasıl biteceğini bilmediğin atlayışını yapmadan önce, geçmişine, sevinçlerine, hayallerine yaslanıp güç alacaksın. Sevdiğin bir türküyü mırıldanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin. Bir çiçek iliştireceksin yakana. Ölüm seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin. En azgın, en ihtiraslı sevişmelerini... En çılgın hayallerini... En çağıltılı kahkahalarını... Acı, ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında, öfke, kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda, keder, yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında, duracaksın, durup gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine bakacaksın, sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı kargaların sesini dinleyeceksin, çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın. Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı düşüneceksin. Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı düşüneceksin. Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın bir zaman, dinlenin biraz? diyeceksin. Onları, şefkatle dinlendireceksin. Çünkü onlara yine ihtiyacın olacak. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 26 Ocak , 2007 Bu akşam yıldızlar vedalaşırken kalabalıklarla, gene beni unuttular sanırsam.Gündüzümü gece bıraktılar. Evet tam 23 sigara yanığı var halımın üzerinde. Zaten gerisi demli çay lekesi. Ellerimin hainliği bu bana. Ben unuttum onu, ellerim unutmadı. Özleme diyorum. Titreme diyorum, dinletemiyorum. Dur ellerim. Dur titreme artık! Titreme ! Bırak şu şiir bitsin. Adını bile yazamadım. Özlüyorsun biliyorum. Bir şey yapamam artık. En son Ankara plakalı bir otobüste bıraktık onu. Ne o otobüs geçer bu duraktan Ne de ben beklerim onu , Senin beklediğin gibi. Dur artık ellerim. Titreme! --Vay gömleklerimde ütüsüz olduklarını hatırlatmasalar bana her aynaya bakışımda. Ne çabuk unuttular paketinden yeni çıkmış jilet gibi ütülediğim günleri. Mavi gömlek en çok sana kırgınım. Saatlerce uğraşırdım seni ütülemek için. Bir türlü düzelmezdin. Az mı elimi yaktım senin için? -- Her şey üstüme geliyor bugün. Daha geçen hafta tozunu aldım. Ne çabuk temizlik istiyorsunuz . biraz da tozları düşünün. Bırakın özgür kalsınlar. Siz istermiydiniz, bir toz bezine tutsak edilmeyi? Bencilsiniz, bencil. --Şampuan efendi senin buzdolabında ne işin var. On gün önce de aramıştım seni, demek buradaymışsın. Bir sıkımlık canın kalmış zaten. Elimde kalacaksın bir gün. Dua et saçım daha fazla kaşınmasın. --Beyaz peynir ne bu halin, bozmuşsun gene kendini. Dedim sana evde başka bir şey yok. Şimdi dışarı çıkarım üzerine bir kaşar getiririm görürsün. İçin rahat değil mi? Biliyorsun meteliğe kurşun attığımı. --Çorap kardeş ikizin nerde? Saklambaç mı oynuyorsunuz? Elma dersem çık armut dersem çıkma. Söz çıkarsan bu akşam balkonda havalandıracağım sizi. Nefes alacaksınız biraz. Bana yapmayın bunu kokunuza dayanmak o kadar kolay mı? Bütün kahrınızı ben çekeyim, sizin yaptığınıza bir bakın. Çık artık. -- 24 oldu işte, sana titreme dedim. Dinlemezsin ki beni. Ne oldu şimdi. Aklına gelir misin ki? Seni hatırlar mı, özler mi sanıyorsun? Koray Kahramanlı Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Kalabaliklara Karismak Herkesin, kendisi olmaktan sıkıldığı zamanlar vardır. Dertlerinin, sıkıntılarının, kederlerinin kendi küçük hayatının havuzuna sığmadığı zamanlar. Geçmişini, gününü hatta geleceğini unutmak, bütün varlığını ıslak bir palto gibi bir portmantoya asıp yürümek istediği zamanlar. Hemen hemen herkes bilir bu duyguyu. Bu kendinden kaçma isteğini. Sanırım, bayramlar bunun için icat edilmiştir. Herkes kendi “küçük havuzunun” suyunu, büyük kalabalıkların denizine boşaltabilsin, bir zamanlığına da olsa kendini unutabilsin diye. Herkesin bir araya gelip oluşturduğu ama kendisini oluşturan herkesten daha başka bir şey olan kalabalıklar iyi sığınaklardır. İnsanların acıları ne kadar artarsa, kalabalıklara olan tutkusu da o kadar artar. Ezilen, acı çeken, hayatın sıkıntılarıyla bunalan insanların, parçası oldukları kalabalıklara, aşiretlerine, dinlerine, milletlerine olan düşkünlüklerinin fazlalaşması, içine akacakları, kendilerini unutacakları bir denize duydukları ihtiyacın güçlenmesindendir. Bazen, insanlar ortak öfkelerinde buluşup, kalabalıklara karışarak, bir düşmana karşı kinlerini bileyerek unuturlar kendilerini. Bu tür kalabalıkların içinde acılarını unutanlar, kısa süre sonra daha büyük, daha ortak ve daha unutulmaz acılarla karşılaşırlar. Savaşlar, kıyımlar, kanlı saldırılar, bu tür kalabalıklara karışan insanların aktığı karanlık denizlerdir. Böyle zamanlarda, kalabalıkları uyarmak henüz kendini ve aklını kaybetmemiş olanlara düşer. Öyle zamanlarda “durun” diye bağırmaya uğraşırsınız. Bir de bayramlar, ortak sevinçler vardır. Bence, öyle zamanlarda, o kalabalığın içine akmamış olanlar da susmak nezaketini göstermelidir. Gerçekleri unutmak isteyenlerle birlikte birkaç günlüğüne siz de gerçekleri unutabilirsiniz. Hatta o kalabalıklara karışabilir, bir süreliğine, başkaları gibi siz de kendinizden kurtulmayı deneyebilirsiniz. Genç bir çocuğun vurduğu topun kaleye girmesiyle birlikte “gol” diye bağırabilir, bunu hayatınızın en sevinçli anlarından biri haline getirebilir, coşabilir, sevinebilir, sizi kucaklayıp, size kendinizi unutma imkanını verecek kalabalıklara karışabilirsiniz. Bir çiçek tarhının içine yatar gibi çocuksu bir neşeyle kalabalıklara bırakabilirsiniz kendinizi. Çiçekten bir spalto gibi sarınırsınız kalabalığı. O, sizi kucaklar Sizi ısıtır. Size, kendinizden başka bir şey olma olanağını bağışlar. Bayramlar bunun içindir. Kendisi olmaktan sıkılanların, yeniden kendileri olmadan önce durup, rahat bir soluk alarak, güç toplayacakları mola yerleridir onlar. Bugünlerde bize böyle bir bayram bağışlandı. Ait olduğumuz kalabalığın renklerini taşıyan genç çocuklar futbol denilen tuhaf ve eğlenceli oyunda mucizeyi andıran başarılar gösteriyorlar. İnsanın kendisi olmasının, bir kalabalığın parçası olmaktan daha önemli olduğunu bilebilirsiniz, kendinizi kalabalıklara bırakıp gerçekleri unuttuktan sonra yeniden kendinize döndüğünüzde gerçeklerin orada duruyor olacağını unutmayabilirsiniz. Ama her zaman kendiniz ve her zaman akıllı olmak zorunda değilsiniz. İnsan bazen kendinden başka biri olmak ister. Kalabalıklara karışmak ister. Bayramlar bunun içindir. Kapınızı çalan bir bayramı bence, cevapsız bırakmayın. Açın kapıyı, kendinizden ve aklınızdan çıkıp yürüyün. Korkmayın. Döndüğünüzde sizi bekleyen gerçekleri ve kendinizi bıraktığınız yerde bulacaksınız. Ahmet Altan Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ LeylaM Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş Mavilerde sefer etmek! Bir sahilden çözülüp gitmek Düşünceler gibi başıboş. Açsam rüzgara yelkenimi; Dolaşsam ben de deniz deniz Ve bir sabah vakti, kimsesiz Bir limanda bulsam kendimi. Bir limanda, büyük ve beyaz... Mercan adalarda bir liman.. Beyaz bulutların ardından Gelse altın ışıklı bir yaz. Doldursa içimi orada Baygın kokusu iğdelerin. Bilmese tadını kederin Bu her alemden uzak ada. Konsa rüya dolu köşkümün Çiçekli dalına serçeler. Renklerle çözülse geceler, Nar bahçelerinde geçse gün. Her gün aheste mavnaların Görsem açıktan geçişini Ve her akşam dizilişini Ufukta mermer adaların. Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş, İller, göller, kıtalar aşmak. Ne hoş deniz deniz dolaşmak Düşünceler gibi başıboş. Versem kendimi bütün bütün Bir yelkenli olup engine; Kansam bir an güzelliğine Kuşlar gibi serseri ömrün. ORHAN VELI Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir taurusmutis Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Ey hayat! Ölüme şükret, seni, onun yüzünden seviyorum.. demiş Seneca..Ama ne güzel de demiş..Bence de hayatı eniyi anlatan ölümdür.. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 sen bu sözü söyleyince kurtlar vadisinde Necati Şaşmaz'ın sözü geldi aklıma Geceyağmuru daha iyi hatırlar ama "ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım" H Ü Z Ü N İçimdeki kopan fırtınaları bilemezsin.Yüreğimdeki yaraların sızısını hissedemezsin sen. Susturamazsın çığlıklarımı, üşüyen ellirimi ısıtamazsın. Her gece yaşadığım yanlızlığı göremezsin. Dilimdeki hüzünlü melodiyi duyamazsın paslı kulaklarınla. Sevemezsin sen , tatmamışsın o maviboncuklu sevdayı... Seven insan, sevdiğinin üzüntüsünü gördüğünde içinde hani o yüreğinin en ücra köşelerinden geliyor derler ya işte öyle derinlerden gelen bir acı hisseder, öyle bir acıdır ki bu ; saç diplerinden ayak uçlarına kadar sarar insanı.... Hani yaralı kuşlar vardır..bilir misin _? ..uçamazlar, konuşamazlar, sessizdirler,beyhude kanat çarparlar "yardım eden yok mu " diye soğuk eylül akşamlarında.. İşte ben de portakalım..sensiz geçen her gecede ellerimi açıyorum gökyüzüne hangi yıldız beni saracak diye.................ASi"ye Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir ßL@D€-RUNN€R Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 bence hayatı en iyi anlatan bi bakıştır..... fazlasıyla yeterlidir.... (anlayana ) Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Yazar Paylaş Gönderi tarihi: 27 Ocak , 2007 Özledim seni... Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir... Beynimi uyuşturuyor özlemin... Çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum. Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp sürekli bir boşluğa dönüşüyor. Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyup seninle baş başa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü... Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... Ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken... Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... O şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek... "Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi: "Yaşayamaz artık bu evde... Yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... Ve kendine yeni bir hayat çizmeli..." Bilsen ne zor, gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana... Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek... "Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor... Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden, sesin, kokun hala beynimdeyken... Seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden... Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek... Ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yan yana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkadan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor... Ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek... Yokluğunu beklemek, ne zor... Bunları düşündükçe, şu anda uzaklarda bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geliyor içimden... Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum. Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terk etmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve "Dön bebeğim" demek istiyorum: "Geri dön... Kulüben seni bekliyor..." can dündar Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ jeune Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2007 Kabuğunu koparmadan, Ne bir elmayı soyabildim, Ne de iyileştirebildim bir yaramı, Ama karşıma çıkınca, Kızmadım hiç elma kurduna, Bendim çünkü bıçağı saplayan, onun yurduna… sunay akın bu dızelerı okuduktan sonra aklıma kırmızı baslıklı kız hıkayesı geldı.nedense ben hıc sevemedım bu hıkayeyı.emperyalıst dusunceyı anlatan bır hıkaye gıbı.bu hıkayede kurdu hep kotu olarak gosterırler.kurt neden kotu olsun kı.sen kurdun yasama alanına gırersen onun ekmegını elınden alırsan onun yuvasını ısgal edersen yasama alanlarını azaltırsan kurt da gıder kotuluk yapar tabı.sen kurda dokunmazsan oda sana dokunmaz. SEN sen esirligim ve hurriyetimsin, ciplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, sen memleketimsin. Sen ela gozlerinde yesil hareler, sen buyuk, guzel ve muzaffer ve ulasildikca ulasilmaz olan hasretimsin... nazım hıkmet Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ PRUSIAS Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2007 VARLIĞI... ÇÜNKÜ O OLMAZSA HAYATIMIN Bİ ANLAMI OLMAZ... O ZAMAN DA ANLATILACAK Bİ HAYAT OLMAZ BENİM İÇİN.. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ frozen Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2007 Paylaş Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2007 Bir Ayrılış Hikayesi Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beşyüz yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: - Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... Ve artık biliyorum: Toprağın Yüzü güneşli bir ana gibi En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olanın parmaklarına başımı kurtarmam kâbil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak... Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR... Nazım Hikmet Ran sardunyam bu şiiri ben nasıl severim bir bilsen ......burda görünce hem şaşırdım hem sevindim...ezberden dökülüverdi sözcükler, ben unutmuşum ama kalbim unutmamış..ahh nerelere götürdü beni bir bilsen... bu yüzden bir teşekkürü borç bilirim... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.