Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

hayatı en iyi ne anlatır?


sardunyam

Önerilen İletiler

Bir Nevi Otuzüç Yaş Şiiri

 

Artık kısa pantolonlu çocukları

Gençlik parkına götürmüyorlar

Ve anneler trafik lambalarında köylü değiller o kadar

Locadaki farelerden bile kemirgen

Gişeci kadın nur sinemasında

En sevdiğim karate filmi

Tek kollu kahramanımızdı vang yu

Ve ondan çok kollu doğmuştu bruce lee

Ki genç yaşta kaybettik kendisini

 

Ulan falkonetti seni bir elime geçireceğim var ya

Elektrikler kesilir zengin ve yoksul’un tam ortasında

Ve’nin tam üstünde yani

Hass..ttir dense de derinden yurttaşın

Elektrik idaresindeki yurttaşa ne o yurttaş

Zırpa pırta elektrik kesiliyor

Diyebilesi yoktur ki

 

BİRTEK KOKUDUR GEÇMEYEN ZAMANLA

HER DUYULDUĞUNDA

BİRAZ DAHA KESKİNLEŞEN

 

O zaman amerikan arabaları bizim evin önünde

Dolmuş eylerken caddeyi

Ümit besen de film yapar niye yapmasın ki furyadır bu

Ama seyretmek suça giriyor canım annem

Zaten bu yumurtalı sandöviçlerle

Kesin kovarlar bizi ki

Korkarım her şiire konuk olacak

Mahur bir otlupeynir kokusu süreyya sinemasında

Mübarekler pikniğe gelmişler

Hayır benim kokoş teyzem

Mübarekler hakkari’ den gelmişler

 

Okul bitimlerinde çamsakızı ağlamalar yok artık

Filiz beni unutma ki hakkari

Unutulmaya müsait bir yerdir

Mektup yaz yoksa çok kurak geçecek bu yaz

Hep saklayacağım hatıra defterime yazdığın

Yazının yanındaki kan damlayan kalbi

Seni seviyorum filiz

Yemin et! bak vallahi!

 

Yok artık bu kendini şaşırmış

Kendi edasını kendisi bozan cümleler

 

Niyazi’nin kısalığı uzunların problemi

Aynı zekanın sırasında oturuyoruz

Bozkırımın çilli çocuğuyla avukat oldu sonra

Kimin neresine değer bu nostaljik kırıntılar

Herkesin sandık odası kendine gizemli

Ama kolejli çocuklar nasıl sevişiyor

Ve kızlar yine kolejli onlarda ve taş gibi

Bu kız varya insanın sevgilisi olsa

Uyku tutmaz adamı

Ama rüyasında başka bir lavuğa vermesin hesabı

Yükseliş’in tuvaletinde kız resmen düşük yapmış

Tabii fevzi de yok

Hepimizin bayıla bayıla yuttuğu

Kolejli çocuk yalanlarını söylesin

Ona kalsa artık sevişmese de olur

Bütün okulu getirip götürmüşlüğü var

Düzliseliliğimize cintonik içiyoruz

Paralı palavralarıyla fevzi’nin

Kolejliden darbe yeme işi ilerideymiş

O zaman bilmiyoruz tabii

 

Haluk o zaman araba sahibi

Ki biz bisiklet kavgası yapmaktayız daha

Ağbim mustafa’yla

E tabi mobilya dükkanı beş katlı olunca

Olsu yakışır kardeşime ki bazı tandır ısmarlıyor

Siteler dükkana gidince

Nerden baksan kolası ayranı filan

Epey para tutuyor konyalı’dan et yiyorsun kolay değil

 

yılmaz erdoğan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 281
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

ne çok severim yılmaz erdoğan'ın o kendine has üslubunu ve o tatlı üslupla ince tepitlerini inceden dokundurmalarını...

 

hayatı ne anlatır demiştik başlıkta, hayat bazen kendisini anlatır, bazen hiç bir söz yetmez onu anlatmaya çünkü o bol soru işaretli, bol acabalı, bol acıklı... ya da tam aksi bol geyikli bir şey işte... bazı gün ağlamak gelir içimizden bazen sığmaz yüreğimiz göğüs kafesimize... bazen ölümdür size en yakın olan, bazen hayat hiç bitmeyecekmiş gibidir...

 

hayat kendi kurallarını kendin belirlediğin bir yol... bir değirmenki bir kaç kez öğütüldüğün... hayat bazen bir kahkaha ki, çınlatır bütün duvarları ve hiç önemi yoktur bazen...

 

bazen farkında olmaktır, bazen hiç görememek... bazen ıskalarsın, bazen tam isabet... bazen geç kaldığın ya da hiç karşılaşamadığın... ve belkide yaşadığın sürece asla anlayamadığın...

 

ve yılmaz erdoğan devam ediyor....

 

Ah pınar! diye girmeli o sokağa

Ey kalçası kendinden güzel kendinden bağımsız insan

O kotu giyiyorsun ya senin değil

Bizim üstümüze

Yapışıyor

Ki levis o zamanherkeste yok

Biz yerli malı dandik kotu

Çamaşır suyuyla amerikanlaştırıyoruz o devir ve

Bir konvers almışım elden düşme ağlaya sızlaya

Babaannem hiçbir marka bilmiyor

Bu pırtıkları mı aldın diyebiliyor konversim hakkında

Ve bir de filiz vermiş pınar’ın annesi bak sen

Ve kader ve songül ve nazire

Ve şu anda adını sayamadığımız

Diyarbakır mantalitesinin kız çocukları

Yakantop en erotik eğlencedir bize

 

Ah be melike geçme burdan çekirdek çitleye çitleye

Biliyorsun fena oluyor yakan topun

Ateşli kısmı sen gelince

Annesi kuaför ya deli ediyor melike mahalleninistediği zaman fön çekemeyen kızlarını

 

SENİN GİBİ GÜZELİNİ BİR DAHA

GÖREMEYECEĞİMİ BİLSEM

NE ARTİSTİ BE

KAPINA MENTEŞE OLURUM

 

Biliyorum aradan yirmi yıl geçti

Bilmiyorum hangi manasız adamlarla seviştin

Biliyorum çok geç oldu kalkacağız bu dünyadan

Ama seni seviyorum melike

Bu şiire biryerde rastlarsan mutlaka beni ara :wub::P

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Her Şey Sende Gizli

 

Yerin seni çektiği kadar ağırsın

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin attığı kadar canlısın

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin

Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün

Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kar sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,

Sevdiğin kadardır ömrün..

Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin

Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.

 

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer

Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın

Bir gün yalan söyleyeceksen eğer

Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret

Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın

 

Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın

Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.

Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın

Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!

işte budur yaşamak

Bunu hatırladığın kadar yaşarsın

Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün

Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun

Çiçek sulandığı kadar güzeldir

Kuşlar ötebildiği kadar sevimli

Bebek ağladığı kadar bebektir

Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

 

Sevdiğin

Kadar

Sevilirsin...

 

Can Yücel

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hasretinden Prangalar Eskittim

 

Seni, anlatabilmek, seni,

İyi çocuklara, kahramanlara,

Seni, anlatabilmek seni,

Namussuza, haldan bilmez,

***** yalana.

 

Ardarda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

Dışarda gürül gürül akan bir dünya....

Bir ben uyumadım,

Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim.

Saçlarına kan gülleri takayım,

Bir o yana,

Bir bu yana...

 

Seni, bağırabilsem seni,

Dipsiz kuyulara,

Akan yıldıza.

Bir kibrit çöpüne varana,

Okyanusun en ıssız dalgasına

Düşmüş bir kibrit çöpüne.

 

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,

Yitirmiş öpücükleri,

Payı yok, apansız inen akşamdan,

Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,

Seni, anlatabilsem seni....

Yokluğun, cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum, kapama gözlerini....

 

Ahmed Arif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eğer

 

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,

arkalarında doldurulması

mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

 

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,

en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

 

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,

yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

 

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,

çalınan birinin kalbiyse eğer.

 

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,

insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

 

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,

hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

 

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,

kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

 

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,

öylesine delice bakmasalardı eğer.

 

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de

kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

 

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,

son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

 

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,

meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

 

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,

beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

 

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,

tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

 

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,

yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

 

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,

son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

 

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,

her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

 

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,

dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

 

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,

namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

 

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,

dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

 

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,

sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

 

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,

kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

 

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,

kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

 

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,

ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

 

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,

Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

 

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.

Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,

ya canım ellerini tutmak isterse...

 

Evet Sevgili,

Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,

kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,

mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!!

 

Can Yücel

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Köprü

 

Sevgili,

yetmiyor 'sevgili' sözü

tek başına.Karşılamıyor

içimi dolduran duyguyu.

Oysa ben 'sevgili'

derken neler

düşünüyorum bilsen.

Sonsuz,bir güneş,

bir yudum rakı,

çiçeğe durmuş ince bir

bahar dalı,

oğlumun sıcak yanağı,

anamın acılı gözleri,

babamın tütün kokan eli,

evimizde ki kuş,

yarının güzel günleri,

anlatılması güç binlerce

duygu ve SEN...

işte sen

beni hayata baglayan

en güzel köprüsün;

köprülerin en güzelisin.

sevgilim...güzelim...

insanı yaşatan

içimizdeki hayat böceğidir.

o ölürse

hayatımızında tadı biter.

o sakın ölmesin,

yaşat onu

 

yılmaz güney

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

jön'üm deliyürekli kardeşim hoşgeldin sayfamıza...

 

insan iki türlü yaşar derler... bir ömür yaşar ki o doğduğun an başlayan ve bir kefenle ayrıldığın bu limandan... ve onun içinde yaşadıklarındır hayat... senin yaşadıkların, senin hayatın...

 

acılarımı ben bilirim, sevinçlerimide, yaptığım hatalardan ben sorumluyum, ve kırdığım kalplerdende...

 

 

Sessiz Gemi

 

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

 

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

 

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

 

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

 

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

 

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

 

Yahya Kemal Beyatlı

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ayaküstü Yaşanmış Ölümsüz Aşk Hikayeleri

 

1.

bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,

bildiğim ancak aşıkken var olduğum...

işte bu yüzden, benim için aşık olmak;

çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.

'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar

hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, '

demiş La Rochefoucauld

benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum...

 

2.

her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim

bir bakıştan, bir duruştan,

çağrışımın sonsuz hızından

unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.

belki de yaşanabilecek en güzel serüveni

terk edeceğim

daha otobüsün ilk basamağında.

kim bilebilir ki?

sonrayı, sonrasını kim bilebilir?

gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek

ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim

otobüs camına bağrında bir ok ile

bir aşk levhası çizecek, ah min-el!

bu da ötekiler gibi,

kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden

yaşayıp gidecek..

 

3.

şimdi hemen kalksam buradan

hemen çıksam uzun sokaklardan birine

kiminle karşılaşabilirim

kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden

geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen

bir ölümcül sevda hangi köşe başında

keser yolumu

bir tenhaya ulak olan

o suret avı

bırakır mı yakamı

haracı ödenmeden

bırakır mı yakamı

bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden

ak kağıda düşürülmüş

imzasını görmeden

 

bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden

 

4.

hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden

her aşk, her şiir

ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden,

küskün omuzlu terk edilmişliklerden,

perspektifinde hep bir sokak taşıyan

o sessiz

o faili meçhul cinayetlerden

resim altı sözcüklerden

aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden

 

bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti

elle bilenmiş sözcükler,

yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı

nabzımın atışına ayak uyduran vezninde

gece adımları şiirlerimin

bırakır mı yakamı yaşadıklarımı

dökmeden imgelerin giysilerine

hayatın maskelenmiş gerçekliğine

upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için

yeniden ve yeniden.

 

Murathan Mungan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ayrılıklarda hayata dair, kavuşmalarda... ne varsa insanın yaşaması gereken yaşam elini tutarken sindire sindire akıtıyor hayat avuçlarımızdan... artık hiç birimiz on yaşında çocuk değiliz, hiç birimizde kalmadı o saflıktan eser... karamsarlığıda öğrendik, nefretide, artık bir çocuk kadar masum değiliz hiç birimiz... artık kavgalarımız bir oyun değil ve affedemiyoruz bir çocuk kadar kolay... artık insanlar renkli değil... siyah/beyaz görüyoruz bütün yüzleri...

 

bir sabah hiç tanımadığınız birine günaydın demeyi denediniz mi, tanımadığınız insanlara gülümsediniz mi? Çok kızgın olduğunuz birini affettiniz mi, kırdığınız gönüllerden özür dilediniz mi? Yapamıyoruz değil mi bunların hiç birini... ya da çok nadir yapabiliyoruz... kendi içine kaçmış salyangozlar gibiyiz... :)

 

 

Bir Ayrılış Hikayesi

 

Erkek kadına dedi ki:

- Seni seviyorum,

ama nasıl?

avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp

parmaklarımı kanatarak

kırasıya,

çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki:

- Seni seviyorum,

ama nasıl?

kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,

yüzde yüz, yüzde bin beşyüz

yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki:

- Baktım

dudağımla, yüreğimle, kafamla;

severek, korkarak, eğilerek,

dudağına, yüreğine, kafana.

Şimdi ne söylüyorsam

karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...

Ve artık

biliyorum:

Toprağın

Yüzü güneşli bir ana gibi

En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...

 

Fakat neyleyim

saçlarım dolanmış

ölmekte olanın parmaklarına

başımı kurtarmam kâbil

değil!

Sen

yürümelisin,

yeni doğan çocuğun

gözlerine bakarak...

 

Sen

yürümelisin,

beni bırakarak...

 

Kadın sustu.

 

SARILDILAR

 

Bir kitap düştü yere...

Kapandı bir pencere...

 

AYRILDILAR...

 

Nazım Hikmet Ran

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÇAPRAZ

 

Biliyorum dedim, baktım, baktınız

Zaman hiç geçmez mi

Sordum, sorguladınız

Camlara yapışmış çiçek ölüleri

Yüzleriniz

Sokaklar boydanboya

Adresimi sildiniz..

 

Beklemek böyle bir şey

Islıkla bir korkuyu geri çevirmek

Ucu keskin bıçakla

Bir bulutu kesmek

Duman gibiydi, kadın gibiydi bulut

Gölün üstüne dağıldı

Yarasında koyu bir gece

Ağdı suya

Üstüne fotoğraflar çektiniz

Unutulmus kadınlarin dalgın ve agırdır

Anıları

Sevmeyi bilseydiniz..

 

Define avcısıydım

Bundan önceleri

Haritasız dedektörsüz

Pusulam yosun tutmus

Ağaç gövdesi..

 

Gizli dehlizlerden geçmek kolay

Toprak kökleri

Bir geyik çalımıyla biçmişim

Kendim soymuşum gizlerini

En büyük aşk orda gömülü

Toprağı elemişim

Bedelini ödeyemezsiniz

Üste bir ömür sürdüm

Ödüllü bir yalnızlık benimkisi

 

Var varanın

Git gidenin

Bir rüyayi getirenin

Nereye kadardır becerisi

Aralıktan rüzgar giriyor

Ya tam açın

Ya kapatın artık pencerenizi

 

Özel Arabul

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

KELEBEK KANADINDA AŞK

 

Zamanlar

Güneş ekilip, yıldız biçilen zamanlardı.

Hatırlıyorum...

 

Ya önce sen vardın yürek olarak içimde

Ya da aşk vardı önce

Gelip içimde kestiğin

Hatırlamıyorum...

 

Ben imkansıza dudak bükerdim

Sense halime gülerdin...

Olsun! O günlerde ben

Biraz mutlu biraz umutlu

Biraz içliydim

Doğrusu en çok da

Kelebeklerin kanadına işlediğin

Aşkından dertliydim...

 

Ama o zamanlar

Güneş ekilip yıldız biçilen

Zamanlardı

Aşk dediğin belki de

Geceye veda etmeyen bir ay’dı...

 

Türküler saklardın derinlerinde

Sazından kaçak...

Bilmezdin.

Ben görürdüm duyardım da

Sen bir kez olsun söylemezdin

Korkularını zaten

Kimselere vermezdin...

Ve böylece

Sen yağmura

Yağmur benim gözlerime hasret

Yaşardık...

 

Heyhat!

Hep ama hep

O imkansıza takıldın da sen

Ve belki de bu yüzden

Aşk gelip bizi sarsınca yüreklerimizden:

Ben ağlardım gözlerim gülerdi...

Sen gülerdin gözlerin susardı...

 

Şimdi ben

O zamanların renklerini unuttum.

Belki mavi, belki sarı, belki aktı...

Hatırladığım tek şey

Güneşle yıldız arkadaştı...

 

Bilenler bilirdi

Çok sevmiştik biz

Çok!

Ben gönlümden

Sen dilinden...

 

Ben unutsam da şimdi

Sen hatırlarsın.

Sesinde ufacık bir hüzün olsa

Ya da acıtan bir özlem gözlerinde

Bembeyaz gecelerinde gelirdim sana bu şehrin...

Gelirdim... Gönlümden...

Ve sen

“Hoş geldin" derdin

Dilinden....

Kocaman bir çocuktum o zamanlar

Belli!

Dil nedir, gönül ne?

Anlamını bildiğim

Şüpheli!

 

Şimdi söyle bana!

Kaldıysa geriye ne kaldı?

Tek tarafı hesaplı bir sevda

Niyeti bozuk bir dava

Bir de

Sadece dağlara caka satan bir sema...

 

Ama ben bunların hepsini sevdim.

Şaşacak bir şey yok!

Dedim ya... Ben

Güneş ekilip yıldız biçilen zamanlardan geldim...

 

Sonraları

Belki de hiç gülmedim

Ve sen

Kelebeklerin ömrünün üç gün olduğunu

Hiç bilmedin!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Seni Seviyordum

 

 

Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi...

Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi

İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri

SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu

Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesten başkaydı işte...

Güldüğü zaman yukarıya bakardı;

Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı...

Ne güzeldiler sen bilmiyordun...

BEN SENİ SEVİYORDUM...

Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler

Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu

Geri dönüyordu, çoğalarak

Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, herseyi erteleyişim oluyordun

Kalp ağrısı oluyordun,

Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,

Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,

Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk

Cesurduk...

Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller...

Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun...

Sevinçlerim oluyordun arasıra sen hiç bilmiyordun

Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra

Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları

Derken bir gün uzaktan gördüm seni...

Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı

Kalbimi acıttı her zamanki gibi...

Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun

Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir yada boşver bilme en iyisi...

 

İclal Aydın

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

En çok neye şaşırıyorum...

 

 

Dünyada ve ülkemizdeki son gelişmeleri konuşurken “Artık şaşırmıyorum, hiçbir şeye şaşırmıyorum” diyor arkadaşım.

Al benden de o kadar!.. Demeye hazırlanırken içimden bir ses tutuyor beni.

Çünkü ben hâlâ şaşırıyorum.

Neye mi?

Hayır! Ne televizyonlardaki kimi programlara ne de bir saksıda çoktan kurudu sandığım bir dalın birdenbire çiçeklenivermesine şaşırıyorum.

Şu ömrümde ne çok insan öldürüldü, ne çok arkadaş kaybettik, ne çok hayat paramparça edildi; hepsi de siyasal gerekçelere dayandırıldı. Bu berbat filmin hâlâ vizyonda olmasına ve bizim hâlâ “seyirci” oluşumuza da şaşırmıyorum.

Bu yıl kış mevsiminin gelmek bilmemesi bile şaşırtmıyor beni.

Tamam! Kendime şaşar gibi oluyorum bazen.

Artık beni hiçbir şey huysuzlandırmaz, kızdırmaz diye içimden geçirirken ve uslu uslu yaşayıp giderken öfkenin kapımı çalıvermesine şaşıyor gibi oluyorum da...

Beni asıl şaşırtan şey ne biliyor musunuz?

Ortalama hayatlarımız.

En çok sıradan insanların sıradan hayatları şaşırtıyor beni...

Çünkü bunca hayhuyun, bunca koşuşturmacanın içinde “varoluş” umuzu azıcık olsun sorgulamadan yılları geçirmek garip bir şey!

Bunu hiç sorgulamadan birbirimizi ve ortalığı kırıp dökmek iyice garip!

Arkadaşıma günümüz insanının akıntıya kapılıp gitmeyi normal bulmasını ve günümüzde hayat denen şeyin işi merkeze alarak örgütlendiğini, iş dışındaki her şeyin “işsizler” için bile teferruat sayıldığını anlatmaya çalışıyorum.

Bunun bir tür “uyku” olduğunu; her sabah yeni bir “uyku”ya uyandığımızı da dile getiriyorum.

“Anlıyorum” diyor arkadaşım ama anladığından emin olamıyorum.

 

“Hayatımız” diye ne varsa sanki hepsi mecburen, mecburiyetten...

Peki kim mecbur ediyor?

Tanrı mı? Hayır.

Hiçbir dinde ve insanlığın binlerce yıllık hiçbir kutsal geleneğinde insanın “ne için döndüğü belli olmayan bir çarkın esiri olarak” yaşamasını onaylayan bir söze rastlayamayız.

Öyleyse neden? Neden böyle yaşıyoruz?

Gençlik gelip geçtikten sonra işin bu yanını uzun uzadıya soran, sorgulayan kalmıyor!

Okullara gidiyoruz.

Çok şeyi ezberliyor, okul bitince hepsini yarım yamalak hatırlıyoruz.

Yine de eğer talihliysek eskilerin deyimiyle bir “baltaya sap” da oluyoruz.

Çalışıyoruz, çoluğa çocuğa karışıyoruz...

Bu serüvene hep dert, hep sıkıntı, hep patırtı gürültü egemen oluyor.

Allahtan birileri bize mutluluğun “an”lardan ibaret olduğunu söylemiş de (yoksa yutturmuş mu demeli?) o sayede ara ara “mutlu” olduğumuza inanıyor, bunu büyük marifet sayıyoruz.

Çevre tarafından başarılı biri sayılıyorsak gururlanıyoruz, değilsek ezikliğimizi ya içimize atıyor ya da ezikliğin zehirli iğnelerini yakınımızdakilere batırıp rahatlıyoruz.

Para, hem sevgili hem de düşman...

İşimiz gücümüz, aklımız fikrimiz hep parada...

Çocuklar iyi yetişsin diye bin deveye hendek atlatıyoruz.

Herkesin gittiği yerlere biz de gidelim, herkesin tattıklarını biz de tadalım diye çırpınıyoruz.

Seviyoruz ama sevmediklerimizin altını çize çize...

Neşeleniyoruz ama üzüntüden koşarak kaçar gibi...

Depresyona giriyoruz; “yetti artık!” der gibi; “yetti bu anlamsız hayat!”

Depresyondan çıkıyoruz; “aman o yalan bu yalan, al biraz da sen oyalan!” çağrısına uyar gibi...

Zaman geçiyor.

Yaşlanıyoruz.

Yaşlanmamıza rağmen bu hayhuyu ciddiye almayı sürdürüyoruz. Hatta daha da ciddiye alıyoruz.

Sanki ne kadar ciddiye alırsak o kadar daha uzun süre yaşayacakmışız gibi!

Ama...

Yine de...

Sonunda...

Mutlaka ölüyoruz.

“Başka türlü ve yepyeni bir hayat mümkün mü?” diye sormadan...

“Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusunu en derinlerimize bastırarak...

“İçine kıstırıldığımız ve sürekli işleyip duran şu çarkın dışına çıkmak imkânsız mı?” diye bir kez bile aklımıza getirmeden...

Akıp giden takvim zamanına kayıtsız koşulsuz teslim olarak yaşayıp ölüyoruz.

Ben işte bu teslimiyete şaşırıyorum.

Yeryüzünde dönüp duran ve adına insan ömrü denen milyarca çarkın dönerken çıkardığı uğultu kulaklarımı sağır ediyor.

 

Haşmet Babaoğlu

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

işten çıktım

sokaktayım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

sokakta tank paleti

sokakta düdük sesi

sokakta tomson

sokağa çıkmak yasak

sokaktayım

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

yaralı bir şahin olmuş yüreğim

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

havada tüy

havada kuş

havada kuş soluğu kokusu

hava leylâk

ve tomurcuk kokuyor

ne anlar acılardan/güzel haziran

ne anlar güzel bahar!

kopuk bir kol sokakta

çırpınıp durur

çalışmışım onbeş saat

tükenmişim onbeş saat

acıkmışım yorulmuşum uykusamışım

anama sövmüş patron

ter döktüğüm gazetede

sıkmışım dişlerimi

ıslıkla söylemişim umutlarımı

susarak söylemişim

sıcak bir ev özlemişim

sıcak bir yemek

ve sıcacık bir yatakta

unutturan öpücükler

çıkmışım bir kavgadan

vurmuşum sokaklara

sokakta tank paleti

sokakta düdük sesi

sarı sarı yapraklarla birlikte sanki

dallarda insan iskeletleri

asacaklar aydemir'i

asacaklar gürcan'ı

belki başkalarını

pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim

dökülüyor etlerim

sarı yapraklar gibi

asmak neyi kurtarır

sarı sarı yaprakları kuru dallara?

yolunmuş yaprakları

kırılmış dallarıyla

ne anlatır bir ağaç

hani rüzgâr

hani kuş

hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil

asılmamak da değil

kimin kimi astığı

kimin kimi neden niçin astığı

budur işte asıl sorun!

sevdim gelin morunu

sevdim şiir morunu

moru sevdim tomurcukta

moru sevdim memede

ve öptüğüm dudakta

ama sevmedim, hayır

iğrendim insanoğlunun

yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım

neden böyle ağrılı

neden niçin bu sokaklar böyle boş

niçin neden bu evler böyle dolu?

sokaklarla solur evler

sokaklarla atar nabzı kentlerin

sokaksız kent

kentsiz ülke

kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

işten çıktım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

karanlıkta akan bir su

gibi vurdum kendimi caddelere

hava leylâk

ve tomurcuk kokusu

havada köryoluna

havada suçsuz günahsız

gitme korkusu

ah desem

eriyecek demirleri bu korkuluğun

oh desem

tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır

öldürmek neyi

yaşatmaktır önemlisi

güzel yaşatmak

abeceden geçirmek kıracın çekirgesini

ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak

ah yavrum

ah güzelim

canım benim sevdiceğim bitanem

kısa sürdü bu yolculuk

neylersin ki sonu yok!

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben

nerdeyim ben

nerdeyim?

kimsiniz siz

kimsiniz siz

kimsiniz?

ne söyler bu radyolar

gazeteler ne yazar

kim ölmüş uzaklarda

göçen kim dünyamızdan?

asmak neyi kurtarır

öldürmek neyi?

yolunmuş yaprakları

ve kırılmış dallarıyla bir ağaç

söyler hangi güzelliği?

kökü burda

yüreğimde

yaprakları uzaklarda bir çınar

ıslık çala çala göçtü bir çınar

göçtü memet diye diye

şafak vakti bir çınar

silkeledi kuşlarını

güneşlerini:

«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

üstümbaşım elim yüzüm gazete

vurmuşum sokaklara

vurmuşum karanlığa

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

bu acılar

bu ağrılar

bu yürek

neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar

bu ağaçlar niçin böyle yapraksız

bu geceler niçin böyle insansız

bu insanlar niçin böyle yarınsız

bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku

kim bu umut

ne adına

kim için?

«uyarına gelirse

tepemde bir de çınar»

demişti on yıl önce

demek ki on yıl sonra

demek ki sabah sabah

demek ki «manda gönü»

demek ki «şile bezi»

demek ki «yeşil biber»

bir de memet'in yüzü

bir de güzel istanbul

bir de «saman sarısı»

bir de özlem kırmızısı

demek ki göçtü usta

kaldı yürek sızısı

geride kalanlara

nerdeyim ben

nerdeyim?

kimsiniz siz

kimsiniz?

yıllar var ki ter içinde

taşıdım ben bu yükü

bıraktım acının alkışlarına

3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı

şimdi uzakta

bir kırmızı gül dalı

iğilmiş üzerine

yatıyor oralarda

bir eski gömütlükte

yatıyor usta

bir kırmızı gül dalı

iğilmiş üzerine

okşar yanan alnını

bir kırmızı gül dalı

nâzım ustanın

gece leylâk

ve tomurcuk kokuyor

bir basın işçisiyim

elim yüzüm üstümbaşım gazete

geçsem de gölgesinden tankların tomsonların

şuramda bir çalıkuşu ötüyor

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Duracaksın / Ahmet Altan

 

Acı,

ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,

öfke,

kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,

keder,

yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,

duracaksın,

durup, gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine

bakacaksın,

sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan

alaycı kargaların sesini

dinleyeceksin,

çiçeklerini koklayıp derin bir soluk

alacaksın.

 

Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı

düşüneceksin.

Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın

bir zaman, ?dinlenin biraz? diyeceksin.

 

Bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün

istiridyeleri açarak,

bir sevinç arayacaksın.

Hayaller kuracaksın.

Hatıralarını bir daha gözden geçireceksin.

Sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri.

Özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri.

Teninde iz bırakanları ve senin izini taşıyan

tenleri.

Seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına

gülenleri.

Sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını,

sevdalarını, sevişmelerini,

özlemlerini, şakalarını bir bir yerleştireceksin içine,

hayat denilen mucizenin sana verdiği armağanları

sıkıca kucaklayacaksın.

 

Ölüm her yandan üstüne saldırıp seni kuşattığında,

tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.

 

Güzel bir haber gelecek belki yarın sabah.

Belki bir mektup alacaksın.

Sana gülümsemesini çok istediğin gülümseyecek belki sana.

Serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde

kaybolduğunda,

tam da o zaman, karanın bir gün görüneceğini düşüneceksin.

Gözcünün ?kara göründü? diye bağırdığını hayal

edeceksin.

Kara, hiç görünmese bile,

hiç olmazsa neyi aradığını ve neyi kaybettiğini

bileceksin,

çektiğin onca fırtınanın, varmayı umduğun o umutlu

hedefle mana kazandığını anlayacaksın.

 

Her şeyini kaybetsen de hayallerini

kaybetmeyeceksin.

Neyi aradığını hiç unutmayacaksın.

Sevinçleri ne kadar hatırlarsan, acının derinliğini

o kadar kavrayacaksın.

Yaşadığın ve yaşayabileceğin güzel şeyleri ne kadar

çok düşünürsen

öfken o kadar keskinleşecek.

Karanlık inerken ışığa daha dikkatli bakacaksın.

Geleceğinle arana, dibinde canavarların dolaştığı

bir uçurum koyduklarında,

nasıl biteceğini bilmediğin atlayışını yapmadan önce,

geçmişine, sevinçlerine, hayallerine yaslanıp güç alacaksın.

 

Sevdiğin bir türküyü mırıldanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin.

Bir çiçek iliştireceksin yakana.

Ölüm seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.

En azgın, en ihtiraslı sevişmelerini...

En çılgın hayallerini...

En çağıltılı kahkahalarını...

 

Acı,

ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,

öfke,

kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,

keder,

yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,

duracaksın,

durup gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine

bakacaksın,

sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı

kargaların sesini dinleyeceksin,

çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın.

Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı

düşüneceksin.

 

Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı

düşüneceksin.

Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın

bir zaman,

dinlenin biraz? diyeceksin.

Onları, şefkatle dinlendireceksin.

Çünkü onlara yine ihtiyacın olacak.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu akşam yıldızlar vedalaşırken kalabalıklarla, gene beni unuttular sanırsam.Gündüzümü gece bıraktılar. Evet tam 23 sigara yanığı var halımın üzerinde. Zaten gerisi demli çay lekesi. Ellerimin hainliği bu bana. Ben unuttum onu, ellerim unutmadı. Özleme diyorum. Titreme diyorum, dinletemiyorum.

 

Dur ellerim.

Dur titreme artık!

Titreme !

Bırak şu şiir bitsin.

Adını bile yazamadım.

Özlüyorsun biliyorum.

Bir şey yapamam artık.

En son Ankara plakalı bir otobüste bıraktık onu.

Ne o otobüs geçer bu duraktan

Ne de ben beklerim onu ,

Senin beklediğin gibi.

Dur artık ellerim.

Titreme!

 

--Vay gömleklerimde ütüsüz olduklarını hatırlatmasalar bana her aynaya bakışımda. Ne çabuk unuttular paketinden yeni çıkmış jilet gibi ütülediğim günleri. Mavi gömlek en çok sana kırgınım. Saatlerce uğraşırdım seni ütülemek için. Bir türlü düzelmezdin. Az mı elimi yaktım senin için?

 

-- Her şey üstüme geliyor bugün. Daha geçen hafta tozunu aldım. Ne çabuk temizlik istiyorsunuz . biraz da tozları düşünün. Bırakın özgür kalsınlar. Siz istermiydiniz, bir toz bezine tutsak edilmeyi? Bencilsiniz, bencil.

 

--Şampuan efendi senin buzdolabında ne işin var. On gün önce de aramıştım seni, demek buradaymışsın. Bir sıkımlık canın kalmış zaten. Elimde kalacaksın bir gün. Dua et saçım daha fazla kaşınmasın.

 

--Beyaz peynir ne bu halin, bozmuşsun gene kendini. Dedim sana evde başka bir şey yok. Şimdi dışarı çıkarım üzerine bir kaşar getiririm görürsün. İçin rahat değil mi? Biliyorsun meteliğe kurşun attığımı.

 

--Çorap kardeş ikizin nerde? Saklambaç mı oynuyorsunuz? Elma dersem çık armut dersem çıkma. Söz çıkarsan bu akşam balkonda havalandıracağım sizi. Nefes alacaksınız biraz. Bana yapmayın bunu kokunuza dayanmak o kadar kolay mı? Bütün kahrınızı ben çekeyim, sizin yaptığınıza bir bakın. Çık artık.

 

-- 24 oldu işte, sana titreme dedim. Dinlemezsin ki beni. Ne oldu şimdi. Aklına gelir misin ki? Seni hatırlar mı, özler mi sanıyorsun?

Koray Kahramanlı

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kalabaliklara Karismak

 

Herkesin, kendisi olmaktan sıkıldığı zamanlar vardır.

Dertlerinin, sıkıntılarının, kederlerinin kendi küçük hayatının havuzuna sığmadığı zamanlar.

Geçmişini, gününü hatta geleceğini unutmak, bütün varlığını ıslak bir palto gibi bir portmantoya asıp yürümek istediği zamanlar.

Hemen hemen herkes bilir bu duyguyu.

Bu kendinden kaçma isteğini.

Sanırım, bayramlar bunun için icat edilmiştir.

Herkes kendi “küçük havuzunun” suyunu, büyük kalabalıkların denizine boşaltabilsin, bir zamanlığına da olsa kendini unutabilsin diye.

Herkesin bir araya gelip oluşturduğu ama kendisini oluşturan herkesten daha başka bir şey olan kalabalıklar iyi sığınaklardır.

İnsanların acıları ne kadar artarsa, kalabalıklara olan tutkusu da o kadar artar.

Ezilen, acı çeken, hayatın sıkıntılarıyla bunalan insanların, parçası oldukları kalabalıklara, aşiretlerine, dinlerine, milletlerine olan düşkünlüklerinin fazlalaşması, içine akacakları, kendilerini unutacakları bir denize duydukları ihtiyacın güçlenmesindendir.

Bazen, insanlar ortak öfkelerinde buluşup, kalabalıklara karışarak, bir düşmana karşı kinlerini bileyerek unuturlar kendilerini.

Bu tür kalabalıkların içinde acılarını unutanlar, kısa süre sonra daha büyük, daha ortak ve daha unutulmaz acılarla karşılaşırlar.

Savaşlar, kıyımlar, kanlı saldırılar, bu tür kalabalıklara karışan insanların aktığı karanlık denizlerdir.

Böyle zamanlarda, kalabalıkları uyarmak henüz kendini ve aklını kaybetmemiş olanlara düşer.

Öyle zamanlarda “durun” diye bağırmaya uğraşırsınız.

Bir de bayramlar, ortak sevinçler vardır.

Bence, öyle zamanlarda, o kalabalığın içine akmamış olanlar da susmak nezaketini göstermelidir.

Gerçekleri unutmak isteyenlerle birlikte birkaç günlüğüne siz de gerçekleri unutabilirsiniz.

Hatta o kalabalıklara karışabilir, bir süreliğine, başkaları gibi siz de kendinizden kurtulmayı deneyebilirsiniz.

Genç bir çocuğun vurduğu topun kaleye girmesiyle birlikte “gol” diye bağırabilir, bunu hayatınızın en sevinçli anlarından biri haline getirebilir, coşabilir, sevinebilir, sizi kucaklayıp, size kendinizi unutma imkanını verecek kalabalıklara karışabilirsiniz.

Bir çiçek tarhının içine yatar gibi çocuksu bir neşeyle kalabalıklara bırakabilirsiniz kendinizi.

Çiçekten bir spalto gibi sarınırsınız kalabalığı.

O, sizi kucaklar

Sizi ısıtır.

Size, kendinizden başka bir şey olma olanağını bağışlar.

Bayramlar bunun içindir.

Kendisi olmaktan sıkılanların, yeniden kendileri olmadan önce durup, rahat bir soluk alarak, güç toplayacakları mola yerleridir onlar.

Bugünlerde bize böyle bir bayram bağışlandı.

Ait olduğumuz kalabalığın renklerini taşıyan genç çocuklar futbol denilen tuhaf ve eğlenceli oyunda mucizeyi andıran başarılar gösteriyorlar.

İnsanın kendisi olmasının, bir kalabalığın parçası olmaktan daha önemli olduğunu bilebilirsiniz, kendinizi kalabalıklara bırakıp gerçekleri unuttuktan sonra yeniden kendinize döndüğünüzde gerçeklerin orada duruyor olacağını unutmayabilirsiniz.

Ama her zaman kendiniz ve her zaman akıllı olmak zorunda değilsiniz.

İnsan bazen kendinden başka biri olmak ister.

Kalabalıklara karışmak ister.

Bayramlar bunun içindir.

Kapınızı çalan bir bayramı bence, cevapsız bırakmayın.

Açın kapıyı, kendinizden ve aklınızdan çıkıp yürüyün.

Korkmayın.

Döndüğünüzde sizi bekleyen gerçekleri ve kendinizi bıraktığınız yerde bulacaksınız.

 

Ahmet Altan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş

Mavilerde sefer etmek!

Bir sahilden çözülüp gitmek

Düşünceler gibi başıboş.

Açsam rüzgara yelkenimi;

Dolaşsam ben de deniz deniz

Ve bir sabah vakti, kimsesiz

Bir limanda bulsam kendimi.

Bir limanda, büyük ve beyaz...

Mercan adalarda bir liman..

Beyaz bulutların ardından

Gelse altın ışıklı bir yaz.

Doldursa içimi orada

Baygın kokusu iğdelerin.

Bilmese tadını kederin

Bu her alemden uzak ada.

Konsa rüya dolu köşkümün

Çiçekli dalına serçeler.

Renklerle çözülse geceler,

Nar bahçelerinde geçse gün.

Her gün aheste mavnaların

Görsem açıktan geçişini

Ve her akşam dizilişini

Ufukta mermer adaların.

Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,

İller, göller, kıtalar aşmak.

Ne hoş deniz deniz dolaşmak

Düşünceler gibi başıboş.

Versem kendimi bütün bütün

Bir yelkenli olup engine;

Kansam bir an güzelliğine

Kuşlar gibi serseri ömrün.

 

ORHAN VELI

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sen bu sözü söyleyince kurtlar vadisinde Necati Şaşmaz'ın sözü geldi aklıma Geceyağmuru daha iyi hatırlar ama B):w00t:

"ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım" :)

 

H Ü Z Ü N

 

İçimdeki kopan fırtınaları bilemezsin.Yüreğimdeki yaraların sızısını hissedemezsin sen. Susturamazsın çığlıklarımı, üşüyen ellirimi ısıtamazsın.

 

Her gece yaşadığım yanlızlığı göremezsin. Dilimdeki hüzünlü melodiyi duyamazsın paslı kulaklarınla. Sevemezsin sen , tatmamışsın o maviboncuklu sevdayı...

 

Seven insan, sevdiğinin üzüntüsünü gördüğünde içinde hani o yüreğinin en ücra köşelerinden geliyor derler ya işte öyle derinlerden gelen bir acı hisseder, öyle bir acıdır ki bu ; saç diplerinden ayak uçlarına kadar sarar insanı....

 

Hani yaralı kuşlar vardır..bilir misin _?

..uçamazlar, konuşamazlar, sessizdirler,beyhude kanat çarparlar "yardım eden yok mu " diye soğuk eylül akşamlarında..

İşte ben de portakalım..sensiz geçen her gecede ellerimi açıyorum gökyüzüne hangi yıldız beni saracak diye.................ASi"ye

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Özledim seni...

 

Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir... Beynimi uyuşturuyor özlemin...

Çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.

Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp sürekli bir boşluğa dönüşüyor.

Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyup seninle baş başa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...

 

Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... Ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken... Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler,

geceler boyu nöbet tuttuk başında... O şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...

"Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi: "Yaşayamaz artık bu evde... Yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... Ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."

 

Bilsen ne zor, gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana... Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek... "Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor...

Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden, sesin, kokun hala beynimdeyken...

 

Seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...

Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek... Ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın

arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yan yana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı,

onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkadan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...

Ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...

 

Yokluğunu beklemek, ne zor... Bunları düşündükçe, şu anda uzaklarda bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak

sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geliyor içimden...

Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.

 

Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terk etmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da

yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek

ve "Dön bebeğim" demek istiyorum: "Geri dön... Kulüben seni bekliyor..."

 

can dündar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kabuğunu koparmadan,

Ne bir elmayı soyabildim,

Ne de iyileştirebildim bir yaramı,

Ama karşıma çıkınca,

Kızmadım hiç elma kurduna,

Bendim çünkü bıçağı saplayan, onun yurduna…

 

sunay akın

 

bu dızelerı okuduktan sonra aklıma kırmızı baslıklı kız hıkayesı geldı.nedense ben hıc sevemedım bu hıkayeyı.emperyalıst dusunceyı anlatan bır hıkaye gıbı.bu hıkayede kurdu hep kotu olarak gosterırler.kurt neden kotu olsun kı.sen kurdun yasama alanına gırersen onun ekmegını elınden alırsan onun yuvasını ısgal edersen yasama alanlarını azaltırsan kurt da gıder kotuluk yapar tabı.sen kurda dokunmazsan oda sana dokunmaz.

 

 

SEN

 

sen esirligim ve hurriyetimsin,

 

ciplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,

 

sen memleketimsin.

 

Sen ela gozlerinde yesil hareler,

 

sen buyuk, guzel ve muzaffer

 

ve ulasildikca ulasilmaz olan hasretimsin...

 

nazım hıkmet

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir Ayrılış Hikayesi

 

Erkek kadına dedi ki:

- Seni seviyorum,

ama nasıl?

avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp

parmaklarımı kanatarak

kırasıya,

çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki:

- Seni seviyorum,

ama nasıl?

kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,

yüzde yüz, yüzde bin beşyüz

yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki:

- Baktım

dudağımla, yüreğimle, kafamla;

severek, korkarak, eğilerek,

dudağına, yüreğine, kafana.

Şimdi ne söylüyorsam

karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...

Ve artık

biliyorum:

Toprağın

Yüzü güneşli bir ana gibi

En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...

 

Fakat neyleyim

saçlarım dolanmış

ölmekte olanın parmaklarına

başımı kurtarmam kâbil

değil!

Sen

yürümelisin,

yeni doğan çocuğun

gözlerine bakarak...

 

Sen

yürümelisin,

beni bırakarak...

 

Kadın sustu.

 

SARILDILAR

 

Bir kitap düştü yere...

Kapandı bir pencere...

 

AYRILDILAR...

 

Nazım Hikmet Ran

sardunyam bu şiiri ben nasıl severim bir bilsen ......burda görünce hem şaşırdım hem sevindim...ezberden dökülüverdi sözcükler, ben unutmuşum ama kalbim unutmamış..ahh nerelere götürdü beni bir bilsen... bu yüzden bir teşekkürü borç bilirim... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.