Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Hrant DİNK öldürüldü...


burble

Önerilen İletiler

Öncelikle haber kanallarından geçilen habere bir gözatalım;

--------------------------

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant DİNK uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü.

 

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant DİNK, 1954 yılında Malatya'da dünyaya geldi. Anne ve babasının 1961 yılında İstanbul'a taşınmalarının ardından boşanmasıyla iki kardeşiyle birlikte Gedikpaşa'daki Ermeni Yetimhanesi'ne yerleştirilen DİNK, bu dönemde, bir süre bazı sol örgütler çizgisinde siyaset yapmaya başladı. Bu dönemde, mahkeme kanalıyla adını ''Fırat'' olarak değiştirdi.

 

DİNK, liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde eğitim gördükten bir süre sonra yetimhanede birlikte büyüdükleri Rakel ile evlendi.

 

Kardeşleriyle birlikte yayın evi ve kırtasiye işiyle uğraşan Hrant DİNK, eşiyle birlikte, kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı'nı yönetmeye başladı. Hrant DİNK, daha sonra Denizli'de kısa dönem olarak askerlik görevini yerine getirdi.

Hrant DİNK, 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı çıkan ve Türkçe-Ermenice yayınlanan haftalık Agos gazetesinin kurculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlendi. Gazetedeki bir yazı nedeniyle hakkında ''Türklüğe hakaretten'' dava açılan Hrant DİNK, 6 ay hapis cezası aldı.

----------------------------

 

Ve şimdi de "Ermeni Konferansı" nda Hrant DİNK'in söylediklerine ilişkin bir eski habere göz atalım;

 

---------------------------

 

Hırat DİNK`in göz yaşartan sözleri...

 

Ermeni Yazar DİNK, konferansta göz yaşartan bir konuşma yaptı ve `Evet biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var ama almak değil, bu topraklara gömülmek için...` dedi.

 

İstanbul 4. İdare Mahkemesi tarafından durdurulduktan sonra, Adalet Bakanı Cemil Çiçek`in verdiği fikirle önceki gün Bilgi Üniversitesi`nde başlayan Ermeni Konferansı olaysız sona erdi.

Günlerdir Türkiye`nin gündemini kirleyen konferansın kapanış gününe Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant DİNK`in konuşması damgasını vurdu.

DİNK`in `Ermenilik Halleri` konulu oturumda yaptığı konuşma ayakta alkışlandı, işte konuşmadan satırbaşları: `3 bin yıldan beri bu topraklarda yaşayan, kültür, uygarlık üreten insanları yaşadıkları topraklardan şu veya bu şekilde, şu veya bu nedenle, şu veya bu sonuçla ölenleri, kalanları, dönenleri her neyse... topraklarından koparıp dünyanın dört bir yanına savurdular. Şimdi bu halkın bugüne akan kuşaklarının ruh halini, 90 yıllık kimliğinin cümlesini eğer bu olay, kökten kesiliş dolduruyorsa bunu yok sayamazsınız. Adı bizim için önemli değil, bizim yaşadığımız bu. Bu konferansı Türkiye`nin gerçek anlamda demokratik sürecinin bir parçası sayıyorum, ikincisi, Ermeni dünyası açısından bu konferans çok çok önemli. Çünkü böyle bir konferansın Türkiye`de yapılabilmesi, Türkleri halen bıraktıkları noktada algılayan, hala 1915`te algılayan diasporaya yanıttır. Türkiye değişmez, onlar laf anlamaz, onlarda vicdan yok` diyen diaspora şaşkına dönecek.

İşte salonu ağlatan hikaye;

Size bir hikaye anlatmak istiyorum. Yıllar evvel Sivas`tan yaşlı bir Türk beni aradı, köylerinde bir Ermeni kadının öldüğünü söyledi. Tehcir sonrası Sivas`tan Fransa`ya gitmiş ama sık sık köyünü ziyaret ediyormuş. 10 dakikada yakınlarını buldum ve durumu anlattım. Kızı bana annesinin zaman zaman Türkiye`ye gelip doğduğu köye gittiğini anlattı. Kızı Sivas`a cenazeyi almaya gitti ve beni telefonla aradı. Ona, `Ne yapacaksın, cenazeyi götürecek misin ?` diye sordum, ağlamaya başladı. `Annem burada kalsın, su sonunda çatlağını buldu` dedi. O günlerde Cumhurbaşkanı Demirel, `Ermenilere 3 çakıl taşı vermeyiz` diye bir laf etmişti. Ben de bu kadının öyküsünü yazdım ve dedim ki; biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var doğru. Ama merak etmeyin, alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek için!`

----------------------------

 

Hrant DİNK bu topraklara mı gömülür bilmem ama,

bu tarihsel çatışmanın kanlı çarkını döndürenlerin gizli bilek güreşleri

bu güzel ülkenin güzel insanlarını daha bir mutsuz edecektir,buna eminim...

Bu cinayetin arkasındaki kara perdeyi kaldırabilecekler mi sizce?..

 

Saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 383
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Irkçılık, Dincilik, Tutuculuk, bölücülük. Şuculuk, buculuk.

Ve sonunda çirkin bir saldırı, hain bir katliam daha.

Milletimiz öyle fanatic olmuşki artık, öyle benimci olmuşki artık; trene binse trenci, odaya girse odacı olacak duruma gelmiş. Maçlarda bile karşı takıma kasaturalar çıkıyor.

Sevgisizlik, hoşgörüsüzlük, şefkatsizlik almış başını gidiyor.

Sevgi yerine kin, nefret, karşı tarafa saldır politikası hakim olmuş.

Bu sadece bu cinayeti işleyenlerin yada planlayanların değil, tüm Türkiyenin büyük bir ayıbı ve utancıdır.

Bundan her Türk vatandaşı utanmalıdır. Çünkü bunda hepimizin payı vardır.

Özellikle ben Türk'çüyüm, Kürt'çüyüm, Laz'ım, Çerkez'im diyerek, kendisini diğer insanlardan üstün göstermeye çalışanlar dahada sorumludur.

Her millet milletiyle övünür ama, bunu her daim dile getirenler, ırkçılığı körükleyen kişilerdir. Irkçılık körüklendiği zamanda aralarından dahada fanatiğinin çıkıp, böyle rezillikler yapması zaten kaçınılmazdır.

Bende bir Türk'üm ama her dakka ben "Türk'üm ben şöyleyim, böyleyim, diğerleri şöyledir" deyip kendi cahillerimizi gaza getirmem.

Ben herşeyden evvel dünya vatandaşıyım çünkü. Nick'imde bu yüzden Evrensel'dir.

 

Karşı tarafları ırkçılıkla suçlayıpda, "onlar ırkçılık yaptığı için bende onlara ırkçılık yapıyorum" diyenlerede bir çift sözüm var.

Irkçılık bir insanlık suçudur.

Suça ise suçla cevap verilmez. Suça insanlıkla, sevgiyle cevap verilir. Yetmezse kanunlar cevap verir.

Suça suçla cevap vermek ise ırkçılıktan dahada beter bir insanlık ayıbıdır.

 

"onlar ırkçılık yaptığı için bende onlara ırkçılık yapıyorum" diyenler, içindeki kin, nefret, sevgisizlik gibi her türlü kötülüklere bahane bulmaya çalışan kişilerdir.

 

Memleketimiz en aydın insanlarımızdan birini daha kaybetti hepimizin başı sağolsun.

Ama ben aynı zamanda bir dostumuda kaybetmiş oldum, bu yüzden üzüntüm dahada büyük.

Sevgili Hrant Ahparik, en sevdiğim ağbilerimden biriydi.

Size onu anlatmayacağım ama, şu kadarını söyleyeyimki, Türkleri en çok seven, vatanına en sadık, kişiliği en sağlam karakterlerin en önde gelenlerindendi.

Onu tanısanız, ülkemizin ne kadar büyük bir aydınını, ne kadar hümanist bir insanını kaybettiğini dahada iyi idirak ederdiniz.

 

Bu benim adıma utançların en büyüğüdür. Evine başsağlığına, yada cenazesine, bir Türk olarak hangi yüzle gideceğimi bile bilmiyorum.

 

Sevgili yöneticilerimiz,

Sizden bu topici güncel konulara taşımanızı rica ediyorum. Zira bu konu Türkiyemizin en önemli güncel konularından biridir. Yankısı ise uzun zaman sürecektir.

 

Hepimizin başı sağolsun.

 

İşte ölümünden önce sevgili Sungur Savran'ın ağzından Hrant Ahparik,

 

Hrant DİNK'e açık mektup:

Sungur Savran

 

Ahbarik,

 

Sana bugüne kadar ne senin ana dilinde, ne kendiminkinde böyle hitap etmemiştim. Nasıl edeyim ki? Birbirimizi en fazla üç-dört kez görmüşüzdür. Öyle büyük bir yakınlığımız olmadı. Ama bugünlerde olan bitenlerden sonra, bizimkilerin dediği gibi artık “dünya ahret kardeşimsin”! Çünkü ırkçılık yeniden çıldırdı. Çünkü seni ve beni, sizi ve bizi bir kez daha karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Öyleyse, onlara inat, ben de bundan sonra sana “ahbarik” diyeceğim!

 

Önce Sabiha Gökçen’le başladılar. İnsanın dehasının ürünlerinden biri olan uçağı bu topraklardan göklere yükselten bu ilk kadının Ermeni olması ihtimali onlara çılgına çevirdi. Yazan neden yazmıştır, neden birinci sayfadan vermiştir, bu bağlamda bütünüyle ikincil. Önemli olan tepkinin niteliği. Koskoca Genelkurmay bu konuda açıklama yapma ihtiyacını hissediyor. Türk Hava Kurumu adına yapılan açıklamada “bu sadece Gökçen’e değil, Atatürk’e de hakarettir” deniyor. Irkçılığın daha katıksızı görülmüş müdür? Gökçen’e Ermeni demek ona hakaret oluyor. Bu yetmiyor. Atatürk’ün manevi kızının Ermeni olması ona da hakaretmiş! Hrant, duygumu söyleyeyim. Atatürk’ün yaptıkları konusunda herkesin çok farklı fikirleri olabilir. Ama eğer bir kız çocuğunun Ermeni olduğunu bile bile onu manevi kızı olarak benimsedi ise, bu, 1915’in yaşandığı bu topraklar üzerinde bir cumhurbaşkanının yapabileceği en onurlu şeylerden biridir. Elbette 1915’in utancını ortadan kaldırmaz. Ama hiç olmazsa onun da, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve ertesinde sayısız Türk ailesinin yaptığı gibi, bu toprakları bin yıldır paylaştığımız Ermeni halkına karşı yapılan Osmanlı devlet zulmünden kendini politik bakımdan olmasa da insani bakımdan ayırarak hiç olmazsa şefkat duyabildiğinin bir işaretidir. Belki ruhunun derinliklerinde bir yerinde, kendinden öncekilerin yaptıklarından onun da utanç duyduğunu gösterir.

 

Şahsen ben, Sabiha Gökçen Ermeni ise bunun ortaya çıkmasından gurur duyarım. Ermenilerin bu toprakların kültürüne kattıkları her şeyin ortaya çıkmasından duyacağım gibi.

 

Irkçılar şimdi de seninle devam ediyorlar. Faşistler, yazdığın sekiz yazılık bir dizinin bir tanesinden bir cümleyi yazının içinden cımbızla çekiyorlar ve seni Türk düşmanı ilân ediyorlar. Sen Ermenilerin bir bölümünü bugüne kadar sürdürdükleri politik yaklaşımdan vazgeçmeye, Türklerle dostluğa çağırırken, onlar senin Türk düşmanı olduğunu ileri sürüyorlar! Sonra da seni alenen tehdit etmeye cüret ediyorlar. Senin “hedefleri olduğunu” ilân ediyorlar. Savcılar bu açıklamayı şiddete teşvik suçu saymayacaklarsa hangisini sayacaklar? Onları bilmem, ama senin kılına dokunulursa, Türkiye’nin demokratları, sosyalistleri ve enternasyonalistleri bunu bütün Türkiye Ermenilerine yapılmış bir saldırı sayacak ve bu işin peşini bırakmayacaklardır.

 

Seni geç tanıdım Hrant ve çok az tanıdım. Ama sen benim için sadece Hrant değilsin ki! Sen benim Jirayr amcamsın. Bana, ağabeyim Can ile birlikte daha kısa pantolonlu iki çocukken müziği sevdiren, nükteleriyle yaşama sevinci veren, zarafeti öğreten adamsın. Eliz teyzemsin, on-on beş yıl boyunca annemle hayatının her sırrını paylaşan, bizim başımızı okşayan. Lise çağımda her şeyi konuştuğum, birlikte nice sevinçler yaşadığım, birçok sıkıntımı paylaştığım Levon’sun. Pangaltı’daki kışlık, Kınalıada’daki yazlık evinde beni sofrasına oturtur ve geceleri ağırlarken sanki üçüncü çocuğu imişim gibi davranan Takvor amcamsın, maalesef adını hatırlayamadığım karısısın. Daha sonra, aynı işyerini paylaşmaktan hayatımda en büyük zevki duyduğum insan olan, beni Samatya’daki evinde Ermeni mutfağının en güzel mezeleriyle ağırlayan, çevresindeki herkese “ne güzel, yaşıyorum” dedirtecek kadar hayat dolu kızkardeşim, “kuyriğim” Araksi’sin, onun kocası Vartan’sın, oğlu Sevan’sın. Adını saymakla bitiremeyeceğim nice sevgili öğrencimsin.

 

Sen benim için onlarsın, çünkü sezgilerine ve yargılarına çok güvendiğim bir insan senin nasıl insan bir insan olduğunu anlattı bana. Ama asıl, Agos’u, belki de tarihe Ermenilerle Türklerin kardeşleşmesinde en önemli rolü oynamış yayın olarak geçecek olan Agos’u yıllardır bunca güçlüğe rağmen çıkarmakta en büyük çabayı gösterenlerden olduğun için onlarsın.

 

Sana dokunulursa, benim canım acır.

 

Bu toprakların, Hrant, esas kültürü o ırkçılık değil. Bu toprakların, sevgili kardeşim, ahbariğim, esas kültürü senin ve benim kardeşliğimiz. Bir gün onları politik olarak yenilgiye uğratacağız. Bu kâbus bitecek ve Ermeniler, Türkler, Rumlar ve Kürtler hepimiz kucaklaşacağız. O günü yakınlaştırabilirsek ne mutlu sana, ne mutlu bana! Ne mutlu ben enternasyonalistim diyene!

 

http://www.iscimucadelesi.net/gundem/gundem010304.htm

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BASIN DUYURUSU

 

Genel Yayın Yönetmenimiz kardeşimiz, dostumuz, en can yakınımız Hrant D i n k’i bilinçli ve alçakça bir cinayet sonucu kaybettik.

Acımız hiçbirşeyle mukayese edilemez.

Kendini hala insan hissedebilenlerin başı sağ olsun.

AGOS Çalışanları

 

PRESS RELEASE

 

Our dearest friend , our brother , the editor in chief of AGOS newspaper Hrant D i n k has been assasinated ruthlessly.

There are no words to explain our pain.

Our deepest condolences for those who can still feel themselves as human beings.

AGOS Members

 

Hrant D i n k 15.9.1954’te Malatya’da doğdu.

Yedi yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a göçtü.

Kısa süre geçmeden anne ve babasının boşanması nedeniyle iki kardeşiyle birlikte ortada kaldılar ve Gedikpaşa’daki Ermeni Protestan Kilisesi’nin çocuk yuvasına kondular.

Üç kardeş ilkokulu bu Kiliseye bağlı İncirdibi İlkokulu’nda okuyup, yazları da okulun Tuzla’daki kampında barındılar.

Hrant D i n k Ortaokulu Becziyan, liseyi ise Üsküdar’daki Surp Haç Tıbrevank yatılı okulunda tamamladı.

Lisenin ardından İstanbul Fen Fakültesi’nde Zooloji lisans okumaya başlayan D i n k bu esnada ilkokuldaki yuvada tanıştığı Silopu doğıumlu Ermeni Varto aşiretinden Rakel Yağbasan ile evlendi ve aynı zamanda Türkiye Ermenileri Patriği Şınorhk Kalustyan’ın yanında çalışmaya başladı.

zooloji lisansı bitiren D i n k bu kez İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe okudu ve bu esnada da üç çocuk sahibi oldu.

D i n k ve eşi bu tarihlerde Tuzla’daki Çocuk Kampı’nı yönetmeyi üstlendiler ve Tuzla Kampı’nın Devlet tarafından elden alınması sırasında mücadele ettiler.

D i n k bu dönemde siyasal görüşleri nedeniyle ve değişik vesilelerle üç kez gözaltına alındı ve tutklandı.

1980-1990 yılları arasında iş hayatıyla yetinen ve kardeşleriyle birlikte bir kitabevi işleten D i n k 1990 yıllarından itibaren tekrar Türkiye Ermeni Toplumu içindeki faal yaşantısına döndü.

Bu yıllarda Marmara gazetesinde “Çutak’ rumuzuyla Ermeni tarihiyle ilgili Türkiyede çıkan kitaplara ilişkin kritikler yazdı.

1996’da birkaç arkadaşıyla birlikte ve dönemin Patriğinin de teşviğiyle AGOS gazetesini kurdu.

D i n k bu tarihten itibaren de yazdığı yazılarla ve Türk ve yabancı basında dile getirdiği görüşlerle dikkat çekti.

Amerika, Avustralya, Avrupa ve Ermenistan’da çok sayıda konferansa katılan D i n k Ermeni Kimliği ve Ermeni Tarihi üzerine geliştirdiği yeni söylemlerle tanındı.

 

Davalar

D i n k Türkiye’de bu aşamada değişik yargılamalara tabi oldu ve bazı davaları da halen sürüyor.

D i n k 2002 yılında Urfa’da verdiği bir konferansta “Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim” dediği için “Türklüğü aşağılamaktan” üç yıl yargılandı ve sonunda bu davadan beraat etti.

Geçen yıl bir makalesi nedeniyle açılan davadan ise yine Türklüğü aşağılamak suçundan altı ay hapse mahkum oldu ve bu cezası ertelendi. D i n k bu dava için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlanıyor.

D i n k’in şu an yargılandığı iki dava daha var. Bunlardan biri yargıyı etkilemek suçuyla kendisi ve AGOS’un yazı İşleri Müdürü olan oğlu Arat D i n k ve gazetenin imtiyaz sahibi Sarkis Seropyan hakkında süren dava.

İkincisi ise 22 Mart 2007 tarihinde başlayacak olan bir Türklüğü aşağılamak davası daha.

Bu davada Hrant D i n k Reuters Ajansı’na “eEvet 1915’te olan bir soykırımdı çünkü 4 bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok” dediği ve bu haber AGOS Gazetesinde yayınlandığı için yine oğlu Arat D i n k ve Sarkis Seropyan ile birlikte üç yıl hapis istemiyle yargılanacak.

 

Ödüller

2005 yılında Türkiye’de İnsan Hakları Derneği tarafından D i n k’e “Ayşe Nur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü” verildi.

D i n k’e verilen bir diğer ödül ise 2006’da Alman Stern Dergisi Kurucusu Henri Nannen adına dünya çapında tanınan “Düşünce Özgürlüğü ve Cesur Gazetecilik Ödülü” oldu.

D i n k’e dünya çapında iki ayrı ödül ise bu yılın 18 Kasım’ında Hollanda ve 24 Kasım’ında ise Norveç’te verildi.

Hollanda’da verilen ödül Pen Award fikir ve düşünce özgürlüğü,

Norveçte verilen ise Bjornson İnsan Hakları Ödülüydü

D i n k halen AGOS Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğini ve yazarlığını yapıyor.

Bu gazeteyi Türkiye’nin demokrat ve muhalif seslerinden biri haline getirmeye, özellikle Ermeni toplumunun uğradığı haksızlıkları kamuoyu ile paylaşmaya çabalıyor.

Gazetenin en temel hedeflerinden biri de Türk ve Ermeni halkları, Türkiye ile Ermenistan arasında yeniden diyalog kurabilecekleri bir ortamın gerçekleşmesine katkıda bulunmak.

D i n k değişik demokratik platformlarda ve sivil toplum örgütlerinde elden geldiğince görev alıyor.

 

 

Son yazıları

 

Niçin hedef seçildim?

 

Başlarken bir not: Hiç işlemediğim “Türklüğü aşağılamak” suçundan 6 aya mahkum oldum. Şimdi artık son çare olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyorum. 17 Ocak tarihine kadar avukatlarım başvuruyu gerçekleştirecekler ve benden de başvuruya eklemek için olayların gelişimini anlatan bir yazı istediler. Ben de dosyaya konacak bu yazıyı kamuoyuyla paylaşmayı uygun gördüm. Çünkü benim için AİHM’in kararı kadar ve hatta ondan daha fazla Türkiye toplumunun vicdani kararı önemli. Birkaç hafta sürecek bu yazı dizisindeki bazı bilgileri ve ruh halimi muhtemelen AİHM’e başvurmak mecburiyetinde kalmasaydım ilelebet kendime de saklayabilirdim. Ama madem ki iş bu noktaya kadar geldi olan biten herşeyi paylaşmak galiba en iyisi...

 

Sadece benim değil, sadece Ermenilerin de değil... Tüm kamuoyunun merak ettiği ve sormaktan kendini alamadığı soru şu: “Türklüğü aşağılamak suçlamasıyla 301’den soruşturma ya da dava açılan hemen herkes için bir biçimiyle teknik ya da hukuki çözüm bulundu ve dava mahkumiyete varmadan daha ilk celselerde sonuçlandı da, Hrant D i n k'e 6 aya mahkum oldu?”

 

Hafif atlatılanlar...

Bu aslında yanlış bir tespit ya da gereksiz bir soru değil. Anımsanırsa eğer Orhan Pamuk için dava celsesi başlamadan daha, “Ne yapılabilir de dava düşürülebilir?” diye az takla atılmadı. Kimine göre Adalet Bakanlığı’nın yargılama için izin vermesi gerekiyordu, dolayısıyla oraya sormak gerekirdi. Nitekim öyle de yapıldı. Topun kendisine atıldığını gören Adalet Bakanı ise sıkışmışlığın arasında bir yandan Pamuk’a ateş püskürdü, bir yandan da ortaya çıkıp “Ben böyle bir şey demedim” demesi için çağrılarda bulundu. Sonuçta “Pamuk davası”nın ilk celsesi gerçekleşti ve bu ilk duruşma esnasında yaşanan vandalist saldırılarla Türkiye dünyaya rezil olunca, davanın ikinci celsesi aynı şekilde yaşanmasın diye de ikinci celsenin yapılmasına bile gerek kalmadan dava düşürüldü ve Pamuk’un 301 macerası teknik bir çözümle sona erdirilmiş oldu. Benzer sürecin daha hafifi ise Elif Şafak davasında yaşandı. Öncesinde hayli patırtısı koparılan dava daha ilk celsesinde, Şafak’ın mahkemeye görünmesine bile gerek kalmadan, sona erdirildi. Bu teknik çözümlerden herkes memnundu. Başbakan Tayyip Erdoğan dahi Şafak’a telefon açıp geçmiş olsun dileğinde bulundu. Benzer “Hafif atlatmaları” Ermeni Konferansı’nın sonrasında yazdıkları nedeniyle haklarında “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla dava açılan gazeteci ve akademisyen arkadaşlar da yaşadılar.

 

Cevaplanamayan...

Bu davaların bu şekilde hafif atlatılmış olmasını kıskandığım sanılmasın. Aksine bu davaların ya da soruşturmaların açılmış olması dahi mağdurları açısından çok ağır bir bedeldir ve tüm bu davalardan yargılanan arkadaşların yaşamış oldukları haksızlığın ne gibi bir ağırlık taşıdığını en iyi bilenlerdenim ve paylaşanlardanım. Benim derdim onların davalarında gösterilen kaygı ve telaşın, Hrant D i n k davasında niçin gösterilmediğini sorgulamak ve cevaplamak. Nitekim gördük ki, bu hafif atlatmalar Hükümet’e bir tür obsiyon verdi ve 301’in kaldırılmasını isteyen Avrupa Birliği’nin baskısı karşısında, “Sonuçları güzel” bu uygulamalar örnek olarak gösterilebildi ancak Hükümet’in 301’e ilişkin elinin kolunun bağlı kaldığı ve Avrupa Birliği yetkililerine herhangi bir cevap yetiştiremediği tek örnek ise Hrant D i n k’in mahkumiyet almış olması oldu. Konu o davaya geldiğinde diller kilitlendi. Sahi, “Türklüğü aşağılamak suçlamasıyla 301’den soruşturma ya da dava açılan hemen herkes için bir biçimiyle teknik ya da hukuki çözüm bulundu ve dava mahkumiyete varmadan daha ilk celselerde sonuçlandı da, Hrant D i n k ustelik de hiç suç işlemediği bir yazısında, niçin 6 aya mahkum oldu?”

 

Ermeni olmamın rolü

Evet, bu cevaba hepimizin ihtiyacı var! Özellikle de benim. Sonuçta bu ülkenin bir yurttaşıyım ve ısrarla herkesle eşit olmak istiyorum. Ermeni olduğum için kuşkusuz bundan önce birçok olumsuz ayrımcılıklar yaşadım. Sözgelimi 1986 yılında Denizli 12. Piyade Alayı’na kısa dönem askerlik (8 aylık) için gittiğimde, devremdeki tüm arkadaşlarıma yemin töreninden sonra erbaş rütbesi taktılar ve bir tek beni ayırıp er olarak bıraktılar. İki çocuk sahibi koca bir adamdım, umursamamam gerekiyordu belki. Üstelik bir tür rahatlık dahi sağlamıştı. Nöbet ya da daha zorlu görevler de verilmeyecekti. Amma velakin fena koymuştu bu ayrımcılık. Tören sonrasında herkes ailesiyle mutluluğunu paylaşırken, teneke barakanın arkasında, tek başıma iki saat boyunca ağladığımı hiç unutamıyorum. Alay komutanımın odasına çağırıp, “Üzülme, bir sorunun olursa gel bana” deyişi hâlâ belleğimde bir yara. 301’den yargılanış, aklanış ya da mahkum oluş bir rütbe takdimi değil hiç kuşkusuz. Dolayısıyla “Onlara verilmediğine göre bana da verilmemeliydi”, hele hele de “Bana verdiklerine göre onlara da verilmeliydi” arayışında asla olamam. Ama ayrımcılığa uğramanın tecrübeleriyle pişmiş biri olarak ussal refleksimin şu soruyu sormaktan da hiç geri durmadığını itiraf etmeliyim: “Benim Ermeni olmamın bu sonuçta bir rolü oldu mu?”

 

Bildiklerim ve sezdiklerim

Bu soruya karşılık, bildiklerimi ve sezdiklerimi yan yana getirdiğimde verebileceğim bir cevap var elbet. Özeti de şu: Birileri karar verdi ve “Bu Hrant D i n k artık çok olmaya başladı... Ona haddini bildirmek gerek” diyerek harekete geçti. Kabul ediyorum, kendimi ve Ermeni kimliğimi çok merkeze alan bir iddia bu. Abarttığım öne sürülebilir. Ne var ki benim ruhsal algılamam bu... Elimdeki veriler ve yaşadıklarım bana bu iddiam dışında bir seçenek bırakmıyor. İyisi mi şimdi bana düşen tüm yaşadıklarımı ve sezgilerimi sizlere aktarmak. Sonrası sizin bileceğiniz.

 

Haddimin bildirilmesi

Öncelikle Hrant D i n k'in "Çok olmasına” biraz açıklık getireyim. D i n k zaten epeyi bir süredir dikkatlerini çekiyor, canlarını sıkıyordu. 1996 yılıyla birlikte, AGOS’u çıkardığından beri Ermeni toplumunun sorunlarını dile getirirken, haklarını talep ederken ya da tarihin konuşulmasına ilişkin Türk resmi tezinin hoşuna gitmeyen kendi duruşunu sergilerken, arada bir çizmeyi aştığı olmuyor değildi ancak asıl bardağı taşıran damla 6 Şubat 2004 tarihinde AGOS’ta yayınlanan “Sabiha Gökçen” haberi oldu. D i n k imzasıyla ve “Sabiha-Hatun’un sırrı” başlığıyla verilen haberde Gökçen’in Ermenistanlı akrabaları konuşuyor ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyorlardı. Bu haber, Türkiye’nin en çok satan gazetesi Hürriyet’te 21 Şubat 2004 tarihinde AGOS’tan alıntılanarak manşetten verilince olanlar oldu ve Türkiye’de yer yerinden oynadı. 15 günü aşkın bir süre tüm köşe yazarları habere ilişkin olumlu, olumsuz yorumlarda bulundular, değişik kesimlerden değişik beyanatlar verildi. Tüm bunların içinde en önemlisi ise Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı yazılı açıklama oldu. Genelkurmay bu haberi yapanlara karşı “Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa karşı bir cürümdür” açıklamasıyla tepki koyuyordu. Onlara göre bu haberi yapanlar art niyetliydi, Türk kadınının miti ve sembolü haline dönüştürülmüş bir kişinin Türklüğünü birden bire onun üstünden çekerek o kimlikte deprem yaratmaya çalışıyorlardı. Kimdi bu densizler, kimdi bu Hrant **** ? Ona haddi bildirilmeliydi!

 

Resmi sohbete davet

Genelkurmay bildirisi 22 Şubat Pazar günü yayınlandı. Evimde, televizyon haberlerinden dinledim uzun bildiriyi. O gece çok rahat değildim. Ertesi gün muhakkak birşeyler olacağını seziyordum. Nitekim tecrübelerim ve sezgilerim beni yanıltmadı. Ertesi gün sabahın erken saatinde çaldı telefonum. İstanbul Vali yardımcılarından biri arıyordu. Sert bir tonla, habere ilişkin elimdeki belgelerle Valiliğe beklediğini bildirdi. “Bu çağrının hangi amaçla yapıldığını?” sorduğumda ise “Sohbet etmek ve elinizdeki belgeleri görmek” şeklinde yanıtladı. Tecrübeli gazeteci dostlarımı aradım, bu çağrının hangi anlama geldiğini sordum. “Bu tür sohbetlerin gelenekten olmadığı gibi bunun yasal bir prosedür de olmadığını ancak elimdeki belgelerle davete icabet etmemin doğru olacağını” telkin ettiler.

 

Dikkatli olmalıydım

Tavsiyeye uydum ve elimdeki belgelerle birlikte Vali Yardımcısı’nın yanına gittim. Hayli nazikti Vali Yardımcısı. İçeri buyur ettiğinde, odasında biri bayan iki kişi daha oturuyordu. Nazikçe “Onların kendisinin yakınları olduğunu, sohbetimizde hazır bulunmalarında bir mahzur görüp görmediğimi?” sordu. “Bir mahzur görmediğimi” söyleyip oturduğumda zaten ortamın nazikliğini kavramıştım. Hiç beklemeden girişi yaptı Vali Yardımcısı. “Hrant bey” diyordu “Siz, tecrübeli bir gazetecisiniz. Daha dikkatli haber yapmanız gerekmez mi? Sonra böyle haberlere ne gerek var? Bakın ortalık nasıl allak bullak oldu. Hayır, biz sizi biliyoruz ama sokaktaki adam ne bilsin? Bu tür haberleri başka bir niyetle yapıyorsunuz sanabilir. Bakın şu elimdeki evrakı görüyor musunuz? Ermeni Patriği’nin bir başvurusu vardı, bazı internet sitelerinde Ermeni toplumunun bazı kurumlarına yönelik bazı densizler terör sayılabilecek girişimlerde bulunmaya çalışıyorlarmış. İşte biz de onları aradık ve Bursa’da bulduk, sonunda adalete de teslim ettik. Ama bakın işte sokaklar ne gibi insanlarla dolu. Bu tür haberlere daha dikkat etmek gerekmez mi?” Vali Yardımcısı’nın bu girişle başladığı sohbete, odadaki misafirlerden erkek olan da katıldı ve ondan sonra da zaten sözü bir daha başkasına bırakmadı. Vali Yardımcısı’nın sözlerini daha da net bir üslupla bu kez o yineledi. Dikkatli olmamı, ülkeyi ve ortamı gerecek girişimlerden kaçınmamı telkin ediyordu: “Sizin yazdığınız bazı yazılardan, her ne kadar üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz” diyerek de beni kerelerce uyarıyordu. Ben ise haberi hangi niyetle yaptığımı anlatmakla yetindim. Birincisi ben gazeteciydim ve bu bir gazeteciyi heyecanlandıracak bir haberdi. İkincisi de, Ermeni sorununu hep ölenler üzerinden konuşmak yerine biraz da kalanlar ve yaşayanlar üzerinden konuşmayı denemek istiyordum. Ama görüyordum ki kalanlar üzerinden konuşmak daha zordu! Odadan ayrılacaktım ki götürdüğüm belgeleri görmek ya da almak için ısrar bile etmediklerini farkettim. Belgeleri isteyip istemediklerini onlara ben anımsattım ve verdim. Zaten de konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim... Dikkatli olmalıydım... Yoksa iyi olmazdı!

 

Artık hedefteydim

Hakikaten de sonrası iyi olmadı. Valiliğe çağrıldığımın ertesi gününden itibaren birçok gazetede birçok köşe yazarı Ermeni kimliği üzerine yazmış olduğum deneme serisinin içinde geçen “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermenilerin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesini cımbızlayarak, bununla Türk düşmanlığı yaptığımı ortak bir kampanyayla dile getirmeye başladılar. Bu yayınların ardından ise 26 Şubat günü İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz’in başını çektiği bir grup ülkücü, AGOS’un kapısına gelerek aleyhime sloganlar attı ve tehditlerde bulundu. Polis gösterinin olacağını önceden haber almıştı. AGOS içinde ve kapısında gereken önlemleri aldı. Tüm televizyon kanalları ve gazete muhabirleri de haberdar edilmişlerdi, hepsi AGOS’un önündeydi. Grubun kullandığı sloganlar çok netti: “Ya sev ya terk et”, “Kahrolsun ASALA”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” Grubun lideri Levent Temiz’in yaptığı konuşmada hedef açık ve seçikti: “Hrant D i n k, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir.” Grup gösterisini yapıp dağıldı. Ama ne hikmetse o gün ve ertesi gün herhangi bir televizyon kanalında (Kanal 7 hariç), herhangi bir gazetede (Özgür Gündem hariç) haber geçilmedi. Belli ki Ülkücü grubu AGOS’un kapısına yönlendiren güç, basını ve medyayı da o olumsuz görüntü ve sloganların ardından blokaj altına -bir iki fireyle- almayı başarmıştı.

 

Tehlikenin eşiğinde

AGOS’un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran grup tarafından yapıldı. Ardından da devreye o güne değin hiçbir popülaritesi olmayan Av. Kemal Kerinçsiz ve onun başkanlığını yaptığı Büyük Hukukçular Birliği girdi. Kerinçsiz ve arkadaşları Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na giderek, hakkımda suç duyurusunda bulundular. Bu başvuruyla birlikte, Türkiye’nin itibarını bütünüyle zedeleyen 301 davalarına da hız verilmiş oldu. Benimle ilgili ise yeni ve tehlikeli bir süreç başlıyordu. Gerçi ben hayatım boyunca hep tehlikelerin etrafında dolaşmıştım. Ya tehlikeler beni çok sevmişti, ya ben tehlikeleri... Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.

 

Hrant D i n k (12 Ocak 2007) AGOS Sayı: 563

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ruh halimin güvercin tedirginliği

 

Başlangıcında, “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfa’dan aşinaydım. 2002 yılında Urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada “Türk olmadığımı... Türkiyeli ve Ermeni olduğumu” söylediğim için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum.

Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum. Urfa’dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri. Şişli Savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim “Türklüğü aşağılamak” gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti. Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum.

 

Kendimden emindim

Ama hayret işte! Dava açılmıştı. Yine de iyimserliğimi kaybetmedim. O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsiz’e “Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi” dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. Dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı. Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu. Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.

 

“Ya sabır” çeke çeke...

Ama dönülmedi. Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi. Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi. Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım... Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı. “Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız” diye dayanmıştım günlerce, aylarca. Davanın her celsesinde “Türkün kanı zehirlidir” dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında. Her seferinde “Türk düşmanı” olarak biraz daha meşhur ediliyordum. Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle. Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu. Tüm bunlara “Ya sabır” çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum. Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.

 

Tek silahım samimiyetim

Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı. Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım. Hakim “Türk Milleti” adına karar vermişti ve benim “Türklüğü aşağıladığımı” hukuken tescillemişti. Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi. Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı. İşte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve “Daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğim”i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum: “Avukatlarıma danışacağım. Yargıtay’da temyize başvuracağım ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de gideceğim. Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. Çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur.” Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. Tek silahım samimiyetimdi.

 

Kara mizah

Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOS’takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk. “Kara mizah” dedikleri bu olsa gerek. Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki? Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.

 

“Türk Devleti adına”

İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki “Adalet sistemi”ne ve “Hukuk” kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım. Nasıl yitirmeyeyim? Bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? Okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu? Ama gelin görün ki, bu ülkenin Yargı’sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil. Yargı yurttaşın haklarını değil, Devlet’i koruyor. Yargı yurttaşın yanında değil, Devlet’in güdümünde. Nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar “Türk Milleti adına” deniyor olsa da, şu çok açık ki “Türk Milleti adına” değil, “Türk Devleti adına” verilmiş bir karardı bu. Dolayısıyla, avukatlarım Yargıtay’a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi? Hem sonra zaten, Yargıtay’dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu? Azınlık Vakıfları’nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı Yargıtay imza atmamış mıydı?

 

Başsavcının çabasına rağmen

Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu? Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu. Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul’a taşıdı. Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.

 

Güvercin gibi

Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant ****’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular. Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü. (Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.) Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil. Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence. “Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren. Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum. Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye. Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik. Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. Tıpkı bir güvercin gibiyim... Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım. Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.

 

İşte size bedel

Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? “Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?” Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi... İşte size bedel... İşte size bedel... İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..? Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?

 

“Ölüm-Kalım” dedikleri

Kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız. Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu. Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında... O noktada hep çaresiz kaldım. “Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım. İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı. Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı. “Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.

 

Kalmak ve direnmek

İyi de, gidersek nereye gidecektik? Ermenistan’a mı? Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi. Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım? Rahat bana batardı! “Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık. Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi. Kalacaktık ve direnecektik. Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915‘teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı... Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.

 

Ürkek ve özgür

Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten. Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum. Bu dava kaç yıl sürer, bilemem. Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim. Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım. Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.

 

Hrant D i n k (19 Ocak 2007) AGOS Sayı: 564

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hrant **** Türkiye’de üretilmeye çalışılan şöven darbeci sürece kendi zaviyesinden itirazlarda bulunan, resmi ideolojinin dogmaları ile mücadele eden bir isimdi. Bu yönü ile de derin ve darbeci güçlerin hedefinde bulunuyordu. Umarım bu cinayetin katilleri menfur emellerine ulaşamazlar ve ****’in kanı üzerinden planlar yapanlar varsa Rabbimiz hesaplarını boşa çıkartır. Türkiye ve Ermeni cemaatinin başı sağolsun...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Başımız sağolsun....

 

Ben Türkiyelim,ama Ermeniyim diyen değerli bir gazeteci daha öldürüldü...

 

Bu ölümlerin sonu gelmez....Hrant Drinki öldürenler bilinizki Türkiye

 

Düşmanlarıdır...O ermeni vatandaşlarımızla aramızda en güvenilir

 

köprüydü...Bütün değerlerimizi bir bir silip süpürüyorlar farkındamısınız....

 

Benim için önce Türk olması ve Türklüğüyle gurur duyması önemliydi.

 

Bir mermi onlara bir mermi topluma sıkılıyor...Ve bu böylece devam edip

 

gidecektir...Çünkü gizli istihbarat örgütleri Türkiyenin yönetimsel zayıflıklarını

 

gördüler....Hrantı ermeni diasporasının öldürdüğünden adım gibi eminim.

 

Ama gelde bunu dünyaya anlat şimdi. Yazık oldu çok yazık.Rahat uyu Hrant.....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

hain kurşun sadece Hrant DİNK'e atılmamıştır..olayı ilk duyduğumda aklımdan geçenler pek çok kişininde aklından geçmiştir..çünkü TÜRKİYE'de tam onikiden vurulmuştur...

 

YAŞAMA HAKKI KUTSALDIR... bu çirkin saldırıyı kınıyorum ve bu hain saldırının arkasındaki karanlığın bir an önce aydınlatılmasını bekliyorum bu ülkede kardeşçe

 

ve barış içinde yaşamak isteyen her vatandaş gibi.

 

 

bu ayıp ve utanç bir hayatın üzerinden menfaat bekleyenlerindir...

 

ve sayın evrensel başınız sağolsun...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ruh halimin güvercin tedirginliği

 

 

İşte size bedel

Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? “Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?” Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi... İşte size bedel... İşte size bedel... İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..? Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?

 

 

Hrant D i n k (19 Ocak 2007) AGOS Sayı: 564

 

Saldırının ardından Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in açıklaması

Çiçek, gazeteci Hrant D i n k cinayetinin, ''sebebi, amacı, niyeti, gerekçesi ne olursa olsun alçakça ve hunharca olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini'' bildirdi.

 

YORUMZSUZ...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Demokrasi düşmanları yine işbaşındalar. Türkiye'nin demokratik gelişimine darbe vurmak isteyenler yine sahnedeler.

 

Terörün hangi amaç için yapılırsa yapılsın bir insanlık suçu olduğu açıktır. Türkiye terörden en çok sıkıntı çeken ülkelerin başında geliyor. Bu kaçıncı hain cinayet... Bu cinayet ülkemize sürülen kara bir lekedir arkasındakiler bulunmalı ve hesap vermeli.

 

Marcus gibi düşünüyorum haberi ilk duyduğum anda aklımdan geçende bu oldu. Ermeni lobisi dünya gündeminde bulunan sözde soykırım yalanına kendince bir fotoğraf belirledi. Bu fotoğrafta Türkiye dünyanın gözünde sıcak belgeli suçlu pozisyonundadır artık. Bu lekeyi temizlemek zorundayız.

 

gerçekten ifade etmekte zorlanıyorum...

Türk ve Ermeni vatandaşlarımızın başı sağolsun.... :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

türkiye bir aydınını daha karanlıktan gelen kurşunlarla kaybetti.hepimizin başı sağolsun.insanların düşüncelerinden dolayı yada provakasyon planlarının neticesi susturulmaları hayatlarını vermeleri ne kadar acı.aynı uğur mumcu ,turan dursun,muammer aksoy ve daha niceleri gibi.unutmayalım bütün bu insanların türkiye üzerine söyleyecek sözleri olduğu gibi aynı zamanda aileleri, eşleri, çocukları, dahası yapmak istedikleri pek çok şeyler vardı.özgür düşüncenin ve ifade hürriyetinin bir çok noktada kısıtlandığı bir yerde aydınlarımızın aynı zamanda öldürülme korkusuyla yaşamaları daha ne kadar sürecek.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

türkiye bir aydınını daha karanlıktan gelen kurşunlarla kaybetti.hepimizin başı sağolsun.insanların düşüncelerinden dolayı yada provakasyon planlarının neticesi susturulmaları hayatlarını vermeleri ne kadar acı.aynı uğur mumcu ,turan dursun,muammer aksoy ve daha niceleri gibi.unutmayalım bütün bu insanların türkiye üzerine söyleyecek sözleri olduğu gibi aynı zamanda aileleri, eşleri, çocukları, dahası yapmak istedikleri pek çok şeyler vardı.özgür düşüncenin ve ifade hürriyetinin bir çok noktada kanunlarla kısıtlandığı bir yerde aydınlarımız aynı zamanda öldürülme korkusuyla yaşamaları daha ne kadar sürecek.

 

Sevgili Denizzz, ne güzel ifade etmişsin, ne güzel anlatmışsın... ellerine, yüreğine sağlık... Keşke herkes boyle düşünebilse diyeceğim ya düşünmesini bilmeyen, düşündükleriyle de ancak katil olan bu insanların beyinlerinde problem... O nasıl bir işleyiştir ki, nasıl bir "duygusunu beynine satmak"tır ki elleri o silaha davranabiliyor, davrandığıyla kalmıyor tetiğe basabiliyor, sonra da arkasına bile bakmadan, vicdanını, yaptığını bile sorgulamadan oradan birşey olmamış gibi uzaklaşıp gidebiliyor. Uyuyacak mı bu gece, bir sure once ki rahat uykularından acaba... Gördü mü o gözleri, canını aldığı insanın tanıdıklarını, yakınlarını, eşini, kızını, arkadaşlarını ve onların çaresizliğini, gözlerinden akıttıkları yaşı... Bi daha yapar mı acaba aynı şansı kendisine bi daha verseler?

Ben ne ermeniyim, ne de Hrant Dink'i şahsen tanıyorum... Ama ben birçok Türk halkı gibi bu haberi dydugum an cok üzüldüm :) Ermeni olması degil, gazeteci olması degil, insan olmasıydı benim meselem... Bir ermeni gazeteci değildi bugun öldürülen, bir insandı bi taraftan, tıpkı öldüren gibi...

 

Ne enteresan degil mi? İnsanların fikirlerinden korkmak, düşündükleri yüzünden ölüme mahkum edilmelerine neden olmak...

 

Korkuyorsanız fikirlerden korkmayın; fikirleri yüzünden, sırf öyle düşündü diye bir insanın hayatına son verme işini gözünü kırpmadan yapanlardan korkun... Asıl tehlikeli olan onlar cunku

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgili gloria :clover:

 

çok güzel özetlemişsin, fikirlerden ve o fikirleri savunanlardan korkmak yerine fikre müdahale adına eline silah alıp bir insanı katleden vahşilerden korkmalı...

 

Hrant D i n k öldürüldü bu suiskastten insanlık birşey kazanabilir mi ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hrant Dink bu ülkeyi kaosa sürüklemek için öldürülmüştür ne ırkçılık ne soykırım bunlar bir oyun aslında öldürülen kişinin kimse için bir önemi yok benim içinde ölen gazetecini hiç bir önemi yok ama beni sadece insan olmması ilgilendiriyor katiller için yanlış adres gösteriliyor. bunu yapanlar bizi avrupa birliğine almak istemeyen türkiyede kendisinden izinsiz kuş uçurtmayan ABD,den başkası değil

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Emperyalizm:

insanlar ve toplumlar arasında her türlü farklılığın değerli olduğu propagandasını yaparak yurttaşları ve halkları parçalayacak ve çatıştıracak politikalar uygular; kendisine uygun bir dil yaratır.

Etnik ve dinsel farklıkları artırmaya ve çatıştırmaya çalışır.

Politikalarına karşı çıkanları düşman olarak damgalar ve ayrıştırır.

Antiemperyalist cephenin oluşmasını özellikle önlemeye çalışır.

Bu doğrultuda antiemperyalist cepheyi kâh milliyetçilikle, kâh şovenizmle, kâh sosyalizmle ve gericilikle itham eder.

Böylece yurttaşlar ve halklar arasında kin ve nefret tohumları eker; şövenist, faşist tutumların tüm taraflarda gelişmesi için her türlü yola başvurur.

 

Antiemperyalizm:

Tüm yurttaşlar arasında ortaklıkları ve asgari müşterekleri merkeze alır.

Evrensel değerleri ve demokratik/sosyal yurttaşlığı ön plana alan bir toplum sözleşmesinin gerçekleşmesini amaçlar.

Hiçbir etnik, dinsel ayrım ve ayrımcılık yapmadan Türk, Kürt, Çerkez, Ermeni, Abhaz, Alevi, Sünni kısacası tüm yurttaşların her türlü demokratik haklarını kullanacağı barış ve kardeşlik ortamının sağlanmasını amaçlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Gerçekten Türkiye'deki ermeni asıllı Türk vatandaşlarından birisi olan aynı zamanda Agos gazetesi genel yayın yönetmeni olan şahsın İstanbul'un ortasında hunharca bir cinayete kurban gitmesi kabul edilebilir birşey değildir. Hrant DİNK herhangibir ermeni asıllı Türk vatandaşı değildi. Gazeteci kimliğinin ötesinde son zamanlarda yaptığı siyasal içerikli açıklamalarlada gündeme oturmuştu. Şunu kabul etmek gerekir ki Türkiye'de siyasal görüşü ya da ideolojisi ne olursa olsun pek çok insan tarafından sevilen biri değildi. Bunun nedeni "ermeni" asıllı olması değildi elbet. Türkiye'yi,insanını ve tarihini töhmet altında bırakacak birtakım açıklamaların altına imza atması ve bu açıklamalara ortak olmasıydı. Türkiye'yi,insanını ve tarihini kötüleyerek populer olma ya da prim yapma yarışında adı geçenlerden birisi idi. 301 maddeden yargılanıyor olmasaydı kimse adını bile bilmeyecekti. Baksanızza bir kısım aklı evvel şahsı "Aydın" ilan etmiş bile. Açıkçası ifade etmem gerekirse Hrant DİNK adı banada iyi şeyler düşündürmeyen bir addı. Su testisi su yolunda kırıldı. Nevarki hiçbir neden bu korkakça cinayeti haklı çıkaramaz. Cinayetin nedebi,kimler tarafından işlendiği ya da işlettirildiği henüz belirlenmemişken birilerini suçlu ilan etmek de bir çeşit yargısız infaz olsa gerek. Adı geçen şahsın bu şekilde,bu zamanlarma ile katledilmesi pek çok çıkar çevresinin işine yarayabilir gibi gözüküyor. Hadisenin geçmişi,şekli,yeri ve zamanlaması dikkate alındığında olayın failinin kim veya kimler olduğunun saptanmasında daha geniş düşünülmesi gerekmektedir. Hadise bir Türk karşıtlığına ya da Türkiye'yi karalama kampanyasına alet edilmemelidir. Ben hadisenin Tüm Türkiye'nin Ayıbı imiş gibi lanse edilmesinide son derece yersiz ve garip bulduğumu belirtmek istiyorum....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Emperyalizm:

insanlar ve toplumlar arasında her türlü farklılığın değerli olduğu propagandasını yaparak yurttaşları ve halkları parçalayacak ve çatıştıracak politikalar uygular; kendisine uygun bir dil yaratır.

Etnik ve dinsel farklıkları artırmaya ve çatıştırmaya çalışır.

Politikalarına karşı çıkanları düşman olarak damgalar ve ayrıştırır.

Antiemperyalist cephenin oluşmasını özellikle önlemeye çalışır.

Bu doğrultuda antiemperyalist cepheyi kâh milliyetçilikle, kâh şovenizmle, kâh sosyalizmle ve gericilikle itham eder.

Böylece yurttaşlar ve halklar arasında kin ve nefret tohumları eker; şövenist, faşist tutumların tüm taraflarda gelişmesi için her türlü yola başvurur.

 

Antiemperyalizm:

Tüm yurttaşlar arasında ortaklıkları ve asgari müşterekleri merkeze alır.

Evrensel değerleri ve demokratik/sosyal yurttaşlığı ön plana alan bir toplum sözleşmesinin gerçekleşmesini amaçlar.

Hiçbir etnik, dinsel ayrım ve ayrımcılık yapmadan Türk, Kürt, Çerkez, Ermeni, Abhaz, Alevi, Sünni kısacası tüm yurttaşların her türlü demokratik haklarını kullanacağı barış ve kardeşlik ortamının sağlanmasını amaçlar.

 

Bu cümlelerine ben de su sözü eklemek isterim izninle...

 

 

Vatanseverlik, dünyamızın her bir demir parmaklıklarla çevrili,küçük parçalara bölünmüş olduğunu ve bazı özel parçalarda doğma şansına sahip olanların, üstünlüklerini başka parçalarda yaşayanlara göstermek için onlara savaş açma ve onları ÖLDÜRME HAKLARI olduğunu öngörür.... (Emma Goldman)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu cümlelerine ben de su sözü eklemek isterim izninle...

Vatanseverlik, dünyamızın her bir demir parmaklıklarla çevrili,küçük parçalara bölünmüş olduğunu ve bazı özel parçalarda doğma şansına sahip olanların, üstünlüklerini başka parçalarda yaşayanlara göstermek için onlara savaş açma ve onları ÖLDÜRME HAKLARI olduğunu öngörür.... (Emma Goldman)

 

 

bu arada bu sözdeki vatanseverlik kavramı alıntı oldugundan degiştirilmeden verilmiştir ama benim burda kastettiğim kesinlikle vatanı sevmek meselesi degildir milliyetçi ırkçılıktır... Yoksa herkes vatanını seviyor ben de buna dahil...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hirant Dink'in öldürülmesine sanmiyorum ama onu öldürten odaklarin ve zihniyetin disinda kime sevinmemistir.

Hiran Dink Ermeni kökenli bir Türk vatandasiydi,Türkiye Cumhuriyeti yasalarina göre nedeni ne olursa olsun onun öldürlmesi bir suctur,Türkiye Cumhuriyeti güvenlik birimleri fail veya failleri bulmak icin bütün güclerini kullanacaklardir,cünkü bu cinayet Türkiye Cumhuriyetine kasten islenmistir,bu asla bir Ermeni düsmanligi veya Türk milliyetciligi gibi bazi cevrelerin cok kolay telaffuz ettikleri nedenlere yüklenemez.Bu bir siyasi cinayettir,ülkesini seven milletini seven hicbir Türk böyle bir

cinayeti isleyemez.

Hirant Dink'in öldürmesini takip eden dakika veya saatlerde Türkiye radyo ve televizyonlarinin histeriyi andirir yayinlari,onlarca diplomatimizi sehit eden Ermeni terörü icin yapilmadi,30.000 kisinin katili icinde yapilmadi,

Cinayeti takiben oradaki güvenlik kamerasina takilan birisinin görüntüsünü bütün dünyaya reklam edercesine*Iste alcak katil,Iste Hirant'i öldüren alcak kaciyor*diye hukuktaki,hickimse ispatlanmadan suclu gösterilemez,prensibini cignerken,televizyonlarimizin ne kadar acinacak halde oldugunu daha iyi anladim,medeni yayin yapmaktan uzak,habercilikten haber sunuculuktan bihaber sadece mankenlik ve artistlik yapabilecek kapasitede ki birileri maalesef televizyonlarda sunucu olabilmislerdir.

Hiran Dink'in öldürülmesi eminimki Türkiye'nin yararina olamazdi,akli basinda olan hicbir Türk böyle bir cinayete alet olamazdi.Bu cinayette yarari olan kesim muhakkak ki Ermeni kesimidir.Son günlerde Fransa'da ve Amerika'da Ermenilerin yalanci soykirim calismalarina ancak böyle bir cinayet güc katabilirdi.Türk düsmanligini milli politika haline getirmis olan Ermenilerden hersey beklenebilirdi.Ermenistan sinir kapilarinin acilmamasi Ermenistan'i zor durumda birakmaktadir,dünya kamuoyunuda sanki bu siniri Türkiye degilde onlar Türkiye'ye kapatmislar gibi bir hava veren Ermeniler Türkiye'yi zor durumda birakmak icin böyle bir cinayeti isleyebilemezlermiydi.Papa'nin Türkiye'ye gelisini firsat bilen ic ve dis odaklar Türkiye'de azinliklarin zor durumda olduklari yaygaralarinin ayyuka ciktigi su günlerde böyle bir cinayet sanirim ki Türkiye'nin katiyen yararina olmazdi.Hirant Dink'in öldürülmesini takip eden saatlerde,TRT de gecen Ermeni kaynakli ve Ermeni savunma bakaninin Türkiye sinirinin acilmasi icin görüsmeler teklif ettigi haberi bilmiyorum ama bence cok anlamlidir ve eger bir rastlanti degilse bence cinayetle cok yakindan baglantilidir.

Diger yandan bu cinayeti,tek bir kisinin islemis olmasida ihtimal dahilindedir,

-Bu cinayet özel nedenlerlede olabilir,biligimiz kadari ile Ermeni kilisesi ile Hirant Dink'in pek arasi yoktu yani görüs ayriliklari mevcuttu.

Kendini bilen,ülkesinin cikarlarini düsünen bir insanin helede milliyetcilik nedenleri ile böyle bir cinayeti islemis olabilecegine inanmiyorum,belki de yaniliyorumdur.

Hirant Dink'i öldürten ve öldüren ,Türkiye icin hicte iyi birey yapmadilar.onun öldürtenler ve öldüren belki bu cinayeti bir temizlik olarak görebilirler ama böyle bir temizligin Türkiye'nin cikarlari icin gerekli oldugunu düsüsnenler var ise onlarin basardiklari teksey bu temizlikle Türkiye'nin üzerine daha cok pislik attirmis olmalaridir.

Hirant Dink'in öldürülmesinin üzerinden daha birgün bile gecmeden sokaklarda protesto mitingleri düzenleyenlerin ve o mitinge katilanlarin hemen hicbirinin kendi arzusu ile oralara geldigini sanmiyorum bu o kadar ilgincki sanki danisikli bir dögüs gibi oldu.Hirant Dink'in öldürülmesini protesto edenlerin,Ermenistan kapisini acalim Kibris'i Rumlar'a verelim belki o zaman kendimizi affettirebiliriz diye sloganlar atanlarin Türk olduklarindan süphem vardir.Bunlar olsa olsa Türkiye'yi parcalamaya azmetmis ic ve dis odaklarin uzantilarindan öte kimseler degillerdir.Diplomatlarimiz Ermeni teröristlerin kursunlari ile sehit edilirken bunlarin hangisi sokaklarda protesto yapmislardir.Eger Hirant Dink'in öldürülmesini protesto etmek ugruna alelacele sokaklar doldurulup Türkiye aleyhinde sloganlar atiliyorsa ben üzerine basa basa derim ki bu cinayette Ermeni parmagi eger degilse Ermeni yandaslarinin parmagi vardir.Türk'lerin adini yalanci soykirimlarla karalayan cevreler ve onlarin Türkiye icindeki nobelli nobelsiz yazarlari,medyacilari ve sözde aydinlari dikkat ederseniz ayni yaygaraya baslamislardir.Hirant Dink'in kizi bile bu cinayeti takiben sanki öldürenin kim oldugunu biliyormuscasina*Babami öldürmekle soykirimi örtbas edebilecekmisiniz*diyebiliyorsa Türkiye'nin nerelere getirilmis oldugunu anlatmaya gerek yoktur.

Hirant Dink'in öldürülmüs olmasini ben sahsen dogru bulmuyorum,katiller kimler olurlarsa olsunlar.Öldürmek bir savasin kazanilmasi degil o savasin icine daha cok girmektir.Iddialar öldürmekle degil kari iddialari cürütmekle kazanilir,medeni insanlara yakisan fikirlerle mücadele etmektir,kaba gücle degil.Peygamberimiz bir hadisinde söyle demektedir;*Saldiran degil saldirilan,öldüren degil öldürülen,dögen degil dögülen olun*

Bu hadisin icinde düsünebilenler icin cok hakikatler gizlidir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şah, Vezir, Kale, Fil, At, Piyon... Ve Satranç Tahtası... Ve Satrancı Oynayanlar...

 

Farsi bir aydın şöyle söylemiş, Farsileri küçümseyen bir Avrupalıya hitaben...: Onlar Arenalarda, insanları aslanlara yem ederken, biz doğu'da Satranç oynuyorduk...

 

Şimdi ise Satranç oynayan Avrupa ve Amerika... Birbirini öldürenler ise Orta Doğu'da artık...

 

Tarih'te bir tespit vardır: Tarihin akışı ve gelişim geriye doğru olamaz... Sanırım bu tez çürütülmüş oluyor böylelikle...

 

Hırant Dink, Satranç Tahtasının neresindeydi bilmiyorum ama elbetteki onun katledilmesi büyük bir gaflettir. Aslında gaflet demek yanlış... Zira onun katledilmesi bilinçli bir eylemdi ve yapanlar biliyorum ki bir amaç peşindeydiler... Umarım bu amaçlarını Millet ve Devlet olarak görebilir ve gerekenleri yapabiliriz...

 

Lakin şu var ki; Siz düşürülen bir uçağınızın hesabını soramaıyorsunuz... Siz askerinizin başına geçirilen çuvalın hesabını soramıyorsunuz... Siz birilerine yağcılık yapmak için, "Bir Adım Önde Olma" YALANI perdesiyle Kıbrıs'ta 28tane taviz veriyorsnuz ve bu 28adım öndeliğinize karşı adamlar tek bir taviz vermiyor ve siz hala pişkinci politikanızı Genel Kurmaya rağmen "Doğru ve olumlu" olarak savunabilirsunuz... Bir çok konuda "Cumhurbaşkanına mı soracaktık" yada "Genel Kurmaya mı soracaktık" diyebilen bir Başkabakn yetiştirebiliyorsunuz... Sizin en önemli Aydınlarınız birer birer katlediliyor ve siz zerre kadar önemsemiyorsunuz hiç birinin katledilişini... Ve yine siz siz siz...

 

Elbette ki Türkiye Hırant Dink'in hesabını sormayacak... Soracağını düşünenler daha Türkiye'yi tanımıyor demektir... Tükiye hiç bir şeyin hesabını soramayacak kadar aciz bırakılmıştır... Ne yazık ki hala M. Kemal'in gösterdiği hedefin aksi yönünde Gaflet, Dalalet ve hatta Hıyanet içersinde inatla gitmekten bir adım daha vazgeçmedik... Bence istikrar budur... Bir kukla ne kadar istikrarlıysa, Türkiye'de bir üçüncü dünya ülkesi olarak o kadar istikrarlıdır... Ve ne hazindir ki bu Hırant Dink'in de hesabını sormayacaktır...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hrant Dink bu topraklarda doğmuş, ama kendi yurdunda özgürce yaşamasına müsaade edilmemiş bir düşünce adamı, bir hak ve özgürlük savunucusu idi. Fikir namusuna sahip, düşüncelerinin ardında adam gibi durmasını bilen erdemli bir insandı.

Adalet ve özgürlüğü herkes için isteyen, insani erdemleri öne çıkaran bir düşünce adamı olan Hrant Dink, AB bu ülkedeki azınlıkların hakları ''dayatması'' konusunda aynen şunu söyleme dürüstlügü göstermiş bir aydın insandı; "bu ülkede çoğunluluğu teşkil eden Müslüman halkın hakları alanında yaşanan baskı, yasak ve haksızlıkları dikkate aldığımda kendimiz için ilave haklar talep etmekten utanıyorum"

Onun bu dürüst, adil, özgürlük yanlısı ve erdemli duruşunu hazmedemeyen kimi çevreler ve özgürlüklere düşman resmi ideoloji yanlısı bağnaz medya, onu sürekli hedef yaptıgını hemende unuttu, her türlü baskı ve tehditlerine ragmen medya utanmadan timsah gözyaşları dökmeye ve tutarsız kınama açıklamaları yapmaya, onun ne kadar yiğit bir düşünce adamı olduğuna dair programlar yapmaya yöneldiler. Her zaman yaptıklarıda bu degilmiydi. Hatırlamak isteyenler son bir kaç seneyi ve yargılanması süreçlerini göz önüne getirebilirler.

Mahkeme önlerinde linç etmeye, asla hakaret içermeyen düşünce açıklaması sebebiyle keyfi ve ideolojik kararlarla mahkum etmeye çalışanlar, sürekli medyada hedef yapanlar, şiddeti içeren sloganlarla ve yumurtalarla saldırıp, kaldıralmadıgı gibi keyfi uygulamalara açık 301. madde ile sürekli köşeye şıkıştırmaya çalışanlar onu hedef tahtasına ziyadesiyle yaklaştırmışlardı.

Tüm bu süreçlerde rol oynayanlar çıkmış timsah gözyaşı dökme ikiyüzlülüğüne sığınmaya çalışıyorlar.

Hedefini seçenler tam isabetli bir hedef seçmekle ne kadar profosyenel olduklarını kanıtlıyorlar. Türkiyeyi sadece dışarda yalnızlaştırmak ve imajını kötü göstermek olarak degil, ülke içinde azda olsa gelişmeye başlamış özgürlükleri geri döndürmeyide amaçlamaktadırlar. Sınırlarında bir o kadar haraketlenme yaşandıgı bir zamanda, kendi dertleriyle başa çıkamayan bir ülke tanımına da sokmak istemişlerdir.Bir taşla bir çok kuş vurmak istedikleri çok açık ve seçtikleri hedef çok nettir.

Her şeyi bir kenara bıraksak bir insanın yaşama ve fikirlerini ifade etme hakkı herne olursa olsun elinden alınmamalı ve bu ülkenin halkı ve yöneticileri buna kesinlikle müsade etmemelidir.

Hrant Dink'in katledilmesini tekrar nefretle kınıyorum ve hükümet düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki tüm engel ve tehditleri kaldırmalı ve ''çeteleşmeleri'' tasfiye etmek üzere harekete geçmelidir. İçimizdeki derin beni ortaya çıkarmalı ve tasviye etmeliyiz. (en son şemdinlide kalmıştık)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bu vahşi katledişi kınamak için kelime dahi bulamıyorum.

 

fikirlerini sevmediklerinizi öldürerek fikirlerinden kurtulma yöntemi, hiçbir zaman başarılı olmadığı gibi. kişinin başka şeylerin arkasına sakladığı gerçek fikrini ve zihniyetinide ortaya döken bir yöntemdir.

 

tetiği çekenin yanında, linç kampanyalarıyla, nefret tohumlarıyla kişileri açık hedef haline getirenlerde aynı oranda suçludur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili arkadaşlar,

Nedir bu kin, nefret yaa? Gavur diye birşey yok, lütfen bunu anlayın artık.

Bu kelime dedelerin cehaletinden başka birşey değil.

Tarihte kötü olaylar olmuşsa olmuş, ama bunu birilerine gavur diyerek sürdürmek tarihin ayıbına ayıp katmaktan başka birşey değildir.

 

Dedeler gavur dedi ve milletde onları tanıma fırsatı bulamadığı için onları yanlış tanıdı.

Ama gerçekler bu değil, inanınki gavur denilen insanların içinde kötü olanların sayısı bizim kötülerimizden fazla değil.

 

Esasen ben bu ırkçılığın, kinciliğin nerden kaynaklandığını çok iyi biliyorum ama şimdi bunu dile getirmek istemiyorum.

Onları dost edinmeyin diyen bir kaynak var ama;

Siz evde yokken, evinizde yangın çıkmış ve komşunuz bir ermeni, sizin canınız evladinızı, kendi hayatını tehlikeye atarak, yangının içine dalarak kurtarmış ve kendiside ağır yaralanmış.

Gelinde dost edinmeyin bakalım! Gelinde sizinle dost olmak bize yasak deyin bakalım ona.

 

Bayramınızda sizin elinizi öpmeye geliyorlar, cenazenizde sizinle beraber sizden çok ağlıyorlar, bir düğününüz oluyor en güzel kıyafetlerini ve hediyelerini alıp size koşuyorlar, en zor anlarınızda hep yanınızda oluyorlar, nasıl "ben sizinle dost olamam, git yanımdan" diyebilirsiniz?

Onlarla içiçe yaşamadıkça, onlarla komşu olmadıkça bunu bilmeniz, anlamanız biraz zor olabilir ama, hiç olmazsa bu söylediklerimi bir gözden geçirin lütfen.

 

Özellikle dini partilerin yükselişinden sonra ve bilhassa kırsalda ve varoşlarda, ırkçılık ve gavur düşmanlığı had safhaya ulaşmıştır.

 

"Ben dost olurum ve olmam diyenler beni ilgilendirmez" de demeyin" , Çoğunuzun bir takım köylerle bağlantısı var. Köylerdeki insanlar gavur diyor, başka birşey demiyor. Köylülerinizi, hemşehrilerinizide uyarın ve eğitin lütfen. Zira böyle durumlarda her koyun kendi bacağından asılır olmaz. Burda bir insanlık meselesi var.

 

Sezen aksu, Sertap, Candan Erçetin, defalarca onlarla kardeşlik uyandıran ortak şarkılar yaptı, hiçmi kimse duygulanmıyor bu şarkılardan yaa? Yada bu güzel şarkıları nereleriyle dinliyorlar?

 

Daha yeni Trabzonda bir italyan papaz gavur diye öldürüldü, buda üstüne cabası.

 

 

 

sayın evrensel başınız sağolsun...

Çok teşekkür ederim değerli Frozen,

Gerçektende bağsağlınız benim için bir destek oldu.

Bu gün kendilerine baş sağlığına gittim. Eşinin ve çocuklarının ne halde olduklarını görmeliydiniz.

Hiçbiri konuşacak halde bile değiller, olacaktı ve sonunda oldu diyorlar. O kadar hedef gösterildiki şimdiki katil yapmasa başka bir katil çıkacaktı diyorlar.

 

Demokrasinin, insan haklarının, tüm insanlığın ve Türkiyenin başı sağolsun.

Herkeze bir kez daha düşünmesi dileklerimle.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.