Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

William Crosner'in Günlüğü XV. Bölüm


Misafir isimsizuye

Önerilen İletiler

Bugün gemide uzun zamandır unuttuğumuz son derece sâkin bir gün geçirdik.. Bu yolculuğa başladığımızdan bu yana en güzel günümüz de sanırım buydu.. Athenagoras’la birlikte yârınki programımızı iyice belirledik.. Yârın öğle sularında İzmir Limanına varacağımızı sanıyoruz. Limandan ilk olarak Konsolosluğa gideceğiz ve İzmir’e vardığımızı telgrafla British Museum’a bildireceğim. Ayrıca Geary ile Stephen’in aslında birer defîne avcısı olduklarını, Sicilya’da gemiden ayrıldıklarını ve Carlo’nun da ilerlemiş yaşına yenik düşerek bir kalp krizi sonucu hayâtını kaybettiğini ve naaşını İon Denizine bıraktığımızı söyleyeceğim.. Dilerim bana inanırlar.. Ekip zâten Geary ile Stephen’i birer defîne avcısı olarak biliyor, ancak onları British Museum’a Carlo’nun ölüm nedeni olarak kalp krizini göstermeye iknâ etmeliydim, bunu akşam yemeğinde Athenagoras’la birlikte başardık.. Bu konuda ekipten yana bir sıkıntımız olacağını zannetmiyoruz, dilerim British Museum’dan yana da bir sıkıntımız olmaz..

 

Yârınki programımızda Athenagoras’la birlikte, Konsoloslukta işimizi hâllettikten sonra kazı bölgesine doğru yola çıkmayı, akşam sularında bölgeye varmayı plânladık.. Konsoloslukta bizimle özel olarak ilgilenilecek, tüm ekipman desteğimizi; çadır, kazma, kürek, kova, fırça vb. ihtiyaçlarımızı Konsolosluk karşılayacak. Ulaşımımızı da onlar sağlayacak, sanıyorum ki bölgeye at arabalarıyla taşınacağız..

 

Bölgedeki Cinaslı ve Cingirli köylerinde nasıl karşılanacağımızı çok merak ediyorum. Cinaslı köylüleri daha önce Athenagoras’a burada yattığına inandıkları bir evliyâyı rahatsız ettiğine inandıkları için pek de iyi davranmamışlardı.. Ancak şahsî kanaatim şudur ki bu projeyle birlikte bölgedeki erkeklere bizimle çalışma ve aile bütçesine ekonomik bir katkı sağlama imkânı doğduğu için bize karşı daha toleranslı davranacaklardır.. Hem üstelik bu köyde Türkler çoğunlukta, Tüklerin şu dillere pelesenk olmuş misâfirperverliklerinden biz de payımıza düşeni alırız sanıyorum.. Cingirli köyünde ise Rumlar çoğunlukta. Bu köy bizim kazı bölgesine daha uzakta kalıyor, bu köyden işçi toplayabileceğimizi zannetmiyorum.. Gerçi bu bahaneyle bu iki köyden insanları birbiriyle barıştırmayı da isterdim, ama kazılar sırasında herhangi bir gerginlik yaşanmasına fırsat vermemek için yalnızca Türk işçileri kullanmak bana daha mâkûl görünüyor..

 

Merak ettiğim bir diğer husus da bölgede Türkler ile Rumlar arasında şu sıralar herhangi bir sıcak çatışmanın yaşanıp yaşanmadığı.. Dilerim bölge oldukça sâkindir.. Yoksa ne ekibi burada tutabilirim ne de can güvenliklerini sağlayabilirim.. Ama yine de ben ve Athenagoras bu işte kararlıyız, geri dönmeye hiç niyetimiz yok.. Edward da bizimle.. Dennis, Max, James, Miles, Evans ve Gelis’in de vazgeçebileceklerine pek ihtimâl vermiyorum.. Bakalım.. Tanrı yardımcımız olsun..

 

Bugün yemek araları hâriç kamaramızdan hemen hiç çıkmadık ve tâ en başından îtîbâren yaşadığımız tüm bu gelişmeleri tekrar gözden geçirdik, Lysisya dosyası hakkında konuşulmadık pek bir şey bırakmadık.. Aklımıza gelen her bir olasılığın üzerine dikkatlice gittik, hiçbir ayrıntıyı atlamadan gemideki son olayları tekrar inceledik.. Ulaştığımız sonuçlardan farklı bir yere varamamak bizi biraz üzse de henüz daha bölgeye varmadan bu kadar çok bulguya ulaşabilmiş olmaktan dolayı çocuksu bir sevinç duyduk.. Ekip bizim kontrolümüz altında olacak, ancak şu Kaptan Plummer ve mürettebat meselesi sürüncemede kaldı, maalesef gemi bizi limana bırakır bırakmaz Birleşik Krallığa geri dönecek ve Kaptan Plummer ve mürettebat avuçlarımızın içinden uçup gidecek.. Sandığın içinde ne vardı? Bunlar nereye götürülüyordu? Daha sonra kara yoluyla bizim kazı bölgesinde bir yerlere mi taşındı? Ya da sandığın içindeki kripteks şu an Moses, Daniel veya Ulrich’in yanında mı? İşte, bu sorular hakkında herhangi bir fikir yürütemedik..

 

...

 

Bâzen düşünüyorum da entrika uzmanları ile paranoyaklar arasındaki fark acabâ nedir diye, öyle sanıyorum ki bu fark kişilerle ilgili değil, kişilerin olaylara bakış tarzlarıyla ilgili değil, olsa olsa eldeki bulgular üzerine yapılan yorumlarla ilgili bir fark olsa gerek.. Dolayısıyla bence bir kimse yetersiz bulgulardan hareketle keyfî sonuçlara ulaşıyorsa ruh sağlığı ne kadar yerinde olursa olsun o kişi ancak bir paranoyakla eşdeğerdir.. Entrika dediğimiz şey nedir diye düşününce de hep şu sonuca varmışımdır: belirli bir hedefe varmak için geliştirilen yöntemler ve araçlar bütünü.. Entrikaların târihi sanırım insanlık târihi kadar eski.. Çünkü insanoğlu hemen hiçbir zaman entrikaya başvurmadan hedeflerini gerçekleştirememiş.. Bu bir boğayı avlamak için de böyle, savaşlarda düşmanlar üzerinde üstünlük elde edebilmek için de böyle, karşı cinsle ilişkiler için de böyle ve tabiî ki siyâseten de böyle.. Şahsî kanaatim şudur ki bir entrikanın değeri ulaşılmak istenen hedefin değeriyle aynıdır, yâni ulaşılmak istenen hedef eğer insanlık değerlerini çiğniyorsa bu hedefi sağlayan entrika ne kadar zekîce kurgulanmış olursa olsun bence değersizdir.. Böyle bir ölçekle meseleye baktığımda bizim kazı ekibini başka yönlere doğru sürükleyecek olmamız beni rahatsız etmiyor, Edward ve Athenagoras’ın da benimle aynı fikirde olduğuna inanıyorum.. Hele içine düşmüş olduğumuz entrikalar yumağını düşündükçe zâten bundan başka bir seçeneğimizin olmadığına inanıyorum..

 

Bence her entrika kendi içinde birtakım zaaflar taşır. Bu da aslında insan unsurundan kaynaklanır. Yâni içine insan unsurunun karıştığı birşey aslâ kusursuz değildir ve kusursuz olamaz da.. Meselâ Carlo’nun ölümüne giden süreçte benim kurduğum entrikanın payı vardı kuşkusuz. Doğrusu o an Carlo’nun ne düşünebileceğini hesâba katmamıştım.. Ama gerçeği ona da söyleyemezdim, çünkü birkez güvenimi sarsmış, İbn-î Ceydân bin Ekber ve kitabından ekibe bahsetmişti.. Belki orta yolcu bir formül geliştirebilirdim, ancak bunu düşünebilecek ne zamânım vardı ne de böyle yapmam gerektiğine dâir birşey hissettim.. Carlo’nun bunu da nasıl olsa kaldırabileceğini düşünmüştüm sanırım..

 

Neyse.. İş işten geçti artık.. Lysisya hakkında kurduğumuz ve bundan sonra geliştireceğimiz tüm entrikalarda bunlar bize çok acı birer deneyim oldu. Bu kazı projesi tamamlanıncaya kadar gerçeği ben, Edward ve Athenagoras’tan başka hiç kimse bilmemeli, yeni bir sürprizi ne biz ne de ekip kaldırabilir..

 

Gemideki son akşam yemeğimizde ekibi buruk bir sevinç kaplamıştı.. Miles ve Nick sürekli komik birşeyler anlatıyor, ekibi neşelendirmeye çalışıyordu. Normon da birasını yudumlayarak onlara katılıyor, Harold’la şakalaşıyordu.. Bir an gözüme Gelis ilişti.. Sanırım Carlo’yu özlüyor, onunla yaptığı şakalaşmaları arıyor, o çok sevdiği Carlo’nun onu yalnız bırakmasına içerliyordu.. Gelis’i daha önce hiç bu kadar durdun görmemiştim.. Tanrım.. Sen Gelis’e sabır ver..

 

11 Mayıs 1885

 

*

 

Tanrım.. Ne gündü ama.. Yorgunluk iliklerime kadar işledi.. Artık bedenim yorgunluğu kaldırmıyor.. Bulmacanın kayıp parçaları da yavaş yavaş çözülüyor, sana şükürler olsun ey Ulu Tanrım..

 

Şu an Konsolosluğun misâfirhânesinde Edward’la birlikteyim. Athenagoras az önce sâhilde yürüyüş yapmak için aramızdan ayrıldı, o gelince yemek salonuna geçeceğiz ve Konsolos ile Roger Mildred’ın anlattıklarını akşam yemeğinde ekiple paylaşacağız, ortak bir görüş birliğine varmaya çalışacağız.. Durum çok vahim.. Sorumluluğu tüm ekipçe paylaşmamız lâzım.. Küçük bir hatâ tüm projeyi çıkmaza sokabilir, sorumluluğu paylaşmamız şart, ancak ekip üzerindeki denetimimizi kaybetmememiz ve onları belirlediğimiz yanlış istikâmetlere doğru sürüklememiz de şart; bunları eş zamanlı yürütmemiz şart..

 

Bugün işler hiç de öngördüğümüz gibi gitmedi.. İzmir Limanına akşam saat beş sularında vardık ve Konsolosluğa gelişimiz saat yediyi buldu.. Konsoloslukta bizi İngilizlerden görmeye pek alışkın olmadığımız bir sıcaklıkla karşıladılar.. Bizimle Roger Mildred isimli bir yetkili ilgilendi. Kendisi Cinaslı köyünden getirilen şu meşhur sikkeleri inceleyen, meseleyi derhâl British Museum’a ileten kişiymiş, Konsolosluktaki görevi de başdanışmanlıkmış..

 

Tanışma faslından sonra Roger Mildred ekibi Konsolosluğun bekleme salonuna aldı, ben de Konsolosun odasına çıktım, ona olup bitenleri daha önce kararlaştırdığımız biçimde kısaca anlattım. Birlikte Konsolosluğun özel telgrafhânesine geçtik, British Museum’a durumu bildirdik. Konsolos daha sonra Roger Mildred’ı odasına çağırdı ve bana şunları anlattılar:

 

Cinaslı köylüleri şu sıralar biz İngilizlere karşı ateş püskürüyormuş.. Bundan otuz yıl kadar önce Robert Wilkin isimli bir İngiliz, İzmir ile Aydın arasında demiryolu yapımı için Osmanlı idâresinden izin istemiş ve bu izni kısa zamanda almış. Dört ortağıyla birlikte İzmir-Aydın Osmanlı Demiryolu Company isimli bir şirket kurmuşlar, İzmir ile Aydın’ı demiryoluyla birbirine bağlamak için harekete geçmişler.. Kısa bir zaman sonra mülkiyet sorunlarıyla karşılaşmışlar, demiryolunun yapımı için bölge sâkinlerinin evlerinin boşaltılması gerekiyormuş. Bu konuda yer yer büyük başarılar kaydetmişler, ama Cinaslı köylüleri Company’e mülkiyet haklarını devretmeye yanaşmamış ve hattâ Company yetkililerini silâhla kovalamışlar.. Bunun üzerine Robert Wilkin ve arkadaşları bu işten vazgeçmişler, şirketi iki yıl kadar sonra satıp İngiltere’ye geri dönmüşler. Company’nin yeni sâhibi George Stark demiryolunun yapımına Aydın ilinden başlamış ve 70 km kadar ilerlemişler. Ancak Cinaslı köylüleri George Stark ve ekibine karşı da aynı tutumu sergileyince bölgede silâhlı çatışmalara varan olaylar çıkmış.. George Stark ve ekibi projeden vazgeçmeyi düşünmemişler, projeyi Cinaslı köyünün dışında bir yerlere yönlendirme olanakları da yokmuş; bölge zâten fazlasıyla dağlık bir bölge olduğu için olanaklı tek seçenekleri demiryolunun bu köyden geçmesiymiş.. On yıl kadar bir zaman boyunca George Stark ve ekibi Cinaslı köyü hakkında herhangi bir başarı kaydedememiş.. Bir dönem Osmanlı idâresinin yardımını almayı denemişler, ancak Osmanlı idâresi bu bölgede Türkler aleyhine İngilizlerin safında yer almak istememiş, George Stark ve ekibini ve aynı zamanda da Cinaslı köylülerini kendi kaderlerine bırakmış.. 1860’ların sonuna doğru George Stark köylüleri yüksek bedeller karşılığında mülkiyet haklarını devretmeye iknâ eder gibi olmuş, ancak bölgede kısa bir zaman sonra patlak veren kolera salgını karşısında tüm hayâlleri suya düşmüş: Cinaslı köylüleri hem de tam bizim kazı bölgesinde yattığına inandıkları evliyânın bu işten rahatsız olduğuna ve kendilerini bu salgınla cezâlandırdığına inanmışlar ve George Stark’la yaptıkları anlaşmaları bozmuşlar. Bunun üzerine proje yeniden askıya alınmış.. O zamandan bu zamâna kadar bu demiryolunun İzmir ayağı tamamlanamamış, ancak şu sıralar bu demir yolu Aydın ile diğer Batı Anadolu kentleri arasında faal durumdaymış, bundan dört yıl kadar önce de Aydın-Kuyucak ve Kuyucak-Sarayköy hattı hizmete açılmış..

 

Ben meselenin vahâmetini anladıktan sonra Konsolosa ne yapmamız gerektiğini sordum, bana bir yolunu bulup bizim Company’le bir ilişkimizin olmadığını, barışçıl amaçlarla bölgede birtakım incelemeler yapmak istediğimizi köylülere anlatmamız gerektiğini, buna onları iknâ etmemiz gerektiğini söyledi.. Roger Mildred sikkeleri bulduktan sonra Cinaslı köyüne sık sık ziyâretlerde bulunmuş, kalıntıları incelerken kendisine de pek hoş davranmamışlar.. Ne yapacağımızı bilmiyorum.. Konsolos bizi işler yoluna girinceye kadar misâfirhânelerinde ağırlamak istediklerini söyledi, ben de nâzikçe teşekkür ettim. Sonra izin isteyip yanlarından ayrıldım ve bekleme salonuna doğru yöneldim. Ekibe bu akşamı misâfirhânede geçireceğimizi, saat dokuz buçukta tüm ekibin yemek salonunda toplanacağını söyledim.. Biz üç kişilik bir oda aldık, Edward ve Athenagoras’la birlikte kalıyorum..

 

Şahsî kanaatim şudur ki İzmir-Aydın Demiryolu Projesi, İngiliz emperyalizmi ile Yunan Diasporasının ortak bir projesi.. George Stark’ın Yunan asıllı bir İngiliz olması, bu demiryolu ile hemen tüm Batı Anadolu’nun en ücrâ yerleşim bölgelerine bile ulaşılacak olması bu kanaatimi destekliyor.. İngiliz emperyalizminin temeli şudur: sömürülecek olan ülkeye veya bölgeye ilk önce demiryolu ağı inşâ edilir, sonra bölgede iç karışıklıklar çıkartılarak yerel kuvvetlerin öncülüğünde bu ayaklanmaları bastırmak nâmına yerli halk bu kuvvetlere karşı dolduruluşa getirilir, bu yolla İngiliz kuvvetlerine karşı doğal bir sempati yaratılır. Sonra komprador burjuva buralara konuşlandırılır, yerli halkın İngilizlere duyduğu sempati mârifetiyle komprador burjuvanın emrinde çalışması sağlanır. Daha sonra da buralarda ekonomik ve siyâsî bakımdan önemli bir nüfuz sâhibi olan bu burjuvaya başta vergi muafiyeti olmak üzere birtakım imtiyazlar tanınır ve zamanla bu bölgelerde idârî otonomi görünümü altında siyâsî egemenlik kurulur.. Bu yöntem İngiliz emperyalizminin hüküm sürdüğü hemen her yerde, başta Eski Afrika sömürgeleri olmak üzere Güneydoğu Asya’da ve Antarktika’da aynen bu şekilde işletilmişti.. Meselâ Doğu Hindistan Company komprador burjuvanın ekonomik ve siyâsî nüfûzunu daha sonradan bu ülkede İngilizlerin siyâsî egemenliğine dönüştürecek kilit kurumlardan biriydi, görevini tamamladıktan sonra da kendini feshetmişti.. Ancak maalesef Hindular bu kurumu kendi ayaklanmaları sonucu ortadan kaldırdıklarına inanıyor, buna inanmaları sağlanarak toplumsal bir gerilimin ortaya çıkması engelleniyor.. Görünen o ki aynı oyunlar Batı Anadolu’da da çoktan yürürlüğe sokulmuş..

 

Şahsî kanaatim şudur ki Osmanlı idâresinden bu projeye izin çıkmasının nedeni eğer Bâbıâli’nin bu projeyle bölgenin zenginleşeceğini düşünmesi, hem bu yolla bölgede herhangi bir karışıklık çıktığı taktirde Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye sevkıyâtının daha kolay bir şekilde sağlanacağına inanmaları değilse ki buna inanmış olsalar bile bunun bir tuzak olması, buna kasıtlı olarak inandırılmış olmaları olasılığı da kesine yakındır, şu hâlde bu neden aralarında bulunması muhtemel masonların Saray üzerine yaptıkları baskı veya maniplasyondur.. Athenagoras da benimle hemfikîr.. İşte, şimdi bâzı taşlar daha yerli yerine oturmaya başlıyor, kafamızdaki bâzı sorular cevâbını buluyor: İngiliz emperyalizmi ile Yunan Diasporası bu kazı projesi aracılığıyla bölgeye sızmamızı, bölgeyi onların eline geçmeye hazırlamamızı beklemiş olmalı.. Kuvvetle muhtemeldir ki buradaki Türkleri bize karşı ayaklandıracaklar ki bunu yapmaları küçük bir kıvılcıma bakar, böylelikle bir iç çatışma çıkartılacak ve Osmanlı kuvvetleri bu ayaklanmayı bastırmak üzere Cinaslı köylülerine karşı kullanılacak, bizi korumak nâmına bölgeye İngiliz kuvvetleri konuşlandırılacak ve Osmanlı kuvvetlerine karşı İngiliz kuvvetlerine yönelik bir sempati yaratılacak.. Bu kıvılcımı çıkartmak için ekipten birilerinin kullanılacak olması da muhtemeldir, belki de kriptekste de buna ilişkin birşeyler yazıyordu.. Sonra da bu İngiliz kuvvetleri başta Cinaslı köyü olmak üzere bölgede yaşayan Türkleri topraklarından çıkmaya zorlayacak ve hattâ bu amaç doğrultusunda Türklere bir katliâm bile yapacak ve tüm bu coğrafya Rum yerleşimcilerin emrine sunulacak.. Şu hâlde Roger Mildred eğer bu sikkeleri bulmamış ve meseleyi British Museum’a bildirmemiş olsaydı da buna benzer bir tezgâh muhakkak işletilecekti, bu olayı Lordlar Kamarası kendi hedefleri doğrultusunda kullanmak ve bizi ateşin ortasına atmak istemiş olmalı..

 

Tanrım.. İşte, Anglo-Sakson vahşîliği karşıma birkez daha açık bir biçimde dikildi.. Bu ********* oyunlar uğruna bizi ve Türkleri ateşin içine atıyorlar.. Lordlar Kamarası ve İngiliz Hükümeti, Yunan Diasporasının yanında yer almak, emperyalizmi bu topraklar üzerinde kurumsallaştırmak için bizim ve Türklerin hayatlarını hiçe sayıyor, yaşama haklarımız elimizden alınıyor.. Tanrım.. Anglo-Sakson vahşîliği Amerika’da Kızılderililerin soyunu kurutmuştu, bu vahşîlik günün birinde Tüklerin soyunu kurutmaya da yönelebilir.. Hangi hak, hangi hukuk, hangi adâlet, hangi insanlık.. Biz İngilizler “üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk”a sâhip olmakla övünürüz, ancak asıl önemli olan hakkın, hukukun, adâletin, insanlığın ışığının sönmemesi.. Birleşik Krallıkta bu ışık acabâ hiç yanmış mı.. İngiliz emperyalizmi sâdece Britanya’da İskoçlara veya İrlandalılara bu tutum içinde davranmakla kalmamış, hemen tüm dünyâyı bu ışıktan mahrum etmeye yeltenmiş.. Ne adına.. Hıristiyanlık adına mı, Anglo-Saksonların refâhı adına mı, Kraliçe adına mı.. Ne adına.. Hangi gerekçe emperyalizmi haklı çıkartır.. Hangi gerekçe başta Kızılderililer olmak üzere mazlum halkların dünyâdan silinip gitmesini haklı çıkartır.. Böyle bir gerekçe arayanlara, bu gerekçeyi bulduğunu sanıp bunu insanlara anlatanlara, bu gerekçeyi benimseyip tatbik edenlere ve bütün bunları meşrulaştırmaya çalışanlara insan denilmez/denilemez/denilmemesi gerekir.. Yahudi, modern pagan, Anglo-Sakson veya Amerikalı denilebilir, ama insan denilemez.. Kuran’da İsrâiloğulları hakkında Bozguncuoğulları gibi bir nitelendirme var, işte bence bu dört insan kitlesi aynı soydan geliyor: bunların hepsi birden insanoğlu değil, bozguncuoğulları.. Lânet olsun ki ben de bir Anglo-Saksonum ve bu lekeyi tüm hayâtım boyunca taşıdım, taşımaya da devâm edeceğim.. Bu, Tanrı’ya karşı aslâ bir isyan değil, beni eğer bir Anglo-Sakson olarak yaratmışsa bu belki de onları yakından tanımam ve Anglo-Sakson vahşîliğini dünyâya haykırmam, bu vahşîliği durdurmak için birşeyler yapmam içindir.. Ben bu yükün altından nasıl kalkacağım.. Tanrım, sen beni merhametinden esirgeme..

 

...

 

Şahsî kanaatim şudur ki Yahudiler ile modern paganlar ve Anglo-Saksonlar ile Amerikalılar aralarında birleşecek ve sonra da bu iki kutup birbirleriyle kaynaşacak olursa şu Armagedon zırvalıkları hayat bulacaktır.. Ve hattâ bunun birçok yerde provası bile yapılmıştır, meselâ İngiliz Kolumbiası Kolonisinde Nootkaların, Kwatiultların, Tsimshianların ve Haidaların birbirine düşman edilerek bölgede emperyalizmin ekonomik ve siyâsî tahakkümünün kurumsallaştırılması da Anglo-Sakson–Amerikan ittifâkıyla gerçekleşti, bu yapılırken yaklaşık seksen bin civârında yerli katledildi.. Kaptan Cook’la birlikte bu bölgeye gelen bu çapulcu sürüsü burada ilk olarak sağlam bir demiryolu ağı inşâ etti, çünkü bölgede altın rezervi fazlaydı ve çalınacak altın bölgenin iç kesimlerinden kıyılara ancak bu ağla taşınabilirdi.. Daha sonra yerli halk birbirine düşman edildi, özellikle de Nootkanlar ile Kwatiultları birbirlerine düşürdüler, bu yolla daha önce birlik ve berâberlik içinde ve kardeşçe yaşadıkları bu topraklarda birbirleriyle savaşmalarını sağladılar ve bu çapulcu sürüsüne karşı dirençleri zayıflatıldı. Sonuç olarak hem topraklarından hem de ellerindeki mâdenlerden oldular.. Bu ilk çapulcu sürüsünün bu “başarı”larından sonra bölgeye yine Kaptan Cook öncülüğünde yeni bir çapulcu sürüsü yollandı, bunlar da İngiliz komprador burjuvasıydı ve Amerikan komprador burjuvasıyla birlikte Hudson Körfezi Company’i kurdular. Bu Company mârifetiyle bölgede altın aramayı hızlandırdılar, bu amaç doğrultusunda bölge kimyevî zehirlerle dolup taştı, bundan habersiz olan yerli halk ise hayâtını kaybetti.. İşte, İngiliz Kolumbiası Kolonisindeki bu ittifak yaklaşık seksen bin yerlinin ölümünden sorumludur.. Bölgede yerli hayâtın sona erip İngiliz Kolumbiası Kolonisinin ilân edilmesi Hudson Körfezi Company mârifetiyle gerçekleşmiş, İngiliz ve Amerikan komprador burjuvası yerli halkı kandırarak onları köleleştirmiş, sonunda da ölüme terk etmiştir.. Tanrım.. Bu iç karışıklıklar yaklaşık elli yıldır sürmekte, bu ittifak buradaki yerlileri yok etmekte.. İşte, şimdi böyle bir iç karışıklığı Türkler ile Rumlar arasında sağlamak istiyorlar, böyle bir iç karışıklık mârifetiyle bölgeye sızmak ve Türkleri bu bölgeden sürmek veya kazımak istiyorlar.. Dolayısıyla Batı Anadolu’ya İngiliz komprador burjuvası George Stark’la birlikte sızmışsa ve İzmir-Aydın Osmanlı Demiryolu Company Türklere bu oyunları oynamaya başlamışsa Amerikan komprador burjuvasının da bu bölgeye sızması, bu işlere iştirâk etmesi yakındır.. Tanrım.. Dilerim Osmanlı ülkesinde hiçbir zaman Anglo-Sakson–Amerikan ittifâkı gerçekleşmez.. Dilerim Kutsal Topraklarda daha fazla kan akıtılmaz..

 

Neyse ki hiçbir entrika kusursuz değildir, içinde insan unsurunun yer aldığı hiçbir şey kusursuz değildir ve biz onların entrikalarına karşı çok daha sağlam bir entrika geliştirerek bu ateş çemberinden kurtulmayı, hem üstelik bu oyunları bozarak gerek bizim gerek Türkler gerekse de Rumlar için en ideâl olanı gerçekleştirmeyi başarabiliriz.. Lordlar Kamarası ve British Museum bizim bunlardan haberdâr olup karşı entrika geliştiremeyeceğimizi düşünmüşlerse çok büyük bir hatâ yapmışlar ki bu da onların entrikalarının içindeki zaaf.. İşte biz bu zaafı en ideâl biçimde kullanmalıyız.. Ne yapıp edip kendimizi Türklere sevdirmeli, hemen her türlü tahrikten özenle sakınmalı ve bu projeyi kazâsız belâsız tamamlayarak ivedilikle bu bölgeden ayrılmalıyız.. Kim bilir, belki de bu kazı projesine Athenagoras’ın dâhil edilmesi de Vatikan’ın isteği doğrultusunda, bu yolla ondan kurtulmak istemeleri nedeniyle gerçekleşmiştir.. Ama ne olursa olsun bu işin içinden elbirliğiyle sıyrılacağız..

 

...

 

Athenagoras neredeyse gelir.. Ekibe şu İzmir-Aydın Demiryolu Projesini ve Cinaslı köylülerini olduğu gibi anlatmayı düşünüyoruz, fazlasını değil.. Tanrım.. Merhametine sığındık.. Bize öyle bir çıkış yolu göster ki bizi kullandıklarını zannedenleri ustalıklı bir biçimde kullanalım, onları kendi silâhlarıyla vuralım.. Tanrım.. Bu bölgede Osmanlı kuvvetleri ile Cinaslı köylüleri ve İngiliz kuvvetleri aslâ karşı karşıya gelmemeli.. Cinaslı köylüleri bize karşı aslâ hasmahâne bir tutum sergilememeli.. Tanrım.. İngiliz emperyalizmi ve Yunan Diasporası avucunu yalamalı.. Tanrım.. Sana sığındık, ancak senden yardım dilendik.. N’olur duâlarımızı karşılıksız bırakma..

 

Önümüzde görünür iki büyük engel var: 1) bizi Company’den sanabilirler ve 2) şu evliyâ meselesi.. Bunlardan ilkini aşmak zor değil, onları Company’den olmadığımıza iknâ edebiliriz. Ancak şu evliyâ engelini aşmamız çok zor olacak.. Türklerin dînî hassâsiyetleri çok yüksek ve bu hassâsiyetleri karşımıza almamıza neden olabilecek her türlü fiilden özenle kaçınmamız lâzım.. Ekip üzerinde çok ciddî bir denetim kurmam ve bölgedeki Türklerin dînî hassâsiyetlerine zarar verilmesini engellemem lâzım.. Tanrım.. Bu ne büyük bir sorumluluk.. Tüm bu entrikaların aşılması da bunları engellememiz de küçük bir kıvılcımı önleyip önleyemememize bakıyor.. Tanrım.. N’olur üzerimizden merhametini eksik etme..

 

Şahsî kanaatim şudur ki bu evliyâ söylemi topraklarını satmak ve başka yerlerde yaşamak zorunda kalmak istemeyen köyün yaşlıları tarafından uyduruldu ve zamanla buna kayıtsız şartsız îmân edildi.. Çünkü köylüler neden ilk önce George Stark’la anlaşmaya varmış olsunlar ki.. Eğer bölgede gerçekten de bir evliyâ olmuş olsaydı ve Türklerin gerçekten de dînî hassâsiyetleri yüksekse bunu George Stark’la anlaşmaya varan köylüler şu kolera salgınından önce bilmiyor muydu!? Belli ki köyün yaşlıları bu söylemi bu amaç doğrultusunda uydurdu, bu salgını da fırsat bilerek bu masala köylüleri inandırdılar.. Ne var ki bugün îtîbârîyle bölgede gerçekten de bir evliyânın olup olmadığının artık bir önemi kalmadı, eğer bunun böyle olduğuna inanılıyorsa bizim aksini iddiâ etmek gibi bir olanağımız yok.. Şimdi bu şartlar altında en doğru ve amaçlarımıza en uygun formülü bulmamız gerekiyor.. Tanrım.. Yardımını üzerimizden eksik etme.. Hedefe bunca yaklaşmışken uyduruk bir evliyâ masalı nedeniyle umutlarımızı boşa çıkartma..

 

...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Az önce odaya Athenagoras geldi, yüzünde yine vakur bir gülümseme vardı. Müthiş bir fikri olduğunu söyledi, ona ne düşündüğünü sordum, tüm ısrarlarıma rağmen bana anlatmadı.. Doğrusu bizi bu işlerin içinden çekip çıkartacak nasıl bir formül bulduğunu çok merak ediyorum.. Bana yemek sırasında, o an geliştirdiği bir düşünce olarak bu formülü ortaya atacağını söyledi, ben de daha fazla üstelemedim.. Şimdi yemek salonuna gideceğiz.. Gelişmeleri odama dönünce günlüğüme kaydederim..

 

...

 

Tanrım.. Ekibi hiç bu kadar heyecanlı bir tartışma yaparken görmemiştim.. Daha önce Carlo’nun naaşı meselesi hakkında bile buna oranla son derece sâkindiler, ama tabiî şimdi mesele gelip kendi canlarına dayandığı için bu kadar harâretlendiler..

 

Yemekte Roger Mildred da bize eşlik etti, Konsolos daha önce hazırlanmış bir programı nedeniyle bize katılamadı. Yemek sırasında ekibe Roger Mildred’ın bize anlatacak önemli şeyleri olduğunu söyledim ve sözü ona bıraktım.. Roger Mildred bana Konsolos’la birlikte anlattıklarını aynen anlattı, daha sözünü bitirmeden her kafadan bir ses çıkmaya, salon içinde uğultular yükselmeye başladı.. Bu o kadar öyleydi ki kimin kime hangi gerekçeyle karşı çıktığını, neyi savunup neyi önerdiğini anlayamaz oldum.. Sonunda dayanamayarak ayağa kalktım ve ekibi susturdum, ‘Beyler, böyle devâm ettiğimiz sürece korkarım ki kazı bölgesinde mâruz kalmaktan korktuğumuz şartları burada biz kendimiz için, bizzat kendi ellerimizle yaratacağız..’ dedim.. Ve ekledim: ‘Lütfen söz almadan konuşmayınız, konuşanın sözü bitmeden müspet ya da menfî yönde bir görüş bildirmeyiniz..’

 

İlk sözü Harold istedi ve şunları söyledi: ‘Türkler barbar bir millettir, kendi topraklarına tecâvüz edeceğimizi düşünmeleri hâlinde bizi çiğ çiğ yiyeceklerdir, vakit varken bu projeyi burada bırakmalı ve Birleşik Krallığa gerisingeri dönmeliyiz, aksi taktirde bu proje balinaların yaptığı türden bir toplu intihar olacaktır ve ben buna katlanmak istemiyorum..’ Daha sonra Stuart söz istedi ve Harold’a katıldığını, buradan sağ sâlim ve tek parça hâlinde Birleşik Krallığa geri dönmek istediğini söyledi. Stuart sözünü tamamladıktan sonra James söz istedi ve şunları söyledi: ‘Henüz daha yolun başındayız. Bunca zaman boyunca ve zor şartlar altında ve bir de kayıp vererek yaptığımız bu yolculuk sonucunda giriştiğimiz bu işin henüz daha ilk adımını bile atmamışken vazgeçemeyiz. Şimdi geri dönersek bunca sıkıntıya boşu boşuna mı katlanmış olacağız.. Carlo’nun ailesinin yüzüne bir daha nasıl bakacağız..’ James yerine otururken Harry söz istedi ve şunları söyledi: ‘Geleceğimizi geçmişimize kurban edemeyiz.. Şimdi vakit varken bu işi burada bırakmalıyız. Eğer burada kalmak isteyen olursa ben onları anlayışla karşılarım, ancak kimse beni bu şartlar altında kazı bölgesine sokamaz..’ Daha sonra Ginn söz istedi ve şunları söyledi: ‘Hiçbirimiz bu kazı projesinde herşeyin yolunda gideceğine, burada dikensiz bir gül bahçesiyle karşılaşacağımıza inanmıyorduk, böyle birşeyle karşılaşmayı beklemiyorduk da. Hiçbir kazı projesi dikensiz bir gül bahçesinde gerçekleşmez. Hemen her projeye yerel halk, yerel yöneticiler veya hiç hesapta olmayan güç odakları müdahâle eder, projenin hedeflerinden sapmasına neden olur. Ancak bu olumsuz şartlar altında bile projeler durdurulmaz.. Bir düşünsenize.. Belki de bu bölgede yapacağımız incelemeler bize Champollion’dan bile daha büyük başarılar kazandırabilir.. Belki biz de British Museum’un Auguste Ferdinand François Mariette’si olabiliriz, bizlerin adı da arkeoloji dünyâsında ölümsüzleşir.. Batı Anadolu coğrafyasındaki ilk yerleşimler medeniyetlerin doğuşu kadar eskilere gidiyor. Tanrı bilir, burada arkeoloji dünyâsını derinden sarsacak nice önemli keşiflere imzâ atabiliriz..’ Ginn sözlerini bitirdikten sonra Moses söz istedi ve bana şunu sordu: ‘Bölgede böyle bir keşfe imzâ atma olasılığımız nedir? Ekibi hiçbir umut ışığı yokken olası bir sıcak çatışma ortamının içine atamayız, günlerdir ekibe hiçbir açıklama yapmadan Athenagoras’la birlikte ne plânlıyorsunuz.. Bize bir açıklama borçlusunuz..’ Bunun üzerine yine salonda uğultular yükselmeye başladı ve tüm gözler bir anda bizim üzerimize odaklandı. Ben de ayağa kalkarak ekibi susturdum ve onlara şunları söyledim: ‘Biz arkeologlar şunu çok iyi biliriz ki her kazı projesinde arkeoloji dünyâsını sarsacak yeni bir keşfe imzâ atma olasılığı yüksektir.. Bu projenin Lordlar Kamarasının desteğiyle gerçekleştirildiğini unutmayalım, bizi buraya onlar göndermişse can güvenliğimizi sağlamak da onların boynunun borcudur. Hem British Museum hiçbir elemanının hayâtını hiçe sayamaz, bu kadar geniş bir kadro toplayarak ve bu kadar değerli arkeoloğu biraraya getirerek bu projeyi yürürlüğe sokmuşsa bunu bize güvendiği için ve bizden beklentilerini boşa çıkartmayacağımıza inandığı için yapmış olmalı.. Eğer Lordlar Kamarasının ve British Museum’un bu demiryolu ve bölgedeki Türkler hakkında birtakım siyâsî amaçları olmuş olsaydı bunları gerçekleştirmek için bunca değerli arkeoloğu kullanmayacak kadar zekî oldukları için bu amaçlarını çok daha vasat bir kadroyla gerçekleştirmeye yönelirlerdi, hem ayrıca British Museum, Lordlar Kamarasının olası siyâsî projelerine âlet olmayacak kadar köklü bir kurumdur. Bunca zamandır bizlere hemen her türlü desteği sağlayan bir kurumu henüz daha yolun başındayken yüz üstü bırakmak hem meslek etiğiyle hem de insan olmanın bir gereği olarak yakışık almaz..’ Konuşmamı sürdürürken James ve Miles ‘haklısın’, ‘doğru düşünüyorsun’ diyerek beni destekliyor, ekibi iknâ etmeye çalışıyordu. Konuşmamı tamamladıktan sonra bir süre söz isteyen çıkmadı..

 

Belli ki Moses, bana ve Athenagoras’a karşı bir çıkışla ekibi caydırmaya yeltendi.. Şimdiye kadar öğrendiklerimizden ve bundan sonrası için öğrenmemiz muhtemel bilgilerden dolayı rahatsız oldu ve bu projeyi vakit varken sona erdirmeye yeltendi.. Bir ara Nick söz ister gibi oldu, o sırada Athenagoras ayağa kalktı ve tartışmanın tüm gidişâtını lehimize çevirdi, Athenagoras şunları söyledi: ‘Beyler.. James, Ginn ve William haklı. Bu projeden vazgeçmek yerine doğru şartları yaratarak bu projeyi en iyi şekilde tamamlamalıyız. Bunu yapmanın olanaklı tek yolu da kendimizi Türklere sevdirmek ve onların desteğini kazanmak.. Bu amaç doğrultusunda benim bir önerim var: Türklerin dînî hassâsiyetlerinden yararlanabiliriz. Kendimizi bir arkeolog değil de câmî yapımı için Osmanlı idâresi tarafından görevlendirilmiş özel bir ekip olarak tanıtabilir, bölgede yattığına inandıkları şu evliyânın onuruna bir câmî inşâsı görünümü altında kazılarımızı tamamlayabiliriz.. Bizlerin İngiliz olmasını ve böyle bir inşaatla ne alâkamız olabileceğini düşünenlere de daha önce Kâhire’de İngiliz yönetiminin direktifleri doğrultusunda böyle bir câmî inşâ ettiğimizi, buna hayran kalan Osmanlı idâresinin bizi bu evliyâ onuruna bu bölgede böyle bir câmî yapmakla görevlendirdiğini söyleriz.. Böylelikle bu projeyi istediğimiz biçimde tamamlar, işimiz bittikten sonra da bölgeyi ivedilikle terk ederiz..’

 

İşte, Athenagoras yapmıştı yapacağını.. Bu önerisi tüm olayı bizim lehimize çevirdi ve kısa bir süre içinde hemen tüm ekibi iknâ etmeyi başardık.. Ulrich oylama yapmayı önerdi, Moses ile Daniel da onu destekledi. Ben proje lehinde karar çıkacağını tahmin ettim ve bu hamlelerini kendi lehimize çevirmek için oylama sonucunda çıkan karârın tüm ekibi bağlayacağı, bu karardan bağımsız olarak kimsenin kendi başına hareket etmeyeceği yönünde her birinden güvence istedim. Tüm ekip bana bu güvenceyi verdi.. Böylelikle Ulrich, Moses ve Daniel’i de kontrolümüz altında tutmamız mümkün olacaktı.. Bunun üzerine Roger Mildred’tan yeterli miktarda kâğıt ve kalem istedim, bunları ekibe dağıttık ve kapalı oylama usûlüne göre Athenagoras’ın önerisini oya sundum. Çıkan sonuç: dörde karşı yirmi bir kabûl oyu.. İlk üçünün kime âit olduğunu biliyorum, ama dördüncüsünden emin değilim. Fakat içimdeki ses bana bu kişinin Dennis olduğunu söylüyor, çünkü ona geçen gün Lysisya hakkında verdiğim düzmece notlar nedeniyle bu bölgede böyle bir riski almak için mâkûl bir nedenimiz olmadığına hükmetmiş olabilir..

 

Oylama bittikten sonra ekibe bölgeye ilk olarak ben ve Athenagoras’ın gitmesini, köyün ileri gelenlerini bu yalana iknâ etmeye çalışmasını önerdim. Gerçi Athenagoras’ın tanınma tehlikesi vardı, ancak tercüme işleri için ve bir de meseleye bu kadar vâkıf olduğu için bu tehlikeyi göze almalıydım.. Ekipten olur aldım ve birlikte yemek salonundan ayrıldık. Koridorda kendisini tebrik ettim, o da bana sarıldı ve birlikte bu olayı kutladık.. Yârın sabah erkenden ben, Edward, Athenagoras ve Roger Mildred, Cinaslı köyüne gideceğiz ve köylüleri şu sözde câmî inşaatına iknâ etmeye çalışacağız..

 

12 Mayıs 1885

 

...

 

Tanrım.. Gözüme bir damla bile uyku girmiyor, içim karmakarışık.. Doğrusu çok değişik duygular içindeyim.. Saat sabahın dördü, Edward ile Athenagoras mışıl mışıl uyuyor, ben de kalkıp içimi günlüğe dökmek istedim.. Yatakta öylece dönüp durmaktan iyidir doğrusu..

 

Tanrım.. Kendimde bu cesâreti nasıl gördüğümü hiç anlayamadım.. Tanrım.. Şu an gerçekten de karmakarışık duygular içindeyim.. Tanrım.. Ben hayâtımda hiç bu kadar büyük bir risk almadım, hiçbir zaman en küçük bir hatânın bile koca bir imparatorluğun ve hattâ bunca insanın felâketine yol açabilecek bir süreci başlatabileceği bir durumla karşı karşıya gelmedim.. Tanrım.. Bunları gerçekten de ben mi yaptım, bu kararları gerçekten de ben mi aldım..

 

...

 

Düşünüyorum da ister bir Naturalist olsun isterse sıradan bir insan.. Bunları yapmanın Naturalizmle ya da iyi bir Naturalist olmakla hiçbir ilgisi yok, olmamalıdır da.. Evet, olmamalıdır.. İnsan olmanın gereğidir bu yalnızca. Evet, İNSAN OLMAK.. Eğer bu tür eylemler belirli bir dünyâ görüşüne, ideolojiye veya değerlilik tasarımına göre yapılacak veya yapılmayacaksa insan olmak şu ya da bu olmanın arkasına itiliyor.. Önce insan olmayı başaramamış bir kimse nasıl olup da şu veya bu olabilir.. Dolayısıyla yapılması gerekli görülen eylemlerin şu ya da bu dünyâ görüşünden, ideolojiden, değerlilik tasarımından bağımsız olmadığını düşünenler bunlar arasındaki göreliliği “kanıt”(!?) göstererek yapılması gereken eylemin ne olduğunun aslâ mutlak anlamda belirlenemeyeceğini söylemekle büyük bir sayıltının içindeler.. Bunu görmek lâzım..

 

Evet, ben bir Naturalist olduğum için değil, öncelikle İNSAN olduğum için bu işten yüzümün akıyla çıkmalıyım, eğer başarılı olursam ki olmak için elimden geleni yapacağım, ancak bundan sonra bu eylemle ilgili olarak özel birtakım amaçlarım olabilir, bu eylemin sonuçlarını ancak bundan sonra kendi istek ve beklentilerim doğrultusunda kullanabilirim, kullanabilmeliyim.. Ancak eylemimin kendisi şu ya da bu dünyâ görüşünden, ideolojiden, değerlilik tasarımından dolayı değildir, kökensel karşılığını bunlarda bulamaz.. Tanrım..

 

Tanrım.. Ben bunları niçin daha önce düşünemedim.. Niçin hayâta ve insanlara karşı algılarımı bu kadar körelttim.. Niçin tüm sorunları benle ve Naturalist olmamla ilişkilendirdim.. Tanrım.. Ben tüm hayâtım boyunca iyi bir Naturalist olmayı belki başaramadım, belki Naturalizm için önemli bir başarıya imzâ atamadım, ama tüm hayâtım boyunca iyi bir insan olmaya çalıştım hep. Evet, iyi bir insan.. Ama görüyorum ki iyi bir insan olmak Naturalizmin tekelinde değil ya da daha da genişleterek söyleyecek olursam şu veya bu olmakta değil; İNSAN OLMAK’ta..

 

...

 

Tanrım.. İşte şimdi kendimi çok cesur hissediyorum.. Tanrım.. Başpiskopos Baldwin bana Naturalistlerin hayatlarını anlattıkça, onların inançları için neleri göze aldığını, nelere katlanmak zorunda kaldıklarını anlattıkça demek ki ben hep kendimden kaçmışım.. Aslolan şu ya da bu dünyâ görüşünü, ideolojiyi, değerlilik tasarımını egemen kılmak için yapılanlar değil; aslolan İNSAN OLMAK için yapılanlar.. Başpiskopos Baldwin bana anlattıklarıyla bende hep belirli bir değerlendirme tarzı yarattı, insanların tüm yapıp etmelerini bu dünyâ görüşleriyle, ideolojilerle, değerlilik tasarımlarıyla ilgisinde ele almayı öğretti; yâni bunlar uğruna neler yapılabildiğini ve neler yapılabileceğini anlattı, benim bunları görmemi sağlamaya çalıştı.. Tanrım.. Ben tâ ilk gençlik yıllarımdan beri Katoliklik ile Naturalizm arasında gidip geldim, Katolikliğin tüm özel günlerinde hep ailemin yanında oldum, çevremde hep iyi bir Katolikmişim gibi bir izlenim yarattım vb. yâni ben hiçbir zaman Naturalizme tam bağlı kalamadım ve bu bağlılığı kendimde hiçbir zaman bulamadığım için tüm yaşamımı o ilk gençlik yıllarımın doğal ve gâyet meşru çekingenliğiyle, korkaklığıyla geçirdim.. Sandım ki bu cesâret bu bağlılıktan geliyor, ben de bu bağlılığı gösteremeyince çekingenliği ve korkaklığı yaşama biçimi hâline getirdim.. Tanrım..

 

...

 

Tanrım.. İşte, şu an kendimi anlayabiliyorum, sevgili karım Selmâ’yla yaptığımız tartışmaları, bana olan kızgın bakışlarını, belki görüp de söylemeye çekindiği şeyleri.. Gerçekten de bu yolculuk, bu içine düşmüş olduğumuz ateş çemberi, bu başımıza gelenler ve bu yazdıklarım hem kendimi hem kültürümü hem medeniyetimi hem inançlarımı vb. kısacası üzerimde taşıdığım tüm etiketlerimi sorgulamamı, bunların derinliklerine inerek kendimle yüzleşmemi sağladı ve beni Naturalizme bağlayan asıl şeyi ortaya çıkarttı: sevgi ve şefkat noksanlığı..

 

Evet, ben Naturalizmin doğruluk ya da hakîkat anlayışını değil, onun sevgi ve şefkat noksanlığıma merhem olan yönünü sevdim ve bağlandım. Tüm hayâtım boyunca Naturalizm için birşeyler yapamamış olsam da ben hep iyi bir insan olmak için elimden geleni yaptım, Naturalist olduğumu düşündükçe çekingenliğim ve korkaklığım beni engelledi.. Tanrım..

Evet, şimdi kendimi çok daha cesur hissediyorum. Bu ateş çemberinin içinden hem ekibi hem de bizi çekip çıkaracak ve Osmanlı Devleti’ni de Batı emperyalizminin bu entrikalarından kurtaracak sağlam bir entrika kurarak bunu ustalıkla uygulayacak kadar cesur.. Çünkü ben bir İNSAN’ım ve insanlık târihi hakkında az buçuk bilgim varsa insânî olanak ve özellikler hakkındaki tecrübelerimi kullanarak bunu başarabilirim, buna gücüm yeter; kendine güvenen ve bu yönde tecrübesi olan herkesin buna gücü yeter.. Şu ya da bu olmaya çalışanların bunu yapmak yerine iyi bir insan olmaya çalışmaları gerektiğini gören herkesin buna gücü yeter, çünkü asıl çekingenlikler, korkaklıklar, cesâretsizlikler vb. şu ya da bu olmaya çalışmaktan kaynaklanıyor, bu çabaları bir tarafa bırakanlar ise yalnızca iyi bir insan olmanın gereğini görüyor ve bunu yerine getiriyor, çünkü buna engel olan unsurları üzerlerinden atmayı başarıyor..

 

...

 

Evet, şimdi kendimi gerçekten de çok daha cesur hissediyorum ve hattâ Minotauros’u yok eden Minos’tan, Medusa’nın kafasını kesen Persefs’ten bile daha cesur.. Çünkü ben ne bir pagan tanrısıyım ne bir kralım ne bir kahraman ne kâhin ne savaşçı.. Ben bir insanım.. Bana bu cesâreti neye gücümün yetip neye yetmeyeceğini öngörmem, gücümün yetmediği yerlerde aklımı ve sağduyumu kullanacak olmam veriyor; bunlar bende olduktan sonra niçin hatâ yapayım ki.. Bunu başarabilmek için Girion olmak gerekmiyor ki.. Tanrım.. Gordion Düğümü’nü ben de kesebilirdim/keserdim de.. Tanrım.. İnanışa göre Kral Gordes arabasını kent tapınağının sütunlarından birine kördüğümle bağlamış ve ‘bu kördüğümü çözmeyi başaran kim ise Asya’nın yolları ona açılacaktır’ demiş. İskender’e gelinceye kadar yüzlerce kişi bu kördüğümü çözmeye çalışmış, ama İskender bunu tek bir kılıç darbesiyle kesip atmış, sonra da Asya’ya doğru yürümüş ve onu durduran da çıkmamış.. İşte, ben de şu an sanırım tâ ilk gençlik yıllarımdan beri kendime ördüğüm, kendimi onun içinde hapis hissettiğim bu kördüğümü tek bir kılıç darbesiyle kesip attım.. Tanrım.. İşte, insan bunları birkez anladı mı her türlü olumsuzluğun üstesinden gelebilme olanağını kendisine yaratıyor, bu anlayış ona gerçek bir Kadüseus kazandırıyor.. Kendine bu Kadüseus’lardan yaratamayanlar ise başkalarınınkilere türlü hikâyeler uyduruyor.. İşte, mitolojilerin ve paganlığın nedenleri.. İşte, yıllardır burnumun ucunda duran, ama bir türlü kavrayamadığım hakîkatler.. Tanrım..

 

...

 

Tanrım.. Sana şükürler olsun ki tâ ilk gençlik yıllarımdan beri göremediğim, belki görüp de apaçık bir biçimde bilincime sunmadığım veya sunamadığım ya da şu veya bu nedenle üzerini örttüğüm/örtmek istediğim hakîkatleri bana şu kısacık zaman dilimi içinde gösterdin.. Tanrım.. Sen ne merhamet sâhibisin ki bana bunları bağışladın.. Tanrım.. Sen üzerimizden merhametini aslâ eksik etme..

 

12 Mayıs 1885

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.