Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

William Crosner'in Günlüğü XIV. Bölüm


Misafir isimsizuye

Önerilen İletiler

Carlo intihar etmiş.. Çok kötüyüm.. Böyle olmasında benim de bir payım var sanırım.. Tanrım.. Sen Carlo’yu ve beni bağışla.. Tanrım.. Artık dayanacak gücüm kalmadı.. Bitir artık şu kâbusu, sana yalvarıyorum.. Tanrım.. Carlo’yu yemek salonunda, bedenine saplı hançerle, kanlar içinde göreceğime ölsem daha iyiydi.. Tanrım.. Eros Tapınağını bulacağına o kadar inanmıştı ki onun hayâllerini ben yıktım.. Tanrım.. Sana ve merhametine sığınıyorum.. Şüphesiz ki bizi bu felâketlerle sınıyorsun, ama bize başka felâketler gönderme, yakınlarımızın acısını bize gösterme ey Ulu Tanrım..

 

7 Mayıs 1885

 

*

 

Carlo’nun ölümü hakkında ciddî kuşkularım var, ekipten veya mürettebattan biri tarafından öldürülmüş olabilir.. Bilmiyorum.. Başım yine çatlıyor.. Tanrım..

 

Carlo hayâtı boyunca yığınla hayâl kırıklığı yaşamış olmalı.. Daha önce de böylesine büyük umutlara kapılmış olmalı.. Her defâsında intihâra mı yöneldi!? Yok yok.. Bu işin içinde kesinlikle başka bir iş var.. Carlo fazlasıyla mücâdeleci bir kişiliğe sâhipti. Evet, onun ölümünü kabûllenemediğim doğru ve hattâ bu ölümde benim de bir payım olmuş olabileceği düşüncesi beni çıldırtıyor.. Ama ölüm şekli Carlo’nun kendi irâdesi altında olmuş olamaz.. Tanrım.. Yine neler dönüyor şu kâbus yolculuğunda.. Tanrım..

 

...

 

Aklıma gelen ilk olasılık eğer Carlo ile Gelis yine bu konu hakkında herhangi bir tartışmaya tutuşmuşsalar ve aralarında yine bir arbede çıkmışsa bu sırada Carlo’nun hançerine sarınmış ve Gelis’e yönelmiş olabileceği ve bu sırada Gelis’in kazâyla veya bilerek bu hançeri Carlo’ya sapladığı yönünde.. Ama bu olasılık kendi içinde mâkûl gibi görünse de yine de uzak bir olasılık gibi.. Carlo ile Gelis’in arkadaşlıkları çok eskilere dayanıyor, her ne kadar bâzen ikisinin de gerildiği anlar olsa da birbirlerini öldürmek isteyebilecekleri, kazâyla da olsa buna fırsat vermiş olabilecekleri uzak bir ihtimâl..

 

Tanrım.. Henüz Athenagoras’la bu meseleyi tartışmadık.. O gemiye gelinceye dek Carlo benim Edward’tan sonra en yakın ahbâbımdı.. Eğer gemide masonlar varsa ki bence var ve bu işin içinde onların bir parmağı varsa ki bu da kuvvetli bir ihtimâl, şu hâlde bana, Edward’a ve Athenagoras’a da birşeyler yapmalarından korkuyorum.. Tanrım.. Bu ne biçim bir yolculuk böyle.. Bu ne biçim bir kazı ekibi böyle..

 

Tanrım.. Gemide kimsenin ağzını bıçak açmıyor.. Kimse hâlâ olayın şokunu üzerinden atamadı.. Audrey ve mürettebat Carlo’nun naaşını temizledi, Edward da onlara yardım etti. Şu an naaş steril bir ceset torbasının içinde ve ambarın iç bölmelerinden birinde.. Onu İzmir’e kadar götürmemiz ve orada defnetmemiz pek mümkün görünmüyor, birkaç gün içinde naaşın bozunmasından endişe ediyoruz. Henüz ne yapacağımıza karar veremedik. Tanrım, sen bizi koru, merhametinden bize de pay ver ey Ulu Tanrım..

 

8 Mayıs 1885

 

*

Tanrım.. Bitir artık şu entrikalar yumağını, sana yalvarıyorum.. Ben ömrümde bunca entrikaya hiçbir romanda bile tanık olmadım.. Caesar’ın cinâyeti bile bu entrikaların yanında hiç kalır.. Tanrım..

 

Sabah saat yedide yemek salonunda toplandık ve Carlo’nun naaşını ne yapacağımızı karâra bağlamaya çalıştık. Kaptan Plummer naaşın denizde ölen tüm insanların naaşları gibi denize atılması gerektiğini savundu. Buna ben, Edward, James, Miles, Nick ve Moses ile Daniel şiddetle karşı çıktık. Biz Carlo’nun haritada zor bulabileceğimiz bir adada olsa bile bir mezarının olması gerektiğine inandık ve onu yolumuzun üzerindeki bir adaya defnetmemiz gerektiğini, bunu ona borçlu olduğumuzu savunduk. Max ile Dennis ise bize şiddetle karşı çıktılar. Carlo için herhangi bir ayrıcalık yapılmaması gerektiğini, onun da denizde ölen tüm insanlarla aynı âkıbeti paylaşmasının doğru olacağını, hem defin işlemleri sırasında yolculuğumuzun uzayacağını ve bunu British Museum’a açıklamamızın da zor olacağını söylediler..

 

Tanrım.. Bunlar ne biçim insan böyle.. Uygun şartlara sâhip olsalar denizde ölen insanların yakınları onları karada bir yerlere gömmek istemez mi!? Biz bu şartları Carlo için yaratmaktan niçin sakınalım!? Tanrım.. Bu konuda Max, Dennis’ten çok daha istekliydi. Konuşurken de sesi titriyordu. Ne oldu, anlamadım ki.. Carlo’ya bir mezar yapmamız, onun bir mezarının olması Max’ı niçin bu kadar rahatsız etti.. Tanrım, yoksa Athenagoras’la Max hakkındaki şüphelerimizde haklı mıyız!?

 

Sonunda oylama yaptık ve Carlo’yu İon Denizinde adını bilmediğimiz ve öğrenmeye de fırsat bulamadığımız bir adaya defnettik.. Defin töreni sırasında Max, Dennis, Harold ve Evans hâriç tüm ekip ve mürettebat oradaydık. Gemiye döndüğümüzde ben de Edward’la birlikte kendi usullerimize göre defin töreni yaptık..

 

Akşamüzeri kamarama Athenagoras geldi ve Carlo’nun ölümü meselesini enine boyuna tartıştık.. Athenagoras dün Audrey’e bâzı sorular sormuş, aldığı bilgiler şunlar: Carlo’yu ilk olarak Audrey saat yedi buçuk sularında görmüş. Cansız bedeni köşedeki berjer koltuğun üzerinde, başı sağa doğru eğrik bir biçimde ve kanlar içindeymiş. Durumu hemen Kaptan Plummer’e haber vermiş. Birlikte yemek salonuna gelmişler ve naaşın etrâfında inceleme yapmışlar. Kaptan Plummer ekibe haber vermeden önce mürettebâta yemek salonundaki kanları temizleme tâlîmâtı vermiş.. Audrey, Kaptan Plummer’in yemek salonunda böyle dehşet bir manzarayla karşılaşmayalım diye yerlerdeki kanı temizlettiğini söylemiş.. Bunu ilk bakışta haklı bulduk gibi.. Ama olay üzerinde düşünmeye devâm ettikçe kafamız bulandı ve şimdi ne düşüneceğimizi bilmiyoruz.. Biz Carlo’nun koltuğun üzerindeki o hâli karşısında bile dehşete düşmüştük, aslında bir de yerleri görmediğimiz iyi olmuş. Ama..

 

Audrey temizlik bittikten sonra haberi ilk bana verdiklerini söylemiş. Ben yemek salonuna geldiğimde Max da oradaydı ve Kaptan Plummer’le konuşuyorlardı. Ben o manzarayı görünce dehşete düşmüş, bir süre konuşamamıştım. Max ise etraftaki keskin kan kokusuna uyandığını söylemiş, bana sarılarak beni tesellî etmeye çalışmıştı. Daha sonra hemen tüm ekip ve mürettebat da yemek salonunda toplanmıştı..

 

Athenagoras daha sonra da Clark, John, Ulrich, Ginn ve Paul’la konuşmak için kamaralarına gitmiş, onların kamaraları yemek salonuna en yakın kamara. Bu beşliden hiçbiri akşam herhangi bir kavga gürültüsü duymadıklarını söylemiş. Ulrich akşam saat dört sularında tuvalete gitmek için koridordan geçerken burnuna herhangi bir kan kokusunun da gelmediğini söylemiş..

 

Tanrım.. Bu olay saat kaç sularında gerçekleşti? Ben de o akşam saat üç sularında yatmıştım, bu saate kadar ben de herhangi bir gürültü duymadım.. Carlo hayâta vedâ ederken hiç mi bağırmadı!? Canı hiç mi acımadı!? Muhakkak bağırmıştır, ancak biri eğer ağzını kapattıysa!? Carlo eğer intihar ettiyse ve bizi rahatsız etmek istememişse bu işi neden güvertede yapmadı ve sonra kendini sulara bırakmadı da bu iş için yemek salonunu seçti!? Ve eğer öldürüldüyse neden kâtil Carlo’nun naaşını denize atıp ortada kanıt bırakmak istemedi veya bu işi neden Carlo’yu bir şekilde güverteye çıkartıp orada yapmadı!? Güverte ile yemek salonu arasındaki mesâfe fazla değil, bunu yapabilirdi. O hâlde 1) intihar veya cinâyet karârı bir anda verilmiş bir karar mıydı, 2) kâtil tecrübesiz olduğu için mi bunları hesâp edemedi, 3) yoksa kâtil bana ve Athenagoras’a bir mesaj mı vermek istedi, çünkü olaydan kısa bir süre önce güvertede Carlo’yla birlikte Kaystros ticâret yolu ve Ephesos kazıları hakkında etraflıca konuşmuştuk, eğer bu iş bir cinâyetse kâtilin bunları duymuş olması ve Carlo’yu öldürerek bize bir mesaj vermiş olması ve aynı zamanda da bir Tapınak Şövalyesi veya mason olması muhtemeldir, 4) ne Clark’ın ne John’un ne Ulrich’in ne Ginn’in ne de Paul’un burnu iyi koku almıyor da şu gemide bir tek Max’ın mı burnu iyi koku alıyor, 5) bu işte Max’ın bir parmağı var mı, 6) Max neden Carlo’nun bir mezarı olması fikrine karşı çıktı, 7) yoksa cinâyet sabah erken saatlerle işlendi ve sonra kâtil Carlo’nun naaşını denize atmak için güverteye doğru yöneldi de sonra Carlo’nun bedeni ağır olduğu için onu taşıyamadı ve yine koltuğa yerleştirdi diye mi yemek salonu kanlar içindeydi, kan bu kadar yayılmıştı.. Tanrım.. Sen bizim aklımızı koru ey Ulu Tanrım..

 

...

 

Bizce bu olayın sabah saat dört sularından önce gerçekleşmiş olabilme ihtimâli çok düşüktü.. Bu saatten sonra gerçekleşmişse şâyet Audrey’in Carlo’yu gördüğü yedi buçuk sularına kadar akan kanların hemen tüm yemek salonunu kaplaması ve kan kokusunun bizim şu sözde hassas burunlu Max’ı bile rahatsız etmesi de çok düşük bir ihtimâldi.. Dolayısıyla ben ve Athenagoras, Carlo’nun bir cinâyete kurban gitmiş olabileceği ihtimâline ağırlık veriyor ve Max’tan şüpheleniyorduk.. Hem Carlo’yu o hâlde gördüğümde Max’ın benim karşımda suçluluk psikolojisiyle hareket ediyor olması da şüphelerimizi arttırıyordu. Ama henüz tam emin değildik, gerçi şu an da tam emin değiliz ya.. Biz bunları tartışırken Edward bize çok önemli birşey söyledi ve bu cinâyet olasılığı hakkındaki bâzı kuşkularımızda haklı çıktık: Edward, Carlo’nun naaşı temizlenirken mürettebâta yardım etmişti. Edward’ın anlattığına göre hançer Carlo’nun sol böbreğinin biraz aşağısına tam üç defâ saplanmış. Şu hâlde 1) her defâsında onca acı yiyen Carlo’nun bağırmaması mümkün değil ki bu da ağzını kapatan biri olduğu, bu işin bir cinâyet olduğu ihtimâlini yükseltiyor, 2) Carlo solaktı ve solak biri eğer hançerle intihar edecek olsaydı onu bu bölgeye saplamazdı ve 3) Carlo’nun sağ eli sol elinden daha fazla kana bulanmış, dolayısıyla sol eliyle kâtille boğuşurken sağ eliyle de yarasına müdahâle etmiş olabilir..

 

...

 

Carlo’nun bir cinâyete kurban gitmiş olasılığı hızla kesine yaklaşıyor, şüphelerimiz de Max’ın üzerinde toplanıyor.. Ancak yine de daha sağlam kanıtlar lâzım.. Eğer Max’ın bir Tapınak Şövalyesi veya mason olduğunu ispatlayacak sağlam bir kanıt bulabilirsek taşlar yerli yerine oturacak.. Tanrım.. Yine ********* bir ateş çemberinin ortasına düşüverdik.. Eğer haklıysak ki bu olasılık çok yüksek, şu hâlde dikkat etmemiz gereken konular şunlar: 1) Max’ın Lysisya hakkındaki gerçeklere vâkıf olma ihtimâli yüksek ve eğer bu cinâyeti İzmir’e varana kadar aydınlatamazsak işimiz çok zor. 2) Kaptan Plummer bu işin içinde mi ve Carlo’nun naaşının denize atılmasını istemeleri arkada herhangi bir kanıt bırakmak istemedikleri için miydi? Çünkü bize vermek istedikleri mesajın yerine ulaşması için Carlo’yu o hâlde görmemiz, ama başları derde girmemesi için arkada herhangi bir kanıt bırakmamaları gerekirdi.. Hem Edward’ın Carlo’nun cansız bedeni üzerinde gördüklerini, bu sağlam ipuçlarını da hatırlayınca.. 3) Carlo’nun intihar ettiği lâfları ilk nasıl çıktı, bunu hatırlamıyorum.. Carlo’yu o hâlde gördüğümde zâten aklım başımdan gitmişti. Ekip de yemek salonuna doluşunca her ağızdan bir ses çıktı, beynimin içinde karıncalanmalar başladı.. Bu lâfları ilk kim uydurdu? Kâtil ekibi istediği yöne yönlendirerek bu işten sıyrılmak mı istedi, nasıl olsa mesaj yerine ulaşmıştı.. 4) Eğer Kaptan Plummer bu işin içindeyse mürettebattan da ona yardım eden birileri olmalı.. O hâlde Audrey’in söylediklerinin neresine ne kadar güveneceğiz.. 5) Ben Moses ile Daniel’in mason olabilecekleri ihtimâli üzerinde duruyordum, şimdi başımıza bir de Max çıktı.. Bunlar birbirlerinden bir şekilde haberdâr mı!? Eğer öyleyse bunları birbirine kırdırabilir miyim!?

 

Tanrım.. Herşey giderek daha da karmaşıklaşıyor.. Nasıl çıkacağız bu ateş çemberinin içinden.. Ey Ulu Tanrım!.. Şüphesiz ki sana sığınanlar, senden yardım dilenenler sâhipsiz değildir. Şüphesiz ki senin merhametine sığınanlar ne kadar imkânsız görünürse görünsün diledikleri mutluluğa erişecektir.. Şüphesiz ki sabırlı olmalı ve işlerin yoluna girmesi için elimizden gelen herşeyi yapmalıyız.. Ancak her geçen gün işler daha da sarpa sarınca içine düşmüş olduğumuz sıkıntılar bizi ezip geçiyor, her geçen gün kendimizi daha fazla âciz hissediyoruz.. Ey Ulu Tanrım, n’olursun duâlarımızı, yakarışlarımızı duy ve bizi ivedilikle bu ateş çemberinden kurtar.. Sana yalvarıyoruz..

 

Selmâ.. Neredesin canım karıcığım.. Yusuf’um.. Canım oğlum.. Neredesiniz.. Sizlere öyle ihtiyâcım var ki şu an.. Babanız artık bunca yükü taşıyamıyor.. Neden ben ey Ulu Tanrım.. Neden bir başkası değil de ben.. Neden.. Canım karıcığım, bak artık görüyorsun değil mi seni hiç üzmüyorum.. Ama sana öyle ihtiyâcım var ki.. Sana sarılmaya, saçlarını koklamaya, seni öpmeye, seninle konuşmaya.. Tanrım.. Biliyorum, şimdi beni izliyor, beni koynuna saramadığın için sen de üzülüyorsun. Ama sen Yusuf’uma iyi bak oralarda.. Gerçi Tanrı’nın koruyuculuğu altında başınıza hiçbir şey gelemez, biliyorum.. Ama yine de babalık içgüdüsü işte.. Canım karıcığım, sen de Tanrı’ya duâ et bizim için.. Bir an önce bu kâbus bitsin ve bu işten yüzümüzün akıyla çıkalım.. Tanrım.. Sen bizim sesimizi duy, bizi himâyen altına al.. Tanrım.. Bu ateş çemberinin içinden bizi çıkar.. Sana sığındık ey Ulu Tanrım, sen bize yardım et.. Öyle bir mucize yarat ki Max’ı deşifre edip onu İzmir Konsolosluğa teslim edelim ve Carlo’nun kanı yerde kalmasın.. Tanrım.. Pekî ya bu projeye kan bulaştı diye Lordlar Kamarası, Anglikan Kilisesi veya Vatikan ya da Osmanlı Devleti bu projeyi durdurmak isterse ne olacak!? Tanrım..

 

...

 

Ne yapıp edip bu cinâyeti aydınlatmamız gerekiyor.. Athenagoras’la araştırmalarımızı çok gizli bir biçimde sürdürmemiz, bu işi en az hasarla kapatmamız gerekiyor. Sanırım kamara arkadaşı Dennis’le konuşma ve ağzını arama vakti geldi.. Zâten benden uzun zamandır doyurucu bir açıklama bekliyordu, bu fırsatla onunla Max hakkında konuşabilir ve bu şekilde bu cinâyeti aydınlatabilirim sanıyorum.. Tanrım.. Sabah ilk olarak bu karârımı Athenagoras’la tartışacağım, o da onay verirse Dennis’e Lysisya’dan daha önce Athenagoras’la kararlaştırdığımız biçimde bahsedeceğim. Bakalım ne olacak.. Hem yârın gemideki üçüncü Pazar Âyinimizi yapacağız. Carlo’suz ilk âyinimizi.. Carlo hakkında konuşulurken Kaptan Plummer, Max ve mürettebâtın hareketlerini iyice incelemeliyiz, yârın sabah erkenden Athenagoras’ın kamarasına gidince bunları da hatırlatacağım..

 

Tanrım, sen bize yardım et..

 

9 Mayıs 1885

 

*

 

Tanrım, sana şükürler olsun.. Bugün elimize sağlam bir ipucu geçti ve bu entrikalar yumağını aşmamıza yardımcı olacak önemli bir adım attık, İro’nun Feneri’ni sonunda yakmayı başardık.. Hem de olay kendiliğinden gelişti: sabah saat yedi sularında uyandım ve üstümü giyerek kendimi Athenagoras’ın kamarasına attım. Ona akşamki düşüncelerimi açtım, olur verdikten sonra kamarama döndüm ve Dennis’e vermek üzere Lysisya hakkında düzmece birtakım notlar hazırladım. Kahvaltı saati geldiğinde Edward’la birlikte yemek salonuna geçtik. Ekip yine çok sessizdi. Dennis benim tam karşımda oturuyordu. Ona kahvaltından sonra kendisiyle birşeyler konuşmak istediğimi söyledim. O sırada Athenagoras, Max’ın hareketlerini inceliyormuş. Ben dikkat etmedim, zâten bana uzak kalıyordu. Athenagoras’ın anlattığına göre Max bu sözüme bozulmuş, Dennis’le konuşmak istememden rahatsız olmuş. Ama neyse ki durum sandığımız gibi değilmiş.. Şöyle ki:

 

Kahvaltımızı bitirdikten sonra Edward’la birlikte toparlandık ve kamaramıza doğru yöneldik. Mutat şükür duâmızı yaptıktan sonra ben kamaradan çıktım, Dennis’in kamarasına doğru yöneldim. O sırada koridorda Evans’la karşılaştım ve benimle çok önemli birşey konuşmak istediğini söyledi. Ben ona şu an meşgûl olduğumu, uygun bir zamanda görüşebileceğimizi söyledim, ama beni dinlemedi. Çok heyecanlı ve endişeli görünüyor, söyleyeceklerinin hayâtî bir öneme sâhip olduğunu söylüyordu. Ona ne hakkında konuşmak istediğini sordum, bana Carlo’nun ölümü hakkında konuşmak istediğini söyledi. Bunu duyunca Evans’a vakit ayırmam gerektiğini düşündüm, iyi ki de yapmışım:

 

Evans’la birlikte kamaramıza geldik. Âni bir el çabukluğuyla masadaki notları toparladım ve kitapların altına sıkıştırdım.. Evans daha da heyecanlı ve endişeli görünüyor, konuşurken sesi titriyordu. Bana Carlo’nun ölümünün aslında intihar olmadığını, Ulrich tarafından öldürülmüş olabileceğini söyledi.. Ben tekrar şok oldum.. Aklımızdan hiç böyle bir olasılık geçmemişti, böyle bir şey düşünebilmek için herhangi bir bulguya da sâhip değildik zâten.. Ona bu kanaate nasıl vardığını sorduğumda bana özetle şunları söyledi:

 

Olay gecesi saat sekiz sularında Ulrich ile Carlo güvertede yüksek sesle tartışıyorlarmış. O sırada Evans da mutfağa giderken onları duymuş, son derece mülâyim bir kişiliğe sâhip olan Ulrich’i kızdıran şeyin ne olduğunu merak etmiş. Onlara belli etmeden güverteye çıkmış ve dinlemeye koyulmuş. Carlo, Ulrich’e ‘buna çok ihtiyâcım var’, ‘bunu öğrenmeliyim’, ‘bana söz vermiştiniz’ gibi lâflar söylüyormuş. Ulrich ise ‘sen görevini başaramadın’, ‘bunu hak etmiyorsun’ gibi lâflar söylüyormuş.. Evans meseleyi anlayamamış.. O sırada güverteye Moses gelmiş ve kendisine ne yapmakta olduğunu sormuş. Evans da ayakkabılarını bağladığı yalanını atarak Moses’i yanından savmış. Moses’i gördüklerinde Ulrich ile Carlo bir anda tartışmayı kesmişler ve Evans’ın orada olduğunu öğrendiklerinde güvertenin arka tarafına doğru ilerlemişler. Evans da mutfağa gitmiş.. Evans çok kuşkucu bir insan. İçine bir kurt düşmüş. Aradan yarım saat geçmeden yeniden güverteye doğru yönelmiş, bu işi araştırmak istemiş. O sırada Moses ile Ulrich koridora doğru yönelmiş, Evans da kendisini yemek salonunun kapısının arkasına atmış. Tam yanından geçerken Moses, Ulrich’e ‘Bu işi bu akşam hâlletmelisin. Aksi hâlde tüm proje tehlikeye girebilir..’ demiş..

 

Evans, Carlo cinâyetinin azmettiricisi olarak Moses’i, kâtil olarak da Ulrich’i görüyor ki bu bizim varsayımlarımıza bir tarafıyla uygun, bir tarafıyla da ters düşüyor.. Evans’a bunları bana niye daha önce anlatmadığını sordum, korktuğunu söyledi. Bunları benden başka biriyle paylaşıp paylaşmadığını sordum, ilk bana anlattığını söyledi. Kendisine bu işin ardında çok ********* bir entrika olabileceğini, bu nedenle sessiz kalması gerektiğini ve normâl davranmak zorunda olduğunu söyledim ve onu yatıştırmaya çalıştım. Ancak çok kaygılı ve endişeli görünüyordu. Ben de Edward’a Evans’la ilgilenmesini söyledim ve Athenagoras’la meseleyi kritik etmek için yanlarından ayrıldım..

 

Athenagoras beni dinlerken vakur bir gülümsemeyle başını dik tutuyor, kehânetlerinde haklı çıkan bir kâhin gibi bakıyordu.. Yaptığımız kritik sonucu şuna hükmettik: Carlo, Eros Tapınağı hakkında Athenagoras’ın geldiği gün yaptığım açıklamalardan dolayı çok büyük bir hayâl kırıklığı yaşadı ve boşluğa düştü. Moses ve Daniel, Carlo’ya Eros Tapınağı hakkında birtakım yalanlar anlatarak, bu tapınağın yeri hakkında bir yerlerden bir şekilde sağlam bilgiler edinmiş olduklarını Carlo’ya söyledilerse şâyet bizim nelere vâkıf olduğumuzu anlamak için Carlo’nun ağzını aramış olmaları, onu diledikleri yönde kullanmak üzere bir şekilde bize karşı yönlendirmiş olmaları muhtemeldir. Çünkü olaydan kısa bir süre önce güvertede Carlo’yla birlikte Kaystros ticâret yolu ve Ephesos kazıları hakkında konuşurken o ilk hayâl kırıklığından pek eser yoktu.. Ben Carlo’nun çabuk toparlanmış olabileceğini düşünmüş, bunda bir gariplik görmemiştim, ama şimdi düşününce Carlo’nun harap ve bîtap görünmesi gerekirken neden böyle görünmediği ortaya çıkmış oluyor.. Eğer haklıysak Carlo’ya, Moses ve Daniel tarafından yeni bir umut ışığı sunuldu. Şu hâlde Carlo, bizim nelere, ne kadar ve nasıl vâkıf olduğumuzu Moses ve Daniel’e anlatmış olmalı. Kuvvetle muhtemeldir ki Moses ve Daniel, Carlo’dan bizi belirli bir hedefe doğru sürüklemesini bekliyordu ve Carlo bunu yapmadı. Sonunda da bunu hayâtıyla ödedi..

 

Ah Carlo.. İhtiyar kurt.. Onca hayat tecrübesine sâhiptin de neden gelip meseleyi benimle konuşmadın.. Hem onları istediğimiz biçimde rahatlıkla kullanabilirdik de.. Ah Carlo.. İhtiyar kurt.. Sen hayâtında hiç mi entrika görmedin, hiç mi böyle şeylere tanıklık etmedin.. Senin gibi değerli bir arkeolog nasıl olur da çarçabucak yelkenleri suya indirir.. Ah Carlo.. İhtiyar kurt.. Hayâtın boyunca kim bilir kaç kral mektubu, kaç antlaşma tableti, kaç kânun tableti elinden geçmiştir.. İsteseydin sen bu entrikalara karşı çok daha kurnazca bir entrika kurabilirdin.. Ah Carlo.. İhtiyar kurt.. Biz seninle çok yakın iki ahbaptık.. Neden beni bu durumdan haberdâr etmedin.. Seni tanımasam, sana en ufak bir îtimâdım olmasa senin de onlardan olduğunu, Tapınakçılar veya masonlar arası bir iç hesaplaşmaya kurban gitmiş olabileceğini düşünürdüm, ama ne olursa olsun senin gibi aklı başında bir arkeolog bu insanlık dışı örgütlerle bir olamaz.. Seni onlardan medet ummaya iten neden, şu Eros Tapınağı, lânet olsun bu tapınağa.. Tüm ömrünü adadığın bu tapınak uğruna sonunda canından da oldun.. Ama ben pişmanlık duyduğunu düşünmüyorum, kim bilir, belki de inandıkları uğruna ölümü tadanların mutluluğunu yaşıyordun son dakîkalarında.. Fakat arkanda cevapsız onlarca soru, henüz deşifre edilememiş bir cinâyet, asıl kimlikleri henüz ortaya çıkartılamamış kâtiller ve gözü yaşlı dostlar bıraktın.. Ah Carlo.. İhtiyar kurt..

 

...

 

Tanrım.. Önümde uzun yıllar olmadığını biliyorum.. Ancak sana sığındım, sen bana dayanma gücü ver.. Bu projeyi tamamlamadan beni yanına alma.. Tanrım.. Artık dayanamıyorum.. Carlo’nun ölümü bana birkez da o unutmaya çalıştığım ölüm korkusunu anımsattı.. Naturalizm için önemli bir işe imzâ atamadan canımı teslim etmek istemiyorum.. Bölgede elde edebileceğimiz bulgular biz Naturalistler için kuşkusuz önemli olacaktır. Kazı bölgesinde modern paganlığın insanlığa karşı işlediği suçların bir yenisini bulmamız kuvvetle muhtemel.. Bunu Vatikan’a karşı kullanabiliriz.. Belki bu yolla tüm hayatları boyunca Vatikan’ın zulmüne mazhar olmuş kimselerin ruhları bir nebze olsun rahatlar.. Tanrım.. Bu önemli keşfi n’olur bana bağışla.. Bağışla ki Carlo’nun ruhunu sevince boğalım, onun intikâmını da bu yolla almış olalım.. Bağışla ki Kaptan Plummer’in ve hizmet ettiklerinin sırtına Midia’nın Mantosu’nu geçirelim.. Bağışla ki Athenagoras ve amcasına yapılanlar da yanlarına kalmasın.. Tanrım.. Sana sığındım..

 

...

 

Ne kadar ilginçtir ki insan ancak ölüm kapıyı araladığında hayâtına ilişkin bir vicdan muhasebesi yapıyor.. Oysa ki çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor.. Tanrım.. Bütün bir Osmanlı Devleti’nin kaderi ellerime terk edilmiş gibi hissediyorum ve hattâ bana Tanrı’nın özel bir lûtfu olarak bu projenin Naturalizm için büyük bir iş yapma fırsatı olarak önüme serildiğini düşünüyorum.. Tanrım.. Kendime hiç olmadığı kadar güvenmeliyim, kendi aklıma ve zekâma inanmalıyım.. Hem yalnız da değilim, Edward ve benden çok daha bilgili ve kültürlü sevgili dostum Athenagoras bana yardımcı olacak, iyi ki varlar.. Tanrım.. Bu projeden onların istediği yönde bir sonuç çıkarsa târihe emperyalizm işbirlikçileri olarak geçeceğiz, yok eğer başarırsak bizi kimse tanımayacak, adımızı yörede ancak birkaç kuşak hatırlayacaklar, sonra da.. Ama bunun hiçbir önemi yok ki.. Ne ben ne Edward ne de Athenagoras.. Aklımızdan geçen en son şey “Osmanlı Devleti’nin ve yörenin kaderini kurtaran adamlar” olarak anılmak.. Ama bunu başaramazsak işte bu hem ekibin hem yöre halkının hem de Osmanlı Devleti’nin onulmaz yaralar almasına neden olacak.. Tanrım.. Bize güç ver..

 

...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Artık eminiz ki Moses, Daniel ve Ulrich’in bu kazı projesi hakkında Vatikan menşeyli birtakım hedefleri var, bunları başarmalarını engellemeliyiz.. Ben Ulrich’ten gerçekten de böyle bir şeyi beklemezdim. Evans’ın da söylediği gibi Ulrich gerçekten de son derece mülâyim bir kişilik.. Tanrım.. İnsan hele şu Tapınakçılara veya masonlara birkez bulaşmayıversin.. Bunlar insanın kimyâsını değiştirmede eşsiz insanlardır.. İnsanlık dışı tiyatral soytarılıklarla ********* ritüeller düzenlerler, üyeleri üzerinde psikolojik baskı mekanizmalarının hemen hepsini en uç seviyelerde işletirler, onları beyinsizleştirerek köleleştirirler.. En çok da insan doğasında bulunan güçlü olma ve yükselme arzusunu sömürürler.. Ben yıllarca British Museum’da mason olmaları hâlinde mesleklerinde inanılmaz seviyelere yükseleceğine inanan personeller, müdürler, arkeologlar tanıdım. Hem sâdece mesleklerinde de değil, toplumsal yaşamın hemen her alanında.. Kendilerine karşı polisin, adliyenin, hekimlerin vb. dâimâ sonsuz saygıda ve yardımda bulunacaklarına, başlarına en küçük bir olay geldiğinde tüm masonların bir olup kendilerini kurtaracağına inanıyorlardı.. Tanrım.. Bence masonluk insanlık târihinin gelmiş geçmiş en büyük suç örgütüdür.. Ne kadar ilginçtir ki insanlık târihine damgasını vuran hemen her *********liğin ardında Anglo-Sakson vahşîliği olduğu gibi masonluk da bu vahşîliğin ürünüdür.. Tanrım.. Ancak dilerim Tanrı masonluğu Britanya’da serbest bırakan tüm kralları da affeder.. Kim bilir onları da nelerle satın almışlardır!? Tanrım..

 

Ne yazık ki Carlo cinâyeti hakkında sağlam bir delîlimiz yok. Hem olsa da Birleşik Krallıkta masonların sâhip olageldiği ayrıcalıklar nedeniyle Moses ve Ulrich’in yargılanmaları ve hak ettikleri cezâlara çarptırılmaları da pek mümkün görünmüyor.. Athenagoras’la birlikte bu işi enine boyuna düşündük ve bu cinâyeti şimdilik örtbas etmeyi kararlaştırdık.. Hem üstelik bu yolla Moses, Daniel ve Ulrich’i sürekli kontrol altında tutabilir, onlara karşı biz de sağlam bir entrika geliştirip Vatikan’ı istediğimiz yöne doğru sürükleyebilirdik.. Bu kazı projesi tamamlanıncaya kadar Lysisya hakkında elde edeceğimiz tüm bulgular bizde kalmalı, ekibi de başka taraflara sürüklemeliyiz.. Artık çok daha dikkatli olmamız gerekiyor..

 

Athenagoras bana Edward’la birlikte kendi kamarasına taşınmamızı teklif etti. Gerçi tarikat ritüellerimizi gerçekleştirme olanağımız ortadan kalkıyordu, ama bu şartlar altında pek fazla bir seçeneğimizin olmadığına hükmettim ve teklifine olumlu cevap verdim.. Şimdi geriye öncelikle bu işlerin içinde Max’ın bir parmağının bulunup bulunmadığını aydınlatmak, o garip davranışlarının nedenlerini açığa çıkarmak, sonra da Kaptan Plummer ve mürettebat hakkındaki gerçekleri anlamak kalıyordu.. Çünkü Athenagoras’la ulaştığımız bu hükümler ne kadar sağlam görünürse görünsün yine de ancak bir varsayımdan ibâretti. Bundan daha az kesin olmamakla birlikte Carlo’yu Max’ın öldürmüş olabileceği, Ulrich’in gece tuvalete değil de Carlo’yu öldürmek için kalktığı, ama Max bu işi hâllettiği için kamarasına geri dönüp yattığı olasılığını da dikkate almalıydık.. Hem ayrıca Max ile Ulrich’in Carlo’yu birlikte öldürmüş olabilecekleri ve şu tuvalet söyleminin de basit bir yanıltmaca olduğu ihtimâlini de göz önünde bulundurmalıydık.. Hem üstelik gemiden kaçırılan sandığın ve içindekilerin aslında ne olduğunu, bunların âkıbetinin de ne olduğunu aydınlatmamız gerekiyordu..

 

Athenagoras’ın yanında bir saat kadar kaldım. Dışarı çıktığımda ekip ve mürettebat yemek salonunda toplanmaya başlıyordu. Athenagoras’a söyledim, o da salondaki yerini aldı. Ben de kamaraya gidip Edward ile Evans’ı aldım ve yemek salonuna geçtik. Kapıda Dennis’i gördüm ve onu âyinden sonra kamaramda bekleyeceğimi söyledim..

 

Salonda yine Moses, Daniel ve Gage hâriç tüm ekip ve mürettebat yerlerini almıştı. Benim sağımda Edward, solumda da Athenagoras vardı ve biz ilk sırada oturuyorduk. Kaptan Plummer, Pazar Duâsını okuduktan sonra Carlo hakkında kısa bir konuşma yaptı. Kaptan Plummer konuşması sırasında pek normâl davranıyor, herhangi bir duygusal aşırılığa kaçmıyordu.. Ulrich benim sağ çaprazımda kalıyor, yan gözlerle onu izliyordum. Onun da Kaptan Plummer’den farklı kalır bir yanı yoktu.. Max ise benim sol çaprazımda, Ulrich’in dört sandalye yanında oturuyordu. Max hemen tüm âyin boyunca kafasını hiç kaldırmadı, bakışlarını belirli bir noktaya sâbitleyip öylece durdu.. Bu hâl ve tavırları gerçekten de kuşku vericiydi.. Kaptan Plummer konuşmasını tamamladıktan sonra Carlo için hep birlikte duâ ettik. Duâmız bitince Kaptan Plummer bize müjdeli bir haber verdi: iki güne kadar İzmir’de olacağız.. Bunu duyduğunda tüm ekip çok sevindi. Biz de öyle.. Bu entrikalar oyununun ilk perdesi iki güne kadar tamamlanıyordu..

 

Âyin bittikten sonra ekip hızla güverteye doğru yöneldi. Biz de kamaramıza doğru yöneldik. Koridorda Edward’a Athenagoras’ın kamarasına taşınmamız gerektiğini söyledim. İlk başta o da benimle aynı gerekçelerle bundan rahatsız oldu. Ancak pek fazla birşey söylememe gerek kalmadan meselenin vahâmetini anladı ve bu karârımızı onayladı.. Tam içeri gireceğimiz sırada Dennis yanımızda belirdi. Onu buyur ettim, ben de karşısına oturdum..

 

Sözlerime Dennis’ten özür dileyerek başladım.. Bunca zamandır benden kazı bölgesi hakkında daha aydınlatıcı bilgiler beklediğini, İbn-î Ceydân bin Ekber ve kitabı hakkındaki gerçek düşüncelerimi ve günlerdir Athenagoras’la birlikte kamaraya kapanıp bu bölge hakkında neler konuştuğumuzu merak ettiğini bildiğimi söyledim.. Bunca zamandır sessiz kalmamın nedeni olarak da henüz elimde sağlam bulgular olmadığı için ulaştığım sonuçların yalnızca bir varsayım olmasından ötürü bunları yeterli oranda sınama ihtiyâcını gösterdim.. Dennis bana karşı çok anlayışlı davranıyor, yüzünde çocuksu bir tebessüm görüyordum. Söylediklerime inandığından hiç şüphem yok.. Dennis’in gözlerinde biz arkeologlara özgü bir öğrenme tutkusu okudum. O an için kendimden bir parça utandım, Dennis’in gözlerinin içine baka baka ona düzmece birtakım notlar verecek, bu tutkuyu yanlış yerlere sürükleyecektim.. Ama içine düştüğümüz ateş çemberinden kurtulmak, bu entrikalar yumağını kendi lehimize en iyi şekilde kullanabilmek için başka bir seçeneğim yoktu..

 

Dennis’e Athenagoras’la bunca zaman sonra kazı bölgesi hakkında ulaştığımız sonuçların güvenirliliğine artık kanaat getirdiğimizi ve bunları ilk olarak kendisiyle paylaştığımızı söyledim ve hazırladığım düzmece notları ona sundum.. Tanrım.. Notları eline aldığında sanki ona kâinâtın anahtarını teslîm ediyormuşum gibi zannettim, bana bunu hissettirdi.. Belli ki Dennis’in de bu kazı projesi hakkında Carlo’dan az olmayan özel birtakım beklentileri vardı, yoksa bir arkeolog için bu tür şeyler olağanüstü tepkilerle karşılanacak şeyler değil ki.. Bizler hemen her projemizde yeni birtakım keşifler yaparız ve keşif yapma işi ulaştığımız sonuçlar ne kadar yeni olursa olsun zamanla sıradanlaşır.. Arkeoloji dünyâsı henüz emekleme döneminde olduğu için ve bugünkü teknoloji de arkeolojik incelemeler hakkında pek yetersiz kaldığı için hemen her çalışmamızda daha büyük keşifler yapma olasılığımız yükseliyor, ancak gelecekte yapılması muhtemel incelemelere oranla bunların küçük adımlar olduğunu unutuyoruz.. Hem bugünkü teknoloji bize ulaştığımız bulguların kesinliği hakkında maddî bir kanıt da sunmuyor. Biz daha çok târihçilerin, sosyologların ve antropologların bulgularına dayanarak, bunları yorumlayarak kesinlik derecesi yüksek sonuçlara ulaşıyoruz.. Öyle sanıyorum ki teknoloji ilerledikçe bu tür maddî kanıtlara ulaşmamız da mümkün olacak, işte o zaman arkeoloji dünyâsı altın çağını yaşayacak..

 

Neyse.. Dennis bu düzmece notları inceledikçe yüzündeki hayâl kırıklıkları da giderek belirginleşiyordu. Bu notlardan en sıradan zekâya sâhip bir kimse bile kazı bölgemizin Lydya’ya bağlı sıradan bir yerleşim birimi olduğu, târihsel ve arkeolojik bakımdan pek bir önemi olmayan bir mesîre yeri olduğu sonucuna varabilirdi, Dennis de böyle düşünmüş olmalı. Ama ağzını hemen hiç açmadı.. Aradan yaklaşık yarım saat geçtikten sonra Dennis’e ne düşündüğünü sordum, pek bir şey düşünmediğini söyledi. Herhangi bir hayâl kırıklığına düşüp düşmediğini sordum, konuyu değiştirmeye yeltendi. Bu benim için de iyi bir fırsattı.. Ona gemi yolculuğumuzun artık tamamlanmak üzere olduğunu, gerek bu yolculuğun gerekse kazı projesinin hepimizin hayâtında yeni birtakım sayfalar açacağını söyledim, başını kaldırmadan ‘evet haklısın’ dedi. Sonra lâfı kamara arkadaşı Max’a getirdim ve onun nasıl biri olduğunu sordum, bana özetle şunları söyledi:

 

Dennis, Max’ı uzun yıllardır tanıyormuş, liseyi birlikte okumuşlar ve sonraki hayatlarında da pek sık görüşmüşler.. Ancak Max babasını kaybettikten sonra ruh sağlığı epeyce bozulmuş. Kendisi dokuz çocuklu bir ailenin en büyük erkek çocuğu olduğu için ailesinin tüm yükü bir anda omuzlarına binmiş. Babasının mesleğini sordum, yardımcı kaptan olduğunu söyledi. Şimdi tam zamânıydı: onlara Carlo’nun naaşının denize atılması konusunda niçin bu kadar istekli olduklarını sordum, bana aslında kendisinin bu görüşte olmadığını, Max bunu istediği için ve bu meselenin onun açısından psikolojik boyutlarının olmasından dolayı Max’ı desteklemek zorunda kaldığını söyledi.. Dennis’e Max’ın babasının nasıl öldüğünü sorduğumda ise tahmin ettiğim cevâbı verdi: gemide kalp krizi geçirmiş.. Sonra da onu Atlas Okyanusunun serin sularına bırakmışlar.. Sanırım Max babasının bir mezarı olmayışına tüm hayâtı boyunca çok içerledi ve sonunda denizde ölen kimselerin mezarı olmaması gerektiği düşüncesine şartlandı, ona sıkı sıkıya bağlandı.. Bu nedenle Carlo’nun da babasıyla aynı âkıbeti yaşaması gerektiğine inandı.. İşte, bulmacanın kayıp parçalarından biri daha çözülmüştü.. Demek ki Max için bu mesele yalnızca aile içi ve kendi geçmişiyle ilgili bir meseleydi ve Dennis de iyi bir dost olarak onun safında yer almıştı..

 

Dennis’le akşam yemeğine kadar uzun uzun konuştuk. Kendisine British Museum’dan bâzı anılarımı anlattım, Sümeroloji alanında kaydedilen son gelişmelerden bahsettim, Kenneth Ouchi’yle yaptığımız Zî Kâr gezisini anlattım.. Biz bu konuşmaları yaparken Dennis’in gözlerinde o hayâl kırıklığının izleri hâlâ devâm ediyordu. Sonunda dayanamayıp bu kazı projesinin kendisi için özel bir anlamı olup olmadığını sordum, ancak lâfı geçiştirdi, açık birşey söylemekten çekindi..

 

Yemek saati geldiğinde üçümüz birlikte yemek salonuna doğru yöneldik. İçeri girdiğimizde ekip hazırdı. Biz de yerimizi aldık, benim sağımda Edward, solumda da Athenagoras vardı. Ekip yine çok sessizdi.. Bir ara Athenagoras’ın kulağına eğilerek ‘herşey yolunda’ dedim. O da başını hafif sağa eğerek ‘tamam’ mesajı verdi.. Daha sonra da servis yapmakta olan Audrey’e eşyâlarımızı Athenagoras’ın kamarasına taşıma direktifi verdim. Kaptan Plummer bu taşınmanın gerekçesini sordu, ben de son iki günümüzü Athenagoras’la birlikte bu kazı projesiyle ilgili meseleleri tartışmakla geçirmek istediğimizi, bunun için kamarasına taşınmamızın iyi olacağına inandığımızı söyledim. Kaptan Plummer bana ‘iyi düşünmüşsünüz’ cevâbını verdi.. O sırada Clark ile Paul aralarında fısıldaşıyorlardı, Kaptan Plummer sözünü tamamladıktan sonra Paul da Audrey’e Clark ve kendisinin eşyâlarını bizim kamaramıza taşıma direktifi verdi. Kaptan Plummer onlara da bunun gerekçesini sordu, Clark kendi kamaralarında beş kişi kaldıklarını, böylelikle daha rahat edeceklerini söyledi. Kaptan Plummer onları da kafasıyla onayladı..

 

Yemeğimizi bitirdikten sonra kamaralarımıza doğru yöneldik ve taşınma işlerine yardım ettik. Şu an Edward’la birlikte Athenagoras’ın kamarasındayım. Athenagoras bir saat kadar önce güverteye çıktı, neredeyse gelir.. Ona Dennis’in Max hakkında söylediklerini anlattım, ilk tepkisi benimle aynı yönde oldu, ama bunlar üzerinde düşünmek istediğini söyledi ve güverteye çıktı.. O gelmeden önce günlüğüme yazmayı bitireyim de o gelince şu Lysisya dosyasını yeniden gözden geçirelim..

 

10 Mayıs 1885

 

*

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.