Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Platon ve Dil (Felsefesi) I


Misafir isimsizuye

Önerilen İletiler

Dil felsefesi alanına ilişkin sorunlar her ne kadar on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında derinlikli bir biçimde tartışılmaya ve dilin kendisinin sorun olarak düşünülmesine başlanmışsa da felsefe târihi içinde bir arkeolojik kazı yapacak olursak dil felsefesi târihinden (de) bahsetmememiz için hiçbir nedenimiz yok.

 

Bu arkeolojik kazıda ilk olarak -Presokratiklerde satır aralarında kalan bâzı söylemler bir tarafa- Platon’un dialoglarına bakmalıyız. İmdi bu dialogları temele koyduğumuzda şunu söyleyebiliriz ki Platon’a göre dilin iki kullanımı var, bunlar: olağan kullanım ve olağandışı kullanım. Bu ayrıma bağlı olarak Platon’un dil (felsefesi) hakkındaki görüşlerini de iki öbekte inceleyebiliriz: birinci öbekte karşımıza dilin adlandırma işlevi hakkında ortaya koydukları çıkar. Platon bu bağlamda dilin kökenine ilişkin bir incelemede bulunur: adları ilk verenlerin kim olduğunu inceleme işi kendi görüşlerinin tutarlı ve derinlikli bir yapı taşıması gerektiğini düşünen ve hesap vermeyi de bir borç bilen Platon için zorunlu bir uğraktır. Ne var ki günümüzde böyle bir iş dil felsefesinin görevleri arasında görülmüyor. Ancak Platon’un dil (felsefesi) hakkındaki görüşlerinin bütünlüklü bir biçimde serimlenebilmesi için bu konu hakkındaki görüşlerine de yer vermek gerek.

 

Platon’un dil (felsefesi) hakkındaki görüşlerini incelemede kullanabileceğimiz diğer bir öbek de olağandışı kullanım öbeğidir. Bu öbek içine de Platon’un dilin sofistik, retorik ve sanatsal kullanımı hakkındaki görüşlerini koyabiliriz. Dilin bu kullanım öbeği hakkında kabaca niçin olumsuz bir tutum takındığını da devlet ve toplum yapısı hakkında söyledikleri üzerinden inceleyebiliriz:

 

*

 

Antikçağ’da dil zihinde olanları ötekine aktarmanın aracı olarak düşünülüyordu; imdi dilin kendi başına bir şey olmadığına inanılıyor, varlık nedeninin başka bir şeyi temsil etmek olduğu kabûl ediliyordu. Antikçağ’ın bu dil anlayışına göre dilin düşünmeyle olan ilişkisi onun dış dünyâyla olan ilişkisinden gelir ve dış dünyâda bulunan bir şeyin zihindeki tasarımını aktarmak için de sözcükler kullanılır, kendisiyle iş görülecek en küçük birim de bunlardır.

 

Antikçağ’ın dil ile zihin ve dil ile dünyâ arasında kurduğu bu ilişkiler bağlamında Platon ise ad, tanım, imge, bilgi ve şeylerin kendisi arasında şöyle bir ilişki kurar: vârolanlar için onların bilgisine ulaşmayı sağlayacak zorunlu üç araç vardır, bunlar: ad, tanım ve imge. İmdi şeylerin bilgisi ve kendisi bunlardan sonra gelir. Platon bu görüşünün tüm vârolanları kapsadığını düşünür ve bu üç araçla şeylerin bilgisine ulaşamayan bir kimsenin o şeylerin kendisine de ulaşamayacağını savunur. Ne var ki dilde bir zayıflık görür: adlar, tanımlar ve imgeler aracılığıyla oluşturulan bilgiler hiçbir zaman şeylerin kendisi hakkında tam bir bilgi ortaya koymaya yeterli değildir. (VII. Mektup 342b-e) Ancak Platon’un dilde gördüğü bu zayıflık dilin özleri aktarmanın aracı olduğunu düşünmesine ve bu kullanımı temele almasına engel olmaz.

 

Platon’a göre dilin olağan kullanımı aracılığıyla gerçekleştirilen edimsöz edimi adlandırmadır. Bu edim yoluna ve yordamına uygun bir biçimde yapılırsa konuşmalar aracılığıyla ulaşılmak istenen amaçların gerçekleşme olanağına kapı aralanır. (Kratylos 387c-d) Bir edim olarak konuşmanın yolundan ve yordamından söz eden Platon konuşmanın başarıyla gerçekleşmesini sağlamak için gerekli olduğunu düşündüğü birtakım kurallardan bahsettiği gibi, aynı şekilde adlandırma için de birtakım kuralların geçerli olması gerektiğine inanır. İmdi onun bu kurallar hakkında ortaya koydukları dilin olağan kullanımına ilişkin bir sınırlandırma çabası olarak düşünülebileceği gibi ki bu çaba bilgi ve varlık görüşleri etrâfında şekillenir; aynı zamanda dilin zayıflığını aşma çabası olarak da düşünülebilir. Öte yandan Platon’un bu çabası sofislerle mücâdele etme amacına da hizmet eder ve bunu yaparken de dilin zayıflığının onlar tarafından nasıl kullanıldığını da gözler önüne serer.

 

İmdi dilin olağan kullanımı hakkındaki görüşlerine Kratylos’ta yazdıklarını temele alarak baktığımızda ana hatlarıyla şunları görüyoruz:

 

Platon, Kratylos’ta doğalcı görüş ile uzlaşımcı görüş arasında bir tartışma yürütür, Sokrates’in ağzından konuşarak kendi görüşlerini belirtir. Dialoga adını veren Kratylos doğalcılıktan, rakîbi Hermogenes ise uzlaşımcılıktan yana kartlarını açar. Kratylos’a göre her varlık için doğru tek bir adlandırma vardır; adlar şeylere birtakım uzlaşımlar sonucu değil; doğal bir zorunlulukla verilir. Nitekim gerek Yunanlılar gerekse barbarlar (Yunanca konuşmayanlar) için doğru olan ancak bir adlandırma vardır. (Kratylos 384a) İmdi adlar şeylerin kendi doğaları gözetilerek verilir (Kratylos 435d-e). Adlar aracılığıyla bilinenler de özlerdir ve şeyler özlerine göre ayırt edilmek için adlandırılır. Hermogenes’e göre ise adların doğruluğu belirli bir uzlaşmadan gelir. Bir şeye verilen her ad doğru bir addır. Eski ad bırakılarak yerine başka bir ad konsa yenisi eskisinden daha az doğru olmayacaktır. İmdi bir kimse bir şeye ne ad veriyorsa o şeyin adı o olur. Adlar ile adlandırdıkları şeyler arasında doğal bir bağ bulunmaz. Şeylerin özleri de herkes için başka başkadır. (Kratylos 384d-e)

 

Kratylos ile Hermogenes’in birleştiği tek nokta adların işlevi konusunda: adlar başkalarına bilgi vermeye ve onlara birşeyler öğretmeye yarar (Kratylos 388b). Bu görüş daha sonra Platon tarafından da benimsenir. Ne var ki Platon’a göre Hermogenes kendi söyledikleriyle çelişmekte, başkalarına birşeyler bildirmenin olanağını ortadan kaldırmaktadır. (Kratylos 390e)

 

Platon da Kratylos gibi adlar ile adlandırdıkları şeyler arasında doğal bir bağ görür. Bu bağ hakkında düşündükleri bilgi ve varlık görüşlerinden bağımsız değil: şeylerin bir ve tek bir özü vardır, bilmek özleri bilmektir ve özler herkes için ortaktır. Adlar ise birincil adlar ve ikincil adlar olmak üzere iki türlüdür; birincil adlar şeylerin özlerinin harfler ve hecelerle taklîdidir; nitekim adların olduğu kadar harflerin de bir özü olmalıdır; örneğin r harfi devinimi bildirmek için kullanılırken, i harfi ise ince şeyleri imler. D ve t harfleri ise bağlanmayı ve durmaya öykünmeyi imler. (Kratylos 426c-427c) Birincil adlar resimler gibidir: şeylerin özlerinin taklit edilmesiyle oluşan imgelerdir ve bunlar, hakkında oldukları şeylerden farklı bir varlık yapısına sâhiptir. Böylelikle Platon adlar ile adlandırdıkları şeyler arasındaki farka işâret eder ve Kratylos’un bu ikisini birbirine indirgemesini eleştirir. (Kratylos 432d) Platon adlar ile adlandırdıkları şeyler arasındaki bu farkı Sofis’te tekrar ele alır ve yine aynı sonuca ulaşır (Sofis 244d). İkincil adlar ise şeylerin özlerini birincil adlar yardımıyla taklit eder. İkincil adlar birincil adlardan bir veya daha fazla harf çıkartılıp yerine yenileri eklenerek oluşturulur. Platon’un Kratylos’ta ortaya koyduklarına bakılırsa adlara dilediğimiz harfleri ekleyip çıkartarak yeni adlara ulaşıyoruz. (Kratylos 399b) Ne var ki Sofis’te ortaya koyduklarına bakılırsa bu işi yaparken dilediğimiz gibi hareket etmiyor, dilbilgisi kurallarını; hangi seslerin başka hangi seslerle birleşebileceğine ilişkin kuralları hesâba katıyoruz (Sofis 253a).

 

Demin de belirttiğim gibi Kratylos’a göre doğru ad şeyin doğasını gösteren addır ve bir ad doğru olmak zorundadır; çünkü adlar ile adlandırdıkları şeyler arasındaki doğal bağ yanlış ada olanak tanımaz. İmdi Kratylos tâ Parmenides’ten beri yinelenen şu görüşün etkisinde: bir şey söylemek olan bir şeye ilişkin bir şey söylemektir. Olmayan bir şeyin olduğunu düşünmek yanlıştır ve yanlış bir şey söylemek de olmayan bir şey hakkında bir şey söylemek demeye gelir ki bu da olanaksızdır. Platon da Sofis’te bu görüşleri benimser (Sofis 240e, 260c). Nitekim Kratylos’un bu görüşleri Platon’u yanlış bir şey söylemenin anlamsız birtakım sesler çıkartmak demek olduğunu düşünmeye iter. Yanlış bir şey söyleyen bir kimse “bir bakır kabı çalarak titretiyormuş gibi boşuna titretiyordur kendini (Kratylos 429d-e)” der. Hermogenes’e göre ise doğru ad, adların birer uzlaşım sonucu konması gereğidir. Nitekim bir şeye verilen her adın doğru olduğunu iddiâ eden Hermogenes adlar ile adlandırdıkları şeyler arasında doğal bir bağın bulunmadığını kabûl etmekle her adın doğru olduğunu da kabûl etmiş olur. Bir şeye birden fazla ad verilebileceği gibi aynı şeye verilen her ad da doğrudur. Platon’a göre ise kimi zaman doğru bir adın içine o şeyin özünü taklit etmekten uzak bir harf karışabilir; ancak bu sorun aşılamaz değildir; örneğin Helenlerin sklêrotes (sertlik) dediğine Eretrialıların sülêrotêr dese de yine de birbirleriyle anlaşabilirler. (Kratylos 434e)

 

Kratylos’a göre adları ilk veren kimseler insan üstü bir güce sâhip olmalıdır; nitekim onlar özleri bilenlerdir, aksi durumda yanılmalar kaçınılmaz olurdu (Kratylos 436b-c). İmdi bu kimselerin verdikleri adlar zorunlu olarak doğrudur (Kratylos 438b-c). Hermogenes ise adları ilk veren kimseler hakkında herhangi bir araştırma yapmayı anlamsız görür. Platon ise kartlarını doğalcılıktan yana açar; fakat Kratylos’u eleştirmekten de sakınmaz. İmdi Platon, Kratylos gibi adlar ile adlandırdıkları şeyler arasında doğal bir bağ görür; ancak Kratylos’tan farklı olarak tanrıların verdiği adlar ile insanların verdiği adlar arasında bir ayrım yapar. Platon’a göre tanrıların verdiği adlar tanımları gereği doğru olmak zorundadır; ne var ki bu adlar hakkında herhangi bir bilgiye sâhip olmak mümkün değildir. (Kratylos 399d) Böylelikle Platon bu incelemenin salt insanların verdiği adlarla sınırlı tutulması gerektiğini düşünür. Bu insanlar da yasakoyuculardır; bu işi ancak onlar gerçekleştirebilir. (Kratylos 429a-B) Bir yasakoyucu ad verme konusunda yetkili ve sözü dinlenir olmak istiyorsa her şeye doğal olarak özgü adı seslere ve hecelere yerleştirmeyi, gözlerini adın üstüne dikmeyi becermeli, bunu yaparken de önce harflere ilişkin bir ayrımda bulunmalı ve adlandırılacak şeylere ilişkin bir sınıflama yapmalıdır (Kratylos 389d). Böylelikle hangi şeylerin hangi harflerle taklit edileceği açığa çıkmış olur ve bu yolla seslerden heceler, adlar ve eylemler elde edilir. Ne var ki yasakoyucular sıradan insanlardan daha geniş bir bakış açısına sâhip olsalar da sonuçta onlar da birer insandır ve onlar arasından da işini kötü yapanlar çıkabilir. Bu bakımdan şeylerin bilgisine ulaşmada adlardan değil de şeylerin kendisinden hareket etmek daha güvenilir olan yoldur. (Kratylos 424c-425a)

 

Platon’a göre okumayı öğrendiğimiz çağda ilk önce harflerin az sayıda; fakat bütün sözcüklerde tekrarlanan unsurlar olduğunu; gerek küçük sözcüklerde gerekse büyük sözcüklerde gerekli şeyler olduğunu öğreniriz. Harfleri öğrenmek için de öncelikle onların neleri resmettiklerini öğrenmek gerekir. Bunları öğrendikten sonra da sözcükleri, kavramları ve yüklemleri öğreniriz. (Politeia 402b) Nitekim bir kavramdan söz edildiğinde birtakım yüklemlerin ona yüklendiği söylenmiş olur ve yüklenenlerden her biri birer sözcüktür. Bu yüklemler aracılığıyla kavramların her biri o kavram hâline gelir ki kavramları bu yüklemler aracılığıyla deyimlemek mümkündür ve kavramlara çok sayıda yüklem yüklenebilir. (Sofis 251b)

 

*

 

Platon’un hocası Sokrates’ten devraldığı sofizme karşı savaşım ereği onu sofisler karşısında olumsuz bir tavır takınmaya itti: M.Ö. 4. yüzyılda Attika kara parçasında yaşanan ekonomik ve siyâsî gelişmeler ve Perslerle yapılan uzun savaşlar filozofların objelerini doğadan insana çevirdi. Bu dönemde görev yapmakta olan mevcut eğitim kurumlarının eğitim ve bilgi ihtiyâcını karşılayamamasından dolayı sofisler bu ihtiyâcı karşılamak için işbaşına geçti. Hâl böyle olunca mantığa da yoğun bir ilgi duyuldu: sofislerin en nihâyetinde öğretmiş olduğu şey insanları iknâ etme sanatıydı ve bu sanat da mantıktan beslenir. İmdi sofislerin dersleri bu sanatı en ince ayrıntılarına kadar işlerken bu derslerle yeni bilgi alanları da ortaya çıktı. Bu yolla sofisler söylem türleri arasında çeşitli ayrımlar yaptılar ve onları politik söylemler, retorik söylemler, dialektik söylemler ve teknik söylemler biçiminde sınıflandırdılar. Öte yandan sofislerle birlikte dilin kullanım amaçlarından biri olarak görülen duyusal kullanım da eristik ve paralojistik akılyürütmelere damgasını vurdu. Birçok sofis Platon’u kızdıran söylemler dile getirdi; söz gelişi Protagoras her konu hakkında birbirinin karşıtı iki önerme dile getirilebileceğini iddiâ etti. Platon’un dialoglarından pek çoğu sofislerden devşirilen bu göreliliğin en seçkin örnekleriyle doludur; Platon aynı öncülden iki farklı sonucun nasıl çıkartılabildiğini çözümleyerek hem sofislerin nasıl bir iş yaptığını hem de sofistik bir işin nasıl yapılabileceğini gösterdi. İmdi onun bu çabası dilin sofistik kullanımı olarak adlandırabileceğimiz bir dil kullanımının eleştirisini yapmayı amaçlıyordu.

 

Platon’a göre sofisler en çok siyâset alanında ortaya çıkar ve bu kimselerin öğrettikleri sanılardan ibârettir. Bu sanılarla iş yapılmasından ötürüdür ki birbirini deviren tezlerden her biri diğerinden daha az “mantıklı” değildir. (Politeia 493a) Sofisler dili kullanmadaki maharetleri aracılığıyla her konu hakkında herşeyi bildikleri izlenimi yaratarak gençleri kandırır (Sofis 233b-234c).

 

İmdi dilin sofistik kullanımında sözcükler özleri değil; sanıları ifâde eden bir araç olarak kullanılır. Bu yolla vârolmayan, vârolan olarak kabûl edilir ki bu yanlıştır. Platon insanları iknâ etmede böyle bir dil kullanımını olumlamaz. (Sofis 241b) Nitekim Platon’a göre belirli bir konuşma sırasında karşısındakini anlayan bir kimse ses sâyesinde bir şey anlamıştır. Bu yolla bir vârolana ilişkin iki şey dile getirilmiştir, bunlar: adlar ve fiiller. (Sofis 261e) Platon eylemleri deyimlemeye yarayan adlara fiil, eylemlerin kendileriyle ilgili olan sözsel deyime ad, ruhun kendi kendisiyle ses olmadan yaptığı konuşmaya düşünme, düşünmenin ses aracılığıyla ruhtan çıkmasına konuşma, ortaya konan şeye deyim, bunların ortaya konulmasına da deyimleme der (Sofis 262a-263e). Adları artarda dizmekle veya ad olmadan fiillerle yapılabilecek bir konuşmanın olanaksız olduğunu düşünür ve bu yolla ne bir eylem ya da eylem olmayanın veya ne bir vârolan ya da vârolmayanın varlığının deyimlenebileceğine inanır (Sofis 262c); eğer bir kimse örneğin ‘İnsan öğrenir’ biçiminde bir şey söyledi mi bir deyim dile getirmiş olur (Sofis 262d). İmdi bu kimse adları birbiri ardına sıralamıyor; onları fiillerle birleştirerek bir sav ortaya koyuyordur (Sofis 262d). Her deyim de bir deyim olmak bakımından belirli bir niteliğe sâhiptir (Sofis 263a); söz gelişi doğru deyim vârolanın varlığını deyimlerken, yanlış deyim ise vârolmayanı vârolan olarak deyimler (Sofis 263b). İmdi dilin sofistik kullanımı sırasında gerçekleşen konuşmada adlar ile fiiller doğru bir sav ortaya koyacak bir biçimde birbirine bağlanmış gibi görünse de aslında vârolmayanın vârolduğunu göstermeye çalışan bir biçimde birbirine bağlanmıştır. Sofisler konuşurken yaptıkları işle vârolanlar hakkında konuştukları izlenimi yaratır. Oysa ki onlar büyük kalabalıkların önüne çıkan ikiyüzlü kimselerdir. (Sofis 268a)

 

*

 

Platon’a göre dilin sofistik kullanımı ile retorik kullanımı arasında çok yakın bir ilişki vardır; her ikisi de dalkavukluğun bir türüdür ve insanları çekip çevirmeğe yarayan bir açıkgözlülük alışkanlığıdır (Gorgias 462e-463c). Bu iki kullanım türü çoğu defâ birbirine karıştırılır; nitekim her ikisi de sanılarla iş görür; ancak dilin sofistik kullanımı iknâ etmeye dayanırken, retorik kullanımı ise kandırmaya dayalı inandırmaya dayanır (Gorgias 465d). Retorik iki farklı tür inandırmaya bağlı olarak iki türe ayrılır, bunlardan ilki: bilgisiz olarak inandırmaya dayalı retoriktir ki bu retorik sözün kalabalıklar önünde kullanılması sırasında gerçekleştirilir, bunda güzel ve hoş olanlara vurgu yapılır ve bu dialektiğin karşısında duran bir görenektir. Öte yandan bilerek inandırmaya dayalı retorik ise iyi ve doğru olanlara ulaşmaya yardımcı olan bir retoriktir, bu retorik özellikle de mahkemelerde işe yarar.

 

İmdi Platon’un bu konudaki görüşlerine biraz daha yakından bakalım: Platon, Gorgias’ta Gorgias ile Sokrates arasında geçen bir tartışmayı serimler. Bu tartışma söylev sanatıyla ilgilidir. Dialogda Sokrates tüm tartışmalara hep doğruyu öğrenme tutkusuyla girdiğini ve karşısındaki kişilerin de kandırmacaya başvurmamasını beklediğini söyler. (Gorgias 453b) Ancak Gorgias’ın savunduğu bâzı görüşler Sokrates’i (daha doğrusu Platon’u) kandırmacanın yapısını araştırmaya sürükler ve şöyle bir çözümleme yapar: birincileyin bilmek ile inanmak arasında bir sınır çizer ve yanlış inançlar olduğu gibi doğru inançların da var olduğunu savunur (Gorgias 454d). Ancak bilgi ise salt doğru bilgi olmak zorundadır (Gorgias 454e). Öte yandan iki tür inandırma vardır, bunlar: bilgisiz olarak inandırma ve bilerek inandırma (Gorgias 454e). İmdi Platon söylev sanatının aslında nasıl bir inandırma olduğunu araştırır ve şunu iddiâ eder: “bir söylevci mahkemelerde ya da başka toplantılarda doğru olan ya da olmayan şeyleri öğretmez; onlara inandırır. Çünkü bu gibi yüksek konularda az bir zaman içinde kimse büyük bir kalabalığa bir şey öğretemez.” (Gorgias 454e)

 

Retoriğin mahkemelerde veya başka toplantılarda kullanımı üzerine Gorgias’ta böyle bir çözümleme yapan Platon, Politeia’da da yine bilgisiz olarak inandırmaya dayalı retoriği inceler (Politeia 405c). Bu noktada bir karşılaştırma yapmak gerekirse: Platon’un retorik hakkında Gorgias’ta söyledikleri bilgi ve varlık görüşleriyle ilgiliyken, Politeia’da söyledikleri ise daha çok etik görüşleriyle ilgili. Gorgias’ta ideaların bilgisine ulaşmak için son derece meşakkatli bir yoldan geçilmesi gerektiğine dikkat çeken Platon, Politeia’da da bu retoriğin yaşamın özünü kavramaya engel olacağına ve etik davranmayan bir kimsenin yaşayabileceklerine dikkat çeker. Nitekim Platon’a göre bu retorikte, güzel ve hoşa gidenin doğru olanın karşısına konması etik sıkıntılar yaratır (Politeia 465a); söz gelişi bir mahkemede saygıdeğer; ama yalancı bir tanığın ifâde vermesi mâsum bir kimsenin suçlanmasına neden olabilir (Politeia 471e).

 

Gorgias retoriği kullananlar arasında bir ayrım yaparak retorik hakkında dostu ve düşmanı birbirinden ayırmak gerektiğine dikkat çeker (Gorgias 456d). Nitekim Gorgias’a göre bir söylevci elindeki silâhı herkese karşı kullanmamalıdır (Gorgias 456e). Çünkü bu silâh onlara iyi bir amaçla ve ancak düşmanlara karşı korunmak için verilmiştir (Gorgias 457a). İmdi söylevci retoriği meşru bir amaçla kullanmalıdır (Gorgias 457b). Ne var ki Sokrates (daha doğrusu Platon) burada bir çelişki yakalar: söylevci doğru ile eğriyi bilmek durumunda olan kimseyse (Gorgias 460a) ve doğruluğu öğrenen bir kimse de ancak doğru bir kimse olarak yaşarsa (Gorgias 460b) buradan çıkan sonuç: söylevcinin eğri bir kimse olmayı hiç istemeyeceğidir (Gorgias 460d). Dolayısıyla söylevcinin bu sanatı kötüye de kullanabileceğini söylemek bir çelişkidir (Gorgias 461a).

 

Platon’a göre bir kimse kötü bir şey yapması durumunda eğer bu kötülüğü olağan göstermek için bilgisiz olarak inandırmaya dayalı retoriği kullanıyorsa burada yapılan iş kınanmayı hak eder (Gorgias 480b). Ancak söz gelişi mahkemelerde suçların ve suçlu olanın açığa çıkartılması için bilerek inandırmaya dayalı retorik kullanılıyorsa bu retorik işe yarar (Gorgias 480c). Fakat bu retorik kullanımı sırasında doğruluktan ayrılmış olan kişinin cezâ görerek iyileşmesi amacı güdülmeli, bu kötülüğü gizlenmemelidir (Gorgias 480d). Bu retorik tüm yurttaşların ruhça yetişmesini amaçlamalıdır (Gorgias 503a). Öte yandan bilgisiz olarak inandırmaya dayalı retorik ise çok soysuz bir şeydir (Gorgias 463d). Platon insanlar için en değerli şeymiş gibi görünen ve düşüncesiz kimseleri haz tuzağına düşürerek aldatan bu retoriği kullanan kimseleri şeylerin özünü anlamak ve açıklamaktan yoksun ve güçsüz kimseler olarak görür (Gorgias 465a, Politeia 590b).

 

*

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.