Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ


İNTERLOCK

Önerilen İletiler

38719020025663_1260977546.jpgdali-dream
 

Düşün ne olduğuna gelince:
 

Düş, algılayıcı özbenliğin/sensory, kendi tinsel
varlığında, olguların biçimlerini bir anda görme
durumudur. Çünkü özbenlik tinsel durumdayken
olguların biçimleri onda gerçekleşmiş bir halde
bulunmaktadır. Diğer tinsel varlıklarda da durum
böyledir. Hepsinde..

Algılayıcı özbenlik/nefsü'n nâtıka, cisimli maddi
objelerden ve bedensel algı yollarından arındığı
zaman, başlıbaşına tinsel bir durum alır. O da bir
anda uyku nedeniyle olur. Uykunun buna neden
yol açtığını anlatacağız.
Demek ki algılayıcı özbenlik, uykunun yardımıyla,
görüp algılamak için yöneldiği "geleceğe" ilişkin
işler konusunda bilgiyi alır ve doğrudan kendi algı
merkezlerine iletir.

Algılayıcı özbenliğin uyku sırası/düşte bilgi kapışı
güçsüz, algılaması açık ve net değilse-ki düşgücü/
imgelemde meydana gelen benzeyişler, benzeyen
şeyler yüzünden böyle olabilir-o zaman benzerliğin
oluşturduğu karışıklığı gidermek için "düşyorumu/
tabir/decode'a" gerek duyulur. Bilgi kapış, daima
böyle güçsüz olmaz. Kimi zaman güçlü olur.Böyle
benzerliklerin oluşturduğu karışıklıklardan uzak kalır.
Uyku sırasındaki bilgi kapış bu durumdaysa, artık
alınan bilgiyi netleştirmek için bir "düşyorumu" na
gerek duyulmaz. Benzerlikleri ve imgeleri ayıklama
diye bir şey sözkonusu olmaz. Onlardan arılanmış
durumdadır çünkü.

Algılayıcı özbenliğin, geleceğe ilişkin bilgi elde ettiği
anı nasıl olur?

Algılayıcı özbenliğin tinsel varlığı, "güç/bilkuvve ya
da tasavvurî" durumundadır. Bu varlık, "iş/fiil/hâl"
durumundaki "salt düşünce/taakul-u mahz/saf akl"
niteliğine gelebilmesi için bedenle, bedenin duyusal
yollarıyla olgunlaşır ve "iş" durumundaki/bilfiil varlık
niteliğine ancak öyle kavuşur. Yetkinliğe ancak öyle
ulaşır. Böyle bir duruma ulaştığı zaman ise artık hiç
bir  bedensel araca gerek kalmaksızın algılayabilen
tümüyle tinsel/ruhanî bir varlık olur. Ama yine de
tinsel varlık olmakta, "en yüce kesim/ufuku'l â'lâ"
halkı olan meleklerin türünden aşağı basamaktadır.
Şundan dolayı ki; melekler, varlıklarını, ne bedensel
duyu yollarıyla ne de başka destekler/inançlar ile
olgunlaştırmışlardır.

Bedende bulunurken, algılayıcı özbenliğin/sensory
o yetkinliğe ulaşma yeteneği her zaman vardır.

Bu yetkinliğin bir "özel/hass/duyucu" su vardır.
"Veliler" deki bu türdendir.

Bir de "genel/amm/communal" olanı vardır.
Bu ise genel olarak tüm insanlarda olan türdür.
İşte düş/rüya olayı, düş görürken ortaya çıkan
algılamaların geçtiği;
"an/sınır/telkin/bağlantı hattı/II" budur.

İbni Haldun
Mukaddime
508326860891876_1260977752.gif

Sensory:
Algılayıcı/Duyarga.
Fiziksel ortam ile endüstriyel amaçlı elektrik/
elektronik cihazları birbirine bağlayan bir
köprü görevlisi/destek/ikinci.

Sensory/Sensör:
Endüstriyel proses/industrial process ya da
ansal aşama süreçlerinde;
"kontrol, koruma ve görüntüleme" gibi çok
 geniş bir kullanım alanına sahiptir.

913409140291214_1260977790.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

971664636406468_1261169005.jpg

 

Peygamberlerde ise daha başkadır. Onlarda var olan,
"insansılıktan sıyrılıp salt melekliğe" geçiş yeteneğidir.
Ki, insanlarda bulunan tinselliklerin en üstünüdür bu.
Peygamberlerdeki bu yetenek, "vahy" durumlarında
yinelenerek belirir. Bedensel algılama yollarının üstüne
çıktığı zaman/farklı titreşim boyutlarında iken belirir bu
yetenek. O sırada uyku durumundaki algılanana benzer
bir algı oluşur. Birçok yönden daha üstün bir basamakta
bulunsa bile, uyku durumundaki algıya olan benzerliği
açıktır.

Bu benzerlikten dolayı "şeriat koyucu Hz. Muhammed"
düşten söz ederken, "peygamberliğin kırkaltı cüzünden
biri" olduğunu söylemiştir. Bu söz, "..kırküç cüzünden,
yetmiş cüzünden.." biridir biçiminde de aktarılır. Ama
hiç birinde temel amaç olarak sayı hiç önemli değildir.
Çokluk ve aşamalardaki değişiklik anlatılmak istenmiştir..

Tüm insanlarda güç durumunda/bilkuvve bulunan algı
yeteneği uzak bir yetenektir. İş durumuna ulaşmasına
elvermeyen birçok uğraştırıcı ve engelleyici parazitler/
şeyler vardır. Bunların en büyüğü de "dış duyular" ya da
hiss'lerdir. Onun için Tanrı, duyularının perdesi uykuda
kalkabilecek yapıda yaratmıştır insanları.
O uyku ki, insanlar için doğal bir olaydır.
Algılayıcı özbenlik, perde kalktığı zaman ve hemen bilgi
almaya girişir. "Gerçek dünyası" ndan almaya yöneldiği
bilgilerden elde etmeye koyulur.
Elde eder de kimi zaman..
Bir anlık bir süre içinde..
İşte o zaman, algılayıcı özbenlik, isteğine kavuşmuş olur.
Bundan dolayı şeriat koyucu, uyku sırasındaki algıyı,
"peygamberliğin müjdeci" lerinden saymıştır.

"Peygamberlikten bir şey kalmadı müjde-cilerinden
   başka." demişti

"Ey Tanrı elçisi, anlatmak istediğin hangi müjdecilerdir?"
  diye sordular.

 

  O da:

"Demek istediğim temiz düştür. Ki onu temiz insan görür.
  Ya da o insana görmesi sağlanır."

  diye karşılık verdi.

Şimdi, uyku sırasında "duyuların perdesi" nin neden
kalktığını sana anlatayım:

Algılayıcı özbenlik, "cisimli hayvansal ruh" ile algılar ve
işlevini yerine getirir. Hayvansal ruh, ince "buhar/astral"
dir. Ki, merkezi, "kalbin sol iç kesimi" ndedir. Calinus'un
ve başkalarının teşrih/anatomi ile ilgili kitaplarında ifade
ettiklerine göre böyledir. Hayvansal ruh, küçük-büyük
kan damarları/şiryanat ve uruk ile birlikte tüm vücutta
dolaşır, duyu, hareket verir, diğer bedensel işlevlerde
de bulunur.

Hayvansal ruh'un ince/ yoğun olmayan varlığı, beyine/
dimağ'a da yükselir ve ilettiği serinlikle onu  dengeye
kavuşturur. Beynin içindeki güçlerin ödevlerini eksiksiz
yerine getirmelerini sağlar.

İşte algılayıcı özbenlik, buhar niteliğindeki ruh aracılığı
ile algılar ve düşünür. Bu ruh'a bağlıdır her zaman.

İbni Haldun
Mukaddime
 

467552008492637_1261169292.gif

Calinus/Galenos:
-Pergamon/Bergama'lı,
İÖ 129 Bergama-doğum
İÖ 199 Roma-ölüm
Deneysel fizyolojinin kurucusu sayılan, Eski Yunanlı
hekim. Eski çağların en büyük hekimlerinden biri olan
Galenos'un kuramsal ve uygulamalı tıp alanında etkisi,
ortaçağ ve Rönesans boyunca bütün tıp dünyasına
egemen olmuştur.
 

29467196326322_1261169322.gif

Dört Beden:
1- Fizik beden: Corps Physique.
Kendiliğinden hareket yoktur.

2- Esirî beden: Corps Etherique.
Hayat kudretlerinin makarrı/merkezi,
Fizik bedenin şeklini verir, canlandırır.

3- Astral beden: Corps Astral.
Mental Merkezin gezegeni/planetary/
Hayat menbaı.
Hassasiyetin, tahayyülün, ve hayvanî
ihtirasların makarrı.
Düşünce vardır ve fakat aklî değil, hissi
bir düşüncedir. Fizik bedene bağlıdır.
Fazla uzaklaşamaz.

4- Mental beden: Corps Mental.
Ansal/Zihinsel/Düşünsel Beden/Cesed.
Astral bedeni canlandırır.
Diğer üç bedene göre en seyyal olanıdır.
Asil ve yüksek düşüncenin, irade ve zeka'nın
makarrı.
Kazanılmış tüm hatıralar ve bilgiler burada
tekerrür eder. Tüm şuurlu hadiseler burada
geçer.
Taakkul ve muhakemenin yeri.

Ruh ve Kâinat
Bedri Ruhselman
İkinci kısım-Birinci bahis
938162163235362_1261169089.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ya da; ibrahim..

saniyen; mihrab..

salisen; yazmıyacağım.. söylemiyeceğim işte..whistling.gif

sizin gibi inançlılara..yuvarlan.gif

bilmeden inançlı olanlara..

çakma ateistler sizi..sleep.png

 

selâm..stuart.gif

 

..

demek'ki neymiş düştün bal gibi ayağa kaldırayım dur ! erişilmez ikona yardım edeyim artık ihtiyar'i candan bu kadar yani 83.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

803744959440628_1261236344.jpg

 

Böyle bir aracılığa gerek duyulmasının nedeni şudur:

"Oluş/yaradılış/tekvin/kün/genesis" yasası, yoğun
olmayan/ince bir şeyin, yoğun şeyi etkiliyememesini
gerektirir. Bedensel maddeler içinde "hayvansal ruh"
incelip yoğunluğunu yitirince, "cisimlilik/organizma/
vücud/proje/de, karşıt kesimde olan/mübayin, yani
beyn'i kontrol altında tutan/iletişim kuran ve bilgiyi
aktaran bir varlığın etkilerini yüklenen araç/vasıta/
enstrüman olmuş olur.

Etkilerini yüklendiği o varlık, "algılayan özbenlik" tir.
Böylece algılayıcı özbenliğin etkileri de organizma/
vücud da hayvansal ruh aracılığıyla oluşabilmiştir.
Yukarıda sözünü etmiştik, algılayıcı özbenliğin algısı
iki çeşittir:
Biri "dış" duyularla algısı. Bu dış duyular beş adeddir. 
Diğeri ise "iç" duyularla algısı. Bu duyular ise beynin
güçleri/kuvve/astral, mental vs.beden'lerin üstünde
kontrol gücü/check out olmak durumudur.

Gerek iç, gerek dış duyularla sağlanan algıların tümü,
algılayıcı özbenlik için engelleyicidir. Onu, kendisinin
daha üstündeki tinsel varlıklardan/zevat-ı ruhaniyye
bilgi algılamaktan alıkoyar. Aksine algılayıcı özbenlik,
yaradılıştan bu tür algıya yatkındır, yeteneklidir.

Dış duyular cisimli/objective oldukları için, algılarken
güçlük ve sıkıntı çekmeleri yüzünden, uyku ve ağırlık
çöker üstlerine. Epey uğraşıdan dolayı bu ağırlık ruhu
kaplar.  O nedenle tanrı onlara, kendilerini toparlama
isteğini vermiştir. Algının yetkin/mükemmel biçimde
soyutlanıp, güçlenmesi için. Bu da ancak, hayvansal
ruhun, dış duyulardan/beş duyudan bütünüyle çekilip
iç duyuya yönelimi ile mümkündür. İşte bedeni saran
gece  serinliği o toparlanmaya ve hayvansal ruhun iç
duyuya yönelmesine yardımcı olur. Gece serinliğinde
insanda bulunan doğal sıcaklık, vücudun derinliklerini
ister ve onun dışından içine doğru iner. Bundan dolayı
biniti olan hayvansal ruhu içe doğru sürüp, götürür.

Gece serinliği böyle bir sonuca yardımcı olduğu için
de uyku daha çok geceleyin gelir insana.                      

İbni Haldun
Mukaddime
 

736852324796992_1261236451.gif

KUR'AN
YUSUF-12: 76
"Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz.
  Her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen
  vardır.

"nerfe'u derecâtin men neşâ'ü ve fevka
  külli zî'ılmin 'alîm."
 

558896108772257_1261236472.gif

Vücud mertebeleri muhteliftir.
Ve vücud âlemleri ayrı ayrıdır.
Ayrı ayrı oldukları için, vücudda rüsuhu bulunan, yani
sağlam, sürekli ve bilgisi yeterli bir tabaka-i vücudun
bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun
bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder/içine alır/kaplar.

Meselâ: Âlem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar
kuvve-i hâfıza; âlem-i mânadan bir kütübhane kadar
vücudu içine alır. Ve âlem-i hâricîden olan tırnak kadar
bir âyine-i vücudun, âlem-i misal tabakasından koca
bir şehri içine alır.

Ve o âlem-i hâricîden/dış âlemden olan o âyine ve o
hâfızanın şuurları ve kuvve-i icâdiyeleri olsaydı, bir
zerrecik vücud-u hâricî kuvvetiyle, o vücud-u mânevide
ve misâlide hadsiz tasarrufat ve tahavvülât yapabilirlerdi.
Demek vücud rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyadeleşir;
az bir şey, çok hükmüne geçer.

Hususan vücud rusuh-u tam kazandıktan sonra,
maddeden mücerred ise, kayıt altına girmezse;
o vakit cüz'î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ı vücudun
çok âlemlerini çevirebilir.

379644277959988_1261236927.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Peygamber olduğunu iddia eden birisi için bu iddiasına alet edebileceği en kestirme araç, rüyalardır. Bu yolla değil başkalarını, kendi kendisini bile peygamber olduğuna ikna edebilir. Zamanla bir hayal dünyasına gömülür ve önce rüyalar, sonra halisünasyonlarla zihninde yarattığı bir sanal dünyanın esiri olur. Gerçekleri çarpıtılmış şekilde görür ve kendi dahil, çevresini de bu çarpıtılmış hayallere inandırabilir. 

 

Oysa bilim sayesinde biliyoruz ki rüyalar, beynin uykuda faaliyetine devam etmesinden başka hiç bir şeydir. Hiç bir dış gerçeklikle en küçük ilişkisi yoktur ve olamaz. "Düş ürünü" sözü boşuna söylenmemiştir.

 

Uykuda görülen düşlere rüya diyoruz. Giderek hayal dünyasına gömüldükçe kişi uyanıkken de düş görmeye başlar ve buna da halisünasyon diyoruz. Halisünasyonlar tehlikelidir, ruhsal hastalıklara kapıyı açar. Bunlara kapılan paranoyaya kadar gider.

 

Kendini kurtarıcı, mehdi, peygamber, cinlerin efendisi, tüm bilgilerin sahibi gibi nitelemesi sürpriz olmaz. Her tür paranoyaya saplanabilir. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sözler

 

Hah! Şimdi foya çıktı meydâne... laughing.gif Hepsi de birbirinden merdâne... grin.gif Dökülmüş inciler dâne dâne... 

 

Tevekkeli bir insanın işi olmaz rüya ile hayal ile...

 

Talebelerinin ağaç dalları arasına koyduğu Barla ekmeğini allah gönderdi zanneden bir meczubun sözlerini okumak işte bu hayal alemlerinde düşlere dalma sonuçlarından başka bir sonuç vermez...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

işte sevgili @@democrossian

tek göz ile evreni seyretmekte..

olduğunun itirafı..unsure.png

 

açıkça sormuş olsa idin..

yine açıkça söylerdim..

 

ve bundan sonra da..

kafana bi şey takıldığında..

peşin hüküm verecek yerde sor..

sana doğruyu söylerim..

 

burada ifade ediyorum ki..

bendeniz cennet kuşu'nun..

o cemaat ile hiç bir ilişkim

olmamıştır..

 

bir defa ve

bir pazar sabahı..

eyüp'te kahvaltıya davet ettiler..

gittim..

o kadar..

 

ancak şunu söylemek isterim;

Said-i Nursî

öğretmenimdir..

öğrenicisi olmaktan şeref duyarım..

ara-sıra görüşürüz..

baş başa..

ama aramıza kimesneler giremez..

sokmam..

 

açıklamak boynumun borcu idi..

çünki sordun..

en azından imâ ettin..

en açık biçimde söyledim..

 

merhaba..flowers.gif

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

E iyi işte ben de onu diyorum. Adam ekmeği allahtan diye yorumluyor. Hepimiz biliyoruz ki o ekmek allahtan filan değil. Normal yurdum ekmeği fırında pişti ve bir talebesi getirip oraya koydu. Çünkü adam "bana yardım mı getirdiniz" diye kızıyor, haşlıyor getireni. Garipler de ancak böyle ekmek getirebiliyorlar.

 

Aynı talebeleri gibi jandarmalar bu yaşlı adama acıyıp kelepçeleri sıkmadan alel usül takıyorlar, namaz vakti gelince allah kelepçeleri açtı diyor. Buna benzer daha neler... Yok mesele ihtar edildi, yok yazdırıldı...

 

Bunlar hayal aleminin halisünasyonları... Öğretmenini bir daha gözden geçir. Doğruyu görecek zekaya sahip olduğuna inanıyorum.  

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ayrıca @@İNTERLOCK dostum, altını dolduracağın iddialarda bulunmalısın. Ben tek göz ile filan bakmıyorum. Ben çok kapsamlı ve dikkatli bakarım. İma ettiğimden bahsediyorsun ama, senin ne ima ettiğin bile anlaşılmıyor. Ben ima falan etmem. Saygı duymadığım adamların reklamını yapmamak için isimlerini söylemem. Reklamın kötüsü olmaz bilirsin. Reklam reklamdır. Bir kişinin adı iyi de kötü de anılsa sonuçta adı çok anılınca reklam olur. 

 

Bu yüzden gündem oluşturmak için dalavereci politikacıların ortaya attıklarını bile tartışmıyorum. Bunlar artık dalavereci, tescillenmiş bu. Ne konuşsalar boştur, değerlendirmeye almaya bile değmez. Onların saçmalıklarını gündeme almak bile gereksizdir. Geçende tanık olduk, "abooo" mu "anoooo" mu ne dediği bile anlaşılmayan bir adamın işgal ettiği makam ne olursa olsun, ciddiye alınabilir mi? Adam "anooo, bir giyinmiş" diyor yahu! Bu ağzı köy kahvesinde ahmedağa kullanır yani. Oturup bu adamı eleştirmeye değer mi? Değmez...

 

Aynen böyle işte... Bir de bana değil ama, "çakma ateist" filan diyorsun. Bu tür sözlerin altını doldurmazsan boş laftan öteye gitmez. Şakaya filan getiriyorsun ama, sonuçta itham yani bu tür sözler. Altı doldurulmayınca olmaz.

 

Bundan sonra ateistler çoğalacak. Bunu hazmedeceksiniz. Aslında çok ateist var ama, reklam olmasın diye sessiz kalıyorlar. Haberiniz olsun, sessiz ve derinden bir ateist hareketi uç verdi. Bununla yüzleşmeye hazır olmanız gerekiyor. Baskılar evet şu an ateistleri susturuyor. Ama bu hep böyle gitmeyecek. Yakında bu ülkede müslümanım demek kadar ateistim demek de normalleşecek. Normalleşmek zorunda. Aksi halde inanç özgürlüğünden söz edilemez. Tam bir inanç özgürlüğü sağlamak için dindarların bile ateistim deme hakkını savunması gerekiyor.

 

Baskı filan yok diyebilirsiniz. Ama olduğunu biz biliyoruz. Yaşayan bilir. İlla dövmeye öldürmeye çalışmaları şart değil. Gönül koyarak, üzülerek, hatta ağlayarak duygu sömürüsü yapıyorlar. Ateistliğini dile getirmene ellerinden gelen her yolla engel olmaya çalışıyorlar. Son çare üstü kapalı tehdit ediyorlar. Eğer bir ortam bulsalar neler yapacakları belli değil. Aslında belli. "Müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün." 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

715670478920123_1261307351.jpg

 

Ne zaman hayvansal ruh, dış duyulardan çekilip iç
duyulara döner, böylece algılayıcı özbenlik, engel
ve uğraştırıcılıklarından bir ölçüde kurtulup yükünü
azaltır ve bellekte var olan biçimlere başvurur,
o zaman bileştirme ve çözme yoluyla, bellekteki
biçimlerden düşsel biçimler oluşur. Böyle oluşan
biçimlerin çoğu yadırganmaz. Çünkü bunlar kısa
süre önce algılanmışlardan çıkarılıp yapılmışlardır.
Sonra, bu biçimleri, dış duyuların toplayıcısı olan
"ortak duyu/hiss-i müşterek" alıp kendine indirir.
O zaman dış beşduyu'nun algılaması  gibi algılar.

Bir an olur ki, algılayıcı özbenlik iç duyu güçleriyle
uğraşırken, kendi tinsel varlığına da bir an yönelir.
İşte aynı aşamada kendi tinsel varlığının algısıyla
doğrudan algılar olur. Çünkü algılayıcı özbenlik,
böyle bir algıya yatkın bir yapıda yaratılmıştır.
Kendi tinsel varlığıyla algıya geçerken kendisiyle
ilişkili şeylerin de biçimlerini kapıp alır. Ve sonra
düşgücü alır bu biçimlenmiş düşünceleri. İşte bu
aşamada düşgücü, bunları, ya gerçekte olduğu
gibi ya da benzerlerini, bilinen ve tanınan kalıplar
içinde imgeler. Bunlardan bazı benzer olanlarının
alınıp betimlenenleri, düşyorum/tabiri gerektiren
türüdür. Algılayıcı özbenlik gerekli algılamalarda
bulunmadan önce, düşgücünün bellekte bulunan
biçimleriyle bileştirme ve çözmeye girişmesi ise,
karışık düşleri oluşturur.

Sağlam bir hadise göre Peygamber şöyle der:

"Düş, üç türlüdür: Tanrıdan olan düş, melekten
  olan düş ve şeytandan olan düş."

Bu açıklama, bizim konuyla ilgili anlattıklarımıza
uymakta; Bizim "açık düş" olarak ifade ettiğimiz,
"Tanrıdan olan"dır. "Benzer görüntüler, yorumu
gerektiren benzerlikler" dediğimiz de "melekten
olan", "Karışık" dediğimiz de, "şeytandan olan"
dır. Çünkü şeytan, her türlü boşun ve saçmalığın
kaynağıdır.

İşte "DÜŞ" ün gerçeği budur.
Düşe yol açan, onu hazırlayan "UYKU" da yine
anlattığımız biçimde rol oynar bu olayda.
Düş olayı, insansal ruhun özelliklerinden biri
olarak insanların tümünde vardır.
Hiç bir insan bu olay yönünden boş değildir.
Her insan, uyanıkken karşılaştığı şeyleri, daha
önce düşünde gördüğüne bir çok kez tanık olur.
O zaman kesinlikle anlar ki, algılayıcı özbenlik,
uykuda bilinmeyene ulaşıp algılayabiliyor.
Algılaması da gereklidir.

Olay, uykuda gerçekleşince başka durumlarda da
gerçekleşmemesine neden yok. Çünkü algılayıcı
özbenlik, aynı özbenliktir ve özellikleri, bütün bu
durumları içine alacak biçimde, her zaman vardır
onda.

Gerçeğe ulaştıran Tanrıdır.
Nimeti ve iyiliği ile..

İbni Haldun
Mukaddime

173146712926021_1261307620.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

467552008492637_1261169292.gif

 

Calinus/Galenos:

-Pergamon/Bergama'lı,

İÖ 129 Bergama-doğum

İÖ 199 Roma-ölüm

Deneysel fizyolojinin kurucusu sayılan, Eski Yunanlı

hekim. Eski çağların en büyük hekimlerinden biri olan

Galenos'un kuramsal ve uygulamalı tıp alanında etkisi,

ortaçağ ve Rönesans boyunca bütün tıp dünyasına

egemen olmuştur.

 

29467196326322_1261169322.gif

 

 

Hemşehrim olur kendisi..:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

biggrin.png Abimsin... Derin saygılar...

 

Not: Smiliyi görünce "nasıl da sırıtırsın de mi köftehor" dediğinden eminim...

 

esasen

senin temel kabullerini..

olaylara.. dünyaya bakış açını..

eğitiminden dolayı oluşturduğun

felâsifeni eleştirecek..

değişmen için çaba gösterecek

felân değilim..

 

niçün?

bikoz bana böyle bi şi yapsalar..

acip bozulurum da ondandır..

 

@@democrossian dostum..

burada fikir teatileri yapıyos yaw..

 

inan

(yok olmadı! biras geniş bakalım: trust..)

eleştirilerini dikkatle okuyorum..

diğerlerine söylediklerini de..

sen bana bi değer vermişsin..

teşekkür ediyorum..

o değerin değerini biliyorum..iyi.gif

vee

 

"kıs kıs sırıtıyorum işte!"

 

va mı bi deycen?

hade yallah bakem..

anca gidersin..

neriye?

etrafı dağıtmaya..

peşindeyim.. birlikteyim..

bu cenahta bisle başa çıkcak kimesneler yoktur..alkis.gif

by

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İbn Haldun, Galenos filan elbette zamanlarının bilginleri ama köprülerin altından çoook sular geçti. Onların zamanındaki bilim düzeyi, bugün ilköğretimin bile gerisinde. O yüzden böyle eski bilginlerin söylediklerinin hiç önemi yok. Çağdaş bilginlerin söyledikleri önemlidir.

 

Günümüz psikanalizi, rüyalara Freud kadar bile önem vermiyor. Değil ki Haldun, Galenos filan ne demiş bir kıymeti olacak. Onlar çoktaaan aşıldı. Haldun mu kaldı, Galenos mu kaldı yahu?

 

Günümüz psikanalizinde hastaya rüyaları pek sorulmaz bile. Çok daha geçerli testler vardır. Rüyalar zaten uykuda beynin çalışmayı sürdürmesinden başka bir şey değil. Beyin uyanıkken yapılan testler daha iyi sonuç verir. 

 

Rüyalarda hele hele ruhsal, kutsal bir taraf filan hiç mi hiç yoktur. Rüyanın tek kaynağı beyindir. Hiç bir dışsal kaynak, tanrı, şeytan, melek filan değildir. Bunlar uydurma efsaneler...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Rüyalar zaten uykuda beynin çalışmayı sürdürmesinden başka bir şey değil.

Beyin uyanıkken yapılan testler daha iyi sonuç verir.

 

bu konuda tereddüd yok ki zaten..

ve efendim..

bizler uyumakta iken..

beyin uyumuyor ki..

ve hatta..

işine karışan olmadığından kelli..

daha bi rahat..

daha bi hızlı çalışıyor..

 

dip not:

..gibi gelmektedir bendenize!

 

merhaba..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Nasreddin hoca kadı olmuş. Karısı nasıl kadılık yapıyor bir bakayım diye gelmiş. Hoca davacıyı dinlemiş "haklısın" demiş. Davalıyı dinlemiş, ona da "haklısın" demiş. Karısı dayanamayıp "olur mu hoca böyle?" deyince "valla hanım sen de haklısın" demiş! laughing.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Neyse kadılığı yapamayınca bakkallık yapayım demiş. Bir kadın gelmiş. "Yağ var mı" demiş. Hoca "yok" demiş. "Un var mı?" "Yok." "Peki zeytin var mı?" "Yok." "Peynir?" "Yok."

 

"Eee hoca, o yok bu yok, kapat git o zaman dükkanı?"

 

"Ben de aynısını düşünüyorum lakin anahtar da ortada yok!"

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

esasen efendim..

bak-kal ortamında..

yağ, un, zeytin, peynir vardır da..

 

hoca orada ironi yapmış canım efladım..

sen biçimlere takılıp-kaldığından kelli..

bakıp-duruyon.. heç bi şi çakmıyon yaw..

 

bak gene seyit'lik/efendi'lik bende kalsın;

 

un, yağ, zeytin, peynir

somut olarak var..

emme

anlamı/soyut boyutu/görükmeyen tarafı yane "yok" u nirede..

 

işte bu kelimelerin anlamını açmak içün..

-decode yane-

cânım @@democrossian

anahtar/şifre çözmek lâzım he mi çucumuz?

 

iş bu kelimeleri.. kavramlaştırıp..

kırpıp kırpıp yıldız yapıyosunuz..

sonra şaşıp kalıyosunuz..

 

hoca'ya sormuş bi romalı avam;

"hoca, eski AY'ları ne yaparlar?

deyu..

hoca yapıştırmış:

"kırpar kırpar yıldız yaparlar:)) "

 

canımız her bi şeyimiz nasr ed din..

nur içindesin.. biliyoruz..

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İbn Haldun, Galenos filan elbette zamanlarının bilginleri ama köprülerin altından çoook sular geçti.

Onların zamanındaki bilim düzeyi, bugün ilköğretimin bile gerisinde.

O yüzden böyle eski bilginlerin söylediklerinin hiç önemi yok.

Çağdaş bilginlerin söyledikleri önemlidir.

 

Onlar çoktaaan aşıldı. Haldun mu kaldı, Galenos mu kaldı yahu?

 

 

871188369943623_1260588355.jpg

 

-Dönemler ve yönetimler arasında karşılaştırma yaparak

 sonuçlara varma eğilimi, insan yardılışında var olan,

 bilinen bir eğilimdir.

 

 

-Kimi yanlışlık olmadan başa gelir:

 Unutursun, bilinçsiz bir şey yaparsın, dolayısıyla doğru

 çizgiden, temel amaçtan uzaklaşırsın ve böylece yanlışa

 ve yanılgıya düşmüş olursun.

 

-İşte bu nedenle: Kişi, kimi zaman tarihtekilerle ilgili

 bir çok haber işitir, durumların değişimlerini, devrimleri

 gözönünde tutup değerlendirmez ve ilk bakışta aklına ne

 gelmişse, ne duyup düşünmüşse ona göre bir anlayışa varır,

 eskileri, gördükleriyle karşılaştırır öyle değerlendirir

 haberi.

 Oysa arada birçok değişimler olmuştur, nice başkalıklar

 vardır. Bunu hesaba katmadığı için yanılgıların arasında

 bocalar kalır.

 

YANLIŞ DEĞERLENDİRMENİN BİR ÖRNEĞİ:

 

-Bunun bir örneği, (Zâlim) Haccac'la ilgili haberler

 aktarırlarken, tarihçilerin, onun babasını, (bugün bilinen)

 öğretmenlerden biriymiş gibi anlatmalarıdır.

 

-Oysa çağımızda öğretmenlik, geçim yolu sayılan uzmanlık

 dallarından bir meslektir. Soyluların seçmeyi kendileri

 için küçüklük saymakta oldukları bir meslek.

 

-Öğretmen kökünden kopmuş bir ağaç niteliğinde düşük ve

 küçük kişidir bugün.

 

-Horgörülen ücretli zanaat adamlarından ve uzmanlardan

 birçoğu, adamı olmadıkları üst basamaklara adım atmaya

 yeltenirler. Erebileceklerini sanırlar o basamaklara.

 Onları bu yeltenişe iten, tutkularının kuruntularıdır.

 Çoğu kez tutundukları ipler ellerinde koparak yokolmanın,

 tükenmişliğin çukurlarına düşmüşlerdir böyleleri. Bunlar,

 ermek istedikleri şeylerin, kendileri için olanaksız

 olduğunu kavramazlar.

 

-Zamanımızın öğretmenleri işte böyle, geçim yolu olsun

 diye seçilen birer meslek ve zanaat adamıdırlar.

 

-İlk islâm döneminde, Emeviler'de ve Abbasiler'deyse

 öğretmenlik böyle değildi, o dönemlerde bilim ve öğretim,

 tam bir uzmanlık işi, bir meslek durumuna gelmemişti daha.

 Şeriat sahibinden işitileni olduğu gibi aktarma ve

 bilinmeyen dinî konuları öğretme niteliğindeydi. O da

 sadece başkasına iletme, duyurma biçimindeydi.

 

-O zaman toplumu yöneten saygın ve soylu kişiler,

 Tanrının kitabını, Peygamberin hadislerini halka öğretme

 görevini de yapıyorlardı. Ama bir uzmanlık niteliğindeki

 öğretim biçiminde değil, haber iletme, haber duyurma

 anlamındaydı yaptıkları görev.

 

-Bu görevi de şunun için yapıyorlardı:

 Öğrettikleri kitap, kendi kitaplarıydı. Peygamberlerine

 inen ve aracılığıyla doğru yola erdikleri kitaptı.

 Öğrettikleri islâm da, kendi dinleriydi.

 Uğrunda savaşmışlar, insanları öldürmüşlerdi. O dinin

 aracılığıyla toplumlar arasından sivrilip, özel bir yer

 tutmuşlar, saygınlaşmışlardı. Bu nedenle büyük bir tutkuyla

 iletiyorlardı onu herkese. Topluma anlatıp duyurma çabası

 gösteriyorlardı. Büyüklük duygusu, onları alıkoyamazdı

böyle bir görevi yapmaktan. Başkaları istediği kadar burun

kıvırsın, onları bu çabadan kimse uzaklaştıramazdı.

 

-Buna şu durum bir kanıttır: Peygamber, çeşitli Arap

 elçileriyle birlikte en büyük, en yakın arkadaşlarını da

 göndermişti. O elçilerin geldikleri topluluklara islâmın

 ilkelerini ve dinin getirdiği uygulama alanına giren

 konularını öğretsin diye. Peygamber önce cennetle

 müjdelenmiş on arkadaşını, sonra da üstünlük yönünden

 kimler o on kişiyi izliyorsa onları gönderdi.

 

-Ne zaman ki islâm iyice yayılıp yerleşti, islâm inanırları

 dal-budak saldı, giderek uzak ülkeler toplumları gelip

 yönetimi sahiplerinden aldı, geçen zamanla birlikte

 durumlar değişti, islâm yeni oluşumlar içine girdi, temel

 kaynaklardan şer'î hükümler çıkarma çabaları çoğaldı-

 çünkü olaylar ve ilişkiler çoğalmıştı-; işte o zaman,

 hüküm çıkarma çabalarında yanlışları önliyecek yasa koyma

 gereği duyuldu. Ve işte o zaman bilim, öğrenim ve

 öğretimi gerekli kılan bir uzmanlaşma alanı durumuna geldi.

 Sanatlar, zanaatlar, kafa yorulan meslekler arasına girdi.

 

-Öğretim işi, ayrı bir uğraş durumuna gelince, devlet

 yöneticileri, hanedan, yalnızca ülkeyi-devleti yönetmekle

 yetindiler. Bilim ve öğretim işi, başkalarına bırakıldı

 böylece. Öğretim de geçim yolu sayılan bir uğraş oluverdi.

 Bilim ve öğretim işi böyle bir durum alınca, parlak yaşam

 süren soyluların ve devlet adamlarının yukarılarda olan

 burunları, onların bilime-öğretime girişmelerine engel

 oldu. Ve bu mesleğe yönelmek, horgörülenlere düştü.

 Dolayısıyla bu mesleği seçen kimse, soylular, egemenler

 katında küçük görüldü.

 

-Yusuf Oğlu Haccac'ın babasına gelince: Sakîf kabilesinin

 ulularından, saygınlarındandı bu kişi. Biliyorsun, Sakîf'in

 Araplardaki soyluluğu, Kureyş kabilesiyle boyölçüşecek

 saygınlıktaydı. Ama Yusuf'un Kur'an öğretmesi, çağımızdaki

 türden bir öğretmenlik biçiminde değildi. Ücrete dayalı bir

 meslek, bir sanat değildi.

 

-Anlattığımız gibi, islâmın ilk çağlarında nasıldıysa öyleydi onun 

 öğretmesi.

 

Mukaddime-I

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

O zaman fıkrayı şöyle devam ettireceğiz:

 

"E hoca, madem ne şeker, ne un, ne yağ var, ben gideyim bari..."

 

"Zaten sen de yoksun ki..."

 

"Nasıl yani hoca?"

 

"Zaten ben de yokum ki..."

 

"Sen iyice kafayı yedin hoca... Sen yine medresene dön... Bu işler sana göre değil."

 

"Medrese de yok ki..."

 

"Lâ havle..."

 

"Öyle değil, lâ mevcude..."

 

"İllallah!"

 

"Hayır, illa hû... Yâ hû..."

 

"Sen iyice kafayı yedin."

 

"Hayır, enel hak!"

 

"Nenel bak?"

 

"Nirvana..."

 

"Hay kirvene..."

 

Ayrıca... " islâmın ilk çağlarında nasıldıysa öyleydi onun öğretmesi" önermesi doğruysa kötü... Demek bir arpa boyu yol alamamış. Öğreti zaten kendi çağının bile gerisinde... Orada takılıp kaldıysa çok ama çok kötü...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.