Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Burada Psikiyatrist benim ahbap! Ha ha haaa!


SERENGETİ

Önerilen İletiler

Necdet Şen | 17 Ocak 2004

 

Biraz aşağıdaki konuk makaleyi bir web sitesinden ödünç aldım. Muhtemelen psikiyatri alanında isim yapmış bir profesör tarafından kaleme alınmış.

 

Aslında içerik olarak fena sayılmayacak, sürükleyici, eğlenceli bir yazı. Ne ki, haddinden fazla insafsız ve taraflı. Bir ruh hekimi tarafından değil de terkedilmiş bir sevgilinin ya da kocanın kıyıcı öfkesiyle infial halinde kaleme alınmış gibi.

 

Gerçi öyle olsa pek itirazımız olamayacak, hatta belki "ohhh, nalına da mıhına da vurmuş, oturtmuş kıçüstü" diyerek gırgırla karışık tezahürat yapabileceğiz. Ama bu yazı, yazarının hassas konumu nedeniyle insanı ürkütüyor ve akla şu soruyu getiriyor:

 

Profesör olmak, sağlam bir akıl yürütme becerisine sahip olmak için yeterli midir?

 

Neyse, daha fazla kamuoyu oluşturmadan yazıyı okuyalım, sonra tekrar konuşuruz.

 

Oyuncu Ruh Hali

 

Prof. Dr. Nevzat Tarhan (ozgurvebilge.com)

 

Psikiyatri kitaplarındaki histrionik kişilik yapısına çok benzerler. Kolayca yalan söyleyen, iki yüzlülüğü meslek edinmiş, dış görünüm fetişisti olan kişilerdir. Dikkati çekmek için herşeyi yapan bu tipler, kadınlar arasında bulunur. Maganda erkekler bu tiplere bayılırlar, ama beraberlikleri kısa sürer. Seksten başka herşeyi seksüalize ettikleri için, erkekleri kolay hipnotize ederler. Rol yapmayı seven bu kişiler, bulundukları ortamda bir süre sonra sorun olurlar. İkiyüzlülüğü, kavgaya yol açmayı bu kişilerde gözlemleyebilirsiniz. Dedikoduyu kolay yaparlar, insanları birbirine düşürürler. Bu durumdan ciddî rahatsızlık duymazlar.

 

Devlet yönetimindeki dalkavukların çoğu oyuncu ruh hali taşıyan bu kişilerdir. İç kavgalar bu kişilik özelliğindeki insanların oyunları sonucu çıkar. Bazı politikacıların eşlerinin bu kişilikte olup olmadığını iyi değerlendirmek gerekir.

 

İlgi açlığı çekerler Yeterince ilgi görmedikleri ortamda boğulacak gibi olurlar. Kim ilgi gösterirse, sonucunu düşünmeden ona yaklaşırlar. Dikkati çekmek için herşeyi yaparlar. Moda onların eseridir. Gülünç duruma düşseler de ilgiden aldıkları zevk daha önemlidir. İlgi üzerlerine odaklanmazsa rahatsız olurlar.

 

Girişkendirler Neşeli, canlı, heyecan verici, herkesi gülmekten kırıp geçiren kişilerdir. Kolayca arkadaş olurlar, sempatiktirler. Ancak özleri yoktur. herşeyleri yapmacık, rol izlenimi uyandırır. Sosyal becerileri yüksektir. Konuşmalarında derinlik yoktur. Annelerini tanımlamaları istendiğinde �Güzel kadındı� demekten öteye gidemezler.

 

Övgü ile beslenirler Narsisistler gibi oyuncu ruh halinde olanlar da övgü ile beslenirler, eleştiriden hoşlanmazlar. İlgi, onay, dikkati çekmek ve heyecan tutkunluğu özellikleridir. Narsisitlerden farklı olan yanları, başarmak değil, eğlenmek için yaşamalarıdır. Sürekli güvenilmek, beğenilmek, övülmek açlığı içindedirler.

 

Duygusaldırlar Ruh halleri hemen değişir. Duygusallıkları bulaşıcıdır. Akıllı hareket eden pek çok kimseyi yoldan çıkarırlar. Mantık değil, duygu onların gerçeklerini biçimlendirir. Zil sesi ile oynamaya başlayabilirler. Dansların vazgeçilmez elemanlarıdırlar. Duygularını ifadede yüzeysel kalırlar.

 

Rol yapmaları doğal halleridir Telkine çok açıktırlar; kendilerine ait tutarlı davranış kalıpları yoktur. Sizin ne istediğinizi hissettikleri an, hemen sizin istediğiniz oluverirler. Sürekli rol yapmalarının arka planında, kendilerini sevecek, ilgi gösterecek ve bağlanacakları birini bularak onu elde etmek bilinçaltı arzusu vardır.

 

Fiziksel çekicilikte çok başarılıdırlar Kendilerine bakmak için, bir iş adamının kariyerine gösterdiği çaba kadar çaba gösterirler. Liposection, yüz bakımı, güzellik salonları onların ilgileri sonucu yaşarlar. Seksi gözükürler, ama seksi sevmezler. Ayartıcı, baştan çıkarıcıdırlar.

 

Kendilerini tanımazlar Film yıldızlarının ve TV kahramanlarının özel hayatlarını çok iyi anlatırlar, ama kendi iç dünyaları ile hiç ilgilenmezler. Başkalarının kendisine nasıl bakması gerektiğini çok iyi bildikleri halde, kendi kendilerine bakamazlar. Kendilerini geliştiremezler. Benmerkezcidirler. Hemen doyum isterler. Engellenmelerine çok sinirlenirler.

 

Hastalık icat ederler Hastalığı kullanırlar. Sıkıştıkları zaman bayılan, kusan, kabızlık çeken, her tarafı ağrıyan kişilerdir. Kendilerini kötü hissettiklerinde bunu, organ dili ile ifade ederler.

 

herşeyi abartırlar Kendilerinin fark edilmesi için herşeyi göze alabilirler. Kendilerinden nefret edenlerin ilgisini çekmekte bile başarılıdırlar. Sosyal düzeni bozarlar. Bir işyerinin savaş alanına dönmesine sebebiyet vermeleri hiç de nadir değildir. Yıldırım aşkı, bu kişilik tipinin işidir. Basit bir olaya abartılı ağlama veya öfke gösterirler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

10101574.jpg

 

Öhhö! Öhhööööö!

 

Yukarıdaki yazı, biz uzman olmayanların da gündelik hayatımızda sıkça tanıdığımız, belki önceleri canayakın bulup sonradan ufak ufak sinir olmaya başlayabileceğimiz, hatta "yapmacık, ilgi budalası" gibi kulplar takıp karalayabileceğimiz bir kişilik modelini anlatıyor; ama nedense bilimsellikle şahsî öfke arasında ayar tutturamadığı kanaatini uyandırıyor.

 

Sizi bilmem, ama ben bu yazıyı okuyunca, sayın hocamızın bir zamanlar "yakînen" görüştüğü (veya halen görüşmekte olduğu), belki cazibesine kapıldığı, sonra ipin ucunu kaçırıp incindiği (tüm bunlar insanlık halleri), uğruna acı çektiği, halen de bu "tanışıklığın" açtığı kanayan yaralarla dolandığı ve öfkesini yatıştırabilmek için elindeki en yetkin silahı, akademik birikimini ona doğrulttuğu izlenimini edindim.

 

Biz alâlade insanlar, etrafımızdaki birilerine ifrit olup onun bütün tartışılabilir özelliklerini ardarda sıralayabilir ve "o zaten şöyle fena, böyle berbat biri, elle tutulacak yanı yok!" diye arkasından, hatta yüzüne karşı, verip veriştirebiliriz. E, ne de olsa biz "halk"ız, cahil cühela (hatta sayın hocamız açısından "hasta") kategorisine girenlerdeniz. Ama bir profesörün, hem de (kuvvetle muhtemel) psikiyatri profesörünün, belki de kökeninde beğenilme açlığı yatan ve bunu elde etmek için işin azıcık kolayına kaçan bazı insanların ruh durumundan yola çıkıp, uzun bir lânetleme yazısı yazmış olması insanı korkutuyor.

 

Nooluyoruz? Hekim dediğin kendisine yardım umarak gelmiş ve "düzelebilmek" için medet uman birilerini bu kadar hor görerek bakarsa ona ne gibi bir faydası dokunabilir?

 

Tabloyu düşünsenize:

 

- Doktor bey, ben süslenmeden duramıyorum...

 

- Hastasın sen, zararlısın, cıfıtsın!

 

- İlgiye açım, cilveliyim, poz kesiyorum, ama çok sevimliyim...

 

- Beş para etmezsin, mikropsun, sosyal düzeni bozuyorsun!

 

Aslında psikiyatri denen tıp alanının en munis davrandığı durumlarda bile (yapısal olarak) alttan alta üstünlük taslayan, dağların doruklarından aşağılara bakan, toplumu sadece arızalı-kusurlu yaratıklardan ibaret gören ve muhtemelen kendisini bu kategorinin dışında tutan ve konuğuna (kitap yazdığında okuruna) "sen hastasın" imasını taşıdığını düşünenlerdenim. En azından bu bilimsel disiplinin, kendi uzmanları için böyle tuzaklar barındırdığını ve bu tuzağa düşen psikiyatristlerin pek de az olmadığını düşünüyorum.

 

Okuduğum bazı psikiyatri kitaplarında da rastladığım bu tavır, yani bu lânetleme, hakir görme, kategorik olarak her çeşit çizgi dışı davranışı olumsuzlama geleneği, ciddiye alarak okuduğumuz ve inanma eğilimi gösterdiğimiz takdirde özgüvenimizin sarsılmasına, kendimizi kötü hissetmemize, "acaba hasta mıyım?" diye kendimizden kuşkulanmamıza yol açan bu üslup burada doruğa çıkıyor. İnsanı tıptan da terapiden de soğutacak düşmansı bir üslup göze çarpıyor bu yazıda.

 

Düşünsenize, yakın çevremizde sayın profesörün ifadesiyle "duygusal, çekici, hayat dolu, müzik çalınca kalkıp oynayan, giyimine kuşamına özen gösteren, dışadönük, girişken, neşeli, canlı, heyecan verici, herkesi gülmekten kırıp geçiren" biri var, ama biz yine aynı profesörün öğütlerine kulak veriyor ve onun bu davranışlarını "hasta" bir kişiliğin tezahürü olarak kabul ediyor, "sosyal düzeni bozabilir" endişesiyle bu kişinin yarattığı renkli atmosferden etkilenmemeye çalışıyoruz.

 

Bu ne kadar otoriter bir zihniyettir ki, bu kadar hoş (hasret kaldığımız) kişilik özelliklerini taşıyan insanları süne zararlısı gibi görür? İnsanın aklına Milos Forman'ın Guguk Kuşu filmindeki bağımsız olmayı yasaklayan başhemşire Ratched geliyor.

 

İç dünyamızın cıvataları kimlere emanet?

 

Her alanın kendi mensupları için sinsice hazırladığı bazı yamulma (deformasyon) koşulları olabilir. Örneğin avukatlarda zamanla oluşabilecek olan demagoji yapmadan konuşamama, karikatüristlerde bolca rastlanabilen herkesi ucube gibi tasvir etme, polislerde gelişebilecek olan sokaktaki herkesten kuşkulanma, askerlerde ortaya çıkabilecek olan sivilleri potansiyel vatan haini olarak damgalama olgusu, acaba psikiyatri alanında uzmanlaşan bazı doktorları da, sokakta yürüyen herkesi "ruh hastası" gibi görmek gibi bir sonuç doğuruyor olabilir mi?

 

İşin içinde hiç bir kişisel öfke, kuyruk acısı falan olmasa bile, bir ruh hekiminin (ya da öyle olduğunu zannettiğim birinin) yazdığı "bilimsel" bir makalede, ruh durumunu incelediği kişiye/kişilere karşı bir parça daha hoşgörülü ve müşfik olmasını beklemez misiniz? Noolucak ki, eğer insanları "kusurlu" özelliklerinden yola çıkarak damgalamak, etiketleyip sınıflandırmak o kadar matah bir işse, bunu akademik ünvanları olmayanlar da gayet etkileyici bir dille yapabilirler. Ama sevgi ne yana düşer usta? Kusur bulmanın ve insanları kişilik modellerine ayırıp mikrop sınıflandırır gibi sınıflandırmanın ucu nereye kadar gider? Dünyada "hasta, manyak" diye kulp takılmaktan yakayı sıyırabilecek kimse bulunabilir mi sınırları bu kadar daraltılmış bir normallik tarifinde?

 

Hocamızın "oyuncu" diye aşağılamayı denediği bu tarz insanlar, makul bir mesafeyi koruyan kişiye ne zarar verebilir? Gecenin birinde dellenip hepimizi baltayla doğramaya mı kalkar? Üzerimizde tıbbî deney mi yapar? Mücevherlerimizi mi iç eder? Naapar? Uygun bulmazsak o kişilerle daha seyrek görüşme lüksümüz yok mudur hocam? Özünde az ya da çok bir nebze oyunculuk taşımayan kimse var mıdır? Kime ne zararı var birazcık oyunun? Çevremizdeki en renkli ve hayata en çok renk katan kişiler tam da muhterem profesörümüzün öcü gibi göstermeye çalıştığı kişilerin arasından çıkmıyor mu? Kışla mı yoksa yaşadığımız dünya?

 

Neredeyse bütün iletişim araçları (ama en başta reklam kuşakları) bize yapaylığı telkin ederken, hangimiz zaman zaman bir nebzecik de olsa "oynamadığımızı", tastamam "kendimiz" olduğumuzu iddia edebiliriz içtenlikle?

 

Bu tipte ("oyuncu") bir insan, belki sırılsıklam aşık olunduğunda, olayların kontrolü tümüyle ona kaptırıldığında, onsuz yapılamadığında insanı eşekten düşmüş karpuza çevirebilir. Ama işin aslı, birilerine o kadar tutkuyla bağlanan ihtiras kurbanını zaten en "düz" insan da incitebilir.

 

Eğer hocamızın "oyuncu ruh hali" dediği şey bu kadar iflâh olmaz bir ruh hali ise, zaten psikiyatrinin alanına girmemesi gerekir; Guguk Kuşu filmindeki gibi şoklar bitkiye dönüştürürsün, düzen bozulmamış olur.

 

Ama örneğin, ahbap çevremizde olsa, belki bazı hal ve tavırlarını arkasından birazcık çekiştireceğimiz, ama yine de gül gibi geçinip gideceğimiz, olmadığında eksikliğini hissedebileceğimiz birinin bu kadar "umutsuz vaka" gibi tarif edilmesi, size de kırılgan egosuyla bilimsel formasyonunun arasındaki sınırı arada bir karıştıran "bizim gibi" birinin varlığına işaret etmiyor mu?

 

O zaman nedir bu pahalı klinikler, lüks möbleli muayenehaneler, fahiş vizite ücretleri? Olmayan hastalıkların "iyileştirildiği" para tuzakları mı buralar? Kekleniyor muyuz yoksa kendi başına sürecek ilâcı bile bulunmayanlar tarafından?

 

Yüksek vakumlu elektrik süpürgelerini satabilmek için, bizi aslında pislik içinde yaşadığımıza inandırmaya çalışan "hijyen" sektörü ve bu devasa "obsesyon" kültürünü besleyen sabuncular kolonyacılar deterjancılar ve onların yüzsüz yalancılığına soyunmuş reklamcılar gibi, psikiyatri uzmanları da yazdıkları "bilimsel" makalelerle bizi her halükârda "hasta" olduğumuza inandırmaya ve yalınayak başı kabak ayaklarına getirmeye mi uğraşıyor?

 

Yok mudur "hasta" sayılabilecek kadar rot-balans ayarını kaybetmiş olanlar? Vardır, niye olmasın? Ama muhterem "ruh sağlığı" uzmanlarımız neredeyse göz seğirmesini bile ağır bir ruhsal arazın sinsi belirtisi sayacaklar. Onlar "marazîliğin" sınırlarını her geçen gün genişlettikçe televizyon kanallarında boy pos sergileyen her psikiyatristin vizite ücreti de hasta sayısıyla orantılı olarak çığ gibi büyüyecek.

 

Soruyorum; kendini "hasta" zannedenlerin sayısı çoğaldıkça, bu kuruntu salgını lüks semtlerdeki havalı kliniklerin cirosuna doğrudan yansır mı yansımaz mı?

 

Ve son sorumu soruyorum; günümüz itibariyle, psikiyatri bir bilim midir, yoksa sermayesi bizim korkutulabilme katsayımız olan yüksek cirolu bir sektör mü?

 

 

NECDET ŞEN

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

düşündürücü bir yazı :unsure:

 

sektör ve meslek hastalıklarından psikiyatrinin de nasibini alması pekde şaşırtıcı değil aslında

 

ama yeni çağın hastalığı stresle başetmede bazen insanlar yaşamlarına üçüncü bir göz olabilecek

 

bu uzman insanların görüşlerine başvurabilme ihtiyacı duyabilmekte..

 

gerekliliğini yada gereksizliğini tartışmayı doğru bulmuyorum biraz görece bi durum çünkü

 

ama kişisel fikrim bu anlamda pekde güvensiz olmamaktan yanadır..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.