Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Alparslan türkeş


ılgın_ülküm

Önerilen İletiler

Yıl 1917

Kasım ayının 25'i, öğle vakti, yer, Lefkoşe, Haydarpaşa Mahallesi Kirlizâde sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanım'ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.

 

 

Yıl 1921

4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokulu'na (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir "Besmele"dir. "Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum" dermişcesine bir "Besmele"dir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen...

Birbirinin ardı sıra gelen İlkokul ve Rüştiye yılları ve herbiri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatla beraber Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i Âli Osman bakıyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey, Ali Arslan'ın adını âdeta senin adın "Alparslan olsun" ve "Sultan Alparslan'a denk bir yiğit Türk ol", diyerek değiştirir.

 

 

Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşiladamızın tamamı İngiliz İşgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.

 

 

Yıl 1933

Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamağa dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ile ver elini İstanbul...

 

 

Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul'da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, genç Alparslan Türkeş.

 

 

Yıl 1936

Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları başlar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artık O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.

 

 

Yıl 1940

Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzıt, Umay,Selcen,Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adlı çocuklarla çiçeklenir bu evlilik vebozkurtların Muzaffer Anası'nın 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Seval Hanım'la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki evlât daha vererek sevindirecektir.

 

 

Yıl 1944

3 Mayıs Ankara'da bir gösteri veya yürüyüş eski tabirle nümayiş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta, hem düşmana... Hem devlet hizmetindeki gafillere, hem de yurda sızmağa çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.

 

 

Şâirin "Öz yurdunda garipsin, özvatanında parya" dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılk Davası başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş'te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini mesnetsiz "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnad edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde herşeyden çok milletimi ve vatanımı severim" diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atılışıdır ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.

 

 

Yıl 1947

Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulu'nda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği'nin komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı'daki görevlerinden sonra 1951 yılında kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.

 

 

Yıl 1955

Dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada (................) Üniversitesi'nde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.

 

 

Yıl 1959

Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gider. Bu okulu başarıyla bitirdiğinde artık bir Kurmay Albay'dır.

 

 

Yıl 1960

Tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "İhtilâl'in kudretli Albayı"dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş İhtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.

 

 

Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13 Kasım 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevkedilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek bahanesiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.

1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.

 

 

Yıl 1963

Tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.

Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adlı bir dernek kurar.

 

 

Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevi'nde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.

 

 

Yıl 1965

Tarih 31 Mart saat 11:00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.

Kısa bir zaman sonra 1 Ağustos 1965 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultayı'nda Genel Başkan seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili olarak parlamentoya girer.

 

 

Yıl 1969

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adı Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili seçilir.

 

 

31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos-31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan I. ve II. Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.

 

 

Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler başlar.

1968 yılından itibaren marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu, "Komünist Devrim" için üs haline getirirler. Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mı tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmağa ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeğe başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.

 

 

Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama heryerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçler"i birşeylerin daha doğrusu ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.

 

 

Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının komünist çetelerce katledilişini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmeriği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.

 

 

Yıl 1980

12 Eylül sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekânlardır.

 

 

Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra saklandığı yerden ortaya çıkıp teslim olur. Cunta tarafından tutuklunan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi'nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenilir, 9 Nisan 1985'de beraat eder ve tahliye olur.

 

 

Yıl 1987

Tarih 6 Eylül, yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ'a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.

 

 

Yıl 1987

Tarih 4 Ekim, Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkan seçilir.

 

 

Yıl 1991

20 Ekim 1991 Genel Seçimleri'nde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.

 

 

Yıl 1992

27 Aralık 12 Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.

 

 

Yıl 1992

Tarih 24 Ocak, MÇP'nin 4. Olaganüstü Kurultayı toplanır ve partinin adını MHP, amblemini Üç Hilal olarak değiştirir.

 

 

Ve Yıl 1997

Tarih 4 Nisan...

Karlar altında milyonlarca ağlayan insan..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

27 mayıs sürgününden dönüş

Alparslan Türkeş'in 815 günlük sürgün hayatı 22 Şubat 1963'de sona ermiştir. Hindistan'dan ailesi ile birlikte Lübnan'a gelen Türkeş burada eşi ve çocuklarını Beyrut'tan Ankara'ya gönderdi. Kendisi ise İsviçre'ye geçti. Burada Dündar Taşer ile görüştü. Daha sonra Bern, Brüksel ve Paris'e geçerek 14'ler grubunun diğer mensuplarıyla buluştu. Avrupa'da bulunduğu süre içinde arkadaşlarıyla yaptığı görüşmelerde daha çok Türkiye'de takip edecekleri siyasetin nasıl olması gerektiği üzerinde fikir yürüttüler.

 

Bu görüşmelerden sonra Muzaffer Özdağ ile Türkiye'ye doğru yola çıktılar. Yugoslavya'ya geldiklerinde Muzaffer Özdağ'ı Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye gönderdi. Kendisi ise Üsküp, Makedonya üzerinden Selânik'e geçti. Burada Batı Trakya Türkleri ile çeşitli görüşmeler yaptı. Nihayet 22 Şubat 1963 günü Kapıkule'den giriş yaparak Edirne'ye geldi. Edirne'de Muzaffer Kaplan ve kalabalık bir vatandaş topluluğu tarafından karşılandı. Kafile hâlinde İstanbul'a geldi. İstanbul'da basın toplantısı yaparak daha önce hazırlamış olduğu "Millete Beyanat" adlı metni Türk milletine sundu. 24 Şubat'ta ise Ankara'ya geldi. Alparslan Türkeş'in yurda dönüşü münasebetiyle yayımladığı beyanatı önemine binaen aşağıya alıyoruz;

 

 

 

" Sevgili Vatandaşlarım,

 

Ülkü ve inancından vazgeçmez bir insan olarak, iki yıl önce aranızdan ayrılmış uzaklara gitmiştim. Bugün yine aynı azim ve imanla dolu ve Türk milletinin geleceği hakkında büyük ümitler taşıyarak, sevinç ve heyecan içinde tekrar sizlere kavuşmuş bulunuyorum.

 

Sizlerden biri ve sırdan bir vatandaş bulunmak övünç ve heyecanımın tek kaynağını teşkil etmektedir.

 

Söze başlarken, millet iradesinin her şeyin üstünde tutulmasını ve ona herkes tarafından saygı ve itaat gösterilmesini, bir selâmet yol olarak gördüğümü tekrar belirtmek isterim.

 

27 Mayıs sabahı yazarak sizlere radyodan yayınladığım yazımın mana ve ruhuna daima sadık kaldım ve bugün de memleketin huzur ve yükselişini bu beyanatın belirttiği ruh ve yönde görmekteyim.

 

Irk, din ve mezhep farkı gözetmeksizin, vatandaşların refah ve saadetini sağlamak ve insana değer veren insanca bir zihniyetle memlekette huzur ve istikrarı sür'atle tesis için her çeşit gayret gösterilmelidir.

 

Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği ilkelere daima bağlı kalınmalı ve hürmet edilmelidir.

 

Mübarek vatan topraklarına ayak bastığım şu günlerde sizlere 27 Mayıs'ın gayelerini, her türlü hırslı ve bencil tutumlara karşı göğüs germiş yetkili bir kimse olarak açıklamakta fayda görüyorum.

 

 

 

Sevgili vatandaşlarım,

 

27 Mayıs hiçbir parti ve zümreye karşı ve herhangi bir şahıs, zümre ve parti lehine bir hareket olarak yapılmamıştır.

 

27 Mayıs iktidarda bulunan bir partiyi silâh zoru ile iktidardan indirip onun yerine bir muhalefet partisini oturtmak için, yani adî bir hükûmet darbesi olarak düşünülmemiştir. Onun kökleri, asil gayeli kaynaklara inen derinliklerdedir.

 

Bunun aksini söylemiş ve söylemekte bulunanlar memlekete büyük zarar vermiş ve hâlen de vermeye devam eden kimselerdir.

 

27 Mayıs, sefalet, yokluk ve karanlık içinde sahipsiz olarak bırakılmış bulunan köylü ve halk kitlesini en kısa yoldan ve hızla modern uygarlığa ulaştırmak, Türk devletini kendi gücü ile ayakta durabilecek hâle getirmek için yapılmıştır.

 

27 Mayıs, politika bezirgânlıkları ve şahsî menfaat hırsları ile tehlikeye düşürülen Millî Birliği korumak, kardeş kavgasına meydan vermemek gayesiyle yapılıştır.

 

27 Mayıs, memleketin savunma gücünü en yüksek dereceye çıkarmak, Türk Silâhlı Kuvvetlerini II. Cihan Harbi başından beri terkedilmiş olduğu, ihmal ve bakımsızlık çukurundan kurtarmak için yapılmıştır.

 

27 Mayıs, topraksız köylüyü toprak sahibi yapmak, bütün milleti içine alan bir yardımlaşma teşkilatı kurarak hiçbir vatandaşı yardımsız ve sahipsiz bırakmamak için yapılmıştır.

 

27 Mayıs, güzel sanatlar ve spordan halk hizmeti için faydalanarak aydınları ve gençleri köylere ve halkın içine gönderip, halkla harman ederek, memleketi hızlı kalkındırmak için yapılmıştır.

 

27 Mayıs, Ülkü ve Kültür Birliği ve Türk Kültür Dernekleri gibi kurullarla uyanıklık sağlamak ve millî kültürü geliştirerek Millî Birliğimizi sağlamlaştırmak için yapılmıştır.

 

27 Mayıs, ilmî meş'ale yaparak hızla kalkınmak ve Türk milletini en kısa zamanda atom ve feza çağına sokmak için yapılmıştır.

 

27 Mayıs, Türkiye'yi muzır cereyanların manevî istilâsından kurtarmak ve onu millî özelliğe sahip hür bir fikir ve vicdan hayatına kavuşturmak için, yani kısacası Türk Rönesansını yaratmak için yapılmıştır.

 

Muhterem Vatandaşlarım,

 

Bugünkü tutum ve hızla yukarıda sıralanan hedeflere kaç yüz senede ulaşılabileceği düşünülmeli ve bu geçecek yüz yıllar sırasında, modern memleketlerin bizi beklemeyecekleri de hesaba katılmalıdır.

 

Sevgili vatandaşlarım,

 

Bugün dünya atom ve feza çağının eşiğinden içeriye adım atmış bulunmaktadır. On dokuzuncu yüzyılda meydana gelen ilmî ve teknik gelişmeler, nasıl sosyal, ekonomik ve politik hayatı alt üst etmişse, gelmekte olan atom ve feza çağı da büyük değişikliklere sebep olacaktır. Bir sıçrama yaparak çağlar üzerinden atlayıp atom ve feza çağına girmek zorundayız. Türkiye bir varolmak veya yok olmak dâvasıyla karşı karşıyadır. Bizi birbirimize düşürmek ve devletimizi parçalamak için içte ve dışta tehlikeli cereyanlar gelişmektedir.

 

Birbirimize karşı davranışlarımızda, daima karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörürlük duygusu hâkim olmalıdır.

 

 

 

Siyasî partiler, bir saltanat vasıtası ve bir gaye olarak değil, sadece memlekete ve millete hizmet için bir vasıta olarak kabul edilmelidir.

 

Her kim olursa olsun, bütün vatandaşlara karşı şefkat. Sevgi ve kanun himayesi şart sayılmalıdır. Fikirlerini kabul etmediğimiz veya şahsî aykırılığımız bulunanlara da, insanca, hukuk düzeni içinde işleme tabi tutulması esas olmalıdır.

 

Millet ve memleket faaliyetleri, ilim ve tekniği her şeyin üstünde tutan bir görüşle düzenlenmeli ve iktisadî hayat hemen harekete geçirilmelidir. Türkiye'mizin endişesiz yarınına güvenen çalışkan insanlar diyarı olarak ufuklarda yükselmelidir.

 

Aziz vatandaşlarım,

 

Türk milleti bölünmez kutsal bir bütündür.

 

Bizler belirli bir fikir ve davayı temsil ile onun bayrağını taşıyan insanlarız. Bizi şu veya bu siyasî teşekküle izafe etmek yerine bütün bir milletin sadece hâdimi olarak kabul etmek gerekir.

 

Sevgili vatandaşlarım,

 

Mensubu olduğumuz Türk milleti, büyük kabiliyetlere ve büyük güce sahip bir millettir. Kudretimiz ve irademiz, önümüzdeki güçlükleri yenmeye ve bize çevrilmiş olan tehlikeleri göğüslemeye yeterlidir..

 

Ey geçmişin büyük fırtınaları, eşsiz ve şerefleri içinden gelen ve mutlu yarınlara elbette erişecek olan büyük Türk milleti.

 

Selâm, sevgi, muhabbet sana.."

 

 

 

Alparslan Türkeş Hindistan sürgününden sonra Ankara'ya yerleşti. Gaziosmanpaşa semtindeki evinde ilgi odağı hâline gelmiş, ziyaretçi akınına uğramıştı. Eski arkadaşları peşini bırakmamış, kimileri tekrar "ihtilâl" yapmayı, kimileri ise "siyaset" yapmayı teklif ediyordu. Bu sıralarda Türkeş'in eski arkadaşı olan Emekli Albay Talat Aydemir ilk teşebbüsünden sonra ikinci defa ihtilâli denemeyi plânlamaktaydı.

 

Talat Aydemir, 21 Mayıs Hareketin'e Alparslan Türkeş'i de dahil etmek için büyük çaba sarf etmiştir. Aydemir'e göre 22 Şubatçılar ile 14'ler birleştiği takdirde ülkenin idaresi çok kolay bir şekilde ele alınabilirdi. Bu birleşmenin sağlanabilmesi için 10 Nisan 1963 günü Dikmen Taşucu'nda Türkeş grubu ile Aydemir grubu bir görüşme yaptılar. Türkeş görüşmede Aydemir'e, kendisinin liderliği altında ve meşru yolla siyasî faaliyette bulunmayı teklif etti. Aydemir, Türkeş'in liderliğini kabul etmediği gibi memlekete ihtilâl yoluyla hizmet edileceği kanaatinde olduğunu açıkladı. Türkeş'in meşru zeminden ayrılmama fikri, Aydemir'in harekât plânı ile tamamen farklıydı. Bu yüzden görüşmede netice alınamamıştır.

 

Daha sonra kendi başına hareket etmeye karar veren Talat Aydemir ve Fethi Gürcan arkadaşlarıyla birlikte 20-21 Mayıs 1963'te ikinci kez darbe teşebbüsünde bulundular. Ancak bu hareketin sonu hüsran oldu ve bu teşebbüslerinin bedelini ağır ödediler. Bu seferki isyanı bastırma işini bizzat Cevdet Sunay ve kuvvet komutanları yönettiler. 20-21 Mayıs 1963 ayaklanması 22 Şubata göre daha geniş bir çevre ile bağlantı kurularak yapılmıştı.

 

Bu ayaklanmada hükûmete bağlı askerlerle isyancılar arasındaki çatışmada 8 kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmıştı. Yapılan yargılamalardan sonra isyanın öncüsü Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer ölüm cezasına çarptırılırken, diğerleri de çeşitli hapis cezaları almışlardı. TBMM'nin kabul ettiği 480 sayılı kanunla da haklarında ölüm kararı onaylanan Fethi Gürcan ve Talat Aydemir idam edildiler.

 

Dönemin iktidarı, hiçbir ilgisi olmamasına rağmen Alpaslan Türkeş'i bu olayların sanıkları arasına alarak tutukladı. Yaklaşık dört ay hücrede kalan Türkeş, yapılan yargılama sonrasında beraat etti

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN VEFATI VE CENAZE MERASİMİ

 

 

 

Artık bu dünyanın sensiz hiç tadı yok

 

Dünyada her şey gözünü seninle açardı

 

Sen her şeyden olgun ve güzeldin(Mesnevi'den)

 

 

 

Türk siyasî hayatında "Başbuğ" olarak bilinen, Milliyetçi Hareket Partisi'nin efsanevî lideri Başbuğ Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997 tarihinde geçirdiği bir kalp spazmı sonucu vefat etti. Başbuğ Türkeş'in ölüm haberi, Türkiye ve Türk dünyasında büyük tesirler meydana getirmiş ve özellikle ülkemizi yasa boğmuştur.

 

Alparslan Türkeş, 4 Nisan tarihinde Ankara Hilton Oteli'nde katıldığı bir nişan merasimi dönüşü özel aracında saat 22.30 sıralarında fenalaştı. Araba ile hastahaneye götürülürken yanında bulunanlara "Arabanın camını açın, daraldım" diyen Türkeş'in bu sıralarda yüzü sarardı ve nefesi sıkıştı. Bunun üzerine evine en yakın yerde bulunan Fatih Üniversitesi Çankaya Tıp Merkezi'ne götürülen Türkeş'e burada kalbi güçlendirici iğneler yapıldı. Alparslan Türkeş'e burada ilk müdahaleyi yapan Dr. Hüseyin Aka olayı şöyle anlatmıştır:

 

"Sayın Türkeş'in rahatsızlanarak hastanemize getirildiği söylenince apar topar geldim. Saat 22.45 civarındaydı. Bize gelir gelmez baktım durumu iyi değil. Hemen müdahaleye aldık. Müdahale 10 dakika kadar sürdü. Bu arada Bayındır Tıp Merkezi'ni arayarak hazırlık yapmalarını haber verdik. Prof. Dr. Arif Özdemir'le birlikte 5 dakika içinde Bayındır Tıp Merkezi'ne götürdük. Bu arada ambulans içinde sun'i teneffüse devam ettik. Gayet güzel müdahaleler yapıldı. Ama bize geldiğinde de kalbi çalışmıyordu ."

 

Çankaya Tıp Merkezi'nde yapılan bu müdahaleler sonuç vermeyince, Alparslan Türkeş korumaları tarafından acil olarak Bayındır Tıp Merkezi'ne saat 23.15 sıralarında getirildi. Nöbetçi Doktor Sertaç Yıldırım'ın yaptığı açıklamaya göre Alparslan Türkeş'in hastaneye getirildiğinde kalbi tamamen durmuştu. Kendisine masaj ve şok tedavisi uygulandı. Yoğun bakımı sırasında bir ara kalbi yeniden çalışır gibi olduysa da alınan bütün tıbbî tedbirlere rağmen Başbuğ Türkeş'in vefatına engel olunamadı.

 

Başbuğ Türkeş'in vefat haberi uzun süre doğrulanamadı. Haberin çeşitli televizyon kanallarında duyurulmaya başlamasından itibaren ülkücüler hastane önünde toplanmaya başladı. "Türkeş öldü" haberini kabullenmek istemeyen ülkücüler, hastane önünde dua edip ağladı ve tekbir getirdi. Nihayet Bayındır Tıp Merkezi'nin yetkilileri Alparslan Türkeş ile ilgili acı haberi saat 03.15 civarında resmen açıkladı.

 

...Ve son Başbuğ artık yoktu. Seksen yıllık ömrü sona ermiş, ardında gözü yaşlı milyonlar bırakarak göçüp gitmişti.

 

O gece ülkücüler uyumadı. Başbuğlarının ölüm haberini duyan talebeleri ve dava arkadaşları sabaha kadar gözlerini kırpmadan beklediler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Başbuğ'un Dış Politika Hakkındaki Görüşleri

 

Tarihte Türk Milleti kadar devamlı ve silsile halinde devlet ve Hakanlıklar kurmuş bir başka millet gösterilemez.

 

 

Hem de dünyanın bir çok yerlerine yayılarak ve muhtelif zamanlarda yeniden dirilerek, başa geçerek, dünyada söz sahibi olmuşlardır.

 

 

20'nci yüzyılın son on yılında Türkiye'nin yanında yeni bağımsız Türk Cumhuriyetleri de tarih sahnesine çıkmışlardır.

 

 

Türkler; o parlak medeniyet seviyesine ulaşmış ve dünya üzerinde yüzyıllar boyu önemli roller oynamış her milletin mirasçısı ve devamı olmanın verdiği haklı bir gurur ve övünç duygulan içinde dış siyaseti bir devlet politikası olarak ele alıp düzenlemeli; uluslararası ilişkilerde milliyetçi bir ruh ve anlayışla hareket etmelidir.

Türkiye zengin tarihi, stratejik durumu, ekonomik ve kültürel potansiyeli ile dünya siyasetinde özellikle kendi bölgesinde ve Türk Cumhuriyetlerinde de büyük ve düzenleyici bir rol oynayarak dinamik bir dış politika izlemek imkanına sahip bir devlettir.

 

 

Bugün Türk dış politikası bir düğümlenme noktasına gelmiştir. Türk dış politikası, çok zamanlar yurdumuzu idare edenler tarafından hafife alındığı ve milli bir politika olarak izlenmediğini görmekteyiz. Dış politika her canı isteyenin el atıp yapacağı, yürüteceği ve altından kalkabileceği bir konu değildir. Bunun için özel bilgi, ilim , gayret, yetişme ve tecrübeye ihtiyaç olduğu gibi bundan başka da bu işi yürütecek olanların ayrıca kabiliyetli, milletinin özelliklerini bilen, O'nun milli ruhuyla dolu, milli tarihini iyi bilen milli hedefleri hakkıyla tespit etmiş olan kimseler tarafından ancak başarı ile yürütülebilir. Milli hedefin başında; Memleketin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunması; daha sonra daima kendi milletinin, kendi memleketinin daha büyük siyasi, askeri ve ekonomik menfaatlere sahip olmasını ve bunu devam ettirerek Türk milletinin huzur ve refahının sağlanması olmalıdır.

 

 

Milli hedeflerin gerçekleşmesi için iki ayrı plan uygulanır:

 

 

Birincisi; 100-200 senelik uzun vadeli plan, ikincisi de bu planı destekleyen kısa vadeli planlardır. Bu planları uygulamak iç politika ile çok sıkı ilgisi vardır. Bir devlet içte birlik halinde, birbirine tutkun, milli hedeflerine sımsıkı bağlı, şuurlu, huzurlu bir durumda bulunmaz ise onun dış politikası da çok zayıf olur. İç politika ile dış politika karşılıklı olarak birbirlerinden kuvvet alırlar ve birbirlerine tesir ederler. Türkiye'yi Türkler'in kalbi olarak düşünürsek; bu kalbi korumak bütün dünya Türklerinin birinci vazifesi olmalıdır. Kalbi uzaktan korumak önemlidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BİR NESİL YETİŞTİREN BAYRAK ADAM

 

O, başkalarının vazgeçtiği yerde başlamış, Türk Milliyetçiliği'ni aksiyon hale getirmişti. Bugün yetiştirdiği Ülkü Ocaklı gençler devleti yönetiyor, fikirleri Türk Dünyası'nda bayrak oldu.

 

 

Türk Milliyetçileri'nin büyük ve efsanevi lideri Alparslan Türkeş'i ebediyete uğurlayalı yılar oldu. Ancak onun büyük efsanevi kişiliği sağlığında olduğu gibi bugün de yaşamaktadır. Bir insanın ömre yeterli gelmiyor. Molla Cami, Mevlana için derki;'Biz ömrümüzün sonuna geldik, hala vasfının başındayız...' Bu tespit Türkeş içinde sözkonusudur.

 

O öylesine büyük bir liderdi ki, iktidar olmadığı halde iktidar da bulunan bir büyük devlet adamı idi. Bütün hayatı boyunca mistik bir Türk Milliyetçisi olarak yaşadı ve öylece ebediyete intikal etti. Öldüğü gün bütün Türk gençliği ayağa kalkmıştı. Cenazesi Ankara'nın gördüğü en büyük cenaze töreni idi. Karda-kışta yüzbinlerce ülkücü Türk genci sokaklarda, karlar altında, parklarda sabahı beklediler. Dualarla , tekbirlerle uğurlanmasından beridir, gençlerimizin yollarını aydınlatan bir ışık gibi aramızda bütün gerçekliği ile yaşamaktadır. Eserleri birbiri peşine basılmakta ve gençlerimize hala yol göstermektedir.

 

ATATÜRK VE TÜRKEŞ

 

Bugüne kadar Türkiyemiz' de Tüek gençliğine sahip çıkan ve onların vatana, millete faydalı büyük bir vatan evladı, birer Türk Milliyetçisi olarak yetişmelerine en büyük önem veren iki büyük lider olmuştur. Atatürk ve Türkeş. Bunlar hemen hemen hayatlarının en büyük bölümünü Türk gençlerinin yetişmesine ve onların birer büyük idealist olmasına hasretmişlerdir. Türkeş ise yeni nesillerin Türkiye'nin en karanlık ve karmaşık bir döneminde onların büyük bir milli tarih şuuru içinde yetişmeleri için nefes tüketti, zaman harcadı ve Türkiye'nin geleceğini hazırlamış oldu. Bugün Türk Ülkücüleri onun yolundadır. O'nun sağlığında Ülkü Ocakları üyeleri durumundaki Türk gençliği bugün Türkiye'nin yöneticileri durumundadırlar. Milletvekilliği, Bakanlık seviyesinde, müsteşar, genel müdürlük gibi bürokrasi mevkilerinde ülkenin yükselmesini omuzlamış durumdadırlar. Binlerce,onbinlerce Türk genci bu büyük liderin çizdiği yolda yürüyorlar. Onların çocukları ve torunları da babalarının, dedelerinin, kısaca Türkeş'in yürümektedirler. Türkiye'ye böylesine büyük bir milli hamle ve yeni bir hayat yolu çizen büyük adamlae ne kadar yazık ki kolay yetişmiyor. Büyük Türk şairi Ziya Paşa'nın bu durumdaki büyük adamlar için söyldeği bir beyit vardır. Der ki;

 

Beni adem haşrederek tazim dururlar adına,

Kim fedayı nefs ederse cinsinin imadına.....

 

Bu güzel tarif hiç şüphesiz Başbuğ Türkeş'in şahsında en güzel tarifini bulmaktadır. Öyle ki, bütün Türkiye'nin bir kaos yaşadığı bir devirde Türk gençliği -halk tabiri ile- kapanın elinde kalırken, her türlü yabancı entrikaların, ideolojilerin, eroinden beyaz kadın ticaretine kadar her şeyin okullara dahi sızdığı bir dönemde O bir havari gibi Türk gençliğine kol kanat germiştir. Türk gençlerinin bu tuzaklardan uzak durmasını sağlamıştır. Bununla da kalmayıp onlara yol göstermiş, vatanlarına, milletlerine hangi yoldan faydalı olacaklarını da işaret etmiştir. Üniversitelerimizin birer militan ocağına dönüştüğü devirlerde adeta düşmeyen bir kale gibi tek direnen bu okullarda ki Ülkücü gençlerdi. Arkalarında ise bir tek liderin gölgesi vardı; Başbuğ Alparslan Türkeş ...

 

O büyük gençlik hareketinde vuruldular, şehide oldular, yılmadılar,boğuştular, bir elleri yumruk halinde dövüşürken öbür ellerinde kitap tuttular. Gece yarılarına kadar okudular, çalıştılar ve bugünleri hazırladılar. Üniversitelerimizde kızıl koministler öylesine yuvalanmışlardı ki eğer o Ülkücü gençlik hareketi olmasaydı, daha sonraki devirlerde gelen büyük müdahale hareketleri de ! geç kalmış olacaktı. Nitekim Türkiyemizin her kurtuluş hareketinin kan bedelini de Türk milliyetçileri ödediği gibi, bu son kurtuluş hareketinin çilesini ve kan bedelini Türkeş'in yetiştirdiği Ülkücü Türk gençliği ödemiştir. Bu son büyük çilenin en büyük bedelini ödeyenlerden birisi de Türkeş olmuştur. BU onun son büyük çilesi olmuştur. On yıl sonra yeniden tarih sahnesinde görüldüğünde eski ülkücülerin yanında onların takipçisi bir genç Ülkücü nesli de hazır durumda bulmuştur. Yeniden bıraktığı yerden başlıyordu.

 

27 MAYIS'IN HALKIN ÖNÜNE ÇIKAN TEK LİDERİ

 

Türk tarihinin gördüğü en büyük yıkımlardan birisini teşkil eden ve Türkiyemizde de bir ihtilaller darbeler devrini açan 27 mayısın mensubu olanlardan yalnızca bir tek kişi, Alparslan Türkeş alnı açık olarak milletin karşına çıkmak yiğitliğini gösterebilmiştir. Diğerlerinden böyle bir babayiğitliği görmedik. Mertçe erkekçe partisini teşkilatlandırarak demokrasinin ve Türkiye'nin yaşaması için iktidara talip olmuştur. Öylesine büyük bir efsane misyonu kazanmıştır ki, ölümü fikirlerini iktidara taşımıştır. Bugün Türkiyemizin yöneticilerinin büyük bir bölümü onun zamanında yetişmiş Ülkü Ocaklılardır.

 

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ AKSİYON HALİNE GETİRDİ

 

 

Partisinin teşkilatlanıp hareketlendiği dönemde Türkiye de en çok horlanan inançlar arasında Türk Milliyetçiliği fikri geliyordu. Hiçbir yerde Türk'ten ve Türk milliyetçiliğinden söz edilmiyordu . İşte tam ozaman da bir lider ortaya çıkıyor ve Türk Milliyetçiliğine eğilimleriyle sahip çıkıyordu. Plevne savunmasına katılan bir İngiliz subayı olan ve hatıraları Türkiye de de yayınlanan Herbert , plevne savunmasının ne kadar zor şartlar altında başarıldığını vurgularken Türk karakterini şu satırla çizer:' Türkler müdafaya başkalarının vazgeçtiği terde başlar..' Türkeş'in de yaptığı bu idi. Seksen yıllık hayatı boyunca Türk milletinin hayrına ve Türkiye'nin geleceğine karşı yapılması gereken ne lazımsa onu seçmiş, o yolda fani hayatını tamamlamıştır. İçinde yaşadığımız günler onu ölümünde yıldönümüdür. Türk milletinden, Türk gençliğinden ve bütün Türk ülkücülerinden ona minnet ve şükranlar yağmaktadır. Yattığı yer cennet....

 

 

MUHİTTİN NALBANTOĞLU

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

arkadaşlar bu başlığı Alparslan Türkeşi tartışmak amacıyla açmadım amacım bazı arkadaşlara ülkücülüğün,başbuğun ve inandığımız değerlerin çağdışı karanlık ve basit olmadığını anlatmak... bence bir insan ülkücülük hakkında bunları bilip öyle yorum yapmalı bizim ülkücülük tarihimizde, başbuğumuz da, görüşlerimizde akla mantığa ve ülke çıkarlarına uymayacak hiçbir nokta yoktur olmadı da Türküye cumhuriyeti bana göre ülkü ve 9 ışıkla hak ettiği yere gelecektir

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...
  • 2 ay sonra...
  • 1 yıl sonra...
BU Şahıs bir konuşmasında Nazım Hikmet`in bir şiirini okuyor ve sonrasında övgüyle söz ediyor....Kendisiyle çelişen bir adam....

Cok dogru yazmissiniz, tebrikler. Bir dönem Nazim icin vatanhaini derdi ve her yerde lanetlerdi, sonra onun siirlerini kullanmaya basladi ve övgülerden bahsetti. O sahis önce o kadar ölen gecin hesabini versin. Gittide kurtulduk sonunda.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 11 ay sonra...
Cok dogru yazmissiniz, tebrikler. Bir dönem Nazim icin vatanhaini derdi ve her yerde lanetlerdi, sonra onun siirlerini kullanmaya basladi ve övgülerden bahsetti. O sahis önce o kadar ölen gecin hesabini versin. Gittide kurtulduk sonunda.

ben alparslan türkeşin hayatıyla ilgili hiç bir şey bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum ve yukarıa yazılanları okumadım bile.şimdi şunu söylemek istiyorum benim bildiğim turancılık (yani türkçülük) alparslan türkeş başta olmak üzere bunu savunan herkes sadece türklerden oluşan bir devlet istemişlerdir.kürtleden kurtulmak için ellerinden geleni yapmışlardır ve halada yapmaya devam etmektedirlerdir.şimdi günümüzdeterör örgütü olarak adlandırılan PKK'de bu düşüncenin etkisiyle ortaya çıkmıştır.turancılar en büyük milletin sadece türkler olduğunu savunup diğer halklardan nefret etmişlerdir.bu nedenle diğer haklarda kendilerini korumak için bir nevi yaptırımlar içinde bulunmuşlardır tıpkı PKK gibi.şu anda ben PKK'yi savunuyor değilim demek istediğim ilk bölücülük turancılar tarafından ortaya çıkmıştır.eğer bir yanlışım varsa lütfen beni uyarım.etik ahlak kurallarının dışına lütfen çıkmayalım.maksat düşüncelerin paylaşılmasıdır...ama ben diyorum ki YARADILANI SEV YARADANDAN ÖTÜRÜ...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.