Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İman eden bilim adamları; Galilei-Pascal-Kepler


Archi

Önerilen İletiler

Dünyanın yuvarlaklığı MÖ 500 yılında Pisagor çeşitli deneylere anlamış, öğrencilerine öğretmiştir. Yaptığı deneyleri araştırabilirsin.

 

Kuran'da geçen doğa ile ilgili bilgiler, zamanın bilinenlerinden yalan yanlış kopyadır.

 

Dünyanın yuvarlaklığı MÖ 500 yılında Pisagor çeşitli deneylere anlamış, öğrencilerine öğretmiştir. Yaptığı deneyleri araştırabilirsin.

 

Kuran'da geçen doğa ile ilgili bilgiler, zamanın bilinenlerinden yalan yanlış kopyadır.

 

Allah'ın Kuran'dan önce indirdiği kitaplar da var, daha önce de yazdığım gibi, Kuran'ın indirildiği dönemde Araplar Dünya'nın düz olduğunu zannediyorlardı.

Pisagor'da yaşadığı dönemde araştırmış, asıl onunla birlikte eski Yunan felsefecilerinden, Elea okulu, özellikle "Mağara İdesi"yle Eflatun ve onları takip eden birçok düşünür çok daha önemli bir konu olan "maddenin arkasında gerçek" konusunu bir yönüyle açıklamışlardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 Kuran'ın indirildiği dönemde Araplar Dünya'nın düz olduğunu zannediyorlardı.

 

O tarihteki Arabın cahilliği kendisine. Dünyada bir tek Araplar yaşamıyor ki. Diğer coğrafyalarda bilimsel araştırmalar yapan bir çok insanlar var.

 

Sonra, bilim kendisine rehber edinecekse, araştırılacak tez hazırlayacaksa, sadece gözlem ve yansı vereni edinir. Bunun dışındaki mistik, teolojik kaynaklar bilimi igilendirmez. Yanıltıcıdır, engelleyicidir.

 

Gözlem veren doğa olguları bilim için en güzel kaynaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"gözlem veren doğa olguları" dediğiniz kavramlar kendiliğinden mi oluyor, gelişiyor?

 

bilim bunları araştırıyor,gözlemliyor,inceliyor bu kısmı tamam :)

Kafamı herçevirip her baktığımda doğada kendi kendine işliyormuş kendini yönetiyormuş izlenimi verilen fakat düşününce arkasında ne kadar büyük bir güç olduğunu anladığım milyonlarca mucize görüyorum. Bunu görebildiğim için de şükrediyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"gözlem veren doğa olguları" dediğiniz kavramlar kendiliğinden mi oluyor, gelişiyor?

 

Yine geldik mi en klasik soruya? Teistlerin sarıldığı tek soru. "Bütün bunları kim yarattı/gelişiyor?" Madde durağan değil ki. Değişen, gelişen bir yapıya sahip.

 

Birincisi, "yaratma" masal kavramı. Hiç bir şey sihirli değnekle yaratılamaz. Sihir bir masal kavramıdır.

İkincisi, yaratma değil oluşumdur varlık yapısına uyumlu olan. Oluşumu oluşturanın daha öncesi, daha öncesi, daha öncesi de vardır. Bu bir devinimdir. Madde sürekli evrilir. Tanrıya gelip orada bitmez.

 

Tanrıyı oluşturan da vardır. Bu artık biliniyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yine geldik mi en klasik soruya? Teistlerin sarıldığı tek soru. "Bütün bunları kim yarattı/gelişiyor?" Madde durağan değil ki. Değişen, gelişen bir yapıya sahip.

 

Birincisi, "yaratma" masal kavramı. Hiç bir şey sihirli değnekle yaratılamaz. Sihir bir masal kavramıdır.

İkincisi, yaratma değil oluşumdur varlık yapısına uyumlu olan. Oluşumu oluşturanın daha öncesi, daha öncesi, daha öncesi de vardır. Bu bir devinimdir. Madde sürekli evrilir. Tanrıya gelip orada bitmez.

 

Tanrıyı oluşturan da vardır. Bu artık biliniyor.

 

Yine geldik mi en klasik soruya? Teistlerin sarıldığı tek soru. "Bütün bunları kim yarattı/gelişiyor?" Madde durağan değil ki. Değişen, gelişen bir yapıya sahip.

 

Birincisi, "yaratma" masal kavramı. Hiç bir şey sihirli değnekle yaratılamaz. Sihir bir masal kavramıdır.

İkincisi, yaratma değil oluşumdur varlık yapısına uyumlu olan. Oluşumu oluşturanın daha öncesi, daha öncesi, daha öncesi de vardır. Bu bir devinimdir. Madde sürekli evrilir. Tanrıya gelip orada bitmez.

 

Tanrıyı oluşturan da vardır. Bu artık biliniyor.

bence çok karışmış :) evrile devrile tesadüflerle milyonlarca yıldır mükemmel bir makineden daha mükemmel işleyen oluşumlar kendiliğinden biraraya gelivermiş demekki

buna inanıp arkasındaki muhteşem güce inanmamak bana komik geliyor ama dilerseniz siz böyle düşünmeye devam edin.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 7 ay sonra...

Arkadaşlar bence kişileri değerlendirmeden önce onların hayatlarını okumak lazım.Bahsi geçen bilim adamlarının hayatlarını sizin için seçtim.

 

 

pisagor kimdir hayatı teoremi nedir

 Pisagor (Pythagoras), Yaklaşık olarak MÖ 580 - MÖ 500 tarihleri arasında yaşamış olan, Pisagor teoremiyle(dik üçgen) bilim tarihine geçmiş matematik, cebir, geometri alanında yapmış olduğu çalışmalarla ve katkılarla tanınan Yunan filozofudur.

Doğum yeri olan Sisam adasından M.Ö. 529'da Güney İtalya'ya, Crotona'ya göç etti. Crotona bu yörenin zengin liman kentlerinden biriydi. Pisagor burada biraz kişisel çekiciliği, kendinde varolduğunu iddia ettiği kehanet gücü, biraz da etrafında yarattığı gizemci havasıyla zengin ve soylu delikanlılardan üçyüz kadarını bir çatı altında topladı ve okul kurdu. Pisagor öğrencilerini iki bölüme ayırıyordu : Dinleyiciler ve matematikçiler. Okula dinleyicilik ile başlanıyor başarılı olunursa matematikçiliğe geçiliyordu.
Antik Çağ'ın en ünlü adlarından biri olan Pythagoras (Pisagor) çok yönlü kişiliği yanında matematikçi sıfatım layıkıyla haketmiştir. Bu Eski Yunan filozofu ve bilim adamının günümüzde dahi geçerli ve tüm zamanlar için de geçerliliğim koruyacağı anlaşılan ünlü teoremi, bu savı doğrulamak için yeterli bir nedendir. "Düzlemde, bir dik üçgende, dik kenarlar üzerine kurulan karelerin a-lanları toplamı, hipotenüs üstüne kurulan karenin alanına eşittir."
"Pisagor Teoremi" olarak tanınan bu teoremin, Pisagordan önce Çin'li Çu Pei tarafından bilindiği ve kanıtlandığı, Sümerler ve Babiller gibi eski uygarlıklarda kenarları 3,4,5 birim olan üçgenlerin "dik üçgen" olduğunun bilindiğine dair bilgiler mevcutsa da, Pisagor'un farkı, bu teoremi bir matematikçi yaklaşımıyla ve genelleyerek vermiş olmasındadır.
İyi yetişmiş ve gençliğinde iyi bir eğitim almış olan Pisagor, çok ve sıkça seyahatler yapmıştır. Babil ve Mısır'da geçirdiği uzun yıllar O' nun bilimine önemli katkılarda bulunmuştur. Özellikle din adamlarından ve rahiplerden çok yararlandığı bilinmektedir. Bu sırada dini eğitim de almıştır.
Bir süre Çin'e de gitmiş ve bir kaç yılını da orada geçirmiştir.53 yaşında ülkesine, Sisam adasına geri dönmüştür. Sisam adası bilindiği gibi ülkemize en yakın Ege adalarından biridir Kuşadası' nın karşında. Demek ki Pisagor da bir Egelidir. Edindiği deneyimleri, artık olgun ve yetkin bir insan olarak bir okul kurmak suretiyle, başkalarıyla paylaşmak istemektedir. Tarihte "Pisagor Okulu" olarak bilinen ve tanınan bu okulun kendine özgü konuları ve eğitim biçimi vardı. O kendi anlayışına göre bir eğitim sistemi geliştirmiş bulunuyordu. O'nun mistik anlayışı "sayılar" ile birleşince, evreni sayılarla temsil etmek düşüncesi, sonuçta Pisagorculuk denilen bir anlayışı ortaya çıkarmıştır.
Matematik ile ilgili uğraşısı çok yönlüdür. Ünlü teoremi dışında, özellikle sayılara ilişkin çalışmaları, o zamanlar için çok ileri düzeyde sayılabilir. Bazı özel sayı kavramları O'nun zamanında ortaya atılmıştır. Örneğin dost sayılar, heteromek sayılar ; üçgensel, tam-kare sayılar gibi örnekler çoğaltılabilecektir.
Tam bölenlerinin toplamı birbirini veren sayılara dost sayılar denir. Örneğin 284 ve 220 sayılan gibi...
n(n+1) gibi sayı gruplarına heteromek sayılar, V2 n(n+1) gibi sayılara üçgensel sayılar, n2 ile temsil edilenlere ise tam kare sayılar denilmektedir.
O'nun bir de sayı mistisizmi vardır ki, O'na göre "doğada her şeyin karşılığı bir sayı"dır. Bu mistik anlayışı temsil etmektedir. Ancak 2 ve 5 sayılarının onların nezdinde çok ayrıcalıklı bir yeri vardı. Çünkü bunlar mukaddes sayılardır. 7 ve 10 sayılarının da diğerlerinden farklı olan bir ayrıcalığı bulunmaktadır. Bu tür yaklaşımlar, insanların ya da bilginlerin sayılara yaklaşımını ve bakış açısını değiştirmiş ve bir çok araştırmanın yapılmasına olanak sağlanmıştır.
Pisagor Okulu'nun temel felsefesinde 1,2,3,...gibi giden tam sayılarla, bütün bir evrenin matematik, fizik, metafizik, ahlak ve her-şeyin, "süreksiz" bir modelini kurabileceği düşüncesi vardır. Bunların, tanrının işi olduğuna inanıyorlardı. Bazen yenilgileri de oluyordu. Örneğin dik kenarları a ve b ve hipotenüsü c ile gösterilen bir dik üçgende Pisagor teoremi ile temsil edildiğine göre,
a=1,b=1
olan bir dik üçgende c2 = 2 olması akıllarını karıştırıyordu. Bir yenilgileri de sayıları düzenledikleri zaman ortaya çıkacaktır.
Tam sayılan tanıyorlardı ve onları bu şekilde görüldüğü gibi bir sayı doğrusu üzerine dizmeyi düşünmüşlerdi. Bütün rasyonel sayıları (örneğimizde 0 ile 1 arasındaki) sayıları sıraladıktan sonra, sayılarla doğrunun noktalan arasındaki birebir eşleşme konusundaki bulguları onları şaşırtıyor ve doğrunun üzerinde henüz karşılığına sayı konulmamış noktaların bulunduğunu anlıyorlardı.
Antik çağ' da henüz İrrasyonel Sayılar tanınmadığı için, buna yanıt bulmakta güçlük çekiyorlardı. Aradan yüzyıllar geçecek ve Reel Sayılar tanımlandıktan sonra ancak bunun yanıtı verilebilecektir.
Pisagor Okulu geometri 'ye de ilgi duymuş, sentetik anlamda da olsa bazı önemli buluşlara adlarını yazdırmışlardır.
pisagor teoremi
Bir dik açılı üçgende dik kenarların her birinin uzunluklarının karelerinin toplamları, hipotenüsün uzunluğunun karesine eşittir.
c2 = a2 +  b2
bir diğer çalışması ise
(a + b)2 = a2 + 2ab + b2
ilişkisini şekilde görüldüğü gibi, geometrik olarak açıklayabiliyorlardı.
Onlar, " biri diğerinin iki katımı eşit olan tam kare sayılar" arıyorlardı. Eğer bu sayılar a ve b ise bu iddiaya göre, a2 = 2b eşitliğini sağlamaları gerekirdi. Bu olanaksızdır. Bu olanaksızlık kanıtlanmıştır.Bu da Pisagor okulunun yenilgileri arasında yer almıştır.
Bildiğimiz kadarıyla Pisagor, öğretilerini sözle yaymıştır. Onunla ve öğretileriyle ilgili bilgileri öğrencilerinin yazılarından alıyoruz. Fakat Diogenes Laertios'un eserinde belirttiği üzere Pisagor'un da eserleri vardır:
"Bazıları Pythagoras'ın bir tane dahi yazılı eser bırakmadığını söylerler, ama bu doğru değildir. Doğa düşünürü Herakleitos neredeyse avaz avaz bağırarak şöyle diyor: "Mnesarkhos oğlu Pythagoras araştırma çalışmalarında bütün insanları aşmıştır ve bu yazılarından seçme yaparak, büyük bilgi ve kurnazlığa dayalı kendi bilgeliğini oluşturmuştur." Böyle söylüyor, çünkü Pythagoras Doğa adlı eserine şu sözle başlıyor: "Soluduğum hava adına, içtiğim su adına, bu eserimle ilgili herhangi bir yergiye katlanamayacağım."
Pisagor okulu zamanla bir bilim ve felsefe okulu olmaktan çıkmış dini eğitimi esas alan bir okula dönüşmüştür. Antik çağ henüz din konusunu aşmış değildir. Tek tanrıcılar ile çok tanrıcılar devamlı bir çatışma halindedirler. Pisagor da işte bu çekişmenin kurbanlarından biri olacaktır. Bunun başka örneklerine ileride yine rastlanacaktır. Öğrencileriyle ders yaptığı bir akşam, okul karşıt dincilerce basılacak ve ateşe verilecektir. İçindekiler öldürülecek, Pisagor ise okulundaki yangını söndürmek için oradan oraya koşuştururken alevler arasında kalarak can verecektir.
Pisagorun Bilim ve Sanata Katkıları
Pisagor teoremi ve irrasyonel sayıları buluşu
Diatonik skalayı keşfetmişttir ve müziğin matematiksel oranlara indirgenebileceğini savunması
Çarpım tablosunu ilk olarak kullanması.
 Müzikle tedavi çalışmaları ile tıbba da katkısı olmuştur.

 

 

Ali Kuşçu hayatı kimdir eserleri kısaca özet
 Ali Kuşçu (1400 – 1474)

Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşçusu olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.
Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman’da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey’e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449′da hacca gitmek istedi. Tebriz’de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih’le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih’in davetiyle İstanbul’a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi.
Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu.
Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey’in 1449 yılında öldürülmesiydi. Gürgân tahtının bu bilgin ve kudretli hûkümdarı, kendi öz oğlu Abdüllâtif’in ihânetine uğramıştı.
Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu’yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey’in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu’yu can evinden vuran bir olaydı.
Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz’e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih’i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih’in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul’da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz’e ulaşıyordu. Şiîlerin casusları ve habercileri yalnız padişahın savaş niyetlerine ve hazırlıklarına dair haberler ulaştırmakla kalmıyorlardı.
Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan’ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant’ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium’a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul’ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi’ndeki çalışmalarından, Semerkant’a aylarca uzak bulunan İstanbul’daki hükümdarın haberi vardı.
Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan’ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti.
Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih’in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim…”
Ali Kuşçu’nun bu mazereti, Fatih’e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi.
Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz’den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul’a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu.
Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı.
Ali Kuşçu 1474’te İstanbul’da vefat etti.

 

Galileo Galilei

Galileo Galilei (d. 15 Şubat 1564 – ö. 8 Ocak 1642)

 

Galileo Galilei, modern fiziğin babası olarak kabul edilen, İtalyan bilim adamı. Adı bilim devrimiyle anılan Galileo, fizik, astronomi ve astroloji alanında da birçok çalışma yapmasının yanı sıra bu konularda felsefi görüşlere de sahipti. İlgisini daha çok hareket üzerinde yoğunlaştıran Galileo, Güneş merkezli astronomi sisteminin fiziğini geliştirdi.

15 Şubat 1564'te İtalya'nın Toskana bölgesindeki Pisa şehrinde, döneminin tanınmış müzisyenlerinden, Vincenzo Galilei'nin altı çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Galileo, ilköğrenimini Floransa'da tamamlamasının ardından 1581 senesinde Pisa Üniversitesinde tıp tahsiline başladı. Mali durumu yüzünden okulu bırakmak zorunda kalan Galileo, 1583 senesinden itibaren matematiğe yöneldi ve bu konudaki çalışmalarıyla 1589'da Pisa'da profesör oldu.

Sarkacı, yüzen cisimleri ve kinetiği Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galileo, Pisa Kulesi'nden ağırlık atarak, düşen bütün cisimlerin aynı ivmeye sahip olduğunu gösterdi ve Aristo mantığının yanlış olduğunu kanıtladı. Serbest düşmenin sabit ivmeli bir hareket olduğunu saptayan Galileo, serbest düşüş sırasında katedilen yolun, zamanın karesiyle orantılı olduğunu gösterdi. Bu deneyi neticesinde yaşlı profesörlerle karşı karşıya gelen Galileo, 1592 senesinde Pisa'yı terk ederek, Padova Üniversitesi matematik kürsüsüne geldi.

1597'de askeri amaçla da kullanılabilen pusulayı ticari olarak piyasaya sunan Gelileo, 1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre ve insanların kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç icat etti.

1609'da Hollanda'da teleskopun icat edildiğini öğrenmesinin ardından kendisi daha gelişmiş bir teleskop üreten Galileo, bunu astronomi gözlemlerinde kullandı. Teleskopu astronomik amaçla kullanan ilk bilim adamı olan Galilei Galileo, kendi ürettiği teleskopla önemli gözlemler yaptı ve bu gözlemleri, 1610' da, Yıldız Habercisi (Siderius Nuntius) adlı kitabında kaleme aldı.

Ay yüzeyi, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayınladığı ve Jupiter'in dört uydusunun varlığından bahsettiği kitabı çok ilgi uyandırdı ve Floransa'da saray matematikçisi olmasını sağladı. Venüs gezegeninin evreleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Batlamyus sistemini tartıştı. Güneş'i de gözlemleyen ve Güneş üzerinde bulunan gölgelerin leke olduğunu kanıtlayan Galileo, bunların ne Merkür'ün Güneş'in önünden geçerken oluşan gölgesi ne de Güneş ve Dünya arasında bulunan küçük gökcisimlerine ait olmadığını ortaya koydu.

1611'de Roma'ya giden ve oradaki Bilim Akademisi'ne üye olan Galileo, Floransa'ya dönüşünde hidrostatik üzerine birçok profesörün itirazına sebep olan kitabını ve 1613 yılında da, güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı. Kopernik sistemini açık bir şekilde savunduğu bu eser yüzünden papazların ağır baskısına maruz kalan Galileo, 1615'te iddiasını müdafaa etmek amacıyla Roma'ya gitti. 1616'da Papa V. Paul tarafından kitaplarını tetkik amacıyla kurulan komisyon, Galileo'nun kitaplarını yasaklamadıysa da, dünyanın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istedi.

Bir süre bilimin pratik yönüne dönerek, mikroskobu geliştiren Galileo, 1618 senesinde üç kuyruklu yıldızın keşfedilmesiyle kiliseyle karşı karşıya kaldı. Bir arkadaşının VIII. Urban olarak Papa seçilmesinin ardından cesaret alarak yazdığı "İki Kâinat Sistemi Üzerine Konuşmalar" adlı eseri 1632'de yayınlanan Galileo, Roma’ya çağrıldı ve Engizisyon mahkemesine çıkarıldı. Bunun ardından, 1633'te kitabı yasaklanan Galileo, müebbet hapse mahkûm edildi.

Yetmiş yaşında hapsedilen ve 1636'da, hapisteyken gözleri kör olan Galilei Galileo, 8 Ocak 1642 tarihinde Arcetri'de öldü.

 

İbni Sina Kimdir hayatı eserleri tıp

 Büyük Türk bilginidir. Ailesi Belhlen gelerek Buharaya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kuran-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ihmlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latinceye ve Almancaya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa'ya ışık vermiştir. Onu Latinler "Avicenna" adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin alclancısı olarak görürler. İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zeka ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ihmlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu. Kafası öylesine doluydu ki, uyanık iken çözemediği bir takım meseleleri uykusunda çözer ve uyandığı zaman cevaplandınlmış bulurdu.Bir keresinde, Aristo metafiziğini inceliyordu. Defalarca okuduğu halde bir türlü esasını kavrayamarnıştı. Buhara çarşısında gezerken sergide bir kitap gördü. blezat tellalı, bunu satın almasını, bu sayede birçok meseleyi kolayca halledebileceğini söyledi. Bir mezat tellâhnın bildiği kitabı bilememek, İbni Sinâya çok güç geldi. Onun okuma huyunu herkes öğrendiği için, bilhassa kitap satıcıları kendisini tanıyorlar& İbni Sinâ, kendisine tavsiye edilen Fârabinin Aristoya ait şerhini satın aldı. Bir defa okumakla, o çözemediği noktaların büyük bir açıklığa kavuştuğunu gördü: '"deükür sana Yârabbr diye secdeye kapandı ve Fârabinin yolunda fukaralara sadaka dağıttı. Oysa, İbni Sinâ doğduğu zaman Fârabi otuz yaşındaydı ve bu olay geçtiği sırada da hayattaydı. Buhara Emin i Nuh İbni Mansuru ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğullan sarayının kütüphenisinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: El-Birüni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun Çalışkanlıgına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzerdde barınamayarak yeniden yollara düştü. şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi.

İbni Sini çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapçtdır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak adetti. Arapçaya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla. 600 yıl. hükmetmiştir. Kendisinden sonra yetişen Gazali. Farabiyi' ondan öğrenmiştir. Düşünce ve anlayış bakımından İbn-i Sina. Farabi ile İmam Gazali arasında bir köprü vazifesi görür. Yunan felsefesini islam ilmi olan Kelam ile, yani Tanrı bilgisiyle bağdaştırmaya uğraşmıştır. Eğer o gelmeseydi, Farabinin kurduğu temel Gazali'nin yorumuyla gelişemeyecek, arada büyük bir boşluk hasıl olacaktı. Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sini yanlış olarak bir süre Avrupa'da kanlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi. eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hakirn-i Tıb, yani hekimlerin piri ve lıükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sina. resmi saray doktorluğu da yapmıştır. Ama şöhreti her ne kadar tip ilmiyle ilgiliyse de asıl kişiliği. Ortaçağda uzun süre tartışma konusu olan Tanrı varlığının mutlak bir zorunluluk olduğu konusundaki Kelam meselelerine getirdiği kesin çözüm yolundan ileri gelmektedir. Matematik, astronomi. geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İnsan bilgisinin Tannyı ve kainatı mutlak şekilde anlamaya elverişli olmadığını söylerken, aklın varlığını kabul eder, insandan bağımsız bir ruhun varoluşu. İbni Sintya göre Tanrıdan yansıyan bir delildir. İbni Sina. tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir.    Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fit-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necat ve işarat adlı kitapları ve Aristo'nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitabül-insafı başta gelen eserlerindendiribni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşifierde bulundu. Bu hususta Berthelet. kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina'nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır. İbni Sina. 1037 tarihinde Hemedan'da mide hastalığından öldü. İbn-i Sina'nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifa adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi. ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik. metafizik. teoloji. ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kadın diye bilinen el-Kadın FiY-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser. fızyoloji. hıfzıssıhha. tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sintnın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu: mesela mikroskop olmadığı halde. hastalıkların 'rnikrop mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görüdiz. ibn-i Sintnın Kadın adlı eseri XII. yüzyılda Latinceye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma'nın Galen'i de. Er Razi'de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa'sının en meşhur tıp fakütteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversitelerinin temel kitabı Kadın oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina. 700 yıl Avrupa'nın tıp hocası oldu. Attı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi'nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina'nın Kadn'u yer almıştır. Bugün hala Paris Üniversitesi'nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Müslüman doktorun duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Raziye aittir.

İbn’i Sina; Edebiyat, Felsefe, Mantık, matematik, Fizik, Kimya,Astronomi, Arkeoloji ilimlerinde devrinin en önemli çalışmalarını yapan alimdir ama esas ve en büyük uzmanlık alanı tıptır. Tıpta, onun dönemine kadar hiç bilinmeyen:
◦- Kanın gıdayı taşıyan bir sıvı olduğunu’nu
◦- Şeker hastalığında idrardaki şekerin varlığını
◦- Kızıl hastalığını
◦- Birçok hastalığa gözle görünmeyen mikropların sebep olduğunu, ilk defa mikrobun varlığını
◦- Suyun filtre ile mikroplardan temizlenmesi gerektiğini
◦- O zamana kadar bilinmeyen kemiklerin ve sert dokuların da iltihaplanabileceğini
◦- Şarbon hastalığını
◦- Genetik yolla hastalıkların geçebileceğini
◦- Karaciğer hastalıkları ve Sarılık(Hepatit)’ıkeşfetti.
◦Ameliyatlarda ilk defa uyuşturucu ilaçlar kullandı.

 

güzel bilgiler var

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 8 ay sonra...
Misafir cesur mümin

kardeşim bunların amacı şüphe uyandırmak algı opeasyonu. islam ı seçenin ilk sözü nedir  şehadet ederim ki .... şehadet şahitliktir. yani inanmak için şahit olmak gerekir şahit olmak için deney tecrübe etmek gözlemlemek olmadan şahitlik olmayacağı için Allah a iman sadece duygusal değildir. ama hani görüp tutamıyoruz Allah ı . deney ortamına sokamıyoruz mikroskopla göremiyoruz deyip şirk küfürle geçiştirmek inkar için basit bir yoldur.d 

aslında tam tersi Allah ı mikroskopla da görürsün teleskopla da çıplak gözle de hatta göze ihtiyacın olmadan da şahitlik edersin. bunların aziz nesin kafası tavırları dawkins kafası bizim için ibrettir d d hamd yanlız Allah a . saygılar 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

27 - Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah'ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

(lokman suresi)

 

ayette de gördüğü üzere bir ayetin bir çok anlamı vardır. Kur' an-ı kerim öyle bir kitap ki bir ayetle bir çok şey ifade eder. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...
  • 2 ay sonra...
  • 5 ay sonra...

Kuran'ın bilime yol göstermesi mümkün değildir. Zira bilime yol gösteren tezlerin gözlemlenebilir, yanlışlanabilir olması gerekmektedir. "Siz bilemezsiniz" diyen(3/66) Kuran, bilime nasıl yol gösterecek?

 

Gözlemlenemeyip, yanlışlanamayan tezlerin geçerliliği de olmaz. O yüzden "Allah'ın yarattıkları" tezi geçerli değildir.

Su ayetleri carpitmayin Orda her seyi bilimezsiniz diyor
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.