Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bu Ders Kitapları Çocukları “Salaksı” Yapıyor…


irinçköl

Önerilen İletiler

Evet, artık ilkokuldaki çocuklarımız “salaksı” olmuş haldedir, bakar körlük yaşıyorlar.

 

İlkokulda çocuğu olan kiminle konuşsam benzer cevaplar alıyorum; çocuğum atlayarak okuyor, harf atlıyor, harf karıştırıyor, hece atlıyor, görmeden geçiyor, Türkçe okuyor ama okuduğunu anlamıyor, soruyu anlamadığı için matematik yapamıyor, doğru cümle kuramıyor, dün ile yarını karıştırıyor, uzak ile yakını karıştırıyor, okunaksız yazıyor, defter kullanmayı bilmiyor, büyük harf küçük harf karışık yazıyor, paragraf bilmiyor, anafikir çıkartamıyor, vb.

 

Bir eğitim düşünün, kendi çocuklarını salaklaştırıyor. Böyle bir eğitim ancak milli iradesini kaybetmiş sömürgelerde olur.

5.sınıfa gelmiş çocuğunuzu psikologa götürüyorsunuz, “Çocuk bazı şeyleri karıştırıyor, zekâ yaşı iki yıl geride, bu çocukta disleksi var, özel eğitime götürün” diyor. Çocuğunuz okulda salaklaştırıldı, bu kitaplar çöple dolu, bunları kullanmayın, eskinin ders kitaplarını kullanın, demiyor.

Eğitim kavramlarıyla öylesine oynandı ki artık eğitimcilerin bile kafası karışıyor, veliler ne yapsın?  Örneğin, “disleksi” sözcük olarak bilimsel bir terim olduğu halde ona ikinci bir anlam yüklendi.

 

1.Disleksi: Anlambilime uymayan, leksikolojiye aykırı, anlam dışı, bilim-dışı.

 

2.Disleksi: Salak gibi, salaksı. Algıda azlık sorunu yaşayan.

 

Aileler çocuğunda salaksı belirtisi görmeye başladığında çocuğunun gizli bir rahatsızlığı var diye düşünüp onu böyle kabullenmeyi tercih ediyorlar. Bu duruma neyin sebep olabileceği evde hiç konuşulmuyor. Asıl tehlike de burada başlıyor, sorumlusunu aramıyor. Devlet eliyle çocuklarının bu hale getirilebileceği hiç akıllarına gelmiyor. Çünkü;

 

a-Türk toplumunun töresinde çocuklarını devlet eliyle koruma kültürü vardır.

 

b- Devlet babadır. Çocuğunu korumayan nasıl baba olur, bunu aklı almaz.

 

Konuştuğum veliler, “Disleksi yapıyorsa neden bu kitapları basıyorlar ki?” diye safça soruyor. Bunun nedeni devletten çocuğuna zarar gelebileceğine dair herhangi bir şüphesinin bulunmaması. Okula güven vardır. Okul, devlet babanın güvenli kollarıdır. Oysa o güvendiğimiz dağlara çoktan kar yağdı, okullara disleksi virüsü sokuldu, “ne kaa hasta o kaa para” sitemine geçildi.

Yanı sıra, her yıl toplanıp hurdaya gönderilen ve yeniden basılan bu bilim-dışı kitaplar üzerinden muazzam para kazananlar vardır. Asıl parayı SPAN Amerikan Eğitim Şirketi kazanmaktadır, çünkü 24 Haziran 2004’de Ankara’da yayınevleriyle yaptıkları toplantıda “Knov How” merkezinin kendileri olduğunu ilan etmişlerdi.

MEB yetkilileri eğitimin yükünü aileye devredeceklerini söyleyip duruyor. Ama benim insanım bunun ne anlama geldiğini bilemiyor. Çocuğu 4 yıl boyunca salaklaştırdıktan sonra bakanlık topu veliye atıyor. Diyor ki, “Al çocuğunu, bundan sonra paran varsa özel ders aldır, istersen özel okula ver, istersen internetten çalıştır, sınavla üst sınıflara geçir, bundan sonra sınav şirketleri kazansın”, vb. İşte eğitim piyasası bu!

Eskiden çocuğu okula verirken “eti senin kemiği benim” derlerdi. Bunda bile devlete güven vardı, “adam et çocuğumu” demekti. Şimdi devlet çocuğu alıyor, dört yıl sonra “akli dengesi” sakatlanmış olarak çocuğu ailesine geri veriyor.

Bütün bunlar halkın iradesi dışında oluyor, milli devletimize ne oldu?

***

İşin perde arkası

 

Bu işin arkasında SPAN Eğitim Şirketi adıyla bir tane Amerikan eğitim şirketi var. Ders materyalleri hazırlama tekelidir. Piyasacı müfredatlar dünyaya buradan yayılır. Kitaplar, kitapların içindeki görseller, çizimler, tabletler, vs her bir malzeme psikolojik harp silahı olarak orada üretilir. Şirketin sayısız ajan profesörü vardır. Bu şirket GATS (Hizmetlerin sektöre devredilmesi sözleşmesi) uyarınca 1995 yılında Tansu Çiller tarafından Ankara’ya getirildi,

 

YÖK Dünya Bankası Dairesine yerleştirildi. Kamucu Türk eğitiminden piyasacı Amerikan eğitim modeline geçiş için on yıl hazırlık yapıldı. Şirketin Teo Savelkous, Marjan Vernooy, Johan Gademan, Paul Vermoulen adındaki danışmanları Ankara’da MEB ile birlikte çalıştı. Amerika’da vakfiye kürsülerinde doktora yapmış Gazi Eğitim Fakültesi öğretim üyeleriyle birlikte çalıştılar. TTK Başkanı Ziya Selçuk bunlardan biridir. Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma kitabımda bunları belgeleriyle anlattım. Şimdi Eğitim Fakültelerini de bu ekip kapatıyor, öğretmenlik piyasa kurslarına iniyor.

SPAN Danışmanları piyasaya geçiş hazırlıklarını tamamladıktan sonra,  YÖK Dünya Bankası Dairesinde çalışmayı bırakıp 2006’da Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) yasasını çıkarttılar ve 10 yabancı uzmanıyla buraya yerleşti, sonra da Eğitim Bilişim Ağında (www.eba.gov.tr) gördüğümüz bilim-dışı ders kitaplarını Yenilik ve Teknoloji Müdürlüğü binasında TÜBİTAK’la birlikte servis etmeye başladılar. Mevcut sosyal Anayasamıza aykırı olarak çalıştıkları halde, 2006’da kapalı oturumda geçirdikleri 5544 sayılı yasayla koruma altındadırlar. 

 

Yani, piyasacı parçalı Amerikan eğitim sistemine geçirildik, onun için çocuklarımız salaksı oluyor. 

 

Hatırlayalım, ABD emperyalist kapitalist ülke olarak şirketler devletidir, devlet, şirketlerin daha fazla kazanması için yolu açar, buna da demokrasi derler. Biz ise kamucu-halkçı toplumsal temellerde kurulmuş bir devletiz, bireyci değil, sosyal ve paylaşımcı töremiz vardır, anayasamızda da bu yazar, değiştirilmesi için bu kadar yırtınmaları bu nedenledir.

 

Hatta BOP’un eğitim ayağını tanımlarken, “eğitimi daha ileri safhalara taşımak içindir” ifadesini kullanırlar. Her yol onlara mubahtır;  onun için kamucu eğitim programlarını lağvedecek yöneticiler iş başına getirildi ve milli eğitimin amacı “küresel ekonominin ihtiyacı olan eğitim programlarını uygulamak” şeklinde değiştirildi. Bakan H.Çelik NTV ekranından “Desantralizasyona geçiyoruz” dedi(2006) ve kimse ona bunu sormadı. Yine “disleksi” gibi halktan saklanan bir şey vardı, açıktan “Eğitimi piyasaya atarak merkezi dağıtıyoruz” diyemezdi. Çünkü, Türk töresinde çocuğu korumayan yönetici bir daha başa getirilmez.

 

Halktan gizlemek için kullandıkları terimlerden biri de Multiple İntelligence dedikleri “Parçalanmış zekâ” kuramıdır. Ziya Selçuk ekibi, bunu Türkçe’ye “Çoklu zekâ” diye çevirip yaldızlayıp sattı, buna atıf yapmayanların tezleri onaylanmadı. Amerikan yöntemidir, şirket profesörlerinin böyle bilim-dışı kuramları iyi bir şeymiş gibi algılatmak görevleri vardır.

Bir örnek daha verelim; Konstraktif Yaklaşım. Bilgiyi parça başına piyasadan toplamak sistemidir, okuldan diplomayı kaldırmak gerektirir, kalkmıştır. Müfredatların parçalanması ve seçmeli ders sayısının artması, sonra da piyasaya atılması demektir. Adına ilkin “Oluşumcu” dediler, şimdilerde “Yapılandırmacı” diyorlar. Parçacı sistemin temel felsefesi olan “dağıtmak” ediminin üzerini “yapmak” fiiliyle örtüp olumlu imaja çeviriyor!.. Algı yanıltma tuzağını gördünüz.

 

Amaç veliye para harcatmak olunca…

 

Dünyada “eğitim piyasası” diye yeni bir rant alanı açılırken, algı yanıltma tuzaklarıyla aileleri piyasacı sisteme hazırlamanın yolları bulundu. Çünkü parayı onlar verecekti, daha iyi bir şey olduğuna inandırılmalıydı.

Örneğin, ailenin çocuğu için daha uzun süre para harcamasına çözüm düşündüler, diplomaları kaldırıp yaşam boyu sertifikalı kurslar açılmalıydı, adına “yaşam boyu öğrenme” dediler.

Ders kitaplarının içindeki bilginin azalması gerekiyordu, “az olan iyidir” dediler. Örneğin, 1972 Matematik İlkokul 5.sınıfın son konusu, bugün Lise 2.sınıf son ünitede veriliyor.

Kitapların içini bozuk resimlerle şişirmek gerekiyordu; “görsel öğrenme” dediler.

Çocuk sosyal varlıktır pedagojisini unutturmak, çocuğu yalnızlaştırmak gerekiyordu; “öğrenci merkezli eğitim” dediler, “çocuk bireydir” dediler.  

Sınıfta öğretmenliği kaldırmak gerekiyordu; “video kameralı internetten öğrenme” dediler, “koçluk” dediler, “mentörlük” dediler.

Çocuğu internetin başına oturtmak gerekiyordu; “Öğrenmeyi öğreniyorum” dediler.

Ve sonunda;

Çocuğa öğrenme güçlüğü yaşatmak gerekiyordu, ona da “disleksi” dediler.

Ailelerin en zor fark edeceği budur. Biricik çocuğuna konduramadığı sıfat budur. Pırıl pırıl zekâsı olan bir çocuk üçüncü sınıfa geldiğinde yazısı okunamamakta, okurken harf atlamakta, hala b-d harflerini, 4-7 rakamlarını karıştırmaktadır.

Artık “kral çıplak” diye haykırmanın zamanı gelmiştir.  

 

Eğitim rant kapısı olursa…

 

Maksat daha fazla kâr olunca, SPAN Şirketi, psikologlarla, nörologlarla, pedagoglarla ve hatta fizik bilimcilerle çalıştı. İnsan beyni zihinsel faaliyet sırasında kullandığı enerjiden mahrum bırakılırsa bunun sonuçları nasıl görülür, bunu bile araştırdılar. Kimi kuantumcular “Evrende her şey tekildir” diyerek parçalamayı sınırsız hale getirdiler, parçalar bir daha buluşamayacak kadar üniteleri parçaladılar, sıralamayı karıştırdılar, şempanzenin önüne bozuk pazıl koyarak sonucun delilik olarak görüldüğünü bile test ettiler, vb.

 

Renkleri silah gibi kullanarak dalga boyu düşük renkleri kitaplara boca ettiler, çocuğa azcık bir bilgi için çok fazla enerji harcattılar. Beynimizin bilgiyi dosyalayarak kaydetme özelliğini, gözümüzün aynı düzlemdeki objeleri kümeleyerek görme özelliğini bozacak şekilde kiç-estetik yazı ve görselleri kitaplara doldurdular. 2005’den beri ücretsiz dağıtılan kitaplara bakan herkes bunları görebilir.  

 

Sonuçlarını 2013’de açıkça görmeye başladık. Aileler çocuklarında gördüğü bu sonuçlara isim koymakta zorlanıyorlar, çünkü bildikleri şey değildi. Kimisi şaşkınlık içinde rehberlik servislerine, psikologa gidiyor, çocuğun algılama sorunu belirtiliyor, “disleksi” tanısıyla karşılaşıyorlar. Veli anlamıyor. Şimdi adını koyalım, veli anlasın. Buna salaklık denir, adına “salaksı” diyelim.  

 

Bir şeye herkesin anlayacağı bir ad koymadığımız zaman, o şey halktan saklanıyor demektir. Fizikbilim sempozyumundan örnek vereceğim:

2007’de izleyici olarak katıldığım Karaburun Fizik Sempozyumda “Spin camları altında bunalım ve kaos” adlı görseli bol bir sunum vardı. Prof.Nihat Berker’in makalesiydi. Yansıda resimlerle göstererek anlatmıştı.

 

Makalenin adından hiç bir şey anlaşılmıyordu. Bu cümle içinde “spin” nedir diye sonradan araştırdım, sonunda insan aklının çalışırken oluşan ışıklı bağcıklarını ifade için kullanıldığını anladım. Ancak bunun “cam” ile bir bağı yoktu, anlaşılan bu bir şaşırtmaçtı. Cümle burada zaten bozuluyor, zihinsel bunalım ve kaos cümlenin kendisinde başlıyor.            

 

Disleksi de böyledir. Kelime, anlamdışı olmayı ifade ediyorken bir hastalık tanısı gibi kullanılıyor, yani kaos daha burada başlıyor. Bu bir dilbilim terimi iken, neden çocuğun algı sistemindeki bir bozukluğa ad olsun ki! Bu da, bilinen bir kavramı farklı düzleme taşımak ve bu yolla aklı karıştırmaktır. Yani, bilinen bir kavrama farklı anlam yükleyerek algıda kaos yaratılıyor.

 

Dönelim Nihat Berker’in sempozyumdaki sunumuna. Yansı üzerinden bir takım görsellerle anlatıyordu. Ben müzikçiyim, eğitimciyim. Aslında buraya “evrende tekillik vardır” diyen bir konuşmacıyla kapışmaya gelmiştim. Bence “parçacı zekâcı”larla birlikte çalışanları var; çocuk bireydir, talep varsa ders var diyorlar; eğitimde birliği ve ortak müfredatı çocuk başına ayrı müfredata kadar parçalıyorlar. Eğitimci olmadıkları halde eğitimi paramparça edenlere teorik malzeme üretiyorlar, buna kızıyordum. Orada rastladığım “Spin camları altında bunalım ve kaos” makalesi fazlasıyla ilgimi çekti.

Prof.Berker, ABD’de MIT(em-ay-ti)’de 20 yıl öğretmen 10 yıl dekan olmuş, emekli olup gelmiş, Koç Üniversitesinde çalışıyordu. Daha sonra Sabancı’ya rektör olacaktı.

 

Yansıda gösterdiği şekillerde göz yanılmalarından söz ediyordu. Bir resim şu noktadan bakarken şöyle algılanır, bu noktadan böyle algılanır, pembe noktalar insanı şöyle şaşırtır, vs. Püf noktalarını anlatmadığını tahmin edebiliyordum; işin sırrını saklamak bu dönemde ortak özellik olmuş. Gösterdiği bazı resimleri eğitim dergilerinde görmüştüm. Sıra sorulara geldiğinde parmak kaldırdım:

 

“Nihat Bey, siz fizikçisiniz, bulgularınızı diğer alanlara servis edersiniz. Örneğin, ben müzikçiyim, siz LA sesi 440 frekanstır dersiniz, ben o bilgiyle keman teli yaparım. Şimdi sunduğunuz bu makalenizi hangi alanlara servis ettiniz ve bununla ne üretildi?”

 

Cevabını yazıyorum, lütfen dikkatle okuyun:

 

“Fransa’da bir grup fizik bilimci benim bu kuramımla sanal bir şirket kurdular ve şu anda borsada en yüksek puanı topluyorlar.”

Salonda tuhaf bir sessizlik oldu, başka soru gelmedi. Birçok genç fizikçi dışarı çıktığımızda etrafımı aldı; böyle bir soruyu biz ona soramazdık, dediler. Ortada ürün yok, fabrika yok, işçi yok, sermaye yok, vergi yok, hiçbir şey yok, ama insanlar bu sanal şirkete para yatırıyor! İşte, kapitalizm buraya geldi, kuyruğunu yiyen yılan gibi kendini de bitirecek, “hiç” üretiyor ve “hiç”i satıyor. TÜBİTAK’ın en itibarlı bilim adamları eliyle bunlar oluyor.

 

2007’de kullanılan 2.sınıf Matematik kitabında gördüğüm “Gökkuşağının üzerinden uçakla geçerken aşağıya baktığımızda görünen şekil çember biçimindedir” cümlesini hangi akıl oraya yazdı, ipuçlarını o sempozyumda gördüm. Anlamsız kelimeleri yan yana koyarak çocuktan bu cümleyi anlamasını bekliyoruz!

Ve artık ders kitapları kiç-estetik(çöp) dolu, bunu fark ettim, davalar açmaya karar verdim. Çocuklarımızın beyinleri hiçlerle şişirilerek salaklaştırılıyorlar, beş tanesine iptal davası açtım.

 

Bir küçük örnek daha:

2012’de Ankara okullarında bedava dağıtılan 1.sınıfın Türkçe Okuma kitabında “İçimden yazmak gelmiyor” diye bir yazı cümlesi var. Negatif yüklü bir cümledir, eğitsel hiçbir değeri yoktur. Benzetirsek, elinizde bardakla çay içiyorsunuz ve bu sırada “Çay içmek içimden gelmiyor” diyorsunuz; bu bir dengesizliktir, duruma uygun konuşmamaktır, özü-sözü bir olmamaktır.

Çocuk, bunu yazmak zorunda ve yazarken “yazmayı istemiyorum” diyor; çocuğa yaşatılan bu ikilem bunalım yaratır. Kendine ters düşmek algılanabilir değildir.

 

Eğer çocuk gerçekten bunu kendisi olarak yazıyorsa, bu çok salakça olurdu! Ama bu salaklığı ona biz kendi ellerimizle yaşatıyorsak, ya da bilmeden buna ortak oluyorsak bu aymazlığımıza ne demeli?

Çocuklarımızı salak yapmak affedilecek şey değildir!

 

Özetle;

Bu kitapların içerisinde çocuğu akıldan mahrum edecek kötülükler var. Bunlar çocuğun önüne konulacak kitap değildir, bunlar yakılacak kitaptır. Aksi halde sonuçlarını “salaksı” nesiller olarak göreceğiz.

Sonra, her sokakta açılmaya başlayan özel eğitim kurumlarına bakıp neden bu kadar çoğaldılar diye merak ediyoruz.

Çocuklarımızı SALAKSI (DİSLEKSİ) yapan bu ders kitaplarına davalar açmak ve 1970’lerin ders kitaplarını yeniden kullanmak daha akıllıca ve hatta daha ekonomik olmaz mı?

 

Mahiye MORGÜL

20 Ağustos 2013

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.