Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bazı hayvanları İnsan evcilleştirdi, peki o zaman İnsan nasıl evcilleşti?


musttafa

Önerilen İletiler

Insanoğlu, hayvanları neolitik çağ'dan beri evcilleştiriyor...


Mağaradan yuvaya, insanoğlu tam 12 bin yıldır hayvan dostlarıyla birlikte yaşıyor. Bu uzun süreç hayvanların büyük bir çoğunluğunu kendi ihtiyaçlarına uygun olarak dönüşüme uğrattı. Kurtlar, bize en sadık yara tıklar olan köpeklere, yabani koyun olarak tanımlanan "muflon"lar ise bizi eti ve sütüyle besleyen koyunlara dönüştüler...

Evcil hayvanlar olmadan

Bir an düşünün... Sütümü­zü, yumurtamızı, tereyağı­mızı, peynirimizi, etimizi, ayakkabılarımız için deri­leri, yastık ve yorganlarımız için tüy­lerini veren evcil hayvanlardan yok­sun bir dünyada yaşasaydık, halimiz ne olurdu? Kabus gibi bir rüya değil mi?

Evcil hayvanlar olmadan, bugün belki de en basit ihtiyaçlarımızı bile karşılamamız mümkün değil... Oysa, evcilleştirme öyküsünün başladığı günlerde, insanoğlunun bu yaratıkla­ra beslenme, örtünme gibi basit ge­reksinmelerle yaklaşmadığını görü­yoruz. Kimbilir, belki de ilk insan, sanıldığından çok daha fazla akıllı ve ekonomi bilgisi sahibiydi...

İlk evcilleştirilmiş hayvanlar 12 bin yıl önce Ortadoğu'da görülüyor

Evcilleştirmenin ilk adımları, bun­dan tam 12 bin yıl önce, Neolitik Çağ'da görülüyor. İlk evcilleştirilmiş hayvanlara Ortadoğu'da, özellikle Suriye ve Filistin'de rastlanıyor, in­san göçleriyle birlikte Avrupa ve As­ya'ya yayılıyor. Ancak şaşırtıcı olan, insanoğlunun böyle bir çabaya gir­mesinin nedeninin, beslenmeyle uzaktan yakından alakası olmaması... Gerçekten de, Neolitik Çağ'ın insan­ları, bugün bile yakalayamadığımız, müthiş bir bolluk içinde yaşıyorlardı. Avcılık, onlara ihtiyaçlarının çok üs­tünde et sağlıyordu. Ayrıca, doğa bu­günkü kadar kirlenmiş ve tahrip edil­miş değildi; bu nedenle sebze, mey­va ve ot konusunda da en küçük bir problemleri yoktu.

Peki ama, madem kıtlık diye bir problem tanımıyorlardı, neden bü­yük bir çabaya girişerek bazı hay­vanları evcilleştirmeyi denediler?

Kimileri bu noktada "örtünme ge­reğini giderme" konusunu gündeme getiriyor. Ancak bilimsel veriler bu­nu da doğrulamıyor. Bir kere, av hayvanları onlara örtünebilecekleri kadar deriyi sağlıyordu. Ayrıca, yü­nü kullanmasını bilmiyorlardı. Zaten bilmeleri de olanaksızdı; çünkü o dö­nemde yaşayan vahşi koyunların yünleri yoktu.

Bu durumda son olasılık olarak, insanoğlunun yer değiştirirken ula­şım amacıyla bazı hayvanları evcil­leştirdiği iddiası kalıyor. Bu da pek inandırıcı değil... İnsanoğlunun ula­şım nedeniyle eşeği, atı ve deveyi evcilleştirmeye başladığı tarih yakla­şık M.Ö. 3000 yılları... Oysa evcil­leştirmenin başlangıcı ise M.Ö. 12.000 yıllarına kadar uzanıyor. Kı­sacası insan, 9.000 yıl boyunca baş­ka nedenlerle havyanları evcilleştir­meyi sürdürmüş...

Etnologlara göre, evcilleştirme şöyle bir evrim izliyor:

M.Ö. 12.000 yılında insan, ilk olarak köpeği,

M.Ö. 7000 yıllarında domuzu ve ke­çiyi,

M.Ö. 6300-6500 yıllarında inek ve koyunu,

M.Ö. 3500 yıllarında ke­diyi ve

M.Ö. 3000 yıllarında da at, eşek ve deveyi evcilleştiriyor.

Bugüne kadar evcilleştirmeyle il­gili üç teori ortaya atılmış bulunuyor
 

Tarımsal faaliyet

Birinci teoriye göre, hayvanların ev­cilleştirilmesi, tarımsal faaliyetten hemen sonra başlıyor. Fransız etno­loglar, genel olarak bu teoriyi savu­nuyorlar. Tarlalardaki ürün, bazı hayvanların dikkatini ve iştahını ka­bartıyor ve tarlalardaki ürüne saldırmaya başlıyorlar. İşte bu noktada, iki ihtiyaç birden ortaya çıkıyor: Birin­cisi, tarımsal artığın tüketilmesi ve tarlalardaki artıkların temizlenmesi... İnsanoğlu bu ihtiyaca cevap vermek için köpek ve domuzu evcilleştirme­ye başlıyor. İkinci ihtiyaç ise, tarla­lardaki ürünün "hırsız hayvanlardan" (manda,inek gibi) korunması... İnsa­noğlu bu hayvanları sağ yakalayıp evcilleştirmeyi, tarlaların çevresine çitler örmekten daha ekonomik bulu­yor.
 

Batıl bazı inançlardan ve pratiklikten

Alman ekolünün savunduğu ikinci teoriye göre ise, hayvanların evcil­leştirilmesi tamamıyla "batıl bazı inançlardan ve pratiklikten" kaynak­lanıyor. Şöyle ki; ilk vahşi inekler, süt vermedikleri halde boynuzları hi­lal biçimindeki ayı anımsattığı için evcilleştirilmişlerdi. Yine atalarımız, vahşi kümes hayvanlarının yumurta­sından yararlanmıyordu. Ama onla­rın kendilerini sabahları bir saat gibi uyandırdıklarını da görmüşlerdi.
 

Sosyal statü
 

Bir grup etnolog ise, hayvanların evcilleştirilmesini "sosyal statü" ola­yıyla açıklıyor: "Hayvanlar evcilleş­tiriliyordu; çünkü, fazla hayvan sayı­sı kişinin zenginliğini simgeliyordu" diyorlar. Nitekim bu etnologlar, ev­cilleştirilen ve etlerinden yararlanılan hayvanların ancak çok yaşlandıkla­rında öldürüldüklerini ileri sürüyor­lar ve Kenya'da yaşayan Massai kabilesini örnek gösteriyorlar. Bu kabi­ledeki tek zenginlik kaynağı, insanla­rın sahip oldukları hayvan sayısı... Bunun için de, hayvanlarını kesinlik­le öldürmüyorlar, hatta onların sağlık durumuyla çok yakından ilgileniyorlar. Hayvanın bir tek, arada sırada kanını alıyorlar ve bunu sütle karıştı­rıp içiyorlar. Hayvanın zenginlik ve güç simgesi olarak görülmesi, sadece çok eski toplumlara özgü bir olay de­ğil. Ortaçağ Fransa'sında, bir kentin bayrağındaki "beyaz dana" simgesi­ne özenen bir başka Fransız kenti "siyah at" nesli üretmek için seferber oluyor. Bir başka ilginç örnek de, hayvanlarla ilgili kitap basımına baş­landığında, tüm Avrupa'da önce etin­den yararlandığımız hayvanların de­ğil, "safkan" bazı türlere ilişkin jene­olojik kitapların basılması... Bu da, insanın hayvanları evcilleştirirken, onun zenginlik ve statü simgeleyen özelliklerini dikkate aldığının bir göstergesi... Ancak, her üç teorinin de ortak bir noktası var: Neolitik Çağ'ın insanı, karşılaştığı hayvanları artık sadece avlayıp yemeyi düşün­müyor, onunla başka ilişkilere girme arzusu duyuyordu.

Şu ana kadar, atalarımızın hangi gerekçelerle evcilleştirme ihtiyacı duyduğunu gördük. Peki ama bu işi nasıl başardılar? İlk evcilleştirilen hayvan olan kurtun öyküsüne bir göz atalım...

Kurtlar avcıları takip edip bıraktıkları artıkları yiyorlardı

Fransız etnolog Achilles Gautier'e göre, vahşi kurtlar avcı gruplarını iz­liyordu ve onların geride bıraktıkları artıkları yiyorlardı. Zamanla birlikte avlanmaya ve birbirlerine daha ya­kınlaşmaya başladılar. Bu arada, bul­dukları terkedilmiş kurt yavrularını oturdukları mağaralara taşıdılar. Bu yavruları emzirerek evcilleştirme ve köpeğe dönüştürme yolunda ilk adımları attılar. Domuzların ataları olan yaban domuzlarının da emzirme yoluyla evcilleştirildikleri tahmin ediliyor. Uzun yıllar Yeni Gine'de görev yapan etnolog Raymond Pujol, bu adada bugün bile bazı domuz yavrularının kızılderiler tarafından emzirildiklerini ileri sürüyor.

Ancak emzirme, evcilleştirmenin ilk aşaması, tamamı değil... Çünkü bu hayvanların "beslenmesi" diye bir kavram henüz gelişmiş değil. Nite­kim, emzirme yoluyla sahibine alı­şan hayvanlar giderek insanların ya­şadığı mekanların yanıbaşında avlan­maya başlıyorlar. Sürü kavramının ise, vahşi hayvanların davranış bi­çimlerinin gözlenmesinden doğduğu tahmin ediliyor. Onların toplu halde hareket ettiklerini ve bir lideri izle­diklerini gören insanlar, evcilleştir­dikleri hayvanları sürü haline dönüş­türmeyi düşünüyorlar.

Ancak, atalarımızın bu genel çiz­giler dışında, son kertede her hayvan için özel bir evcilleştirme programı uyguladıkları söylenebilir. Nitekim Eskimolar, Ren geyiğini evcilleştir­mek için bu hayvanın üstüne işerler­di. Mineral tuzlar açısından çok zen­gin olan insan idrarını yalamaktan büyük bir haz duyan Ren geyiği, bir süre sonra insanların yanından ayrıl­maz olmuştu.

Evcilleştirmek için mümkün olduğunca az hareketli hayvanları tercih ettiler...

Atalarımıza göre, "evcilleştirile­cek ideal bir hayvan portresi" söz ko­nusu muydu? İnsanoğlunun genel olarak meraklı, canlılardan korkma­yan, doğal konumundayken de grup halinde yaşamayı tercih eden hay­vanlara karşı yakınlık duyduğunu görüyoruz. Bildiğimiz bir başka nok­ta da, evcilleştirmek için mümkün olduğunca az hareketli hayvanları tercih etmeleri... Bunun nedeni, yük­sek çitlerin pahalıya mal olması... Bu nedenle atalarımız, yalnız yaşamayı ve bölgesinden ayrılmamayı seven karaca ve geyiği hiçbir zaman evcil­leştirmeyi düşünmediler. Birkaç kez geyik konusunda girişimlerde bulun­dularsa da, esarette stresten öldüğünü görünce onu yeni­den ormanına gönderdi­ler.

Vahşi hay­vanların çoğu yo­k olma tehlikesiyle karşı karşıya...

Dün evcilleştirmek için atalarımı­zın büyük emekler verdiği hayvanları acaba bugün yete­rince koruyabiliyor muyuz? Vahşi hay­vanların çoğu yo­k olma tehlikesiyle karşı karşıya... Evcil hayvanlar cep­hesinde de işlerin çok iyi gittiği söy­lenemez.

Örneğin, horoz döğüşü nedeniyle "kümesin dayısı" horozu yakında belki sadece ders kitaplarında göre­ceğiz. Ancak, bu dostlarımızı tehdit eden en büyük tehlike, insan nüfu­sunun dengesiz artışı... 3000 yıl içinde, insan nüfusunun 2 milyon­dan 100 milyona çıktığı tahmin edi­liyor. İnsan nüfusundaki bu artış, beraberinde daha fazla ekili alan ve daha fazla toplu hayvan üretimini getirdi. Ekili alanların artışı nede­niyle hayvanların yaşam alanı azalmaya başladı. Ama asıl önemli­si, toplu hayvan üretiminin, insanın evcil hayvan ile olan dostluğunu gölgelemesi... Çiftliğinde 20 bin ta­vuk besleyen bir çiftçinin, tek tek bir evcil hayvana atalarımız gibi sevgiyle bakması mümkün mü?

Birlikte yaşamanın aşamaları

Vahşi doğada yaşayan hayvanlar, kendi yiyecek­lerini bulmak, kendilerini savunmak ve kendi kendine türünü devam ettirmek zorundadır. Evcil hayvanlar ise, insanın yardımı olmadan bütün bunla­rın üstesinden tek başlarına gelemezler. Ancak, ev­cilleştirme çok genel bir kavram... Aslında bu sürece üç aşamadan geçilerek varılıyor:

1. Hayvan yetiştiriciliği: Bu süreç, insan ile hayvan arasında birebir ilişkiyi gerektirmeyen bir aşama... İnsanoğlu, yakınlaştığı hayvanı sürüler halinde yetiş­tirmekle yetiniyor, bu sürünün içindeki hayvanlarla tek tek ilgilenmiyor.

2. Eğitim ve terbiye aşaması: Burada insanın tek tek bir hayvanla ilgilendiğini görüyoruz.

3. Evcilleştirme: Bu aşamada artık bir tek hayvan de­ğil, bir hayvan türü söz konusu... İnsanoğlu, birebir ya­kınlık kurduğu, deneyimleriyle bunu gerçekleştirdiği hayvanın türünü evcilleştirme çabasına giriyor. Bazı biyologlar, eğitim ile evcilleştirme süreçleri arasında bir farklılık olmadığını iddia ediyorlar. Evcilleştirmenin, mutlaka eğitimi gerektirdiğini ileri sürüyorlar. Bir baş­ka grup biyologa göre ise, bir hayvan eğitilebilir, yetişti­rilebilir, ancak evcilleştirilmesi mümkün olmayabilir. Bunun en tipik örneği ise, bazı vahşi hayvanların sirk­lerde gösteri yapacak kadar eğitilmesi, ama türlerinin vahşi niteliğini korumalarıdır...

Evcilleştirirken dönüştürdüklerimiz...

Evcil hayvanlar dejenerasyona uğ­ramış yaratıklar mı?

Hayvanları evcilleştirirken, insa­nın doğal ayıklanma sürecine müdahale ettiği bir gerçek... Yani insan, bir anlamda hayvan ile dış dünya arasında bir filtre görevi gö­rür. Hayvanı bir yuvaya yerleştire­rek, o türü iklimin ve diğer yırtıcı hayvanların kötülüklerinden korur. Yine, evcilleştirdiği hayvanın sağlı­ğıyla yakından ilgilenir, onu besler. Bu arada üretimini de kontrol altına alır. Ancak bütün bu müdahaleler, hayvanın genlerinin doğal gelişimi­ni sınırlandırır. İşte, bu noktadan hareket eden bazı doğa bilimciler, evcil hayvanları dejenerasyona uğ­ramış yaratıklar olarak nitelendiri­yorlar. Onlara göre, bu hayvanlar doğal bir çevrede kesinlikle varlık­larını sürdüremezler.

Evcilleştirme ile birlikte, hayva­nın anatomisinde ve davranışların­da önemli değişiklikler ortaya çı­kar

Örneğin, sığırın vahşi ataları iki metre boyundaydılar. Oysa 2000 yıl sonra evcilleştirilmeye başlan­dıklarında sığırlar 1 metre 20 san­tim'e düştüler. Bugün ise, sığırın boyu ortalama 90 santim... Evcilleş­tirmenin hayvanları şişmanlattığı da görülüyor. Bunun nedeni, tem­bellikten kaynaklanan yağ biriki­mi... Bugün 19 kilo ağırlığa ulaşan erkek hindilerin, dişilerini dölleme­leri olanaksız hale gelmiş bulunu­yor.

Evcilleştirme hayvanların bey­nini de etkiliyor

Bugün evcil hay­vanların beyni, vahşi atalarınınkin­den yaklaşık yüzde 20 daha hafif... Rus biolog Beljaev, gümüş tüylere sahip tilkilerin, 14 kuşak sonunda bir salon köpeği kadar uysallaştık­larını söylüyor. Bu hayvanların ku­lakları düşmüş, tüyleri arasında le­keler meydana gelmiş, çeneleri da­ralmış ve bacakları kısalmış.

Evcilleştirmenin bir sonucu da, hayvanların fazla uysal ve hareketsiz yaratıklara dönüşme­si...

Saldırganlıklarını yitiriyorlar, kulak ve kuyruklarını istedikleri gibi kullanamıyorlar. Oysa hayvanlar­da, yön tayini ve hareketlilik için kuyruğun çok büyük önemi olduğu biliniyor. Bu bağlamda, evcilleştir­me hayvanı önemli doğal savunma mekanizmalarından da yoksun bırakan bir süreç... Kısacası, hay­vanları evcilleştirirken, insan onların doğal evrimini de yönlen­diriyor. Daha doğmadan milyonlar­ca hayvan "Büyük birader" insanın kontrolüne giriyor.

Ormanları sıcak bir yuva için terketti

Köpek, özünde bir kurttur... En evcil köpek türü olan Kanişler bile, zaman zaman vahşi atalarını anımsatan davranışlar gösterebilirler. Köpek insanın ilk evcilleştirdiği hayvanlardan biridir. Bazı biyologlar köpeğin evcilleştirilmesini 10.000, diğerleri ise 13.000 yıl öncesine kadar götü­rüyorlar. Üstelik köpek, farklı farklı yerlerde, aynı anda evcilleştiriliyor. Avru­pa'da Avrupa kurdu, Asya'na Hint ve Çin kurdu insan tarafından köpeğe dö­nüştürülüyor.

Köpek ile atası kurt arasındaki temel farklılıklar ise şunlar:

Beyin farkı: Köpeğin beyni, kurt beynine oranla yüzde 34 daha hafiftir. Kö­pekte, insanoğlu onu avlanırken yanında taşıdığı için zamanla koku duyusu gelişirken, işitme duyusu gerilemiştir. Oysa vahşi niteliğini sürekli koruyan kurtlar çok gelişmiş bir işitme duyusuna sahiptir. Nitekim, diğer hayvanlardan kendisini bu duyusunun uyarılarıyla korur.

Morfoloji farkı: Bugün dünyada yaklaşık 230 köpek türü bulunuyor. Bütün bu türleri, morfolojik düzeyde kurttan kesinlikle ayıran noktalar şunlardır: Da­ha küçük kesici dişler, daha yay biçiminde geriye kaykılmış ayaklar ve kurtun öne doğru uzayan kafa yapısı yerine daha yuvarlak bir kafa yapısı...

Davranış farkı: En önemli fark, köpeğin havlamasıdır. Atası kurtlar ise ulurlar. Havlama, köpeğe tehlike anında kendilerini uyarması için insanlar ta­rafından öğretilmiştir. Kurtlar genel olarak sürü halinde yaşarlar ve aile kavramı çok gelişmiştir. Oysa köpek, sadece sahibiyle yetinebilmektedir.

Dün deri veriyordu, bugün yün

Avrupalılar koyunu evcilleştirmeyi, çok korktukları komşuları Türk­ler'den öğrendiler. Bugün yeryüzünde bir milyar koyun yaşıyor ve bu koyunlardan yılda 4 milyar kilo yün elde ediliyor. Bir Merinos ko­yunu, yılda yaklaşık 8 bin kilometre yün üretiyor. İnsanoğlu, koyunu böylesine bir yün fabrikasına dönüştürmek için tam 8000 yıl en tüylü olan atalarını evcilleştirmeye çalıştı ve tüysüz örneklerini de resmen katletti. Örneğin, yün yerine derisinden yararlandığı vahşi koyunun türü, bugün hemen hemen tükenmiş durumda. İşte, kısa tüylü atasıy­la yünlü koyun arasındaki temel farklar:

Beyin farkı: Koyunun beyni, atası vahşi koyundan tam yüzde 20 oranında daha küçük... Ayrıca, nöron sayısı da atasına oranla çok da­ha az... Bu nedenle ağır ve oldukça tepkisiz bir hayvan...

Morfoloji farkı: Koyun, atasına oranla bugün çok daha küçük ve burun kısmı çok daha dar... Kuyrukta ise, tam tersine bir gelişme söz konusu; atasına oranla daha büyük ve daha tüylü bir kuyruk yapısına sahip... Dişlere gelince; evcil koyunun dişleri çok daha zayıf ve bu nedenle çok çabuk düşme eğilimi gösteriyor.
Davranış farkı: Evcilleştirmeyle birlikte koyun, yamaçlara tırman­ma yeteneğini büyük ölçüde yitirdi. Atasına oranla çok daha yavaş hareket ediyor. Bunun nedeni, insanlar tarafından korunma altına alındığı için, yırtıcı hayvan tehlikesinin büyük ölçüde ortadan kalkmış olması... Ayrıca, ürkeklik konusunda da zaman içinde büyük farklı­lıklar ortaya çıkmış bulunuyor... Vahşi koyun, kendisine 23 metreden fazla yaklaşılmasına izin vermez. Koyun ise aynı tepkiyi, ancak kendisine dört metre yaklaşılınca veriyor.

 

 

Kaynak: ezberim

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsanlar hayvanları evcilleştirirken eğitirken nasıl yöntemler kullanıyorlar;

 

Alıkoyma; hayvan doğal yaşam ortamından alınıp hapsediliyor, özgürlüğü elinden alınıyor, yani bir nevi ayakları kesiliyor.

 

Gözlerini bağlama; etrafını görmesi engelleniyor, yani bir nevi gözleri kör ediliyor. İnsan hayvanın ne göreceğini de belirleyerek, hayvanın görme yetisini kısıtlayarak kendine bağlıyor.

 

Aç bırakma; ağzını bağlama, zoraki oruç tutturuluyor, iftar ve sahur vakitlerini insan kendi eliyle belirleyerek hayvanı insan kendine bağlıyor, hayvanın midesinin kontrolü insana geçiyor.

 

Kulak kontrolü; İtaat aşaması, artık hayvan sahibinin sesine odaklanıyor veya sahibinin duyurduğuna odaklanıyor. 

 

 

Kabataslak özetlersek;

 

Fiziki kısıtlama, hareket kontrolü

Işık kontrolü

Ses kontrolü

Mide kontrolü

 

 

Hayvanların duyu organları, dış dünyayı algılama organları kısıtlanarak, kontrol edilerek evcilleştirilip, uysal hale getiriliyor.

 

Bu evcilleştirme süreci sonunda insanlık, hayvanların etinden, sütünden, tüyünden, kılından, derisinden, gücünden her şekilde istifade ediyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Din insanlarda nasıl bir kontrol mekanizması geliştirerek vahşi doğa insanını, uysal hale getirdi, dönüştürdü.

Tam tersini dusunmussunuz. Aslinda, insanlar dinleri takip etmek istemis olsalardi, mesala, Islam dinini,  14 asir oncesi olan vahşiligi devam etmek zorunda kalirlardi. Bu yuzden,kendine Musluman diyenin cogu, Islam dinini takip etmezler. 4 kari almazlar. Koleleri yoktur. Diger kabilelere saldirip onlari katledip ve mallarini onlardan calmazlar. Gece gunduz Allaha dua etmezler. Medeni insan olarak oturup biribirleriyle "konusarak" fikirlerini tartisirlar, yobazlar gibi digerlerine saldirmazlar. Zorlamazlar. Vahsiler gibi insanlari binlerce sayida oldurmezler. Islam dininin ogrettigi tek sorumluluk, yalniz Allaha inanmak ve Allah adina savasmak. Baska bir sey yok. Diger insanlara sorumluluk yok. Din ve Medeniyet arasindaki onemli fark budur. "Muslumanlar" diger insanlara "sorumluluk"u Kurandan ogrenmez, ama medeniyetten ogrenir.  Kurandan egitim ogrenenler, 14 asir oncesi insanlik disi haraketleri sanunurlar ve bugun bile uygulamaya calisirlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@Suheyla

 

Çabuk karar vermeyin, ben Din dedim, sadece Müslümanlığı kastetmedim. İnsanlığı evcilleştirme süreci devam ediyor, daha islamiyeti anlayamadık, yanlış din algısı var, herşey biranda oluyor, süreç devam ediyor. Farklı yönlerden de bakmak lazım, sadece kötülemek sorunu çözmez, sorun çözücü analiz yapmalıyız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@Suheyla

 

Çabuk karar vermeyin, ben Din dedim, sadece Müslümanlığı kastetmedim. İnsanlığı evcilleştirme süreci devam ediyor, daha islamiyeti anlayamadık, yanlış din algısı var, herşey biranda oluyor, süreç devam ediyor. Farklı yönlerden de bakmak lazım, sadece kötülemek sorunu çözmez, sorun çözücü analiz yapmalıyız.

Anladik. Sen din dedin. Ben de dinden bahsettim. Ve "galiba" en cok bildigin bir dinden, yani Islam dininden. 1400 yil sonra bu dinin insanlara yaptiklarini tenkit etmek, "çabuk" karar vermek degildirde, aksine cok da geç olmusda diyebiliriz. Ortada olan gerçekleri dogru soylemekle, kötülemek olur derseniz. Olsun. Belkide oyledir diye bir ihtimal vermelisiniz. Bunu abstre dusunculerle çözmek isterseniz, felsefe bolumunde bu yorumu acmaniz lazimdi, din bolumunde degil.  Acik acik konusmak gerekir.  

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@Suheyla

 

Süheyla hanım, iki türlü din vardır.

  1. Karanlık din anlayışı
  2. Aydınlık din anlayışıı

İnsanlar dini anlayamadıkları zaman, algılayacak yeterli veriye sahip olamadıklarında,  elde bulunan verilere göre tecrübe ederler, bu yanlış algılarlarda insanları kötü durumlara sokar, cahillik yayılır, tabular oluşur, zihinler kilitlenir. Bu karanlık din algısı nedeniyle İnsanlık ölürse, vahşet, azgınlık ortaya çıkar. Ama yinede insanın fıtratı gereği elde dilen kazanımlarla bir ilerleme sağlanır. Yapılan bir çok yanlışlıklar, eğrilikler topluma zarar vermeye başlar, aklı başında olanlar anlar ki yanlış yoldayız, işte burada mücadele başlar,  bu savaş denilen cihad bir başkasına değil insanların kendi noksanlıklarına karşı, cahilliği ortadan kaldırmak için, aydınlanmak, insani değerleri ortaya çıkarmak için olmalıdır, istenen asıl budur. Ama insanlar cahil olduğu, aydınlanmadığı için bu kelamları yanlış algılarlar, yaşanlarda eğri olur. Bu dünyada herşey imtihan, mücadeledir.

 

Açıkcası geçmişe şöyle bir bakarsak; -30.000 , -20.000, -10.000, -1000, 0, 1000, 2000 bu zaman dilimleri içerisinde insanlığın ilerlediğini anlayabiliriz.

 

-30.000 yıl öne yamyam olanlar, günümüze geldiğinde birbirini yemiyor, din bayağı aşama kaydettirmiş.

 

Ben evcilleşme derken, dinin bu şekillerdeki etkileri üzerinde düşünmemiz gerekir demiştim. Şu an dini kazanımlar olmasa, insanları tutmasa sokağa çıkamazsınız emin olun.

 

Bugün adalet, hukuk, insan hakkı dediğimiz herşey dinin ürünüdür.

 

Güzel olanlrı yerken iyi, ama görülen  her kötülük dine dayandırılmaz, dinin yanlış anlaşıldığı, insanlarda ortaya çıkamadığı söylenebilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Güzel olanlrı yerken iyi, ama görülen  her kötülük dine dayandırılmaz, dinin yanlış anlaşıldığı, insanlarda ortaya çıkamadığı söylenebilir.

Tabii ki görülen  her kötülük dine dayandırılmaz. Kimse boyle bir sey demedi.

 

Sizin yanlis anladiginiz nokta budur. Eger din olmazsaydi, insanlar halan yam yam kalirlardi diye dusunmek. Bu inanilmaz derecede bir sacmalik. Cunku insanlarda, hayvanlarda goruldugu gibi, ama daha da fazla  sosyal icguduleri var. Solidarite ve birlik dolayisiyle biribirleriyle calisma, hayatta kalmak, sağ kalmak icin biribirlerine ihtiyaclari var.  Bu dogal hisleri hesaba almadan yaziyorsunuz. Bu dogal hislerden biride ölümden korkmak. Buna da din cevap vermeye calismistir.

 

Dinler, insanlarin anlamadiklari [nerden geldikleri ve nereye gidiyorlar, oldukten sonra] sorulara "cevap" vermis gibi bir tatminde bulunmustur. Onlarin "ölmekle" ilgili "korkularina"  uydurulmus hikayelerdir.  Bu herkesin isine geldigi icin, buna insanlar itiraz etmemislerdir. Tabii ki, her kabile kendi adlarina uydurmus hikayeler kurmustur. Tarihte, sayisiz numarada tanrilar var ve bunlarin isimleride hep unutulmustur.

 

Dinin kötülüklerinden en zararlisi, eski tarihtedeki, vahsi adetleri, dusunceleri kutsallastirarak, insanlarin medeni gelismelerine engel olmasidir. Eger orta doguda oturuyorsan, pencereyi ac etrafina bak. Etrafinda ki her musluman ulkede, geride kalmak isteyenler ile 21inci asirda yasamak isteyenler arasinda savaslar var. Sen bunlari guzel mi buluyorsun? Misir, Irak, Iran, Afganistan, Pakistan, gibi.

 

Sen "bu savaş denilen cihad bir başkasına değil insanların kendi noksanlıklarına karşı, cahilliği ortadan kaldırmak için, aydınlanmak, insani değerleri ortaya çıkarmak için olmalıdır" demekle ya kendini kandiriyorsun ya da Kurani veya Islam dinini bilmiyorsun. Islam dininde Cihad la allah icin savasa gitmekdir diye ogretilir. Bunu Araplar cok iyi bilir. Son yillarda, sizin behsettiginiz "anlam" uydurulmustur, hakikati kabul etmemek icin.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@Suheyla

 

Yamyamlığı bir örnek olarak verdim, yukarıda alıntıladığım hayvanların evcilleştirilmesinden  önceki vahşi hali ile evcilleştirildikten sonraki halleri  arasındaki farklara tekrar göz atarsanız, konu açılım kazanır. Mesala köpek ve kurt örneği.  Köpeği yaklaşıp sevebilirsiniz birde ormandaki kurta bunu yapın, nasıl tepki verir.

 

İnsanda bir zamanlar tabiatın parçasıydı, vahşi idi, hayvanlar aleminin en vahşi tabiatlı canlısıdır.

 

Din uzun zaman diliminde ister çok tanrılı olsun, ister korku adı altında olsun, isterseniz kutsallar adına, isterseniz de tek tanrılı diyin, sonuçta bunlar dinin aşamaları süreçleridir, işte bu süreçlerin sonucunda insan yavaş yavaş evcilleştirilmiştir.  Hiç bir şey bir anda oluşmuyor, hele ki insanlığın bir şeyi kavraması, anlaması uzun yıllar alıyor, çok kuşak geçmesi gerekebiliyor.

 

Dinin içindeki semboller, ritüeller, adetler bir değerin, düşüncenin anlaşılması, için bırakılmış temsillerdir. Bu bırakılan temsili anlatımlar anlaşılamıyorsa, yanlış sonuçlar doğurabilir, herşey  deneyim ve tecrübe ibret almak lazım, size katılıyorum, hala çoğu şey anlaşılamamıştır, sapmalar vardır, bu sapmalarda haliylen bizi olumsuz etkilemektedir. Kurunun yanında yaşda yanar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi araştırılması düşünülmesi gereken;

 

Din insanlarda nasıl bir kontrol mekanizması geliştirerek vahşi doğa insanını, uysal hale getirdi, dönüştürdü.

 

Efendim, öncelikle böyle yararlı bir tartışma konusu açtığınız için teşekkür ederim.

 

Benim bu konu ile ilgili görüşüm şudur:

 

Vahşi insanın doğadan kopuşu, kendisinin var olmasının bilinci ile başlar. Ondan önce tıpkı bir hayvan gibi doğa ile uyumlu bir yaşantı sürerken, varlığının bilincine varması ile bazı değerler üretmesi ( Din ) / Tanrı tarafından ona bu bilincin ve değerlerin verilmesi ( Din ), netice itibariyle türünün devamını garanti altına almaya en uygun biçimde toplumsallaşması için yararlı olmuştur.

 

Dolayısıyla, uysallaşmayı din getirmiştir. Bu uysallık da derece derece insanlık tarihi boyunca daha da artarak bugünkü seviye ve anlayışa gelmiştir. Yani; uysallığın da dereceleri, seviyeleri var.

 

Mesela, günümüz seviyesi artık evcil hayvanları, kendi yararı / yararlanması için değil, yalnızca kendi uysallığı için ister.

 

Konu ile ilgili Psikanalist Eric Fromm'un şu sözleri de bir açılım getirebilir kanaatindeyim:

 

'' Freud, insancıl evrimin hedefinin şu amaçlara ulaşmak olduğuna inanır :

 

Bilgi, ( akıl, gerçeklik, mantık ) insan sevgisi, acıların azaltılması, özgürlük ve sorumluluk taşıyacak güce erişmek.''

 

Bu idealler ise tüm büyük dinlerin ahlaki temelini oluşturur. Batı ve Doğu kültürleri, bu temeller üzerine kurulmuştur. 

 

Konfüçyus’ün, Lao-Tse’nin Budha’nın, diğer peygamberlerin ve İsa’nınnöğretileri hep bu idealleri savunur. Bu dinler ve öğretiler arasında ( yer ve zamana, hitap edilen topluluğa göre değişen ) deyiş farklılıkarının olması doğaldır. Örneğin, Buddha ağırlığı acıların azaltılıp yok edilmesine verirken, peygamberler adalet ve anlayışlı olmaya önem vermişler, İsa ise insan sevgisini öne almıştır. 

 

Görünürdeki farklılıklara rağmen tüm bu dinsel önderlerin, insanlığın gelişmesindeki amaçlar ve biçimler konusunda tam bir uyuşum içinde olmaları ilginçtir. '' 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eger orta doguda oturuyorsan, pencereyi ac etrafina bak. Etrafinda ki her musluman ulkede, geride kalmak isteyenler ile 21inci asirda yasamak isteyenler arasinda savaslar var. Sen bunlari guzel mi buluyorsun? Misir, Irak, Iran, Afganistan, Pakistan, gibi.

 

Suheyla Hanım, sizin ABD'deki EVANGELİST'leri nasıl değerlendiriyorsunuz ?

 

Zira, OD'daki bu iç savaşlar ve emperyalist işgaller, darbeler, müdahaleler onların birtakım argümanları ile meşrulaştırılıyor. Ayrıca, OD halklarının aydınlanmadan nasibini almasına engel olan Evrim Karşıtlığı üzerine yapılan Bilim dışı propogandanın kaynağı da bunlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@Suheyla

 

Yamyamlığı bir örnek olarak verdim, yukarıda alıntıladığım hayvanların evcilleştirilmesinden  önceki vahşi hali ile evcilleştirildikten sonraki halleri  arasındaki farklara tekrar göz atarsanız, konu açılım kazanır. Mesala köpek ve kurt örneği.  Köpeği yaklaşıp sevebilirsiniz birde ormandaki kurta bunu yapın, nasıl tepki verir.

 

İnsanda bir zamanlar tabiatın parçasıydı, vahşi idi, hayvanlar aleminin en vahşi tabiatlı canlısıdır.

 

Din uzun zaman diliminde ister çok tanrılı olsun, ister korku adı altında olsun, isterseniz kutsallar adına, isterseniz de tek tanrılı diyin, sonuçta bunlar dinin aşamaları süreçleridir, işte bu süreçlerin sonucunda insan yavaş yavaş evcilleştirilmiştir.  Hiç bir şey bir anda oluşmuyor, hele ki insanlığın bir şeyi kavraması, anlaması uzun yıllar alıyor, çok kuşak geçmesi gerekebiliyor.

 

Dinin içindeki semboller, ritüeller, adetler bir değerin, düşüncenin anlaşılması, için bırakılmış temsillerdir. Bu bırakılan temsili anlatımlar anlaşılamıyorsa, yanlış sonuçlar doğurabilir, herşey  deneyim ve tecrübe ibret almak lazım, size katılıyorum, hala çoğu şey anlaşılamamıştır, sapmalar vardır, bu sapmalarda haliylen bizi olumsuz etkilemektedir. Kurunun yanında yaşda yanar.

Kopeklerin kökeni gri Kurtlardan gelmistir. Yani insanlar Kurtlari binlerce yillar once evcilllestirmistir. Evcillesen kopekler eski insanlar icin "koruyucu", "besin kaynagi", "kürklü giysi", ve kendileri icin calistirmakla yararli olmustur. Bu cesit yapay secilim halan bugune kadar devam etmektedir.

 

255px-Wolfdogtracks.jpg

 

Yukarda goruldugu gibi, kurtlarin ve kopeklerin ayak parmak izleri aynidir. Eger hayvanlara bakinca gorulurku, "arı"lar ve "kus"lar da mukemmel sosyal duzenler vardir. Insanlarda "arı"lar gibi oncelikle ciftlesmis, nesil ureterek, yavas yavas daha kompleks sosyal duzenlere kavusmustur. Unutmaki insanlar biyolojik yaratiklardir. Yani bizde biyolojik yaratiklarin karakteristikleri vardir, kromozom, DNA, jen gibi. Bu yuzden biim gelismemis cevremize adapte olmakla olmustur.

 

Gelada_group.jpg

 

Insanlar icin sosyal duzenler, birlikte çalışmakla, kendi kendilerini daya iyi beslediklerini ogrenmekle baslamistir. Emeklerini kendi aralarinda bolerek, erkek/kadin, sonrada savunmak icin kabileler kurmakla baslamistir. Tabii ki ilk insanlar icin tabiatta hic anlamadiklari seyler "yildirim" "gok gurultusu" "yagmur"  onlara cok korku vermistir.  Bunlari kendilerine anlatabilmek icin binlerce degisik "hikayeler" uydurmuslardir. Tabii ki bu hikayeler yeni gelen nesiller icin  yavas yavas "gerceklesmis" gibi gorunmusur. 

 

Din, insanlarin uysalmasina, evcilllesmesine degilde, aksine dahada gelismesine engel olmustur. Milyonlarca ornekler verilebilinir. Mesela Meshur bildiginiz Galileo 17inci asirda Dunyanin "sabit" durmadigini ve Gunes etrafinda dondugunu iddia edince, onu mahkemede dini goruslerine hakaret edip suclu buldular ve hapise attilar. Bu gercegi bugun 6 yasinda ki cocuk biliyor ama o zamanlar Dini cevrelerde 80 yasindaki bilgili insanlar bilmiyordu. Islam dunyasina bakin, halan 1400 sonra Muslumanlarin inanmak zorunda olduklari seylerin, baska cevrelerde 6 yasinda bir cocuk, bunun gercek olamiyacigini biliyor. Bakiniz, Irak taki Sadam Huseyin oldukten sonra, oradaki milyonlarca şiiler, hurriyelerine kavusunca ne yaptilar, ilk once? Kendilerini rituel bir sekilde vurarak, doverek, kan akitirak, yuruyerek , kirli sokaklardan, harabe cevrelerden yavas yavas kerbalayi ziyarete gittiler. Oysaki, medeni insan olarak etraflarinda gelismesine, tamiri gereken su kaynaklarina, elektrik kaynaklarina ihtiyac vardi. Bunlari bir yana birakip dinlerine donduler.  Bu gelisme degildir. Bu karanlikta kalmaya mahkum olmaktir.

 

Sizin yaptiginiz hata nette budur. Hemen hemen her insanin bir inanci vardir, ve bu dogruyu alip insanlarin basarilarini bu dini inanclarina mal ediyorsunuz. Ama bilmiyorsunuz ki, eger bu dini inanclarin yerine, imam hatip okullarin yerine, "nedenli", "akilli", "saglam muhakemeli" ve "mantikli" bir müesseselerde egitim gormus olsalardi daha da neler basarirlardi!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Suheyla Hanım, sizin ABD'deki EVANGELİST'leri nasıl değerlendiriyorsunuz ?

 

Evangelist gruplar Amerikada marjinallastirilmistir. Cogunlukla insanlar onlari ciddiye almazlar. Tabii ki, din hurriyeti oldugu icin herkes inanmak istedigine inanabiliyor. Ama, evangelist bir insanin "dini" one surerek bir Amerika Cumhurbaskanligi secimi kazanmasi imkansiz. Amerikada hristiyanlar bir bakimdan dinlerini "felselestirmistir". Her hristiyan Incilin Tanri sozu olduguna inanmaz. Yinede kendilerine hristiyan derler. Yani inanclari kendileri ve Tanri arasinda olduguna inanirlar. Oysa ki, bir Musluman ayni iddiayi [yani Kuranin Tanri sozu olmadigini] edemez. Musade verilmez.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben hayvanların evcilleştirilmesi ile din arasında bir bağlantı kuramadım. Hayvanların evcilleştirilmesinin araştırılması bilimsel bir konu. Din ile bir ilgisi bulunmuyor. Dinin insanları evcilleştirdiği ise anlamsız bir iddia. Bu iddia dinin kendisine de aykırı. Çünkü din inancına göre ilk insan peygamber. Evcilleşmeye ihtiyacı yok. Evcil olarak yaratılmış. 

 

Dinin iddiası bu olduğuna göre dinin insanları evcilleştirmesinden dine inanan bir kişinin bahsetmemesi gerekiyor. Yok eğer evrimsel düşünceye bir itiraz yönetiliyor, madem insan hayvandan evrimleşti, insani değerleri nasıl kazandı diye soruluyorsa, bu geçerli bir itiraz değil. Çünkü bu olmayacak bir şey değil. İnsanın evrimi milyonlarca yıl sürdü. Bu milyonlarca yıl boyunca hiç kimse insana bir şey öğretmedi. Milyonlarca yıl insan türü avuçiçi baltadan başka bir şey icat edemedi. Bu, insana hiç kimsenin hiç bir şey öğretmediğinin kesin kanıtı. 

 

İnsanın bugün sahip olduğu değerler de, dinin kendisi de insan evriminin ürünü. İnsanı birileri evcilleştirse, bu süreç öyle kısa sürerdi ki, geçmişe baktığımızda önce vahşi olan insanın aniden evcilleştiğini görürdük. Böyle bir bulgu ise yok. Süreç son derece yavaş işledi.  Ancak ivmeli bir gelişme oldu. Eskiden bin yılda kaydedilebilen bir gelişmeyi bugün bir yılda kaydedebilmek mümkün. 

 

İnsanın evcilleştirildiğine dair hiç bir bilimsel bulgu yoktur. İnsanın bugünkü durumu önce biyolojik, sonra kültürel evriminin sonucudur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evangelist gruplar Amerikada marjinallastirilmistir. Cogunlukla insanlar onlari ciddiye almazlar. Tabii ki, din hurriyeti oldugu icin herkes inanmak istedigine inanabiliyor. Ama, evangelist bir insanin "dini" one surerek bir Amerika Cumhurbaskanligi secimi kazanmasi imkansiz. Amerikada hristiyanlar bir bakimdan dinlerini "felselestirmistir". Her hristiyan Incilin Tanri sozu olduguna inanmaz. Yinede kendilerine hristiyan derler. Yani inanclari kendileri ve Tanri arasinda olduguna inanirlar. 

" EVANGELİSTLER

 

ABD ve İngiltere’de 19’uncu yüzyılda ortaya çıkan Evangelist hareket, 70’li yıllarda yeniden dirilerek dünya egemenliğine giden yoluna koyuldu. Evangelizm’i önemli hale getiren en büyük neden Bush’un, Fransız Observateur dergisinin yazdığı gibi açık bir biçimde bu tarikatın en önemli lideri olması. Evangelist, genel olarak liberal Protestan’ların ve Baptist’lerin dışında kalan tüm Protestan’lara verilen ad. Sayıları ABD’de 70 milyonu, dünya üzerinde de 500 milyonu bulan Evangelistler’e göre, 2000’li yıllarda Ortadoğu’da iyi ve kötü arasında kaçınılmaz olarak bir savaş gerçekleşecek (Armageddon), bununla birlikte İsa yeryüzüne inecek ve kıyamet kopacak. Amaçları, kıyametin kopmasına giden süreci hızlandırmak. Bunun için çalışıyorlar. İnandıkları Eski Ahit kitabında, Armageddon Savaşı ve İsa’nın yeryüzüne tekrar gelişi, kıyamet alâmetleri olarak yer aldığı için, bütün faaliyetlerini kıyameti gerçekleştirecek koşulları yaratmak için yürütüyorlar. Bu yüzden de Evangelistler’le, Yahudi’ler arasında bir amaç birliği var. Çünkü Evangelistler’e göre bu kıyamet koşullarından birisi de, Mescid-i Aksa’nın yerine Süleyman Tapınağı’nın inşası ve İsrail’in vaat edilmiş topraklara kavuşması. Bunlara göre, Armageddon Savaşı’ndan önce Yahudi’ler İsrail’de olmalıdır. Dolayısıyla seçilmiş insanlar olduklarına inandıkları Yahudi’lerin, bir kıyamet koşulu olarak desteklenmesi gerektiğini düşünüyor ve İsrail’in Ortadoğu’da güvende olmasına büyük önem veriyorlar. Bu, İsrail’in ABD tarafından bu kadar desteklenmesinin en önemli nedeni.

 

BUSH VE EVANGELİZM

 

Gençliğinde bir alkolik olan Bush, bir İncil okuma grubuna girip kendini dine vererek bu bağımlılıktan kurtulur. “Küresel Vaftiz” kitabının yazarı araştırmacı-gazeteci Ali Rıza Bayzan’ın iddiasına göre de, onu alkolik olmaktan kurtaran ve düşünce yapısının şekillenmesinde önemli bir rol oynayan kişi, Time dergisinin “ABD’deki En Etkili 25 Evangelist” listesinde yer alan Evangelist tarikatının önde gelen ismi Billy Graham’dır. Evangelist düşünceyle böylelikle tanışan Bush, ilerleyen yıllarda bu düşüncenin şampiyonluğunu yapacaktır. 1995’te ABD’de Reagan yönetiminin etkili ismi Michael Harowitz, yazdığı yazılarda dini dış politika yürütülmesini savunuyordu. Harowitz aynı zamanda, yine Time’ın listesinde yer alan Chuck Colson’la (Prison Fellowship’s) muhafazakâr Yahudi’ler arasında denge unsuruydu. Harowitz, Chuck Colson ve diğerleri Bush’un yakın çevresiyle irtibata geçerek dini dış politika için lobi oluşturmaya başlar. Yine aynı tarihlerde, Evangelistler Ulusal Derneği’nin Siyasi İşler Sorumlu Başkan Yardımcısı Richard Cizik, Bush’un konuşmalarını doğrudan etkilemeye başlar. Böylece Bush’un çevresinde Evangelist, muhafazakâr bir ağ oluşmaya başlar. Seçim kampanyasında radikal dinci Hristiyan mezhepleriyle bağlantılarını güçlendiren Bush, konuşma metinlerinde sürekli İncil’den ve diğer dini metinlerden alıntılar yapar; zaman zaman bir siyasetçi gibi değil, din adamı gibi konuşur. Canlı yayın konuşmaları öncesinde yalnız kalarak dualar eden, politikalarını, özellikle de dış politikasını din eksenli hale getiren Bush, kendisinin ilahi bir görevle işbaşında olduğunu, ABD’nin bu ilahi görevlerin bir parçası olduğunu düşünür. Yakın çevresine, “Tanrı’nın benim başkanlık için yarışmamı istediğini hissediyorum. Tanrı, benim bunu yapmamı istiyor” diyen Bush’un kendisidir. Cumhuriyetçi Parti’ye yakınlığıyla bilinen Evangelistler’in en önemli ruhani liderlerinden olan Jerry Falwell, Bush için desteklerini açıkça ilân eder. Seçimlerde, Evangelist mezhebi mensuplarının yüzde 76’sı oylarını Bush’a verdi. "

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Her hristiyan Incilin Tanri sozu olduguna inanmaz. Yinede kendilerine hristiyan derler. Yani inanclari kendileri ve Tanri arasinda olduguna inanirlar. Oysa ki, bir Musluman ayni iddiayi [yani Kuranin Tanri sozu olmadigini] edemez. Musade verilmez.

 

İncil'de böyle bir iddia yoktur ki, Hristiyanlar İncil'in Tanrı sözü olduğuna inansınlar.

 

Onlar tarafından bilinir ki, İncil, Azizler ve İsa'nın öğrencileri tarafından yazılan, İsa'nın hayatını anlatan bir kitaptır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsanın bugün sahip olduğu değerler de, dinin kendisi de insan evriminin ürünü. İnsanı birileri evcilleştirse, bu süreç öyle kısa sürerdi ki, 

 

Burada tartışılan, insanın kendi varlığının bilincine vararak ve değerler üreterek vahşi doğadan kopuş süreci değil, ondan sonrasıdır. Yani, ilkel dini değerlerin ilk ortaya çıkışından itibaren / sonra insanın aşama aşama evcilleştiği / uysallaştığı bilimsel bir gerçektir / olgudur. 

 

İnsanlık tarihi boyunca ve başından beri Din hep bir şekilde var olduğu ve üretilen değerler aşama aşama daha üst değerlere evrildiği için, Nihilizme kadar din hep insanları daha fazla uysallığa zorlamıştır. 

 

Nihilizm ise vahşi doğaya geri dönüşü ve değerler konusunda iki yüzlülüğü getirmiştir. Nietzsche " Tanrı öldü " derken bu konudaki kaygısını dile getirmişti.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Adem türkçesi İnsan demektir. Bununda bir kelam olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Adem bir kişi değildir, İnsan kavramının kendisidir.

İnsan(adem) dini bir kavramdır, bir yaradılıştır, bu süreçte devam ediyor.

İnsan bedeni ayrıdır, insan ayrı; insanı taşıyan bu bedenin kendisidir.

 

 

Kuranda bu konuyla ilgili ayetlere bakarsak;

 

Bakara 30-31-32

Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.

Allah, Âdem’e bütün her şeyin ismini  öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.

Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.

 

Burda yeryüzünde halife olacak olan İnsandır(Adem), soyut bir kavramdır.

Kan döken hayvanlar alemine dahil olan bedendir.

İşte bu kan döken bedenin evcilleştirilmesi süreci devam etmektedir, sonucunda yeryüzünü hakimi halifesi insan çıkacaktır. Bu süreç nasıl devam etmekte, Allahın esmalarını öğrenme süreci bitmedi devam ediyor. İnsanlığın temel görevi budur; Allahın isim ve sıfatlarını öğrenmek, yani Allahı tesbih etmektir. Melekler yeterince tesbih edemiyor, demek ki.

 

Kalkıpta Allah meleklerle, ademle konuşurmu demeyin bu bir temsili anlatımdır, bu sadece bazı şeyleri insanların anlamaları için, bizim algı, idrak seviyemize indirilmesi, tiyatral bir şekilde anlatımıdır, az kelimeyle çok şey anlatmak içindir, içini düşünüp, araştırıp dolduracak olan insanlıktır, sadece düşünceye sevkiyattır. Kelamların başkacaca bir görevi yoktur, insanın beyninin içindedirler, yaşama somut bir etkileri yoktur.

 

Bedenin uysallaşmasında, insanileşmesinde dinin büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum, araştırmak lazımdır.

 

Allah herşeyi insana, yaşamın içinde öğretir, yarattığı ayetlerle, vahşi bu bedende yaşamda kademe kademe ilerleme sağlaması normaldir, hiçbir şey pat diye olmaz.

Allah herşeyi bir kadere (ölçüye) göre yaratmıştır. İşte bu ölçülerin incelenmesi, araştırılması İnsanı geliştirir, bilgi sahibi yapar. Yaratılan ayetleri okunarak bilgi sahibi olur insanlık.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 

Burada tartışılan

 

İsteyen tartışmayı istediği yöne çekmeye çalışabilir. Bu kimseyi bağlamaz. Başlığın açılış amacı belli. Zaten de bu yüzden dini konularda açılmış. "Hayvanların bazıları evcilleştirildi. Madem ateistler insan hayvandan geldi diyorlar, insanı da tanrının evcilleştirmiş olması lazım." Ateistlerin de tanrıyı kabul etmek durumunda olduklarına vurgu yapılmaya çalışılmış. Yoksa dinin iddiası zaten ilk insanın evcil, hatta peygamber olduğu. Burada ateistlere gönderme yapılmak istenmiş. Tercümana gerek yok, biz ne denmeye çalışıldığını çok iyi anladık ve bu doğrultuda da cevap verdik. 

 

Bazı hayvanları da, kendisini de evcilleştiren insandır. Tanrı değildir, çünkü tanrı zaten yoktur. Evrim vardır. İnsanın biyolojik evrimi üzerine kendisi kültürel evrimini de eklemiştir.

 

İnsan isterse bir karıncayiyeni de evcilleştirirdi. Ama buna ihtiyacı olmadığı için bunu yapmamıştır. İhtiyacı olduğu hayvanları evcilleştirmiştir. İstediğinizde bir tarantulayı bile evcilleştiriyorsunuz. Ortada tanrıyı kanıtlamaya yarayacak bir veri yok. Olay ve durum bundan ibaret. Ama tartışmayı başka yönde geliştirmek isteyen olabilir, itirazım olmaz. Başlığa tümüyle bağlı kalınacak diye bir zorunluk olduğunu sanmıyorum. Ama bunu yapmadan önce başlık konusunu açıklığa kavuşturmak lazım. Bir konuyu açıklığa kavuşturmadan başka konuya geçmek doğru olmaz. Başlığın bir açılış amacı vardır. İlk açıklığa kavuşması gereken budur. Yoksa daldan dala atlanır ve başlık da unutulur, bir yere de varılmaz.  

 

Dinin ne olduğuna gelirsek insanlığın ürettiği bir insanlık kültürüdür. Tanrı kaynaklı değildir. Tersine din de tanrı da insan kaynaklı, insan üretimidir. Tanrı insanları değil, insanlar tanrıyı yarattılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bedenin uysallaşmasında, insanileşmesinde dinin büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum, araştırmak lazımdır.

 

Hayır, din insanları daha da vahşileştiriyor. Çünkü ötekileştiriyor, bölüyor, düşmanlaştırıyor. İnsanı insan yapan ve erdemli yapan başlıca değer bilimdir. Felsefe de bu konuda önemli işlev yüklenir. Dine aslında hiç bir zaman gerek yoktu, yine yoktur. Din insanları kendileri gibi inanmayanlara düşmanlaştırmaktan ve saldırtmaktan, bu yolla sömürmekten başka bir işe yaramaz. Din nereye girerse düşmanlık, nefret, ötekileştirme, ayrıştırma ve çatıştırma işini üstlenir.

 

Aslında dinin insanı evcilleştirmesi değil, insanların dini evcilleştirmesi, uysallaştırması ve saldırganlığını dizginlemesi söz konusudur. Tanrı insanları yaratmadığı, tersine insanlar tanrıyı yarattığı gibi, insanları da din evcilleştirmemiş, tersine insanlar dini evcilleştirmiştir. Buna da dinde reform deniliyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İsteyen tartışmayı istediği yöne çekmeye çalışabilir. Bu kimseyi bağlamaz. Başlığın açılış amacı belli. Zaten de bu yüzden dini konularda açılmış. "Hayvanların bazıları evcilleştirildi. Madem ateistler insan hayvandan geldi diyorlar, insanı da tanrının evcilleştirmiş olması lazım." Ateistlerin de tanrıyı kabul etmek durumunda olduklarına vurgu yapılmaya çalışılmış. Yoksa dinin iddiası zaten ilk insanın evcil, hatta peygamber olduğu. Burada ateistlere gönderme yapılmak istenmiş. Tercümana gerek yok, biz ne denmeye çalışıldığını çok iyi anladık ve bu doğrultuda da cevap verdik. 

.

.

.

Başlığın bir açılış amacı vardır. 

 

Hiç sanmıyorum. zira, başlığı açan musttafa Bey'in ortaya attığı soru :

 

Din insanlarda nasıl bir kontrol mekanizması geliştirerek vahşi doğa insanını, uysal hale getirdi, dönüştürdü. " idi.

 

Ve hemen bir ileti sonra eklemiş :

 

Çabuk karar vermeyin, ben Din dedim, sadece Müslümanlığı kastetmedim. İnsanlığı evcilleştirme süreci devam ediyor "

 

Buna göre;

 

İlkel dinlerin başlamasından itibaren insanın tedricen evcilleştiğini ve bu evcilleşmenin günümüze kadar uzanan bir süreç olduğunu, bu evcilleşmede her ne tür olursa olsun din faktörünün oynadığı rolün olumlu olduğunu vurgulamış.

 

İddia ve başlığın amacı bu !

 

Konu dinlerin Tanrı tarafından gönderilmiş olması iddiası değil.

 

Konu Tanrı tarafından veya İnsan ürünü olarak dinlerin insanın uysallaşmasındaki etkisi.

 

Meseleye, Psikoanalitik yaklaşırsak, dinlerin değerleri İnsanoğlunun bilinçaltının bir yansıması olduğundan ( Süper Ego'nun oluşumu : Oedipus Kompleksinin Baba ile özdeşleşerek; Baba'nın temsil ettiği değerlerin benimsenmesi ile aşılarak, kompleksin bilinçaltına çekilmesi ), dinlerin getirdiği Ahlaki değerlerin yanısıra, sembollerin de bilinçaltında bir karşılığı bulunması dolayısıyla insanın kültürel evriminin aşamalarının izlerinin yansıması ) bu değerleri üretenler ister Peygamber olsun isterse Bilge Filozof neticede aynı kapıya çıkıyoruz:

 

Dinler insan türünün devamı ve gelişimi için yararlı olan toplumsallaşmasını önceleyen uysallaşmasında / evcilleşmesinde etkili olmuştur.

 

Toplumsallaşma türü değiştikçe evrilen dinler, bir yandan yeni toplumsallaşma türünü de sürdürülebilir hale getirirken, temel ahlaki ilkeleri hep aynı kalmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hayır, din insanları daha da vahşileştiriyor. Çünkü ötekileştiriyor, bölüyor, düşmanlaştırıyor. İnsanı insan yapan ve erdemli yapan başlıca değer bilimdir. Felsefe de bu konuda önemli işlev yüklenir. Dine aslında hiç bir zaman gerek yoktu, yine yoktur. Din insanları kendileri gibi inanmayanlara düşmanlaştırmaktan ve saldırtmaktan, bu yolla sömürmekten başka bir işe yaramaz. Din nereye girerse düşmanlık, nefret, ötekileştirme, ayrıştırma ve çatıştırma işini üstlenir.

 

Aslında dinin insanı evcilleştirmesi değil, insanların dini evcilleştirmesi, uysallaştırması ve saldırganlığını dizginlemesi söz konusudur. Tanrı insanları yaratmadığı, tersine insanlar tanrıyı yarattığı gibi, insanları da din evcilleştirmemiş, tersine insanlar dini evcilleştirmiştir. Buna da dinde reform deniliyor.

 

Bilim kullanılarak ulaşılan Pozitivizm, Nihilizm, bireycilik, benmerkezcilik Felsefeleri Kapitalizmle birlikte ortaya çıkmış ve dünya tarihinde görülmemiş yıkım ve katliamlara yol açan iki dünya savaşına yol açmıştır.

 

Buradan çıkarılacak sonuç, her şeyin, her felsefenin, her dinin, bilimin de istismar edilebileceğidir.

 

Dinde reform aslında dinin temel ahlaki ilke ve insanoğlu bilinçaltı ile ilgili sembolik anlatımlarının çözümlenerek bilinç seviyesine çıkartılarak içselleştirilmesidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@democrossian

 

Bugün insanlık bilim yapacak seviyeye geldiyse, bunu insanı uysallaştıran dini süreçlere borçludur.

 

Bilim yapabilmek için bazı niteliklere sahip olmak gerekir. Akıl, düşünebilme, irade gibi.

 

Aklın oluşması için insanın kendini kontrol edebilmesi şarttır.

 

Bu kendini kontrol etme mekanizması oruçla kazanılmıştır. Oruçda tüm dinlerde yer alan temel dini bir öğretidir ve uzun yıllardan beri uygulanarak bedenin hormonal, içgüdüsel istekleri baskılanarak, dış beynin iç beyin etkilerinden sıyrılmasını sağlayarak kişinin irade sahibi olması gibi bir özellik kazandırmıştır. İradesine sahip olabilen insan, aklını en iyi kullanabilendir. Oruçda sadece yeme içme mevzusu değildir, bir yasağın çiğnenmemesi de orucun bir türüdür.

 

 

Eğri oturup doğru konuşalım; bu süreci bilim ve felsefe sağlamamıştır. Bilimin, felsefenin insan kazandırdığı olumlu değerler vardır, bu ayrı.

 

Bazılarına anlamsız gibi görülen ibadetler, dini uygulamalar insanlığa faydalı birçok  değerleri kazandırmaktadır.

Dindeki öğretiler, ritüeller bunun gibi değerleri ortaya çıkarma amacına hizmet etmektedir.

 

 

İnsanları ötekileştiren, bölen, düşman yapan, din değildir, insanların çıkarlarını menfaatlerini koruma çabasıdır. Bunu da dini kullanarak yapabilirler bu ayrı, ama bu insanlıktan uzaklaştıran etkenlerin temeli içgüdüler, hormonlardır.

 

Dini öğretide oruç vardır, içgüdüleri, hormonları baskılama ve sonucunda insanın iradesine sahip çıkması.

 

Bunlar insanlık için çok büyük aşamalardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Başlığın amacını tartışmakla uğraşmaya hiç mi hiç niyetim yok. Bence  bu açık ve kesin, tartışmaya gerek olmayan bir konu. Din tanrı inancından nasıl bağımsız olacak ki? Oturup şimdi bunu tartışacak olsam aklımı peynir ekmekle yemiş olmam gerekirdi. Bu kadar net ve açık bir konuyu tartışmayacağım. Başlığı isteyen istediği tarafa çekebilir. Ben anladığımı anlamaya devam ederim. 

 

O yüzden sayın musttafa arkadaşımıza yanıt vereceğim: Sayın forumdaş, insanlık dine hiç bir şey borçlu değildir. Din kurumu her zaman ve her yerde insanlığı sömürmekten başka bir çaba göstermemiştir. Tek derdi insanları sömürmek, kullanmaktır. Hele hele felsefeyi ve bilimi dine borçlu olduğumuz gibi bir iddia tümüyle abestir. Din felsefenin ve bilimin baş düşmanı ola gelmiştir. Bunları boğmak, kontrolü altında tutmak ve onları da sömürü amacına alet etmekten başka bir derdi olmamıştır.

 

İnsanlığın dine bir borcu varsa, bu karanlık dogmatik esaretten insanlığı bir an önce kurtarmak boynunun borcudur. Dogma karanlığı ile savaşmak bir insanlık görevidir. Eğri de doğru da otursak gerçek budur. Din insanlığın en büyük hasmıdır. İnsanlığı yüceltecek en önemli olay, ona karşı verdiği savaşta kazandığı zaferlerdir. 

 

21. yüzyıl çıkmadan din ile olan aydınlanma savaşı mutlaka kesin bir zaferle sonuçlanacaktır. Bu insanlığın boynuna borçtur. Bu dogma karanlığı 21. yüzyılı çıkarırsa bu insanlığın yüzünde utandırıcı bir kara leke olur. İnsanlığın tarihi boyunca bu kadar kadim ve karanlık bir düşmanı olmamıştır.  Her insan ferdinin bu dogmatik din karanlığından zihnini özgürlüğe kavuşturması bir insanlık ödevidir.

 

Bu görev insanlık tarafından mutlaka başarılacaktır, başka yolu yok. Din uzatmaları oynuyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.