Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Dan Brown Cehennem Kitabında Bahsedilen Sanat Eserleri ve Tüm Yerler


gloria

Önerilen İletiler

  • 4 hafta sonra...

merhabalar.....

öncelikle sevgili gloria ya çok teşekkür ediyorum böyle birşey hazırladığı için.

kitaba 4 gün önce başladım 21. bölüme kadar gelmiştim ama beni hiç sarmamıştı taa ki burayı tesadüf eseri bulana kadar.

sayfa numarasına göre resimleri inceledim okuduğum sayfalara geri döndüm. Tekrar okudum o sayfaları karşımda görsel olarak eserler dururken ve çok keyif aldım.

Şimdi tekrar başlayacağım kitaba. Eminim çok keyifle baştan sona kadar okuyacağım.

Tekrardan çok teşekkür ediyorum. Herkese keyifli okumalar.....

 

Sevgili @@parpali bu yazıyı yeni farkettim kusura bakma... Eğer diğer kitaplara da başlayacak olursan burada bir sayfa da sen açarsın, çok iyi olur. Ben artık yeni sayfayı yeni kitaba :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kitabı henüz okumaya başlamamış olan ve okumak isteyen arkadaşlar için kitap içeriğinden birkaç sayfa paylaşmak istiyorum.

 

Okuması kolay olsun diye birkaç iletiye böleceğim, malum uzun yazılar okunmak istemez :D

 

Da Vinci Şifresi’nin yazarından…

 

Inferno adını koyarken yazar, Dante’nin İlahi Komedya kitabının ilk bölümü olan Inferno’dan esinlenmiş. Bununla ilgili şöyle söylüyor:

“Inferno’yu öğrenciyken okumuştum; ancak bu ölümsüz eserin modern dünyayı ne kadar etkilediğini bir süre önce Floransa’da araştırma yaparken fark ettim. Yeni romanımda kodlar, semboller ve gizli tünellerden daha fazlası olacak.

Inferno’nun kahramanı, Melekler ve Şeytanlar’la tanıştığımız Harvard Üniversitesi simgebilim profesörü olan Robert Langdon

***

Teşekkür

 

Her zamanki gibi öncelikle, editörüm ve yakın arkadaşım Jason Kaufman’a, kendini işine adayışı ve yeteneği, ama en çok da güler yüzlü yaklaşımı için teşekkür ederim.Olağanüstü eşim Blythe’a, romanın yazım sürecinde göster­diği sevgi, sabır ve ayrıca ön editör olarak olağanüstü önsezileri ve samimiyeti için teşekkür ederim.

 

Yorulmak nedir bilmeyen ajanım ve güvenilir dostum Heide Lange’ye, birçok ülkede tahmin edemeyeceğim kadar çok konuda ustalıkla yürüttüğü görüşmeler için teşekkür ederim. Yeteneği ve enerjisi için sonsuza dek minnettarım.

 

Doubleday’deki tüm ekibe coşkuları, yaratıcılıkları ve tüm kitaplarım için gösterdikleri çabalar için teşekkür ederim. Suzanne Herz’e (bu kadar çok şapka giydiği ve onları böylesine iyi taşıdığı için), Bili Thomas’a, Michael Windsor,a/ Judy Jacoby’ye, Joe Gallagher’a, Bob Bloom’a, Nora Reichard’a, Beth Meistor’a, Maria Carella’ya ve sonsuz desteği için Sonny Mehta’ya, Tony Chirico’ya, Kathy Trager’a, Anne Messitte’ye ve Markus Dohle’ye teşekkür ederim. Ayrıca, Random House satış bölümündeki muhteşem insanlara teşekkür ederim.

 

Bilge danışmanım Michael Rudell’e küçük veya büyük her konudaki önsezileri ve dostluğu için teşekkür ederim.

 

Yeri doldurulamaz asistanım Susan Morehouse’a zarafeti ve enerjisi için teşekkür ederim. O olmasaydı her şey kaosa dönü­şürdü.

 

Transworld’deki tüm dostlarıma, özellikle de yaratıcılığı, desteği ve neşesi için Bili Scott-Kerr’e, liderliği için Gail Rebuck’a teşekkür ederim.

 

İtalyan yayıncım Mondadori’ye, özellikle Ricky Cavallero, Piera Cusani, Giovanni Dutto, Antonio Franchini ve Claudia Scheu’ya teşekkür ederim. Türk yayıncım Altın Kitaplar’a, özellikle Oya Alpar, Erden Heper ve Batu Bozkurt’a bu kitapta geçen yerlerle ilgili sağladıkları özel hizmetlerden ötürü teşekkür ederim.

 

Dünyanın dört bir tarafındaki yayıncılarıma tutkuları, yo­ğun çalışmaları ve bağlılıkları için teşekkür ederim.

 

Bizimle Floransa’da bu kadar çok zaman geçirdiği ve şeh­rin sanatına, mimarisine hayat getirdiği için Dr. Marta Alvarez Gonzâlez’e teşekkür ederim.

İtalya gezimizi zenginleştirmek adına tüm yaptıkları için eşsiz Maurizio Pimponi’ye teşekkür ederim.

 

Floransa ve Venedik’te bana zaman ayırarak uzmanlıklarını paylaşan tüm tarihçilere, rehberlere ve uzmanlara; Biblioteca Medicea Laurenziana’dan Giovanna Rao ve Eugenia Antonucci’ye, Palazzo Vecchio’dan Serana Pini ve personeline, Uffizi Gale- risi’nden Giovanna Giusti’ye, vaftizhane ve II Duomo’dan Barba­ra Fedeli’ye, San Marco Bazilikasından Ettore Vito ve Massimo Bisson’a, Dükalar Sarayı’ndan Giorgio Tagliaferro’ya, tüm Vene­dik için Isabella di Lenardo, Elizabeth Carroll Consavari ve Elena Svalduz’a, Biblioteca Nazionale Marciana’dan Annalisa Bruni ve personeline, ayrıca yukarıdaki listeye eklemeyi unuttuğum birçok kişiye en içten teşekkürlerimi sunarım.

 

Sanford J. Greenburger Associates’tan Rachael Dillon Fried ve Stephanie Delman’a burada ve yurtdışında yaptıkları her şey için teşekkür ederim.

İstisnai beyinler Dr. George Abraham, Dr. John Treanor ve Dr. Bob Helm’e bilimsel uzman görüşleri için teşekkür ederim.

 

Yazım sürecinde fikirlerini sunan ilk okuyucularım; Greg Brown, Dick ve Connie Brown/ Rebecca Kaufman, Jerry ve Olivia Kaufman ve John Chaffee’ye teşekkür ederim.

 

Web dâhisi Alex Cannon’a, Sanborn Media Factory’deki ekip­le birlikte internet dünyasında harıl harıl çalıştığı için teşekkür ederim.

 

Bu kitabın son bölümlerini yazarken bana Green Gables’ta sessiz bir sığınak sağladıkları için Judd ve Kathy Gregg’e teşek­kür ederim.

 

Mükemmel internet kaynakları Princeton Dante Project e, Columbia Üniversitesi Digital Dante’ye ve World of Dante ye teşekkür ederim.

***

Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.

***

 

GERÇEKLER

Bu romanda bahsi geçen tüm sanat ve edebiyat eserleri ile bilim ve tarih gerçektir.

“Konsorsiyum” yedi farklı ülkede şubeleri bulu­nan özel bir kuruluştur. Güvenlik ve mahremiyetini korumak için ismi değiştirilmiştir.

Cehennem, Dante Alighieri’nin epik şiiri İlahi Komedya’da betimlenen yeraltı dünyasıdır. Eserde cehennem, “Gölge” denilen varlıkların, yani yaşamla ölüm arasın­daki bedensiz vücutların bulunduğu, çok ayrıntılı bir dünya olarak tasvir edilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Önsöz

 

Ben Gölgeyim.
Acılar kentinden kaçarım.
Sonsuz kederin içinden uçarım.

 

Arno Nehri kıyısında nefes nefese sürünüyorum… Via dei Castellani’ye doğru sola dönüyor, kuzeye yöneliyor, Uffizi’nin gölgelerinde koşturuyorum.

Hâlâ peşimden geliyorlar.

Şimdi, tükenmez bir kararlılıkla avlanırken ayak sesleri daha da yükseliyor.

Yıllarca peşimi bırakmadılar. Onların bu ısrarcılığı, yeral­tında kalmama… arafta yaşamama… khthonik bir canavar gibi toprağın altında çabalamama sebep oldu.

 

Ben Gölge’yim.

 

Burada, yerin üstünde, gözlerimi kuzeye dikiyor ama doğru­ca kurtuluşa giden yolu bulamıyorum… Çünkü Apennin Dağlan, şafağın ilk ışıklarını karartıyor.

Mazgal siperli kulesi ve tek kollu bir saati bulunan meydanı geçiyorum. Sabahın erken saatlerinde, nefesleri lampredotto(Büyükbaş hayvanların işkembesinden yapılan bir İtalyan yemeği) ve fırınlanmış zeytin kokan sokak satıcılarının arasından Piazza di San Firenze’ye kıvrılıyorum. Bargello’ya gelmeden karşıya geçerek Badia Kulesi’ne doğru batıya yöneliyor ve merdivenlerin dibindeki demir kapıyla karşılaşıyorum.

Burada tüm tereddütler geride bıraktlmalı.

Kapı kolunu çeviriyor ve dönüşü olmadığını bildiğim pasaja adımımı atıyorum. Kurşun gibi ağır bacaklarımı dar merdi­venlerden yukarı çıkmaya zorluyorum… Yıpranmış, çukurlu, yumuşak mermer basamaklardan yukarı, gökyüzüne doğru dönerek çıkıyorum.

Sesler aşağıdan yankılanıyor. Arıyorlar.

Durup dinlenmeden peşimdeler, yaklaşıyorlar.

Neyin yaklaştığını da… onlara ne yaptığımı da anlamıyorlar!

Nankör dünya!

Ben tırmanırken görüntüler belirginleşiyor… Şehvetli be­denler kızgın yağmurda kıvranıyor, açgözlü ruhlar dışkı içinde yüzüyor, hainler şeytanın buzlu ellerinde donuyor.

Son basamakları sendeleyerek çıkıp yukarıya vardığımda, sabahın nemli havasında neredeyse öleceğim. Başımın hizasın­daki duvara doğru koşuyor, aralıklardan dışarı bakıyorum. Çok aşağılarda, beni sürgün edenlerden yaptığım kendi mabedim, o kutsanmış şehir var.

Ardımdan yaklaşan sesler bağırıyor. “Senin yaptığın delilik!”

Delilik deliliği körükler.

“Tanrı aşkına,” diye sesleniyorlar. “Nereye sakladığını bize söyle!”

Ben de tam olarak Tanrı aşkına, söylemeyeceğim.

Şimdi, sırtımı soğuk taşa vermiş, köşeye sıkıştırılmış öyle­ce duruyorum. Bakışlarını yeşil gözlerime dikmişler; ifadeleri sertleşiyor, artık aldatıcı değil tehdit ediciler. “Biliyorsun, kendi yöntemlerimiz var. Yerini söylemen için seni zorlayabiliriz.”

Ben de bu yüzden, cennete giden yolu yarıya kadar tırmandım.

Sonra bir anda arkamı dönüp uzanıyor, yüksek çıkıntıya parmaklarımla tutunuyor, kendimi yukarı çekiyor, dizlerime dayanıyor ve ayağa kalkıyorum… Uçurumun başında dengesizce duruyorum. Boşlukta rehberim ol sevgili Vergilius.

Ayaklarımdan yakalamak için şaşkınlık içinde ileri atılıyorlar ancak dengemi bozup beni düşürmekten de korkuyorlar. Şimdi çaresizlik içinde yalvarıyorlar ama arkamı döndüm. Yapmam ge­rekeni biliyorum.

Aşağılarda, baş döndürecek kadar aşağılardaki kırmızı tuğla çatılar bir alev denizi gibi yayılmış. Bir zamanlar devlerin gür­lediği toprakları aydınlatıyor… Giotto, Donatello, Brunelleschi, Michelangelo, Botticelli.

Ayak parmaklarımı iyice kenara getiriyorum.

“İn aşağı!” diye bağırıyorlar. “Henüz çok geç değil!”

Sizi cahiller! Geleceği görmüyor musunuz? Yaratımın ihtişamını anlamıyor musunuz? Peki ya gerekliliğini?

Bu son fedakârlığı severek yapacağım… ve aradığınız şeyi bulma ümidinizi yok edeceğim.

Asla zamanında bulamayacaksınız.

Parke taşlı meydan, onlarca metre aşağıdaki sessiz bir vaha gibi beni çağırıyor. Daha fazla zamana nasıl da ihtiyacım var… ama zaman, geniş servetimin bile satın alamayacağı bir şey.

Bu son saniyelerde meydana bakıyor ve beni şaşırtan bir manzarayla karşılaşıyorum.

Yüzünü görüyorum.

Bana karanlığın içinden bakıyorsun. Gözlerin kederli ama başardığım şey sebebiyle bakışlarında bir saygı seziyorum. Başka seçeneğim olmadığını anlıyorsun. İnsanlık aşkına, başyapıtımı korumalıyım.

Şimdi bile büyüyor… bekliyor… yıldızları yansıtmayan lagünün kan kırmızı sularının altında kaynıyor.

Gözlerimi seninkilerden ayırıyor ve ufku seyre dalıyorum. Bu ağır yüklü dünyanın üstünde son kez yakarıyorum.

 

Sevgili Tanrım, dünyanın beni günahkâr bir canavar olarak değil, bir kurtarıcı olarak hatırlaması için dua ediyorum. Öyle olduğumu biliyorsun. Ardımda bıraktığım hediyeyi insanlığın anlaması için dua ediyorum.

Hediyem, gelecektir.
Hediyem, kurtuluştur.
Hediyem,
cehennemdir.

 

Bundan sonra fısıltıyla âmin diyerek… boşluğa son adımımı atıyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

1. BÖLÜM

 

Hatıralar… dipsiz bir kuyunun karanlığından yüzeye çıkan kabarcıklar gibi yavaşça canlandı.

Peçeli bir kadın.

Robert Langdon kan kırmızısı suların köpürerek aktığı bir nehrin karşı kıyısından ona baktı. Kadın, kıyının uzak bir yerinde, örtüsünün altına gizlenmiş yüzü ve vakur tavrıyla karşı­sında kıpırdamadan duruyordu. Elinde, ayağının dibindeki ceset denizinin onuruna kaldırdığı, mavi bir tainia bezi tutuyordu. Her yerde ölüm kokusu vardı.

Kadın, “Ara,” diye fısıldadı. “Bulacaksın” Langdon, kadın sanki bu sözleri kafasının içinde söylüyor­muş gibi duydu. “Kimsin sen?” diye bağırdı ama sesi çıkmadı.

Kadın, “Zaman daralıyor” diye fısıldadı. “Ara ve bul.”

Langdon nehre doğru bir adım attı ama suyun, dibi görün­meyecek kadar derin ve kan kırmızısı olduğunu gördü. Bakışla­rını yeniden kadına çevirdiğinde, ayaklarının altındaki cesetlerin iki katına çıkmış olduğunu fark etti. Şimdi yüzlercesi vardı, belki de binlercesi…

Bazıları hâlâ hayattaydı; acıyla kıvranıyor, akla gel­meyecek ecellerle ölüyorlardı… Ateşlerde yanıyor, dışkının içine gömülüyor, birbirlerini yiyorlardı. Langdon karşı kıyıdan gelen acı dolu feryatları duyabiliyordu.

Kadın sanki yardım ister gibi, narin ellerini uzatarak ona doğru yaklaştı.

Langdon, “Kimsin sen?!” diye bağırdı.

Kadın, bunun karşılığında uzanıp yavaşça peçesini kaldırdı. Çarpıcı derecede güzel olmasına rağmen, Langdon’ın tahmin ettiğinden daha yaşlıydı; altmışlarında olabilirdi, tıpkı zamansız bir heykel gibi vakur ve güçlüydü. Sert bir çene yapısı, anlamlı gözleri, omuzlarına bukleler halinde dökülen uzun, gümüş grisi saçları vardı. Boynunda lacivert renkli bir nazarlık taşıyordu: sütuna sarılmış tek bir yılan.

Langdon, kadını tanıdığını hissetti. Ona güvendiğini. Ama nasıl? Neden?

Şimdi kadın, yerden tepetakla çıkarak, kıvranan bir çift bacağı işaret ediyordu. Beline kadar baş aşağı gömüldüğü anla­şılan zavallı bir ruha ait olmalıydı. Adamın solgun uyluğunda çamurla yazılmış tek bir harf vardı: R.R mi, diye düşündü, emin olamıyordu. Robert’taki gibi mi? “Bu… ben miyim?”

Kadının yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu. ‘Ara ve bul,” diye yineledi.

Kadın birdenbire beyaz bir ışık yaymaya başladı… gittikçe parlaklaşıyordu. Tüm vücudu sarsılarak titreşti ve sonra şiddetli bir patlamayla binlerce ışık parçasına ayrıldı.

Langdon haykırarak uyandı.

Oda aydınlıktı. Yalnızdı. Havada keskin bir ilaç kokusu var­dı ve bir yerlerdeki makine, kalbinin ritmiyle bipliyordu. Lang­don sağ kolunu hareket ettirmeye çalıştı ama derin bir sancı ona engel oldu. Bakışlarını indirdiğinde, koluna serum bağlandığını fark etti.

Nabzı hızlanınca makineler de daha hızlı biplemeye başladı.

Neredeyim? Ne oldu?

Başının arkası korkunç bir ağrıyla zonkluyordu. Baş ağrısı­nın kaynağını bulmak için dikkatlice uzanıp tepesine dokundu. Keçeleşmiş saçlarının dibinde, kurumuş kanla kaplı yaklaşık bir düzine dikiş, kabarıklar halinde eline geldi.

Geçirdiği kazayı hatırlamak için gözlerini kapattı.

Hiçbir şey. Tam bir hiçlik.

Düşün.

Sadece karanlık.

Langdon’m hızlanan kalp monitörünün harekete geçirdiği doktor üniformalı bir adam telaşla içeri girdi. Gür bir sakalı, pos­bıyığı ve kaim kaşlarının altında, derin ve şefkatli bakan gözleri vardı.

Langdon, “Ne oldu?” diyebildi. “Kaza mı geçirdim?”

Sakallı adam parmağını dudağına götürdü ve aceleyle dışarı çıkıp koridordan birine seslendi.

Langdon başını çevirdi ama bu hareketi tüm kafatasma yayılan bir ağrıyı tetikledi. Derin nefesler alarak ağrının geçme­sini bekledi. Sonra çok yavaş ve sistemli bir şekilde içinde bulun­duğu steril ortamı inceledi.

Hastane odasında tek yatak vardı. Çiçek yoktu. Kart yoktu. Eşyaları şeffaf bir plastik torba içinde, yanındaki tezgâhın üstüne konmuştu. Her yerinde kan vardı.

Tanrım. Çok kötüydü herhalde.

Daha sonra başını yavaşça yatağının yan tarafındaki pence­reye çevirdi. Dışarısı karanlıktı. Geceydi. Camda tek görebildiği kendi yansımasıydı: kül rengi bir yabancı, solgun ve yorgun, tüplere ve kablolara bağlanmış, tıbbi cihazlarla çevrelenmiş.

Koridordaki ses yaklaşınca bakışlarını odaya çevirdi. Doktor, yanında bir kadınla dönmüştü.

Kadın, otuzlu yaşlarının başındaydı. Üzerinde mavi doktor üniforması vardı, sarı saçlarını yürürken arkasında sallanan bir atkuyruğu şeklinde toplamıştı.

İçeri girerken Langdon’a gülümseyerek, “Ben Dr. Sienna Brooks,” dedi. “Bu gece Dr. Marconi’yle birlikte çalışıyorum.”

Langdon hafifçe başını evet anlamında salladı.

Uzun boylu ve çevik bir kadın olan Dr. Brooks, bir atlet gibi kendinden emin adımlarla yürüyordu. Üzerindeki biçimsiz üniforma ince bedeninin zarafetini saklayamıyordu. Langdon’ın görebildiği kadarıyla yüzünde makyaj olmamasına rağmen cildi, dudağının üstündeki minik ben dışında pürüzsüzdü. Açık kah­verengi gözleri, kendi yaşındaki birinin nadiren karşılaşabileceği derin bir tecrübe edinmiş gibi, alışılmışın dışında etkileyiciydi.

Yanma otururken, “Dr. Marconi İngilizceyi pek konuşamaz,” dedi. “Kabul formunuzu benim doldurmamı istedi.” Yeniden gülümsedi.

Langdon hırıltüı bir sesle, “Teşekkürler,” dedi.

Dr. Brooks bir işkadını edasıyla, “Pekâlâ,” dedi. “İsminiz nedir?”

Biraz düşündü. “Robert… Langdon.”

Dr. Brooks, Langdon’m gözüne ışıklı kalemini tuttu. “Mesle­ğiniz?”

Langdon bu bilgiyi daha yavaş hatırladı. “Öğretim üyesi.

Sanat tarihi… ve simgebilim. Harvard Üniversitesi.”

Dr. Brooks şaşkınlıkla bakarken ışığı indirdi. Kalın kaşlı doktor da onun kadar şaşkın görünüyordu.

“Siz… Amerikalı mısınız?”

Langdon, Dr. Brooks’a anlam veremeyen gözlerle baktı.

“Sadece…” Brooks tereddüt etti. “Bu akşam geldiğinizde üs­tünüzde kimlik yoktu. Harris tüvit ceket ve Somerset mokasenler giyiyordunuz, bu yüzden İngiliz olduğunuzu düşündük.”

Langdon bir kez daha, “Amerikalıyım,” diyerek durumunu açıklamaya çalıştı. Kıyafet seçimine yorum getiremeyecek kadar yorgundu.

“Ağrınız var mı?”

Langdon, “Başım,” diyerek cevap verdi. Işıklı kalem, zonkla­yan başının ağrısını daha da artırmıştı. Neyse ki doktor onu artık cebine atmış, Langdon’ın bileğinden nabzını ölçüyordu.

Dr. Brooks, “Haykırarak uyandınız,” dedi. “Sebebini hatırlı­yor musunuz?”

Langdon yeniden, etrafı kıvranan vücutlarla çevrilmiş peçeli kadının tuhaf görüntüsünü hatırladı. Ara, bulacaksın. “Kâbus görüyordum.”

“Neyle ilgili?”

Langdon gördüklerini anlattı.

Defterine not alırken Dr. Brooks’un ifadesi hiç değişmedi. “Böyle korkutucu rüyalara neyin sebep olabileceği hakkında bir fikriniz var mı?”

Langdon hafızasını yoklayıp başmı iki yana sallayınca, bu hareketinin karşılığı yine zonklama oldu.

Genç doktor yazmaya devam ederken, “Pekâlâ Bay Lang­don,” dedi. “Size birkaç rutin sorum olacak. Hangi gündeyiz?”

Langdon biraz düşündü. “Cumartesi. Günün erken saatlerin­de kampusta yürüdüğümü hatırlıyorum… Akşamüstü derslerine gidiyordum, sonra… son hatırladığım şey bu. Düştüm mü?”

“O konuya geleceğiz. Nerede olduğunuzu biliyor musunuz?”

Langdon bir tahmin yürüttü. “Massachusetts Hastanesi mi?”

Dr. Brooks başka bir not aldı. “Aramamızı istediğiniz biri var mı? Eşiniz? Çocuklarınız?”

Langdon alışkın olduğu üzere, “Kimse yok,” diye cevap verdi. Seçmiş olduğu bekâr hayatının ona sağladığı yalnızlık ve özgürlüğün keyfi tartışma götürmezdi ama itiraf etmeliydi ki, içinde bulunduğu durumda, yanında tanıdık bir yüzün olmasını tercih ederdi. “Arayabileceğim bazı iş arkadaşlarım var ama iyi­yim.”

Genç doktor not almayı bitirdikten sonra daha yaşlı olan Dr. Marconi yaklaştı. Kalın kaşlarını düzelterek cebinden küçük bir ses kayıt cihazı çıkarıp Dr. Brooks’a gösterdi. O da başını, anladı­ğını belli eder şekilde sallayıp yeniden hastasına döndü.

“Bay Langdon bu akşam geldiğinizde üst üste aynı şeyi mırıldandınız.” Dijital kayıt cihazının düğmesine basan Dr. Marconi’ye bir göz attı.

Kayıt çalmaya başladığında Langdon, aynı sözleri tekrarla­yan kendi hırıltılı sesini duydu. “Ve… sorry. Ve… sorry.”

Genç kadın, “Bana sanki ‘Very sorry. Very sorry’ diyormuşsunuz gibi geldi,” dedi.

Langdon da onunla aynı fikirdeydi ama hiçbir şey hatırla­mıyordu.

Dr. Brooks gözlerini, huzurunu kaçıracak şekilde Langdon’a dikti. “Bunu neden söylediğinize dair bir fikriniz var mı? Bir şeye mi üzülüyorsunuz?”

Langdon zihninin karanlık köşelerini yoklarken yeniden pe­çeli kadını gördü. Etrafı cesetlerle çevrili kan kırmızısı bir nehrin kıyısında duruyordu. Ölüm kokusu geri gelmişti.

Langdon birden içgüdüsel bir tehlike sezinledi… Sadece ken­disi için değil, herkes için. Kalp monitörünün biplemesi hızlandı. Kasları gerildi ve yatağında doğrulmaya çalıştı.

Hemen Langdon’ın göğsüne elini koyan Dr. Brooks, onu yerine yatırdı. Yanındaki tezgâha doğru yürüyüp bir şeyler ha­zırlayan sakallı doktora şöyle bir baktı.

Dr. Brooks, Langdon’ın üzerine eğilerek fısıldadı. “Bay Lang­don, beyin sarsıntısı geçirenlerde endişe sık rastlanan bir durum­dur ama nabzınızın hızlanmaması gerekiyor. Hareket etmeyin. Heyecanlanmayın. Yatıp istirahat edin. İyileşeceksiniz. Hafızanız zamanla tazelenecek.”

Geri gelen sakallı doktor, elindeki şırıngayı Dr. Brooks’a uzat­tı. O da Langdon’m serumuna enjekte etti.

“Sizi yatıştıracak hafif bir sakinleştirici,” diyerek açıkladı. “Ağrınıza da iyi gelecek.” Gitmek üzere ayağa kalktı. “İyileşe­ceksiniz Bay Langdon. Siz uyuyun. Bir şeye ihtiyacınız olursa yatağınızın yanındaki düğmeye basın.”

Işığı kapatıp sakallı doktorla birlikte dışarı çıktı.

Karanlıkta yatan Langdon, ilacın sistemine hemen yayılarak vücudunu, içinden çıktığı o derin kuyuya sürüklediğini hissetti. Gözlerini odanın karanlığında açık tutarak bu hisle mücadele etti. Doğrulmaya çalıştı ama bedeni adeta taş kesmişti.

Dalmadan önce kendini pencereye bakarken buldu. Işıklar kapalıydı ve karanlık camdaki kendi görüntüsü yavaş yavaş yok olurken yerini uzaktaki ışıklı şehir manzarasına bırakıyordu.

Şimdi Langdon’ın görüş alanında, kuleler ve kubbelerin ara­sında görkemli cephesi olan tek bir yapı görünüyordu. Bu muaz­zam taş kalenin yukarı doğru yükselip dışa doğru çıkıntı yapan doksan metrelik kulesinin mazgallı siperleri göze çarpıyordu.

Başı ağrıdan patlayacakmış gibi olan Langdon yatağında doğruldu. Zonklamayla mücadele ederken bakışlarını kuleye çevirdi.

Bu ortaçağ yapısını iyi tanıyordu.

Dünyada bir eşi yoktu.

Ne yazık ki, aynı zamanda Massachusetts’ten altı bin beş yüz kilometre uzaktaydı.

Langdon’m penceresinin dışında, Via Torregalli’nin gölgeleri arasına saklanmış güçlü yapılı bir kadın, BMW motosikletinden çevik hareketlerle indi ve avının peşindeki bir panter gibi ilerledi. Delici bakışları ve kirpi gibi saçları vardı. Üzerine giydiği siyah deri motosiklet ceketinin yakasım yukarı kaldırmıştı. Susturu­culu silahını kontrol etti ve başını kaldırıp Robert Langdon’m ışıklarının kapandığı pencereye baktı.

Akşamın erken saatlerindeki görevi inanılmaz derecede ters gitmişti.

Tek bir kumrunun ötüşüyle her şey değişti.

Şimdiyse bu işi düzeltmeye gelmişti.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

2. BÖLÜM

 

Floransa’da mıyım?

Robert Langdon’ın başı zonkluyordu. Hastanedeki yatağında dikilmiş sürekli çağrı butonuna basarken, vücut sistemi­ne yayılmış sakinleştiricilere rağmen kalbi hızla çarpıyordu.

Dr. Brooks atkuyruğu şeklindeki saçlarını sallayarak telaşla içeri girdi. “İyi misiniz?”

Langdon sersemlemiş bir ifadeyle başmı iki yana salladı.

“Ben… İtalya’da mıyım?”

Dr. Brooks, “Çok iyi,” dedi. “Hatırlıyorsunuz.”

“Hayır!” Langdon pencereden görünen uzaktaki büyük bi­nayı işaret etti. “Palazzo Vecchio’yu tanıdım.”

Dr. Brooks ışıkları yakınca Floransa manzarası bir anda kayboldu. Langdon’m yatağının yanına gelip sakin bir sesle ko­nuşmaya başladı. “Bay Langdon endişelenmenize gerek yok. Kü­çük çaplı bir hafıza kaybı yaşıyorsunuz, ama Dr. Marconi beyin fonksiyonlarınızın normal olduğunu söyledi.”

Çağn butonunu duyan sakallı doktor da aceleyle içeri girmiş­ti. Dr. Brooks hızlı ve akıcı bir İtalyancayla bir yandan Langdon’m İtalya’da olduğunu öğrenince ne kadar agitato olduğundan bahse­diyor, bir yandan da kalp monitörünü kontrol ediyordu.

Langdon öfke içinde, heyecanlanmak mı, diye düşündü. Daha çok, şok oldum! Salgılamakta olduğu adrenalin, bedenine yayılmış…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...
  • 1 ay sonra...

Emegin için teşekkür ederim Gloria.bende kitabı okurken bi yandan araştırmak istedim ve tesadüfen senin paylasimlarini gördüm. Emeğine sağlık bi yandan kitabı okuyup öbür yandan paylasimlarini takip ediyorum. :)bu arada senin paylaşımını sana cevap yazmak isterken yanlislikla paylastim ama geri silemedim hatta kopyaladim ama nereye anlamadım :) ogrenicem galiba

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Ben de birşeyler yazmak için üye oldum siteye.


Hakikaten çok emek verilmiş, çok güzel ve faydalı bir çalışma olmuş, tebrik ederim.


Ayrıca, bu yöntem, "yeni bir kitap okuma tarzı"na işaret ediyor.


Her okuduğumuz kitabı, buradaki yöntem ile okusak, sanıyorum anlama problemimiz kalmazdı. original.gif


Tekrar, eline ve emeğine sağlık.


Çok iyiydi.


Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bazı fotograflar silinmişti, bugün yeniledim, eğer eksik gördüğünüz ya da fotograf linki kırılmış iletiler görürseniz buraya linkleyin düzeltirim :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

Gerisi okudukça gelecek. Umarım işe yarar smile.png

 

Hoş oldu be wub.png

Süper oldu. Tam aradığımı bulmama yardım ettiğiniz bir çalışma olmuş. KİTABI OKUYORUM OKURKEN DE RESİMLERLE TAKİP EDİYORUM ELİNİZE SAĞLIK HARİKA OLDU SİZİN GİBİ İNSANLARIN OLMASI SEVİNDİRİCİ

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sizə Azərbaycandan yazıram.Adım Cəlal.Məndə bu kitabı türk dilində oxudum.Çox sevdim.Yaxşı ki, türk dili var və bu kitablar var. Və burda paylaşdığınız bütün şəkillər çox gözəl idi.Kitabla birlikdə bu şəkilləri izlədim.Çox sağolunku siz bütün bunaları düşünüb hazırlamısınız. çox sağol gloria'ya

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sizə Azərbaycandan yazıram.Adım Cəlal.Məndə bu kitabı türk dilində oxudum.Çox sevdim.Yaxşı ki, türk dili var və bu kitablar var. Və burda paylaşdığınız bütün şəkillər çox gözəl idi.Kitabla birlikdə bu şəkilləri izlədim.Çox sağolunku siz bütün bunaları düşünüb hazırlamısınız. çox sağol gloria'ya

 

Çok teşekkür ederim güzel düşünceleriniz için celal size smile.png

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

Onlarca yorumda olduğu gibi, ben de sırf size teşekkür etmek için bu foruma üye oldum. 

 

Ne kadar teşekkür etsem azdır emin olabilirsiniz. Bir Dan Brown hayranı olarak her kitabını, anlattığı tüm betimlemelerini tek tek araştırarak okuyan birisiyim. Elimdeki diğer kitabı bitirme sürem biraz uzadığı için Inferno'ya başlamam biraz gecikti. Okurken yine arama işlemine başladığımda sizin başlığınızı gördüm ve işte tam da aradığım dedim. Elimde kitap önümde bilgisayar, sizin paylaşımlarınızla takip ederek bitirdim kitabı. Gerçekten çok emeğiniz var. En önemlisi, kitabı neredeyse bir film gibi canlandırabiliyoruz artık zihnimizde. Tüm mekanlar açık ve net gözler önünde. 

Sizi tebrik ediyor, emeğinize de teşekkür ediyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
  • 1 ay sonra...

Ben de ayni sayfalardayim.cok guzel calisma yapmissiniz tebrik ederim...Kitabi okurken hiristiyan dunyasinin insanliga bakisini belirtiyor...Dunya nufusu cok kalabalik...Avrupanin disindaki insankar olmeli diyor...Ve bu projenin dunyada nasil uygulandigini haberlerde goruyoruz.En basiti kacaklari tasiyan teknelerin batirilmasi...Afrikada degisik salgin hastaliklar ve savaslar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.