Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Atatürk'ün Kürt Politikası


evrensel-insan

Önerilen İletiler

İsmet İnönü`nün 1925`te söylediği "Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları Türk yapmaktır" sözüyle tamamen bir cark degistiren; Kurd kavrami ve Ataturk tarafindan degerlendirilisinin belgeleri ile aciklanisi.

 

ataturk'un kurt politikasi iki halkin kardesligine dayanir...

belge :1

“iki halki çarpiştiran haindir!”

mustafa kemal’in 17 eylül 1919 günü istanbul’daki senato üyesi fuat paşa’ya gönderdiği mektuptan:“...bu başbakan’ın (damat ferit) cinayetlerine ortak olan içişleri ve savaş işleri bakanları da ulusun sesini boğmak yasal bir toplantısını (sivas kongresi) tanımamak kürt’ü türk’ü birbirine düşürerek müslümanlar arasında çarpışmalara neden olmak gibi haince girişimlerde bulunuyor...”

(atatürk’ün özel arşivi’nden seçmeler kültür bakanlığı yayını sayfa: 71)

belge:2

“kürt türk kardeşinden ayrilmayacak”

mustafa kemal’in 3. ordu müfettişi olarak amasya’dan erzurum’daki kazım karabekir paşa’ya gönderdiği 24 haziran 1919 tarihli mesajın ilk maddesi:
“1- mr.novil adındaki bir ingiliz yüzbaşısı urfa’dan siverek yoluyla viranşehir’e giderek milli aşiretlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş ve urfa’ya dönmüş. osmanlı hükümeti için çok kötü propağandalar yapmış. ancak aşiret reislerinden aldığı kesin cevaplara sevinmemiştir. kürtler türk kardeşlerinden kesinlikle ayrılmayacaklarını bu uğurda son kişilerine varıncaya kadar ölüme hazır olduklarını söylemişler. ayrıca ingilizler’in kendilerine vermek istediği önemli miktardaki parayı almayarak namus ve yurtseverliklerini göstermişlerdir...”

(atatürk’ün tamim telgraf ve beyannameleri nimet arsan sayfa: 43)

belge:3

“kürtler oyunun farkina vardi”

mustafa kemal’in sivas’tan 24 eylül 1919 günü amerika birleşik devletleri inceleme kurulu başkanı general harbord’a gönderdiği ayrıntılı rapordan:
“imparatorluğu bölmek ve türkler ile kürtler arasında bir kardeş savaşı çıkarmak ve bağımsız bir kürdistan kurma planlarına ortak etmek üzere kürtler’i kışkırttılar. ileri sürdükleri aaa imparatorluğun nasıl olsa dağılacağıdır. bu düşüncelerini gerçekleştirmek için büyük paralar harcadılar. her türlü casusluğa başvurdular. noil adında bir ingiliz subayı uzun süre diyarbakır’da bu yolda çaba gösterdi ve her türlü yalan ve aldatmaya başvurdu. ama bizim kürt yurttaşlarımız düzenlenen oyunun farkına vararak o’nu ve yüreklerini para ile satan bir grup haini bölgeden kovdular...”

(atatürk’ün tamim telgraf ve beyannameleri nimet arsan sayfa: 74-84)

belge: 4

“türk kürt çerkes kardeşiz”

mustafa kemal’in ankara’dan çerkes ethem’in ağabeyi reşit bey’e gönderdiği 7 ocak 1920 tarihli telgrafından:
“konu dışı olarak şunu da belirteyim ki anzavur’un alçaklığı kendisine ve kışkırtıcı olan ingilizler ile ayakçılarına yöneliktir.bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan çerkez kardeşlerimiz hepimizin övdüğümüz baştacımızdır. asıl bugün düşmanlarla çevrili türk kürt çerkez ve diğer din kardeşlerimizin elele vermesi sarsılmaz bir bütün oluşturmaları namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur...”

(harp tarihi vesikaları dergisi sayı: 34 belge no: 849 )

belge: 5

“kürtler türklerle birleşti”

mustafa kemal’in “nutuk” adlı eserinin “samsun’a çıktığım gün genel durum ve görünüş” başlıklı bölümünden:
“anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. bütün kararları bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara kadar yayıldı. ingiliz koruması altında bir bağımsız kürdistan kurulmasıyla ilgili propağanda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. kürtler türkler ile birleşti...”

(nutuk türk dil kurumu ankara 1976 sayfa 15

belge: 6

“kürdistan’i ayaklandiriyorlar!”

mustafa kemal’in nutuk adlı eserinde yer alan ve 6. kolordu komutanı’nın padişah’a gönderdiği mektuptan söz ettiği bölümden:
“...komutanlar mektupta hükümetin savaş yoluna gidep kongreyi basarak müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve kürdistan’ı ayaklandırarak yurdu parçalatma planını da para karşılığında yüklenmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıklarından söz ediyorlar...”

(nutuk inkılap yayınevi ankara 1996 sayfa 100 )
belge: 7

“kürdistan’a otonom yönetim!”

altında “büyük millet meclisi ve mustafa kemal” imzası bulunan ve el-cezire komutanıtuğgeneral nehat paşa’ya gönderilen masaj:
“kişiye özel.

el-cezire cephesi komutanı tuğgeneral nihat paşa hazretlerine

1-aşamalı olarak bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. kürtlerle dolu bölgede ise hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız.

2-ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir. biz de bu ilaaai benimsiyoruz. kürtler’in bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerinikurmuş ve başkanları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderlerine gerçekten sahip oldukları bmm (büyük millet meclisi) buyruğunda yaşam istekleri yayınlanmalıdır. kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikaya yöneltilmesi el-cezire cehpesi komutanlığı’nın görevidir.

3-kürdistan’da kürtler’in fransızlar ve özellikle irak sınırında ingilizler’e karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla kürtler’in birleşmesini engellemek aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir.

4-kürdistan’ın iç politikası el-cezire cephesi komutanlığı’nca belirlenecek ve yönetilecektir. cephe komutanlığı bu konuda büyük millet meclisi başkanlığıyla yazışmalar yapar. iller tarafından izlenecek yolu düzenleyip uyumu sağlayacağı için sivil yöneticilerin de bu konuda bağlı oldukları yer cephe komutanlığı’dır.

5-el-cezire cephe komutanlığı yönetim adalet ve maliye (parasal) konularda değişiklik ve düzenlemeye gerek gördükçe bunun uygulanmasını hükümete önerir.
bmm başkanı
mustafa kemal.”

(tbmm.gizli celse zabıtları türkiye iş bankası kültür yayınları ankara 1985 cilt: 3 sayfa: 550)

belge: 8

“kürdistan’da bulunmaktan kivanç duydum!”

mustafa kemal’in adana’dan 24 mart 1919 günü kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili olarak ortaya atılan bir iddiaya karşılık istanbul’a savaş işleri bakanlığı’na gönderdiği mektuptan:

“arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. yalnız kendi adıma açıklıyorum ki; benim anafartalar’da kürdistan’da suriye’de başlarında bulunmaktan kıvançz duyduğum kahraman ordular haydutların değil osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur..”

(öyküleriyle atatürk’ün özel mektupları sadi borak çağdaş yayınları istanbul 1980 sayfa: 139)

belge: 9

“ayrilikçi kürtler kazanildi!”

mustafa kemal’in amasya’dan22 haziran 1919 günü sivas valisi reşit paşa’ya çektiği telgrafın ikinci parağrafı:

“devletin bütünleşmesinin önem kazandığı bir sırada ingiliz propağandasının etkisinde ortaya çıkan ve kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler görüşmeler yoluyla kazanılarak halifelik ve saltanat çevresindeki ortak amacımıza getirildi. çok şükür hata anlaşılarak aramıza dönmüşler ve kongreye (sivas) çağrılmışlardır. bu ulusal ve yaşamsal sorun için sizin gibi yurtsever sözünü bilir düşünürlere düşen özveri özellikle çok büyüktür..”

(tarih vesikaları dergisi ankara 1949 sayı: 15 sayfa: 162)

belge: 10

“bağimsiz kürdistan isteyenlerle görüşüldü"

mustafa kemal’in 3. ordu müfettişi ünvanıyla istanbul’a başta halide edip adıvar senato başkanı ahmet rıza bey ve eski başbakan ahmet izzet paşa’nın da bulunduğu çok sayıda aydın ve polotikacıya gönderdiği mesajdan:

“...bu düşünceme siz de katılıyorsunuzdur herhalde. anlattığım durum bugün genel bir kongrenin acele olarak taplanmasını gerektirmektedir. bu çağrı her yere ulaştırılmıştır. devletin parçalanmasının sözkonusu olduğu bir sırada ingilizler’in propağandasıyla ortaya çıkan ve kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler gibi akımlar da karşılıklı görüşmelerle bu düşüncenin savunucuları halifelik ve saltanat çevresindeki ortak amacımıza çekilerek durdurulmuş ve kongreye çağrılmışlardır..”

(milli mücadele sebahattin selek cilt: 1 sayfa: 324)

belge: 11

“osmanli ülkesinin parçalari”

11 eylül 1919 günü yayınlanan sivas kongresi bildirgesi’nin 1. maddesi:
“1- yüce osmanlı devletiyle anlaşık devletler arasında yapılan antlaşmanın imzalandığı 30 ekim 1918 günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her yerde ezici çoğunluğu müslüman olan osmanlı ülkesinin parçaları (ki bu parçalar bir sonraki belgede yani amasya protokolü’nün ilk maddesinde –osmanlı toprağı türkler ve kürtler’in yaşadığı topraklardır.- diye açıklanıyor.) birbirlerinden ve osmanlı bütünlüğünden hiçbir nedenle koparılamaz bir bütün oluşturur. bu parçalarda yaşayan bütün müslümanlar; birbirlerine karşı karşılıklı saygı ve özveri duygularıyla dolu etnik ve sosyal haklarıyla bulundukları yöne koşullarına bütünüyle bağlı öz kardeştirler...”

sivas kongresi vehbi cem aşkın ankara 1963 sayfa: 158

belge: 12

“türk ve kürtlerin oturduklari yerler”

amasya protokolü tutanağı’nın 1. maddesi aynen şu cümlelerle başlıyor:
“bildirgenin 1. maddesinde osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırları türk ve kürtler’in oturdukları yerleri kapsadığı ve kürtler’in osmanlı topluluğundan ayrılmasının olanaksızlığı belirtildikten sonra bu sınırın en az bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.bununla birlikte yabancılar tarafından görünüşte kürtler’in bağımsızlığı amacı altında uydurulan yalanların önüne geçmek için de bu durumun kürtlerce şimdiden bilinmesi uygun görüldü...”

(1-yurt ansiklopedisi cilt: 1 amasya maddesi.
2-atatürk’ün kurtuluş savaşı yazışmaları mustafa onar kültür bakanlığı yayınları 1995 cilt: 1 sayfa: 268 belge no: 348)

belge: 13

“kürdistan’l a ilgilenmek gerekiyor”

9. ordu birlikleri müfettişi mustafa kemal havza’dan 29 mayıs 1919 günü genelkurmay başkanlığı’na çektiği telgraf:

“bağımsız kürdistan görüşünü savunan diyarbakır’daki kürt kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim. kürtler’e ve kürdistan üzerinde etkili savaş sırasında yakınlık ve sevgilerini çok iyi kazandığım kürt ileri gelenlerinden bazılarına doğrudan bazılarına kolordu aracılığıyla telgraflar çekerek devletin gerçek durumunu ve kendilerince alınması gereken önlemler için gereği kadar bilgi vererek etkili öğütlerde bulundum.

son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre kürdistan bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor bunun için bağımsız kürdistan olmak üzere ingilizlerce de desteklenen hangi bölgelerdir ve ileride çok...(bu cümlenin sonu okunamıyor.) yine ingilizlerce kışkırtılan bölgeler hangileridir? bu konuda yüksek başkanlığınızdaki bilgilerin bildirilmesi için emirlerinizi dilerim...”

(har tarihi vesikaları dergisi sayı: 4)

belge: 14

“kürtler’le uzlaşin!”

mustafa kemal’in 15 haziran 1919’da diyarbakır valiliği’ne gönderdiği telgraftan:
“bütün milletin hayat ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu önemli günlerde bir yabancı devletin korumasına sığınarak düşük ve esir yaşamayı tercih eden her türlü ilkenin ülaaai parçalayarak her türlü derneğin kapatılması çok hayati ve gerekli bir görev olduğundan kürt kulübü konusundaki uygulamanız tarafımızdan da uygun görülmüştür..
.......
bu nedenle diyarbakır ve bağlı yörelerde müdafaa-i hukuk ve redd-i ilhak derneklerinin oluşmasına ve kurulmasına yardım edilmesini önemli salık veririm. ve özellikle kürt kulübünün üyeleriyle bugünkü telgrafım kapsamında görüşerek uzlaşmak uygundur...”

(söylev hıfzı veldet velidedeoğlu sayfa: 10)

belge: 15

“kürtler’i temsil etmiyorlar”

mustafa kemal’in diyarbakır valisi’ne gönderdiği yukarıdaki telgrafa karşılık erzurum’daki kazım karabekir paşa’ya gönderdiği telgraftan:
“diyarbakır’da kürt kulübünün ingilizler’in kışkırtmasıyla ingilizler’in koruyuculuğunda bir kürdistan kurmak amacını izlediği anlaşıldığından kapattırılmıştır. üyeleri hakkında soruşturma yapılıyor. kürdistan’ın tanınmış beylerinden aldığım telgraflarda dağıtılan bu kürt kulübü’nün hiçbir kürt’ü temsil etmediği birkaç kendini bilmezin girişimlerinin sonucu olduğu ülke ve ulusun bütünüyle bağımsız ve özgür yaşaması uğrunda her türlü özveriye ve bu konuda emirlerinize hazır oldukları bildirilmektedir...
...hükümetin (istanbul) bayağı tutsak bir durumda olması başkentin baskılı bir askeri işgal altında bulunması dolayısıyla ulusun kurtuluşunun yine ulus ordusuyla gerçekleşeceği sizcede bilinmektedir. bu nedenle ben kürtler’i daha ötesi bir öz kardeş olarak bütün ulusu bir nokta çerçevesinde birleştirmek ve bunu dünyaya müdafaa-i hukuk dernekleri aracılığıyla göstermek karar ve çabasındayım...”

(söylev hıfzı veldet velidedeoğlu sayfa: 49)

belge: 16

“ezici coğunluk türk ve kürt”

mustafa kemal’in edirne’deki 12. kolordu komutanı mehmet selahattin bey’e gönderdiği bir mesajdan:
“ezici çoğunluğu türk ve kürt olan bu illerden bir karış bile verilemez...”

(söylev hıfzı veldet velidedeoğlu cilt:1 sayfa: 72)

belge: 17

“bedirhanlar ve malatya olayi”

“bay novel adında bir ingiliz binbaşı bedirhanlar’dan kamuran celadet ve cemil beylerle ve yanında 15 kadar kürt atlısıyla malatya’ya gelmiş ve kendilerini mutasarrıf bedirhanlı halil bey karşılamıştır. harput (elazığ) valisi de bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille malatya’ya gelmiştir. bu amaçla bunlara adıyaman’daki birlik de verilmiştir.
amaçlarını kürdistan kurmaya söz vererek kürtler’i işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yollamak olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere başvurulmuştur. bu arada vali ve ötekileri yakalatmak istiyoruz. malatya mutasarrıfı da kürt aşiretlerini malatya’ya çağırmıştır. bunun üzerine 13. kolordu işe girişti. gereken önlemler alınmıştır. yarın akşam harput’tan gönderilen bir birlik ortalığı karıştıranları tepeleyecektir...”

(nutuk)

 

BELGE: 18   “DĠN VE ULUSUNU SATMIġ KÜRTLER!”   Mustafa Kemal’in, Erzincan’ın Kemah ilçesinde yaĢayan ve Kürt aĢiretlere yakınlığıyla bilinen eski Milletvekili Halet Bey’e, Sivas’tan, 9 Eylül 1919 günü gönderdiği mesajdan:  “...Ġngiliz korumasında bağımsız bir Kürdistan kurulması amacıyla propağanda yapmakta olan Ġngiliz BinbaĢılarından Mr. Novel’in, din ve ulusunu satmıĢ Kürt Beylerinden Ekrem, Kamran, Ali, Celadet’le birlikte Malatya’ya geldiği ve Ġstanbul hükümetini tutan, açıkçası ulus ve yurt haini olan Elazığ Valisinin de bunlara katıldığı ve Bedirhanilerden Malatya Mutasarrıfı Halil Beyle birlikte sözde postayı soyan hırsızları izlemek gibi uydurma bir gerekçeyle silahlı Kürtleri toplamaya giriĢtikleri öğrenildi.   ġöyle ki, Kürtler’in kutsal halifelik makamına ve ülkeye olan bağlılık ve ayrılmazlıklarını göstermek üzere bazı ağaların birtakım Kürt kuvvetiyle birlikte Malatya’ya doğru yola çıkıp, padiĢah ve ulusa karĢı Ġngilizler’le iĢbirliği yapmak hainliğine kalkıĢan ve yörenin temiz yürekli Kürtler’ini toplayarak onların askerlerce boĢ yere öldürülmelerine ve padiĢaha, ulusa baĢkaldırmıĢ duruma sokulmalarına neden olan vatan hainlerinin alçaklıklarını sözünü ettiğim Kürtler’e en çabuk yoldan bildirip, çağrıya uymalarının sağlanmasına çaba göstermelerini önemle bekler. Olanak varsa bu iĢe hemen giriĢilerek sonucun hemen bildirilmesini dileriz...”   (Rauf Orbay’ın Hatıraları, YakınTarihimiz Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 30, Belge no: 1113)

 

Hızlı bir bakışla 22 Ekim 1919 gününe gidelim ve İstanbul Hükümeti`nin Başbakanı Salih Paşa ile Heyet-i Temsiliye üyeleri (Mustafa Kemal, Hüseyin Rauf ve Bekir Sami beyler) arasında imzalanan Amasya Protokollerine bakalım. 2 No`lu protokolün ilk maddesi şu cümleyle başlıyor:

"Beyannamenin birinci maddesinde Devlet-i Osmaniye`nin tasavvur ve kabul edilen hududu Türk ve Kürtlerle meskûn olan araziyi ihtiva eylediği ve Kürtlerin camia-i Osmaniye`den ayrılması[nın] imkânsızlığı izah edildikten sonra bu hududun en asgari taleb olmak üzere temin-i istihsali lüzumu müştereken kabul edildi."

Özetleyelim: 1. Osmanlı Devleti`nin düşünülen ve kabul edilen sınırı Türkler ve Kürtlerin oturdukları araziyi kapsar. 2. Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkânsızdır. 3. Türkler ve Kürtlerin yaşadıkları bölgenin kurtarılması ortak olarak en asgari talebimiz olarak kabul edilmiştir.

Cümlenin devamında ise İngilizler kastedilerek, yabancıların görünüşte Kürtleri bağımsızlıklarına kavuşturacakları vaadiyle yaptıkları tezvirlerin önüne geçmek maksadıyla bu hususun, yani Türk-Kürt ayrılmazlığının Kürtlere bildirilmesinin uygun görüldüğü belirtiliyor. (Orijinali: "Maahazâ ecanib tarafından Kürtlerin istiklali maksad-ı mahsusu altında yapılmakta olan tezviratın önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce malum olması tensib edildi.")

Belgeler konusunda uyanık olmamız şart. Nitekim burada şüphemizi çeken bir nokta var. Bekir Sıtkı Baykal`ın yayınladığı "Heyet-i Temsiliye Kararları"na (Türk Tarih Kurumu Yay., 1989, s. 25) baktığımızda yukarıya aldığımız ilk cümlenin devamındaki tam 3 sayfanın `kopuk` olduğu yazılıdır! Evet kopuk! İyi de bu kadar hayati bir kararın 3 sayfası neden kopuktur? Kim kopartmıştır? Arşivlerimizin birileri tarafından elden geçirildiğini mi anlamamız lazımdır bundan? Demek ki, belgeler üzerinde operasyonlar sadece Erzurum Kongresi tutanaklarına mahsus değilmiş.

 

Salih Paşa`ya verilen ve Mustafa Kemal, Rauf Orbay ve Bekir Sami beylerin imzalarının bulunduğu 2 numaralı protokoldeki o sansürlenen cümlenin baş tarafını orijinalinden okumayı deneyelim:

"Maahaza Kürtlerin serbesti-i inkişâflarını temin edecek vech ve surette hukuk-i örfiye ve ictimâiyece mazhar-ı müsâedat olmaları dahi tervîc ve ecânib tarafından Kürtlerin..." ("Atatürk`ün Bütün Eserleri", cilt 4, Kaynak Yay., 2003, s. 344`teki belgenin fotokopisinden okudum.)

Gerisi, yukarıdaki cümlenin aynısı. Ancak bu kısım, birileri tarafından müthiş bir beceriyle temizlenmiş ve belge düpedüz kesilip yeniden yapıştırılmıştır. Üstelik bu operasyonun yıllarca arşivlerde çalışmış olan Mithat Sertoğlu gibi bir `üstad` tarafından yapılmış olması, insanda kime güveneceğine dair sağlam bir his bırakmıyor. Gerçekten de belgeler bile makaslanarak bu hale sokulduysa, yani hafızamıza şiddet uygulandıysa bizleri hangi polis koruyacaktır?

Çıkartılan cümlede ne var peki? Şu: "Bununla beraber, diyor belgemiz, Kürtlerin serbestçe gelişmelerini sağlayacak tarz ve biçimde kültürel ve toplumsal haklar bakımından müsaadelere mazhar olmaları dahi desteklenmiştir..." Bir başka deyişle Kürtlerin kendilerini geliştirmeleri için kültürel ve toplumsal haklarına erişmeleri konusunda mutabakat sağlanmıştır.

İşte size Milli Mücadele`nin en kritik belgelerinden birisinin hal-i pür-melâli. Artık siz karar verin bu ülkede gerçekten tarihçilik yapılıp yapılamayacağına.

Hoş, aynı ameliyat, Mustafa Kemal Paşa`nın İzmit konuşmasına da yapılmadı mı? Vaktiyle Doğu Perinçek sayesinde ("2000`e Doğru" dergisi, sayı 35, 30 Ağustos-5 Eylül 1987) Atatürk`ün "hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar (özerk) olarak idare edeceklerdir" sözünün yer aldığı kısmın, 1982 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından basılan metinden çıkarıldığını öğrenmiştik.

Bu kısımların neden çıkartıldığını İsmet İnönü`nün 1925`te söylediği "Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları Türk yapmaktır" sözüyle veya 1980 darbesinden sonra Kürtçenin, hatta Kürt sözünün bile yasaklandığı bir inkâr fırtınası içine yerleştirdiğinizde anlayabilirsiniz ancak. Türk-Kürt kardeşliğini ve Kürtlerin ortak kurucu unsur olduklarını vurgulayan Mustafa Kemal`den "Cumhuriyetimizin dayanağı Türk camiasıdır" fikrindeki Atatürk`e; Türk vatanı içindekileri Türk yapmaktan söz eden bir asker başbakandan Türkler dışındaki etnik unsurları, daha açık söylersek Kürtlüğü "Türkiye halkı" olarak tanıyan bir başka askere.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ataturk'un "turkluk" vurgusu ilk defa; "genclige hitabesi" dir- 27 Ekim 1927

 

Daha sonrada 29 Ekim 1933 konusmasi "ne mutlu turkum diyene" ile son bulmustur.

 

Onuncu yil soylevi, "Turk ulusu" diye baslar.

 

Ucuncu paragrafta " bu asnda buyuk turk ulusunun bir bireyi olarak...." diye devam eder.

 

Yine ayni konusmada "ben turk ulusunun bir bireyiyim." der.

 

"Turk ordusu" tamlamasini da yine ayni konusmada kullanir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk’ün Medeni Bilgiler kitabına koydurduğu şu sözler Atatürk’ün Kürt meselesine bakışını oldukça net biçimde ortaya koyar:

 

“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış mevsimler birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl edememiştir.”

 

Yine 1924 Anayasası Encümeni tarafından ortaya konulan şu sözler de Cumhuriyet idaresinin “Kürt sorunu” dayatmalarını reddeden anlayışının en iyi örneğidir:

 

“Devlet Türk’ten başka millet tanımaz Devlet dahilinde hukuku müsaviyeyi haiz başka ırktan gelme kimseler bulunduğundan, bunların ırki ayrılıklarını ayrı birer milliyet olarak tanımak caiz değildir.”

 

Cumhuriyet idaresinin Kürtçülüğe karşı tavizsiz tavrını gösteren dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Takrir-i Sükun Yasası’nın çıkarılmasına sert tepki gösteren ve “Hükümetin gayrikanuni tevkif hakkı yoktur” diyen Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey’e şu yanıtı verir:

 

“Efendiler, hükümet hapsetmiyor ve hükmetmiyor, mücrime mahkemenin kapısını gösteriyor, en medeni, en mütemeddin memleketlerde dahi bundan başka ne yapılabilir efendiler? Koca bir vatanın şark kısmı baştan başa irtica ateşi içinde yanaken Feridun Fikri Bey’e soruyorum. Asilerin karşısına anarşizmin hürriyetiyle mi çıkacağız ve böyle çıkmağa hakkımız var mıdır?”

 

Bugün de özgürlük ve insan hakları propagandasıyla bölücülükle mücadeleyi engellemeye çalışan anlayışa o dönemde verilen yanıt budur. Ancak bu yanıt sözden ibaret de kalmayacaktır.

 

Tartışmaların bu şekilde sürüp gitmesi üzerine Mustafa Kemal 2 Mart günü kürsüye çıkar ve Fethi Bey kabinesi yerine İsmet Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kurulduğunu şu sözlerle ilan eder:

 

“Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. Devrimi başlayan tamamlayacaktır!”

 

Bu sözlerle birlikte Mustafa Kemal’in Meclis içindeki Şeriatçı ve Kürtçü unsurlarla mücadelesi iyice hızlanacaktır. Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu ile birlikte İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşu ve faaliyetleri hız kazanır. Yargılamaların ardından Şeyh Sait’in de aralarında bulunduğu 48 kişi için idam cezası verilir ve Şeyh Sait ve adamları idam edilir. Takrir-i Sükun Yasası oldukça kapsamlı bir mücadele programıdır. Kürtçülük ve Şeriatçılıkla mücadelenin en önemli maddelerinden birisi bu iki hareketin propaganda kanallarının kesilmesidir. Bu suretle yurtdışında yayınlanan ve Türkiye’ye sokulan Kürtçü propaganda kitapları yasaklanır. Kürtçüleri destekleyen ve Cumhuriyet idaresinin politikalarına karşı halkı kışkırtan basın-yayın organları kapatılır.

 

Mustafa Kemal, Şeyh Sait İsyanı’nın ardından yeni isyanların geleceğini ve Kürtçülüğün daha da güçleneceğini görmektedir. Çünkü Meclis içinde temsil edilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensubu pek çok milletvekili açıkça Kürtçü tezleri dillendirmekte ve halkı Cumhuriyet rejimine karşı kışkırtmaktadırlar. Bu nedenle önce Şark İstiklal Mahkemesi görev bölgesi içindeki Terakkiperver Fırka şubelerini kapatır. Daha sonra da Bakanlar Kurulu kararıyla Terakkiperver Fırka tamamen kapatılarak Kürt ayaklanmalarına önayak olan siyasi mekanizma tümüyle devre dışı bırakılır.

 

Atatürk Kürtçülükle mücadele ederken öncelikle onun basın ve siyaset içindeki kollarını ortadan kaldırmıştır. Ardından da kapsamlı bir askeri saldırı ile tüm Kürt isyanlarını en sert biçimde bastırmıştır. Ve bu nedenle başarı kaçınılmaz olarak ardından gelmiştir.

 

Devlet otoritesinin sağlanması: Umum Müfettişlikler

 

Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesini çözmek yönünde attığı önemli bir adım da Umum Müfettişlik uygulamasıdır. İstiklal Mahkemeleri’nin çalışma süresinin dolmasının ardından bu kez mevcut idari tedbirlerin devam ettirilmesi ve Kürtçülükle mücadelenin aynı hızla devam ettirilebilmesi için 25 Haziran 1927’de Umum Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun kabul edilir. Bu kanun Cumhuriyet idaresinin Kürtçülüğün siyasal ve toplumsal ayaklarını tümüyle kırmak ve yıllardır devlet otoritesinin tesis edilemediği yerlerde bozulan otoriteyi tekrar oluşturmak için bölgenin tüm idari işlerinden sorumlu bir genel vali ataması şeklinde ortaya çıkmıştır.

 

Umum Müfettişler Atatürk’ün en yakın ve güvendiği çalışma arkadaşları içinden seçilmişler ve uzun yılar Atatürk’le birlikte mücadele eden isimlerdir. Umum Müfettişlik uygulamasının zamanı ve kapsadığı bölgeler de ayrıca incelenmelidir.

 

Şeyh Sait İsyanı’ndan hemen sonra Diyarbakır, Urfa, Batman, Mardin, Siirt, Şırnak, Hakkari, Van, Bitlis, Muş illerini kapsayan Birinci Umum Müfettişlik, Ağrı İsyanı’ndan sonra Erzurum, Ağrı, Iğdır, Kars, Ardahan, Rize, Trabzon, Bayburt, Gümüşhane ilerini kapsayan Üçüncü Umum Müfettişlik, Dersim İsyanı döneminde ise Erzincan, Tunceli, Elazığ ve Bingöl illerini kapsayan Dördüncü Umum Müfettişlik kurulmuştur. Yeşiltuna’nın kitabında Kürtçülüğü toplumsal yapıdan kazımak için özel bir kurum olarak oluşturulan Umum Müfettişliklerin kuruluş ve çalışma ilkeleri bütün ayrıntılarıyla veriliyor ve günümüz açısından Kürtçülükle mücadelenin yasal ve idari boyutlarının nasıl olması gerektiği konusunda önemli bir örnek oluşturuyor.

 

Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesine yaklaşımını ortaya koyan bu Umum Müfettişlik uygulaması da yine Meclis içindeki Kürtçü muhalefetin tepkisini çekmiştir. Burada da Kürtçü muhalefetin temel propagandası hukuk, adalet, özgürlük gibi bugün de sıklıkla duyduğumuz kavramlardır. Ancak Atatürk, Kürt bölücülüğünün bu kavramların arkasına sığınarak ülkeyi sürüklediği tablo karşısında kararlılığını bozmamış ve muhalefetin tüm karşı çıkışlarına rağmen tıpkı Takrir-i Sükun Yasası’nın çıkartılması ve İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması sırasında olduğu gibi Umum Müfettişliklerin kurulmasında da tüm ağırlığıyla meselenin üzerine gitmiştir.

 

Dördüncü Umum Müfettişi ve Koçgiri İsyanı’nı bastıran Nurettin Paşa’nın oğlu olan Abdullah Alpdoğan Paşa’nın 7-22 Aralık 1936 tarihinde toplanan Umum Müfettişler toplantısına sunduğu rapordaki şu sözler Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesine yaklaşımını özetler niteliktedir:

 

“...Türkçe bilmeyen çocuklara bu mekteplerde Türkçe öğretiliyor. Türk duygusu aşılanıyor. Tunceli içerisinde dilini unutmuş Türk soyundan insanların kasaba ve nahiyelerle civarına iskanları düşünülüyor. ... Toplu bir Türk camiası hususa getirecek bu hususta hazırlıklıyız.”

 

Umum Müfettişlikler özellikle Kürt isyanlarının silahla bastırılmasının ardından bölgenin Cumhuriyet idaresine tam anlamıyla bağlanması, buralarda devlet otoritesinin sağlanması ve bölgedeki halkın Cumhuriyet’e yakışan birer yurttaş haline gelebilmeleri için bir dizi sosyal ve kültürel tedbiri de hayata geçirmiştir.

 

Böylelikle Atatürk’ün başlattığı yeni Türk uluslaşmasının Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde etkin kılınması, Kürtlük cereyanının ortadan kaldırılması ve Türkleştirme programının planlı biçimde ilerletilmesi sağlanmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk Kürt meselesini nasıl halledecekti?

Bugün Türk kimliğinin yerine etnik ve dinsel kimlikleri ikame etmeye çalışan “özgürlükçü” anlayışa karşın, Cumhuriyet idaresi kapsamlı bir uluslaşma projesini hayata geçirmiştir.

Kürt isyanlarının bastırılması, İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükun Kanunu gibi etkili önlemlerin dışında Atatürk döneminde ciddi bir Türkleştirme planı da hayata geçirilmiş ve titizlikle uygulanmıştır.

Bu uygulamaların en önemlilerinden biri Ağrı İsyanı’ndan hemen sonra gündeme gelen ve 1932 yılında kanun teklifi haline getirilerek 1934’te yasalaştırılan İskan Kanunu’dur.

İskan Kanunu’nun amacı Türkiye’deki Türk nüfusunu arttıracak bir nüfus siyaseti ortaya koymaktır. Cumhuriyet’e Osmanlı’dan miras kalan kozmopolit yapıya karşın Cumhuriyet idaresi tek bir ulusal kimlik inşa etmek istemektedir ve bunun önde gelen koşulu da Türkçe konuşan insan sayısının artırılması ve Türk kimliğinin ülke sathında güçlendirilmesidir. O nedenle bugün karşımıza çıkarılan alt-üst kimlik tartışmaları, mozaik toplum teorileri, kültürel özerklik önerilerinin yerine Atatürk, cumhuriyeti, tek dilli ve tek kimlikli bir ulus inşa etme projesini ortaya koymaktadır.

İskan Kanunu ile birlikte Doğudan Batıya yapılan nakillerle Kürtçü feodal yapının dağıtılması ve farklı kavimlerin yerine tek bir Türk kimliği oluşturmak hedeflenmiştir. Yine yurtdışından getirilen muhacirlerin bu bölgelere yerleştirilmesi de yine İskan Kanunu’nun Türk kimliğini tesis etme anlayışının bir devamıdır.

Türk kimliğinin güçlendirilmesi ve Türk uluslaşmasının başarıyla tamamlanması için Türk dili ve kültürünün yurt çapında etkin kılınması gerekmektedir. Bunun için de Atatürk’e maledilmeye çalışılan “Türk–Kürt kardeşliği” ya da “Kürtlere özerklik” uydurmalarını yalanlarcasına İskan Kanunu’nda tek bir Türk kimliği yaratma amaçlı şu sözlere yer verilmiştir:

 

“Atatürk ve Kürtler” kitabında yer alan Kürtçülükle mücadele için çıkartılan kanunlar, gerekçeleri ve kanun maddeleri bu Türkleştirme politikasının hedef ve yöntemlerini de okuyucuya sunmaktadır.

İskan Kanunu’ndan sonra yürürlüğe giren Soyadı Kanunu da bu Türk uluslaşmasının yurt çapında etkinleştirilmesi uygulamasının devamı olarak kabul edilmelidir.

Türkçe soyadlarına kavuşan vatandaşlar geçmişin ilkel ve çağdışı kavimsel aidiyetlerinin yerine çağdaş Türk kimliğini resmen kabul etmiş olmaktadırlar.

Devletin Kürtçülükle mücadele programı bununla da sınırlı kalmamıştır. İskan Kanunu uyarınca bir yandan geri aşiret yapısının dağıtılarak Kürtlerin Türk bölgeler içine dağıtılarak Türk kültürü içinde eritilmesi sağlanmış diğer taraftan da muhacirlerin Kürt nüfusun yoğun yaşadığı yerlere nakledilmesi ile buralarda Türk kültürünün güçlendirilmesi amaçlanmıştır.

İskan Kanunu’nun uygulanma aşamasında Türkiye üç ana mıntıkaya ayrılmıştır. Birinci mıntıka “Türk kültürlü nüfusun tekasüfü istenen yerler”, ikinci mıntıka “Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerler”, üçüncü mıntıka ise “Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik, inzibat sebepleriyle boşaltılması istenilen ve iskan ve ikamet yasak edilen yerlerdir.”

Bu üç mıntıkalı yapı Türkleştirme programının temel uygulama alanı olacaktır.

Ancak bu Türk kültür ve nüfus politikasının oturtulması da ciddi bir denetime tabi tutulmuştur. Bu nedenle İskan Kanunu’nda batıya göç ettirilen Kürt nüfusun Türk nüfusla kaynaşmak yerine kendi feodal yapısını şehirlerde yeniden inşa etmesine engel olmak için Kürtlerin iskan bölgelerinde ayrı mahalle kurmaları yasaklanmıştır.

Bugün Kürtçe eğitim ve öğretime izin verilerek ya da Kürtlerin kültürel haklarının tanınması yoluyla ayrılıkçılığın zayıflayacağını iddia edenlere karşın Cumhuriyet yönetimi tam tersi bir tavır takınmış ve Kürtçülükle mücadelede en sert tedbirlere başvurmaktan çekinmemiştir. 1928 yılında Atatürk’ün emriyle başlatılan “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası ile Türk kültürünün ve dilinin tüm vatandaşlara benimsetilmesi kararlaştırılmış, daha da ileri gidilerek 1925 tarihli Başbakanlık kararnamesine dayanılarak devlet dairelerinde, çarşı, pazar ve okullarda Türkçe’den başka dil konuşanların cezalandırılması öngörülmüştür.

Yeşiltuna’nın çalışmasının önemli bölümlerinden biri ise yine bu tip uygulamaları öngören ve bizzat Atatürk’ün emriyle hazırlanan Şark Islahat Planı’dır.

Atatürk’ün emriyle yayınlanan Şark Islahat Planı yine bu çerçevede Kürtçülük akımının bütün hayat damarlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen ve aynı zamanda da Türklerin Kürtleşmesini engellemek için yürürlüğe konan kapsamlı bir Kürtçülükle mücadele programıdır. Şark Islahat Planı uyarınca isyana katılanların ve yakın akrabalarının batıya nakledilmeleri, sivil ve askeri mahallelerde asker ya da yerli sivil hakimlere yer verilmemesi, tali mahkemelere bile Kürt memur atanmasının yasaklanması, Türkçe dışında dilleri konuşmakta ısrar edenlerin cezalandırılması gibi Kürtçülüğün etkisini güçlendiren her etkene karşı amansız bir savaş açılmıştır.

 

Atatürk’ün Kürt politikasına dönüş

Ancak Atatürk’ün ölümüyle başlayan geri dönüş süreciyle birlikte Kürtçülükle mücadele programı terk edilmiştir. Özellikle DP iktidarının işbaşına gelişi ile birlikte Atatürk’ün ortaya koyduğu tüm çözüm mekanizmaları bir bir ortadan kaldırılmıştır. CHP içindeki Kürt ağaların desteğiyle iktidara gelen DP’nin Kürtçülüğe verdiği tavizler Türkiye’yi bugün yeniden bölücü terör tehdidiyle karşı karşıya getiren sürecin önünü açmıştır. DP iktidarının Kürtçülüğe prim veren uygulamalarının başında, Atatürk’ün kurduğu Umum Müfettişlik kurumunun kaldırılması gelmiştir. Dönemin DP Diyarbakır Milletvekili olan Mustafa Remzi Bucak Umum Müfettişliklerin kaldırılması için yürütülen mücadelenin baş aktörlerinden birisi olacaktır. Aynı Bucak daha sonra Kürdistan’a özerklik tanınması ve Kürtlerle bir federasyon kurulması için de İsmet İnönü’ye başvuran isim olacaktır.

Atatürk’ün doğudaki Kürt feodalitesini dağıtmak için uygulamaya koymak istediği toprak reformu ise sağcı iktidarların işbaşına gelmeye başladığı çok partili dönemden itibaren tümüyle unutturulmuştur. Milli Mücadele’nin ilk yıllarından itibaren Meclis’te Atatürk’ün Kürt bölücülüğüyle mücadele programına her fırsatta karşı çıkan liberal, Şeriatçı ve Kürtçü çevreler bugün de aynı şekilde Kürt ayrılıkçılığını kışkırtmaya devam etmektedirler.

 

İsmet İnönü’nün 1925 yılında sarf ettiği şu sözler :

“Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizim yegane birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe karşı her türlü anasırı kesip atacağız.”

ve 1960 askeri ihtilalinin ne oldugu da boylece daha iyi algilanir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yeni krulan bir devlette herhalde bir ulus olacakti ve bu ulusunda kimligi Türk kimligi olacakti.Yani sanki define bulmuslar gibi bir Türklestirme yaygarasi almis basini gidiyor.Herhalde Türklestirecektiler yoksa Kürtlestirmelerimi veya Ingilizlestirmelerimi gerekiyordu?

 

Türk karsitligi her sözcükten damliyor,Türk karsitligi yetmiyor bir de Atatürk karsitligi üzerine ekleniyor ve sanki savas yapmisiz ve gelin arkadaslar bölüselim bu topraklari demeleri bekleniyormus gibi bir takim akla zarar iddialarla vur abaliya hesabina gidilyor.Eger ülkenin adi Türkiye Cumhuriyeti ise o ülkenin vatandaslarinin kimlikleride Türk olmak zorundadir.Bu heryerde böyledir heryerde böyle olan bir keyfiyet Türkiye'de de aynidir,neden ayri olmaliymis?

 

Hem kimlik istenir,hem ana dilde egitim istenir hem özerklik istenir ama Türkiye'nin her kösesinde göbek kasimayida ihmal etmezler.Bütün bunlari isteyenler,"arkadas ben senin ne Istanbul'unu ne Ankara'ni,ne Izmir'in ne orasini ne burasini istemiyorum ben memleketim olan Van'a,Bingöl'e,Siirt'e,Mardin'e,Tunceli'ye gidiyorum dersin be isgal ettigin yerlerden ayrilirsin.Eger ayrilmak istiyorsan yok öyle bir bacagin Batida digeri Doguda yasamak.

 

Her esitlikten faydalanacaksin,her isi yapma özgürlügün olacak,her istedigin yerde yasama hakkin olacak ama bir de bunlar yetmedi kimligin de olacak!Kimligin Türk kimligidir.bizim ülkemizin etrafinda demir duvarlar cekili degil,isteyen her yere gidebilme özgürlügüne sahiptir bu da Türk kimliginin sana verdigi bir haktir.Bu hakki kullanmak istemiyorsan o zaman memleketine git ve oradan yapacaksan mücadeleni yap.

 

Türk-Kürt kardesitir sözü artik gecerli degildir.Türk ve Kürt bu saatten sonra artik kardes olamaz.Eger bu ülkenin sinirlari icinde yasayipta ben Kürd'üm Türk degilim bana kimlik ver deniyorsa artik kardeslik ölmüstür.Türk -Kürt kardesligi diyenler bölücülerdir,emperyalizmin satin aldigi ruhlardir.Böyle bir kardeslik olamaz.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ilk paragraf zaten niyeti celiskiyi olani v.s. acikliyor. Fazla soze gerek yok.

 

Son paragrafinda caresizligi bolunmeye isik tutusu ve iman haline gelmis sonradan yaratilan bir durumu savunusunu dile getiriyor.

 

En guzel ilac belki de senin baskasini yaptigini sana tattirmaktir.

 

O yuzden yarin bir gun seni Kurtlestirmeye calisirlarsa; iste o zaman anlarsin turklestirmenin ne oldugunu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben Türk'üm eger Kürdistanda yasiyor ve vatandaslik kimligimde Kürt yaziyorsa yasalara uymakla yükümlü olurum.Ancak ben Türkiyede yasiyorum ve kimligimde Türk kimligi olmalidir.

 

Bölünme zaten gerceklesmistir yani bizim atip tutmalarimiz en azindan benim yazdiklarim birseyi savunmak filan degildir.Türkiye bölünmüstür bu bir gercektir sadece ilan edilmesi belirli bir zamani alacaktir herhalde o zaman sizde bayram eder zilgit cekersiniz.cünkü müthis bir mücadele veriyorsunuz.

 

Ilk paragraftan bahsetmissiniz,benim yazdigimda dogru olani yazdim celiski size göredir bana göre degil.Bir ulusta bir kimlik olur birkac kimlik degil.Bunun celiskisi nerededir?

 

Caresizlik diye bir durum yok ortada.Care hep vardir ancak olmus bitmis birseyin artik geri getirimesi mümkün olamaz cünkü geri getirecek olan gücler elimine edilmistir.Halk bölünmüstür.Birbirine düsmandir ancak hernedense kimse cesaret edip bir digerine saldirmiyor buna da basiret diyoruz.Bunda caresizlik veya savunma diye bir durum mevzubahis degildir.

 

Iman durumuna gelince bölücülüge iman etmis olanlarin baskalarinin imanlariyla takintili olmalari gercekten traji-komik bir psikolojik vakadir.Benim imanim Türkiye Cumhuriyeti'ne sonuna kadar bagli olmaya ant icmis olmamdir,sizin imaninizda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karsi bir imandir.Savundugunuz küresel emperyalist degerler Türkiye Cumhuriyetine karsi bir savunmadir.Yani Türk kimligine karsi.Etnik bölünmeyi hak ve özgürlük olarak kabul eden ve bunu imanlastiran bir savunmadir.

 

Siz benim yazdiklarima hicbir yanit vermeden ayni minval üzere gidiyorsunuz.Ben diyorum ki bir ayagi Batida bir ayagi doguda özerklik istemek olmaz.Özerklik isteyen gider özerklik istedigi topraklarda hayatini devam ettirir benim yanimda duramaz.Benim yanimda ancak kardeslerim durabilir.

 

Bu ülkede Kürt-Türk yoktur Türk milleti vardir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Okadar celiskili bir yazi ki, nersinden tutacagima karar veremedim. Kurdistan neresi?

 

Neden "bolunme  gerceklesmistir" diyerek; pire deve yapilmis ve yangina korukle varilmis. (Tesadufe bak ki, ayni konuda bir baslik var)

 

Bir ulusta bir kimlik olmaz. Ayrica vatandaslik neliktir, kimlik degil. Yani vatandas bir nenin vatandasidir, bir kimin degil. Vatan'in ya da yurdun adi ne ise cografi, ya da yurdun devledinin sekli ne ise siyasi olarak vatandastir.

 

Yani turkiye vatandasi, ya da Turkiye Cumhuriyeti vatandasi. VATANDAS KIMLIK DEGIL; NELIKTIR. Kimlik ise her bir vatandasin kendini ait olarak gordugu yani milliyetidir.

 

Senin boluculuge iman etmene de gerek yok. Zaten herkese turk dedirtmek zaten ayrimciliktir. Yani "kendine turk demeyen ayrilsin" demektir.

 

Konu ozerklik degil; uniterliktir. Bu da ancak hak ve ozgurlukler temelinde saglanir. Bu ulkede turk sorunu vardir. Cunku herkesin bir milliyeti ya da etnisitesi kimligi vardir. Sahi turkun milliyeti ya da etnisitesi nedir?

 

Yoksa hala kendini ustun ve hakim gorme hayalinde mi?

 

Evet insan olan ancak insan olanin yaninda durabilir. Insani turk demedi diye ayiranlar ve milliyetciluigi insanligin onune koyanlar degil.   

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aslinda Evrensel Insan arkadasimiz cok dogru seyler yazmis, cunku kurtulus savasindan sonra ulke harap olmus ve halk fakir ve yiyecek hic birseyi yoktur. Devlet ozellikle yunanistan ve bulgaristanla yaptiklari mubadele sonucu ulkeye getirdikleri muhacirleri yerlestirmistir ve yerli halki bir bakima kendi haline birakmistir ilerleyen zamanlarda gocler dahada yogunlasmistir ozellikle 30larda ve 40larda balkanlardan kafkaslardan gelen gocler yogunluk kazanmistir. Simdi bazi arkadaslar onlar Turktur diyeceklerdir ama bana gore turk degil muslumanlardi zaten Turkiyeye gelen cogu gocmenlerin ozellikleride musluman olmalaridir. Ornek verecek olursak Yunanistanla yapilan mubadelede Anadili Turkce olupta ortodoks olanlar mubadele kapsami disinda tutulmustur eger ortodoks olmasalardi ozaman mubadeleye tabi tutulacaklardi.

 

Ornegin avrupada bircok eski yugoslav kosovali, makedon, bosnak yasar ama hic birisi ben turkum yada almanim fransizim demez aksine makedonum, kosavaliyim yada bosnagim der ne hikmetse bizim ulkede hepsi asiri turkcu cikar. Ayni sekilde ben bir Azerinin, Kirgizin, ozbeginde gormedim ben Azeri,kirgiz,ozbek turkuyum dedigini sadece bizim ulkeye geldiklerinde bunu soylerler.

 

En basitinden fazla degil 2010 yilinda kirgizistanda kirgiz ozbek tacik ozbek gerginligi yasandi madem oyle neden bu etnik kavga yasandi turk degillermiydi bunlar ?

Ne hikmetse ulkemizde kendi halkimiza vermedigimiz degeri baskalarina kat kat vermekteyiz neden acaba?  

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bizde her konuda bir "kiymet vermeme" aliskanligi vardir. Cunku otekilestirmek ve distalamak o kadar yerlesmistir ki; karsit olan sadece dislanir ve otekilestirilir. Sahip cikilmaz. Buna en guzel ornek sanatcilarimiz, akademisyenlerimiz v.s. dir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

onların devri geçeli 70 sene oldu ..uyumayın çuval ağzı açın.

atatürkle yatip atatürkle kalkarken dünya teknoleji üretiyordu ...atatürkün zamanda millet açlıktan hastalıktan ölürken o savarona  adlı yatta sefa sürüyordu......

Osmanli,matbabayi icad edildiginden 300 yil sonra aldi.Rasathaneyi bulanlar, Allahin isine karisilmaz diyerek kelleleri ucurulurken Osmanli Padisahi sarayda cariyelerle yatarken. Atatürk Sayanora'da hasta yatti keyif sürmedi,yobazlarin yalanlarini tekrarlamaniz sizin aslinda ideolojinizide ispat etmektedir.Atatürk bu millet icin calisiriken isgal güclerinin yandaslari ona eskiya diyorlardi bugün de dünkü isgal güclerinin yandaslarinin torunlari ayni yolu takip ediyorlar.Atatürk'e dil uzatanlarin en büyük gafleti bugüne kadar kimin sayesinde hür ve bagimsiz yasadiklarini bilememekten kaynaklanir.Bu da müslüman olmayanlarin insan vicdanina sigmayan kin ve nefret duygularinin artik rahatca ifade edilmesidir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bana Kürdistan'in nerede oldugu sorulmus ve bölündük diye neden pireyi deve yaptigim elestirilmis yani demek ki bölünmek deve olacak kadar önemli degildir!

 

Kürdistan'in neresi oldugu artik kundaktaki bebeler tarafindan da ögrenildi,sayenizde ve AKP sayesinde yani aslinda Siyonistlerin basbakana ikinci bir cesaret ödülü vermeleri artik farz olmustur.Cünkü bugüne kadar basbakan gibi bir cesaret sahibi!cikmadi Türkiye'de bu anlamda hak ve özgürlükcülerin sevinmeleri ve nihayet bir Federasyon daha sonra da Konfederal bir yapiya gececegimiz icin mutlu olmalari gerekmektedir.90 yillik özgürlük mücadelesi artik basari ile sonuclaniyor,terörist apo serefli apo,vatansever asker terörist olarak adlandiriliyor.

 

Bir tarafta Türkiye'yi 200 yildir bölmeye calisan ve bu ugurda köle olmadigi emperyalist güc kalmayan Kürd Fasistler,diger yanda Cumhuriyet'in,Laikligin,bagimsizligin düsmani olan yalanci müslümanlar,bir diger tarafta,dünkü Marksist Devrimci ayaklarinda gezip bugün liberallesmis Sorozcu taseronlar var,Ve bunlari yöneten derin dis gücler.

 

Herkesi kucaklayacak isimlerden bahsettiler Akil Adamlar icin,anacak baktigimizda milleti filimleriyle,türküleriyle yillar yili sömürmüs isimler,bölücüler,TSK karsiti isimler,bayrak karsitlari yani acikcasi AKP'nin dümen suyunda yelken acanlar oldugunu görüyoruz.

 

Evet gün bayram etme günüdür,hergün böyle bayram edemezler o nedenle bu firsati degerlendirmemek gaflet olur bence.

 

Bu yaziyi kimseye sitem etmek anlaminda yazmadim  sadece sahipsiz kalan bir devletin nasil parcalanmaya calisildigini belirtmek istedim.Türkiye sahipsizdir artik.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet, lakabima ait yazilardan hak ve ozgurlukler vurgusu yerine, bolunme algisi almak; tam da bu demektir. Onemli olan her seyden once farkin farkina varmaktir. Bu da bir kurd varliginin olgusdudur. "Herkes turktur" ve "turk deme/dedirtme" zihniyeti bu farkin farkinda degildir ve bu fark dile geldiginde bunu fark olarak degil de, atrim olarak algilamaktadir.

 

Fark iki sey arasinda olandir. Ayrim ise FARKLARI AYIRMAKtir.

 

Buradaki ilk sorun farkin farkindaligina varmamaktir. Farkin farkindaligina varamayan bir zihniyet icin; farki ortaya koymak, zaten dogal olarak ayrim olarak algilanir.

 

Iste ayni zihniyete antiayrimciligi da algilatmak sorunu ortaya cikar. Cunku anti ayrimcilik, FARKLARIN BIRLIGI demektir, karsiti ise mikroayreimcilik olan ve emperyalist zihniyetin yaptigi FARKLARIN AYRIMI, yani mikroayrimciliktir.

 

Iste bu temelde evrensel hukuk insan haklari hak ve ozgurlukler, ancak farkin farkina varan beyinler icin algilanabilen bir durumdur.

 

Farkin farkini algilayamayan; farklarin hak ve ozgurlugunu de zaten algilayamaz.

 

Demekki oncve tum yazilanlari algilayabilmek, KURD VARLIGI FARKINI algilayabilmekten gecer. Iste ancak ondan sonra mikroayrimcilik ve antiayrimcilik farkinin farki ortaya konabilir.

 

Burada aci olan kurd varliginin farkina varamayan alginin bilmeyerek te olsa emperyalist zihniyetin mikroayrimciligina hizmet etmesidir.

 

Cunku farkin farkina varamayan zaten farki yok sayar, gale almaz ve de kabul etmez. Farkin kabul edilmemesi demek; farkin ayrimciligi demektir. Bu da tam emperyalisty zihniyetin istedigi durumdur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cünkü bu devleti kuran Türklerdir ve zaten Türk karsitligi her gerekceyi hakli cikarmaktadir.Bu nedenle sizinle daha fazla bu konuyu tartismayacagim cünkü ben Türk dogdum Türk olarak yasadim,vatan olarak bu topraklari benimsedim ve Türk olarak ta ölecegim icin Türkiye'nin bölünmesi beni yaralasada Türk oldugumdan asla taviz verdiremez bana.

 

Bu topraklari vatan yapmak icin yüzbinlerce insan hayatini feda etti demek ki bosunaymis.SEVR bu anlamda sizler icin tam bir basari olacakti ancak bir Mustafa Kemal cikti bu basariyi Türkiyeyi Türklestirerek basarisizliga dönüstürdü..Simdi ise arzulariniz yerine geliyor.Mustafa Kemal tarih basbakan erdogan kahraman oluyor.

 

Bu anlamda size farkliliklarinizla basarili gelecekler dilemekten baska birsey gelmez elimden.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cünkü bu devleti kuran Türklerdir ve zaten Türk karsitligi her gerekceyi hakli cikarmaktadir.Bu nedenle sizinle daha fazla bu konuyu tartismayacagim cünkü ben Türk dogdum Türk olarak yasadim,vatan olarak bu topraklari benimsedim ve Türk olarak ta ölecegim icin Türkiye'nin bölünmesi beni yaralasada Türk oldugumdan asla taviz verdiremez bana.

 

Bu topraklari vatan yapmak icin yüzbinlerce insan hayatini feda etti demek ki bosunaymis.SEVR bu anlamda sizler icin tam bir basari olacakti ancak bir Mustafa Kemal cikti bu basariyi Türkiyeyi Türklestirerek basarisizliga dönüstürdü..Simdi ise arzulariniz yerine geliyor.Mustafa Kemal tarih basbakan erdogan kahraman oluyor.

 

Bu anlamda size farkliliklarinizla basarili gelecekler dilemekten baska birsey gelmez elimden.

 

saygilarla

Bak soru cok basit.

 

Turkiye cografyasinda yasayan bir kurd, ermeni, alevi v.s. toplumu varligi var mi/yok mu?

 

"Herkes turktur/ne mutlu turkum diyene" anlam icerik ve algi olarak bui varliklari red etmek, gale almamask ve de yok saymaktir.

 

Sen istersen once bu soruya bir yanit ver, sonra farkin farkina varirsan farklarin BIRARADA MI, yoksa BIRBIRINDEN AYRIMI yasayip yasamayacagini tartisiriz.

 

Once turkiye de yerlesik olarak yasayan kurd, ermeni alevi ve hatta dinsdiz topluluk varliginin farkinda misin?, degil misin.

 

Bu devleti kuran; BU DEVLET VE COGRAFYADA YERLESIK OLARAK YASAYAN HER BIR FARKLI VARLIGIN ORTAK MUCADELESIDIR. Sen bunu teklestiremezsin. Teklestirirsen hem tarihe hem gercege hem de insan haklarina ters dusersin.  

 

Ortada bir turk karsitligi yoktur, turkten farkli olma varligi vardir.

 

O yuzden lutfen temcit pilavi gibi ayni ezberi tekrarlama.

 

Kimse turk varligini ne inkar ediyor, ne de karsisina aliyor; sadece TURK VARLIGIN TEK VARLIK OLMADIGINI ORTAYA KOYUYOR.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Osmanli,matbabayi icad edildiginden 300 yil sonra aldi.Rasathaneyi bulanlar, Allahin isine karisilmaz diyerek kelleleri ucurulurken Osmanli Padisahi sarayda cariyelerle yatarken. Atatürk Sayanora'da hasta yatti keyif sürmedi,yobazlarin yalanlarini tekrarlamaniz sizin aslinda ideolojinizide ispat etmektedir.Atatürk bu millet icin calisiriken isgal güclerinin yandaslari ona eskiya diyorlardi bugün de dünkü isgal güclerinin yandaslarinin torunlari ayni yolu takip ediyorlar.Atatürk'e dil uzatanlarin en büyük gafleti bugüne kadar kimin sayesinde hür ve bagimsiz yasadiklarini bilememekten kaynaklanir.Bu da müslüman olmayanlarin insan vicdanina sigmayan kin ve nefret duygularinin artik rahatca ifade edilmesidir.

 

saygilarla

 Osmanlı Matbaayı   (yazıcılar) işsiz kalmasın diye  geç almıştır.. tıpkı Çinin traktörün kullanımını Çin, de geciktirdiği gibi.

Osmanlıya olan küstahlığın senin ne mene bi Devşirme olduğunun kanıtıdır.

Atatürkün Osmanlıya İhanet etmiş komutanlardandır..Dünya  da işgal edilip de ilhak edilmiş ülke yoktur..

İngilizler kurdurdu dememek için  YASAKÇILIKLARLA bugüne geldiniz de AKP de o Yasakları kaldırıyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

atatürkün zamanda millet açlıktan hastalıktan ölürken o savarona  adlı yatta sefa sürüyordu

 

 

 

en buyuk bir emektar ve en buyuk bir tesviktar olabilenin sefasi da buyuk ve ihtisamli olur ..

 

gani gani helal olsun ; once rahati ve ozgurlugu getirdi sonrada bunun tadini dusman catlata catlata cikartti ..

 

ne bekliyodun ki

 

 

 

acliktan olmeye mi terketti sandin biggrin.png tarim ve hayvanciligi , ureticiligi, makinelesme ve sanayiyi tesvik eden kimdi sence

 

ezilen koyluye onem atfeden ve tesvik eden kimdi ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk zamani Türkiye'nin en kalkinmis dönemidir,bunu AKP'liler bilmez cünkü onlara baska asi siringa edilmistir o siringa da cumhuriyet ve Atatürk karsitligidir.

 

Türkiye'de ucak sanayiinin,Oto sanayiinin,Demiryolu sanayiinin,bankalarin,Silah Fabrikalarinin temelini atip isletmeye acan,Danimarka'ya ucak satan Atatürk dönemi inkarcilarin lügatinda mevcut degildir.Onlarin tek dogrusu vardir.Atatürk din düsmanidir cünkü yobaz seyhülislam öyle söylemistir.Ayni Seyhülislam Yunan Ordusu icin"Yunan Ordusu halifenin ordusu sayilir kim karsi cikarsa halifeye karsi cikmis olur"demistir.Ama AKP'liler bunlari bilmez cünkü islerine gelmez.

 

Cumhuriyet kuruldugunda Türkiye'de ki nüfusun yüzde 99,u okuma yazma bilmiyordu,ama sorun Atatürk düsmanlarina;"Millet bir gecede cahil oldu" derler.

 

Adamin biri Atatürk'ün harf devrimine dil uzatmak icin ölmüs dedesinin mezarindaki Eski Türkce yaziyi okuyamamaktan sikayet etmekte ve Yeni Alfabe olmasaydi simdi o mezar tasindaki yazilari okuyabilecektik diyecek kadar kin ve nefretle doldurulmustur.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  resmi ideolejiyle 'Atam sen kalk da ben YATAM'' larla  beyinleriniz yıkanmış da farkında değilsiniz..

İngilizlerin onayı olmadan kimse DEVLET kuramazdı siz ne anlatıyorsunuz yaaa. çocuk mu kandırıyorsunuz kendiniz gibi..

Ya su an acaba beyinlerne ile "yikaniyor?"

 

Simdi de emperyalist zihniyetin bir onayi olmadan AKP nefes alamaz.

 

Ya sen kendini mi kandiriyorsun?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Halbuki,Kurtulus Savasi döneminde meshur "INGILIZ MUHIPLERI"diye bir kurulus vardi ve bu kurulusun üyelerinin tümü  Osmanli ve yandaslariydi.Onlarin torunlari da milleti Inglizler olmasaydi devlet kurulmazdi diye aldatmaya calisiyor ama yobaz zihniyet disinda bunlara kanan pek yok.Cünkü millet her her nekadar cahilse en azindan vicdansiz degildir bunlar gibi.

 

Ingiliz ucaklarindan halka;"Kemalistlerin yaninda olanlar padisahin düsmanidirlar onlara kanmayin"diye bildiri atanlarin basinda,SAIDI NURSI,Seyhülislam Mustafa Sabri Efendi yani Kürt Teali Cemiyeti'nin kuruculari vardi.

 

Ingiliz muhipleri,Mustafa Kemal ve arkadaslarinin kurmus olduklari Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni hazmedemediler ve bu hazimsizligi,Ingilizler devlet icin yardim etti yalaniyla örtbas ederek aslinda kendi ihanetlerini perdelemeye calisiyorlar.Seriatcilar yani kökten dinciler dün Hacli'larla omuz omuza Türk'ü esir etmeye calismistilar bugünde yine HACLI-AKP isbirligi ile ayni yolu takip ediyorlar yani Türk milleti'ni esir etmeye calisiyorlar.Agababalari AB/D'dir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Halbuki,Kurtulus Savasi döneminde meshur "INGILIZ MUHIPLERI"diye bir kurulus vardi ve bu kurulusun üyelerinin tümü  Osmanli ve yandaslariydi.Onlarin torunlari da milleti Inglizler olmasaydi devlet kurulmazdi diye aldatmaya calisiyor ama yobaz zihniyet disinda bunlara kanan pek yok.Cünkü millet her her nekadar cahilse en azindan vicdansiz degildir bunlar gibi.

 

Ingiliz ucaklarindan halka;"Kemalistlerin yaninda olanlar padisahin düsmanidirlar onlara kanmayin"diye bildiri atanlarin basinda,SAIDI NURSI,Seyhülislam Mustafa Sabri Efendi yani Kürt Teali Cemiyeti'nin kuruculari vardi.

 

Ingiliz muhipleri,Mustafa Kemal ve arkadaslarinin kurmus olduklari Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni hazmedemediler ve bu hazimsizligi,Ingilizler devlet icin yardim etti yalaniyla örtbas ederek aslinda kendi ihanetlerini perdelemeye calisiyorlar.Seriatcilar yani kökten dinciler dün Hacli'larla omuz omuza Türk'ü esir etmeye calismistilar bugünde yine HACLI-AKP isbirligi ile ayni yolu takip ediyorlar yani Türk milleti'ni esir etmeye calisiyorlar.Agababalari AB/D'dir.

 

saygilarla

Mondros Baris mutarekesinde neler oldugunu ve ingiliz istihbaratinda Mustafa Kemal'in nasil ve neden oyle degerlendirildigini duygusal ve tarafliliga sapmadan ne kadar biliyorsun.

 

Daha henuz ne milliyetcilik ne de cumhuriyet ortada yokken; Ingiliz istihbaratinin M.Kemal ile ilgili "milliyetci ve cumhuriyetcidir" bilgisine sahip oldugunu biliyor musun?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Mondros mütarekesi 30 Ekim 1918'de imzalandi,31 Ekim  1918'de Liman von Sanders görevden alinip onun yerine Yildirim Ordulari Kumandanligina Tuggeneral Mustafa Kemal getirildi.

 

Mütarekeden 5 gün sonra,5 Kasim 1918'den itibaren Harbiye Nezaretinden Mondros Mütarekesi geregince ordulara terhis emri gelmeye baslamisti.

 

Atatürk ayni gün,Adana'dan Sadrazam Ahmet Izzet Pasa'ya ilk ikaz telgrafini cekti:

"Ciddi olarak arzederimki gereken tedbirleri almadikca orduyu terhis etmeyiniz.Sayet ordulari terhis edecek ve Ingilizler'in her dedigine boyun egecek olursak düsman ihtiraslarinin önüne gecmeye imkan kalmayacaktir"

 

Atatürk'e karsi yikici ve zehirli iddialar ileri sürenler Osmanlici ve dinci kesimdir.Bunlar Kurtulus Savasina karsi olarak hem isgal güclerinin yaninda yer almis hem de isgale karsi olanlari Ingiliz ajani diye yaftalama gibi bir ahlaksiz tutum icine girmislerdir.Bugün Atatürke karsi yapilan bilincli veya bilincsiz saldirilarin kökeni bu isgal gücleri yandaslari olanlarin yikici propagandalaridir.Bakin asagida Ingiliz Arsivlerinden bazi notlar alintiladim.Bu notlarda Mustafa Kemal'in kim oldugu acikca belirtiliyor.

 

 

İŞTE WİKİLEAKS BELGELERİ’Nİ GÖLGEDE BIRAKAN İNGİLİZ BELGELERİ

Belge 1 : İngiliz Karadeniz Orduları Komutanı Milne, 17 Şubat 1919’da İngiliz Hükümeti’ne gönderdiği raporda : "Ordu Komutanı Yakup Şevki’yi attırdım. Yardımcısı Ali Rıfat Bey’i yakalattım. Batum Tümen Komutanı Mürsel Bey’i tutuklattım" demiş.

Belge 2 : İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Webb, İngiltere’deki bir dostuna 19 Ocak 1919’da gönderdiği bir mektupta : "Görünürde memleketlerini işgal etmediğimiz halde valilerini tayin ediyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işlemiş oldukları suçlara aldırmadan özgür bırakıyoruz. Demiryollarını sıkça denetimimizde tutuyor ve istediğimiz herşeye el koyuyoruz. Politikamız süngünün keskin ucuna dayanıyor... Halife elimizin altında bulundukça İslam dünyası üzerinde ek bir denetim aracına sahibiz... Bildiğiniz gibi Padişah (Vahdettin) bizi buraya yerleştirmeyi diliyor." demiş.

Belge 3 : Anadolu’da Mustafa Kemal’i takip eden İngiliz Gizli Servisi’nden (MI6) Yüzbaşı Hurst, 12 Haziran 1919’da Samsun’dan İngiliz yetkililere gönderdiği bir raporda Mustafa Kemal’in çalışmaları hakkında : "Çevrdeki kasabalar ve ötesiyle kurduğu telgraf iletişimi öylesine büyük boyutlu ki, neredeyse telgraf haneyi tekeline almış gibi görünüyor. Yanındaki subaylarsa onun etkisiyle uzlaşmayan komşu köy ve kasabalarda sık sık görülüyorlar. Yunanlılara karşı bir direniş hareketini düzenlemekte olduğundan eminim..." demiş.

Belge 4 : İngiliz Yüksek Komiseri Calthrope, 23 Haziran 1919’da İngiliz Dış işleri Bakanlığı’na gönderdiği bir raporda : "Gelibolu çarpışmalarında büyük bir ün kazanan Mustafa Kemal’in artık ulusal ve yabancı karşıtı duyguların merkezi haline geldiğini" belirtmiş ve Calthrope, bu raporun kenarına, "Mustafa Kemal Malta’ya sürülmelidir" diye de bir not eklemiş.

Belge 5 : İngiliz Yüksek Komiser Vekili Webb, İngiliz Sir R. Graham’a, 28 Haziran 1919’da gönderdiği bir mektupta : "İzmir’e çıkışa kadar işler iyi gitmekteydi. Yavaş yavaş kötü (ulusalcı) vali ve komutanları işten attırıyorduk. Şimdi işler değişti. Mustafa Kemal, Samsun bölgesinde çalışıyor ve şimdiye kadar yola gelmeyi reddetti." demiş.

Belge 6 : İngiliz Başbakanı Lloyd George, 5 Mart 1920’da Lordlar Kamarası’nda : "Mustafa Kemal Paşa, Maraş’ta, bizim müttefikimize (Fransa) saldırsın, biz hiçbir harekette bulunmayalım. Bu olamaz. Hemen en enerjik tedbirleri almalıyız. İlk iş olarak Mustafa Kemal Paşa’nın atılmasını istemeli. Sonra da Müttefik kuvvetlerle İstanbul’u işgal etmeliyiz." demiş.

Belge 7 : 20 Haziran 1922’de İngiliz Kabinesi’nde yapılan gizli görüşmelerde : "Mustafa Kemal’e bir darbe indirmenin zamanı gelmiştir". "Ona hiçbir biçimde merhamet edilmemelidir". "Bolşeviklerle Kemalistler arasında bir çıkar çatışması yaratılmalıdır". "Bir Yunan birliği Bandırma’ya gönderilip Mustafa Kemal arkadan sarılmalıdır". "Türkleri akıllandıracak en iyi yol Mustafa Kemal’i cephede yenmektir" denilmiş.

Belge 8 : İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Rattigan, 24 Temmuz 1922’de Lord Curzon’a gönderdiği bir yazıda : "Kemalistlerin yenilgisi gerçekten kesin ise Anadolu’da bir Antikemalist hareket olasılığı çok kuvvetlidir... İstanbul’da Sultan’ın Dışişleri Bakanı Ahmet İzzet Paşa, bana Anadolu’daki ordunun yüzde 65’i ile Meclis’in yüzde 65’inin desteğini garanti etmiştir. Kemal devrilecektir. Kazım Karabekir Paşa da Sultana sadakat ve bağlılık telgrafı çekmiştir. Bu anlamlıdır". demiş. İngiltere Büyükelçiliği Baştercümanı Ryan’ın, 7 Şubat 1922’de Londra’ya gönderdiği "Mustafa Kemal’i Devirme Plan"ına göre, Mustafa Kemal, dışardan Müttefiklerin askeri gücüyle değil, içerden saltanatın gücüyle devrilecektir. Bunun için "daha makul" bir barış anlaşması yapıp sultana (Vahdettin’e) imzalatılacaktır. Bunun üzerine sultan milliyetçilerin bir kısmını kendi yanına çekip otoritesini yeniden kuracaktır. Arkadan da Müttefiklerce de desteklenecektir. Müttefikler, Türk halkının "milli amaçlarına istekli gözüküp" Sevr Antlaşaması’nda yapılacak bazı değişiklikleri "tantanayla" ilan edecekler ve bunları kabul etmeyenleri ezeceklerdir. Böylece Mustafa Kemal ve Milliciler kendiliğinden etkisizleştirilecektir. Yüksek Komiser Rumbold, 15 Ocak 1922’de kabineye başka bir plan sunmuştur. Onun plana göre ise barış teklifi Vahdettin’e yapılacaktır. Barış şartlarını kabul eden padişah Türk halkına bir çağrıda bulunarak milleti kendine çekecektir. Bu şekilde "Misak-i Milli" diye direten Kemalistler azınlıkta bırakılıp iş başından uzaklaştırılacaktır. Bu planı uygulamak için Rumbold, Padişah Vahdettin’le anlaşmıştır. 7 Ağustos 1922’de Vahdettin’le bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmede Vahdettin, Rumbold’a, "Millici liderlerin isyancılar topluluğu olduğunu, İttihat Terakki’yi canlandırdıklarını, onların Bolşevik olduğunu" belirterek, "İngiltere’nin barışı kendisiyle yapmasını, Yunan işgalindeki toprakların boşaltılıp kendisine verilmesini ve ’Kemalist asileri ’ temizlemede’ İngiltere’nin kendisine destek olmasını" istemiş.

Belge 9 : Erzurum’daki İngiliz Kontrol Subayı Yarbay Rawlinson, İngiltere’ye gönderdiği bir raporda "Mustafa Kemal’in gelecekte bir İslam Cumhuriyeti kurmayı planladığını" belirtmiş.

Belge 10 : General Milne, 16 Aralık 1918 tarihli raporunda : "Padişah Vahdettin’in, Sami Bey’i Ordu Genel Karargahı’na gönderdiğini ve Türkiye’nin idaresini mümkün olduğu kadar çabuk ele alması için İngiliz Hükümeti’nden istirhamda bulunduğunu, barışın beklenilmesi halinde geç kalınmış olacağını söylediğini, İngiliz memurlarının kontrol amacıyla memleket içine gönderilmesini ve bu sayede İngiliz subaylarının idareye yardımda bulunmalarını rica etmiştir." demiş.

Belge 11 : İstanbul’daki İngiliz temsilciden 10 Ocak 1919’da Bolfour’a gönderilen özel bir mektupta, "Padişah Vahdettin’in iyi bir İngiliz dostu olduğu, İngiliz Yüksek Komiserliği ile ilişki kurmak için herhangi bir yol olup olmadığını merak ettiği ve İngiltere’nin kendisine ’halifelik’ makamında destek olup olamayacağını sorduğunu" belirtmiş.

Belge 12 : Padişah Vahdettin, Sadrazamı Damat Ferit aracılığıyla, 30 Mart 1919’da İngiltere’ye bir barış projesi sunmuştur. Bu projeye göre : "1. İngiltere gerekli gördüğü yerleri 15 yıllığına işgal edebilecek, 2. Sultan, Osmanlı Bakanlıklarında gerekli görülen yerlere İngiliz müsteşarlarının tayinine izin verecek, 3. Her vilayete birer İngiliz Konsolosu tayin edilecek, 4. Bu konsoloslar 15 yıl süreyle Valinin yanında müşavirlik yapacak, 5. Türkiye’deki seçimler İngilizlerce kontrol edilecek, 6. İngiltere Türk maliyesini kontrol edecek, 7. Doğu halkının anlayışına göre anayasa sadeleştirilecek" İngilizler, bu anlaşma teklifini kabul etmeyince Vahdettin, yine sadrazamı Damat Ferit aracılığıyla, 8 Eylül 1919’da İngilizlere bir barış daha teklif etmiş, ancak bu seferki teklifte, 30 Mart teklifindeki şartlara bir de Doğu’da "Bağımsız bir Kürdistan" kurulmasını kabul ettiğini eklemiştir.İngilizler bu teklifi kabul etmiş ve İngilizlerle bir gizli antlaşma imzalanmıştır.

Belge 13 : İngiliz Siyasi Müşaviri T.B. Hohler, İngiltere’ye gönderdiği 4 Kasım 1919 tarihli raporunda : "Sultanlık idaresi şimdi bayağı ve boş bir tavır takınmış bulunmaktadır.... Sultan (Vahdettin) ise zayıf karakterli olup... Yıldız’da titreye titreye oturmaktadır... Belki de bazı olayların kendisini taht ve tacından yoksun bırakacağından korkmaktadır. Osmanlı hanedanı artık kuvvetten düşmüş gibi görünüyor. Bu hanedana mensup hiçbir prens, halkını idare edebilecek yetenek ve enerjiye sahip görünmemektedir." demiş.

Belge 14 : İngiliz temsilcisi Amiral de Robeck, 21 Ağustos 1920’de Vahdettin’le görüştükten sonra İngiltere’ye gönderdiği raporda : "Vahdettin, Türkiye’nin ölüm fermanı demek olan Sevr Anlaşması’nın imzalanması için emir verirken gelecekte İngiltere’nin yardımına dayanacağı ümidi beslediğini... Yaşayacak olduğu takdirede bir dost yardımına ihtiyacı olduğunu... belirtmiştir." demiş.

Belge 15 : İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Tom Hohler, 5 Aralık 1918’de İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası Şefi George Kidston’a yazdığı bir mektupta. "Burasının (İstanbul) Türkler tarafından yönetilmesine son vermek için şimdiki koşullardan yararlanılmazsa çok yazık olacaktır. Bu kenti, sözünü edebeileceğimiz herhangi bir yönetim altında görmeye hazırım ; yeter ki bu Türk yönetimi olmasın ; çünkü bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte değillerdir. Türkler büsbütün yenilmiş olduklarını iyi biliyorlar. Örgütleri parçalanmış, bozguna uğramıştır. Kendileri ise sefalet içindedir. İstanbul işgal günleri yaşıyor. Buradaki yönetim her İngiliz tiksindirecek kadar aşağıdır." demiş.

Belge 16 : Vahdettin, 23 Mart 1921’de sırasıyla İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerle görüşmüştür. O gün Padişah’la görüşen İngiliz temsilcisi Rumbold, Lord Curzon’a gönderdiği yazıda görüşmenin detaylarını şöyle anlatmıştır : "Salonda, ben ve yardımcım Andrew Ryan’dan başka kimse yoktu. Sultan kendi tercümanını salıverdi ve Ryan’ın tercümanlık etmesini istedi. Sonra da Londra’da yapılmakta olan konfernasla ilgili Mustafa Kemal’den Tevfik Paşa’ya gönderilmiş olan üç telgrafa değindi ve Ankara’nın kendi tahtını tehlikeye düşürmek ve kendi yetkisini kırmak amacı güttüğünü söyledi. Şunları ekledi : ’Anadolu’daki durum şöyledir : Bir avuç haydut orada erki ele geçirmiştir. Sayıları azdır, ama tam olarak halkın boğazına ilmiği geçirmişlerdir. Halkın iteatkar, korkak ve yoksul olmasından yararlanmaktadırlar. Onların gücü, tek kaygıları kendi çıkarları olan 16.000 subayın desteğine dayanır... Ankara önderleri, bu ülkede gerçek çıkarları olmayan, ülkeyle kan veya başka ilişkileri bulunmayan kişilerdir. Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen Makedonyalı bir asidir. Onun kanı Bulgar, Yunan ve Sırp kanı olabilir. Türk olmayan, Arnavut, Çerkez olan hepsi de birbirlerine benzemektedir. Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur. Buna rağmen ben ve hükümetim onların önünde güçsüzüz. Onların kıskacı o kadar etkindir ki, propaganda vasıtasıyla bile Türklere ulaşmak olanaksızdır. Gerçek Türkler merkeze sadıktır, ama tehdit ediliyor ve aldatılıyorlar. Bu adamlar bana boyun eğdirmeye çalışıyorlar ve dıştan Bolşeviklerden yardım sağlamaya uğraşıyorlar. Bolşevikler şimdi Türk hududuna yaklaşmıştır. Ankara önderleri onlarla entrika çeviriyor".

Belge 17 : İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold, 10 Aralık 1921’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği yazıda : "Kendi görüşümce, Padişah, durumu oldukça umutsuz bir evreye gelinceye kadar görevinde kalmalıdır.Şu anda pek az gücü vardır.Ankara’daki önderler ondan hoşlanmıyor, halk arasında da pek popüler değildir." demiştir.

Belge 18 : Mustafa Kemal, TBMM Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey başkanlığındaki bir heyeti Londra’ya göndermeye karar vermiştir. Yusuf Kemal Bey, Londra’ya gitmeden önce İstanbul’a uğrayarak 23 Şubat 1922’de Padişah Vahdettin’le görüşmüştür.İngilizci Padişah Vahdettin, bir taraftan Yusuf Kemal Bey’le görüşürken, diğer taraftan bir ajanını Yusuf Kemal Bey’in kaldığı eve göndererek, Yusuf Kemal Bey’in çantasındaki "gizli belgelerin" suretlerini çaldırıp bir mabeyncisiyle suratle İngiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold’a göndermiştir. İstanbul’daki İngiliz Yüzksek Komiseri Sir Rumbold, Vahdettin’in, TBMM Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’in çantasından çaldırtarak kendisine verdiği belgeleri, 7 Mart 1922’de İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na göndermiştir.Belgeler, İngiltere Dışişleri Bakanlığını çok sevindirmiştir. Bakanlık yetkililerinden Francis Osborne, bu belgelerle ilgili olarak 14 Mart’ta şu notu yazmıştır : "Padişah, Yusuf Kemal’in valizinden çalınan belgelerin suretlerini bize göndermekle (İstanbul’la Ankara arasındaki ilişkilerin durumunu) en iyi biçimde gösteriyor"

İNGİLİZ BELGELERİNDEN ÇIKAN SONUÇ

Elimizde, Kurtuluş Savaşı yıllarına ait yüzlerce GİZLİ İNGİLİZ BELGESİ vardır. G. Jaeschke, S. Sonyel, E. Ulubelen, B. Şimşir gibi bilim insanları, İngiliz Arşivlerinde yaptıkları araştırmalar sonunda WikiLeaks Belgeleri’ni gölgede bırakacak kadar önemli İngiliz Belgeleri’ne ulaşmışlar ve bunların tamamını yayınlamışlardır.

Yukarıda örneklendirdiğimiz İngiliz Belgeleri ; Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’nin karşısındaki gerçek gücün Yunanistan değil İngiltere olduğunu, dolayısıyla Kurtuluş Savaşı’nın "buz gibi" bir antiemperyalist mücadele olduğunu, İngiliz emperyalizminin Kurtuluş Savaşı’nın önderi Mustafa Kemal’i etkisiz hale getirmek için çok çaba harcadığını ve Kurtuluş Savaşı boyunca İngilizlerin oyuncağı haline gelen Padişah Vahdettin’in "su katılmamış bir hain" olduğunu gözler önüne sermektedir.
Ancak, bütün bu belgelere karşın, "kadim yobazlarımız" ve "dönme liboşlarımız", ya bu belgeleri görmezden gelerek veya bin dereden su getirerek tarihi gerçekleri tersyüz etmeyi başarmışlardır... İngiliz Belgelerindeki "açık gerçeklere" rağmen bugün bu ülkede, Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist bir mücadele olmadığını, Mustafa Kemal’in İngilizlerle ortak hareket ettiğini ve Padişah Vahdettin’in "hain" değil "kahraman" olduğunu düşünen yüzbinlerce insan vardır...
WikiLeaks Belgeleri’nin Türkiye’de "taşları yerinden oynatacağını" ve "çok şeyi değiştireceğini" düşünenlere, "İngiliz Belgeleri neyi değiştirdi ki ?" diye sormak isterim...
Mesele belgeler değil, mesele, o belgelere bakan gözlerin ne kadar gerçeği gördüğü, o belgelerin muhasebesini yapan vicdanların ne kadar nasırlaşmamış olduğu ve o belgeleri analiz eden beyinlerin ne kadar analitik düşünme yeteneğine sahip olduğudur...

Sinan Meydan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için bir ara Italya Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş olan Kont Sforça’nın Mondros Mütarekenamesi hakkında söylediklerine yer vermemiz gerekiyor. Bilindiği gibi, Mondors Mütarekenamesi’ni Osmanlı Devleti adına imzalayan Rauf Orbay’dır. Rauf Orbay’ın daha sonra M. Kemal Atatürk tarafından Başbakan yapıldığını aklınızın bir köşesine yazınız, az sonra bu noktaya tekrar temas edeceğiz.

Kont Sforça, Mondros Mütarekenamesi’nden bahsederken Ingilizlerin kara ordusuna karşı mutedil davrandıklarını söylüyor. Donanma’nın hemen teslimi istendiği halde kara ordusunun ilgasından veya hemen terk-i silah etmesinden bahsedilmiyormuş. Bilakis sadece seferberliğin ilgası talep olunurken, dahilde asayişin temini ve hududların muhafazası ve bunun için lazım gelen ordu miktarı terhisten istisna ediliyormuş!.. Kont Sforça, bunda bir gizli maksad görüyor ve diyor ki:

“Ingiltere Hükümeti, Osmanlı Devleti’nin mirascıları arasında şimdiden bir ihtilaf görüyor ve mutad olan ikiyüzlü siyasetiyle şunu istiyor:

Eğer müttefiklerin talebleri Ingilizleri sıkacak bir şekil alırsa, henüz mukavemet kabiliyeti olan Türkler’i kendi menfaatleri için kullanabilir bir mevkiye koyabilsinler.”[1]

Bu durumdan anlaşılıyor ki, daha mütarekenin (Ateşkesin) imzası günü yani Padişah’ın Anadolu’da bir kuvvet teşkilini hayalinden bile geçirmediği zamanda Ingilizler, (Kont Sforça’nın fikrine göre) bu kuvvetin teşkilini düşünmeye başlamışlar, hatta bunun için M. Kemal’i, Sultan Vahidüddin’den evvel bulmuşlardır. Sultan Vahidüddin ve Sadrazam Ferid Paşa, M. Kemal’i, “Memlekette büyük şöhreti vardır. Itimad edilecek namuslu bir adamdır!..” diye Ingilizlere karşı müdafaa edip Anadolu’ya göndermeye çalışırken M. Kemal de Istanbul’da Itilaf Hükümetleri ileri gelenleri ile münasebette bulunuyor ve onlardan talimat alıyordu.[2]

Bundan başka, Ingilizlerin Istanbul’da hafiye teşkilatını yapan, “Ingiliz Muhibler Cemiyeti”ni kuran hülasa Şark’ta Ingilizlerin siyasi emellerini temine çalışan Rahip Frew, daha evvel M. Kemal ile temasa geçmişti. Hatta M. Kemal, Pera Palas Oteli’nin müdürü, Fransız fakat Ingiliz ajanı Mösyö Martin vasıtasıyla müteaddid defalar vaki olan mülakatlarında Rahip Frew’yu, “insaniyete hadim adalete hizmetkar bir zât-ı faziletkâr telakki etmiş olduğunu” bizzat ifade etmektedir.[3]

M. Kemal’in entelijans servis elemanı olan Rahip Frew ile daha Anadolu’ya gitmeden önce görüştüğünü Rauf Orbay da ifade etmektedir:

“M. Kemal Paşa’nın Istanbul’da asker arkadaşlarından başka sivillerden ve bilhassa yabancılardan pek tanıdığı yoktu. Yalnız Ismail Canbulat Bey’i vaktiyle hapishaneden kaçırmış olan Italyan uyruklu müteahhid Dinari vasıtasıyla Istanbul’daki Italyan fevkalade murahhası -sonraları Dışişleri Bakanı olan- Kont Sforça ile birkaç defa temas etti.

Pera Palas Oteli’nde bulunurken de bu otelin müdürü Mösyö Martin delaletiyle Ingilizlerin sonradan yaman bir entelijans servis elemanı olduğu anlaşılan Papaz Frew ile iki-üç defa görüştü.”[4]

M. Kemal’in henüz Istanbul’dan ayrılmadan, Ingiliz istihbaratına mensup bazı kimselerle gizlice görüştüğünü Von Mikusch da doğrulamaktadır.[5]

Nitekim Stanford Shaw’un Türk Tarih Kurumu tarafından Ingilizce basılan 6 ciltlik eserinin birinci cildinde, M. Kemal’in, Osmanlı Savaş Bakanlığı’nda Ingiliz Kontrol Subayı olarak görev yapan ve aynı zamanda Ingiliz Istihbaratının (M.İ.G) Istanbul’daki başı olan J. G. Bennett’e, -sıkı durun- şu çarpıcı planı önerdiği yazmaktadır:

“Ingiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak.”[6]

Evet, yanlış okumadınız… M. Kemal Atatürk, “Ingiliz kontrolü altında bir Türk ordusu kurmak” istiyor.

Ingilizcesi aynen şöyle:

“…to whom he suggested the idea to organize a Turkish army under British officers…”

Bu hakikatleri yaklaşık bir asırdır Milletimizden gizlediler. Fakat hakikatin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğu unutulmamalıdır.

Ingiliz kontrolünde bir Türk ordusu… Bildiğiniz gibi, Kurtuluş Savaşı’nın hedefi Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmekti[7], ancak bu hedefe ulaşılmadan M. Kemal’in orduya “dur” demesiyle duruldu. Peki ona orduyu “durdur” emrini kim verdi? Lozan’a kim çağırdıysa onlar vermiş olsa gerek.[8]

Bir bilgi daha…

M. Kemal Atatürk 14 Kasım 1918 günü, Ingilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price’ı aracı yaparak General Harrington’la da görüşmek istemişti.

Price, M. Kemal’le Pera Palas’ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında şöyle aktarıyor:

“M. Kemal, yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini” bildirmemi rica etti.

“Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.”

Anadolu’da Ingiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra M. Kemal, bu topraklar üzerindeki Ingiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir:

“Eğer Ingilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…”[9]

Dikkat ettiyseniz, G. Ward Price ile yaptığı görüşmede Vali olmak istediğini söylüyor, yani Ingilizlerden “siyasi” makam istemektedir. J. G. Bennett’e yaptığı teklifte ise “askeri” makam talep ediyor.

Şimdi, M. Kemal’in Ingilizlerden talep ettiği siyasi ve askeri makamları alıp alamadığına bakalım…

*

***Ingilizlerin M. Kemal’e verdiği siyasi destek***

1 – Ingilizlerin M. Kemal’in adamı için girişimde bulunmaları

M. Kemal Atatürk Samsun’a çıktığı sırada Sadrazam Ferid Paşa ve Erkan-ı Harbiye Reisi Cevad Paşa’ya yazarak Samsun Müfettişliği’ne Hamid Bey isminde birini tayin ettirmiştir.[10] Bu zatın daha sonra Dahiliye Nazırı ile arası bozulduğu için azline karar verildiği halde Ingilizler yerinde bırakılması için Istanbul Hükümeti’ne müracaat etmişlerdir.[11]

***

2 – 16 Mart 1920′de Istanbul’un işgali ve Osmanlı Mebusan Meclisi’nin basılıp dağıtılması

Yazının hemen başında, Mondros Mütarekenamesi’ni imzalayan Rauf Orbay’ın daha sonra M. Kemal tarafından -adeta ödüllendirilircesine- Başbakan yapıldığını “aklınızın bir köşesine yazmanızı” rica etmiştik. Ingilizler, işte bu Mütarekename’nin 7. maddesine dayanarak Istanbul’u resmen ve fiilen işgal etmişler ve Osmanlı Meclisi’ni basıp dağıtmışlardır.[12]

Ingilizlerin Istanbul’daki Osmanlı Meclisini yani “Meclis-i Meb’usan”ı basıp dağıtmaları, mebusların, M. Kemal’in Ankara’da kurduğu Meclis’e gitmelerini ve bu suretle Istanbul’u çökerterek orasının takviyesini temin içindi. Hatta bazı mebusları kendileri götürmüşlerdir. Örneğin Miralay Selahaddin Bey’i Anadolu’ya bir Ingiliz gemisi götürmüştü.[13] Böylece M. Kemal, Ingilizler tarafından siyasi bir aktör olarak ön plana çıkarılmıştır.

Bu baskında başta Rauf Orbay olmak üzere birçok meb’us Ingilizlerce tutuklanmıştır. Hiç şüphemiz yok ki, Ingilizler, bu hareketi M. Kemal ve Rauf Orbay ile anlaşarak yapmışlardı.

Nitekim Mebusan Meclisi üyesi Yunus Nadi, anılarında, Rauf Bey’in, kaçıp kurtulmasını telkin edenlere şu cevabı verdiğini yazıyor:

“Kararımız karar. Ancak biz hadisenin bu kadarını kafi görerek savuşursak Meclis’in alt tarafı panik yaparak dağılır gider. Ben istiyorum ki Meclis dağılmasın, fakat dağıtılsın… Bunu bilhassa kendim için vazife görüyorum…”[14]

Rauf Orbay, bu anlaşmayı adeta ifşa ediyor:

“Ingilizlerin Meclis’i basmalarını sağlamak için burada kalacağım.”[15]

Daha açık bir ifadesiyle;

“Istanbul’a, Meclis’e gideceğim ve dediğiniz olmazsa **Anadolu’da milli bir hükümet kurmanız için** Meclis’in ortasında bomba patlatarak kendimi feda edeceğim!”[16]

Fevkalade ilginçtir ki M. Kemal, 22 Ocak 1920 tarihinde, şifreli bir telgrafla Konya’daki XII., Sivas’taki III. ve Erzurum’daki XV. Kolordu Kumandanlarına, Ingilizlerin Istanbul’a tecavüzlerini arttırarak bazı nazırları ve meb’usları bilhassa Rauf Beyi tevkif etmeleri ihtimalinden bahsetmiş…[17]

16 Mart’ta vuku bulacak olan hadiseleri 22 Ocak’ta nerden biliyor?? Bunların M. Kemal’in elini güçlendirmeye yönelik önceden planlanmış hamleler olduğu apaçık ortada.

Istanbul’un işgali hakkında Atatürkçü Sabahattin Selek şunları yazıyor:

“Itilaf Devletleri, 16 Mart 1920 günü Istanbul’u resmen ve fiilen işgal etmek suretiyle Anadolu ihtilalinin başarısına büyük ölçüde yardım etmişlerdir.”[18]

Von Mikusch ise bu konuda şunları yazmaktan kendini alamamıştır:

“(Ingilizler) M. Kemal’i öyle bir neticeye isal ettiler ki; M. Kemal bizzat kendi dostları vasıtasıyla böyle bir neticeye vasıl olamazdı.”[19]

Bu babta yazılacak daha çok şey olmasına rağmen bu kadarla iktifa ediyoruz, ancak şu kadarını söyleyelim ki, M. Kemal’in hayali, Ingilizlerin Istanbul’daki Osmanlı Meclisi’ni basıp dağıtmalarıyla gerçekleşmiştir. Böylece Ingilizler, futbolda “al da at” diye tabir edilen bir pasla M. Kemal’in Osmanlı kalesine gol atmasını sağladılar. Artık M. Kemal’in önünde bir engel kalmamıştır… Devlet içinde Devlet kurmuştur… Sıra Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmaya gelmiştir ve onu da gözünü kırpmadan yapacaktır.

***

3 - Yunanlılara verilen desteğin geri çekilerek M. Kemal’in “kurtarıcı” “kahraman” yapılması

M. Kemal Atatürk, Ingilizlerin Yunanlılara verdikleri desteği çekip kendisine yardım edecekleri hakkındaki vaatlerini “Nutuk”ta şöyle anlatıyor:

“13 Haziran 1921 de Kuvayi Itilâfiye Başkumandanı General Harrington’un mukarribininden olduğunu ifade eden Binbaşı Henry ve Sturton namında iki zâbit motörle Ineboluya geldiler. Bu zâbitler; General Harrington tarafından şu tebligatta bulundular: Ben, bir torpito ile Ineboludan Istanbulda Boğaziçinde Harrington’un yalısına gideyim. Orada General ile sulh esasatı üzerinde anlaşayım. Ingilterenin istiklâli tanımımızı kabul ettiğini ve Yunanlıların topraklarımızdan çıkarılacaklarını ve mesaili saire üzerinde münakaşanın mümkün olduğunu söylemişler. Bu zâbitlere verilen cevapta, benim Istanbula gitmiyeceğim (Çünkü, kendi hesabına çalıştığı için Ankara’dan ayrılmaya korkuyor. Cepheye bile Başkumandanlık kanunuyla Meclis yetkilerini üzerine alarak gitmişti.) ve General Harrington’un Ineboluya gelip o sırada orada bulunan Refet Paşa ile görüşmesinin münasip olacağı bildirilmişti.”[20]

***

M. Kemal Atatürk’ün bu görüşmeyle ilgili Nutuk’ta bahsetmesinin sebebi, kesinlikle kendi ihsanı değildir, bilakis, bu hadisenin başkalarınca duyulması üzerine kendini savunmak amacıyla Nutuk’ta yer vermiş olduğu anlaşılmaktadır. Zira Nutuk’ta bu meseleye; “suitefehhümü mucibolmuş bulunan bir meseleyi zikredeceğim”, yani “yanlış anlaşılmaya yol açmış bulunan bir meseleyi zikredeceğim” diyerek girmiştir. Binaenaleyh, bu görüşmenin Nutuk’ta yer almasının sebebi, kendini savunmak ihtiyacı hissetmiş olmasından kaynaklanmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.