Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Tayyip Erdoğanın siyaseti ve küresel değişim


sevimm

Önerilen İletiler

Tayyip Erdoğan dünyayı düzeltiyor mu

         Yeryüzü iki kutupludur. Ve sürekli birbirleriyle mücadele içindedirler. İnsanlar iyiler ve kötüler diye ikiye ayrılırlar. İnananlar iyidirler. Tanrıdan çekinirler ve zarar vermezler. İnançsızlar kötüdürler.Bu dünyaya sahip olmak için herşeyi yaparlar. İnananlar ölüm sonrasını inançsızlar ölüm öncesini ister. Ahireti isteyenler sevgiyi ve barışı, dünyayı isteyenler bozgunculuğu ve savaşı tercih ederler. İyiler tanrının yasalarını, adaleti, doğruluğu severler ve insanlar için hizmete koşarlar. İyilik dünyada bir şey kazandırmaz diyen  inançsızlar kötülüğü seçer. Kötüler kanunsuzluğu, adaletsizliği ve yalanı severler ve dünyaya sahip olma ve insanları yönetme telaşında olurlar. Kötülerin yönetiminde savaşlar ve kaos hüküm sürer. İnananlar tanrıya karşı sorumlu hissettiklerinden ahiret için iyiliği seçerler. İyilerin yönetiminde demokrasi hoşgörü, barış ve adalet vardır. İyilerin yönetiminde paylaşılır ve herkese kucak açılır.  Kötülerin egemenliğinde baskıcı, suçlayıcı, haksızlık ve savaş vardır. İnsanları ezerek kazanan zarar veren ve hor gören bir düzen oluşur. Kötülerin düzeninde herkes tehdit ve düşman olarak görünür. Çünkü rızkı kötü egemenler dağıtır, bu dönemde kula kulluk edilir. İnsanlar canileşir. Öldürürler, çalarlar, birbirlerinin üzerine basarlar. İşte yeryüzünde çağlar ve devirler bu iki kutup arasında sürekli değişim gösterdi. 

        Dünya yaşamını bir günden ibaret sayarsanız ilk sabaha Adem ile girdik. Sonra insanlık sürekli aşağıya düşmeye başladı. Muhammet gecenin üçünde gelmiştir. Hikmetle gelen son peygamber gerçekleri açıkça söyledikten sonra düşüş trendinde olan insanlık tam bir dip yapacaktı. Nitekim yeryüzü güneş doğmadan hemen önceki en karanlık dibi gördü.  İsa yani Mehdi sabah güneş doğarken gelecekti. İşte o güneşin ilk ışıklarını 21 Aralık 2012’de almaya başladık. Bildirilen zaman bu dönemdir. Tanrının senaryosunu ve insanlık için çizdiği kaderi keşfeden bir peygamber, İnsanlık tarihini mutlu sonla ve Tanrı’nın tam hükümranlığıyla biteceğini söylemişti. Önceki peygamberlerin hepsi hatta Musa, İsa, Muhammet dinlerinde bölgesel kalmışlardı ve tüm insanlığı kurtaracak bir yönetici peygamberi tek bir dini ve tek bir konuşma dilini müjdelemişlerdi. Bu özlem, insanlık tarihinin kurtuluşu ve Tanrı’nın merhametiyle gelecek olan mutlu sondu. Her peygamber, kendi soyundan gelecek Bir kral peygamberi müjdelemişti. Dönemin egemenleri her gelen peygamberi reddettiler ve öldürmek istediler. Kendilerini tanrı’nın halkı olduğunu sanan dinsizler ‘Peygamber bizim içimizden gelmeliydi.’ dediler. Vesayetçiler, doğru yolu öğütleyen peygamberlere karşı çıkmışlardı. Her peygamber Doğruluk, barış, demokrasi, insan hakları, adalet diyordu. Hepsi de aynı dini söylediler. Çünkü geldikleri dönemlerde mevcut baskıcı yönetimler ve kötü bir sistem vardı. Halklar ve insanlar mevcut sistemden acı çekiyordu. Çünkü sistem saltanatları için mazlumların sırtına basan burjuvaları besliyordu. Peygamberlerin doğru yola çağırışı onların azgınlığını arttırıyordu. Buna günümüzde Yahudileri ve İsrail krallığı ülküsünü gösterebiliriz. Bunlar gibi Tanrı’nın halkı olduğunu iddia eden egemenler özgürlükleri, eşitlikleri, demokrasiyi, barışı, ve adaleti kendi namına kullanıp yeryüzündeki halkların büyük çoğunluğuna zulmediyordu. İnandıklarını ve doğru yolda olduklarını sananlar tam tersi Tanrının dinine karşı bir anlayıştaydı.

        Geçmiş çağları irdeleyenler haçlı seferlerinin mantığını hemen anlarlar. Tüm haçlı seferleri, Muhammet döneminin bir rövanşıydı. Muhammed’in gelişine dönemin vesayetçileri karşı çıkmıştı ve kendi dinlerini sırf çıkarları için ayırmışlardı. İnsanlık ile mücadele eden Gog ve Magog o dönemlerde Anadolu’da idi. İsevilikten sapmış Rumlar Anadolu’dan kuzeye doğru göç etmişlerdi. Bir kısmı Rusya topraklarına ve bir kısmı da batıya yönelerek İngiltere topraklarına yerleşmişlerdi. Ortadoğu’da fitnelerden ve baskılardan kaçan tanrının halkları 1071 sonrasında Anadolu’ya gelmişlerdi. Bunların içinde İbrahim’in iki öz oğlu Kürtler ve Türkler el ele tutuşarak Anadolu’ya gelmişlerdi. Ardından barışı ve adaleti savunan Selçuklu ve Osmanlı dönemleri yaşandı. Ancak bu süre zarflarında haçlı akınları sürekli varlığını korudu. Barışın, adaletin, doğruluğun ve adil düzenin karşısındaki inançsız yapılanma dünya hırsıyla egemen olma mücadelesindeydi.  Ve gün geldi bir gün bu kirli amaçlarına hırslarına ulaştılar. Osmanlı’nın yıkılışıyla dünya karanlık bir dibe gömüldü. Çünkü inançsızlar dünya hırsıyla doluydu, sömürgecilerdi, haksız kazanç ile tam bir hukuksuzluk dönemi yaşandı. Açgözlülük ve hırsla dünyaya sahip olma yarışı başladı. Bilindik topraklara Coğrafi kesifler dediler. Kıta halklarını öldürdüler, köle yaptılar, kaynaklarını emdiler. Adalet ve kanunun olmadığı yeryüzünde silahla güçle mazlum halkları bastırdılar. Katliamlar feryatlar yükseldi. İnsanlığı koruyacak tanrının yasalarını yürüten bir halife yoktu. İnsani odaklı cihan hakimiyeti olmadığından bu kaos ortamında insanlar büyük zarar gördüler. Savaşlar ve sosyal suçlar tavan yaptı. İste tam bu dönemin sonunda Mehdi’nin çıkışı kaçınılmazdı. Tüm kutsal kitapların ve peygamberlerin haber verdiği dönem aynen gerçekleşiyordu. İnsanlar olayları doğal olarak yaşayacağından ‘Tanrı gerçeği’ tam bilinmiyor ve iradeleri ellerinden alınmıyordu. Yoksa dünya hayatının sınavının bir önemi kalmazdı. İnsanlar her şey yaşanıp bittikten sonra ve uzun ömürlü Tayyip Erdoğan eceliyle öldükten sonra gerçekleri anlayacaklardı. Bu arada herkes seçimini yapmış inanan ve inanmayanlar ayrılmış, Barışçılar ve savaşçılar; iyiler ve kötüler tarafını belirlemişti. Tanrı, kötülere artık yaşam vermeyecekti.  Nuh’un dönemine benzer bir dönem yaşıyoruz ve emin olduğum bir şey var ki kötüler yeryüzünden şüphesiz temizlenecektir.

       Mehdi döneminde olduğumuz kesin bir gerçekti. Mehdi’nin ortaya çıkışıyla ilgili dönemsel, yapısal, sosyokültürel alanda dönemin felsefesi de dahil her yönüyle incelendi. Tüm kutsal metinler, özellikler, dinsel gerçekler, gezegensel hareketler, siyasi çalkantılar, Afetlerin tavan yapması, küresel iklim değişikliği, 21 Aralık 2012 virajı gibi tüm bunlar gerçekleri ortaya çıkarmaktadır.  Ulusal ve küresel siyasi gelişmeler tamamen dinsel paralellik içermektedir. Geçmiş peygamberlerin bildirdikleriyle günümüz tamamen örtüşmektedir. Belli ki Tanrı ezelde yazdığı küresel kaderi gerçekleştirirken Mehdi’yi bizzat kendisi yönetmekte ve olayları oluşturarak gerçekleştirmektedir. Gerçek şu ki Tanrı her peygamber döneminde olduğu gibi insanlığı kurtarmakta ve tarihe müdahale etmektedir.

       Tüm kutsal kitaplarda hatta eski tabletlerde ve destanlarda bildirilen mehdi dönemi ile ilgili bilgiler günümüze tamamen uymaktadır. Mehdi hadisleri, Tevrat kayıtları, İncil ve diğer kitaplarda, Budizm,  Zerdüştlük, Babil kayıtlarında, Maya ve İnkalar’da belirtilenler birbiriyle tam örtüşmektedir. Anlatılan dönem 1990-2023 dönemine tamamen uymaktadır. 33 yıllık bu dönemde dünyada müthiş gelişmeler ve değişimler olacaktır. Tüm kutsal metinlerde bildirilen bu dönem zaman olarak ve olaylar olarak yüce bir iradenin iletisi gibi aynen benzerlik taşımaktadır. Beklenen ve gelecek kurtarıcının özellikleri tamamen Tayyip Erdoğan’a uymaktadır. Sadece İslam’a değil Tüm dinlerin beklediği insanlığın son halifesi ve kurtarıcı kral peygamber (yönetici peygamber) niteliğinde bir peygamberin geleceğini doğrulamaktadır.

        Kendilerini Yahudi sananlar giderek güçlendiler ve Evangalist’lerin desteğini aldılar. Yahudi-Hristiyan kardeşliğini gösterirken din dışına çıkarak dünya egemenliği için çıkar birlikteliği yapmaktaydılar.  Her çağda olduğu gibi kendilerini inanan olarak niteleyen ve Yahudi olduklarını ilan eden halklar, dünya için çabalıyorlardı.  Öldürürken ve insanlığa zarar verirken doğru yoldan sapmış olduklarını göremiyorlardı. Tarafgirlikle kendi amaçlarına hizmet etmek ve bütün insanlığı bir kenara itmek hiçbir dinde yoktu. Gerçekte ahiret çabasında olanlar insanlığa hizmet ederdi. Ancak onlar dünya egemenliğini kurma telaşındaydılar. Her gelen peygamberi öldürmeye çalışan ve Tanrı’nın halkı olduğunu söyleyen vesayetçiler küresel egemenlikleri ve saltanatları için hakkı reddettiler. Ve o peygamberlerle mücadele ettiler. Evrensel dine, (Kutsal yasalara) İnsanlığı koruyan yasalara ve barışa karşıydılar. Tanrının gazabı her dönemde onların üzerine oldu.

      Birinci dünya savaşından sonra dünyanın Jandarmasıyım diyen Amerika, adalet sağlayıcı olarak peygamberliğini ilan etmişti. Ancak gerçek tam aksine çıkmıştı. Şeytan destekli Deccal’in krallığı iyice anlaşıldı. 11 Eylül saldırısıyla son haçlı seferini gerçekleştiren George Bush, Afganistan, Irak, Pakistan ve Ortadoğu’ya saldırmıştı. Savaş politikalarıyla ayakta duran ve yeryüzünün kaynaklarını sömüren Amerika varlığını yalanlarla ve komplolarla ne kadar devam ettirebilirdi. Amerikan ve İsrail yönetimi kendi halklarına da zarar verirken küresel ortamda kanunsuzluğu yol edinmişlerdi.

       Tüm bu yaşananlara ve feryatlara Tanrı öfkelendi ve her şeyi değiştirmeye başladı. Tam bu dönemde Tanrı, Mehdi’yi göndermişti. ‘Mehdi Tayyip Erdoğandır.’ denildiğinde bunu uçuk bir söylem gibi görüp şiddetle reddedenler yaşananlara bakarak gerçeği bütünsel olarak göremiyorlar. Irak savaşına destek vermeyen, küresel krizden etkilenmeyip tam tersi büyük sıçrayışlar yapan, İsrail’e ve Ortadoğu’da ki adaletsizliklere ses çıkaran, mazlumlara sahip çıkan, zalime karşı duran, menfaatlerine göre karar vermeyen haliyle Tayyip Erdoğan kendini fark ettirmektedir. Onunla Türkiye, küresel liderliğe gitmektedir. Dünya’nın yeni küresel gücü savaşla değil insani ve dini değerlere sahip çıkmakla gerçekleşecekti. Tüm dinlerin özü insanlığı korumak ve insanlığın düzenini sağlamaktan ibarettir. Yeryüzünde ki tek din tüm dinlerin temeli olan evrensel değerlerdir.. Barış, insan hakları, adalet, demokrasi ve hoşgörüydü. Zaten insan öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, paylaşacaksın, gibi tüm dinlerin kutsal emirleri yeryüzündeki tek dine çıkmaktadır. İnsanlar yeryüzünde birlikte yaşayamadılar,  yeryüzünün hazinelerini paylaşamadılar. Baskılar ve savaşlar insan türünü bitirirken insanlığa bozuk bir felsefe bırakıyordu. İnsanlar ve uluslar şahsi menfaatleri yerine bütünün menfaatlerini isteyemediler. Bu nedenle yeryüzünde Şeytan’ın kulları olan Gog ve Magog’un egemenliği yaşandı.

        Uzak dönemi bilenlere ‘Siyon veya Medine yeniden doğuyor.’deriz. Yakın dönemi bilenlere Osmanlı yeniden doğuyor diyebiliriz. 1910-2010 yıllarında yaşananlar birbirlerinin tam zıddıdır.  1. dünya savaşının tam tersi olayları yaşanmaktadır. Batı gerileme dönemine girerken doğu yükseliş dönemine girmiştir. İngiltere-Fransa-Rusya etkisindeki dünyada sömürgecilik, gasp ve savaşlar dönemi yaşandı. Ve gün geldi maddeci ve menfaatçi felsefe yıkılmaya başladı. Arap baharının başlamasıyla Suriye’de Rusya’nın direnişi, Afrika/Mali’de Fransa’nın sömürgelerine sahip çıkışı, İngiltere’nin İsrail’e tam desteğiyle Mısır ve Libya’ya sahip çıkmasını gördük.  Suriye tıkanıklığı, hak ile batılın savaşında gerçeği ortaya çıkaracak en önemli unsurdu. Tüm insanlar yaşanan bu küresel gerçekleri görmeye başlayacak. Kimlerin hile ve komplo ile yönettiğini kimlerin hak yolda mazlum olduğunu göreceklerdi. Ve böylece insanlar tercihlerini yapacaklardır. İnançsızlar saltanatları ve dünya menfaatleri için baatılı seçecekti. İnananlar, ahiret bilinciyle Tanrı egemenliğini isteyecekti.  Mazlumların ve insanlığın yanında olanlar hakkı tercih edecekti. Müthiş bir dönemden geçmekteyiz. Tercihlerin belirlendiği, safların ayrıldığı iyilerin ve kötülerin netleştiği bir sürece çoktan girilmişti. Ancak insanlar neler olduğunun farkında değildi.

         Doğruluk, barış,  kardeşlik ve adalet yanlısı Osmanlıcılar, antisemitizm çatısında toplanmışlardı. Aslında Siyonizm’e karşı çıkarken dünya yarışında olan menfaatçi, savaşçı, komplocu İsrail anlayışıyla mücadele etmişlerdi. Zaman geçti, gün geldi Osmanlı’nın yıkılışıyla amaçlarına ulaştılar. İnançsızlık rüzğarı esti. Dünyayı kazanma ve hükmetme mücadelesi başladı. Silahlanma yarışı ile öldürerek ve birbirlerini ezerek düşmanca kazandılar. İyiliğin merkezi yıkılınca kimse Tanrı’dan istemedi.  Hırsızlara, gaspçılara kısacası dinsizlere ortam doğdu. Küresel yağmacılar meydanı boş buldular. Hukuksuzca davrandılar. Hesap sorulamayınca rahatça küresel suçları işlediler. İnsani bir otoritenin olmayışı küresel egemenleri taşkınlığa gaspa ve savaş siyasetine yöneltmişti.  Dünya karanlık ve kaos çağına girmişti.

        Ortadoğu’da 2001-2008 yedi yıllık savaş ve kaoslu yılların sonunda küresel kriz yaşandı. Bu küresel istikrarsızlık küresel güvensizliğin ve bozuk sistemin de bir sonucuydu. Ardından Arap baharıyla eski düzene karşı özgürlük ve eşitlik uyanışı başlamıştı. Küresel menfaat şebekesine bağlı Ortadoğu yönetimleri bir bir devrilmekteydi. Baskıcı yönetimler altında ezilmiş ve çoğunlukta olan mazlum halklar, kısıtlanmış tüm yaşamlarını geri istemekteydiler. Bu uyanış Afrika ve diğer kıtalara sıçrayarak küreselleşecekti. Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi; Türkiye de dünyayı etkiliyordu. Gerçekte ise bütün bunları Tanrı yapıyordu.  Mısır’ın ve tüm Ortadoğu’nun Türkiye’yi rol model kabul edip örnek almaları da bu gerçeği göstermiştir.  Ortadoğu ve Afrika halkları Osmanlı özlemiyle yanmakta ve hepsi Türkiye merkezli bir dünya yönetimi istemektedirler.  Arap birliğini İngiliz atmosferinden çıkartan ve birliği yönetir hale gelen Türkiye, Araplara ‘Özgürce, birlikte ve barış içinde yaşayabiliriz.’ Bilincini öğretmiştir.  Erdoğan ve Türkiye, Ortadoğu’da inançsız, menfaatçi ve sömürgeci yönetimlerin altında ezilmiş çoğunluk halkların yol göstericisi olmuştur. Çaresiz halklar Türkiye’ye başvuruyor. Çünkü zalim yönetimler onların yaşamsal haklarını ellerinden almışlardı. Küresel güçler, Ortadoğu’da ve Afrika’da varlığını kaybetti.  Küresel güçlerin her konuda Türkiye’ye danışması ve fikrini alması egemenliklerini kaybettiği gerçeğini doğrulamaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu’ya yön vermesi, dünyaya etkileri, küresel gündemi değiştirmesi ne kadar etkin bir güç olduğunu göstermektedir. Küresel bozguncular yakında her kıtada egemenliklerini kaybedecekler. Çünkü batıl uzun sürmez. Batıl yüz yıl dayanamadı ama hak olsaydı bin yılı aşardı.

      Van münit çıkışı, Mavi Marmara olayı, Mısır, Libya ve Suriye’de insanlığın yanında durması Türkiye’yi güçlü bir hale getirmiştir. Küresel haksızlıklara ses çıkaran, İsrail’i uyaran, İran’ı dizginleyen, Suriye’de mazlum halkı kucaklayan, Irak’ın dağılmasını engelleyen, Arap birliğine yön veren politikasıyla Türkiye, küresel bir güç olma yoluna girmiştir. Ilımlı ve barışçıl politikalarıyla yapıcı ve birleştirici güç olmuştur.  Afganistan’ı, Pakistan’ı ve Endonezya’yı birlik olmaya çağırmıştır. Bu çağrıları her kıtada (Osmanlı özlemiyle yananlara) Doğruluk, barış, adalet, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adil düzen isteyenlere yapmaktadır.

      BM’yi eleştiren, yapısını sorgulayan, BM’nin politikasını yanlış bulan Erdoğan, küresel güçleri doğru yola çağırmaktadır. Avrupa’ya hatalarını söyleyen ve doğru bir çizgiye çekmeye çalışan, medeniyetler ittifakını oluşturmak için çaba sarf eden bir Türkiye vardır. Avrupa birliği, Şangay beşlisi gibi guruplara girmeye çalışan, ayrımcılığı reddeden felsefeyle birliklere koşan ülke olmuştur.

        Artık Türkiye, küresel arenada anlayışıyla, felsefesiyle, yardımseverliğiyle fark edilmektedir. Tıpkı bir dönemlerin Siyon halkı ve Medine halkı gibi mazlumlara sahip çıkmaktadır. Pakistan seline, Somali açlığına, Suriye çıkmazına, mazlumlara ve her alanda yardım çağrıları yapan ve çaresizlerin elinden tutarak insanlığa sahip çıkan ülke olmuştur.  Tüm çözüm yollarını en doğru şekilde uygulamıştır. Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Filistin sorunu gibi tüm sorunları en uygun haliyle çözmeye çalışmıştır. Ama çözümsüzlüğü isteyenler süreçleri tıkamıştır. Tayyip Erdoğan,  insanlığın sorunlarını çözüme kavuşturma çabasındaydı ancak ellerindekini kaybetme korkusu taşıyan vesayetçiler çözümleri reddetmişlerdi.

         Erdoğan’ın BM’deki konuşması, Pakistan’da konuşması, Lübnan’da konuşması Avrupa’nın ve dünyanın çeşitli yerlerindeki konuşmaları onun anlayışını ve liderliğini açıkça göstermiştir. Her dinde Tanrı’nın yasaları insanlığı korur. İnsan haklarına ve insani değerlere sahip çıkarak barışa ve demokrasiye öncülük eden Tayyip Erdoğan, İslam’ın halifesi değil aslında insanlığın halifesidir. Dinlerin birleşmesini, tüm ayrımcılığın kalkmasını, husumetlerin son bulmasını istemekle ve herkesi kucaklayan tavrıyla peygamber rolü çizmektedir. Şu kesindir ki insanlığı koruyan bir anlayış tamamen Tanrı’dandır. Zaten Tanrı Onunla kötü yönetimleri devirmekte ve küresel sistemi değiştirmektedir.

       Tayyip Erdoğan, küresel bozguncuların Türkiye’deki şebekesi olan Ergenekoncu-balyozcu-KCK bileşkesine karşı dik durarak karanlık güçleri ülkesinde yıkmıştı. Halka baskı kuran dinsel ve yaşamsal hayatını kısıtlayan ve ülkeyi her yönüyle sömüren kanunsuzları devirmeyi başardı. Bütün bunları Tanrı’dan aldığı destekle ve canını hiçe sayarak yapmıştı. Kalbinde Allah korkusu ve yüreğinde vicdan vardı. Ve Tanrı Onunla olmaya karar verdi.

       Vesayete, cuntacılara, egemenlere ve varlıklı zenginlere karşı hakkın savunuculuğunu yapmış ve mazlumlara sahip çıkmıştır. İnsani hakları, kişi hak ve özgürlükleri ön plana çıkartarak dinin özünü görmüştü. Yeni anayasa ile evrensel değerlerin ve küresel ilkelerin ilk adımını attı.

     Tayyip Erdoğan’ın yönetime gelişi bile sancılı oldu. Ve O’nun gelişinde Tanrı’nın parmağı vardı. Belediye başkanlığından küresel liderliğe çıktı. O doğru, dürüst, adil, sözüne güvenilen, hoşgörülü, yatıştırıcı, güvenilir olan, çözümcü, dostane haliyle eşsiz bir liderdi. O’ bir kurtarıcı ve Allah’ın seçtiği kraldı. Pek çok peygamber vasfını üzerinde taşıyordu. Ancak yeni nesiller bunu fark edemiyordu. Çünkü yeni nesil olayları çıkar süzgecinden geçiriyordu, değerlerden ve geçmişten kopmuştu. O hak ile batılı deviriyordu. Doğru sözle yalanı eritiyor. İyilikle kötülüğü bitiriyordu. Barışı, adaleti ve kalkınmayı ister haliyle peygamberi bir rol çizmekte idi. Recep Tayyip Erdoğan’ın mehdi olasılığı çok yüksektir. Erdoğan’ı derinlemesine incelediğinizde konuşmalarında, tavırlarında, felsefesinde, bakış açısında, mimiklerinde ve kararlarında tamamen peygamber özelliklerini görürsünüz.

       Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatı,  yaptıkları ve geleceği şimdiden şekillendirmesi güçlü bir lider ve büyük bir önder olduğunu göstermiştir. Ulusal ve küresel medyada Erdoğan’a eleştiriler ve o’nu itibarsızlaştıracak haberlere çokça yer verilmektedir. Eski egemenler kendi medyalarıyla aldattıkları kitleleri kaybetmemek için korunma ve savunma taktiği uygulamaktadırlar. Kötülere, ancak eski düzenden beslenenler destek verir. Ama gerçekler ve doğrular karşısında onlar da eriyecek ve yıkılacaktır.

      Allah’tan çekinmesi, korkması ve dünya hırsı olmaması T.Erdoğan’ın özelliklerindendir. Zalim’e ses çıkarırken bu uğurda ölümü göze almıştı. Mazluma sahip çıkan ve insanlara faydalı haliyle Tanrı’nın dünyaya gönderdiği bir kurtarıcıdır. İslam’a göre mehdi, Tevrat’a göre Davut’un oğlu Kral(yönetici)  peygamberdi. İncil’e göre gelecek olan İsa’dır. O sistemleri devirecek, dünyayı karanlıktan aydınlığa çıkaracak, barış ve esenlik devri olan Altın çağı getirecektir.

        Zulkarneyn peygamber savaşı isteyenler ve barışı isteyenler diye insanları ikiye ayırmıştı. Barışın tarafında olanları inananlar, savaşın tarafında olanları inançsızlar olarak nitelemişti. Erdoğan barışı isteyenlerin küresel lideridir. Ülkesinde bile Kürt-Türk barışı için mücadele vermektedir. 1789 Fransız ihtilali ile kardeşliğe açılan savaşa dur diyen ilk ülke Türkiye olacaktır. Bu etnik ayrımcılık hastalığına zorla da olsa en son bulaştırılan ülke Türkiye’dir. Savaşa ilk dur diyen İbrahim’in soyundan olan iki öz kardeş (Kürt-Türk kardeşliği) olacaktır. Bu barış havası Türkiye’den tüm dünyaya yayılacaktır. Zamanla yeryüzünde tüm husumetliler barışacak ve kimse kimseyi tehdit olarak görmeyecektir. İnsanlarda dünya kavgası kalkacak ve Ahiret mücadelesi başlayacaktır.

        Gerçekte ‘Tanrı’nın İsrail halkı’ Anadolu halkıdır. Tarihi derinlemesine analiz etmiş kimseler bunu iyi bilirler. Asıl soykırım kurtuluş savaşında Anadolu halkına karşı yapılmıştı. Osmanlının merkezi olan ‘Anadolu halkını’ yok etmek istemişlerdi. Onlar kendileriyle beraber dinin hayatta kalma mücadelesini vermişlerdi. Çünkü Anadolu’ya gelen düşman birlikleri Kuran’ı ve inananları yeryüzünden kazımak istemişlerdi. Tanrı, Çanakkale’nin geçilmesine izin vermedi. Ama inananlar baskı ile ülke yönetimini kaybetmişlerdi. Halkı kültüründen ve kökünden kopartacak devrimler yaptılar. İnançsızlığı ve kendi kültürlerini empoze ettiler. Bunun üzerine Tanrı, şehitlerin ardında kalan bir avuç çocuktan yine inançlı nesil yarattı. Ve onlara kurtarıcı bir kul gönderdi.

       Yüz yıl geçti ve tanrı vaadinde durdu.  Dünya tersine döndü. Güç kutupları yer değiştirdi. 21 Aralık 2012’de kıyamet kopacak denildi. Ancak bu kötülerin kıyameti olacaktı. Bu tarih Altın çağın başlangıcı ve ilk günüydü. Zaten her şeyin bir günde olmasını beklemek çok saçmaydı. Gerçekten de İzmir’in Şirince ilçesi kurtulacaktı. Hesaplar mükemmeldi. Ve ‘Popol Vuh’ kutsallık içeriyordu. Taşkınlar Verona’dan başlayacak ve Fransa’nın yarısını sular kaplayacaktı. Amerika kıtasının doğu kıyıları sular altında kalacaktı. Şeytan’nın yerleşim yerleri olan kıyı kentlerini Tanrı vuracaktı. Akdeniz kıyıları sular altında kalacaktı. Tüm bunlar 2013-2020 yılları arasında gerçekleşecekti. Doğal afetler ve küresel ısınma tavan yapacaktı. Çünkü kötüler, dünya egemenliği için iyileri yok etmek isteyeceklerdi.

     Türkiye halkı, Erdoğan ile zalime ses çıkaran ve mazlumun yanında olan bir tavırla hareket etmektedir. Yakında küresel güçler, Türkiye muhalifleri gibi Rabbin kralı olan Erdoğan ile mücadele edecekler. Batıl hakkı deviremeyince şiddete başvuracak. Küresel güçler, kaybolan egemenliklerini geri kazanmak için doğruluğun önderi Erdoğan’ın ülkesine saldırı kararı alacaklar. Ve Türkiye halkı doğruluğun barışın ve insanlığın yanında oldukça Tanrı onlarla beraber olacak. Gün gelecek tüm düşmanlar Türkiye’nin etrafını sarıp saldırı planları yaptıklarında Türkiye halkı korkmayacak. Bu arada küresel afetler çok şiddetlenecek. İnsanlar bir sağdan bir soldan her yerden afet haberleri alacaklar. Çünkü şeytan’ın tayfasına öfkelenen Tanrı halkına sahip çıkıyordu. Vaat ettiği gibi ve onlara kurtuluşu verecekti. Ve zalimlerin haksızlık ve ölümler üzerinden kazanacağı dünya ısrarı onların sonu olacaktı.

         Ey İblis, sen insanlığı birbirine düşürüp yok etmek istedin.  Onları doğru yoldan saptıramayıp hak ile başa çıkamayınca gücüne güvendin. Sen şiddeti seçersen Tanrı da seçer. Ve sonuçta kaybeden sen olursun.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Mehdiniz size hayirli olsun,böyle mehdiyi biz istemiyoruz. ülkesini atese atan askerini sehit edenlerle kucaklasan,büyük seytanin emrinden cikmayan müslüman ülkelerin kan gölüne dönmesine yardim ve yataklik yapan böyle bir mehdi ancak size yakisir.O kadar uzun yazida Erdogan'in icin methiyeden öteye tek bir mantikli cümle yok.Yani AKP'lilerde aynen sizler gibi konusuyor hatta erdogan icin sükür namazi kilin diye onu peygamber yerine koyanlar bile var.Yani Muhammed bu durumda son peygamber degil son peygamber erdogan olmus oluyor demek ki sizin Allahiniz Muhammed son diyip sonra düsünmüs ve birde Erdogani göndereyim demis.

 

Fazla yazma geregi duymuyorum sadece su kadarini söylemem gerekiyor:Islamda Hz.Mehdi diye bir olay yoktur.Siz Basbakani Mehdi olarak kabul ettiginize göre onun Müslüman olmadiginida itiraf etmis oluyorsunuz.Müslümanlikta mehdi yoktur.Mehdi isik ve aydinlik demektir.Hz.Muhammed hem isiktir hem aydinliktir.Basbakan Erdogan'i mehdi diye adlandiran ve milyonlarca müslümana hakaret edercesine methiyeler düzen yukaridaki yazinin sahibinden ricamiz Kur'an. Kerim'den bize Mehdi ile ilgili bir ayet adini vermesidir.Eger bu ayeti verirse ona saygi duyacagiz yok veremezse hakkinda neler düsünücegimizi o kendisi düsünsün.O Kocaman yazinin icersinde tek bir kelimeylede olsa Mustafa Kemal'in ve Kurtulus savasinin adinin gecmemesi zaten yaziyi yazanin zihniyetini ortaya koyuyor.

 

Kürd Said nami diger Nursi köylü Said,din hakkinda hicbirsey bilmedigi halde bazi kesimler tarafindan Bediüzzaman olarak etiketlendi.Hayatinda dogru dürüst bir egitim almamis sadece yalan ve dolanlarla insanlari aldatip kendini peygamber soyundan gelme diye tanitip ayetlerin kendisinden bahsettigini iddia edecek kadar sirke batmis olan birisine de ayni basbakan gibi tapanlar var.Ne diyelim sizlerin hakkindan ancak Tanri gelir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 6 ay sonra...
Erdoğan Neden Abdülhamid Olamaz?-Fatma Sibel Yüksek/ Açık İstihbarat
 
 

Abdülhamid olmak için, olanı dağıtmak değil, dağılmakta olan vatanı bir arada tutmak gerekir;

Abdülhamid olmak için, önüne gelenin elini öpmek değil, daha 8 yaşındayken babası Abdülmecid'in İngiliz sefirinin elini öpmesi isteğine karşı koymak gerekir..

 

Sen böyle bir Abdülhamid ol, biz zindanlarında seve seve yatalım...

***************************

Recep Tayyip Erdoğan'ın,iktidarının son dönemlerinde kendisine bir "padişah" edası vermeye çalışması toplumun gözünden kaçmıyor.

Bakanları "vezirleri" , bürokrasiyi "mabeyini" gibi görmek; bir talimatıyla toplumun şekilleneceğini zannetmek..Öfke, belâgat ve celâdetin etkili bir yönetim tarzı olduğuna inanmak;

işi giderek adına vakfıyeler, ibadethaneler,mâbetler yaptırmaya kadar götürme girişimleri, böyle bir yönelimin açık örnekleri olarak dikkat çekiyor.

Özel hayatında ve yakın çevresi ile ilişkilerinde daha ne tür davranışlar sergilediğini ise bilmiyoruz. Gelen haberler ve kulaktan kulağa yayılan şayialar, iyi- kötü demokrasi görmüş bir toplumu irkiltecek nitelikte.

Böyle bir kişilik eğilimi, heveslisine "padişahlık" efekti kazandırır mı bilemiyoruz. Bildiğimiz, bu tuhaf davranışın şu anda kendisine tapınanlarda korku, tapınmayanlarda ise mizah duygusu yarattığı. İnsan, mizah dergilerine ne kadar sık konu olursa, padişahlık hayalinin o kadar suya düşmesi kaçınılmazdır..

Tayyip Erdoğan'a padişahlık şehveti nasıl zerkedildi?

Tarih okuduğunu ve kendisini oradaki şahsiyetlerle bütünleştirdiğini sanmıyoruz; daha doğrusu tarih filan okumadığını iyi biliyoruz. Ancak belli ki arka planda, Tayyip Bey'in padişahlık düşlerini besleyen,diri tutan etkiler var.

Bu etkilerden birisinin, kendisine vâdedilmiş olan "İslam âlemi liderliği" olduğu tahmin edilebilir. Büyük Ortadoğu Projesi, Tayyip Bey'in zannettiği gibi hakikât olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti vilayetlerden ve 'hinterland' dan müteşekkil federe bir Osmanlı mülkü; kendisi de hem bu mülkün hem de İslam aleminin sözüm ona yegâne lideri olacaktı!

Oysa Büyük Ortadoğu Projesi, ortadoğuyu paylaşma planının adıydı, sadece bir araçtı. "İslam alemi liderliği" gibi yaftalar ise bu plana tuzlukla koşanlara verilmiş içi boş rüşvetten başka bir şey değildi.

Tayyip Bey eğer tarih okusaydı, Osmanlı padişahlarının halifelik makamınını düvel-i muazama'nın planları içinde ve desteğiyle değil, aksine düvel-i muazzama'ya rağmen edindiklerini, dahası "düvel-i muazzama"nın bizzat Osmanlı'nın kendisi olduğunu bilirdi.

Halifelik, İmparatorluğun yıkılma döneminde bile II. Abdülhamid tarafından Batılı devletlere karşı güçlü bir koz olarak cansiperâne elde tutuldu. Osmanlı hazinesi tamtakırken, açlık çeken İstanbul halkı boş tencere ve tavalarla Yıldız Sarayı önünde nümayiş yaparken, Arap vilayetlerine yatırım yapmanın sebebi buydu.

Bu tarihi gerçeklerden habersiz olan Erdoğan, şimdi hayallerinin yıkılmasının öfkesini nereden çıkaracağını bilemiyor. Kendisine "İslam alemi liderliği" vâdedenlere karşı yürüttüğü yel değirmeni savaşınıı, kamuoyuna "Büyük devletlere kafa tutan, onurlu lider" diye yutturmaya çalışıyor.

Tekrar göze girme fırsatı çıktığında ise- Suriye'ye müdahale ihtimalinin belirmesi gibi- kafa tutan lider tiplemesini anında terkedip, "Biz de varız" diyerek koşturuyor.

Tayyip Erdoğan tarih okumuyor ama belli ki tarihi yanlış okuyan birileri, bu muhteris bünyeden epeyce post çıkarmak istiyor.

Mısır ve Suriye üzerinden kendisine "halifelik" rüyası gördürüyorlar. Zihninin arkasında bir "imparatorluk toprağı" illüzyonu yaratıp, davayı bu kadar aşırılıkla sahiplenmesini sağlıyorlar.

Oysa tekrar söyleyelim ki Sultan Abdülhamid halifelik makamını, bu postu Mekke'ye aldırmak isteyen İngilizlere karşı dahiyane siyasi taktiklerle ayakta tutmuştu. Balkan yenilgisinden sonra İmparatorluğun merkezini Arap vilayetlerine kaydırmak istemiş, bu yolda halifeliği de, İslam kültürünü de, cemaat ve tarikatları da, dini eğitimi de devletin bekası için bir araç olarak kullanmıştı.

Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan'ın ipleri batı istihbaratlarının elinde olan halifelik rüyası ile Osmanlı padişahlarının gerçek halifeliği arasında hiç bir tarihi, siyasi, ahlaki bağlantı yoktur.

Buraya şuradan gelmiştik: Birileri, tarih bilgisi olmayan fakat imparatorluk hırsları olan Tayyip Erdoğan'ın egosu üzerinden emperyal planlarını yıllarca yürüttü. Tayyip Bey'in arıza yaptığı tek nokta, kendisine verilen sözlerin tutulmayacağını hissettiği noktadır.

Bunu hissettiğinde tehditkâr bir havaya bürünüyor, esip gürlemeye; Türklerin, Kürtlerin ve İslam aleminin kudretli lideri pozları kesmeye başlıyor.

Peki kendisine bu misyonları ve düşleri aşılayanlar,bu numaralardan etkileniyorlar mı? Asla!

Şimdi de Türkiye'nin AB ile bağları tarihte hiç olmadığı kadar kopmuşken, Arap coğrafyası bu derece karışmışken, Tayyip Bey'in tanımadığı, okumadığı, siyasetine vakıf olmadığı bir Abdülhamid karakterine, -daha doğrusu Abdülhamid karikatürüne- bürünmeye çalıştığını görüyoruz.

Güya Mısır vilayetini savunuyor...Güya Suriye vilayetinin başına musallat olan zalim şeyhe savaş açarak buradaki tebasını kolluyor, güya "Ey Birleşmiş Milletler" diyerek düvel-i muazzama'ya kafa tutuyor!

Düvel-i muazzama, Suriye'ye müdahale kararı alınca da, daha dün "Ortadoğunun kanını ve petrolünü içtiler" dediğine bakmadan, heyecanla "Biz de varız!" diye atılıyor..

Birileri belli ki, Rumeli eyaletlerini birer birer kaybeden Osmanlı'nın yüzünü Arap coğrafyasına dönmek zorunda kaldığı tarihi dönemlerle; Avrupa Birliği ile ipleri koparan Tayyip Bey idaresinin umudu Mısır'a ve Ortadoğu'da çıkacak bir karışıklıktan post kapmaya bağlamasını mukayese edip, "tarihin tekerrürü" olarak göstermeye çalışıyor..

Ortaya gerçek bir Abdülhamid çıkamayacağı için de tarih sahnesine karikatürünü sürüyorlar..

Tayyip Erdoğan'ı sözümona "Abdülhamidleştirme" planı alttan alta sinsi bir biçimde örülüyor. Tarihimizin en zeki, en stratejik ve taktiksel düşünen, en kurt ve de en tartışmalı imparatoruna hiç olmadık bir vücutta yeniden hayat verilmek isteniyor...

Bunun kamuoyununun gözünden kaçan küçük işaretleri var. Örneğin, Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan, geçen gün "27 Ağustos1908 yılı bugun Abdulhamid Han'ın çılgın projesi, Hicaz Demiryolu hizmete girdi. Hızlı demiryolu da bizlere nasip olur inşaallah" şeklinde bir tweet attı. (Türkiye Cumhuriyet Başbakanlığı Özel Kalem Müdürü'nün tweetlerini genellikle Arapça attığına dikkat çekelim)

Bu tweet'e takipçilerinden "Devletin hasta adam olmadığı imajı vermesi açısından da çok önemlidir..Hicaz demiryolu hızlı tren hattı, kutsal topraklara anadoluyu bir daha kopmamalı üzere birbirine bağlar" şeklinde mukabelede bulunanlar oldu...

Hicaz demiryolu, bu yazının kapsamını çok aşacak bir konudur ancak, Kalem-i Mahsusa'nın tweet'i akıllardan geçen "çılgın projeleri" göstermesi bakımından ilginçtir.

Şimdilik şunu söyleyelim; Hicaz demiryolu inşa etmek kim, siz kim? Sultan Hamid, Hicaz demiryolunu inşa ederken, Basra'dan Hindistan'a kadar olan bir hat üzerinde imparatorluğun egemenliğini korumaya çalışıyordu, hem de devletin en güçsüz düştüğü şartlarda! Daha da önemlisi, bunu imparatorluğun kendi toprakları üzerinde, halifelik postuna sığınarak ve de İngilizlere karşı yapıyordu..

Siz Washington'dan izin alacaksınız da, NATO'dan onay çıkacak da, Bağdat'taki ABD'li garnizon kumandanı başınıza çuval geçirmeyecek de..Hicaz Demiryolu inşâ edeceksiniz öyle mi?

Burnunuzun dibinde işgal edilen Irak'a terörist kovalamak için bile giremediniz; şimdi de Barzani'nin özel izniyle giriş çıkış yapıyorsunuz..Kaldı ki size binlerce kilometre demiryolu inşâ ettirecekler, öyle mi?

Tayyip Bey'i "Abdülhamidleştirme" projesi kapsamında, ileride heybeden çıkarılabilecek bir diğer turp da Ayasofya'nın ibadete açılması, daha doğrusu ortalığa böyle bir tehdidin savrulması olabilir.

Bunu da nereden anladık? Hatırlayın, Gezi Parkı olaylarının ilk günlerinde, Tayyip Bey yaptığı mitinglerden birinde, kalabalıktan "Ayasofya cami olsun" diye seslenilmesi üzerine, "Merak etmeyin o da olacak" demişti..

Yapabileceğinden değil, böyle bir konu üzerinde spekülasyon yaparak siyasi prim elde edecek. Ayasofya, cami yapılacaktı da 11 yıl niye beklendi?

İşin kötüsü, böyle tehlikeli ve kafa karıştırıcı gündem maddeleri karşısında Atatürkçü, laik,solcu vs. kesimin tuzağa düşme riski yüksektir. Ayasofya'nın cami yapılması veya Hızlı Hicaz Demiryolu salvosuna, eldeki ilk "ilerici" ezberlerle tepki gösterilecek, Erdoğan "gericilikle" suçlanacak, "Araplara hizmet ediyor" klişesi altında ekmeğine yağ sürülecektir.

Oysa gerçek Kemalistlerin, "Yapmazsan namertsin" demesi ve seccadeyi alıp Tayyip Bey ve avanesinden önce Ayasofya'da namaza dikilmesi lazımdır..

Emperyalist devletlere rağmen, Hicaz Demiryolu inşa edecek olan da Kemalistler tarafından alnından öpülmelidir..

Ama yapamaz, yapmaz; kimse merak etmesin. Sadece ortalığa hafif esanslı kokular yayıp, bundan siyasi rant elde etmeye çalışıyor..

Bu konuların daha çok su kaldıracağı kesin.

Muhteşem Yüzyıl dizisinin terzileri, Tayyip Bey'e evde ayna karşısında giymesi için istedikleri kadar Abdülhamid kıyafeti dikebilirler..

Abdülhamid olmak için, verilen her hediyeyi yutmak değil kimisini kabul etmeyecek, kimisini de devletin envanterine kaydettirecek bir ahlâka sahip olmak gerekir;

Abdülhamid olmak için, şehzadelerin gemicik sahibi olmaması, büyük şirketlere ortak yapılmaması, damatların medya şirketlerinin başına getirilmemesi gerekir;

Abdülhamid olmak için az konuşmak, saygınlığını korumak; çene düşmesi hastalığına tutulmamak gerekir;

Yılda 120 kez dış devletlere yüz sürme hevesine kapılmamak, yerinde oturmayı bilmek gerekir;

Abdülhamid olmak için İslamı da, halifeliği de, Arapça eğitimi de "amaç" değil, devletin bekası için "araç" olarak görmek gerekir.

Abdülhamid olmak için yedi cihanla satranç oynayacak zekâya, kılıç gibi taktik ve stratejiye, mangal gibi kompleksizliğe sahip olmak gerekir...

Ve de en önemlisi, Abdülhamid olmak için düvel-i muazzama'nın ortadoğu bayisi değil, tam tersine düvel-i muazzama'ya rağmen ayakta durabilen devlet adamı olmak gerekir.

Sen böyle bir Abdülhamid ol, biz zindanlarında seve seve yatalım...

Fatma Sibel Yüksek-www.acikistihbarat.com

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Türker Ertürk: GÜLSUYU DARBESİ

19 Ekim 2013

kmf9b.jpg

 

Michael Rubin 10 Ekim 2013 tarihli yazısında Yargıtay’ın Balyoz kararını acımasızca ve biraz da alaya alarak eleştiriyor, daha doğrusu yerden yere vuruyor. Yazar “ Yargının tamamen Erdoğan ve destekçilerinin elinde olduğunu, hapiste olanların politik hükümlü olduklarını, laik oldukları, din ve devletin ayrı tutulması gerektiğine inandıkları için oralara tıkıldıklarını “ söylüyor.

Rubin “ Erdoğan’ın Türkiye’yi Padişah gibi yönettiğini, muhaliflerini içeriye attırdığını, polisin tamamen onun faşist birlikleri haline geldiğini “ anlatıyor ve “ Erdoğan gerçekten darbecilerin liderini görmek istiyorsa ihtiyacı olan tek şeyin aynaya bakmak olduğunu “ yazıyor.

Darbenin lideri Erdoğan

Yazının sonuç bölümünde ise “ Erdoğan’ın sonunun Perulu lider Alberto Fujimori gibi olacağını, kaçacağı ülkenin Suudi Arabistan olacağı konusunda iddiaya bile girebileceğini, bugün Türkiye’de 1960’da ve 1980’de olduğu gibi darbe yapıldığını ve liderinin Erdoğan olduğu “ anlatıyor.

Michael Rubin’in Washington Post, The New York Times, The Wall Street Journal, National Review ve The Weeekly Standard adlı gazete ve mecmualarda Türkiye ve Ortadoğu ile ilgili yazıları yayınlanmaktadır. Ayrıca Amerikan Girişim Enstitüsü ( American Enterprise Institute ) adlı kuruluşta çalışmakta, Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisi’nde ( Naval Postgraduate School ) öğretmenlik yapmakta olup geçmiş dönemlerde ABD Savunma Bakanlığı’nda danışmanlık yapmıştır.

Yüzde 73 destek bile alır!

Michael Rubin yazısında Erdoğan’ı benzettiği Japon asıllı Alberto Fujimori 1990-2000 arasında Peru Devlet Başkanlığı yapmıştır. Fujimori Peru’da iktidara gelir gelmez bankaları, stratejik sanayi tesisleri ve demir yolları dahil iğneden ipliğe her şeyi özelleştirir. Fakat bu ekonomik politikanın yıkıcı etkileri çok büyük olur. Halk aşırı yoksullaşır, işsizlik artar ve gelir bölüşümündeki adaletsizlik feci boyutlara ulaşır.
Buna karşın Fujimori iktidarını güçlendirmek için hükümet darbesi yapar, sandıktan ezici çoğunlukla çıkmayı iktidarının asli meşruiyeti sayar, yargısız infazlar yaptırır, hukuku siyasallaştırır, muhaliflerini içeri arttırır, yetkilerini olağanüstü derecede arttıran anayasa değişiklikleri için referandumlar yaptırır hatta yüzde 73 destek bile alır. Ama sonunda halk ayaklanır, gösteriler başlar, muhalefet birleşir ve Fujimori baskılara dayanamayarak bir bahane ile 13 Kasım 2000’de yurtdışına kaçar. İstifasını Japonya’dan veren Alberto Fujimori 23 Eylül 2007’de İnterpol gözetiminde önce Şili’nin başkenti Santiago’ya getirilir daha sonra ülkesi Peru’ya iade edilir. Halen hapishanede cezasını çekmekte ve kanserle boğuşmaktadır.

Fark ağır dinsel istismar

Erdoğan liderliğinde AKP iktidarının 2002’den beri emperyalizmi arkasına alarak ve cemaatin ateş desteği ile ülkemize yaptığı yadsınamaz kötülükleri düşünürsek emin olun Fujimori masum bile sayılabilir.

Tam 3 yıldır Türkiye’de esas darbeyi Erdoğan’ın yaptığını söylemeye çalıştık. Bu darbenin amacının karşı devrim olduğunu, bunun emperyalizm tarafından sahneye konan “ Renkli Devrimler “den tek farkının ağır dinsel istismar olduğunu, bu nedenle “ Gülsuyu Darbesi “ olarak adlandırdığımızı yazdık, çizdik, gittiğimiz her yerde anlattık ve anlatmaya devam ediyoruz.

Yok hükmündedir!

Rubin yazısında 2003’de yazılan darbe planının 2007’de piyasaya çıkan MS Word sürümü ile yazılmış olması rezaletine de değinir. Biz de bu durumu 2007 model bir araba ile 2003’de kaza yapmaya benzetmiştik. Yargımız bu aleni sahtekarlığı görmüyor veya göremiyorsa kararı da Yüce Türk Ulusu için yok hükmündedir.

Halen Türkiye’de nihai amacı rejim değişikliği olan karşı devrim sürecinde Cumhuriyetimizin kurumlarına karşı “ Gülsuyu Darbesi “ yapılmaktadır. Darbenin içindeki din motifi geniş halk kitlelerinin kandırılması ve uyuşturulması içindir. Balyoz bu darbe içinde geçilmesi gereken önemli bir aşamaydı.

Bu darbeye direnmek, itiraz etmek ve engellemek için mücadele etmek demokratlığın, yurtseverliğin ve ahlakın gereğidir

 

ILK KURSUN

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.