Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ne Mutlu Türküm Diyene ve Toplumsal Kişilik


evrensel-insan

Önerilen İletiler

dostum Ermeniler anadoluda bize ihanet ettiler ne oldu şu anda durumu ne ama bizimle barışık olsaydı daha güçlü bir Ermenistan olurdu ve bizde daha güçlü olurduk. Hem kendileri zarar gördü hemde bize zarar verdiler.... Kürtler içinde aynı şey geçerli, bu coğrafyada Araplar, Farslar, Türkler var tarih boyunca Kürtler ikincil kalmış ve Türklerin himayesiyle varlıklarını sürdürmüş, İki aşiretin kurduğu kuzey Irak'taki devlet ki bağımsız değil, ömrü ne kadar olacak, yarın dünya dengeleri değiştiğinde gene bize sığınacaklar, şu anda da zaten bizden başka kimseleri yok. Bu paradoks, himayeyle bir devlet ayakta duramaz. Demek ki himaye edeni olmadıkça Kürdistan diye bir yer olmuyacaktır. Dün bizim için PKK ile savaşan Talabani ve Barzani, bu gün PKK korkusundan bizimle işbirliği yapıyor. Bu coğrafya da Arap, Türk ve Fars toprakları var. Kürt toprağı yok olmuyacakta.... dün yoktuysa yarında olmaz... Yahudi toprağı da yoktu yarında olacağının bir garantisi yok. Millet hayatında 100 yıl 500 yıl kısa dönemdir. 50 yıllık bir İsrail devleti 500 yıl kalır mı bilinmez. Kürt devleti 100 yıl sonra olurmu bilinmez. Çin coğrafyasında Çinlilerden başkası barınabiliyor mu. Rusya, Hindistan ve Çin dediki bu Coğrafya üçümüzün diğerleri ikincil, yarın üçü anlaştımı diğerlerini yutarlar. Doğu Türkistanı Çin nasıl yuttu, Rusyayla anlaşarak. Burada Araplar, Farslar ve Türkler ortak menfaatleri doğrultusunda anlaştılar mı Kürtler ne yapacaklar, varlıklarını sürdürebilmek için birine sığınacaklar, dün bize sığınmışkardı, bu günde bize sığınıyorlar ve yarında bize sığınacaklar ama hiç bir zaman dördüncü bir güç olarak ortaya çıkamıyacaktır. Bu coğrafyanın doğasına aykırı. Nasıl ki Şanghay'da Rusya, Çin ve Hindistan varsa bu böyle.... Amerikanın desteği bittimi ne olacak, Amerikanın stratejik ortağı İsrailliler, kürtler değil. Ne olacak ortalık toz duman olunca kurtlar sofrasında yem olacak. Kuzey Irak Arap toprağıdır sunni olarak Kürt toprağı gözüküyor. Gerçekte böyle bir Kürt toprağı yok yarın ya bize ilhak olacak ya Araplara ya da Farslara.... İranda 30 milyon Türk var deniyor ama İran Fars toprağı....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Din dogmatizmine gelince dostum, o sadece bizim sorunumuz değil. İslam dünyasının sorunu, İslam dünyası akılcı felsefi yaklaşım gösterdiğinde dünyaya egemen olmuştur. Ama Gazaliden sonra aklıcılıktan uzaklaşarak bu duruma gelmiştir. Akılcılığa dönüş ibareleri var, gene kendini toparlıyacaktır. Müslümanlık zihniyeti bir bütündür. Nasıl Hristiyanlık ve Yahudilik ve Budist zihniyet bir bütünse... bizim lokal olarak İslamiyet zihniyetini oluşturmamız imkansız, genel İslamiyet zihniyetinin dönüşümüyle bizimde zihniyetimiz dönüşür, ha dersin biz bu dönüşümde aktif oluruz ve İslam dünyasının akılcılığa dönüşmesinde öncü rol oynarız bu ayrı. Ama bu islam dünyasının bir parçası olduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bizde El kaide de var, Hizbullah da var, Fettullah da var, var oğlu var. Avrupada da var diyeceksin ama o islam ülkesi değil, kovar bütün müslümanları kurtulur. Sen müslüman ülkesin bu gerçekten kurtulamazsın, ne yapacaksın el kaide ve hizbullah zihniyetini değiştireceksin. Bu belki 100 yıl sürer ama değişecek. İslam dünyasının zihniyeti değişmedikçe, bu soruna sen dışındaymış gibi bakamazsın. Vucutta kanser varsa ya o kanseri tedavi edeceksin ya da kansere yenileceksin. Burada vucut islam dünyasıdır, kanser ise radikalizmdir. Aidiyatı oradan kaldıramazsın, biz Türküz, biz müslümanız. Bunlar aidiyatlarımız. İnkar edebiliriz ama realiteyi değiştiremeyiz. Doğru bir akıl yürütebilmek için gerçeklerin bilincinde olarak düşünmemiz lazım yoksa söylemlerimiz havada kalır gerçek hayatta karşılığı olmaz.... Gerçek hayatta karşılığı olmayan o kadar çok söylem var ki mesela diyor ben dünya vatandaşıyım. Pasaportu yok kimliği yok. Gittiği yerden sınır dışı ediliyor. Bir millete ait bir pasaportun olması gerekir, sen bu gerçeği yok sayarak dünyada dolaşamazsın....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 biz Türküz, biz müslümanız. 

 

Bunlar asla değişmez olgular olarak kabul edilemez. Türk olmama gelelim. Evet Türküm. Ama gider Almanya vatandaşlığına geçmem gerekirse Alman olurum. Gidip orda ben Türküm ben Türküm diye ayrımcılık yapmam. Güzelce Almanca öğrenir, Alman kültürünü öğrenir, Alman olurum. Türk olarak kalmam gibi bir zorunluluk yok. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı isem Türkümdür. Bu vatandaşlıkta kalmayı sürdürdükçe Türk olurum. 

 

Müslümanlık ise sadece ağızdan çıkan bir söz. Ağzımdan ne çıkarsa o olurum. Müslümanım demek için hiç bir zorunluluğum olamaz. Hele Türküz ve müslümanız dendiğinde ben bu sözden çok rahatsız olurum. Bu ikisini birbirine bağlamanın bir yolu yok. Türküm, ateistim, ne olmuş? Fransa vatandaşlığına geçtim, Fransızım, ateistim. Ne olmuş? Hiç bir şey... 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eğer Türk olmak değiştirilemez bir şey olarak görülürse, Türk ulusu etnik temelde tanımlanmış olur. Bir Yunanlı gelip TC vatandaşı olursa Türküm diyebilmeli. Ben gidip Almanya vatandaşı olursam Almanım diyebilmeliyim.

 

İşte Türk İslam sentezine bu yüzden karşıyım. Bu sentez milliyetçiliği ırkçı bir pozisyona sokuyor. İki değişkeni de vazgeçilemez gösteriyor. Halbuki her ikisi de değişebilirdir.

 

Türkiye'de doğmuş olmak ve Türk olmak, gidip ABD vatandaşı olup Amerikan olmaya engel değildir. Anne babamın müslüman olması, beni de müslüman olmaya zorunlu kılamaz.

 

Bilirsiniz, Hitler faşizminden kaçan bir çok Alman, gidip Amerikan oldu. Ben de hiç temenni etmem ama din faşizminden kaçmam gerekirse gider başka bir ülke vatandaşı olurum. Hiç sakıncası da yok. Hristiyan olabilirim, hiç sakıncası yok, ama olmam o ayrı. Niye olayım, yine ateist olurum.

 

Ulusu nasıl tanımladığımız çok önemli. Eğer ulusu ırktan bağımsız, tarihsel bir atama olarak adlandırdığımız gerçeğinden saparsak, insanın doğduğu anne babayı değiştiremediği gibi ırkını da değiştiremeyeceği gibi milliyetini değiştiremeyeceğini söylersek, Türk halkını bölmek isteyenlere malzeme veririz.

 

Atatürk'ün ulus tanımına harfiyen sadık kalacağız. Türkiye Cumhuriyetini kuran halk, Türk halkıdır. Misakı milli sınırları içinde yaşayan ve ulusal anayasa üzerinde mutabakata varmış her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Türktür. Bu, bir tarihsel atamadır. Irk adı da olsa, coğrafi ad da olsa, tarihsel bir kabul de olsa, her ne olursa olsun, atama olduktan sonra sorun yok. İlla bir şeye atama yapacaksın. Ya Osmanlı gibi hanedan adına, ya coğrafi bölge adına, ya tarihsel bir sürece atama mutlaka yapacaksın.

 

Türk hareketi ise, bu ırksa da, bir toplum, bir ulus ise de, hiç önemli değil, dünya tarihini geri dönülmez biçimde formatlamış bir hareket. Buna atama yapmak kadar normal bir durum yok. Son derece normaldir. Karkların hareketi tarihi böyle formatlasa, bu süreç en son bu devleti sonuç verse, adı Karkiye Cumhuriyeti olurdu, hepimiz kark olurduk. Hiç sakınca yok.  

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türk İslam felsefesi MHP çizgisi gibi gözüküyor. Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuz gibi de bir slogan var. Bu felsefi altyapının olmamasından kaynaklanıyor. Nasıl Fatih Sultan Mehmet'in felsefi altyapısı zayıfsa, Alparslan Türkeş'in de felsefi altyapısı zayıf. Dogmatikleşmiş bir felsefi altyapı ve güncele cevap veremiyor. Bütün felsefi söylemler bile çıktıkları zaman ki söyleme göre farklılaşabilmektedir. Marksizm'de öyledir. Çeşitli söylemler var, söylemlerin çeşitlenmesi dogmatikleşmenin bir sonucu, söylem kendini yenileyemeyince, farklı bir ekol olarak yeni bir söylem gelişiyor ve o da zaman içinde dogmatikleşiyor ve yeni söylem gerekiyor. Şimdi haritaya bakınca Türk ve İslam dünyası dünyanın yarısını ve kaynaklarınında %80'ini oluşturuyor. Bu gün bir Almanı, Fransızı, İngilizi falanı filanı bir batı birliği oluşturuyor. Başka tarafta Çini, Hintlisi, Rusu Şanghay işbirliği örgütü oluşturuyor. Sen niye Türk İslam işbirliği örgütü oluşturmayasın. Bir Hristiyanın burnu kanadı mı bütün batı ayağa kalkıyor. Belkide o Hristiyan Ateist, ona kimse bakmıyor. Böyle Avrupa Birliği Tarzı barış ve işbirliği örgütü olupta, Amerika Irak'ı işgal etmeye kalktığında hop kardeşim sen Hristiyan kanını akıtmıyorsun. Nato, mato her yeri harekete geçiriyorsun. Ben de Türk ve İslam kanı akıtmam diyebilmelisin. Kişisel olarak ateist olmamız bir şeyi değiştirmez, realiteyi değiştirmez. Sen batılılara istediğin kadar ben Ateistim de onlar için sen Türk ve Müslümansın. Niçin onlar birinci sınıf vatandaş oluyorda, ben ikinci sınıf vatandaş oluyorum. Kimse senin benim ateist mi Budist mi, Şamanist mi olduğuma bakmıyor. Bu coğrafyada yaşıyorsan Türk ve Müslümansın. Her toplumun entellektüelleri vardır. Bizlerde aklığımızın kestiği kadarıyla daha kapsayıcı söylemler geliştirmeliyiz. Dogmatikleşmiş söylemlerin bir aşıcı söylemler geliştirmeliyiz. Önce Atatürkçülük konusunda, bakın MHP'lisi CHP'lisi AKP'ye oy vereni diyeyim. AKP'lisi dersem yanlış olur. Hepsi Atatürkçüyüm diyor.  Ama kimisi Türk İslam söylemini savunuyor, kimisi Laikliği ön planda tutuyor ki bende Laikliği ön planda tutan taraftanım. Temel iki ekol var. Bu farklı algılamaları bu konularda kafa yoranlar ortadan kaldıracak. Biz bugün kafa yoruyorsak biz kaldıracağız, ben çok tartıştım. Ben bundan 34 sene önce amcamın oğluyla tartıştım neredeyse birbirimizi öldürecektik. O MHP'liydi ben Solcuydum. Ama 34 sene önceki MHP de aynı değil, Sol da aynı değil. Çatışmalar sürtüşmeler hepimizi olgunlaştırdı. Ama farklı bu iki ekol ve yapılanma halen varlığını devam ettiriyor ama birbirimizi öldürmüyoruz, aynı apartmanda yaşayabiliyoruz. Ben Abisi solcu kardeşi sağcı olduğu için birbirini öldüren insanlar tanıyorum. Sen gıcık alıyorsun, biz birbirimizi öldürüyorduk. Birbirimizi öldürmeden gıcık almaya gelmesi ve aynı apartmanda yaşayabilmesi bir gelişmedir. 34 sene sonra ne olacak, onu bu günden algılamak ve söylemini geliştirmek gerekiyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bütün Arap ülkelerinin üretimini toplasan bir Almanya bile etmiyor böyle adamlarla birlik kursan ne olur kaldı ki seni laik halinle onlar kabul ederler mi sanıyorsun. Laikliği bırakalım diyorsak o hepten felaket olur çoğu devletin de istediği bu zaten. İslam şeriatı tamamen batılıların işine yarayan bir sistemdir bunun Cumhuriyet veya monarşi olması da bişeyi değiştirmez. Ayrıca ölen Arapların çoğu mezhep kavgaları sebebiyle yaşamları son buluyor yani bambaşka bir sebepten.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

AB'NİN PAYI GERİLEDİ, OPEC'İN PAYI ARTTI
 
Ekonomik krizle mücadele eden AB'nin 27 ülkesinin,Türkiye'nin toplam ihracatındaki payı geçen yıl yüzde 38,8'e gerilerken, 12 OPEC ülkesinin payı ise yüzde 25'e yükseldi. 2012 yılında AB ülkelerine 59,2 milyar dolar, petrol zengini OPEC ülkelerine 38 milyar dolara yakın ihracat gerçekleştirildi.
 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Milli devlet hem siyasi hem de tek bir milliyetin vesayetini tasiyan ve sosyo-etik farklari goz ardi eden bir devlettir.

 

Devlet ozgur birey devleti olmali ve her bir bireyinin sosyo-etik farkini kucaklayabilmeli ve hic bir sosyo-etik farki devletin hakim ve ustun politikasi yapmamali ve de hukumetin boyle bir politika yapmasina da izin vermemelidir.

 

Istge o zaman sosyal devlet olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sovyetler Birliği de sosyal devletim diye başladı ama ne oldu 100 milyon Türk Kazak, Kırgız, Azeri falan ayrıştırdı şimdi birbirleriyle anlaşabilmek için Rusça konuşuyorlar. Öyle bir devlet dünya da olmadı ve olmuyacakta, temenni ayrı şeyler gerçekler ayrı şey....

Saygılar.....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türkiye'de dini dogmatizmin üstesinden gelinirse, başka sorun kalmaz. Din dogmasından sonra ikinci büyük insanlık sorunu nedir? Irkçılıktır. Bu ülkede ise ırkçılık nasıl yapılıyor? Din dogması üzerinden. "Allahın seçtiği kurtulmuş millet" safsatası bayrak yapılarak. Bu da Kuran'daki "sizi alemlere üstün kılmıştık" cümlesine dayanılarak yapılıyor. Allahın bir soyu istediği zaman alemlere üstün kılacağı, istediği zaman ise lanetleyeceği dogmasına dayanılarak bu safsata ortaya atılıyor. 

 

Tekrar eski Türkler gibi Şamanist olalım diyen var mı? Parmakla gösterilecek kadar az. Tekrar Göktürk alfabesine dönelim diyen var mı? Parmakla gösterilecek kadar az. Dinden soyut bir ırkçılık olmuyor. Hele bu ülkede hiç olmaz. Çünkü bu ülke bir geçit, kavşak noktası, bir mozayik. Irkçılar genellikle "tanrının kendi ırklarını üstün yarattığı" tezini savunurlar. En büyük ırkçılıklar bu şekilde yapılmıştır. Beyaz köleci ırkçılara göre tanrı siyah insanı beyaz insana köle olarak yaratmıştır.

 

Bu gerçeği görmezden gelip din dogmalarına ilişmek şöyle dursun, teşvik eden, ılımlı islam anlayışını pompalamaya çalışan emperyalist güdümlü propagandalar, art niyetlidir. Din dogmasından kurtulmak esastır. O zaman ırkçılıktan da kurtulunur. "Allahın seçtiği kurtulmuş millet" safsatasını kim propaganda ediyor, kutsayıp yayıyor? Aynı zamanda etnikçi olan bölücü işbirlikçisi cemaat. Bir yandan etnik bölücülük, bir yandan dinsel bölücülük işbirliği yaparsa ancak Atatürk devrimleri yıkılır ve Türkiye Cumhuriyeti bölünür diye düşünen emperyalistlerin güdümünde, korumasında çalışanlar.

 

İnsan neye alet olduğunu oturup tartmalı. Din dogmasına hoşgörülü bakan bir kişi, elli dereden su getirse beni devrimci, aydın ve sosyal anlayışta olduğuna inandıramaz. Bu yalana kimseler de kanmamalı. İnsanlığın aşması gereken en büyük engel, din dogmasıdır. Dinin devlete egemen olmasını isteyen anlayıştır. En başta bununla mücadele etmeyen kişinin samimiyeti sıfır düzeyindedir.

 

Ne demek yahu? Bir yanda gökten vahiy aldım, su içmenize, yatmanıza, kalkmanıza kadar ben karışırım diyen faşistin faşisti dogma, bir yanda hayatta gerçek yol gösterici bilimdir diyen bir aydınlanma. 

 

Kıyas kabul etmez, alaka dersen sıfır, biri bir vadinin dibinde, diğeri gökteki güneş gibi apayrı fikirler. Sen tut, birincisine hiç ilişme, başını okşa, diğerine saldır. Bunun iyi niyetle en küçük alakası olamaz. Bu, emperyalist planlarına alet olmaktır. Bilinçli, çıkar amaçlı veya bilinçsiz...

 

Din dogması bir turnusoldur. Gerçek aydın ve devrimci ile sahtesini ayırır. Dine ilişmeyip ulusalcılıkla uğraşan kişi asla aydın ve devrimci olamaz. Bu kadar net ve kesindir.   

 

Ha, elbette Atatürkçülük dinsizlik değil. Olmasına da gerek yok. Vatandaşlarının dinli mi dinsiz mi olacağı devleti hiç ilgilendirmez. Olması gereken laikliktir, dinsizlik filan değil. Laikliğin olmaması demek insanlık erdeminin yokluğu, vahşet, karanlık ve faşizmin en koyusu demektir. Dinin olup olmaması ise bireylerin vicdanlarından başka kimseyi ilgilendirmez. Her vicdan dinli mi dinsiz mi olacağına karar verebilir. Kimsenin dayatmasına gerek yok, gerek olmadığı gibi, dayatma faşizmdir.  

 

Bana gelsin devlet dini dayatıyor desin, birlikteyim. Zorunlu din dersi ve diyanet kaldırılmalıdır. Ama devlet yok ırkçılık yapıyor, yok bilmem ne safsatalarına karnım tok, zerre prim vermem ve aydından saymam bu kişileri. Bu emperyalist güdümüdür, o kadar.  

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dinle ırkçılık bir sefer birbirlerine tezat dostum.... Irkçılık dinleri reddeder, bütün dinlerde ümmetçilik vardır. Türkiye'de ırkçılar var mıdır vardır ve marjinaldir ve de illegal faaliyetleri yoktur. Almanyada ki Irkçılarla karıştırmamak gerekir. Bu memlekette ben en radikalından, en ılımlısına kadar her görüşü savunan insanlarla tanıştım. Din sosyal bir ihtiyaçtır, dinsiz toplum yoktur. Dinsiz bireyler vardır ama toplum yoktur. Sovyetler Birliği, Arnavutluk ve Yugoslavya gibi devletlerin resmi dini Ateismdi ne oldu hepsinin toplum olarak bir dini var. İnsanoğlu ağaca tapmıştır, ateşe tapmıştır gene bir şeye inanmıştır ve inanacaktır. Ilımlı İslamcılar diye bir kategori yok. Bir insan ya müslümandır ya da değildir. Bu kişisel bir tercihtir. Ülkemizdeki müslümanlarıda ikiye ayırıyorum, ya bilgilidir ya da bilgisizdir. Bilgili olsun, hizbullahçı olsun oturup konuşursun. Ama bilgisiz insan ister müslüman olsun, ister komünist bu konuşur ama boş konuşur. Bu gün memleketimizde kitap okuma oranı çok düşük, ünüversiteyi bitirmiş arkadaşlarım bile 20 yıldır kitap kapağı kaldırmamış. Lafta herkes okuyor, pratikte sıfır... takım tutar gibi siyaset yapıyoruz. Sizin söylediğiniz dogmatizm cahil müslümandan kaynaklanıyor, bilgili müslümanla otur konuş, ateistine de saygılıdır, şamanistine de ama siz cahil insanı bulursanız, bütün müslümanları onun üzerinden değerlendirirsiniz. Genellemek bir hastalıktır. Komünist, anarşist diyorlar ama komünist nedir, anarşist nedir bilmezler. Adam ben komünistim diyor eylemler yapmış, nedir komünizm diyor bilmiyor. Buna yarı cahil denir. Cahil adam susar bilmez, eğitimli adam dinler düşünür ama yarı cahil yarım yamalak bilgisiyle anlatır durur. Ben bütün siyasi görüşleri savunanlarla 35 yıldır tartışıyorum. Adam ADD başkanı Atatürkçülüğü bilmiyor. Adam MHP'nin il yönetiminde konusunu bilmiyor. CHP'de de burada 20 yılını vermiş insanlar var konuyu bilmiyor. Genelleme çok büyük hatadır. Önce usul bilmek lazım...  nasıl düşünüyor diye empati yapmak lazım. Biz tartışmasını bilmiyoruz, 10 kişi bir odaya gelelim sağcısı solcusu hepsi konuşur kimse dinlemez. Konuşanı da takım tutar gibi tutar, bizden ya da onlardan, bu forumlar farklı düşünceden insanların tartışmalarına olanak sağlayan ortamlar.... Ben bugün 4-5 saat çeşitli konularda en az 20 makale okudum. Ama bizim insanımız kulaktan dolma bilgiyle ben şucuyum diyor. Şu nedir diyorum anlatamıyor. Bu toplumda yaşayan insanlarla konuşacaksın, karşıt görüşünde olan insan sana gelişme sağlar. Aynı görüşteyse bir kişi konuşur gerisi alkışlar. Bak partilerin grup toplantılarına hepsi aynı. Asıl sorunumuz dogmatizmdir ama her görüşten dogmatizmdir....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dinle ırkçılık bir sefer birbirlerine tezat dostum....

 

Hiç farkı yoktur. İslam milleti ve küfür milleti ayrımı yapar. Ayırdıktan sonra ikiye, beşe, ona ayırmanın kıymeti harbiyesi yok. Üstelik bu ayrımın da ebedi olduğunu, hiç bağdaşmayacağını iddia eder. Bitmedi, birinin sonsuz zevk, birinin sonsuz işkence tadacağını öne sürer.

 

Bitmedi. İkiye ayırmanın da garantisi yok. Doğası gereği mezhepleri icat eder. Öbür dünyada sonuçta ikiye ayrım söz konusu olduğu halde, dünyada aynı ırklar gibi yığınla mezhep ortaya çıkar. Mezhep temelde yoktur ama yorum farklarından dolayı kaçınılmazdır.

 

E ne oldu? Hem ırklar gibi bir sürü grup oluşturdu, hem de hiç bir fikirde olamayacak kadar derin (sonsuz) bir ayrım yaptı.

 

Üstelik ırkçılık yoktur da denemez. Kuran'da İsrailoğullarının alemlere üstün kılındığı yazıyor mu? Yazıyor. Lanetlendikleri yazıyor mu? Yazıyor. Bir ırkı (bilmemne oğullarını) üstün kılan ve lanetleyen bir anlayış nedir? Irkçıdır.

 

Bu kadar. Biter...

her görüşten dogmatizm

 

Dogmaların anası dindir. Diğer dogmalar dinin aşırı baskıları yüzünden ortaya çıkmıştır. Dogma dogmayı doğurur, tetikler. 

 

Ateizmin devlet politikası yapılmasına karşıyım. Dinin yapılması kadar karşıyım. Laiklik ikisini de gerektirir.

 

Tartışma adabına gelince dostum... TV oturumunda bir şey biliyor diye çağrılan insanlar bağrış çağrış bir ağızdan haykırışırsa halktan ne bekleyeceksin? Ben artık medyadan nefret ettim, Ulusal ve Halk hariç izlemiyorum. Halk TV ye de Ece Zereycan ayrıldığı için mesafeliyim, kaldı tek kanal. Tabii yandaş medyayı internetten izliyorum. Öyle tek kutuplu olma yok...

 

Sizin söylediğiniz dogmatizm cahil müslümandan kaynaklanıyor, 

 

Siz yobazla dogmatiği karıştırmışsınız. Üç üniversite de bitirse dogmatizm baki kalabilir. Saygılı olması dogmatik olmadığı anlamına gelmez.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dostum kelimeler canlı organizmalar gibidir. Aynı kelime değişik kuşaklarda farklı anlama gelebilir. Kelimeler anlam daralması, anlam genişlemesi, anlam kayması ve anlam değişmesine uğrayabilirler.  Mesela bu gün için ak kelimesi yarın için gri ya da siyah anlamına gelebilir. Başka bir örnek vereyim, Göktürk kitabelerinde elçi dil götürür ama bu gün dil kelimesi anlam genişlemesine uğramış. Don giymek önceden elbise giymek anlamındaymış, donatmakta oradan geliyor. Bu gün için don giymek alt iç çamaşırı giymektir, bu anlam daralmasına uğramış. Moral Fransızca bir kelime ve ahlak anlamına geliyor ama Türkçede moralim bozuk deyince ahlağım bozuk anlamına gelmiyor ve bu kelime anlam değişmesine uğramış. Kelimeleri kasdedildiği dönemdeki anlamına göre değerlendirmek gerekiyor. Irk kelimesi İstiklal Marşının yazıldığı  dönemlerde millet ve ümmet anlamında kullanılıyormuş ama zaman içinde anlam kaymasına uğruyarak bugünkü kasdettiği anlamı taşımaktadır. Vay Mehmet Akif Ersoy ırkçıymış dersem bu cahil olduğumun göstergesidir. 

Dogmatizmin karşılığı kuşkuculuktur. İnanç doğru bilgi ile yanlış bilginin ortasındadır. Bilgi doğruluğu ispat edilen şeydir, Su yüz derecede kaynar dersem buna herkes inanır bu bilgidir. Ama ben en iyi inanç müslümanlıktır dersem buna herkes inanmaz, kimisi hristiyandır, kimisi budist falan. Dogmatizm kuşku duyulmadan kabul edilen inançtır. Ben ateistim dediğim zaman bende dogmatik oluyorum. Tanrının olmadığı bir bilgi değildir, inançtır ve inaçların hepsi dogmadır onları kuşku duymadan kabul edeceksin demektir. Agnostizim (Bilinemezciyim) deseydim. Bu bilgi ile sabitlenemediği için bilemiyorum derdim, aslında bilimsel olanı da budur...... saygılar sevgiler....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın dostum, tüm dogmalar evet inançtır ama tüm inançlar dogma değildir. Bunu kanıtlamak çok kolay: Örneğin yarın yağmur yağacağına inanmak dogma değildir. Çünkü bunun somut bilimsel parametreleri vardır. %90 'ı aşan oranda da tahmin tutar. Bunu böylece belirledikten sonra:

 

Anlam kaymalarını izleyebiliriz, dilbilim diye bir şey var. Bu konuyu bir sorun olarak görmüyorum. Ateizm ise dogma değildir. Tam tersine dogmanın antitezidir. Şimdi:

 

Tüm bilgilerimiz bilimsel değildir. Felsefi bilgiler de vardır. Ateizm felsefi bir bilgidir. Somut kanıtımız olduğu sürece bilimi izleriz, ama somut kanıt bulamadığımızda akıl ve mantık kullanarak felsefe, düşünce deneyi yaparız.

 

Bu, somut verinin yerini elbet tutmaz. İşte o yüzden de felsefi bilgiler kesin kabul edilemez, toplumsal bazda dayatılamaz, yasa yapımında kullanılamaz. Mahkemede kanıt olarak sunulamaz.

 

Gelelim, ateist olarak tanrının olmadığından yüzde yüz eminim, olması olasılığı sıfır dersem dogmatik olur muyum? Elbette olurum. Kuşku aklın olmazsa olmazıdır. Nihayet bizi bir üst uygarlık yaratmış da olabilir, Tanrıların arabaları hikayesi yani... Böyle bir şeyin olmadığını kanıtlama yolu yoktur.

 

Bu bize yapılacak tanrı tanımına bağlı. Bize yapılan tanrı tanımına bakar, ona göre neden olamayacağını söyleriz. Tanrı diye bir şey olmadığı için, tanrı iddiasının tanımının önümüze bir gelmesi lazım. İddianın ne olduğuna bir bakmamız lazım. Yapılan tanıma göre böyle bir şeyin olabilirliği sıfıra çok çok yakın da diyebilirim. Örneğin Kuran'da yapılan allah tanımına kesinlikle yoktur rahatlıkla derim. Öyle bir tanrı olamayacağı için yoktur. 

 

Ateizm bir dogmatik inanç değil, teizmin antitezidir. Teizm olduğu için ateizm var. Teizm olmazsa ateizm de olmaz. Burada dogma olan teizm. Ateizm teizme karşı çıkmaktan ve reddetmekten başka bir şey değildir. Teizm tanrı vardır iddiasını geri çektiği anda ateizm de yoktur iddiasını geri çekecektir. Adı üstünde, metal - ametal gibi. Teizm - ateizm.

 

Sanırım anlatabilmişimdir. Ateist olmamanın hiç bir bahanesi yoktur. Ateist olmak bence şart. Ateist olmazsam hiç bir şey olurum. Benliğimi, kişiliğimi, özümü, onurumu yitiririm. Ben ateist olarak benliğimi buluyor, ateist olmaktan onur duyuyorum. Ateizm benim kişiliğimin özü, onurum, aslım, mayam, kendimi insan hissetmemin asıl nedeni. Ateist olmazsam ben yaşayamam.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Zurnanın zort dediği yere geldik dostum..... burası neresi dersek, herkes dünyayı kendi söyleminden algılaması. Bütün felsefeciler ya belli felsefi ekollerle dünyayı algılamışlardır ya da kendisi yeni bir ekol oluşturmuştur. Felsefi söylemim ilk düşünen insandan günümüze kadar ki düşünce hayatını algılayış ve yorumlayış şeklim. Sümer zihniyetinden başlıyarak insan nasıl düşünür ve algılar da... Sümerlerin oluşturduğu dogmaları insanoğlu yeni yeni aşabilmekte...

 

“Doğmatizm, Determinizm ve Olasılık ” Üzerine

Mahmut Akıllı

 

.............................İnsan düşüncesi toplumsal gelişmeye bağlı olarak ilerleme gösteriyor. İnsan, varlığını maddenin evrimleşmesi sonucu toplumsallaşarak sağladığı için, ilk başta kendisini doğanın bir parçası olarak görür. Çevresindeki her şeyi kendisi gibi canlı olduğunu düşünür. Bunun için ilk düşünce biçimine animizm denir. İnsan her ne kadar ilk başta ilkel bir düşünceye sahip olsa da; ilk insanın doğayı iyi hissedip algıladığını görüyoruz. Şamanizm ve totemcilikte bu düşüncenin bir biçimi olarak gelişim gösterir. İlkle avcı toplumların “buffalo dansı” mitosu ile ilkel tarımcı toplumların “yılan-bakire” mitosundaki “tohumun dönüşüm” olayı doğa algılanışlarında bir ifadesidir.

Ancak Sümer rahipleri, kendilerinden önceki mitosları dönüşüme uğratarak günümüz insanının yada uygarlık tarihi boyunca insanın zihniyet yapısını ve mantık ölçülerini belirlerler. Statik-değişmeyen her şeyi dışta gören dogmatik zihniyet yapısı Sümer rahiplerinin icatlarıdır. Sümer rahipleri insanları doğa tanrılarından uzaklaştırarak, onları önce doğadan soyutluyorlar. Tanrısallık adı altında toplumu mutlak olarak egemen kılıyorlar. Buna göre, yerde gökyüzü düzeni gibidir. Her şeyin yeri ve hareket durumu bellidir. Tanrısallığın hükmü altında bir yaprak dahi kendiliğinden kımıldayamaz. Her şey bizim dışımızdaki Tanrı’dan gelir. Buda beraberinde kadercilik ve mutlakçılık bir zihniyet yapısını doğurur. Sümer rahiplerin yaratmış olduğu dogmatik zihniyet öylesine güçlüdür ki; günümüzde dahi aşılmış değildir. Sonrasında doğan felsefe ve bilimsel düşünce kendisini bundan dahi kurtaramamıştır........................

.....................İnsanlığın, Sümer zihniyet yapısını ve mantık ölçülerini aşmak için şimdiye kadar tarihte yaptığı üç büyük tarihsel sıçrama dönemi vardır. Birinci sıçrama aşaması M.Ö. 6-5. yüzyıllarda Antik Yunan’da ortaya çıkar. İlk defa Thales, Sümer kozmolojisinin dışına çıkarak Tanrı’yı işe katmadan olay ve olguları açıklamaya çalışır. “Su, tüm şeylerin kök nedeni olan maddedir.” diyerek yeni bir düşünce tarzını yani felsefenin temelini de atar. Antik Yunan’da ortaya çıkan bu Felsefi düşünce kendini fazla ilerletemez. Zamanla Sümer dogmatik zihniyetin etkisinin altına girerler. Aslında bu dönemin büyük filozofları olan Platon ve Aristo bile Sümer zihniyet yapısını aşacak bir atılımları olmuyor. Yaptıkları bir nevi Sümer zihniyet yapısının farklı açılımlarıdır. Platon dünyayı matematikselliğe büründürüyor. Aristo ise, her şeyi ak-kara ikilemiyle ele alan formel mantığını ortaya çıkarıyor. Her ikisi de Sümer zihniyet yapısının ve mantığının ölçüleridir.

Tarihte ikinci büyük sıçrama aşaması ise, M.S 12-13 yüzyıllardan itibaren Avrupa’da gelişen Rönesans dönemidir. Bu dönemin sonucu olarak bilimsel düşünce doğup gelişir. Üçüncü büyük aşamada 20.yüzyılın başından itibaren yaşanan gelişmelerdir. Özellikle Einstein’ın izafiyet teorisi ve kuantum fiziği insanın zihniyet yapısını köklü değişikliklere uğratmıştır.......................

 

.......................Kapitalizm nasıl ki Sümer sınıflı toplum uygarlığının son biçim ise; onun düşünce yapısı olan (buna Batı düşüncesi de deniliyor) bilimsel determinizm de Sümer zihniyet yapısının son dönüşüm geçirmiş biçimidir. Bilimsel determinizm her ne kadar dogmatik düşünceye karşı geliştiğini söylese de onu özde aşamaz. Kendisini birçok noktada dogmatizmden kurtaramaz. Baştan itibaren, her şeyi matematiksel bir ifadeye büründürmeye çalışması ve kesinlik araması bilimsel düşüncenin dogmatik yanını oluşturur. Doğa yasalarını matematiksel denklemlere büründürürken; sosyal bilimlerde her şeyi tek bir kaynağa bağlama oldukça yaygındır. Freud, insan davranışlarını incelerken “cinsellik” olgusuna bağlaması; Marx kapitalist sistemi çözümlerken “artı değeri” salt esas alması gibi durumlar bu yaklaşımın bir sonucudur. Bu tür çözümlemeler her ne kadar yanlış olmasa da sadece gerçekliğin bir kesitini oluşturur. Gerekliği tek bir kök nedene dayandırmak istemek, Sümer rahiplerin her şeyi tanrısallığa bağlaması tarzına çarpıcı bir benzerlik gösteriyor. Yada felsefecilerin evrensel bir tarz aramasına veya birleştirici bir birlik ilkesi bulup çıkarma uğraşına benziyor. Burada aslında temel mantık aynıdır; sadece kavramların yerleri değişiyor. Sümer zihniyet yapısı insanlıkta öylesine yer edinmişti ki, aslında bu yeni yeni aşılmaya başlanıyor. Örneğin, Sümerlerin statik değişmeyen evren modeli 20 yüzyılın ilk yarısında ancak aşılabiliyor. Newton ve Einstein buldukları yasalara dayanarak evrenin statik olmadığını ve sürekli genişlemekte olduğunu rahatlıkla bulabilirlerdi. Ancak Sümerlerin yarattıkları statik - değişmeyen evren modeli öylesine zihinlere yerleşmiş ki, bunu bile akıllarına dahi getirmezler. Hatta Einstein, kendi genel görelilik teorisi evrenin genişlediğini öngördüğü için evrenin statik dengesini koruyacak bir evren bilimsel sabitti geliştirir. 1929’da Amerikan gök bilimcisi Hubble evrenin genişlemekte olduğunu keşfederek 20. yüzyılın en büyük düşünsel devrimlerinden birini gerçekleştirir. Bu aynı zamanda Sümerlerden beri devam eden statik - değişmeyen evren modeline de öldürücü bir darbe demektir...................

 

.....................Kuantum teorisinin ortaya koyduğu bu doğa gerçekliğini anlamak ve yorumlamak artık “pozitifçilik” ve “materyalist determinist felsefeyle” mümkün olmuyordu. Bazı fizikçiler bunu “akılcılık” adı altında gelişen Batı düşünce diyalektiğinin iflası olarak değerlendirdiler. Onlara göre makro-fizik kuramları, en daha kâr matematik inceliklerine rağmen, Archimedes ve Aristotales’den Einstein’a varıncaya dek hep aynı <<kaba mantıkla>> oluşturulmuştur. Yaratılan makro-fizik kuramları, işte bu mantığın çerçevesinde kalmış, doğayla ancak mantığın yine aynı kabalıkla kurulan ölçü aletleriyle temas etme alışkanlığı içinde ve de dünyayı habire idealize etmekten öteye gidememiştir. Batı düşüncesinin makro fiziği yada bilimsel determinizm olayların hep o <<dıştan>> ve kaba geometrisini irdelemiş <<olay>> ın içindeki <<potansiyel iç geometri>> yi yada genel bir ifadeyle <<iç yapısını>> keşfedememiştir. Bu fizikçiler, bu durumu; Batı uygarlığın iki bin yıldır <<kendisini dışa şartlayan>> mantığın sıfırı tüketmesi olarak değerlendirirler. Buna göre; artık Doğu’nun çok daha eski ve köklü diyalektiğinin yeniden canlanmaktadır. Eski Hint ve Çin diyalektiği artık Batı’nın o içeriğini yitirmiş telaşlı biçimliğini, olayları dıştan ve olay sanki “salt-biçimsel bir hareket” imiş gibi bakışını silip geçecektir. Temel iddiaları budur. Bu bir yönüyle doğrudur. Bunu Sümer sınıflı uygarlığının oluşturduğu insandaki zihniyet yapısının ve mantık ölçülerinin son dönüşüm biçimi olan bilimsel determinizm adı altında aşılması olarak değerlendirmek en doğrusu olur. Eski Hint Çin diyalektiği olarak ifade edilen Doğu düşüncesinde Sümer uygarlığının başka bir versiyondur. Yani Doğu ve Batı uygarlıkları Sümer sınıflı toplumundan çıkma ve ana gövdede ayrılmış iki koludur. Batı düşüncesinin “kendini dışa şartlaya” mantığının kökeni, Batı mitosundaki ve Kitabı Mukaddeste anlatılan Tanrı ile insanın başlangıçtan beri farklı varlıklar olduğunu, anlatılan mitoslara dayanır; insan, Tanrı’nın suretinden yaratılmıştır ve burnuna gerçekten tanrı soluğu üflemiştir. Fakat varlığı, kendi yapısı Tanrı’nın ki, değildir; evrenin ki ile de aynı değildir. Adem’in yaratılması, kutsal varlık içsel değil dışsaldır. Doğayı ve Tanrı’yı kendi varlığının dışında gören anlayış Batı uygarlık düşüncesinin temel düşünsel formasyonudur. Bu düşünsel formasyon, her ne kadar felsefe ve bilimi yaratmışsa da kaba ve yüzeyselliği aşamamıştır. Çünkü bir olayı gözlemlerken kendisini hep olayın dışında tutmuştur. Oysa Doğu mitosunda Tanrı-insan ayrışması yoktur. Tüm yaratılış haline gelen Tanrı’nın kendisidir. Dolayısıyla her şey tek kutsal varlığın ifadesidir; başka hiçbir şey yoktur. Doğu’nun bu bütünsel diyalektiği, kuantum mekaniğine daha yakın düşüyor. Çünkü kuantum mekaniğinde olay ve gözlemci ayrışması yoktur. Bir sistemi gözlemlerken, gözlemcinin de o sistem üzerinde (veya olası sonuçlar üzerinde) etkisi oluyor. Yani Batı düşüncesindeki gibi gözlemciyi olayın dışında tutamayız. Onunda işin içine katmalıyız. Her gözlemcinin de sistem üzerinde yol açtığı etkileri farklıdır. Bu “objektif olasılık” durumu kuantum mekaniğin temel bir özelliğidir.......................

 

 

Mikro dünyada bir olayı gözlemlemek için orayı foton yağmuruna tutmamız gerekiyor. Saniyede 300 bin kilometre hızla giden fotonlar ve gene saniyede 300 bin kilometre hızla hareket eden parçacıklara elektronlara çarpıyor. Demek ki biz mikro dünyayı hiç bir zaman gerçek boyutuyla gözlemliyemeyiz. Belirsizlik burada yeni felsefi söylemin temel taşını oluşturuyor.  Makro dünyadaki Kant'ın bilinemezciliği ile mikro dünyadaki belirsizlik. Makro ve mikro dünyanın iki farklı söylemini oluşturuyor. Tıpkı ışıktaki dalga ve foton etkisindeki iki gerçeklik gibi, makro ve mikro dünyanın gerçekliği bilinemezcilik ve belirsizlik. 

Yani bizim düşünce biçimimiz bilgi kaynaklı değil söylem kaynaklı oluyor.... söylemleri determinist mantıkla açıklıyamıyoruz....

Söylem nedir ?

Söylemlerde kullanılan sözcüklerin anlamları “neyi açıkladıkları”na ve “nerede açıklandıkları”na göre değişir. Bir diyalog süreci olarak söylemin değişebilirliğinde, aynı kelime birbirleriyle zıtlaşan iki içeriği gösterebilir. Bir fabrikanın çalışan kesiminin söylemiyle yöneticilerin söylemi, hastanedeki hastaların söylemiyle doktorların söylemi çelişebilir. Fakat ne çalışan kesimin söylemi ne de yönetimin söylemi, ne hastaların ne de doktorların söylemi hastanenin söylemini belirleyemez. Bu bütün kurumsal yapılarda: üniversitede, okulda, hapishanede, ailede vs böyledir. Tekcil birimlerde söyleme ilişkin dil pratiği, tek başına varolamaz ve tek başına ortaya çıkamaz. Söylemin ya da söylemlerin bir diğeriyle ilişkisi veya diğer söylemlerce karşılıklı yeniden üretilmesi söz konusudur. Bu türden ilişkiler, söylemin hem diyaloğa dayalı inşasına hem de söylemin kendi kendisini inşasına katkıda bulunur.

Alınan kaynak; 
Söylem-Edibe Sözen-Paradigma-birinci baskı-kasım-1999

 

Buradan kendi söylemime geliyorum. Dış dünya-düşünce-dil bir bütünlük oluşturuyor. Üçü bir sarmal ama çıkış noktamız, özne olmamız düşüncedir, bedenimiz dahil her fenomen dış dünyadır. Dil ile dış dünyayı ve düşünceyi algılıyabiliyoruz.  Numen- Fenomen ayrımına gelince. Bizim gördüğümüz ya da algıladığımız fenomenlerdir. Yani gerçeğin görüntüleridir. Gerçek olan numenleri hiç bir zaman bilemeyiz. Onu da şöyle açıklıyayım.

 

“ kavram metaforun tortusudur.” Nietzche. Göz sinirlerimizin algıladığı şey dedik. “kedi” diyelim. Gerçek kedi fiziksel hayatta varolan kedidir. Sinirlerimizin algıladığı kedi, zihnimizde çekilmiş bir fotoğraftır. Bu ilk metafordur. Gerçek kedi ile zihnimizdeki kedi aynı şey değildir. Buna “şeyA” diyelim. “şeyA” sadece zihnimizde bir fotoğraftır. Biz buna sessel bir karşılık buluyoruz. Bu fotoğraftaki şeye kelime olarak bir karşılık veriyoruz. Kedi diyoruz. Kedi dememizle ikinci bir metafor oluyor. “şeyA/kediB” oluyor. “kedi” kelimesi sadece göstermek içindir. Kavramlaştıramadığımız zaman anlamsız dört harftir. “aztk” harfleri ya da kelimesi zihnimizde ne kavram oluşturuyor, hiçbir şey. Ama kedi dendiğinde zihnimizde bir kavram oluşuyor. Karşılığında bir resim çıkıyor. Google ‘da aramak gibi, karşılığında bir kavram var. Kelimenin kavramsal karşılığı yoksa boştur. O kelimenin bir sonraki safhası kavram’da “kediC” oluyor. Bu da üçüncü metafor oluyor. Kedi kavramı zihnimizde oluşana kadar üç aşamadan geçiyor. Gerçek hayattaki kedi ile zihnimizdeki kedi bambaşka şeyler. “şeyA/kediB/kediC=Kedi” Yani kedi dediğimizde kediC demiş oluyoruz. Kedinin “C” hali. Bütün kelimeleri biz “C” haliyle bilebiliyoruz. Kavram dediğimiz şey metaforun üç işlemden geçmiş tortusu oluyor. Gerçek hayattaki kedinin zihnimizdeki yansıması üçüncü değişime uğramış kopyasıdır.

 

Yani numenleri gerçek boyutuyla hiç bir zaman bilemeyiz. Bilinemezcilik makro dünyanın gerçekliği, belirsizlik ise mikro dünyanın gerçekliği ve biz bu iki gerçeklikle yaşayacağız.....

Bilimsel olarakta, söylemsel olarakta gerçekliği bilemeyiz...  Kant'ın sorduğu ne bilebilirim? sorusunun cevabı yoktur. Bildiklerimiz eksik bilgidir. eksik bilgide bilgi değildir....

Saygılar sevgiler.....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dogmatizm, A priori ilkeler, çeşitli öğretiler ve asla değişmeyeceği kabul edilen mutlak değerleri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan anlayışa verilen isimdir. Bu tür savlara, öğretilere ve inançlara ise dogma denir. [1]


 


Temelde skolastik bir anlayıştır, modern çağda değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışları adlandırır. Zira kendi fikir ve iddiasının mutlak doğru olduğunu ileri süren her kişi veya sistem dogmatiktir. Yani bu bağlamda; belirtilen görüş, bilgi ve yargıda, eleştirilmezlik, tartışılmazlık, değişmezlik ve net kesinlik olduğu takdirde, bunlar dogma denilir. [2] Özellikle metafizik öğretilerin tümüinakçı (dogmatik) öğretilerdir. Deney alanının dışında kalan bütün savlar inakçı olmak zorundadır. Zaten bir başka izah ile dogmatizm,aklın kesin ve mutlak bir değere sahip olduğunu böylece mutlak bilgi ve varlığa (hakikate) ulaşılabileceğini ve bunun sonucu olarak da bilginin metafiziğinin mümkün olduğunu ileri süren felsefi akımdır.


 


Dogmatizme primitif inançlardan modern bazı felsefi sistemlere kadar her yerde rastlanabilir. Belirgin biçimde çıkışı Tanrı'nın sözükavramı ile olmuş ve ortaçağda Aristoteles'in sözü kavramına kadar varmıştır. Örnek vermek gerekirse, Orta Çağ Hıristiyan kültüründe herhangi bir kuralın gerçek sayılması için Aristoteles’in söylemiş olması yeterli sayılıyordu.


 


Dogmatizmin zorunlu sonucu zorbalıktır, zira farklı düşüncelere, perspektiflere yer olmadığı gibi, dogmatizmde deneyle tanıtlama da kabul edilemezdir. Özellikle ortaçağda dogmatizm zirve noktasına ulaşmıştır; deneylerle tanıtlanamayan kurallar, engizisyonişkenceleriyle tanıtlanmaya çalışılmıştır. Örnek vermek gerekirse, dogmatizm, masum kişinin ateşe atılsa bile yanmayacağı inancına varmış, bundan da ateşe atılınca yanan kişinin suçlu olduğu sonucu çıkarılmıştır.


 


İnak(dogma) ile inan arasındaki fark , inan’ın asla kanıtlanamayacak olanı kabul etmesiinak’ın ise herhangi bir yetkeye bağlanan bir veriyi kanıtlamış olarak kabul etmesidir. Yukarıda da belirtildiği gibi bunun en güzel örneği ortaçağ skolastiğinde herhangi bir sözün, eğer Aristoteles tarafından söylendiği tanıtlanırsa, doğru olduğunun da tanıtlandığı fikridir.


 


Kısaca, herhangi bir sistemin veya kişinin değişmez formüller, her yerde ve her zaman geçerli olduğunu ileri sürdüğü mutlak bilgiler (olduğunu) sunması dogmatizmdir. Dogmatizmin karşıtı septisizm yani şüphecilik, kuşkuculuktur.


 


"İleri sürülen düşünce ve ilkeleri araştırmadan, kanıt aramadan, incelemeden, eleştirmeden, tartışmadan doğru ve mutlak hakikat sayan anlayış" olarak da tanımlanabilen dogmatizm her devirde ilerlemenin, gelişmenin karşısında durmuştur. Dogmatizm'in Türkçedeki karşılığı bağnazlıktır. Dogmatizmin örnekleriyle yalnızca din alanında değil, pek çok alanda, hatta bilim alanında da karşılaşılmıştır.(Geçmiş çağlarda bilimciler dünyanın düz olduğu dogmasında ısrar etmişlerdi. Daha sonra da Dünya'nın evrenin merkezi olduğu dogmasında ısrar etmişlerdi.)Ancak şunu da vurgulamak gerekir ki bilimdeki dogmaları yine bilim insanları ortadan kaldırmışlardır. Bilimin herhangi bir inak ya da inan sisteminden en temel ve en önemli farkı diyalektik düşünceyi sistemi içinde barındırmasıdır.


 


( tr.wikipedia )


Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bana dogmatik olmayan tek bir ideolojik inancsal dogru goster.

 

Ayni sekilde yine bana demokrasinin cok sesliligini saglayan bir ideolojik inancsal dogru goster.

 

Ayni sekilde kendi ideolojik inancsal niteligi disinda baska ideolojik inancsal nitelikleri de gale alan bir ideolojik inancsal dogru goster.

 

Ayni sekilde evrensel hukukun ve insan haklarinin her turlu sosyo-etik farkini kucaklayan bir ideolojik inancsal dogru goster.

 

Kisaca dogal/fenomenal zihniyet ve onun her bir ideolojik inancsal dogrusu metafizik ve de etik ve izmi dogmatiktir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Determinizm dogmatik değildir. Çünkü determinizm sürekli indeterminist bir kanıt arar. Bulamadığı sürece determinizmi geçerli sayar. 

 

Başka böyle kendinin doğruluğunu sürekli sınayan ve aksi felsefi görüşün lehine kanıt arayan bir felsefe daha yoktur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Determinizm dogmatik değildir. Çünkü determinizm sürekli indeterminist bir kanıt arar. Bulamadığı sürece determinizmi geçerli sayar. 

 

Başka böyle kendinin doğruluğunu sürekli sınayan ve aksi felsefi görüşün lehine kanıt arayan bir felsefe daha yoktur.

Determinizm neye/kime gore neyi/kimi determine eder?

 

Bu determine edis, mutlak ve degismez midir?

 

Eger degisken ise, determine edilen nedir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimse aynı nehirde iki kez yıkanamaz. Değişim buna izin vermez. 

 

Determinizm de sürekli evrim geçirmiştir. Klasik determinizmden modern determinizme evrilmiştir. Evrim kavramı, değişmezliği dışlar ve reddeder.

 

Çoğu kişi bilmeden veya söylemeden determinist olmuşlardır. Determinizm kaçınılamayacak kadar gerçektir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Madem sana gore determinizm evrimsel, eee nasil oluyorda; cogu kisi bilmeden soylemeden determinist oluyorda, cogunun disinda kalanlar olamiyor?

 

Burada insanoglunun kendi varliginin rolu ne?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.