Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

politika

Önerilen İletiler

Hk ve ozgurlukler bir ideoloji degildir.

 

Her sosyal fikir görüştür, siyasettir ideolojidir veya ideolojik ayrıntıdır. Hak ve özgürlük demokratiktir. Demokrasi bir ideolojidir.

 

Kisinin evrensel hukuk ve insan haklari yasam ve iliski hakkidir.

 

Evet. Bir nebze gelişmişlik var ve öyledir. Ama evrensel hukuk ve insan hakları sınıf bilinci ile hazırlanmamışsa at gitsin.

 

Benim hakkim baskasinin ozgurlugu, benim ozgurlugum baskasinin hakki ile sinirlidir. Yani baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele etmek, benim hak ve ozgurlugum degildir.

 

Tam iktisadi ve siyasi özgürlükler için doğru bir görüş.

 

Iste bu temelde herkesin hak ve ozgurlugunun kollanmasi da evrensel hukukun gorevidir. Terorizm insan haklari her turlu ihlali hak ve ozgurluklere girmez. Cunku bunlar zaten baskasinin hak ve ozgurlugunu ihlaldir.

 

Hak ve özgürlüğü egemen sınıf temsil edecekse, hangi tarafa yontacak?

 

Konunun diger yani ise dusunsel mucadeledir. Yani ben verilen her turlu fark ayriminin insanoglunun bir insanlasamama sorunu oldugunu ortaya koyarim.

 

Hem düşünsel hem de sınıfsal mücadele

 

Umarim bu aciklamalar yeterli gelir. Eger degilse, aciklanmasi istenen bolum dile getirilebilir.

 

Açıklamalar devamlı diğer soru işaretlerini de oluşturuyor.

 

Kusura bakma, orasi "algiladigini" degil, "algilandigini" olacakti. Klavye hatasi her an hepimizin basinda. Aslinda azami dikati de gosteriyorum.

 

Yazılarını çözmek kolay olmuyor. Genelde yanlış harf, düşük cümle ve günlük dilde değil. Alıştık. Anlamak adına daha çok çaba sarf etmek gerekiyor. smile.png

 

Ama çok önemli bilgiler de var elbette. Teşekkürler.

 

Sen evrensel hukuk hak ve ozgurluklerin insan haklari olarak her turlu savunusunda "insan yararina olmayan" bir seyin hak ve ozgurluk oldugunu dusunuyorsan, dile getirir misin?

 

Yukarda söyledim sınıf bilinci ile değerlendirilmezse yeni çıkmazlar oluşuyor.

 

Buradaki kilit nokta, baskasinin hak ve ozgurlugune mudahelenin hak ve ozgurluk olmadigidir.

 

Gerçek hak ve özgürlükler için evet. İnsan hakları Hukuku hak ve özgürlükleri tam yansıtmıyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hak ve ozgurlukler ile demokrasi ve cesitleri ayni seyler degildir. Demokrasi de bir karar vardir. Hak ve ozgurlukler ise insan haklasri ve evrensel hukuk geregidir.

 

Hak ve ozgurlugu egemen sinif ya da sinif temsil etmez, devlet temsil eder ve tarafinin olmamasi gerektir. Hak ve ozgurlukler sinifsal degil; insansal/evrenseldir. Sinifsal oldugunda mutlaka sinif farki ustunlugu vardir.

 

Sinif bilinci kendilik ya da birey bilinci degildir. Birey bilinci her bir bireyi tursel olarak gozetirken; sinif bilinci sadece kendi sinifini gozetir ve kendi sinifi disinda kalani karsisina alir. Iste o yuzden hak ve ozgurlukler sinif temelli demokrasi degildir. Cunku demokrasi de sinifin cikari vardir. Hak ve ozgurlukler ise kisinin kisilik ve kimlik degerleri olarak onun yasam ve iliskisidir. Herhangibir demokrasinin bunu herhangibir nedenle kisitlamasi zaten ideolojik inancsal iceriktasir.

 

Kisaca tarihten ornek verirsek burjuva diktatorlugu ile proletarya diktatorlugu arasinda hak ve ozgurluk kisitlama acisindan bir fark yoktur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Milliyetçilik ve Yurtseverlik

 

Bizde okumayı ve kafa yormayı pek sevmeyen ama her şeyi kurnazlıkla çözmeye çalışan siyaset erbabı, evrensel terminoloji konusunda hayli özürlüdür.

Mesela “milliyetçilik” ideolojisini; insanın ülkesini, halkını sevmesi olarak, yani çok yanlış bir biçimde algılar. Yurtseverlikle milliyetçiliğin aynı şey olduğunu sanır. Oysa bütün dünyada kabul edildiği gibi birbirinden çok ayrı kavramlardır bunlar.

Milliyetçilik yani nasyonalizm yıkıcı bir ideolojidir; yurtseverlik yani patriotism ise yapıcıdır. Ama bunu, kavramsal düzeyde düşünmeye alışmamış olanlara anlatmak çok zordur.

 

Bir ülkede düzgün bir “fikir hayatı” bulunmaz, tartışmalar da yerlerde sürünen
dedikodulardan öteye geçemezse bütün kavramlar çorbaya döner.

Düzeyli bir
fikir tartışmasının ön koşulu ise tarafların belli bir terminoloji üzerinde
anlaşmış olmaları. Bu da bilgi ve metotlu düşünme alışkanlığı
gerektirir.

Bizde okumayı ve kafa yormayı pek sevmeyen ama her şeyi
kurnazlıkla çözmeye çalışan siyaset erbabı, evrensel terminoloji konusunda hayli
özürlüdür.

Mesela “milliyetçilik” ideolojisini; insanın ülkesini, halkını
sevmesi olarak, yani çok yanlış bir biçimde algılar. Yurtseverlikle
milliyetçiliğin aynı şey olduğunu sanır. Oysa bütün dünyada kabul edildiği gibi
birbirinden çok ayrı kavramlardır bunlar.

Milliyetçilik yani nasyonalizm
yıkıcı bir ideolojidir; yurtseverlik yani patriotism ise yapıcıdır. Ama bunu,
kavramsal düzeyde düşünmeye alışmamış olanlara anlatmak çok
zordur.

Neredeyse otuz yıldır her fırsatta, her platformda, belki
yüzlerce kez bu ayrımı anlatmaya çalışıp da başaramayan bir kişi sıfatıyla
yazıyorum bunları.

Bir dönem rahmetli Ecevit benim bu konudaki ısrarımla
“ülkenin toprağını seven ama insanlarını sevmeyenler” diyerek alay etmişti.
Hepimizin bildiği gibi kültürlü bir kişiydi, çok iyi derecede İngilizce bilirdi
ama ne yazık ki “nationalism” ile “patriotism” gibi sol açısından yaşamsal
ayrımları yerli yerine oturtamıyordu.

Bu yüzden “merkez sol” tabir edilen
çevreler ve partiler, giderek daha da koyulaşan bir “milliyetçilik” tuzağına
doğru çekildiler. Oysa bu konuda MHP ile aralarında nasıl bir ayrım olduğunu
açık seçik tartışmaları gerekiyordu.

Yunanistan’da Andreas Papandreu’nun
PASOK partisi de aynı çizgideydi. Panhelenik Sosyalist Parti gibi, adı bile
çelişkili, yani hem ırkçı hem sosyalist olduğunu iddia eden bu parti, düpedüz
milliyetçi bir partiydi. Kıbrıs’taki AKEL komünist partisi de öyledir. Kıbrıs’ta
Rumların Türklerden üstün olduğuna inanırlar.

Dönelim yine
Türkiye’ye.

Sol eğer zamanında milliyetçilikle, yurtseverlik arasındaki
ayrımı kavrayabilseydi; bugün sürüklendiği noktalara gelmez, daha sağlıklı bir
noktada dururdu. Ama ne yazık ki bu iş başarılamadı.

90’lı yıllarda
ortaya atılan “ulusal sol” terimine karşı çıkmış, bu tanımlamanın çevirisinin
“nasyonal sosyalizm” olduğunu belirten birçok yazı yazmıştım. Hatta bu konuda
bazı arkadaşlarla haftalar süren polemiklerimiz olmuştu. Toplasam bir kitap
olurdu herhâlde.

Şimdi bazı okurlar CHP’nin altı okundan birinin
“milliyetçilik” olduğunu söyleyerek düşünecelerime karşı çıkabilir. Onlara
hatırlatmak isterim ki bu tip kavramlar zaman içinde farklı algılanır, kendi
içlerinde anlam kaymalarına uğrayabilirler.

Millet/milliyet kavramının
başına da bu gelmiştir.

Osmanlı’da “millet’’, imparatorluğu oluşturan
ayrı dinlere mensup tebaayı anlatmak için kullanılıyordu. Milli Mücadele
döneminde ise milliyetçilik “yurdu düşman işgalinden kurtarmak” olarak
algılandı. Bu açıdan tam bir patriotism idi. Uluslaşma sürecinde “milliyetçilik”
kavramına daha çok yaklaşıldı ama yine de Atatürk bilinçli bir seçimle “Türkiye
halkı” tanımlamasını kullanabilmişti.

Bugün bütün mesele “milliyetçilik”
kavramını, uluslararası sol terminolojiye uygun olarak; “yurtseverlik” olarak
yorumlayabilmekte.

Yoksa bazı parti mensuplarının açıklamalarında
rastladığımız türde “milli üstünlük” tezine yaklaşılır ki bunun sonu
felakettir.

Bence kendilerini “sol” olarak tanımlayan partiler, çevreler,
yayın organları; bu temel ayrımı derinlemesine tartışmalı ve bir karar
vermeli.

Ya nasyonalist olacaklar ya patriot. Böylece birinci yolu tercih
edenlerin kendilerine “sol” demelerinin de gereği kalmayacak.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yurtseverlik kavrami solcularin kullandigi bir kavramdir buradaki amac ülkeleri sosyalist ideolojilere teslim etmektir.Solcular daha dogrusu buna solcu demek bile yanlistir,Radikal sol Milliyetcilikten korkar cünkü milliyetcilik ve ulusculuk olmayan ülkeler emperyalistlerin sömürgeleri olmaktan kendilerini kurtaramazlar.Chavez bile milliyetcidir,bunu bizim tatli su solculari pek anlayamaz cünkü amaclari bu degildir.

 

Kurtulus Savasini milliyetciler ve uluscular kazandi aynen Amerikanin bagimsizlik savasini Milliyetcilerin kazandigi gibi.Avrupa'da ne kadar ipsiz sapsiz,issiz gücsüz ayak takimi,kanun kacagi varsa Amerikan ulusunu olusturdu ve 200 yildir dünyaya hükmediyorlar bizde ise ulusu yikmak icin hertürlü dalavere cevrilmektedir.

 

 

Yurtsever veya milliyetci ikiside birbirinden ayrilmaz kavramlardir.Yurtseverligin icinde millet sevgisi,vatan sevgisi bayrak sevgisi vardir ayni seyler milliyetciliktede vardir.Yurtseverlik kavrami yeni bir kavramdir ve bu kavrami radikal sol kendilerini milliyetcilerden soyutlamak icin kullanirlar.Deniz Gezmis ve Nazim Hikmet kendi dönemlerinde birer milliyetciydiler.Bagimsiz bir Türkiye icin vardilar,bugün Nazim Hikmet ve Deniz Gezmis'e sahip cikarak Kürtcülük yapanlar sahte insanlardir.

 

Deniz Gezmis idam sehpasinda "BAGIMSIZ TÜRKIYE"diye bagirarak ilmigi boynuna gecirdiler.Kürtcü Türkiye deseydi onu asmayacaktilar.

 

Bölücülerin böyle sözde bilimsel takilarak bazi kavramlari kendi ideolojilerine göre anlatan kisilerden kaynaklanmalari dogaldir.Marksci birisinin herhalde Atatürkü kaynak gösterecek hali yoktur.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kürtcülerin amaci ayri bir devlettir.Ne ana dildir,ne siyasi özgürlük veya kültürdür resmen Güneydogu'da kÜRDISTAN kurma cabasindadirlar.Hak ve Özgürlük demek devleti yikmak bölmek degildir.

 

saygilarla

Turkculerin de kurdleri ya da baska etnisiteleri "turk yaparak" onlari distalamasi ve otekilestirmesi de boluculuktur. Zaten senin algilayamadigin, turk olmak ile, turkculuk yapmak  farki. Ayni sekilde kurd olmak ile kurdculuk yapmak farki.

 

Ne zaman kurd olmak ile kurdculuk yapmak farkini algilarsan, iste o zaman belki bir turk olarak sadece kurdculuge degil, ya da tum kurd olanlari kurdcu yapmak degil; turkculugun farkini da algilarsin.

 

O yuzden hak ve ozgurlukler derken, burada bahsedilen kurd olanlarin hak ve ozgurlugudur, kurdcu ya da turkculerin degil. Aksine onlar zaten hak ve ozgurluk ihlali yapmaktadirlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Milliyetçilik ve Yurtseverlik

 

Bizde okumayı ve kafa yormayı pek sevmeyen ama her şeyi kurnazlıkla çözmeye çalışan siyaset erbabı, evrensel terminoloji konusunda hayli özürlüdür.

 

Mesela “milliyetçilik” ideolojisini; insanın ülkesini, halkını sevmesi olarak, yani çok yanlış bir biçimde algılar. Yurtseverlikle milliyetçiliğin aynı şey olduğunu sanır. Oysa bütün dünyada kabul edildiği gibi birbirinden çok ayrı kavramlardır bunlar.

 

Milliyetçilik yani nasyonalizm yıkıcı bir ideolojidir; yurtseverlik yani patriotism ise yapıcıdır. Ama bunu, kavramsal düzeyde düşünmeye alışmamış olanlara anlatmak çok zordur.

Vatandaslik ve yurtseverlik tarih olarak milliyetcilikten oncedir. Bu konuda tarih bolumunde baslik var. Ulkesinde yasayan ve iliski kuran ulkesinin toplumunun her turlu refahini butunlugunu farklari ile birlikte farklari taniyarak bir arada yasamayi ve iliski kurmayi isteyen herkes yurtseverdir. Yurtsever/vatanseverligin politikasi olmaz. Yurt ve vatan sevgisi bugun artik cagdiusidir. Sebebi de bir yerde "anne/babasever" gibi soylenmesi abes olandir. Yani yasayiptayurdunu sevmeyen zaten olamaz. Bunu belirtmenin de bir anlami yoktur. Cunku herkes kendince cografyasini ve toplumunu gerektiginde korumak icin bir gorev yuklenir.

 

Milliyet ise bir ulkenin vatandasligidir. Yani dunyanin herbir cografya ve toplumunda doganin bir milliyeti vardir. Bu ayni biyolojik olan irk gibidir. Yalniz milliyet te irk ta zihinsel bir ayrim degil; sadece gozlem veren bir farktir.

 

Iste irkcilik ve milliyetcilik bu milliyet veirk farkini zihinde diger irk ve milliyetler ile mukayerse etmek, ustun kilmak, hatta etnik farklari kabul etmemek v.s. temelli ideolojik inancsal bir hak veozgurluk ihlali savasimdir. 

 

Cunku herbir kisi kendi milli etnik aidatindan dolayi bu aidatini her yonu ile bulundugu toplum ve ulkede o ulkenin vatandasi olarak yasamak, taninmak ve temsil hak ve ozgurlugune sahiptir. Iste milliyetcilik ve irkcilik kendi aidatini zihnine ve davranisina tasiyarak, baska aidatlarta karsi savas acan ve ona hak ve ozgurluk tanimayan, kendini ondan ustun gorendir.

 

Discrimination kavrami altinda bunu yapanlar evrensel hukuka gore suc islerler ve cezalandirilirlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrensel insan, senin her hangi bir teze karşı çıkmadığını görsem hayret diyeceğim. smile.png

 

Bazan kendi felsefene bile karşı çıkıyorsun. Çelişkilerini yakalıyorum. Fakat görmezden geliyorsun. Cevaplamıyorsun.

 

Mesela bu yukardaki yazında. Yurtseverlik için, yurt sevgisi anne baba sevgisi gibidir, savunmaya yol açar diyorsun. Yani dövüş kavgayı kastediyorsun. Eeee, şimdi "sevgi"nin de dövüşe kavgaya yol açacağı için ona da karşı çıkacaksın mutlaka.. smile.png

 

Sabırla okuyorum milliyet ve ırkçılıkla eş değer gösteriyorsun vatanseverliği.. Şimdi bunlara alternatif olan çözümünü bekliyorum. Eminim ki kalksa birisi bir kaç gün sonra o senin çözümünü savunsa ona da karşı çıkacaksın. smile.png

 

Felsefe seni uçurmuş anlaşılan. Senin durumunu pek iç açıcı görmüyorum. Ama şunu da söylemekten edemeyeceğim. Fikirlerime en yakın olansın. Takip ediyorum seni. smile.png

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrensel insan, senin her hangi bir teze karşı çıkmadığını görsem hayret diyeceğim. smile.png

 

Bazan kendi felsefene bile karşı çıkıyorsun. Çelişkilerini yakalıyorum. Fakat görmezden geliyorsun. Cevaplamıyorsun.

 

Mesela bu yukardaki yazında. Yurtseverlik için, yurt sevgisi anne baba sevgisi gibidir, savunmaya yol açar diyorsun. Yani dövüş kavgayı kastediyorsun. Eeee, şimdi "sevgi"nin de dövüşe kavgaya yol açacağı için ona da karşı çıkacaksın mutlaka.. smile.png

 

Sabırla okuyorum milliyet ve ırkçılıkla eş değer gösteriyorsun vatanseverliği.. Şimdi bunlara alternatif olan çözümünü bekliyorum. Eminim ki kalksa birisi bir kaç gün sonra o senin çözümünü savunsa ona da karşı çıkacaksın. smile.png

 

Felsefe seni uçurmuş anlaşılan. Senin durumunu pek iç açıcı görmüyorum. Ama şunu da söylemekten edemeyeceğim. Fikirlerime en yakın olansın. Takip ediyorum seni. smile.png

Aksine "bir kisinin yurdunu sevmesi abestir" diyorum. Cunku bu anne baba sevgisi gibidir. Nasil "anne/babasever diye bir kullanim yok ise ve gereksiz ise, yurtsever de ayni" diyorum

 

Yine bir yanlis anlasilma var. Vatan/yurseverlik dogal ve olagan bir sey. milliyet ise her dogana verilen etik bir deger. Irk ise biyolojik fark. Benim karsi ciktigim ise irikcilik ve milliyetcilik. Ne yurtseverlik ne de milliyet ve irik aidati.

 

Simdi daha algilanir oldu mu?

 

Yazilanlarin biraz daha dikkatli okunmasini oneririm. Cunku yazilanlarin tam tersi algilanmis. :)

 

Bak belki surda haklisin. Ben etik her turlu farkin hak ve ozgurlugunu korurken; ayni zamanda bunlarin insanoglunu ayiran ve insanlastirmayan bir gozlem olarak, serbeste ermesinin de dusuncesini dile getiririm.

 

Cunku serbest dusunce de aklin etik temelli milli etnik v.s. inancsal sinirlasri yoktur. Yani ben bir birey olarak bu etik degerlere ihtiyac duymam. Zaten duysam evrensel olamam.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yahu neden yanlış anlayayım? Sen anlatamıyorsun ki.. Anne baba sever neden olmasın? Herkes anne baba severdir. Yurtsever olmak ta keza öyledir. Ben annemi babamı da, yaşadığım yurdu da herkes gibi severim. Dile de getiririm sevgimden dolayı.

 

Seni düşündüğün gibi düşünmek zorunda mıyım? Yada kavramları senin yorumladığın gibi yorumlamak zorunda mıyım?  

 

Ayrıca şu cümlen de; "Cunku herkes kendince cografyasini ve toplumunu gerektiginde korumak icin bir gorev yuklenir."  derken, bir milliyetçi ya da ırkçıdan farkı ne oluyor? Onlar da vatan korumak için görev yüklenmiyor mu? 

 

Ayrıntılı yazılmazsa nasıl anlaşılacak? Anlatamazsan nasıl anlaşılacak? Elli kere oku.. 

 

Kaldı ki tüm yazılarının anlaşılması olağan üstü zor.

 

Bir birinden farklarını yazıyorsun ama son söylediğin de şu; "Ne yurtseverlik ne de milliyet ve irik aidati." Bunu ben nasıl anlayayım? Kim anlayabilir?

 

Daha önceleri net, basit, anlaşılabilir, günlük dilde yazmanı söylemiştim. Neyse sen bilirsin.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yahu neden yanlış anlayayım? Sen anlatamıyorsun ki.. Anne baba sever neden olmasın? Herkes anne baba severdir. Yurtsever olmak ta keza öyledir. Ben annemi babamı da, yaşadığım yurdu da herkes gibi severim. Dile de getiririm sevgimden dolayı.

 

Seni düşündüğün gibi düşünmek zorunda mıyım? Yada kavramları senin yorumladığın gibi yorumlamak zorunda mıyım?  

 

Ayrıca şu cümlen de; "Cunku herkes kendince cografyasini ve toplumunu gerektiginde korumak icin bir gorev yuklenir."  derken, bir milliyetçi ya da ırkçıdan farkı ne oluyor? Onlar da vatan korumak için görev yüklenmiyor mu? 

 

Ayrıntılı yazılmazsa nasıl anlaşılacak? Anlatamazsan nasıl anlaşılacak? Elli kere oku.. 

 

Kaldı ki tüm yazılarının anlaşılması olağan üstü zor.

Evet ben anlatamiyorumdur. Herkes genelde anne babasini sever mi? sever. O zaman "anne/babaseverin bir anlami olmaz. Cunku herkes annebabasini sever. Sevmeyen olmadigi icinde "anne/babasever" diye bir kullanim abestir. Iste yurtsever de oyle. Frki su bir birey olarakulkesini korumak. Kurtulussavasi gibi. Birisi senin evine saldirsa ne yaparsin? evini ve evdekileri korumaz misin?

 

milliyet sahibi olmak milliyetcilik degildir. Milliyetcilik bu milliyetin diger milliyetlere yonelik savasiminin verilmesidir.

 

Ayrica benim gibi tabiki anlamak zorunda degilsin. Yalniz benim yazimi verildigi gibi algilayamazsan; benim ne dedigimi de algilayamaz ya da yanlis algilarsin.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

milliyet sahibi olmak milliyetcilik degildir.

Milliyet sahipliğini(ne demekse) de öne çıkarmak aptalca bir şey. Hele de sahiplenmek, diğerine göre kendini farklı hissetmek insanca olmayan çok aptalca. En farklı zenci olsa ne yazar? Kültür farkından başka..

 

Neyse konuyu dağıttık sayende..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Milliyet sahipliğini(ne demekse) de öne çıkarmak aptalca bir şey. Hele de sahiplenmek, diğerine göre kendini farklı hissetmek insanca olmayan çok aptalca. En farklı zenci olsa ne yazar? Kültür farkından başka..

 

Neyse konuyu dağıttık sayende..

Sen herhalde bir hatada hep karsi tarafi "suclama" aliskanligi edinmissin. Unutma ortada bir sorun varsa, iki taraflidir.

 

Ayrica bu bilincalti oldugundan ben alisigim boyle "suclanmalara" :)

 

Fazla kisisellige girmemek sarti iletabi ki!

 

Milliyet sahipligi su demek "Ben A ulkesinde dogan bir kisi olarak A milliyetine aitim" demek. Bu bir ihtiyac meselesi. Ihtiyaci olan soyler. Ya da resmi bir iletisimde gerekebilir. Bu farklilik degil; verilen aidat.

 

Maalesef dunyada insanoglu henuz milliyetini inkar edemiyor. Cunku herkes bir ulkenin vatandasi ve bir milliyeti var. Mesela ulke disina cikacak ise bu milliyeti uzerinden passaport aliyor.

 

Ya da bir resmi form doldururken "nationality, milliyet" yazan yere ait oldugu milliyeti yaziyor.

 

Madem dagittik, buyur toparla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kemalizm / Ahmet Taner Kışlalı

 

Tarih boyunca hemen tüm devrimciler, din ile değil, ama bir kısım din adamları ile karşı karşıya gelmişlerdir. Çünkü "eski düzen"le çıkarları bütünleşmiş olan bir din adamları kesimi, köklü değişimlere hep karşı çıkmış, dini bir siyasal amaç için kullanarak kitleleri etkilemeye çalışmışlardır. Kendilerinin etkisini ve ağırlığını azaltacak her girişimi de "dinsizlik" olarak nitelendirmekten çekinmemişlerdir. Sultanın ve düşmanın çıkarları ile bütünleşerek, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal'in idam fermanını çıkaranlar gene bu tür din adamları olmuştur.

Fransa'daki Müslümanların manevi önderi Şeyh Abbas, Türk toplumunun dışından bir gözlemci olarak, bu konuda şöyle diyor: "Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünde din adamları çok olumsuz roller oynadılar. Mustafa Kemal din adamlarının hatalarını ve yarattıkları tehlikeyi anladığı için devrimine önce onlardan başladı. O, din adamlarının cehaletinden korkmakta, onların ülke için tehlike yarattıklarını düşünmekte haklıydı. Onun savaş açtığı din adamlarının tanıttıkları, savundukları İslam ile gerçek İslam arasında dağlar kadar fark vardı. Türklerin babası, dünyaya hakim bir Osmanlı İmparatorluğumu çökmüş, parçalanmış haliyle buldu. Bu koca imparatorluğun çöküşüne de İslam'ın yanlış tanınması, yanlış yorumlanması neden olmuştu. Atatürk cehalete karşı savaştı, İslam'a karşı değil..."

Bir konuşmasında "Biz milliyetçiyiz ve dinimize saygılıyız" diyen Atatürk din ile ilgili görüşlerini aslında açık bir biçimde ortaya koymuştu: "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki. din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfın din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler ********* kimselerdir, işte biz bu vaziyete karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olamazdı."

 

Mustafa Kemal, İslam dininin zamanla özünden uzaklaştığını, birçok yabancı öğenin -yorumlar ve boş inançlar olarak- işin içine girdiğini düşünüyordu. Çağdaş olmanın inançsızlıkla hiçbir ilgisi bulunmadığı kanısındaydı, ama bilerek, mantığını kullanarak inanmalıydı. Şöyle diyordu: "Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır. Türk Kuran'ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta ne olduğunu Türk anlasın."

 

"Laiklik" ile ilgili bölümde anlattığımız gibi, Müslüman Türk halkı, Kuran'ı kendi dilinden okuyup anlama olanağına ancak laik cumhuriyet rejimi sayesinde kavuştu. Türkçe Ezan gene aynı ortamda gerçekleşti; ama çok partili siyasal sisteme geçildikten sonra, tutucu, Kemalizme karşı güçlere verilen bir ödün olarak ortadan kalktı.

 

Kemalizm, sırasıyla siyasal sistemi, hukuk sistemini, eğitim sistemini ve kültürü laikleştirdi. Bir İslam ülkesindeki ilk laik devlet böylece doğdu. Çok sayıdaki Müslüman ülke içinde tek çağdaş demokratik bir hukuk devletine sahip ülke Türkiye ise, bunun laiklikle bağlantısı olmadığını öne sürmek elbette ki olanaksızdır. Petrol gibi büyük ve kolay gelir kaynaklarına sahip olmadığı halde, Türkiye'nin Müslüman ülkeler içinde en sanayileşmişi, en ileri teknolojiye ve çağdaş ekonomiye sahip bulunanı oluşu da ayrıca düşündürücüdür!

 

Geri kalmış ülkelerin genellikle kıt olan kaynakları içinde en bol malzeme insandır. Üstelik diğer kaynakları harekete geçirebilecek güç de gene o insan öğesidir. Bu nedenle, geri kalmış ülke devrimleri, her şeyden önce insanı değiştirmeye, daha etkili daha bilinçli bir "yeni insan" yaratmaya yönelik, insanın düşünüş ve davranış biçimlerini değiştirmeye yönelik bir "kültür devrimi" olmak zorundadır. Geri kalmış ülke devrimcileri, bu yeni insanı yaratabildikleri ölçüde başarıya ulaşırlar.

 

Hiç kuşku yok ki, Mustafa Kemal, tarihin tanıdığı en cüretli, en büyük ve kapsamlı kültür devriminin baş mimarıdır. Dilde, dinde, hukukta, yazıda, giyside, eğitimde, tarihte yaptığı reformlar; bazıları bugün biçimsel görünse bile, inanılmaz boyuttaki bir kültür devriminin, bir bütün içinde çok anlamlı olan parçalarıdır. Osmanlı imparatorluğu içinde dili ve tarihi unutturulmuş, kendine güvenini yitirmiş bir halktan, çağdaş, başı dik, kendisiyle gurur duyan bir ulus yaratabilmiş olmanın ne büyük ve zor bir sonuç olduğunu bugün takdir edebilmek zordur.

Napolyon, "Süngülerle her şey yapılabilir, ama üzerine oturulamaz." diyor. Bunun sosyolojik anlamı açıktır. Hiçbir toplumsal hareket, dayandığı toplum kesimlerinin olanaklarını aşamaz. Her önder, ne kadar büyük olursa olsun belirli bir toplusal tabana dayanmak zorundadır ve dayandığı, dayanmak zorunda kaldığı o toplumsal tabanın gücünü ne ölçüde harekete geçirebilirse, o ölçüde başarılı sayılır

Mustafa Kemal'in, birinci hedef olarak ulusal bağımsızlığı sağlayabilmek için dayanabileceği güçler belliydi: Asker-sivil bürokratlar, ulusal nitelikli, ama oldukça zayıf hu kentsoylu kesimi ve büyük toprak sahipleri. Bunun dışında güç alabileceği, örneğin bir işçi sınıfı yoktu, Ulusal bağımsızlık hareketini örgütleyip sonu gelmeyen savaşlardan yorgun düşmüş Anadolu köylüsünü harekete geçirirken bu sacayağına dayanmak zorundaydı. Topluma, yirminci yüzyılın sonlarında bile hiçbir İslam ülkesinin ele almaya cesaret edemediği dönüşümleri kabul ettirebildi. Ama örneğin sıra "toprak reformu"na geldiğinde, başaramadı. Çünkü geçmişte dayanmak zorunda kaldığı, hareketinin tabanında yer alan güçlerden biri de "toprak ağaları" idi. Kemalizmin başardıklarını ve başaramadıklarını, 1920'lerin Türkiyesinin toplumsal-ekonomik koşullarını ve içinde bulunduğu dünyanın özelliklerini göz önüne almadan yapılan bir değerlendirme bilimsel olamaz.

Fransız araştırmacı François Georgeon şunları yazıyor: "Kemalizm, Avrupa dışında güçlü yankılar uyandırdı. Bugün Üçüncü Dünya adını verdiğimiz, Latin Amerika'dan Uzakdoğu'ya kadar uzanan alanda, Türkiye'nin 1919'dan sonraki atılımı ve uygulanan reformlar çoğunlukla tutku dolu hir dikkatle izlendi. Bağımsızlığı kazanmak, ekonomik-sosyal kalkınmayı sağlamak için uygulanacak reçetelerle ilgili olarak Kemalizmden alınacak dersler araştırıldı."

İranlı muhaliflerden, Halkın Mücahitleri örgütünün önderi Mesut Racavi ise bir Türk gazetecisine şöyle diyor. "Ben istemez miyim İran da Türkiye gibi laik bir Müslümanlar ülkesi olsun? Ama benim ülkem sizinkinden yüzyıllarca geri kaldı. Bize Atatürk gibi bir önder lazımdı, Şah geldi. Siz çok şanslı bir ülkenin çocuğusunuz..."

 

***

 

 

Kemalizmin bir ideoloji olarak çerçevesini çizdik" ve Kemalist Devrim'in temel özelliklerine değindikten sonra, bazı soruları teker teker yanıtlamakta yarar var.

İlk soru, kavram ve o kavramların anlatılmasında kullanılan sözcüklerle ilgili: "Atatürkçülük" demek mi daha doğru, yoksa "Kemalizm" demek mi?

İdeolojiler, toplumsal gereksinmeleri karşılayan, o gereksinmeleri duyan kesimlerce benimsenmiş, kendi içlerinde tutarlı inanç sistemleridir. Sağcı ideolojiler daha çok duygulara, solcu ideolojiler ise akla seslenirler. Kemalizm de, akla ve insancıl değerlere dayalı, "çağdaş" bir toplum özlemine yanıt veren, geri kalmışlıktan kurtulma istencini yansıtan bir ideolojidir.

Oysa, Atatürkçülük dendiğinde -böyle bir ideolojik kavramdan çok- bir kişiye yönelik hayranlık çağrışımı öne çıkıyor. Adeta bir "putlaştırma" eğilimi yansıyor. Hele "Atatürkçülük" adına, Atatürk'ün isminin arkasına saklanılarak yapılanlar düşünülünce, "yıpratılmış" olan bu sözcükten vazgeçmek daha doğru gözüküyor.

Atatürkçülüğü, Atatürk'ün sağlığında -o günün koşularının gereği olarak- yaptıklarının "bekçiliği" biçiminde anlayanlar var. Bu Kemalizmin "tutucu" yorumudur ve "sürekli devrimci" özüne aykırıdır... Bir de -özellikle çok partili döneme geçtikten sonra- ülke yönetimine gelen ve Atatürk'e saygı duydukları halde Kemalizme "kısmen" karşı olanlar söz konusudur, işte "Atatürkçülük" sözcüğünün, bu iki kesimle ilgili olarak kullanılmasının daha doğru olduğunu söyleyebiliriz.

Kemalizm ise "ilerici" bir ideolojidir. Ne geçmişin bekçiliği ne de kalıplaşmış bir inanç sistemidir. Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir.

 

Yanıtlanması gereken ikinci soru da şu: Kemalizm için amaç "insan" mıdır, yoksa "devlet" mi? Kemalist devlet anlayışı "sivil toplum" özlemi ile çatışır mı, çatışmaz mı?

Faşizmin ve hatta komünizmin tersine, Kemalizm için "devlet" sadece bir "araç"tı. Kemalist devletçilik, bir ideolojik tercihin değil, toplumsal bir zorunluluğun ürünü idi. Ne burjuva sınıfı ne de sömürgeleri olan bir toplumda, altyapıyı da temel sanayii de devlet kurdu. Bunu yaparken de, birkaç kuşağın emekçilerini, -Batı'daki gibi- ezmedi. Tersine, Batı'da "kan"la elde edilen hakları, kitlelere "ciddi bir istem" bile olmadan verdi.

Anadolu Ajansı bir "devlet dairesi" olarak değil de bir anonim ortaklık olarak kurulduğunda, yıl 1925'ti. Anaparanın tümünü devlet koyduğu halde, payların yarısı çalışanlara verilmişti. Daha sonra Türkiye'de ilk radyoyu da kuracak olan Telgraf Telefon Anonim Şirketi 1927 yılında oluşturulduğunda, tüm payları özel kişilerindi, İş Bankası bir "özel girişim" örneği olarak kuruldu ve Atatürk de paydaşları arasında yer aldı.

Mustafa Kemal, çok önem verdiği Türk Dil ve Tarih Kurumları için önerilen devletçi modelleri geri çevirmişti. Hatta Fransız Akademisi modelini bile uygun bulmamıştı. Birer dernek olarak yapılanmalarını sağlamakla yetinmedi; parasal açıdan da, devletten ve geleceğin siyasal iktidarlarından bağımsız kılmak için, onları kendi "mirasçıları" olarak belirledi.

 

Bütün dünyada katılımcı demokrasinin, özerk kurumların moda olduğu bir dönemde mi yapıldı bunlar?

Tam tersine... Her şeyin devletin içinde olduğu, aile dahil hiçbir kurumun devlet denetimi dışında kalamadığı, faşizmin ve komünizmin yükselme döneminde ve bu yöndeki telkinlere karşın yapıldı! Atatürk'ten 27 Mayıs Anayasasına, Türkiye'ye bağımsız ve demokratik kurum anlayışını Kemalistler getirdiler. Daha dünyada "sivil toplum" anlayışının bulunmadığı bir dönemde, son derece yoksul ve eğitimsiz bir toplumda, baskıcı geleneklere karşın, geleceğin "sivil toplum"unun tohumları birer birer atıldı.

Oysa aynı dönemde, Max Weber bile demokrasiyi şöyle tanımlıyordu: "Demokraside, halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen önder 'Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin' der. Artık halk ve parti onun işine karışamazlar."

Tüm yurdu bir ağ gibi saran halkevleri ve halkodaları, oldukça bağımsız ve demokratik bir yapıya sahiptiler. Köy Enstitüleri, bugünün yükseköğretim kurumlarında bile olmayan "katılımcı" ve demokratik bir ortam yaratmıştı. TRT'den üniversiteye kadar özerkliğin savunuculuğunu, hep Kemalizm geleneğini sürdürenler yaptılar. Eli sopalı devlet özlemi ile askersel yönetim dönemlerini değerlendirmeye çalışanlar ise hep Kemalizm karşıtlarıydı.

 

Bir başka önemli soru da, Kemalizm ve demokrasi ile ilgili: Bazılarının öne sürdüğü gibi, gerçekten de Kemalizmin içinde "demokrasi" yok mu? Atatürk gerçek bir diktatör müydü?

Ünlü siyaset bilimci Maurice Duverger'nin Kemalist "tek parti" yönetimini özenle incelediğini biliyoruz. Duverger, bu yönetim biçiminin, mutlak baskı rejiminden ulus egemenliğine geçişi sağlamak, demokratik rejimin gerektirdiği ortam ve koşulları hazırlamak ve sonunda tam bir demokrasiyi gerçekleştirmek amacına yöneldiği görüşündedir. Kemalizmin, demokrasi geleneği bulunmayan gelişmekte olan ülkeler için, demokrasiye hazırlanma ve geçiş yolunda "en uygun ideoloji" olduğunu savunmaktadır.

 

Türkiye Siyasal Akımlar Kemalizm

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk 'Kürtlere özerklik
verilecek' dedi

 

  • Tarih Kurumu, Atatürk'ün Kürtlerle ilgili 1923'teki sözlerini sansürledi.
    Atatürk'ün 25'e dek Türk tanımı yoktu. Atatürk, Türkiye halkı diyordu çok defa.
    Kanunlarda da bu böyleydi
    • Atatürk, hocalarla dua ederek, besmeleyle, kurbanla Meclis'i açtı. Meclis,
      Osmanlı'da böyle hiç açılmadı. Atatürk, Meclis'i bugün böyle açsaydı, irtica
      denirdi buna
      • Anadolu çok büyük işgal yaşamadı. Kurtuluş Savaşı üç yıl sürdü, şehit-yaralı30 bin zaiyatımız oldu. Bu, Cumhuriyet'in meşruiyeti için pırıltılı hale
        getirildi
      •  

      • NEŞE DÜZEL


        NEDEN? Cemil
        Koçak

        Geçenlerde, Taner Akçam'ın Ermeni sorunuyla ilgili
        yazdığı son kitabında yer alan Atatürk'ün bir sözü çok tartışıldı. Atatürk'e ait
        bu sözlerin Meclis kayıtlarında bulunamadığı ileri sürüldü. Aynı günlerde Türk
        Tarih Kurumu'nun Atatürk'ün dinle ilgili bazı sözlerini sansür ettiği basına
        yansıdı. Bu, anlaşılması çok zor bir çelişkiydi. Cumhuriyetimizin kurucusu olan
        ve devletin bütün kurumlarıyla 'ilkelerine' bağlı olduğu Ulu Önder'in sözleri
        yine devlet tarafından sansür ediliyordu. Devletin bazı kurumları niye
        Atatürk'ün bazı sözlerini sansür ediyordu? Saklanmaya çalışılan neydi? Niye
        yakın tarihimiz hep böyle sırlarla doluydu? Yakın dönem siyasi tarih üzerine
        çalışan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Cemil Koçak'la Cumhuriyet
        dönemini, bu dönemin sırlarını, Atatürk'ün kişiliğini, devletle Atatürk'ün
        ilişkilerini ve bugünkü durumu konuştuk.


        Geçen gün tuhaf bir
        gerçek ortaya çıktı. Taner Akçam, Ermeni sorunuyla ilgili yazdığı kitaba,
        Atatürk'ün 'Utanç verici olay' diye bir sözünü başlık almıştı. Atatürk'ün bu
        konuşmayı Meclis'in gizli oturumunda yaptığı da söylendi... Bu konuşmanın Meclis
        zabıtlarında sansürlendiği de söylendi... Hangi görüş doğru?

        Atatürk, 24
        Nisan'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı nedeniyle yaptığı ilk Meclis
        konuşmasında bu sözü söyledi. Atatürk, bu sözün geçtiği bölümde, 'Karşıtlarımız
        (İtilaf devletleri) bize tehditte bulunuyorlar. Memleket dahilinde katliam
        yapılmamasını istiyorlar. Bu iddia geçersizdir... Memleketimizin hangi kıtasında
        Ermenilere karşı katliam yapılmıştır veya yapılmaktadır' diyor. Ve hemen sonra
        da, ekliyor. 'Harbi Umumiye'nin (Birinci Dünya Savaşı'nın) başlangıç
        safhalarından bahsetmek istemem. Zaten İtilaf devletlerinin bahsettikleri de
        bittabi maziye ait fazahat' diyor.
        'Fazahat' ın anlamı nedir?

        Kaynak Yayınları'na göre 'fazahat'ın Türkçesi, 'utanç verici işler,
        alçaklık' tır. Dolayısıyla Atatürk, Ermeni olaylarıyla ilgili olarak 'utanç
        verici işler' diyor. 'Bugün böyle bir olay yok ama, dün vardı. 1915'te utanç
        verici bir şey olmuştur ve İtilaf devletleri de zaten bugünden değil; geçmişe
        ait utanç verici, alçakça işlerden bahsediyor' diyor.
        Peki Atatürk'ün
        bazı sözleri toplumdan bilinçli bir şekilde saklanmış olabilir mi?

        Şu
        olabilir. Atatürk'ün bazı sözleri, konjonktüre uygun düşmeyebilir. Biz,
        Atatürk'ü 'büyük devlet adamı, büyük kumandan, ulu önder' sıfıtlarıyla anıyoruz.
        Oysa en önemli özelliği olan siyasetçi tarafını unutuyoruz.. İsmet Paşa,
        'Atatürk'ün siyasetçiliği kumandanlığından üstündür' diyor. Gerçekten Atatürk
        öngörüsü yüksek olan çok iyi bir siyasetçi. Ve bir siyasetçi, yerine ve zamanına
        göre aynı konuda farklı şeyler söyleyebilir, kurduğu ittifakları değiştirebilir.
        Bu, siyasetin doğasında var. Atatürk'ün de farklı zamanlarda aynı konuda farklı
        görüşleri var.
        Hangi konular bunlar?
        Mesela Atatürk'e Osmanlı
        devletinin Birinci Dünya Savaşı'na girmesi hakkında ne düşünüyorsunuz diye
        soruyorlar. 1919'da sorduklarında 'Savaşa girilmemesi diye bir ihtimal yoktu'
        diyor. Çünkü Atatürk o zaman İttihatçı'larla birlikte davranmak zorundaydı ve
        onları koruyor. Zaman geçiyor, Cumhuriyet kuruluyor. Aynı soru yine soruluyor.
        İttihatçılar için,'Bunlar cahildir. Birinci Dünya Savaşı'na girip memleketin
        altını üstüne getirdiler' diyor. Atatürk'ün Sovyetler Birliği'yle ilişkisini ve
        sözlerini alın, emperyalizme ve kapitalizme karşı çıkan çok Bolşevik Che Guevera
        tarzı bir Atatürk kurabilirsiniz kafanızda. Ama aynı Atatürk camiden çıkıp
        Meclis'i açıyor. Hocalarla birlikte dua ederek kurbanlarla, besmelelerle
        Meclis'i açıyor. Meclis Osmanlı'da böyle hiç açılmadı.
        Atatürk bugün
        Meclis'i böyle açabilir miydi? Açsaydı ne olurdu?

        İrtica denirdi buna.
        Atatürk siyasetçi olarak böyle yapmak zorunda olduğunu düşündü. Çünkü o dönemde
        İslami bir dayanışmaya ihtiyacı vardı.
        Atatürk'ün dinle ilgili sözlerinin
        de Türk Tarih Kurumu tarafından sansür edildiğini okudum gazetelerde. Bu mümkün
        mü?

        Mümkün. Atatürk'ün meşhur Medeni Bilgiler kitabındaki dinle ilgili
        bazı sözleri sansürlenmiş. Atatürk bu kitabında, 'İslam Arapların dinidir... Biz
        ise Türküz... İslam bizi geriletti... Bizden uzak dursun' havasında bir söz
        ediyor. 1930'larda söylenmiş bir söz bu. Bizim için hangi Atatürk geçerli, bunu
        söyleyen Atatürk mü, Meclis'i duayla açan Atatürk mü? Atatürk gidip camide halka
        hutbe de okuyor. Balıkesir'de bir camide konuşuyor. Yapacaklarını, İslam da
        bunları emrediyor diye anlatıyor. Atatürk ondan sonra hiç camiye gitmiş mi?
        Gitmemiş.
        Bir yandan devlet bütün kurumlarıyla Atatürkçü, bir yandan
        devletin kurumları Atatürk'ün sözlerini sansürleyip saklıyor. Bu çelişki nereden
        kaynaklanıyor?

        Çünkü farklı konjontürlerde farklı Atatürkçülük
        versiyonları var. Herkesin kendine göre içini doldurabileceği boş bir kutudan
        bahsediyoruz. Atatürk'ün aynı konuda farklı yaklaşımları var. Eğer Atatürk'ün
        siyasetçi olarak söylediği bir söz, o günkü konjonktüre uymuyorsa sansür
        ediliyor.
        Atatürkçülük, Atatürk'ün ölümünden sonra mı ortaya çıktı?

        Aslında Atatürkçülük diye bir şey yok. Atatürk var. Atatürkçülük diye bir
        ideoloji hiçbir zaman olmadı. Atatürk'ün aklından bir ideolojik paket hazırlamak
        hiç geçmedi. Atatürk'ün siyaseti, duruma göre hareket etmek oldu.
        Mesela iktisat
        siyasetinde, özel sektör de devletçilik de arka arkaya denendi. Atatürkçülük bir
        pragmatizmdir.
        Dolayısıyla biz bunu söyledik, angaje olduk, bu programın dışına
        çıkamayız gibi teorik bir platformdan tamamen uzak bir sistemdir. Kazanmak için
        gereken neyse o yapılır. Gerekirse ittifaklar kurulur ve bozulur. Mesela Türk
        Tarih Kurumu, Atatürk'le ilgili başka şeyler de sansür etti.
        TTK başka
        neyi sansürledi?

        Atatürk'ün 1923'te İzmit'te basın mensuplarıyla yaptığı
        çok uzun bir görüşme var. Atatürk orada Kürt meselesine değiniyor. 1960'larda
        Atatürk'ün söylev ve demeçleri toplanırken, o tarihte gazetelerde yayımlanmış
        olan konuşmasının bu bölümü çıkarılıyor. O konuşmasında Atatürk, Milli
        Mücadele'nin başında da, Teşkilat-ı Esasiye'de de olduğu gibi 'Kürtlere yerel
        özerklik, otonomi ya da ona benzer bir şey verilecek' diyor. Zaten 'Türk
        milleti' ve 'Bu memlekette Türkler yaşar' tanımlaması da 1925'teki Şeyh Sait
        isyanından sonra ortaya çıkıyor.

        Niye?
        Şeyh Sait isyanı dönüm
        noktasıdır. Bu isyanın ikili bir yüzü var. Kürtler hem Cumhuriyet'in
        reformlarına karşı ayaklanıyorlar, hem de bir Kürt milliyetçiliği ayaklanmasını
        gerçekleştiriyorlar. 1925'e dek Atatürk Meclis'teki konuşmalarında, 'Türk, Kürt,
        Çerkez hepimiz İslam'ın unsurlarını oluşturuyoruz' diyor. 1925'ten sonra ise
        'Türkiye'de yaşayan herkes Türk milletidir, herkes Türktür. Cumhuriyet'i Türkler
        kurdu' deniyor. Yani, 'Herkes kendine Türk diyecek ve Türkçe konuşacak' deniyor.
        Oysa Atatürk'ün 1925'e kadar bir Türk tanımı yoktu. Kanunlarda da Türk tanımı
        yoktu, çoğu zaman 'Türkiye halkı' diye geçiyordu ve Atatürk de çok defa böyle
        diyordu.

        Atatürk Kürtlerle yapmış olduğu ittifakı bozdu mu?
        Şeyh
        Sait ayaklanmasının temel nedeni, bu ittifakın bozulmasıdır zaten. Bu ittifakın
        bozulmasına tepkidir ayaklanma. Kürtleri yanına alarak verdiği Milli Mücadele'yi
        başarıyla sonuçlandırdıktan sonra Atatürk, bir siyasetçi olarak Kürtlerin
        desteğine ihtiyacı kalmadığını düşündü. Bu ittifakı, ileride yapmak
        istediklerine engel olarak görmeye başladı ve muhtemelen de kafasında nihai
        hedef olarak Kürtlere özerklik vermek gibi bir şey yoktu. Onun nihai hedefi
        bizim bugün anladığımız üniter devletti. Aslında Atatürk'ün Kürt sorununa
        bakışı, bugünkü resmi politikadan farklı değildi.
        Eğer her dönem
        konjonktüre uygun farklı bir Atatürkçülük varsa, bugünkü Atatürkçülük nedir?


        Bugün Atatürkçülerin dile getirdiği bir 'cumhuriyet ilkesi' var. Oysa
        cumhuriyetçilik, devlet başkanının hanedan üyesi olmayıp, bir şekilde seçimle
        gelmiş olmasından ibaret bir yönetim şeklidir. Yani saltanata son vermektir.
        Cumhuriyeti bu şekilde tanımlarsanız, 'cumhuriyetçi' olmanın manası pek yok. Ama
        bizde bir de 'cumhuriyetin temel ilkeleri, değerleri' diye bir lakırdı var.
        Cumhuriyetin içi, kendisiyle ilgili olmayan laiklik meselesiyle doldurulmaya
        çalışılıyor. Aslında Atatürkçülük, laiklik meselesidir. Bugün Atatürkçülük'ten
        geriye ne kaldı derseniz, laiklik meselesi kaldı. Atatürkçülüğün içinde
        demokratik bir mesele hiç yok.
        Atatürkçülük'te niye demokrasi yok peki?

        Aslında demokrasi ve laiklik ayrılamaz. Laiklik demokrasi için ne kadar
        gerekliyse, demokrasi de laiklik için o kadar gereklidir. Atatürk hayatı boyunca
        aslında özgür aklı vurguluyor. İslam'ın getirdiği zihniyet dünyasını, dinin
        sosyal baskısını yıkmadan, insanların özgür bir akla sahip olmasının mümkün
        olamayacağını ve din hâkimiyetini yok etmeden demokra-tik bir düzenin
        kurulamayacağını düşünüyor. Dinin insanlar üzerindeki baskısının ancak otoriter
        bir düzende ortadan kaldırabileceğine inanıyor. Atatürkçülük esas itibarıyla
        budur ve tipik bir aydınlanma felsefesidir. Atatürkçülük siyasi felsefe olarak
        otoriterliğin dışında asla tanımlanamaz.
        Atatürkçülük çağdaş demokrasiye
        izin verir mi?

        Korkarım vermez.
        Bugünkü Atatürkçülük'le,
        Atatürk'ün gerçek kimliği ve sözleri ne kadar örtüşüyor?

        Atatürkçülük,
        Atatürk'e çok haksızlık ediyor. Atatürk böyle ayet düzeyinde birtakım sözlerden
        ibaret bir insan değil. Onun Birinci Meclis'te milli mücadeleye yön verebilmek
        ve insanları ikna edebilmek için yaptığı konuşmalar çok önemli. Çok akıllı,
        öngörü sahibi, kararlı iyi bir siyasetçi Atatürk. Eğilip bükülmüyor mu? Evet
        eğilip bükülüyor. İnanılmaz bir eğilip bükülmesi var, esnekliği çok yüksek
        Atatürk'ün. Atatürk iyi bir siyasetçi. Ama biz Atatürk'ü bizim yaptıklarımızı
        yapmayan insan üstü bir varlık, bir süpermen olarak düşünüyoruz.

        Atatürk'ün pek çok sözü niye topluma yansıtılmıyor?
        'Nutuk'
        dahil, Atatürk'ün yaptığı konuşmaların geniş kesimlerce okunduğunu söyleyemeyiz.
        Biz, Atatürk'ün söylediklerini, 'İstikbal göklerdedir. Hayatta en hakiki mürşit
        ilimdir' gibi, 'ayetler' tarzında biliyoruz. Mesela 'Nutuk', yıllardır en çok
        basılan kitaptır. Bir üniversite mezununun önüne koysanız, ne anlattığını
        anlatamaz. Çünkü 'Nutuk'u tam anlayamaz.
        Niye? 'Nutuk' o kadar anlaşılmaz
        mı? Biz yakın tarihimizi 'Nutuk'tan öğrenemez miyiz?

        Öğrenemeyiz.
        'Nutuk' sekiz yıllık bir otobiyografidir. Atatürk 'Nutuk'ta, 1919'da Samsun'dan
        başlayarak 1927'ye kadar geçen sekiz yıllık hadiseleri, sadece kendi açısından
        anlatıyor. 'Nutuk', sadece telgrafnamelerden kurulu bir metindir. 'Nutuk'u
        profesyonel tarihçinin dışında kimsenin anlaması mümkün değlidir. Ortalama bir
        vatandaş 'Nutuk'tan bir sonuç çıkaramaz. Bu yüzden biz 'Nutuk'un 'Ey Türk
        Gençliği' diye başlayan sadece son satırlarını biliyoruz ve onu da 'ayet' gibi
        asıyoruz.
        Tarihçiler geçmişte ne olduğunu araştırmakta zorlanıyorlar
        mı?

        Arşivlerin hepsini kilitli bir dolaba koysanız da, yakın tarihle
        ilgili yeterince malzeme var. Yazılmış kitapları, o gün basılmış gazeteleri
        profesyonel bir gözle okursanız, yakın tarihte ne olduğu anlaşılıyor. Mesela
        Milli Mücadele yıllarının gazetelerine bakıyorsunuz, İstanbul'da işgal altında
        çıkan gazeteler Mustafa Kemal'i alkışlıyor, Anadolu hareketini destekliyor.
        Yayımladıkları karikatürlerde Yunan subaylarıyla, diğer yabancı askerlerle dalga
        geçiliyor. Normal koşullarda işgal altında bunlar mümkün değildir.
        Peki
        nasıl olabiliyor bu?

        Demek ki o kadar da bir işgal yok. Eğer hakiki bir
        işgal olsa, insana nefes aldırmazlar. Anadolu çok büyük bir işgal yaşamadı.
        İşgal asıl Güneydoğu'da Fransızlar tarafından Gaziantep, Kahramanmaraş ve
        Urfa'da yaşandı. Batı Anadolu'da da Yunan işgaline karşı savaşıldı. İtalyanlar
        ve İngilizler geldi ama hiç savaşmadık. Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri
        İstanbul'a yüz bin kişilik orduyla geldiler ama, İstanbul'da Kartal'dan öteye
        geçmediler. Kaltal'dan sonrası Kuvayi Milliye'den soruluyordu. Çünkü onların
        Osmanlı devletini tamamen ortadan kaldırma niyetleri yoktu. Zaten İngilizler
        Musul ve Kerkük'ü almıştı. Anadolu'yla ilgilenecek durumda değillerdi. Çünkü
        kuzeyde Rusya'da Bolşevikler bambaşka bir sistem kuruyordu. Asıl hedefleri
        Rusya'ydı. Rusya daha büyük tehditti ve oraya asker göndermek istiyorlardı.

        Biz Kurtuluş Savaşı'nı kime karşı yaptık?
        Mücadelenin ana hattı,
        batıda Yunanistan'ın ittirilmesi, doğuda da Ermenistan'ın ittirilmesidir. Kazım
        Karakarabekir'in ordusu doğuda Ermenilerle savaştı. Osmanlı Ermenileri değil
        bunlar. Rusya'da Bolşeviklerle de savaşan Beyaz ordu taraftarı Menşevik
        Ermeniler bunlar. Doğu Anadolu'yu istiyorlardı. Türk ordusu Güneyde
        Fransızlarla, batıda da yüz binin üzerindeki Yunan askeriyle savaştı.
        İngilizlerin Musul ve Kerkük'ü alması üzerine Fransızlar da hiç olmazsa
        güneydoğuda bir yer edinmeye çalışıyordu. Kurtuluş Savaşı üç yıl sürdü ve
        şehit-yaralı toplam 30 bin kişilik zaiyatımız oldu. Kurtuluş Savaşı'nın
        pırıltılı hale getirilmesinin nedeni, Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet'le birlikte
        yapılanlara bir meşruiyet kazandırmak içindir.
        Toplum yakın geçmişin

        gerçeklerini öğrenirse çok mu şaşırır?

        Şaşırır fakat çok rahatlar. Bu
        toplum rahatlamaya ihtiyacı olan bir toplum.
        Toplumdan saklanan sırların
        kaynağında İttihatçılar mı var? Onları mı korumaya çalışıyoruz?


        Cumhuriyeti kuran kadronun İttihatçı olmasının da payı var tabii. Normalde
        cumhuriyetçilerin Osmanlı saltanatında olan her şeyi suçlaması gerekirken,
        savunmak durumunda kalıyorlar. Çünkü İttihatçılar, geçmişlerini silip
        atamıyorlar. Çünkü Cumhuriyet bir kopuş değil, bir geçiş aslında. Fransız
        ihtilalindeki gibi gelenler gidenleri giyotinle kesmiş olsalardı, önceki dönemle
        bir kopuş olurdu. O zaman Enver Paşa, Sarıkamış'ta ölen 90 bin asker için 90 bin
        kere didiklenirdi. Ama durum öyle değil. Enver Paşa'nın yaveri, Cumhuriyet'te
        Atatürk'ün yaveri. Yaverler düzeyinde bir devamlılığı var işin. Aynı kadro, aynı
        zihniyet Cumhuriyeti devam ettiriyor. İşte o zaman da rejim değişikliği olmuyor,
        iktidar değişikliği oluyor.
        Osmanoğulları'nın saltanatı bitiyor, Cumhuriyet
        kuruluyor. İttihat Terakki Partisi isim değiştiriyor ve ittihatçılar Cumhuriyet
        Halk Partisi oluyor. İttihatçılar Osmanlı'yı batırıyorlar ama Cumhuriyeti de
        kuruyorlar.
        Osmanlı'nın son döneminde yaşanan acı olayları gizlemenin
        nedeni de, Cumhuriyeti kuran kadronun İttihatçı olması mı?

        Evet. Kopuş
        olmadığı için, Ermeni katliamı da bu yüzden tartışılamıyor.
        1915'teki
        olayları siz tarihçi olarak nasıl tanımlıyorsunuz?

        Ben eskiden de 1915
        olaylarına katliam derdim hâlâ öyle diyorum. Tapu kayıtları, bu meselenin özüne
        ilişkin bilgi kaynağıdır. Çünkü 1915 çok sayıda Ermeninin öldürülmesiyle sınırlı
        değildir. Aynı zamanda büyük miktarda servet de el değiştirdi. Ne boyutta servet
        değişimi olduğu, Müslümanlara ne boyutta mülk devri gerçekleştiği anlatımdan
        çıkmaz. Bu ancak tapu kayıtlarından okunabilir. Yaklaşık bir milyon Ermeni
        yerinden alınıyor ve bir daha dönmüyor. O bağlara, bahçelere, dükkânlara,
        işyerlerine birileri sahip oluyor. Tapu kayıtlarında bu ortaya çıkıyor. 1915'ten
        18'e kadar ki tapu kayıtlarından Ermenilerin o sıradaki mülk toplamı ve bunların
        kimlere geçtiği rahatlıkla görülebilir. Bunun ortaya çıkmasından
        çekiniliyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk Kürtlere Özerklik sözü vermedi,sansürlenen hicbirsey yok sagda aoldan üretilen sahte tarhlerle Ergenekon-Balyoz tip senaryolar üretmeyin.

 

Her nedense Türkiye'yi bölmek isteyenlerin okuduklari tarihler en dogru tarih oluyor karsi olanlarin okuduklari tarih veya diger kitaplar yalan veya sansürlenmis oluyor..

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk Kürtlere Özerklik sözü vermedi,sansürlenen hicbirsey yok sagda aoldan üretilen sahte tarhlerle Ergenekon-Balyoz tip senaryolar üretmeyin.

 

Her nedense Türkiye'yi bölmek isteyenlerin okuduklari tarihler en dogru tarih oluyor karsi olanlarin okuduklari tarih veya diger kitaplar yalan veya sansürlenmis oluyor..

 

saygilarla

 

Iste iman duzeyindeki milliyetcilik inanci sadece kendini inandirabilecegi bir pencereden her seye bakar. Ufku sabit ve teslim edilmistir.

 

Bir tek dogrusu kendi iman ettigi milliyetci inancidir. Nasil yazisacagiz ya da tartisacagiz ki!?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ne yapacaktim sizce yoksa Kürtcülük penceresinden veya bölücülük penceresinden mi bakmaliydim?

 

Tabi ki hayir. Cagdas ve insanlik ve onun hak ve ozgurlukleri evrensel hukuk ve insan haklari penceresinden bakabilirsin. Cunku burada ne bir ideoloji ne bir inanc ne de bir iman vardir. Olan sadece bunlarin olmadiginin verdigi gozlemdir.

 

Cunku boluculugu de emperyalizmi de onleyecek olan toplumun ve farkli halklarinin kisilik ve kimlik haklarini yasamasidir. Ancak cografi ve toplumsal birlik butunluk ve beraberlik boyle saglanir. Kimsenin kimseden ustun olmadigi ve herkesin herkesin farkina saygi gosterdigi ve kendi farkini nasil savunuyorasa, diger farklari da savunarak icsellestirdigi.

 

Cunku TC'nde dogan ve yasam suren her bir fert, yasam ve iliskisinde tum farklarin farkini kendi dusunce ve davranisinda etiginde geleneginde kulturunde tasir. Bu da birin cok sesliligi demektir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kemalizmi hazmedemeyen ve esasında onu anlayamayan pek çok görüşten insan var bu topraklarda.

Liberallerin tamamı, sağcıların çoğu, dincilerin tümü, solcuların yarısı, ırkçıların hepsi, bir kısım komünistler ve emperyalizmi benimsemiş ve ona sığınmış tüm kitleler.

Çok enteresan bir yelpaze bu, dincilere göre Kemalizm dinsizlik, solculara göre ırkçı, sağcılara göre Osmanlı düşmanı, komünistlere göre emperyalist.

Oysa bilene göre Kemalizm bu topraklara en uygun sistem, ilkelerinin tamamı halkçı ve yüzde yüz bağımsızlıkçı.

Fakat Kemalizmi gerçek anlamda uygulama imkanı bulunmadı çünkü bunu bir ideoloji olarak benimsemiş bir iktidar hiç olmadı.

Kemalizmin tüm temel taşlarını oturtan, uygulayan, reformları devam ettiren bir milli hükümet oldu mu?

1938 den bu yana iktidara gelen tüm siyasi partiler kendi basiretsizliklerinin ve bağımsızlık ruhuna sahip olmayışlarının, dinin, etkisinden kurtulamadılar. Din egemen oldu muhafazakarlık siyasete yön verdi, Amerikancı hükümetler seçimleri kazandı ve bugün yaşadıklarımızdan hala Kemalizmi sorumlu tutanlar var.

Onlar gerçekleri görmeyen ve görmekte istemeyen insanlar bence temelinde hepsi emperyalizme hizmet ediyor. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

1923'te Osmanlı'dan her açıdan enkaz devraldık. 
-Ümmet'ten çağdaş bir Ulus'a terfi ettik.
-Ekonomik olarak bağımsızlığı sağlamak için sanayileştik.
-1854'te alınan ilk dış borç, 1954'te tamamıyla ödendi. 
-1925'te sigara devletleştirildi, 1926 içki devletleştirildi.
-1937 yılında Zirai Kombinalar İdaresi kuruldu. Bu kuruluşun amacı, tarım aletleri, makinaları ve ilaçlarının satın alınarak halka tanıtımının yapılması, boş arazilere devlet çiftliklerinin kurulmasıydı! 
-1944 yılında tarıma destek sağlanması amacıyla Türkiye Zirai Donatım Kurumu kuruldu. 
-08.02.1937 gün ve 3116 sayılı Orman Yasası özel mülkiyetteki ormanların büyük bir bölümünü devletleştirildi. 
-13.02.1937 gün ve 3115 sayılı yasa: "Çiftçiyi toprak sahibi yapmak ve ormanları Devlet tarafından idare etmek için istimlak olunacak arazi ve ormanların istimlak bedelleri ve bu bedellerin 
tediyesi sureti, mahsus kanunlarla tayin olunur." Bu değişiklik temelinde bazı büyük toprak sahiplerinin arazileri kamulaştırıldı.
-Fransızlara ait Ereğli Şirketi ile 28 Kasım 1936 günü bir devir sözleşmesi (millileştirme ve devletleştirme) imzaladı.
-Diğer yabancı sermayeli şirketlerle yerli madenciler ve bankaların elindeki ocaklar da 30.05.1940 gün ve 3867 sayılı Yasa (Füzyon Kanunu) uyarınca ve İcra Vekilleri Heyetinin 15.10.1940 gün ve 2/14547 sayılı kararnamesine göre, 1940 yılı Aralık ayı başından itibaren devlet tarafından satın alındı.
-Osmanlı döneminde şekerin tümü dışarıdan alınıyordu. Uşak’ta 19 Nisan 1923 tarihinde yerel girişimcilerin katılımıyla Uşak Terakkii Ziraat T.A.Ş. kuruldu 11 Şeker fabrikalarının devletleştirildi. Uşaklı birkaç sermaye sahibi ve Uşak halkının katılımıyla oluşan bu şirketin 
amacı bir şeker fabrikası kurmaktı. Şirket iki yıllık çabaya rağmen taahhüt edilen sermayeyi toplayamadı. Devlet çeşitli biçimlerde destek verdi. 25 Ocak 1926 gün ve 724 sayılı Yasayla şeker ithalatı tamamiyle Devlete verildi. 

SÜMERBANK, SEKA, MKE, KARABÜK DEMİR-ÇELİK, SU, TÜRKİYE GEMİ SANAYİİ A.Ş., ELEKTRİK ÜRETİM-DAĞITIM, DEMİRYOLLARI, TÜRK HAVA YOLLARI, LİMANLAR, PTT, TRAMVAY, VAKIFLAR...

Hepsinin anasını belleyip, sattınız! Yalnız AKP'mi? 1945'ten beri küçük Amerika'yız! Ama AKP Bugüne kadar ki bütün soyguncuların hepsinin sonuncusu ve en tecrübeli olanıdır....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kemalizmi hazmedemeyen ve esasında onu anlayamayan pek çok görüşten insan var bu topraklarda.

.

.

.

Onlar gerçekleri görmeyen ve görmekte istemeyen insanlar bence temelinde hepsi emperyalizme hizmet ediyor. 

 

Olmayan bir olguyu zorla insanlara güzel diye asilamaya calisirsaniz sonucuna  katlanacaksiniz. "Kemalizim" diye bir ideoloji sonradan olusturulan bir teoridir. Atatürk "Kemalizim" adi altinda ne bir ideoloji üretmistir ne de bu konuda herhangi bir söz sarf etmistir. Bosuna ugrasmayin, T.C kurulusu itibariyle ne anti-emperyalistti ne de ilerici. Mecliste görüsülen ve kanunlasan tüm kanunlara baktiginizda ne kadar yanildiginizi göreceksiniz. Atatürk'ün ABD büyükelcisinin yaninda yaptigi konusma zaten ne kadar AND'ci oldugunun bir kaniti degil mi? Kadinlara verilen secim hakki dahi yillrca her türlü baskiya ragmen caba gösteren dönemin kadin haklari savunucularinin mücadelesi sonucu olmustir ama bizlere tabiiki resmi ideoloji bunu degisik bir sekilde yutturmustur. Kendi hayal ettigimiz ama gercekte olmayan bir Atatürk ve sözde ideolojisiyle bu saatten sonra bir yerlere varamayiz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kemalizmi hazmedemeyen ve esasında onu anlayamayan pek çok görüşten insan var bu topraklarda.

Liberallerin tamamı, sağcıların çoğu, dincilerin tümü, solcuların yarısı, ırkçıların hepsi, bir kısım komünistler ve emperyalizmi benimsemiş ve ona sığınmış tüm kitleler.

Çok enteresan bir yelpaze bu, dincilere göre Kemalizm dinsizlik, solculara göre ırkçı, sağcılara göre Osmanlı düşmanı, komünistlere göre emperyalist.

Oysa bilene göre Kemalizm bu topraklara en uygun sistem, ilkelerinin tamamı halkçı ve yüzde yüz bağımsızlıkçı.

Fakat Kemalizmi gerçek anlamda uygulama imkanı bulunmadı çünkü bunu bir ideoloji olarak benimsemiş bir iktidar hiç olmadı.

Kemalizmin tüm temel taşlarını oturtan, uygulayan, reformları devam ettiren bir milli hükümet oldu mu?

1938 den bu yana iktidara gelen tüm siyasi partiler kendi basiretsizliklerinin ve bağımsızlık ruhuna sahip olmayışlarının, dinin, etkisinden kurtulamadılar. Din egemen oldu muhafazakarlık siyasete yön verdi, Amerikancı hükümetler seçimleri kazandı ve bugün yaşadıklarımızdan hala Kemalizmi sorumlu tutanlar var.

Onlar gerçekleri görmeyen ve görmekte istemeyen insanlar bence temelinde hepsi emperyalizme hizmet ediyor. 

Dedigim gibi masal gibi anlatmak yerine, oz elestirin nedir?

 

Neden olamadi, kurtulanamadi, yon verildi v.s.

 

Sence neydi istendigi gibi gitmeyen ve neen onlem alinamadi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

1923'te Osmanlı'dan her açıdan enkaz devraldık. 

.

.

.

TRAMVAY, VAKIFLAR...

 

Hepsinin anasını belleyip, sattınız! Yalnız AKP'mi? 1945'ten beri küçük Amerika'yız! Ama AKP Bugüne kadar ki bütün soyguncuların hepsinin sonuncusu ve en tecrübeli olanıdır....

 

"Sattiniz/yaptiniz" v.s. derken kimleri ve neden sucluyorsun?

 

Sizlerin oz elestirisi nedir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Olmayan bir olguyu zorla insanlara güzel diye asilamaya calisirsaniz sonucuna  katlanacaksiniz. "Kemalizim" diye bir ideoloji sonradan olusturulan bir teoridir. Atatürk "Kemalizim" adi altinda ne bir ideoloji üretmistir ne de bu konuda herhangi bir söz sarf etmistir. Bosuna ugrasmayin, T.C kurulusu itibariyle ne anti-emperyalistti ne de ilerici. Mecliste görüsülen ve kanunlasan tüm kanunlara baktiginizda ne kadar yanildiginizi göreceksiniz. Atatürk'ün ABD büyükelcisinin yaninda yaptigi konusma zaten ne kadar AND'ci oldugunun bir kaniti degil mi? Kadinlara verilen secim hakki dahi yillrca her türlü baskiya ragmen caba gösteren dönemin kadin haklari savunucularinin mücadelesi sonucu olmustir ama bizlere tabiiki resmi ideoloji bunu degisik bir sekilde yutturmustur. Kendi hayal ettigimiz ama gercekte olmayan bir Atatürk ve sözde ideolojisiyle bu saatten sonra bir yerlere varamayiz.

 

"Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."

 

- Kaynak: ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip'e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.