Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

politika

Önerilen İletiler

Kemalizm Kapitalizme karsidir,Anti-Emperyalisttir bunu ister ögrenin ister reddedin bizi baglamiyor.

 

saygilarla

Anti-Emperxalist olan bir lider emperyalizmin babasi olan ABD icin övgüler düzermi? Nasil bir anti-emperyalistlik bu anlasilir degil.

Atatürk'ün konusmasini bir irdeleyin ve bizimle paylasin isterseniz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kemalizmi, kapitalist olarak ifade etmek tamamen bilgi eksikliğinden ileri gelir.

Dünya da eşi görülmemiş bir devrimin ardından kurulan yeni düzenin içinde her şey sıfırdan kurulurken, sanki devrimin bir gün öncesi yurtta bir sınıf varmış, bir sanayi varmış gibi fikir yürüterek Kemalizmi küçümseyenler ne sosyalizmi ne de sosyolojiyi biliyorlar.

Kemalizm bir ideolojidir elbette fakat onu dahi anlayamamış bir halkın sosyalizmi anlayıp derhal geçiş yapacağını zannetmek nedir?

Ayrıca sosyalizmi benimseyenler çok beceriklilerse buyursunlar sosyalist devrim yapsınlar, bir tane lider çıkarsınlar ve halkı da arkalarına alarak sosyalist düzeni kursunlar. Ama yapamazlar. Yapamıyorlar. Yapamadılar. Bunlar ne halkı tanıyor, ne geçmişini biliyor ne de nereden nereye geldiklerini anlayabiliyorlar.

İnsanlık tarihi evrelerle doludur, dünyanın hiç bir yerinde monarşi ile yönetilen bir ülkede sosyalist devrim yapılamamıştır.

Yıkılan tüm monarşilerden Cumhuriyet devrimi çıkmıştır. Olması gerekende budur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kemalizm bir yasam tarzidir;onurlu,basi dik,cagdas,akilci,insanca ve BAGIMSIZ.

 

Mustafa Kemal söyle diyor:

 

"Temel ilke,Türk ulusunun onurlu ve serefli bir ulus olarak yasamasidir.Bu,ancak tam bagimsiz olmakla saglanabilir.Ne denli zengin ve gönencli olursa olsun,bagimsizliktan yoksun bir ulus,uygar insanlik karsisinda,usak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz."

 

"Yabanci bir devletin koruyuculugunu istemek insanlik niteliklerinden yoksunlugu,gücsüzlügü ve beceriksizligi aciga vurmaktan baska birsey degildir.Gercekten bu asagilikj duruma düsmemis olanlarin,isteyerek baslarina yabanci bir yönetici getirmeleri düsünülemez"

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kemalizm bir yasam tarzidir;onurlu,basi dik,cagdas,akilci,insanca ve BAGIMSIZ.

 

Bağımsız, onurlu, çağdaş, akılcı ve insanca yaşam ancak iktisadi ve siyasi bağımsızlıkla mümkündür. Kemalist ideolojide siyaset ve iktisadi olanaklar hangi sınıf elindedir? Üretim araçları kimin elindedir? Üretim araçlarını ve siyasi yapıyı elinde bulunduran kesimin öngördüğü ücretle veya siyasetle yaşamak mı insanca, çağdaş yaşam?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bağımsız, onurlu, çağdaş, akılcı ve insanca yaşam ancak iktisadi ve siyasi bağımsızlıkla mümkündür. Kemalist ideolojide siyaset ve iktisadi olanaklar hangi sınıf elindedir? Üretim araçları kimin elindedir? Üretim araçlarını ve siyasi yapıyı elinde bulunduran kesimin öngördüğü ücretle veya siyasetle yaşamak mı insanca, çağdaş yaşam?

 

Şuan bu ülkede Kemalist ideoloji mi hüküm sürüyor? :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şuan bu ülkede Kemalist ideoloji mi hüküm sürüyor? smile.png

Ne zaman "Kemalist ideoloji" hakim olmustu ve o dönem icin sayin "meraba"'nin sorusuna nasil cevap vereceksiniz?

O kadar cok farkli "Kemalist" varki kimin kim oldugu belli degil. Birbirlerine zit cok farkli görüsler kendi ideolojilerine uygun uyduruk ifadeler kullaniyorlar. Baktilar olmuyor, "kemalistler" iktidarda degil deyip iisn icerisinden siyrilip gidiyorlar.

Türkiye'nin basindaki tüm sorunlarin kaynagi ortada olmayan "Kemalist" ideolojidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ATATÜRK'ÜN EKONOMİ ANLAYIŞI VE PLANLI KAKINMA

Haluk Bilgesay

“Şimdi arkadaşlar ekonomi hayatımızı gözden geçire-ceğim. Derhal bildirmeliyim ki ben ekonomik hayat denince ziraat, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işle-rini birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatmalıyım ki bir millete bağımsız hüviyet ve kıymet veren siyasi varlık makinesinde devlet, fikir ve ekonomi hayat mekanizmaları birbirlerine bağlı ve birbirlerine tabidirler. O kadar ki bu cihazlar birbi-rine uyarak aynı ahenkte çalıştırılmazsa hükümet makinesi-nin önde gelen sürükleyici kuvveti israf edilmiş olur, ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki bir mille-tin kültür seviyesi üç sahada; devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarıları neticelerinin hasılasıyla ölçülür.”

M. Kemal ATATÜRK

Bir Ekonomik Model

Büyük önderin görüşleri ile ilgili yapılan araştırmalar, O’nun ekonomi ala-nında da dehasının ışıklarını yansıtan bir ekonomik kalkınma modeli geliştirdiğini, uyguladığını ve büyük ekonomik sonuçlar aldığını göstermektedir. Dünyanın ezilen uluslarına bağımsızlık konusunda verdiği büyük örneklerle birlikte ekonomik ve toplumsal kalkınma modeli örneği de vermiştir. Bugünkü bilgilerimizle dahi bizlere ve dünyanın gelişmekte olan ülkelerine yol gösterici özellikler taşıyan bu model, toplum refahının bölgeler ve kişiler arasında dengeli dağılımı açısından türlü güç-lükleri olan gelişmiş ekonomileri yönetenlere de önemli yararlar sağlamaktadır. Bu özellikleri ile Atatürk’ün ekonomi politikası, uygulaması ve uygulamada aldığı sonuçlar, bütün ülkelerin yönetici ve uzmanlarınca önemle incelenmelidir. Görü-lecektir ki bu model, dünyanın kıt doğal kaynaklarının iyi kullanılmasını sağlamak açısından insanlık yararına büyük sonuçlar vermektedir.

Atatürk’ün yönetim ve ekonomiye ilişkin düşünceleri, ülkemizin çağdaş kal-kınma politikasına yön veren, hatta gelişmekte olan ülkelere örnek olan bir model olarak değerlendirilmelidir. Ülkemizin gelişmesinde başka modeller aranmasına gerek yoktur.

Model ortadadır. Özellikle 1929 büyük ekonomik bunalımı döneminde; yeni ulusal kurtuluş savaşından çıkmış, yeni bir devletin kurulduğu ve bu devletin her sektörde ve alanda yeniden inşa edildiği bir süreçte getirilen politikalar ve sanayileşme planları bu modelin en önemli uygulamalarıdır. Öyle bir model ki dünyada örneği olmayan bir kalkınma ve gelişme hızı bu dönemde gerçekleşmiştir. Atatürk, bu ekonomik model ile tamamen sıfırlanmış bir ekonomiden insan gücü, sermaye, bilgi, altyapı ve hiçbir dış destek olmadan ağır sanayisini kurmuş ve planlı kalkınma dönemini başlatmıştır.

Planlı Kalkınma

Atatürk, Onuncu Yıl Nutku’nda; “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve medeni milletler seviyesine çıkaracağız” sözleriyle Türk Devrimi’nin çağdaşlaşmaya yöne-lik hedefini göstermiş ve bu hedefe çağdaş yönetim ve planlı kalkınma süreci ile ulaşılacağını belirtmiştir.

Çağdaş yönetim bilimi, yönetimin planlama, örgütleme, eşgüdüm, yönlendir-me ve denetim gibi temel öğelerden oluşan bir süreç olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle yönetim olgusunun ortaya çıktığı her yerde yönetsel anlamda planlama yapmak, eşgüdüm sağlamak ve yapılan çalışmaları sistemli olarak izlemek gerek-mektedir. Çünkü, bir ülkede planlı kalkınma yöntemleri uygulansa da, uygulanmasa da bu tür görevlerin yerine getirilmesi, belirlenen amaç ve hedeflere ulaşmada başarı sağlamanın temel koşulu olmaktadır.

Planlama, ister kamu, ister özel kesimde yer alsın, tüm kişi ve kuruluşlar için, saptadıkları amaç ve hedeflere, ellerindeki sınırlı kaynakları en iyi biçimde kullanarak erişme yol, yöntem ve araçlarını belirlemekte; eşgüdüm, bu araç ve kaynakları kullanacak kişi ve birimlerin etkinlikleri arasındaki uyumu sağlayarak amaç ve hedeflere ulaşılmasını kolaylaştırmakta; izleme ise, yapılan çalışmaların ne ölçüde amaç ve hedeflere ulaştığını göstermekte, denetim, yönlendirme ve yönetimi geliştirme işlevlerinin de yerine getirilmesine olanak vermektedir.

Atatürk’ün ekonomi anlayışının temel ilkelerinden biridir planlama. Planlama, 1930'larda olduğu kadar günümüz ekonomi politikalarının da vazgeçilmezidir. Bi-lindiği gibi, Atatürk'ün ekonomik politikalarını belirleyen ilk dönem 1923-1930 yıllarını kapsar. Mevcut ekonomik durum Birinci İzmir İktisat Kongresinde belir-lenmiştir.

Atatürk, ülkenin dış düşmanlardan kurtarılmasından sonra ekonomik durumu görüşmek ve alınabilecek önlemleri belirlemek amacıyla İzmir'de bir iktisat kongre-si toplamıştır. Kongre'de, önce ülkedeki ekonomik yapılanmanın, uygulanacak eko-nomi politikasının yönünü çizen bir “Misakı İktisadi” kabul edilmiştir. Kongre'nin üzerinde birleştiği politika; yurt sanayisini ve ticaretini geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren, onu koruyan, mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik düze-ni, yasal çerçevesi ve kurumlarıyla oluşturmak ve kökleştirmektir.

Kongrenin açılış konuşmasında Atatürk; “Tarih, milletimizin yükselme ve gerileme sebeplerini ararken birçok siyasi, askeri ve sosyal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Bir milletin doğrudan doğruya hayatiyle alakadar olan, o milletin, iktisadiyatıdır. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa yükselme ve gerileme sebeplerinin iktisadi meselelerden başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır… Yeni Türkiyemizi layık olduğu yüksek mertebeye ulaştırabilmek için, derhal iktisadiya-tımıza birinci derecede ve en çok önem vermek mecburiyetindeyiz.” demiştir.

1923 yılında devralınan, uzun süren savaşlar nedeniyle harap olmuş, kaynakları kurutulmuş, nüfuzu azalmış, yokluklar içindeki Türkiye ile 1933 ve sonrasındaki hukuk ve eğitim sistemini, teknolojisini, sanayisini, tarımını ve tica-retini değiştiren, geliştiren Türkiye arasında büyük fark vardır. Cumhuriyet’in ilanı ile başlayan ve birbiri arkasından getirilen yeniliklerin Türk devlet ve toplum düze-ninde on yıl sonunda bu önemli değişikliği yaratması, uygulayıcıların kararlılığının yanı sıra Türk toplumu tarafından benimsenip sahip çıkılmasıyla mümkün olabil-miştir.

Özellikle 1929 büyük ekonomik bunalım dönemindeki politikalar ile planlı kalkınma süreci uygulamaları, dünyanın hiçbir ülkesinde ve ekonomisinde görül-memiş bir sosyal ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştir. Bu gelişmeler, Cum-huriyet ve devrimlerle getirilen yeni düzenin sürekli olacağı düşüncesine de güç ka-zandırmıştır.

Atatürk, ekonominin çarklarını döndürmek için devlet girişimciliğinin önemini Keynes’den önce görmüş ve gereklerini hayata geçirmiştir. Bu nedenle Atatürk, kan ve ateşle örülü bir yokluk ortamında, Türkiye’nin bağımsızlığını ve varlığını ger-çekleştirme mücadelesini sürdürürken, gerekli gördüğü ilkeler arasına Devletçiliği de yerleştirmiştir. Aslında dünyadaki gelişmeler de o yıllarda devletçilik ilkesinin uygulanmasını zorunlu kılmaktaydı. “Laissez Faire”ci liberal ekonomi politikaları Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere gelişmiş batı ülkelerinde başarı-sızlığa uğrayarak büyük bir ekonomik bunalıma dönüşmüştü. Dünya Ekonomisi, tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşarken, Türkiye, Atatürk'ün akılcı ekonomi politikaları sayesinde bu buhranı en hafif biçimde atlatmıştır.

Atatürk'ün ekonomik politikasının temelleri ve esasları, 1930-1940 arasındaki ikinci dönemde ortaya çıkmış ve en üst düzeye ulaşmıştır. Bu dönemde; devletin öncülüğü, devlet yatırımcılığı, devlet işletmeciliği, ekonominin devletin belirlediği hedeflere yönlendirilmesi gibi hususlar ağırlık kazanmıştır. Atatürk, devletçilik konusunda “Bizim izlediğimiz devletçilik, bireysel emek ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu gönence ve ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için ulusun genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde -özellikle ekonomik alanda- devleti fiilen ilgilendirmektir.” demektedir.

Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler adlı kitabında, Atatürk’ün Cumhurbaşkanı iken 1934 yılında hükümetin hazırladığı beş yıllık kalkınma planlarını incelerken elinde eski harflerle yayınlanmış bir broşürü gördüğünü ve bu broşürün “İktisat Esaslarımız” adını taşıdığını ve kapağında “Milletimiz mazisin-den değil artık istikbalinden mesuldür” cümlesinin yazılı olduğunu belirtmektedir.

Atatürk, Birinci Kalkınma Planı'nı 1933-1938 yılları, İkinci Kalkınma Planı'nı ise 1938-1944 yılları için hazırlatmıştır. Bu planlar Atatürk'ün Türk Ulusu'na armağan ettiği önemli bir ekonomik devrim hareketidir. Bu kalkınma planları eldeki kıt kaynaklarla halkın ihtiyaçlarının en iyi biçimde karşılanmasına yönelik olarak hazırlanmıştır. Türk Devriminin ekonomik kalkınmayı plana bağlamasıyla; tam çalışmayı, hızlı ve dengeli sermaye birikimini, dış ödemeler dengesini, enflasyon-suz hızlı kalkınmayı, bölgeler arası dengeli kalkınmayı, özel girişimin gelişmesini, hızlı teknolojik gelişme için yabancı sermaye ile işbirliğini gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Her iki kalkınma planının da temel amacı, hammaddesi Türkiye'de olmasına karşın dışardan ithal edilmek zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamaktı. Bu amaçla tekstil, iplik ve dokuma fabrikaları kurulmuş, devletin teşvikiyle özel girişim olarak bazı çiftçilerin de katılmasıyla Alpullu ve Eskişehir gibi bazı şeker fabrikalarının kurulmasına girişilmiş ve bunlar gerçekleş-tirilmiştir. 1925 yılında devlet sermayesiyle Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuş-tur. Bankanın amacı fabrika kurup yönetmek olarak belirlenmiştir. Bu bankanın desteğiyle Kayseri-Bünyan İplik Fabrikası TAŞ, Isparta İplik Fabrikası TAŞ, Kütahya Çini İşleri TAŞ ve bunlar gibi bir çok özel kuruluş devletin de ortak olma-sıyla faaliyete geçmiştir.

Atatürk'ün fiilen ekonomiyi yönlendirdiği dönemde gerçekleştirdiği somut ekonomik girişimler, on beş yıl gibi kısa bir zamanda nasıl olağanüstü bir kalkınma çabasına girişildiğini göstermeye yeterlidir.

Bunlardan bazıları; Türkiye İş Bankası’nın açılması, Uşak’ta şeker fabrikası, Kayseri’de uçak fabrikası, Kayseri Bünyan’da dokuma fabrikası, Ereğli Bez Fabrikası, Nazilli Bez Fabrikası, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Gemlik Suni İpek Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası, İzmit Kağıt Fabrikası, Kayseri İplik ve Bez Fabrikası, Eskişehir Şeker Fabrikası, Ticaret ve Sanayi Odalarının kurul-ması, Türkiye Ticaret ve Sanayi Odaları Kongresi, İstatistik Umum Müdürlüğü, Hükümete iktisadi konularda fikir vermek amacıyla çeşitli meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan Ali İktisat Meclisi, Birinci ve İkinci Kalkınma Planları, 1927 yılında Teşviki Sanayi Kanunu, 1930 yılında Sanayi Kongresi, 1931 yılında Ziraat Kongresi, Aşar Vergisinin kaldırılması, demiryollarının satın alınarak ulusal-laştırılması, Ulusal Ekonomi ve Araştırma Kurumu kurulması. Ve daha başkaları…

Atatürk’ün devletçilik anlayışındaki “planlı ekonomi siyaseti”, devlet merkezli değil tersine kaynak kullanımının hangi sektörlerde sanayileşmeyi sağlayıp sağlamadığını ortaya çıkaran demokratik plan anlayışıdır. Birinci (1932) ve İkinci (1936) Sanayi Planlarında programa alınan yatırımların tümü, o tarihe kadar hiçbir ülkede benzerine rastlanmayan bir anlayışla, verimlilik hesaplarına dayandırılmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün ekonomi siyaseti, kaynakların nesnel üretime dönüş-mesini öngörüyordu ve şimdiki gibi reel (üretken, nesnel) ekonomi, parasal ekono-minin arkasından sürüklenir duruma gelmemişti.

Atatürk’ün planlı ekonomi anlayışı, ulusal çıkar ve halkçılık temeline dayan-maktadır. Bu nedenle yeterince gelişmemiş bölgelerde, o bölgenin kaynaklarını kullanıcı, gerekirse yeni kaynaklar yaratıcı bir politika ve plan yatar. Bu anlayış sayesinde Türkiye'nin geri kalmış bölgelerinde, yüzyıllardır özel sektörce yapılma-mış yatırımlar, 1930’lar Türkiyesi’nin güç koşullarında yapılmıştır. Atatürk’ün bu modelinde kamusal girişim, kalkınma hamlesinin merkezine oturtulduğu için özel sektörün, kâr getirmeyeceği için yapmadığı yatırımları bile finanse etmeyi göze almıştır. Ancak, günümüzde de varlığını ve önemini koruyan ve halen çözüm-lenemeyen en önemli konulardan biridir bölge ve iller arası ekonomik gelişmişlik farkı. Bugün Türkiye üretiminin beşte biri İstanbul'da, yüzde 40’ı da Marmara Böl-gesi'nde yapılmaktadır. Bu durum, 1970’li yıllarda hızlanan bir biçimde iç göç ol-gusunu da getirmiş, plansız kalkınmanın başlıca sorunlarından biri haline gelmiştir.

1930'larda bölgesel eşitliği sağlama amacıyla getirilen KİT modelinin etkisizleştirilmesi yönündeki çabalar da bunda etkili olmuş, zaten yeni yatırımlara ve üretime yönelik olmayan son yılların ekonomi politikalarıyla içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Atatürk, özellikle yönetim, eğitim, ekonomi, kültür, sanat konularını içeren söylevlerinde sürekli olarak ileriyi düşünme, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma vurgusu yapmaktadır. 1 Kasım 1937’de Büyük Millet Meclisini açış söylevinde; “Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılap yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı ancak, türeli bir planla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir” demektedir.

Atatürk, sürdürülebilir bir kalkınma için ekonomik istikrara ne derecede önem verdiğini politika ve uygulamalarıyla göstermiştir. Atatürk döneminde dış ticaret açığı olmadan, enflasyona başvurulmadan, dengeli ve istikrarlı bir kalkınma sağlan-mıştır. Atatürk, para sıkıntısına bir çözüm yolu olarak emisyona başvurulması önerilerine her defasında karşı çıkmıştır.

Atatürk’ün temel ekonomik hedefi bütün toplumun mümkün olduğu kadar kısa sürede kalkınmasını sağlamak yönündedir. Osmanlı’dan alınan kötü miras bu yolda önemli engeller oluşturmuş ancak yine de az zamanda çok büyük işler yapıl-mıştır.

1933-1938 yılları arasındaki döneme, Türk sanayisinin ilk ve planlı kuruluş aşaması olarak bakılabilir. Yapılacak işler ciddi etütlere dayanan bir plana bağlan-mış, iç ve dış finansman sağlanarak çok başarılı uygulama sonuçları elde edilmiştir. Ham madde kaynakları ile enerji sorunları ciddiyetle ele alınmış, konunun bilimsel ve teknik yönü ile ciddi şekilde uğraşılmıştır.

Bu dönemde yapılan yatırımlar, hep devletçilik ilkesi adı altında yapılmıştır. Programın finansmanı, geniş ölçüde vergiler, iç istikrar ve devlet bankalarının kredileri ile karşılanmıştır. Ayrıca, 1934 yılında Sovyetler Birliğinden 8 milyon dolar, 1938’de İngiltere’den 13 milyon sterlin dış borç sağlanmıştır.

Yeni devletin kuruluşundan Atatürk’ün ölümüne kadar olan bu dönemin bir çok bakımdan özellikleri vardır:

a) Dış ticaret açığı olmadan enflasyona başvurulmadan dengeli ve istikrarlı bir kalkınma sağlanmıştır.

cool.png Hükümet, dış ticaret aktifinin sağladığı döviz geliriyle altın stokunu artır-maya çalışmıştır. 1931’de 6 ton olan altın rezervleri 1932’de 14 tona, 1933’de 17 tona, 1934’de 19 tona, 1937’de 26 tona çıkmıştır.

c) Mali dengenin korunmasına büyük itina gösterilmiştir. Ancak karşılaşılan zorluklar hükümetin tedbir almasını gerekli kılmıştır. Hükümet başkanı olarak İsmet İnönü para sıkıntısına karşı bir çözüm yolu olarak emisyon yapılmasını istemiştir. Devlet başkanı olarak Atatürk’te her defasında karşı çıkmıştır. Atatürk'ün ekonomi politikasında makroekonomik istikrarın önemli bir yeri olmuştur. Öyle ki, enflasyonsuz para politikası Cumhuriyet tarihinde sadece Ata-türk zamanında uygulanabilmiştir. İsmet İnönü, bu konuda Atatürk’e götürdüğü öneriler için, “Hükümet olarak yılda iki kez ödeme yapamayacak duruma düştüğü-müz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun bizi ferahlata-cağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile evet dedirtemedim” demektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde enflasyon sorunu Atatürk'ün ölümünden sonra başlamış ve bir daha da durdurulamamıştır.

Atatürk’ün ekonomi politikası çağımızın gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerine yön verebilecek özellikler taşımaktadır. Bu özellikler;

a) İmtiyazsız ve sınıfsız biçimde bütün halkın refahını yükseltmektir.

cool.png Bütün toplumun mümkün olduğu kadar kısa sürede kalkınabilmesi için ekonomik ve sosyal kalkınmaya bir bütün olarak yaklaşmak gerekir.

c) Atatürk’ün ekonomi politikasının temelinde piyasa ekonomisinin kuralları vardır. Devlet doğrudan endüstri, ticaret işleri yaptığı zaman kendisi de pazarın koşul ve kurallarına uymalıdır.

d) Atatürk pazarlardaki rekabet kurullarının işleyişini bir kalkınma planının disiplini içinde düşünmüştür.

e) Ekonomiye, ekonomi dışından yapılacak müdahalelere karşı önlemler almıştır.

f) Ülkede enflasyonun önlenmesi yurt içinde ve yurt dışında devlet hazinesi itibarının en yüksek düzeyde tutulması için bütçe denkliğine ithalat ve ihracat denk-liğine ve devlet yatırım harcamalarının devlet gelirleri toplamına denk olmasına dikkat edilmelidir.

g) Atatürk’ün ekonomi politikasının önemli bir amacı da ülkede tam çalış-manın sağlanmasıdır.

Atatürk’ün ekonomi politikasının temel amacı imtiyazsız ve sınıfsız biçimde bütün halkın refahının yükseltilmesidir. Bütün toplumun mümkün olduğu kadar kısa sürede kalkınabilmesi için ekonomik ve sosyal kalkınmaya bir bütün olarak yaklaşmak gereklidir.

Diğer bir deyişle bütün devrimler ve ekonomik kalkınma amacıyla yapılan uygulamalar birbirini desteklemelidir. Ekonomik ve sosyal kalkınmayı bu biçimde ele alış, son yıllarda gelişmekte olan ülkeler için çağdaş ekonomik plancılar ve işlet-mecilerce öne sürülen sistem yaklaşımının bir uygulamasıdır. Atatürk’ün ekonomi politikasının temelinde piyasa ekonomisinin kuralları vardır. Devlet pazarların kurallarına uymak zorundadır. Hatta devlet doğrudan endüstri ticaret işleri yaptığı zaman kendisi de pazarın koşul ve kurallarına uymalıdır.

Atatürk; “Kesin zaruret olmadıkça piyasalara karışılamaz, bununla beraber hiçbir piyasa da başıboş değildir. Sırası gelmişken Cumhuriyetin tüccar telakkisini de kısaca ifade edeyim; tüccar, milletin emeği ve üretimi kıymetlen-dirilmek için eline ve zekasına emniyet edilen ve bu bakımdan ihracatçılar hakkın-daki kanun, murakabe hakkındaki kanun, teşkilatlandırma hakkındaki hükümler müspet neticelerini vermektedir.” demiştir.

Atatürk, pazarlardaki rekabet kurallarının işleyişini, bir kalkınma planının disiplini içinde düşünmüştür. Planlı kalkınma düşüncesi ekonomik ve toplumsal kalkınma sorunları ile ilk karşılaştığı anlarda başlamıştır. Planlı kalkınmayı düşü-nürken aynı zamanda ekonomiye, ekonomi dışından müdahaleler yapılabileceğini düşünerek buna karşı önlemleri de zamanında alabilmiştir. Ali İktisat Meclisini, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetini, Türkiye İş Bankasını kurdurmasının, bu bankanın azınlıktaki bir devlet hissesiyle halkın ortaklığında mümkün olduğu kadar özerk çalışmasını sağlamasının, T.C. Merkez Bankası hisselerine halkın katılma-sıyla özerkliğin korunmasına özen göstermesinin, ekonomik uygulamalardan önce yerli yabancı uzmanlarla uzun süre tartışma yapmasının temelinde ekonomik sorun-lara ekonomi dışı müdahaleleri önleme amacı yatmaktadır.

Atatürk’ün ekonomi politikası üç temel dengeye dayanmaktadır.

- Devlet bütçesi denk olmalıdır.

- Devletin yatırım harcamaları bütçe fazlaları ile iç ve dış borçlanmadan elde edilen devlet gelirleri toplamına denk olmalıdır.

- İthalat, ihracat denk olmalıdır.

Bu üç denkliği korumanın amacı, ülkede enflasyonun önlenmesi ve yurt içinde ve yurt dışında devlet hazinesi itibarının en yüksek düzeyde tutulmasıdır. Atatürk, ödemeler dengesini korumanın tek yolunu dış ticaret dengesinin korunmasında bulmaktadır. Onun için ihracat yapmadan ithalatı artırmanın yolu yoktur. Hatta bu alanda belirli bir ülkeden ithalatın arttırılabilmesi için mutlaka o ülkeye ihracatı arttırmak gereklidir. Hızlı kalkınma ve devletleştirmeler devlet harcamalarını hızla arttıran uygulamalardır. Ancak O, yukarıdaki dengeleri bozmadan bunu yapabilme-nin yollarını sürekli olarak aramış, bulmuş ve uygulamıştır.

Atatürk’ün ülkeyi yönettiği 16 yıllık dönem boyunca, ülkede sözü edilebilecek bir hızlı enflasyon dönemi yoktur. Bazı krizlere rağmen Türk lirasının dış değeri 1921’de ve 1938’de aynı düzeydedir. Bu dönem, Türk ekonomisindeki kalkınma hızının Cumhuriyet ekonomi tarihinin en yüksek olduğu dönemlerden biridir. Atatürk’ün ekonomi politikasının önemli bir diğer amacı da ülkede tam çalışmanın sağlanmasıdır. Bütün ekonomik önlemlerden söz ederken çiftçiye, işçiye ve bütün faal nüfusa iş sağlanması görüşünden hareket etmesinin ve uygulama yaptırmasının başka anlamı olamaz.

Bu nedenlerle Atatürk devrimlerinin üst yapı devrimleri olduğu, bütün devrim-leri gibi ekonomi devrimi de Türk toplumunu temelden değiştirmek ve çağdaş-laştırmak amacına yönelmiştir. O’nun belki de bütün devrimleriyle eşdeğer bir ekonomi devrimi vardır. Her alanda olduğu gibi ekonomi alanında da daha uzun yıllar bizlere onun ışığı yol gösterecektir.

 

 

KAYNAKÇA

Prof. Dr. Afet İNAN, Medeni Bilgi ve M. Kemal Atatürk'ün EI Yazıları.

Prof. Dr. Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler.

Prof. Dr. Bilsay KURUÇ, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası.

Prof. Dr. Bilsay KURUÇ, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi.

Prof. Dr. Cihan DURA, Atatürk Devrimi Yarım Kaldı.

Prof. Dr. Cihan DURA, Türkiye Ekonomisi.

Hamza EROĞLU, Atatürk ve Devletçilik.

Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam.

Yalçın KÜÇÜK, Planlama, Kalkınma ve Türkiye.

Seriye SEZEN, Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye’de Planlama.

Suna KİLİ, Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli.

Mustafa A. AYSAN, Atatürk'ün Ekonomik Politikası.

Mutlu DEMİRKAN, Kemalist Ekonomi Politikası.İl Gelişme Stratejileri ve Politikaları Alt Komisyonu Raporu, DPT- Ankara, 2006.

Haluk BİLGESAY, Atatürk’ün Yönetim ve Ekonomi Anlayışında Vizyon, Misyon Kavramlarının Karşılığı, Türk İdare Dergisi, Sayı 451, Mart 2006.

Kaynak:TİD Kay.tar:19.8.2008

blue.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Benim yazilarimda, hangi izmi gordun ki!

 

Evrensel hukuk insan haklari her turlu farkin hak ve ozgurlugu bir izm degil; insanlik hakkidir.

 

Evrensel hukuk Türkiye'nin bölünmesini mi salik veriyor,hangi üstün zekali! bu iddiada bulunuyor.Yazilarimda hangi IZM'i gördün diye sormussun,söyleyeyim:EMPERYALIZMI gördüm.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

 

Evrensel hukuk Türkiye'nin bölünmesini mi salik veriyor,hangi üstün zekali! bu iddiada bulunuyor.Yazilarimda hangi IZM'i gördün diye sormussun,söyleyeyim:EMPERYALIZMI gördüm.

 

saygilarla

 

Hayir sadece her turlu farkin fark hak ve ozgurlugunu ayni cografya da korumayi salik veriyor.

 

Evet sizler zaten bu milliyetciliginizle yeteri kadar emperyalizme destek veriyorsunuz. Inan yarin bu ulke bolunurse sizin gibi milliyetcilerin yuzunden bolunecek. Ama bir ise de yaramayacak. Cunku turk ve kurd o kadar ic ice girmis ki, ne kadar ayirirsan ayir, ancak kendini ikiye bolersen kurtulursun.

 

Cunku milliyetcilik mikroayrimci soros ideolojisinin tam destekcisidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bence Türk, Kürt isim nitelemesi bile bölücülüktür, ötekileştirmektir. İnsanoğlu farklı coğrafyalarda farklı kültürler edinmiştir. Farklılık sadece budur. İrdelenecekse farklı kültürlerin nedeni ve kaynakları irdelenmelidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bence Türk, Kürt isim nitelemesi bile bölücülüktür, ötekileştirmektir. İnsanoğlu farklı coğrafyalarda farklı kültürler edinmiştir. Farklılık sadece budur. İrdelenecekse farklı kültürlerin nedeni ve kaynakları irdelenmelidir.

 

Burada algilanmak istenmeyen gayet aciktir. Gozlem veren bir varliktan bahsetmekten kacmak, yani gerceklere goz yummak. Bugun bir arkadasin geliyor ve sana "ben kurdum" diyor, ne yapacaksin?

 

Eger milliyetcilik olarak kendi acindan "ben milliyetci degilim" demek istiyorsan, o zaman senin milliyetin ne sorusuna ne yanit vereceksin? Ya da farkli kokenler ayni yaniti mi verecek.

 

Farklari ortaya koymak degildir, boluculuk; farklari yok saymak ve otekilestirmek ya da kabul etmemek ve distalamaktir. Bu da tek bir milliyetciligi one cikararak olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bakin, turk, ya da kurd ya da baska; milliyetcilere sorulan soru sudur;

 

"Turkiye'de turklerin disinda baska etnik kokene sahip kisiler halklar yasiyor mu/yasamiyor mu?"

 

Bu sorunun cevabi iki tuludur.

 

Ya ideolojik inancsal milliyetciligin sahiplendigi sekilde gozlem inkar edilir ve "hayir" denir; ya da soyle bir ulkeye bakilir ve gozlem olarak "evet" denir.

 

Buradaki "hayir" zaten gercegi inkardir ve turk olarak kendine gormeyenleri otekilestirmek ve ayrilmaya zorlamaktir. Yani boluculuk yapmaktir.

 

Evet demek iki sekildedir. Ya mikroayrimci temelde ayrilik onerilir, ya da antiayrimci temelde farki algilayarak ve kabullenerek birlikte yasam onerilir.

 

Buradaki ayrilik onerisi de ayni inkar gibi boluculuktur.

 

Kisaca ya gercekler algilanacak farklar ayrilacak, yagercekler algilanacak farklar bir arada tutulacak; ya da gercekler inkar edilecek farklar otekilestirilecek ve distalanacak ve ayrilmaya zorlanacaktir.

 

Secim de gayet basittir. Ulke butunlugunden yanalik mi/ulke bolunmuslugunden yanalik mi?

 

Eger ulkebutunlugunden yanalik ise hem farklar algilanacak hem de farklarta yasam hak ve ozgurlugu taninacak. Aksi boluculuktur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bilinçli çağdaş insan milliyetin peşine düşmez. Bilir ki bu da bir inanç gibi soyut bir kavram. Milliyete ait soruyu önemsemez. Cevap alanın da aynı bilinçte olması istenir.

 

İnsanları ötekileştiren her şey dışlanmalı. Ha, bir tek geriye kültür farkı kalır ki, bunun için de genel geçer evrensel kültür vardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bilinçli çağdaş insan milliyetin peşine düşmez. Bilir ki bu da bir inanç gibi soyut bir kavram. Milliyete ait soruyu önemsemez. Cevap alanın da aynı bilinçte olması istenir.

 

İnsanları ötekileştiren her şey dışlanmalı. Ha, bir tek geriye kültür farkı kalır ki, bunun için de genel geçer evrensel kültür vardır.

 

Bu dedigin milliyeti olmanin bilinc ve farkindaligidir. Yani milliyeti milliyetciligetasimamak. Ama bu bilinc ve farkindalik ayni zamanda tasiyanlarin da hak ve ozgurlugunu tanimayi getirir. Cunku onlar henuz milliyet bilincinde degildir. O yuzden de milliyetlerini hak ve ozgurluk olarak one cikarmak isterler. Bunu onlemek hak ve ozgurluk ihlalidir.

 

O yuzden milliyet etnik kokensahibi olmak hak ve ozgurluktur, sorun bunu milliyetcile tasimaktadir. Yoksa zaten dunyada her bir kisinin bir milliyeti ve etnik kokeni zaten vardir ve bu onun kisilik kimligidir. Onemser ya da onemsemez. Ama kimse de bunu yok sayamaz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yoksa zaten dunyada her bir kisinin bir milliyeti ve etnik kokeni zaten vardir ve bu onun kisilik kimligidir.

 

Senin bir arkadaşımıza sorduğun bir soru vardı. Şimdi onu alıp ben sana soruyorum. Sen şimdi Türk olduğunu nasıl kanıtlayacaksın?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Senin bir arkadaşımıza sorduğun bir soru vardı. Şimdi onu alıp ben sana soruyorum. Sen şimdi Türk olduğunu nasıl kanıtlayacaksın?

 

Boyle bir seye ihtiyacim yok. Yani ben milliyet kavramini birey bilinci olarak asmis bir bilinc ve farkindaliga sahibim.

 

Yalniz bunu asamamis ve kendini turk olarak ifade eden bir kisinin de turklugunu yasamasi onun hak ve ozgurlugudur.

 

Sonucta turk olmak bir etik inancsal ideolojik dogrudur. Kisi bu inanci dogrulayarak kendine gerceklestirmistir. Bunun ne bilimsel ne de bilissel bir yani yoktur. Olgu olmadigindan da yanlislanamaz. Sadece dogrulayani baglar ve onun dogrusudur.

 

Kisaca milliyet te etnisite de ayni din inanci gibi etik bir degerdir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Boyle bir seye ihtiyacim yok. Yani ben milliyet kavramini birey bilinci olarak asmis bir bilinc ve farkindaliga sahibim.

 

Yalniz bunu asamamis ve kendini turk olarak ifade eden bir kisinin de turklugunu yasamasi onun hak ve ozgurlugudur.

 

Senin ihtiyacın yoksa onun da bu hakkını "özgürlüğüdür" olarak savunuyorsan sen de yanlışa çanak tutuyorsun demektir. Propaganda da insan yararına olmayan bir eylemdir. Beyin yıkamaktır.

 

Yarın birisi de kalkar "faydasız insanlar öldürülmelidir" fikrinin savunmasını yapar. İnsanları etkilemeye çalışır. Bu mu özgürlük?

 

Bir kişi kalksa da, toplu olan yerlerde katliam için bomba nasıl yapılır diye bir kitap yayınlasa, fikir özgürlüğüdür diye kayıtsız mı kalmalıyız? Yada "özgürlüğüdür, onun doğrusudur" diye destek mi olmalıyız?

 

Sonuçta insan yararına olmayan fikirlere karşı durmak bir insani görevdir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Senin ihtiyacın yoksa onun da bu hakkını "özgürlüğüdür" olarak savunuyorsan sen de yanlışa çanak tutuyorsun demektir. Propaganda da insan yararına olmayan bir eylemdir. Beyin yıkamaktır.

 

Yarın birisi de kalkar "faydasız insanlar öldürülmelidir" fikrinin savunmasını yapar. İnsanları etkilemeye çalışır. Bu mu özgürlük?

 

Bir kişi kalksa da, toplu olan yerlerde katliam için bomba nasıl yapılır diye bir kitap yayınlasa, fikir özgürlüğüdür diye kayıtsız mı kalmalıyız? Yada "özgürlüğüdür, onun doğrusudur" diye destek mi olmalıyız?

 

Sonuçta insan yararına olmayan fikirlere karşı durmak bir insani görevdir.

 

Ben kisilerin her turlu hak ve ozgurlugune saygi duyarim. Benim mucadelem dusuncesi iledir. Yani onun ile milliyetciligin bir sorun oldugunu tartisirim, ama hak ve ozgurlugunu desavunurum.

 

Bu herseyde gecerlidir. Ben bir dindarin dini uygulamalarinin onun hak ve ozgurlugu oldugunun bilincindeyim, ama onun ile de dusunce ve bilgi olarak dinin ve inancin bir sorun oldugunu tartisirim.

 

Ben dusunceler ile tartisirim, kisiler ile degil. Cunku insanoglunu yonlendiren onun dusuncesidir. Vucudu sadece aracidir. Dusunce degisince mucadele de degisir. Yani once dusuncenin degisimi gereklidir. Bende dusunceyi sorun olarak dile getirim. Kisinin kendine kisilik kimlik degeri yaptigi hak ve ozgurluklerini degil.

 

Ben benim ile taban tabana zit bir dusuncenin dile gelmesini hak ve ozgurluk olarak algilarim. Tabi ki o dusunce ile tartisirim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben kisilerin her turlu hak ve ozgurlugune saygi duyarim. Benim mucadelem dusuncesi iledir. Yani onun ile milliyetciligin bir sorun oldugunu tartisirim, ama hak ve ozgurlugunu desavunurum.

 

Böyle saçma bir şey olabilir mi? Yine senin bir yazında okudum insanların hak ve özgürlüğü diğerini hak ve özgürlüğünü etkilememeli demiştin.

 

İnsan yararına olmayan bilginin propagandasını yapmak, beyin yıkamak bir eylemdir. Fikir ancak beyinde taşınır, dışa vurum olmazsa suç olmaz. Beyin yıkamak bir suçtur. Eğitim bir tür faaliyettir.

 

"Ben zararlı fikri eleştiririm ama, beyin yıkama özgürlüğüne de destek olurum" absürd bir düşünce..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Böyle saçma bir şey olabilir mi? Yine senin bir yazında okudum insanların hak ve özgürlüğü diğerini hak ve özgürlüğünü etkilememeli demiştin.

 

İnsan yararına olmayan bilginin propagandasını yapmak, beyin yıkamak bir eylemdir. Fikir ancak beyinde taşınır, dışa vurum olmazsa suç olmaz. Beyin yıkamak bir suçtur. Eğitim bir tür faaliyettir.

 

"Ben zararlı fikri eleştiririm ama, beyin yıkama özgürlüğüne de destek olurum" absürd bir düşünce..

 

Yazilanlari verildigi gibi algiladigini zannetmiyorum. Ben kisilerin kendilerine kisilik kimlik degeri yaptiklarini yasam ve iliskilerine tasimalarini hak ve ozgurluk olarak algilarim. Tabi ki bu baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele etme hak ve ozgurlugu hakki tanimaz. Bunun yaninda da bu hak ve ozgurluk degerlerinin insanoglunu insanlastirmayan bir sorun oldugunu dusunce olarak aciklarim.

 

Benim bahsettigim hak ve ozgurlukler sadece kisinin kendi degeri. Baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele degil. Cunku hic bir hak ve ozgurluk, baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele edemez bu da evrensel hukukun hak ve ozgurluk ihlalidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yazilanlari verildigi gibi algiladigini zannetmiyorum.

 

Sonuçta bunu diyecektin zaten. Neyse bunu yapına atfediyorum. Polemik oluşur diye ben kullanmam. Verilenlerin çok açık ve net olmamasından dolayı algılayamasam da, en azından hak ve özgürlük adına söylediklerim çok açık ve net. Bu açıklık ve netlik üzerine konuşabilirsin.

 

Ben kisilerin kendilerine kisilik kimlik degeri yaptiklarini yasam ve iliskilerine tasimalarini hak ve ozgurluk olarak algilarim.

 

Teröristler kimlik değeri yaptıklarını yaşam ve ilişkilerine taşıyorlar. İnsanlarla ilişkilerini söylememe gerek var mı? Hadi teröristi de geçelim. Keza insan yararına olmayan bir ideolojinin misyonerliğini yapan, değerlerini yaşam ve ilişkilerine taşıyıp beyin yıkama eylemine girişmesi, onun hak ve özgürlüğü müdür? Destek alırsa sonuç ne olur? İnanç simgelerinin bile topluma çektirdikleri ortada..

 

Tabi ki bu baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele etme hak ve ozgurlugu hakki tanimaz. Bunun yaninda da bu hak ve ozgurluk degerlerinin insanoglunu insanlastirmayan bir sorun oldugunu dusunce olarak aciklarim.

 

Benim bahsettigim hak ve ozgurlukler sadece kisinin kendi degeri. Baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele degil. Cunku hic bir hak ve ozgurluk, baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele edemez bu da evrensel hukukun hak ve ozgurluk ihlalidir.

 

Peygamberler(!) mezhepçiler de kişisel değerlerini, kabullerini, ideolojisini "yaşam ve ilişkilerine taşıdı". İlişkileriyle insanları yönlendirdi. Bu yüzden günde yüzlerce insan ölüyor.

 

Benim bu çıkmaz için söylemek istediğim şu: İnsanlar değerlerini yalnızca kendi yaşamalı. Evrensel genel geçerler(bilim) dışında çocukları da dahil hiç kimseye bilgi, ideoloji empoze etmeye çalışmamalı. Edeni de hakkıdır, özgürlüğüdür diye savunmamalı. Bu bir eğitim sorunudur. Bu, aynı zamanda evrensel-insan olma özelliğidir. smile.png

 

Bu konuda da başka söyleyeceğim kalmadı. Teşekkürler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sonuçta bunu diyecektin zaten. Neyse bunu yapına atfediyorum. Polemik oluşur diye ben kullanmam. Verilenlerin çok açık ve net olmamasından dolayı algılayamasam da, en azından hak ve özgürlük adına söylediklerim çok açık ve net. Bu açıklık ve netlik üzerine konuşabilirsin.

 

 

 

Teröristler kimlik değeri yaptıklarını yaşam ve ilişkilerine taşıyorlar. İnsanlarla ilişkilerini söylememe gerek var mı? Hadi teröristi de geçelim. Keza insan yararına olmayan bir ideolojinin misyonerliğini yapan, değerlerini yaşam ve ilişkilerine taşıyıp beyin yıkama eylemine girişmesi, onun hak ve özgürlüğü müdür? Destek alırsa sonuç ne olur? İnanç simgelerinin bile topluma çektirdikleri ortada..

 

 

 

Peygamberler(!) mezhepçiler de kişisel değerlerini, kabullerini, ideolojisini "yaşam ve ilişkilerine taşıdı". İlişkileriyle insanları yönlendirdi. Bu yüzden günde yüzlerce insan ölüyor.

 

Benim bu çıkmaz için söylemek istediğim şu: İnsanlar değerlerini yalnızca kendi yaşamalı. Evrensel genel geçerler(bilim) dışında çocukları da dahil hiç kimseye bilgi, ideoloji empoze etmeye çalışmamalı. Edeni de hakkıdır, özgürlüğüdür diye savunmamalı. Bu bir eğitim sorunudur. Bu, aynı zamanda evrensel-insan olma özelliğidir. smile.png

 

Bu konuda da başka söyleyeceğim kalmadı. Teşekkürler.

 

Hk ve ozgurlukler bir ideoloji degildir. Kisinin evrensel hukuk ve insan haklari yasam ve iliski hakkidir.

 

Benim hakkim baskasinin ozgurlugu, benim ozgurlugum baskasinin hakki ile sinirlidir. Yani baskasinin hak ve ozgurlugune mudahele etmek, benim hak ve ozgurlugum degildir.

 

Iste bu temelde herkesin hak ve ozgurlugunun kollanmasi da evrensel hukukun gorevidir. Terorizm insan haklari her turlu ihlali hak ve ozgurluklere girmez. Cunku bunlar zaten baskasinin hak ve ozgurlugunu ihlaldir.

 

Konunun diger yani ise dusunsel mucadeledir. Yani ben verilen her turlu fark ayriminin insanoglunun bir insanlasamama sorunu oldugunu ortaya koyarim.

 

Umarim bu aciklamalar yeterli gelir. Eger degilse, aciklanmasi istenen bolum dile getirilebilir.

 

Kusura bakma, orasi "algiladigini" degil, "algilandigini" olacakti. Klavye hatasi her an hepimizin basinda. Aslinda azami dikati de gosteriyorum.

 

Sen evrensel hukuk hak ve ozgurluklerin insan haklari olarak her turlu savunusunda "insan yararina olmayan" bir seyin hak ve ozgurluk oldugunu dusunuyorsan, dile getirir misin?

 

Buradaki kilit nokta, baskasinin hak ve ozgurlugune mudahelenin hak ve ozgurluk olmadigidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.