Φ tülvent Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2012 Paylaş Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2012 ''... Almitra, "Bize sevgiden bahset..." dedi. Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı. Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı. Ve yüksek bir sesle konuşmaya başladı: "Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin, Yolları sarp ve dik olsa da... Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi, Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da... Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın, Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi, Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de... Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer. Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de... En yükseklere uzanıp, Güneş'le titreşen en hassas dallarınızı okşasa da, Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır, Toprağa tutunmaya çalıştıklarında... Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler... Bembeyaz olana kadar öğütür sizi; Esnekleşene kadar yoğurur; Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye, Sizi kendi kutsal ateşine savurur... Sevgi bütün bunları, Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar, Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzzünü yaratır... Ancak korkunun kıskacında, Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız, O zaman örtün çıplaklığınızı, Ve sevginin harman yerine adım atın... Adım atın, kahkahaların tümünün olmadığı, Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya, Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil... Sevgi hiçbirşey sunmaz, sadece kendisini, Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri... Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de; Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle... Sevdiğinizde, "Tanrı benim kalbimde," yerine, Şöyle deyin, "Ben kalbindeyim Tanrı'nın ..." Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına, Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, sizi değer bulduğunda... Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka... Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun... Erimek ve akmak,geceye şarkılar sunan bir dere misali, Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip, Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak, Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla... Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak, Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak... Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek... Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua, Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla..." Sonra Almitra tekrar konuştu: "Peki ya beraberlik?" Ve o cevap verdi: "Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız. Ölümün beyaz kanatları, sizin günlerinizi dağıttığında da beraber olacaksınız. Siz Tanrı'nın sessiz belleğinde bile beraber olacaksınız. Fakat birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın. Ve izin verin, cennetlerin rüzgarları aranızda dans edebilsin... Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın, Daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun. Birbirlerinizin bardaklarını doldurun; ancak aynı bardaktan içmeyin... Ekmeklerinizi paylaşın; ama birbirinizinkini yemeyin... Beraberce şarkı söyleyin, dans edin, coşun; fakat birbirinizin yalnızlığına izin verin; Tıpkı bir lavtanın tellerinin ayrı ayrı olup, yine de aynı müzikle titreşmeyi bilmeleri gibi... Birbirinize kalbinizi verin; ama diğerinin saklaması için değil; Çünkü yalnızca Hayat'ın eli, sizin kalplerinizi kavrıyabilir... Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil, Çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır; Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı, birbirinin gölgesi altında büyüyemez." Ve bir genç, şöyle dedi: "Bize arkadaşlıktan bahset." Ve o cevap verdi: "Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir. O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır. O sizin sofranız ve ocakbaşınızdır. Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız. Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda, ne 'hayır' demek zor gelir, ne de 'evet' demekten çekinirsiniz. Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir. Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar. Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız; Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın, dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi... Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin. Çünkü, salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır ve sadece yararsız olan yakalanır. Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun. Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse, meddini de bilmesine izin verin. Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş aramanızın anlamı olabilir mi? Onu, zamanı yaşatmak için arayın. Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir, boşluğunuzu doldurmak için değil. Ve arkadaşlığın hoşluğunda, kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun. Çünkü küçük şeylerin şebneminde, yürek sabahını bulur ve tazelenir." Sonra bir öğretmen, "Bize eğitimden bahset." dedi. Ve o cevap verdi: "Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz. Takipçileri arasında mabedin gölgesinde yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil sadece inancını ve sevgisini verebilir. Eğer gerçek bir bilgeyse, bilgeliğinin evine davet etmek yerine, sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir. Bir astronomi bilgini, size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir ama anlayışını size veremez. Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle bir şarkı söyleyebilir;ancak ne ritmi yakalayan kulağı, ne de onu ekolayan sesi size sunabilir. Ve semboller ilminde usta biri, size simgesel alanlardan söz eder, ama sizi oralara taşıyamaz. Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham, kanatlarını başka birine ödünç veremez. Ve nasıl herbiriniz Tanrı'nın bilgisinde özgün bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı'yı kayrayışınız ve dünyayı anlayışınız tek başınıza ve size özel olacaktır." Sonra bir avukat, "Bize kurallardan bahset..." dedi. Ve o cevap verdi: "Siz kurallar koymayı çok seversiniz, Ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz. Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi. Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus kıyıya kum taşımaya devam eder. Ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler. Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler. Fakat yaşamı bir okyanus ve insanların koyduğu kuralları kumdan kuleler olarak görmeyen kişiler için ne diyebiliriz? Onlar için yaşam bir kaya, ve kanun bu kayayı kendi isteklerine göre oyup şekillendirmek için kullanacakları bir keski gibidir. Danscılardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz? Veya boyunduruğundan hoşnut olup, ormanındaki geyiği başıboş bir serseri olarak yargılayan bir öküz için? Peki, derisini dökemediği için, diğerlerini çıplak ve ahlaksız olarak niteleyen yaşlı bir sürüngene ne demeli? Veya bir düğün şölenine erkenden gelen, iyice karnını doyurduktan ve yorulduktan sonra, yemekleri ve eğlenceyi kötüleyen biri için? Bunlar hakkında söyleyebileceğim tek şey, hepsinin güneş ışığı altında oldukları halde, Güneş'e sırtlarını dönmüş olduklarıdır. Onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onların kanunları olur. Ve onlar için Güneş, bir gölge yaratıcısından başka ne olabilir ki? Ve onlar için kurallara uymak, başlarını yere eğip, toprak üzerindeki gölgelerini izlemekten başka bir şey değildir. Ancak yüzünü Güneş'e çevirmiş olanlarınızı, toprak üzerine çizilmiş imajlar durdurabilir mi? Eğer rüzgarla yolculuk ediyorsanız, hangi rüzgar gülü yönünüzü çizebilir? Eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama başka birinin hücresinin kapısında değil, hangi kanun sizi sınırlayabilir? Ve eğer dansederseniz, ama başka birinin zincirlerine takılıp sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir? Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, bir lirin tellerini gevşetebilirsiniz,ama bir tarla kuşuna şarkı söylememesi için kim emir verebilir ki?" Ve bir öğrenci, "Bize konuşmadan bahset" dedi. Ve o cevap verdi: "Siz konuştuğunuzda,düşüncelerinizle barış içinde olmayı terkedersiniz; Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız. Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur. Ve konuşmalarınızın çoğunda, düşünce yarı yarıya katledilir; Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir; kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz. Aranızda bazıları,yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar; Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak kendilerinigözleri önüne serer,ki onlar bundan kaçarlar. Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı bir gerçeği ifşa edebilirler. Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır, ama onu kelimelerle dile getirmezler. Böylelerinin sinelerinde ruh,ritmik bir sessizlik içinde dinlenir. Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun dudaklarınıza doğru hareket etmesini ve dilinizi yönetmesini sağlayın. Sesinizin içindeki sesin,onun kulağının içindeki kulağa seslenmesine izin verin; Çünkü onun ruhu,sizin kalbinizin gerçeğini saklıyacaktır; Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile, şarabın tadının ağızda kalması gibi..." Ve bir adam şöyle dedi: "Bize kendini bilişden bahset." Ve o cevap verdi: "Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir. Ancak kulaklarınız, kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur. Düşüncelerinizde daima bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz. Rüyalarınızın çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz. Ve böyle de olması gerekir. Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli ve çağıldayarak denize doğru koşmalı; Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri gözlerinizin önüne serilecektir. Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın; Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın. Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir. 'Tek doğruyu buldum' değil, 'Bir doğruyu buldum' deyin. 'Ruha giden yolu buldum' değil, 'Kendi yolumda yürürken ruhu buldum' deyin. Çünkü ruh, her yolda yürür. Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür; ne de bir kamış gibi dümdüz büyür. Ruh, sayısız taç yaprakları olan bir lotus çiçeği gibi açılır." Sonra, varlıklı bir adam konuştu: "Bize vermekten bahset." Ve o cevap verdi: "Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz; Gerçek veriş, kendinizden vermektir. Çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız olabilir diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi? Ve yarın, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini, iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir? Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka birşey değil midir? Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi? Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar, ki bu da armağanlarını yararsız kılar. Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler. Bunlar hayata ve hayatın definesine inananlardır, ve kasaları hiç boş kalmaz. Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür. Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir. Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler, ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar; Onlar, şu vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler. Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve onların gözlerinden Tanrı, dünyaya gülümser. İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır. Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç getirir. Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi? Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir. Öyleyse şimdi verin ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yaşayın.. Çoğunlukla şöyle dersiniz: 'Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.' Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler. Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler. Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder. Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan, sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir. Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve güvenden daha büyük bir değer var mıdır? Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz? Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görün. Çünkü gerçekte herşeyi veren hayattır ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde, sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz. Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz,ne kendinize ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için, hiç bir minnet hissi taşımayın. Bunun yerine, armağanları kanat yaparak, verenle beraber yükselin; Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak, annesi özgür yürekli dünya, babası evren olan cömertlik olgusundan şüphe etmek demektir..." Ve bir kadın, "Bize acıdan bahset" dedi. Ve o cevap verdi: "Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır. Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi Güneş'i görebilsin diye kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz. Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini hayranlıkla izlemek üzere açarsanız,acınızın, neşenizden hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz; Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini kabul ettiğiniz gibi, aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylıyacaksınız. Ve kederinizin kışını da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz. Acılarınızın çoğu sizin tarafından seçilmiştir. Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı iyileştirmek için sunduğu "acı" ilaçtır. Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için; Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri "Görülmeyen"in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir. Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da, O'nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır." Şehri yılda bir ziyaret eden bir münzevi şöyle dedi: "Bize hazdan bahset." O, konuşmaya başladı: "Haz bir özgürlük şarkısıdır, Ama özgürlük değil... Haz, arzuların tomurcuğudur, Ama meyvesi değil... Yükselişi çağıran bir derinliktir, Ama ne derin, ne de yüksek olandır... Kafestekinin kanatlanışıdır, Mekanla sınırlanmış değildir... Haz, aslında bir özgürlük şarkısıdır... Bu şarkıyı tüm kalbinizle söyleyin, Ama şarkıda kalbinizi yitirmeden... Gençliğin büyük bölümü hazzı arar, sanki haz herşey gibi; ama yargılanır ve azarlanırlar. Ben onları ne yargılar, ne azarlarım. Bırakın arasınlar... Çünkü onlar arayışlarındayalnızca hazzı bulmayacaklar. Hazzın yedi kızkardeşi vardır ve en küçükleri bile hazdan daha muhteşemdir. Bitki kökleri için toprağı kazarken hazine bulan adamın hikayesini duymadınız mı? Aranızda daha olgun olan bazıları geçmişte yaşadıkları hazları, sarhoşken işlenen yanlışlar misali, pişmanlıkla hatırlar. Fakat pişmanlık aklın bulutlandırılmasıdır, uslandırılması değil. Onlar hazlarını minnetle anmalıdırlar, bir yazın sonundaki hasat gibi. Yine de onları unutmak rahatlatıyorsa, bırakın rahat kalsınlar. Arayanlar kadar genç, hatırlayanlar kadar yaşlı olmayanlar ise, ruhun gereklerini ihmal etmek veya kabahat işlemek korkusuyla hazdan sakınırlar. Fakat onları da yönlendiren hazdır; bitki kökleri için toprağı titreyen ellerle kazsalar bile onlar da hazineyi bulurlar. Söyleyin bana, onlar kim ki ruhu gücendirsinler? Bülbül gecenin sessizliğini veya ateş böceği yıldızları gücendirebilir mi? Ve sizin ateşiniz veya dumanınız rüzgara yük olur mu? Nasıl olur da ruhu, bir çomakla karıştırabileceğiniz sakin bir havuz gibi algılayabilirsiniz? Çoğunlukla, hazzı reddettiğinizde asıl yaptığınız, varlığınızın gizli yerlerinde arzuyu depolamak olacaktır. Bugün ihmal edilenin yarını beklemediğini kim bilebilir? Ve bedeniniz, ruhunuzun müzik aletidir. Ve güzel müzik veya anlaşılmaz sesler çıkarmak size kalmıştır. Şimdi kalbinize sorun: 'Bizim için iyi olan hazla zararlı hazzı nasıl ayırabiliriz?' Kırlara, bahçelere çıkın; öğreneceksiniz ki çiçeklerden bal toplamak arının hazzıdır; balını sunmak ise çiçeğin... Çünkü arıya göre çiçek yaşamın kaynağıdır. Ve çiçek için arı sevginin ulağıdır. Ve ikisi için ise, hazzın verilmesi ve alınması bir gereksinim ve bir vecddir... Hazlarınızda arılar ve çiçekler gibi olun..." Sonra bir kadın konuştu: "Bize haz ve ıstıraptan bahset." Ve o cevap verdi: "Hazzınız, ıstırabınızın maskesiz halidir. Ve kahkahanızın yükseldiği aynı kuyu, sık sık gözyaşlarınızla dolar. Başka türlü olabilmesi mümkün müdür? Istırabın içinize kazıdığı alan ne kadar derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir. Ve şarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında yanan aynı kadeh değil midir? Ve sesi ruhunuzu okşayan lavta, daha önce bıçaklarla oyulan tahtayla bir değil midir? Kendinizi neşeli hissettiğinizde kalbinizin derinliklerine inin. Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren, daha önce üzülmenize neden olmuştu. Üzgün olduğunuzde, tekrar kalbinize dönün. Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan bir şey için ağlıyorsunuz. Bazılarınız, "Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır" der; diğerleri ise, "Hayır, ıstırap daha anlamlıdır". Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum. Onlar beraber gelirler. Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken, unutmayın ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur. Gerçekte siz, hazzınızla ıstırabınız arasında bir terazi konumundasınız. Sadece boş olduğunuzda, hareketsiz ve dengede kalabilirsiniz. Bir hazine avcısı, altın ve gümüşünü tartmak için sizi kullandığında, haz ve ıstırap kefeleriniz, ister istemez, yükselip alçalacaktır." Ve bir astronomi bilgini, "Bize zamandan bahset" dedi. Ve o cevap verdi: "Ölçüsüz ve ölçülemeyen zamanı ölçebileceksiniz. Davranışlarınızı ayarlayacak, ve hatta ruhunuzun rotasını, saatlere ve mevsimlere göre yönlendirebileceksiniz. Zamanı, kıyısında oturup, akışını izleyeceğiniz bir nehir haline döndüreceksiniz. İçinizde zamana bağlı olmadan varolan öz, yaşamın zamandan bağımsızlığının zaten farkındadır; Ve bilir ki, dün bugünün anısı, yarın ise bugünün rüyasıdır. Ve yine bilir ki, içinizde şarkı söyleyen veya düşünen özünüz, hala yıldızları uzaya dağıtan o ilk an'ın içinde devinmektedir. Aranızda, özündeki sevme gücünün sınırsızlığını hissetmeyen var mıdır acaba? Yine de bu hudutsuzluğuyla aynı sevginin, bir sevgi düşüncesinden diğerine, bir sevgi davranışından bir başkasına, kendi varlığının tam orta yerinde sımsıkı ve hareket etmeden durduğunu kim hissetmez? Ve zaman da, tıpkı sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez değil midir? Yine de eğer düşüncenizde zamanı mevsimlerle ölçmek isterseniz, her mevsimin diğerlerini içermesine izin verin. Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla, geleceği ise özlemle kucaklasın." Ve bir yaşlı din adamı ''Bize dinden söz et'' dedi. Ve o cevap verdi: Bahsettim ya, dinlemedin mi? Kim zamanını, ''Siz zamanınızı, bunlar Allah’ın saatlarıdır, bunlar bizim saatlerimizdir diye ayırabilir misiniz? Öyleyse din, yaşadığımız hayat ve tüm davranışlarımızdır. Her an Allah huzurunda olduğunun bilincinde, öylesine titiz, doğruyu gözeterek temiz bir hayat yaşamaktan daha güzel bir din olur mu?” Her kim ki ahlakını en güzel elbise gibi taşır, o çıplak olsa daha iyi eder. Rüzgar ve güneş, derisinde delikler açmayacatır. Ve her kimki gidişini ahlak ilmine göre düzenlerse kendi ötücü kuşunu bir kafeste tutar. En özgür ezgi, çubuk ile demir tel arasından gecmez. Her kim için ki ibadet, açılacak ve kapanacak bir penceredir, onun ruhunun mekanı, pencereleri bir şafaktan digerine kadar açık olup henüz ziyaret edilmemiştir. Günlük hayatınız sizin mabediniz ve sizin dininizdir. Siz oraya girdiğiniz zaman bütün varlığınızı kendinizle beraber alınız. İhtiyaç için veya zevkiniz için hazırladığınız şeyleri, Sapanı, demirci ocağını ve tokmağı ve lavtayı alınız. Çünkü rüyada üstünlüğünüzün üzerine çıkamazsınız, ne de başarısızlıklarınızın altına düşebilirsiniz. Ve kendinizle birlikte bütün insanları alınız: Çünkü ibadette siz onların ümitlerinin çok yüksegine çıkmazsınız, ne de onların ümitsizliklerinin altına ínersiniz. Ve Tanrıyı tanımak istiyorsanız, bilinmezleri çözmek için zihninizi fazla yormayınız. Daha iyisi etrafınıza bakınız, onu bulutların içinde gezerken, kollarını şimşeğin içinde açmışken ve yağmur olarak inerken göreceksiniz. Siz O'nu, çiçeklerin arasında gülümserken, sonra yükselirken ve ağaçların arasında ellerini kımıldatırken göreceksiniz. Halil Cibran Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.