Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

gloria

Önerilen İletiler

İHSAN OKTAY ANAR’IN YENİ KİTABI ÇIKTI

 

YEDİNCİ GÜN

 

Yazar: İhsan Oktay Anar

Editör: Nihat Tuna

Yayınevi: İletişim

Sayfa sayısı: 240

 

En son 2007 yılında çıkan “Suskunlar” adlı kitabından sonra İhsan Oktay Anar ile uzun bir ayrılık dönemi yaşamıştık. 25 Ağustos 2012 itibariyle ise “Yedinci Gün” sayesinde İhsan Oktay Anar ile yeniden buluşmanın vakti geldi.

 

***

 

Çizgilerin kürelere, zamanın sonsuzluğa, sonsuzlukların da hayâllere dönüştüğü bir hikâyedir bu. Sıradan insanların sıra dışılığı, bilinen hikâyelerin düşlere dönüşümü, zaafların asîlleşmesi, erdemlerin ardındaki günâhkârlık tüm içtenliğiyle akacak zihinlere. İnsan olmanın en zayıf ve en yüce yanları, bir hikâyenin dokunuşuyla bir kez daha bilinebilir olacak. İhsan Oktay Anar, bu yeni düşüyle sizleri bir kez daha şaşırtacak. Çizgilerde değil kürelerde gezinecek, bilinen zamanların bilinmeyen anlarına yolculuk edeceksiniz. Alışık olmadığınız bu dünyanın kapısından girdiğinizde âşinalık hissedecek, sadeliğin ihtişâmına teslim olmanın rahatlığıyla kendinizi akışta yolculuk ederken bulacaksınız. (Arka kapaktan alıntıdır)

 

 

ihsan-oktay-anar-yedinci-gun1.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kitabın 66-68. sayfalarından alıntıdır.

 

"İçerisi ara sıra cızırdayan elektrikli birkaç ark lambasıyla az da olsa aydınlatılmıştı. 30 adam yüksekliğindeki ahşap tavanın sağında, her ne kadar isten kararmış olsa da "Allâh" lâfzı, solunda ise silinmeye yüz tutmuş "Muhammed" ismi yazılı olduğuna bakılırsa burası câmii gibi bir mübârek mekân olmalıydı, ama kelepçelenip demet hâline getirildikten sonra yirmisi otuzu duvarlara rapt edilmiş ve metrelerce uzanan elektrik kablolarına ne buyurulurdu? Zemin halılarla kaplıydı, üstelik her biri bir vakitler su içinde 300 lira edecek kıymetli halılardı bunlar, ancak şimdi kısmen ya da tamamen yanmış, üzerlerine kapkara makina yağı dökülmüş, sökülmüş, delinmiş, eprimiş, hebâ ve mahvolmuşlardı. Bunda, tez zamanda aktarılması gereken çatıdan akan yağmur sızıntısının da payı elbette yok değildi. Kapkalın ahşap kirişlerine, guruldayan ve ara sıra patır patır kanat çırpan güvercinlerin yuva yaptığı çatıdan gelen yağmur, sağ ve sol duvarlardaki Kâbe ve Mescid-i Âksa tasvîrlerini de berbat etmiş, küf içinde bırakmıştı. Tavan ve duvarlardaki ince bezemeler de bakımsızlıktan ve ihmâlden nasîplerini almışlardı. Birkaç ayrı yerde, kazma, kürek, balta ve kancalarla birlikte, nicedir değiştirilmediği için metan gazı kabarcıklarının yükseldiği ve rengi artık yeşile çalan su ile dolu yangın kovaları vardı. Tavandan tâ zemine sarkıp sürtünen bilek kalınlığında bir kablonun, naklettiği şiddetli elektrik cereyânı neticesinde, tuzağa düşmüş çılgın bir ejderha gibi, değdiği yerde elektrikî kıvılcımlar saça saça sağa sola, oraya buraya savrulduğunu gören İhsan Sait, yangına karşı neden bu kadar çok tedbir alındığını anladı. Bütün elektrikî tâkat, buhar makinesinin döndürdüğü, dökme demirden koskoca bir münevvebe tarafından elde ediliyordu. Ağzı bir karış açık olduğu hâlde sağı solu temâşâ eden İhsan Sait, kalayla kaplı bakırdan mamûl, yirmişer adam boyunda tam altı adet pırıl pırıl devâsâ meksefe gördü. Bu hayreti mûcip âlâttan hangisine bakacağını bilemediği için hiçbirini seçip doğru dürüst inceleyemiyordu: Kâh parmak kâh ibrişim kalınlığında bakır kablo veya tellerden yapılma dev bobinler, petek bobinler, ortalarındaki demir nüve ancak bir bucurgatla döndürülüp mühtezleri ayarlanabilecek daha büyük bobinler, parlak pirinç sürgülü reostalar ve sâbit mukâvemetler, maun kaplı kumanda levhalarında ibreleri kıpırdaşan ampermetreler, voltmetreler, şalterler, mütehavvil meksefeler, açık ve kapalı şalterler ve sâir edevât! Kablolardan ve bütün bu techîzâttan bir vınlama işitiliyor, ayrıca buhar makinesinin pistonu gidip geldikçe zemin sarsılıyordu. Etraf, bakır kabloları lehimlerken ateş kadar sıcak havyanın batırıldığı nişadırdan tüten buğudan, bobin tellerini kâğıtla tecritte kullanılan harârete mâruz kalmış Arap zamkının keskin kokusundan, buhar kazanından gelen is, kurum ve dumandan geçilmiyordu. Fakat İhsan Sait o anda, daha önce hiç görmediği bir tür lamba gördü. Bunlar krom kaplı kâidelere oturtulmuş on iki koskoca parlak lambaydı ve pek az ışık veriyorlar ama şiddetli bir ısı neşrediyorlardı. Hattâ camları çatlamasın diye bazıları yağ dolu fanuslarda muhâfaza ediliyordu. Her birinin altından hepsi de parmak kalınlığında en az beş kablo çıkıyor ve bu uğursuz mekânın muhtelif yerlerine doğru uzanıyordu. İhsan Sait bunların ne işe yaradığını anlayamadı. Ama burası hiç de tekin değildi. Eli beline gitti ve silâhını çıkardı. Kamburu işte o sırada gördü."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.