Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

“Hastalanmış Bir Toplumun Romanı; Yazgıcılar”


GeceKuşu

Önerilen İletiler

“Ülkede tutuklu gazeteci sayısı utanç boyutlarına vardı. Siyaset kilitlendi. Hatta kasetlerle biçimleniyor. Otoriterleşme artık olağan bir hal oldu. Ben televizyoncu olarak güncel bir bataklıkta, hepimiz gibi savruluyorum. Romancı olarak sezgilerimle yönümü bulmaya çabaladım. İnsana dair tüm duyguları yaşarken, en sevdiğim şeyi yaptım. Yazdım.”

 

Enver Aysever

 

“Hastalanmış Bir Toplumun Romanı; Yazgıcılar”

CNN Türk’te yayınlanan “Dört Bir Taraf” programında adından çokça söz ettiren ve Birgün gazetesinde yazarlık yapan Enver Aysever'in, yeni romanı ‘Yazgıcılar’ edebiyat severlere ‘merhaba’ dedi.

 

İlk romanı ‘Bir An Bin Parça’ ile Yunus Nadi Roman Armağanına değer görülen Aysever, ikinci romanı olan ‘Yazgıcılar’ı post modern hastalıklar çağının romanı olarak nitelendiriyor ve ekliyor “Sürekli izlendiğini, gözlendiğini, dinlendiğini düşünen insanlardan oluşan bir toplum mutlu olmaz. Hastadır. Bunu yazmaya çabaladım.”

 

İzlenmenin, dinlenilmenin ve gözlenmenin yaşanan bir gerçeklik olduğunu yer yer mizahi bir anlatımla deşifre eden Yazgıcılar, Remzi Kitabevi tarafından basıldı.

 

Biz de Enver Aysever’le yeni romanı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik ve birbirinden ilginç cevaplar aldık.

 

-“Hayat kırkında başlar” hem şiir, hem de bir kitap adı… Çokça söylenen, çok sık duyulan… “Yazgıcılar” da sizin için bir “40 yaş romanı” mı?

 

Ben roman yazmayı seviyorum. Gerektiği kadar ürettiğimi söyleyemem. Her yanda notlarım var. Bazen yorgunluktan, bazen yılgınlıktan ertelediğim oluyor. 40 yaşımla birlikte artık birinci işim roman yazmak olacak. Kendimi en iyi böyle hissediyorum. Yazmaktan daha iyi bir iş bilmiyorum.

 

-Belki alışılagelmiş bir soru olacak ama bu romanı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Yazarlar yaşadığı çağın tanığıdır. Ama güncel olan edebiyatın düşmanıdır. Esas olan zamana direnen ve edebiyatın kendi gerçeğine uygun üretmektir. Sürekli izlendiğini, gözlendiğini, dinlendiğini düşünen insanlardan oluşan bir toplum mutlu olmaz. Hastadır. Post modern hastalıklar çağındayız. Bunu yazmaya çabaladım.

 

-Bir kurgu mu bu roman, ya da şöyle ifade edeyim; bazı dizilerde ve filmlerdeki gibi “anlatılanların gerçek hayatla ilgisi yoktur, olaylar ve kahramanlar tamamen hayal ürünüdür” ibaresine ihtiyacı var mıdır?

Elbette bir kurgu. Ancak kurmaca olması gerçeğe dokunmadığı, yaşamın içinden geçmediği anlamına gelmez. Kişilerim var. Bir takım olaylar içinden geçiyorlar. Korku çağında gülünç durumlara düşüyorlar. Sarsıcı bir paranoya halinde koca toplum. Sürekli bir kuşku ve suçluluk hissi içinde kıvranıyor insanlar. Kimdir bunlar? Okur bulacak.

“BU TOPRAĞI YAZIYORUM”

-Romanda çok sayıda kahraman var. Ve toplumun her kesiminden bunlar. İyi bir gözlemin ürünü sanırım.

Büyük romancıların kimi sözleri beni büyüler. Dostoyevski Rus insanını görmeden yazamayacağını söylüyor eşine. Almanya seyahati sırasında… Bu ırkçı bir nedenselliğe dayanmıyor. Yazarın toplumunu tanıması, duygusunu bilmesi, sezgisiyle kimi zaman yönünü bulması doğaldır. İyi yazarlar bize ‘bende böyle yazabilirim’ duygusu verir. Oysa onca yalın olmak zordur, ustalık gerektirir. Ben bu toprağın insanıyım. Bu toprağı yazıyorum.

 

-Bu romanı okuduğumda “Gibi Site” sanki mini bir Türkiye profilini anımsattı.

Kuşkusuz haklı bir değerlendirme bu. Ama kaba hatları olan bir çizim olmadığını umarım. Modern ve modern sonrası insanın ruhsal halleri üstüne düşünüyorum çok zamandır. Biraz buradan da bakmak gerekir. Yazarların ve okurların milleti yoktur. Güney Amerika edebiyatı ne denli bizi anlatır!

 

-“Yazgıcılar’ ikinci türde bir roman oldu” diyorsunuz yazınızda. “İkinci türden” ne demek, bunu biraz açar mısınız?

İkinci türde bir roman nedir, diye soracak okur. Bu kaba bir ayrım. Geleneksel/klasik anlatılar bir yandan akar gider, öte yandan kimi arayışlarla yeni bir yol bulunur. Ben bu romanda yazarı gizlemedim. Sesi işitilsin dedim. Hatta okurla dertleştiğim oldu. Öte yandan büyük kahramanlarım yok benim. Bir antikahraman ekseninde dönüyor olaylar ve elbet ucu açık bir kurgu.

“İSPİYONCULUK MİSYON HALİNİ ALDI”

-“Gibi Site” de yaşayan herkes birbirini izliyor, herkes birbirini ispiyonluyor. Ve “Yazgıcılar”a rapor ediyor. Şu an yaşananların bir minyatürü mü bu tablo, yoksa bu gidişle oraya mı gideceğiz?

İnsanların birbirini sürekli izlemesi, dinlemesi, koca bir gözle taciz etmesi bir ahlak ve kimlik sorunu artık. Eskiden birini polise gammazlamak ayıp sayılırken, şimdi ispiyonculuk bir misyon halini almış durumda. Yani ahlak değişti. Bunun kapitalizmle derin bir ilişkisi var. Güçlünün yanında yer almak, onun övgüsünü işitmek de bir kimlik tarifi oldu. Gönüllü jurnalciler var. Meseleye buradan başlamak lazım.

 

-Romanının bazı bölümlerinde “Yazgıcılar”ı betimliyorsunuz, gösterişsiz giyinen, rastlantısal olarak bıyıklı ve biraz göbekli, saçları neredeyse bir örnek kesilmiş, kumaş mendilleri olan, müthiş sabırlı, onları tarif ediyorsunuz. Ama en yalın ifadeyle kim bu yazgıcılar ve ne istiyorlar?

Her toplum kendi yazgıcılarını yaratır. Yakın zamanda Rusya seyahatim oldu. Nasıl bir korku ikliminin egemen olduğunu görünce, yeryüzünde yalnız olmadığımızı yeniden anladım. Almanya’da ırkçılıkla savaşmak için ortaya çıkan devlet ajanlarının, derin devletin içinde odaklanan gruplar olduğunu da Berlin seyahatimde ayrıntılı biçimde öğrendim. Ben de bizim yazgıcıları bulmaya çabalıyorum.

 

-Çalışma şartları, hedefleri, taktikleri vb. bakıldığında akla hemen anlatılanın “cemaat” olduğu hissini veriyor. Yani devasa binalar, örgütlü yapı, eğitime verilen önem, tabandan çalışma, gönüllü çalışma, sunulan imkanlar… Yanılıyor muyuz?

Bu bir roman. Doğrudan siyasal göndermeleri olması edebiyata uygun düşmez. Hatta bunu istemem. Dönüşen dünya ve Türkiye bize türlü veriler sunuyor. Okur ne düşünür o önemli. Roman okurla birlikte tamamlanır. Bunu bekleyeceğim.

 

-Bu bir “polisiye” romanıdır diyebilir miyiz?

Bilemem. Siz ne dersiniz?

 

-Romanda zaman zaman yazarlardan, şairlerden alıntılar yer alıyor. Neden?

Kahramanımızın dünyasında olanlardır onlar. Tercihlerini ona sormak gerek.

 

-Roman kahramanlarının terminolojisinin zaman zaman “sokak ağzına” uygun olduğunu görüyoruz. Tepkilerinin de bu bağlamda sayılabilecek türden olduğunu görüyoruz.

Roman kendi gerçeği ve tınısı içinde bir dil kurar. Esas olan o evrenin kurulması.

 

-Romanın başkahramanı “EA” acaba Enver Aysever mi?

Bir romancı hiçbir zaman kendini yazmaz ve hiçbir zaman kendi dışında bir şey de yazamaz.

 

-Yazgıcıların yaratmaya çalıştığı “ahenkli, mutlu, manevi değerleri yüksek, sorunsuz, itaatın tam olduğu” dünyayı bozan EA ve EA gibilerin sayısı sizce çok mu?

Kimdir EA? Bunu bilmiyorum. Belki ben onu arıyorum yazar olarak. Metin ne denli açığa çıkarır EA’yı. Ya da kahraman ne kadar gizlenmek ister? Okur nasıl doldurur boşlukları. Ben EA hakkında bildiklerimi yazdım. Eminim bilmediklerimi okur bana söyleyecektir.

 

-Romanda EA’nın özellikle kitap ve şiir vurgusu yaptığını görüyoruz. Ve bir bakıma da toplumdan kendini soyutlamış bir aydın görüyoruz. Bu bir genel aydın eleştirisi mi, yoksa sadece bir bireyin ruh halinin yansıması mı?

Aydın sorunu bizim edebiyatımızın içinde hep olmuştur. Bence bugün tüm dünya bu kavramı derinlemesine ve biraz da kırıp, döküp tartışıyor. Aydın dediğimiz sert ve biraz da ağır eleştirildi doğrusu. Kutsanan bir halk vurgusu var. Kimdir o halk? Aydın niçin onun karşısında hep yeniktir. Buna da itiraz etmek gerekir. Belki de aydın sorunu, kendi hakkını koruyamamakla ele alınmalıdır.

 

-Ülkemizde toplumun büyük bir kesiminin ‘dinleniyorum’ korkusuyla yaşadığı, kasetlerin, şantajların çoğaldığı bildiğimiz bir durum. Romanın tuttuğu ayna bu durumun daha da ötesi, ilerisi sanki.

Bu öyle bir korku ki, buna kapılması olanaksız olan insanlar da bile kökleşmiş durumda. Biraz da gülünç. Yazgıcılar’da eğer ironi varsa, tam da buradan çıkıyor ortaya. Hastalandık demem bundan.

“ERGENEKON SÜRECİNİN DE EDEBİYATI OLACAKTIR”

-Ve Ergenekon sürecine benzer durumlar yaşanıyor romanda. İftiralar, çamur at izi kalsın benzeri olaylar, mailler sonucu hayatları alt üst olan insanları görüyoruz. Bu kadarına da pes dedirten…

Ergenekon dava sürecini nasıl yorumlarsanız yorumlayın tarihsel bir durum olduğu gerçeğini göreceğiz. İster bir arınma süreci deyin, ister korkunç bir kurgu ve toplumsal hastalanma dönemi deyin fark etmez. Yargılananların kimlikleri, sürecin yönetilmesi, iddialar bize önemli bir sürece tanık olduğumuzu gösteriyor. Bazen karşısında çaresiz hissettiğimiz bir güç olduğunu düşünüyoruz. Kimi zaman itiraz ediyoruz. Bazen de hak veriyoruz. Ama esas olan bu sürecin de mutlaka edebiyatı olacağıdır. Yazgıcılar bu süreçte yazıldı.

-Birileri çıksa ve bu bir “paranoya romanı” dese yorumunuz ne olur?

Yazdıktan sonra, susmayı da bilmek gerekir.

 

“OTORİTERLEŞME ARTIK OLAĞAN BİR HAL OLDU”

-Romana ilişkin son olarak neler belirtmek istersiniz?

Ülkede tutuklu gazeteci sayısı utanç boyutlarına vardı. Siyaset kilitlendi. Hatta kasetlerle biçimleniyor. Otoriterleşme artık olağan bir hal oldu. Ben televizyoncu olarak güncel bir bataklıkta, hepimiz gibi savruluyorum. Romancı olarak sezgilerimle yönümü bulmaya çabaladım. İnsana dair tüm duyguları yaşarken, en sevdiğim şeyi yaptım. Yazdım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.