Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....


İNTERLOCK

Önerilen İletiler

..

amaneeey..

kim gelmiş.. kimler gelmiş..

gözümün nuru..

gönlüm süruru @ERBAYım gelmiş..alkis.gif

 

oj gelmiş.. ojlar getirmiş..

çocum nerelerdeydin yaw..huh.png

 

senin niksonla felan ne işin var yavriim..shocked.gif

sukapılarında n'apıyon..

 

ey ben ikonun can yoldaşı

refik-i ala'sı

başımın üzerinde taç

aklı pek yerinde olmasa da aptalkafam.gif

yanımda olsun yeter kadim dostum

forgiveme.gif

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

Bir an için, beni, bir 'Otomobil Plânı Çizimcisi'
varsayın. Kafamın içinde, yeni bir otomobil yapma
düşüncesi vardır. Hiç kuşku yok ki bu bilgi, benim
kafamın içindedir. Buna göre, proje çizimine geçer
ve bu otomobili özellikleri ile ve ayrıntılarına dek,
kağıdın üzerine aktarmaya başlarım.

Çizdiklerim, kafamın içindeki bilgi'ye uygun olarak
kağıda geçirilmiş olur.

Sonra da, bu çizime uygun olarak otomobili yaparım.

Yapmış olduğum araç, kafamın içinde olan bilgi'nin
kağıda geçirilmiş olanı ve de kağıda geçirilmiş olan
proje'nin, fizik/maddesel olarak meydana getirilmiş
olanından başka bir şey olmayacaktır.

Aynı biçimde, biz, aynı bilgi'leri, değişik dillere
çevirerek de başkalarına iletmiyormuyuz?

O halde, bir bilgi'nin, Çince'ye ya da bir metâl'e
çevrilişinde ne fark vardır?."


David FOSTER
The intelligent universe
A Cybernetic Philosophy
1975


"Herhalde Foster, bu noktada, evrenin varoluşu'nun
  aynı biçimde, bilgi'nin, maddesel dönüşümü'nden
  başka bir şey olmadığını anlatmak istmektedir.."

Toygar AKMAN
Dünya'nın Sibernetik Oluşumu
1982

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

triversrobert41-150x150.jpg

 

TOPLUMSAL EVRİM'DEN..

İnsanların bilinçli olarak görmek istedikleri
şeyi görmeleriyle ilgili bir eğilim vardır.

 

Abartısız bir tanımla, insanlar olumsuz çağrışımları
olan şeyleri görmekte güçlük çekerken, olumlu etki
bırakanları yükselen bir huzur hissiyle görürler.

Meselâ, endişe çağrıştıran kelimeler, ister bireyin
kişisel geçmişinden ister deneyime dayalı tahrif
dolayısıyla, ilk kez kavranmalarının öncesinde
azami açıklamalar gerektirir.

Robert L. Trivers

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

3738__denemeler_ciltli.jpg.aspx_.jpg

 

MONTAIGNE-VERGILIUS

 

Binlerce kollu, binlerce kafalı bu azgın dev
nedir aslında?
Hep aynı zavallı, dertli, zayıf insanoğlu!
Kızışıp kaynaşan bir karınca yuvasından

başka bir şey mi bu?
Kara tabur ilerliyor ovada..

VERGILIUS

"Ters bir rüzgâr, bağrışan bir karga sürüsü,

  bir atın sürçmesi, yukarıdan bir karganın

  geçivermesi,
  bir rüya, bir ses, bir görüntü, bir sabah sisi

  yeter bu devi yıkıp yere sermeye.

  Güneşin bir ışını vurmaya görsün yüzüne,

  eriyip dağılıverir.

  Biraz toz serpiverin gözlerine,

  bakın nasıl kopup paramparça oluyor

  sancak erleri, alaylar,

  başında büyük Pompeius'la birlikte;

  çünkü oydu sanırım Sertorius'un

  bu yaman silahlarla İspanya'da yendiği.
  Aynı silahları Aumenes Antigonus'a,

  Surena Crassus'a karşı kullanmıştı."

MONTAIGNE
DENEMELER

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

'Kavram Yaratıcılığı Sanatı'

Felsefe, bunamış suratların yüzüne çarpan minerva
baykuşu'nun kanatlarını çırparken yarattığı havanın
dışında bir şey değildir, havanın kendisi -moleküler
düşünmeyi bırakırsak- boşluğu gösterir ve boşluğa
konuşmaktır felsefe ve artık geriye dolduracak bir
boşluğun kalmadığına inandırmaktır;
filozof boş-u-dur..
(hastahanede, soluma tüpüne yazılmış görmüştüm
boş-u-dur sözcüğünü, o dilsize minnetarım!)

 

Kavramlarla oynayan ve oyunu avucunda tutan kişidir.
'kişi' demek çok yanlış aslında,
oyun'un artık avucunda tuttuğu bir kavramdır..
misket gibi;
rengarenk oldu mu oynayanın gözlerini kamaştırır,
çukura doğru gitti mi her şeyi, herkesi ve bunlardan
artakalan diğer tüm şey'leri arkasından sürükler..
Çukurunda yalnız hisseder onu duyan kulakları işitmez..
lâl'dir o sözcüğe hükmedeceğini sandığından beri..
sandıkta başkasının da olabileceğini unuttuğundan beri..

Kavramın teorisi yapılabilir mi?
-hayır!
-kavram ile teori yapılabilir.
-ne vakte kadar?
-teori yapmak isteyen kendinin 'kişi' olduğunu unuttuğu   
zaman..

-kaç kavramın var senin?
-hiç!
-çok güzel kavram-oluş için boş-u olmak gerekiyor..
-ne zamandan beri, hastahanedeyken mi?
-evet, boş-u duymak için tüm kavramları yaralayıp-  
 hastahanelik etmeli..
-kim?
-lâl olan, yazabilen ve yazdığını anlamayan!
-an-lamayan?
-an-ladın, sorun bunu gösteriyor..
-her an tekrarlay-an ve ay-an eden kavram yaratır,
 her an..
-kavramını saklay-an..
-bayılıyorum sana..

-hadi ekstrantrik bir kavram yaratılım!
-olur
-gülüyorsun ve dudakların arasında bir şey saklıyorsun..
-evet
-harika, hep öyle ol!

Kavram-yaratıcılığı-sanatı için uğraş verenler arasında
geçen benzeri dialog'lar 'gerçeği' saklı oldukları noktadan
çıkarmak içindir.

Ekstantene olacak, anlaşılmayacak, büyüleyiciliği olacak..
bunun dışında bir konuşma 'zihin' de ansiklopedi taşıyarak
yürümenin dışında bir şey değildir..
Egzantrik olacak; çünkü okuyanı büyülemeli ve sakladığı
büyüyü yakalaması için okuyanda bir uğraşı verme arzusu
yaratmalı..

Kavramların, sözcüklerin büyüleyicilikten uzak anlamlarını
bilmek; bakolorya sınavı önceki eğitimi tümüyle almış
olmaya benzer..
Ev-ödevi dışında bir şey değildir..
Büyüleyici kavramların/sözcüklerin, okuyanın/dinleyenin
maskara suratına çarpması ve 'anlamıyorum' u oradan
düşürmesi gerekiyor..

'Kertenkelenin kopan kuyruğu' nu hatırlama..

Filozof dil ile oynamaya bir zevk, beri yandan bir üzüntü
olarak bakmalıdır..
zevk olarak bakmalıdır; çünkü kavramın kopuş düzlemini
genişlettikçe sevinç duyar..
üzüntü olarak bakmalıdır; kavramı an'laştırır/anlamlaştırır..

Bir sözcüğün/kelimenin anlaşılmaya ve kavramlaştırılmaya
gereksinmesi olmamalıdır...
'anlamsızım, hadi artık kavuştur beni ona!' dese bile;
çünkü an'laşan kavramlar, savaştaki ya da iletişimdeki saf
yaratıcılığı gösteremezler..
Yeniktir o, sonsuza değin..

Filozof yarattığı 'kavramın' ardından ağlayan kişidir.
'Kavram' tek başınadır.
Yalnızlığını yaşamaya 'mahpus'tur, arkasından bakan
göz için 'öylesineydi' denir.

Filozof, kendi-arzu'dan yarattığı 'kavram'ı sonsuza değin
yitirmiştir ve bunun 'fenomenolojik' bir tesellisini bulmayı
her vakit gereksinir -boş-u olduğunu bilmez bunun-.

Yeniden kaybedeceği kavramları/sözcükleri yaratmaması
gerektiğinin farkında değildir; el'inden kaçırdığı sözcüklerin/
kavramların yüz-yıllar sonrasına ait olduğunu geç öğrenir;
hani öğrenmek istemediği bile söylenebilir.
O, An-olan-ı sürdürdüğünü düşünüp sevinçten kendin'ime
perendelerek atarak ilerlediğini sanır; yanılır!

Filozof, çoooook sonralara ait olacak sözcükleri püskürtür;
bunu yaptığı andaki 'anlam'ı yakalamak için herkes epey
bir uğraşı verir; oysa bu boş-u'nadır; çünkü yakalamak
isteyenin filozof-ol! ması gerekir; hani yakalandığı da olur
'An'lamın'; fakat bu süreğen olanda etkimeyi başaramamış-
olmak yüzünden sonsuz-yan-algılamlara götürür,
hiçbir yeri kuşattığı görülmemiştir bu yüzden..
'Kavram-göç' söz-ikililiği üstüne düşünmek gerekir;
'boş-u'dur dense bile..

'Kavram-göç'

Durağanlığa hapsolmuş 'söz'ü ve/ya da lütfen kavramı kim
ne etsin?

Kavram yaratıcılığı sanatı, avuç içinde tutulan değişik renkte
misketleri 'sabır-oyun'una sırt çevirip havaya savurmaktaki
gibi bir yoldan gerçekleşir. Avuç içinde tutulan misketin rengi
bakan için bir anlam ifade etmeyecektir; hem bakan bir şey
görebilecek mi? Hayır. Karanlıktadır o, göz..

Havaya ve/ya da-hatırlama- boş-u'n/y-a savrulan misket
onu orta noktasından delip geçecek 'güneş-ışını'nı her ne
pahasına olursa olsun yakalayacaktır. Işığın kırma özelliği
burada yardımımıza koşmaktadır, PARÇALAR o.
Parçamsı-bütün olma arzusu söz'ü gittikçe ufalanmaya
götürür. Her ufalma bir yitiş'i göstermez; çokluk 'yeniden'
olmayı müjdeler, dönüşmüş olarak, dönüşmüş..

Parçamsı-olan'ı arzu, söz'ü artık o olmayan başka yerlere
taşır..
Taşınılıp-götürülen yeni yerinde 'durağanlık'a yeniden yer
yoktur.
'Havada asılı misket' pek çoklarına başta 'ace'd(e)omian-
fizik'e aykırıdır; fakat fotoğraflama-sanatında olduğu gibi
söz kıpırtısız'laştırılabilir, sözü geçen 'kıpırtısız' bakan için
durağan olmayan çağrışımlara ve-saire'ye engel değildir.
Söz ve/ya da kavram, sonsuz bir yaratımı gereksinir,
bazen 'durdum!' demek istese bile!

Filozof kendin'i 'b' düşsündü, ekleyendir..
Kendin'i eklediği nedir?
-Söz..
Nereye gönderilir söz?
-Uzağa..
O vakit eklendiği söz ile yollanması gerekir...

Filozof söz'ün kendisine değil; söz'ün kavram olmaya
başlayan düzlemden kopuş noktasına eklenir.
Düzlemden kopuşun orta noktası olamayacağı için
'beklediği' söylenemez; hem artık başkalarının kulaklarına/
anlıklarına çoktan ulaşan söz'ü, yeni sahiplerinin an'ladığı
biçimiyle yeniden duyamaz..

-an'lanan söz, kavramlaşır.
Filozof'un durağan olan ile bir ilişkisi olamaz.
'ci'ler durağan olanı sonsuzcasına yineleyerek boş-u'yu
gittikçe artırdıklarının farkına bile varamıyorlar.
Söz'ün boş-u'yu dolduracağına inanıyorlar, tabii onlarca
lütfen-artık kavram'laşsın istenen söz..

sen hiç boşluğu dolduran parçanın boşluğun kendisinden
daha büyük olabileceğini tasarımlayabildin mi?
anlığın alıyor mu bunu?

-anlıksal olanı, kategorileştirilen söz - burada söz, kavram'a
dönüşmüştür- ile doldurmak soruna yanıt olmaktan uzak
olacaktır. Biçimselleştirilmiş akıl dışında bir yönelim
boşluğunu dolduracak -ki burada boşluk tanımsız olacaktır-
parça'ların ve'ya da parçamsıların boş-u'n kendisinden daha
büyük olabileceğini kolaycacık gösterir bize..

Biçimselleştirilmiş akıl?
-'-ci'ci de olan..

Diğeri?
-'''''filozof-olan' olmaya' başlayan' henüz olmayan' olan'''''

Not:
Yukarıdaki 'çok' tırnaksı yargılar'ı çokluk '-ci' olanlar yazar..
Filozof-oluş'a tutulan 'ayna' imgesel'i için düşlenebilir...
NoblessePlastique

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Cybernetics; Güdü-Bilim; Kibernetik

 

Bugün, çok kısa olarak,
"Haberleşme, Kontrol ve Denge Kurma Bilimi,"
olarak tanımlanan Sibernetik, dikkat edilirse,
üç işlemi birden kapsamaktadır.

Bunlardan biri; "Bilgi Alış-Verişi,"
Diğeri; "Kontrol,"
Sonuncusu da; "Denge Kurma ya da Ayarlama,"
işlemleridir.

Sibernetik kelimesini, bu üç işlemi de kapsayan
bir biçimde kullanan ilk düşünür, Eski Yunan
Filozof'u Eflâtun/Platon' dur.

 Eflâtun, bir diyalogunda;
"..Kübernetes, yalnız ruhları değil, bedenleri ve
  malları da büyük tehlikelerden kurtarır.."

derken,"Sibernetik" kelimesini, "İdare Etmek"
anlamına kullanmıştı.

Eski Yunanca'da "Kübernetes, "Dümenci" demekti.
Kısaca, gemiyi yöneten "Dümenci" nin yaptığı iş,
geminin gidişi boyunca, çevreden aldığı ve gördüğü
bilgilerle, gemisini kontrol etme; dalgaların şiddetine
göre onu ayarlama ve sonuçta istenilen hedefine
ulaştırma'dan başka bir şey değildi.

Eflâtun da bu nedenle olsa gerek, "Dümenci" nin
yaptığı "Kontrol ve Yönetim" işi'nin çok önemli
olduğunu görmüştü ve "Kübernetes" krlimesini
"İdare Etme Sanatı ve Bilimi" olarak kabul etmişti.

Bugün, "Hükümet Etmek/Yönetimde Bulunmak"
karşılığı, Fransızca'da kullanılan "Gouvernement"
ile, İngilizce'de ise "Government" kelimesi, eski
Yunanca'daki "Kübernetes" kelimesinden türemiş
olabilir.

Sibernetik; Mesaj'ların iletimi, dil çalışmaları, toplum
ve makinaları kontrol etmek için mesaj çalışmalarını,
hesap makineleri ve farklı diğer otomatik makinelerin
geliştirilmesini, bunların psikolojik ve sinir sistemleri
üstüne olan yansımalarını, deneme niteliğinde yeni,
bilimsel yöntem teorisinin geliştirilmesini kapsayan
çok geniş bir alanı ifade etmek için kullanılır.

1948 yılında ise, Norbert Wiener tarafından;
"İnsanların İnsanca Kullanılışı" adı altında yayımlanan
  bir kitapta, bu anlamda da kullanılmıştır.

 Bazı araştırmacılara göre,
"..eski Çin'de "Sibernetik; Yaratıcısına yardım etmek
 üzere canlandırılmış Heykel," anlamına gelmektedir.
 Bu anlamda, "Khwai-şuh" adı kullanılırdı.

Gerçekten de, tıpkı bir organizma'nın, kendi kendine
çalışması gibi;
"makinaların kendi kendilerine çalışması"nı sağlamak
işine bu ad verilmiştir.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

MUSA VE HIZIR

 

Musa, Allah tarafından halka gönderilmişti.
Aynı zamanda Peygamberdi.
"Ulu Allah Musa'yı, vahyin en son mertebesi olan
"kelâm" ile taltif etti. 

 

O, bütün bu büyük­lüğüne, bilgisine ve Allah'a
olan bu kadar aşinalığına rağmen Hızır'a talip oldu
ve Allah'dan Hızır'la konuşmayı dua ederek diledi.
Pek çok yalvarıp yakardıktan sonra Ulu Allah,
onun isteğine:

 

"Sefer et ve benim o has kulumu ara ki ona eresin"

hitabesiyle karşılık verdi.
 

Musa, böylece hareket etti.

Bir deniz kıyısına gelince orada Hızır'ı buldu. 
Gözü ve gönlü onun yüzü ile aydınlandı ve istediği
birçok şeyler onunla bir konuşmada hasıl oldu.
Bir bakışta o kadar hil'atlar giydi ve o kadar nimetler
tattı ki, bunları şimdiye kadar ne bir göz görmüş,
ne bir kulak işitmiş, ne de bir insan tahayyül etmiştir.

Hızır'ın arkadaşlığını ve sohbetini istedi.
Daha görmeden ona nasıl âşıktı!
Bunları gördüğü ve tattığı zaman aşkının ne hale
geldiğini sen kıyas et!

 
Hızır buyurdu ki:
"Ey Musa! Şimdiye kadar elde ettiğim fayda ile
  kanaat et ve artık geri dön.
  Bizim konuşmamız mühimdir ve tehlikelidir.
  Allah saklasın! Bundan sana bir zarar gelebilir."

 

Musa aşkının ve bağlılığının fazlalığından yine
yalvardı. Bir zaman beraberce gezip dolaştılar.
Bu sefer esnasında deniz kıyısında, o zaman
asırlarca çalışsa benzerini kimsenin yapamıyacağı
bir gemi buldu.

Hızır böyle görülmemiş bir gemiyi harap etti, deldi.

Tamamiyle işe yaramaz bir hale getirdi.

 

Musa:
"Bu türlü hareket etmen ve bu yaptığın iş doğru

 değildir.

 Çünkü bu hikmet ve şeriata aykırıdır.

 Bu yaptığının adalet mihenginde, fazilet ve şeriat

 terazisinde karşılığı hiçtir" dedi.

 

Hızır:
"Sen benimle yapamazsın dememiş mi idim?"

deyince,

Musa kendine gelip:

"Yaptığım yemini ve sözleşmeyi unuttum.

  Bu ilk günahımdır, bağışlanabilir." dedi.
 

Ve Hızır'a o kadar yalvardı ki nihayet Hızır

dayanamayıp Musa'nın bu suçunu bağışladı.

Tekrar bunun üzerinden bir müddet geçti.
Dolaşmakta devam ederken bir adaya geldiler.
Burada, şehrin çocukları arasında, yeryüzünde

bundan daha güzeli bulunmayan, henüz çok

küçük bir çocuk gördüler.
 

Her ikisi birden hayretle:

"Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne kadar güzeldir."

dediler.
 

Sonra Hızır, bu çocuğu, diğer küçüklerin arasından

okşadı ve gönlünü alarak ayırdı.
Elinden tutup yürüdü.
Musa şaşkınlık içinde uzaktan onu takibetti ve

acaba Hızır bu çocuğu nereye götürüyor? diye

düşündü.
Hızır, insanların gözünden uzaklaşıp onu tenha

bir yere götürdü ve hemen orada çocuğu ayakları

altına alarak, kafasını kesti.

 

Musa büyük bir isyanla:
"Böyle günahsız ve masum bir çocuğu öldürmek

  doğru mudur?"

diye bağırdı.

 

Hızır:
"Benimle arkadaş olamazsın;

  sen benim yaptığım işlere dayanamazsın

  geri dön git dememiş mi idim?" deyince,

 

Musa kendine gelerek:

"Hata ettim; unutkanlığım galip geldi" dedi.
 

Hızır da:

"Her zaman işlerimi inkâr ediyor,

  sonra da hata ettim diyorsun" buyurdu.
 

Musa:

"Allah için bu defa da bağışla, sünnette üç defaya

  kadardır. Eğer bir kere daha inkâr edecek olursam

  mazeretimi kabul etme" dedi.

 
Hızır böylece ikinci günahı da, üçüncü günahta ayrılmak
ve başka bir mazeret ve bahane kabul etmemek şartiyle

bağışladı.

 

Bundan sonra yine bir müddet arkadaşlık ettiler.

Tesadüfen bu seferde yedi sekiz gün, yiyecek

bulamadılar.

Az daha açlıktan öleceklerdi.

Şeriat, açlık halinde, murdar olan haram etin bile

yenilmesine müsaade eder.
Böyle bir zaruret içinde, iken, bir adaya geldiler.
Kalabalık ve büyük bir şehirde bulunduklarını

gördüler.

Bu şehirde, birçok hazineleri bulunan çok zengin

yetimler vardı;

bunların oturdukları sarayın duvarı yıpranmış ve

eğilmiş, yıkılmak ve harap olmak üzere idi.
Hızır bu eğri duvarı doğrultup harap olan kısımlarını

onardı.
 

Musa bunu görünce, bu kadar talihsizlik, kısmetsizlik
ve açlıktan sonra, yiyecek şeyler ve giymek için de

gümüşlü hil'atlar geleceğini umdu.
 

Hızır Musa'nın elini tuttu ve o sahilden başka bir yere
doğru gitmek üzere ayrıldı.

Orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular ve Hızır

onu doğrulttu.
 

Musa'nın sabrı kalmamıştı, ve
"Ey Hızır, biz açlıktan ölüyoruz; murdar ve haram olan

 şeyler bile artık bize helâl olmuştur.
 Sen, başka bir kimsenin tamir etmesine imkân olmıyan
 bir duvarı doğrultup tamir ettirdin.

 Ev sahipleri çok zengindi. Onlardan yaptığın işin karşılığı

 olarak, birkaç gün orada kalıp yeniden güç ve kuvvet

 bulmamızı isteseydin veya bundan vazgeçtim hiç olmazsa

 yemek için bir parça ekmek isteseydin.
 Yaptığın bu hareket insafsızlıktır ve hiç kimse bunu doğru

 bulmaz." dedi.

 

Hızır:
"Ey Musa işte üçüncü günahında tamam oldu,

 artık bir mazeretin kalmamıştır.
 Bu üçüncü günah, ayrılmamıza sebep oldu.
 Başlangıçta hep inkâr ettiğin bu üç işin sırrından seni

 haberdar edeyim ki benim yaptığım şeyleri inkâr değil,

 kabul etmek gerektiğini anlıyasın.
 

 Sen işi tamamen tersine yaptın.

 Gemiyi delmemin sebebi şu idi:
 O gemi fakirlerin, müminlerin ve iyi işler yapan
 kimselerin malı idi ve kâfirlerin onu, kendi ellerine

 geçirerek, müslüman kalelerine gidip müslümanların

 ve iyi insanları yok etmek düşüncesinde olduklarını

 sır gözü ile gördüm. Bunun için gemiyi harap ve işe

 yaramaz bir hale getirdim.

 O küçük çocuğu öldürmemin sebebi de şu idi:
 O çocuğun babası ve annesi mümin ve evliyadan idiler.
 O çocuğun cevheri kötü olduğundan kötü işler yapacak,

 annesini ve babasını din yolundan alıkoyacaktı.
 Kötülük ve dinsizlik yeryüzünden eksilsin, annesi babası

 dinsizlikten kurtulsunlar diye onu öldürdüm.
 Örneğin,

 bir bahçıvan da faydalı ve iyi dalların kuvvetlenmesi için

 cılız ve faydasız dalları kesmez mi?

 Yetimlerin harap olmuş ve eğilmiş duvarını doğrultmamın

 ve tamir ettirmemin ve buna karşılık o kadar zaruret ve

 çaresizlik içinde bulunduğumuz halde onlardan ücret ve

 karşılık istemememin sebebine gelince:
 O çocukların babası ve annesi, Allah'ın has ve salih kullarından

 idiler.
 Müfessirler, onların yedinci cedlerinin salihlerinden olduğunu

 ileri sürerler.

 Bazı kimseler de
"onların yetmişinci ceddi salihlerden idi" derler.

 

 Halk, ahiretin bütün hazinelerine sahip olan ve hazineler

 bağışlayan Hızır gibi bir kimsenin, yedinci veya yetmişinci

 cedde karşı gereken saygıyı ve tazimi göstereceği, onların

 çocuklarına kimsenin elinden gelmiyen önemli bir hizmeti

 yaptıktan sonra, bu kadar zaruret ve ihtiyaç içinde bulunduğu

 halde, onlardan hizmetine bir karşılık ve ücret almayacağı

 inancındadır. Siz müflis, çaresiz ve günahkâr olduğunuz halde

 yardıma muhtaçsınız. Bu durumda evliyanın çocuklarına nasıl

 hizmet etmek lâzım geldiğini kıyas ediniz" dedi.

 

Tebriz'de bir alevî pazarda kendinden geçmiş bir halde  

yere yığılmış, kusmuş, yüzü, sakalı salyaya ve toprağa

bulaşmıştı.
Dindar, büyük bir hoca, bu hali görünce küfrederek
yüzüne tükürdü.

O günün gecesi bu hoca Peygamberi rüyasında gördü.

 

Peygamber gazapla:

"Senin benden olduğunu iddia ediyorsun ve bana tâbi

  olduğun için cennete gitmeyi umuyorsun da,

  beni pazarda salyalarla bulaşmış olarak gördüğün zaman

  niçin evine götürmedin, beni okşamadın ve yüzüme,

  sakalıma bulaşan pislikten temizlemedin?
  Köleler efendilerine hizmet ederler, sen ise bana bunların

  hiçbirini yapmadın.
  Yüzüme tükürmene gönlün nasıl razı oldu?" dedi.

 

Hoca içinden kendi kendine:

"Ben Peygamber'e bunu ne zaman yaptım?" diye geçirdi.
 

Peygamber, derhal ona:

"Benim çocuklarımın bizzat 'ben' olduklarını bilmiyor musun?
  Bizim çocuklarımız bizim ciğerlerimizdir,
  Eğer böyle olmasaydı babanın malı oğluna kalır mıydı?"

cevabını verdi.

 

Hoca, Muhammed'in heybetinden, dehşetinden
uyandıktan sonra o alevîyi aradı ve buldu.
Kendi sarayını, malını ve mülkünü yarısını ona verdi;

yaşadığı müddetçe daima alevinin hizmetine bel bağladı.

 

Hülâsa bu üç sırrın hikmetini, böylece Musa'ya anlattı ve

birbirinden ayrıldılar.

 

 

Maarif

Sultan VELED

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

DOĞAL AFETLER KURAMI / CATASTROPHE

 

CATASTOPHE:

1. felâket
2. afet
3. felâketle sonuçlanan olay
4. dönüm ve değişim noktası

1960'lı yıllarda Fransız matematikçi Rene Thom bir
teori ileri sürüyor; Katastrof/Catastrophe..

Ancak, öğretinin başlangıcı olarak genellikle Fransız
doğabilimci Baron Georges Cuvier kabul edilmektedir.

Kuramın esası, değişik zamanlarda çökelmiş kayaç
katmanlarında değişik yapıda fosillerin bulunmasını
açıklamak için, jeolojik çağlar boyu yaşanan büyük
doğal afetlerin yeryüzündeki canlıları yok ettiğini ve
sürekli olarak yeni türlerin yaratıldığını izah etmek
üzerinedir.

Bu teoriyle Yer'in jeolojik tarihini dağoluş hareketleri,
denizlerin karalara doğru ilerlemesi ve çekilmesi, bazı
canlı türlerinin evrim geçirmesi ve bazılarının da yok
olması gibi birbirini izleyen dönemlerle açıklanmaya
çalışılır.

Teorinin bir uzantısı olarak bazı akımlar ve kuramlar
ileri sürülmüştür.

Katastrof oluşumunu, Dinamik Sistem Teorisinin bir alt
başlığı olarak kabul eden görüş: "İçerisinde bulunulan
zaman ve mekân şartlarında ortaya çıkacak ve nedeni
muğlak küçük değişiklikler, davranışlar üzerinde hızlı
ve şiddetli değişimler meydana getirebilecektir.
Böylesi bir durum, evrime zorlayıcı zincirleme gelişen
bir dizi olaya, Katastrof'a/Doğal Afetlere yol açabilir."

ifadesini kullanıyor.

ÜÇ CİSİM PROBLEMİ:

Üzerlerinde karşılıklı kütleçekiminin dışıda herhangi bir
başka etki bulunmayan üç cismin/bedenin deviniminin
belirlenmesi problemi.

Bu problemin ya da üçten çok cisim içeren daha genel
problemin herhangi bir genel çözümü olanaklı değildir!


Problemin esası, cisimlerden birinin asal ya da merkezî
cisim çevresindeki deviniminde, üçüncü cismin etkisiyle
ortaya çıkan tedirginlikleri belirleyebilmektir.

Böylesi bir duruma örnek olarak, Ay'ın Yer çevresindeki
devinimi üerinde Güneş'in yarattığı tedirginlikler ya da
herhangi bir gezegenin Güneş'in çevresindeki devinimi
üzerinde bir başka gezegenin neden olduğu tedirginlikler
gösterilebilir.

Toplumlar üzerinde yönlendirici tedirginlikler yaratacak
olaylara/etkilere bir örnek olarak; şayia'ları ve şayiaların
yayılımını hızlandıran, etkisini artıran teknik ekipmanları
göstermemiz mümkündür.

Sonuçta, bir felâket, bir doğal âfet olarak nitelendirilen
Katastrof devresi, bu süreci bir biçimde ve de fazla zarar
görmeden aşabilen varlıklar için, evrimleşme ve tekâmül
vesilesi olarak görülebilir.


..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

114572b%C3%BCy%C3%BCk.jpg

 

BÜYÜCÜLER DÜNYASINA GİRİŞ / RÜYACI

Örnek:1

Büyücüler, egolarının ölüm acısına katlanırlar ve
yeniden doğmanın coşturucu sevincini tadarlar.

Doğar doğmaz, bir bebeğe, binyılların bayatlamış
şablon kişisel senaryo ile, içinde yaşadığı dünyaya
ilişkin standart kalıp bir dünya tanımı empoze edilir.
Bebeğin, bu yutturmacaları reddetme şansı yoktur.

Büyücüler, farkındalıklı kişiler olarak, yedikleri  bu
kazığı sindiremeyip, ondan kurtulma yolunu seçerler.
Yani, uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra, bencillik/
ego senaryosuyla dünya tanımını silerler. Bu silme
sürecine mecaz olarak "ölüm", ardından görkemli
senaryosuzluk ve tanımsızlığa da "yeniden doğuş"
diyoruz.

Örnek:2

Büyücüler, farkındalıklarını geliştirebilmek amacıyla
erk ve enerji biriktirirler.

Bebekler büyüyüp az da olsa farkındalığı geliştikçe,
yaşamı boyunca alışageldiği zırh ve  prangalarından
kurtulmak için büyük miktarda enerjiye gereksinim
duyar.

Büyücüler buna "erk biriktirmek" derler.

Tek-düze modern yaşamın bunaltıcı kalıplarını kırıp,
ve yeni ve daha insanca senaryolar üreterek farklı
yaşam düzeyine geçebilmek için, ekstra erk birikimi

kaçınılmazdır.

Ne var ki, birçok aydın kadın ve erkek, bu erk biriktirmeyi,
başkaları üzerinde üstünlük kurma ve zorbalıkla eş tutarlar.
Oysa, hedeflenen erk birikimi, yalnızca;
"yanlış senaryo ve tanımların diktatörlüğünü ve kıyımını
  silip atma" savaşında kullanılır.

Örnek:3

Büyücüler, kendilerini çevreden ve başka insanlardan
ayrı, onlara yabancı varlıklar olarak görmezler.

Başıma en çok gelen bir açmazdır bu: zira, ne kadar zeki
ve okumuş da olsalar (aslında, okumuş oldukları için salt
entelektüel yaklaşımı benimsediklerinden ötürü), sıradan
kişiler kendilerine duyulan ilgiyi, yakınlaşma isteğini, aşkı,
aşılanan senaryo gereği, daha kendi duygu ve bedensel
dürtülerinin farkında olmaksızın, “yabancılardan uzak dur”
kuralına uyarak dışlarlar ve birtakım köhne nedenlerden
dolayı kendilerini savunma stratejisini benimserler.

Oysa büyücüler şöyle davranır: insanın teni, sıradan insan
için, kendisini dış dünyadan, başka insanlardan yani nesne
ve yabancılardan ayıran bir zırhtır, bir sınırdır. Onun için
onlara dokunmak, onlara temas etmek istemeniz, onların
pek korktuğu, dehşet verici yasak bir olgudur.

Büyücü için ise, teni, kendisini dış dünyadan/başkalarından
ayıran sınır değil, tam tersine, ilgi duyduğu şey ve kişilerle
temasa geçmeye, onlarla bütünleşmeye olanak sağlayan bir
serbest limandır, bir alışveriş noktasıdır.

RÜYACI
Don Juan’ın Kadın Çömezlerinden
f. donner
Çeviren:
NUR YENER

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

Kişisel Erk Tanımlaması:

İnsanın ne olduğuna ve ne olacağını direkt olarak belirleyen

etkili olan etmen geçmişi değil kişisel erkinin toplamıdır.
İnsanın geçmişi sadece şu anki toplam kişisel erkini etkilediği

için dolaylı yoldan etki eder.

 

Büyücüler, erklerini kişisel geçmişlerinden kurtarıp kusursuz

edimlşerine bağladıklarından son kerte erkli olurlar

Erk, sanılanın aksine insanın biriktirip depolayabileceği bir şeydir.

İnsan edimleri erk biriktiren ve erk harcayan olarak ikiye ayrılır.

Yaşam için zorunlu olan erk harcama biçimleri olsa da bunlar gün

içinde erkimizin çok az bir kısmını harcar.

Kişisel erkin büyük bir kısmını tüketen edimler aslen bencillik maskesi

altında insanın kendine acımasından kaynaklanan edimlerdir. Eğer bu

edimler bırakılabilirse erk birikmeye başlar.

Erk basitçe paraya benzetilebilir.
İnsanı her sabah hesabına 100000 ytl gibi büyük bir para yatan bir

zengin çocuğu olarak varsayalım.
İnsan bu paranın %99.9'unu sürekli;
"başkaları benim hakkında ne düşünüyor, bunu niye şöyle  yaptılar,

 şunu niye böyle yaptılar, yazık bana, keşke şurda  şöyle yapmasaydım,

 şu şöyle, bu böyle"

gibi hiç gereksiz konuları evirip çeviren bir danışmana/benliğe maaş olarak

verip, 100 ytl ile hayatını idare etmeye çalışır.

İnsanın hatası benliğine hakettiğinden çok çok fazla enerji yatırıp böyle

yapmanın yaşamı için son derece gerekli olduğunu sanmasıdır.

 

Koruyucu ve yol gösterici olması gereken benlik böylece bir kan emici olur.

İnsan da sonuçta erk biriktiremeyip sıkıcı bir hayatın esiri olur.

 

Büyücülük ise aslında tamamen benliğin bu despot görevden alınıp, hakettiği

göreve ve maaşa atanması çalışmasıdır.

Bir kez benliğini bu seviyeye indiren insan, her gün muazzam bir erkeyi boşa

çıkarır ve bu enerji ile muazzam manevralar gerçekleştirebilir.

milleplateaux

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

gargoyle-eiffel-tower-9309784.jpg

 

gargouille - épidémie - moiré pattern

"ihtiyacım var!"
  üzerine kurgulanmış ve hızlandırılmış
  eğitim-öğretim programı:

her şeyin timsali beyinde algılanır;
ya da beyinde algılanan her şey,
timsal üzerinde belli olur..

zehir canlandı ve giderek ve yavaşça büyüdü;
kesintisiz olarak kişisel iletişim hatları üzerinde;
ve güneşin hizmet birimleri ile karşı-karşıya;
yürüteç gül'ün düzeysiz konsollarında;
fırtınalar içerisinde..

ve giderek büyüyor..

çok çirkin; çok korkunç;
çok dehşet verici büyüyor..

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

jmh2.jpg

 

İKİ DERVİŞ

Cennet gibi olan kasabaya ulaştık. Bir ahbabımızın yanında o gece misafir olduk. Sabah erkenden çilingir soframızı (içki, meze) alarak kırlara gittik. Bir su kenarına oturduk. Su şırıltısı, kuş cıvıltısı, mangal dumanı, ud taksimi ve aslan sütü kokusu (rakı kokusu) birbirine karışmıştı. Kafam da demlenmiş neşelenmeye başlamıştım.
Bizden evvel o civara iki kişi gelmişti. Birden arkadaşlarla onların kimler olduğunu tahmin yarışına girdik. Kılık ve kıyafetleri döküktü.
Bunlar
“İki serseri”,
“İki dilenci”,
“İki sarhoş”,
Ya da
“İki derviş” miydiler?
Bütün tahminler onları tutuyordu. Bizimle hiç ilgilenmiyorlar, bizim tarafa hiç bakmıyorlar ve aralarında sakin sakin konuşuyorlardı. Hatta “es-selamü aleyküm” diye bağırmamız dahi karşılıksız kalmıştı. İçki alemimizden de rahatsız olmuyorlardı. Bir müddet sonra yanlarına yanaştım. Beni dikkate almadan konuşmalarına devam ettiler.
Konuşmalarını dinleyince onların gerçekten deli olduklarına hükmettim. Gerçekten deli idiler. Fakat delilerin MECZUB denilen çeşidinden.
Hayretle dinledim. Onların konuştukları benim eskiden beri düşündüğüm derin konulardı. Birisi diyordu ki:
Bu âlemde her ne varsa “ben”im sıfatımdır.
“Ben” olmasam bir şey olmazdı.
“Ben”
“hep”im, ya da “hiç”im.
“hiç”im, ya da “hep”im.
Zaten “hiç” ile “hep” aynı şeydir,
tek şeydir.
Fakat
bunu bilmeyenler tek olanı iki farklı isimle çağırırlar.
Deli “ben” kelimesi ile her an ve şu an dahi tek varlık olan Allah gerçeğini anlatıyordu. Varlık denilen âlemlerin, yani varlık boyutlarının Allah ilminin yansıması olduğunu söylüyordu. Hatta Allah ve ilminin iki ayrı şey olmadığına işaret ederek son darbeyi de ağır bir şekilde indiriyordu. Bu konuları bilmeyenlerin tek olanı “abd/kul” ve “hû/hak” olarak iki ayrı isimle iki farklı varlık zannediyorlardı.
Kendimi tutamadım ve sordum:
“var” ile “yok” aynı olur mu?
Mesela
ben bu gün varım, yarın yok olacağım.
Bu iki hal arasında fark yok mu?
dedim.
Deli başını çevirdi ve kahkahayı kopardı:
Vay!
Sen varsın ha!
Acaba var mısın?
Ancak Allah var.
Ben dediğin şey Allah esmasından oluşmuş bir “yok”luktur.
Ben varım zannını terk edersen
senden geriye esmâ (Allah isimleri) kalır.
Esmâ ise hiçbir zaman sen olmadı.
Allah var! Allah var! Allah var!
Diye bağırdı. Bundan sonra her ne sordumsa cevap vermedi. Nihayet suallerimden usandı ve arkadaşına:
“Haydi kalk gidelim!
Zirâ
bu hayvan
bizi zevkimizden alıkoydu,
dedi ve kalkıp gittiler.
Ne garip bir haldir ki mükemmel tahsil görmüş iddiasında olan birisine pejmürde bir deli “hayvan” diyordu.


A'mak- I Hayal; Hayalin Derinlikleri
Filibeli Ahmed Hilmi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

A'mak- I Hayal; Hayalin Derinlikleri

Filibeli Ahmed Hilmi

 

A'mak- I Hayal:

kitap adı:

 

"objektif algıladığımız âlem..

 ya da bilinç dediğimiz kâinat manzaraları..

 kişisel tahayyüllerimizden intişar eden/yayımlanan

 tasarımlarımızdır..

 ve hepsi muhayyeldir..

 ham hayaldir.."

 

olarak çevrilse idi..

hem anlatılanlara daha uygun düşer..

hem de daha dürüst bir transcript olurdu..

 

neyse..

 

filibeli ve ahmet ve hilmî

kodlar çözüldüğünde ortaya çıkan sonuç:

 

deseydik ki o zâta:

"Hocam ne de güzel yazmışsınız.."

 

her halde cevabı şu olacaktı:

 

"walla ben yasmadım..

 bi başkası yasmış olubiliçektir..

 ma'sum'um bene açıyınıs omaç mı?"

 

teşekkürler..

gönlüne sağlık..

emeğin umarım boşa gitmaz

öğretmenim @@Radya'mıs..

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

*paradoks

 

"Kim ki uzak kıyıya götüren teknenin içinde durursa,
  o bütün canlıların kurtuluşunu düşünmelidir ve onları
  saf eksiksiz uyumlu dalgaların üzerinde kurtuluşa ve
  sönmeye götürmelidir.

 

  Ve eğer o bu tutumun gücüyle bütün canlı varlıkları
  kurtarmışsa, bu takdirde bir tanesi bile İç Barış'a
  ulaşmış olmayacaktır."

"Bu niçin böyledir Sübutî?"
 
"Eğer bir kurtarıcı bir varlığın gerçek varoluşunu
  bilseydi, bu takdirde ona tam anlamıyla aydınlığa
  eren biri denemiyecekti.

 

  Eğer o kendini çeşitli bedenlere bürünmüş olan

  ve sayısız varoluşlardan geçmiş olan bir varlığın
  tasavvuruna ya da bireysel kişiliğinin tasavvuruna
  sahip olsaydı, bu takdirde ona bilge denmiyecekti."

"Ve bu niçin böyle?"

"Çünkü aydınlığın sandalında bulunan hiçbir şey ve
  hiçbir kimse yoktur!"

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

HOR MAYMUN / SUB-PORT ROSE..

KUR'AN
Bakara : 2/65

Velekad  'alimtümü'llezîna'tedev
minküm fissebti fekulnâ lehüm
kûnû kıradeten hâsiîn.

İçinizden sebt günü tecavüz edenleri
elbette bilirsiniz. Biz onlara;
"Sefil/Hor Maymunlar" olun dedik.

** **

"Post'unu; Nöbet/Görev/Nasb Mahallini izinsiz terk
  ederek, diğer bir Nöbet Mahalli/Post'un ehl'ini taciz
  eden; kişisel görüşlerinin doğruluğunu ileri sürerek,
  tenkid eden, akıl veren, işine müdahale eden, ve o
  kişi-ler itiraz ettiğinde Cedel yapan/Mücadele eden     
  Dispute/Controversy kişileri:

  Elbette biz o kişilere dokunacağız/uğrayacağız, ve
  gerçekleştirdiği olayın karşılığı olan suit'e/daire'ye
  dahil edeceğiz. Çünkü onlar kendilerine nasb edilen
  nöbet mahallini; gözlem merkezlerini terk ettiler ve
  üzerlerine vazife olmayan müdahaleler yaptılar.
  Oysa pekâlâ biliyorlardı ki, biz sadece biz müdahale
  ederiz/Intervention.

  Bu takriben/yakin olarak takrir edilmiş bir olgudur;
  Kişisel uyumsuzlukları sonucu ortaya çıkan sapma/
  sürüklenme hatası/Drift Error nedeniyle ve bundan
  böyle yetkileri alınacak/Disqualify; baş-vurularına
  cevap alamayacak, bu ceza ile umud edilir ki tedavi
  olabileceklerdir/Despised: Treated with contempt."

  Kişisel Yorum.

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

BEN ZAMAN'IM!

Büyük, güçlü, tahripkâr ve burada bütün
bu insanları ortadan kaldırmak için ortaya
çıktım.

Sensiz olarak da ve komutanlık eyleminin
olmadan da orada dizilmiş olan savaşçılardan
hiç birisi hayatta kalmayacaklardır.

Bunun için kalk!
Ün kazan!
Düşmanını mahvet ve
Hükümranlığının çiçeklenmesinin zevkine var!

Benim sayemde, sadece benim sayemde onlar;
çoktan öldürülmüşlerdir!

Sen, benim âletimden başka bir şey olma!


"Etheric Kayıtlar'dan"

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

ENFAL VE MÜ'MİN VE MUAFİYYET..

KUR'AN
ENFAL: 8/1


Yes'elûneke ‘anil'enfâl,
kulil'enfâlü lillâhi verresûl,
fettekullahe ve aslihû zâte beyniküm
ve etî’ullâhe ve resûlehu in küntüm mü'minîn

Sana ENFÂL' den ve taksiminden soruyorlar,
de ki enfal'in taksimi Allaha ve Resulüne aid,
onun için siz gerçekten mü'minlerseniz
Allahdan korkun da biribirinizle aranızı düzeltin,
Allaha ve Resulüne ıtaat edin

ELMALILI  HAMDÎ YAZIR TEFSİRİ:

"Resûlüm sana ENFAL'den suâl ediyorlar.
 Ahkâmını/hikmetini ve insanlar üzerindeki
 hükm ve hakimiyetinin aslını soruyorlar.

 De ki ENFAL, Allah ve Resûlünündür.
 Ya'ni ENFAL hakkında hüküm vermek
 Allah'a mahsustur.
 Burada kimsenin reyi yoktur.
 Allah nasıl emr ederse, Resulullah onu
 öyle tebliğ ve icra eder.

 Binaenaleyh sadece Allah'a ittika/yaslanı/
 takva ile sâlih amel ediniz.

 Allah'ın gadabına sebeb olacak hallerden
 sakınıb korununuz ve aranızdaki BEYT/AÇIKLIK/
 MESAFE' yi ISLAH ediniz.

 Bunları yapabilmek için de Allah'a ve resûlüne
 itaat ediniz.
 Eğer mü'min iseniz böyle yaparsınız.
 (kişisel rey/görüş/fikir/hükm'ünüz ile bunu
  oluşturma gücünüz/hakkınız yoktur!)

 Zira mü'minler, ancak onlardır ki;
 Allah anıldığı zaman ya'ni mücerred/soyut
 "Allah" ismi celâli söylendiği, sıfatından hiç
 bahs olmaksızın ve ef'alinden hiç bir şey
 gösterilmeksizin yalnız "Allah" denildiği
 zaman kalbleri oynar-kalblerini ümid,
 rahmet ve şevk-ı muhabbetle müterafık/
 birlikte olan celâl-ü azamet mahafeti/
 korkusu istilâ eder/sarar.

 Ve üzerlerine onun âyetleri TILÂVET
 edildiği vakıt iymanlarını artırır-esbab ve
 delâili ilm-ü amel arttıkça iyman-ı tahkikî
 inkişaf eyler, yakîn ve itmi'nanları ziyadeleşir.
 Ve ancak rablarına karşı tevekkül ve i'timad
 eylerler-başkasına değil, ancak Allah'a tevfizi/
 işlerini Allah'a havâle etmeyi umur/bir emir
 kabul ederler.

 İşte bunlar-bu sıfat ile muttasıf olanlar- yok mu?
 Hakkan mü'minler ancak bunlardır.
 Hakikatte mü'min diye ancak bunlara denir.

 Zira hem kalbleri, hem kalıbları ile mü'mindirler.
 Bunlar için rabları indinde yüksek yüksek dereceler
 ve büyük bir mağfiret ve kerîm bir rızk,
 aded ve müddeti tükenmez,
 zarar ve fenası ve derd-ü belâsı bulunmaz,
 hayr-ı mahz olan bir ni'meti maksume vardır ki
 iyman ve amelin asıl ecri bunlardır."

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

67477060_tn24_7.jpg

 

 

Efendiler:
Allah yoluna koyulan kişi bir insanın dört
kanadı vardır:
Birincisi; korku,  ikincisi; ümit,  üçüncüsü;
muhabbet, dördüncüsü; şevk.

Korku kanadı ile uçan; heyecandan kurtulamaz.
Umut kanadı ile uçan; talebi bırakamaz.
Muhabbet kanadı ile uçan; ihtiyaç arz etmekten
geçemez.
Şevk kanadı ile uçan; aşırı sevgiden kurtulamaz.

Allah -ü Teâlâ Hazretleri bunları şöyle anlatıyor:

"Onları gözlerinden yaş akarken görürsün.
 Bu yaş, Hakk ilmine ârif oldukları için akar"

"Ve izâ semi'û mâ unzile ilerresûli terâ a’yünehüm

  tefîdu mineddem'i mimmâ  'arafû minelhakk,"

Neden böyle olmasın?
Çünkü arif kişinin işi, Mevlâ için seçmedir.
Sözü onun zikriyle olur; nefsi belâlara sabırla
ön olur;
İç âlemi Hakk ilmiyle doludur.
Düşüncesi yükseklerden uçar.
Bir kere Hakk'ın nimetlerini düşünür.
Bir kere Kudsiyet perdeleri içinde uçar.
Bu hâl onu köle olan hür, ve hür olan köle kılar;
Zengin olan fakir ve fakir olan zangin eder.

İşte o ârif her şey olur.
Onun hakkında ne düşünürsen sırala.

Meselâ:
Mevcut, maruf, aziz, mesrur, karib, mahmud,
konuşan, susan;  makbul olan, korkan, hazır,
kaybolan; ağlayan, gülen.. gibi sözleri söyle,
hepsi yakışır.

Onun sevinci ve süruru, üzüntüsünde gizlidir.
Hüznü sürûrunda saklıdır.
İzzeti, zilletle karışıktır.
Zilleti izztle saklıdır.
Korkusu ümit doludur.
Ve ümidi korkuya belenmiştir.
Onun ne korkusu, ümidini boşa çıkartır;
Ne de ümidi  korkusundan bir şey eksiltir.

Bu büyük insan, dışı ile insanlarla geçinir,
içinde ise Allah ile olur.
Dışı ile yaptığı halk sohbeti, kalbindeki Allah
muhabbetine bir zarar getirmez.
Aziz odur, zelil odur, fakir odur, zangin odur.

Ahmed Rufaî Hz.
Onların Âlemi / 5. Hadis

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

carusgospel.jpg

 

Gautama Siddhatta
(Hırs ve Arzu'nun kötülüğünü söyleyen,)
ile Yasodhara'/Cariye'nin oğlu Rahula
(Henüz şuur eşiğinde olan,)
gerçek hikmetin aydınlanmasına erişmeden önce,

davranışları her zaman bir gerçek sezgisi/ilhamı

ile belirlenemezdi.

Ve Kutlu Olan onu, aklını idare etmek ve dilini
muhafaza etmek üzere uzaktaki bir Vihara'ya
(Accademia dell'Arte del Disegno,) gönderdi.

Bir süre sonra, Kutlu olan Accademia' ye gitti ve
Rahula'nın içi sevinçle doldu.

Ve Kutlu Olan, oğlunun bir leğen su getirip ayaklarını

yıkamasını istedi ve Rahula itaat etti.

Rahula (Henüz organizasyon ortamı dışında olan,)

Tathagata'nın (Mükkemmel'in,) ayaklarını yıkadıktan
sonra, Kutlu Olan sordu:
"Bu su, şimdi içilebilir mi?"

Genc (Gulam):
"Hayır Rabb'im (Muallim,)" dedi,
"Su kirlendi."

O zaman Kutlu Olan şöyle dedi:
"Şimdi kendi durumunu düşün.
  Her ne kadar benim oğlum ve bir Kralın torunu
  olmuş isen de, her ne kadar gönüllü olarak her
  şeyi terketmiş olan Samana(Zâhid/Sofi) isen de,
  dilini yalandan koruyamıyor ve böyle de aklını
  kirletiyorsun."

Ve su döküldükten sonra, Kutlu Olan tekrar sordu:
"Şimdi bu kaba içilecek su konabilir mi?"

"Hayır Rabb'im," diye Rahula cevap verdi.
"Kab da kirlendi."

Ve Kutlu Olan şöyle dedi:
"Şimdi kendi durumunu düşün.  
 Her ne kadar "Sarı Cübbe" yi giyiyor olsan da,
(Arada-sırada sezgiler, ilhamlar alıyor ve bunlar
  ile  övünüyorsan da,) bu kab gibi kirlendikten
 sonra herhangi bir "Yüce Amaç" a uygun
 olabilir misin?"

Kutlu Olan boş kabı kaldırıp-çevirmeye başladı,  
sonra sordu:
"Düşüp-kırılacak diye korkmuyor musun?"

Rahula:
"Hayır Rabb'im." diye cevapladı.
"Kab ucuz, çok ucuz bir şey.
  Kırılması pahalıya malolmaz."

Kutlu Olan:
"Şimdi kendi durumunu düşün." dedi.
"Sen sonsuz göç girdaplarında dönüp-durmaktasın,  
 senin bedenin de ufalanacak ve toz olacak diğer          

 maddelerle aynı malzemeden yapılmış olduğundan,
 kırılsa da bir kayıp olmaz.
 Kendini yalan konuşma (Sophism/İşrakî Felsefe/
 Yanıltıcı Aklın hükümlerine ve bağlı konuşmalarına   
 veren kimse,) Basiret Sahibi/Beyyine/Ehl-i Şuhud   

 tarfından küçümsenir."

Rahula utanç dolmuştu ki,
Kutlu Olan bir kere daha konuştu:
"Dinle de sana bir ibret öyküsü anlatayım:
'Gayet güçlü bir fili olan bir kral varmış, bu fil beşyüz  
 normâl fil ile başa çıkabilirmiş. Savaşa gidiyorken,
 bu filin dişlerine keskin kılıçlar, omuzlarına tırpanlar  
 ve ayaklarına mızraklar, kuyruğuna da demir bir gülle  

 bağlanırmış.

 Filin sürücüsü, soylu yaratığın bu kadar iyi teçhiz  
 edilmesine sevinirmiş ama hortumuna gelecek
 hafif bir ok yarasının da Kral'ın ölümüne neden  
 olabileceğini  bildiğinden, hortumunu dikkatle sarılı   

 tutmasını, böylece korunmasını file öğretmiş.

 Fakat savaş sürerken fil, sürücüsünün öğüdünü  
 dinlemeyip bir kılıcı yakalamak için hortumunu  
 uzatmış. Sürücüsü çok korkmuş ve Krala danışmış.  
 Ve bundan böyle filin savaşta kullanılamayacağına
 karar vermişler.'

  Ey Rahula!
  Eğer insanlar dillerini tutabilselerdi;
  Yalan; Bal-Zenub ne anlama gelir bilselerdi herşey     
  ne güzel olacaktı!
  Sen de hortumunu, tam ortadan vuran ok'a karşı   
  koruyan bir Savaşçı/Fil gibi ol.

  Gerçek sevgisi ile samimi kişiler Günahtan/Zenb   
  kaçınırlar. Kralın hortumuna binmesine müsaade
  eden ve onu dikkatle koruyan terbiye edilmiş sakin   
  bir fil gibi, dürüstlüğe ihtiram gösteren insan da,   
  bütün yaşamı boyunca sadakatle ve sabr ile irtifak    

  edecek/Kabını dolduracak ve tüm gayreti ile yoluna
  devam edecektir."

Bu sözleri duyan Rahula, derin üzüntüye kapıldı;
bir daha hiç şikâyete fırsat vermedi/şikâyet etmedi,
razı oldu ve derhal samimi gayretlerle yaşantısını
saflaştırdı.

Paul Carus
The Gospel of Buddha
Bilgeliğin Şifreleri
Ruh ve Madde Yayınları
1984

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

9c133ba0e26a1dba14839d4ddf348e45_1284224

 

Amigdala: Corpus Amygdaloideum:

Beynin Medial Temporal lobunun derinlerinde
yerleşen ve nöronların oluşturduğu;
badem/almond şeklindeki beyin bölümü.

Duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin
oluşmasındaki primer role sahip bölge.
Limbik Sistemin bir parçasıdır.

Başta korku olmak üzere, duyguların
denetiminden sorumlu olan amigdala;
sempatik sinir sisteminin aktivasyonu
için hipotalamusa;
refleksleri artırmak için talamik retiküler
nükleusa;
yüzde korku ifadesinin oluşması için ise,
fasial ve trigeminal sinir nükleuslarını uyarır.

Ayrıca dopamin, noradrenalin ve adrenalin
salgılanması için ventral tegmental bölge,
locus coeruleus ve laterodorsal tegmental
nucleusa da çeşitli uyaranlar yollar.


**

Limbic System:
Kişinin, ideallerine bağlı olarak, ölçüsüz tahmin
ya da varsayımları ile bağlı tasarımlarına karşılık,
tam uygun olayları/vaka/event/şartları,
bilinç alanında karşısına/Ekrana çıkartan yada
masaya/maide indiren sistem: Network/Cobweb.

Limbik sistem; Bir anlamda güncel/actual bellek
olarak ifade edilebilir. Bellek, yaşam süresince
karşılaşılan her türlü duygusal/hissi verileri en
canlı biçimlerde kaydederek saklamakta olup,
herhangi bir uyarı/zil yada çan sesi etc. ile
tetiklendiğinde, bu verileri zihne/mind transfer
edecek böylece gösterime sokacaktır/Rast.


..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

8320426025_03fa8dd37e_m.jpg

 

aşk; a şıkk!
aşk; no doupt!
aşk; kuşkusuz'dur!
kuşku; zihnin oyunlarıdır!
zihin oyunları; çevrim/kısır döngüdür!
kısır döngü; karma'dır!
karma; R Complex'tir!

ve siz, her işin başı ve sonu olan zihin çevrimini
kıramadıkça aşk'tan söz etmeniz beyhude'dir.

beyhude'dir!
acı çekeceksiniz!
çünkü; çevrim içi kaldıkça aşk,
hakkında verdiğiniz yanlış hükümler sonucu
infazı kaçınılmaz biçimlerde uygulayacaktır..

 

kişisel

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.