Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Yaşar Nuri Öztürk'ün 23 Nisan Meclis Konuşması


Ya Sev Ya Sevr

Önerilen İletiler

Yaşar Nuri Öztürk’ün

 

23 Nisan 2006-04-24 Meclis Konuşma Tutanağı

 

 

 

HALKIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (İstanbul) - Yüce Meclisin Sayın Başkanı, Saygıdeğer Cumhurbaşkanım, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı bütün içtenliğimle kutluyor, Halkın Yükselişi Partisi ve şahsım adına, hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.

 

 

 

Burada, Sayın Başkandan başlayarak, "millî irade" meselesi, doğal olarak, Millî Egemenlik Gününün anıldığı bu saatlerde, hatta, bazı eleştirel ifadeler de kullanılarak gündeme getirildi. Şimdi, ben, bir eleştiri değil; ama, bir tespit yapmak istiyorum; çünkü, milletin yasama iradesinin anıtı, Kâbesi buradır. İleriye yönelik, bunun üzerinde hepimizin düşünmesi lazım. Şimdi, millet iradesi burada tecelli eder. Yalnız, dünyanın mutlaka gördüğü; ama, bazı gerekçeler ve hesaplarla ifade etmediği, telaffuz etmediği bir gerçeği bizim görmemiz lazım ve bunun önlemini almamız lazım.

 

 

 

Şimdi, bu Meclis, bugün, şu haliyle, 360 kişilik bir sandalyeyle temsil edilen bir iktidara sahiptir; öyle bir hükümet çıkmıştır. Bu hükümetin ve bu sandalye sayısının arkasında, kullanılan oyların yüzde 34'ü, geçerli oyların yüzde 24'ü vardır. Yani, şimdi, bunu millet iradesinin tecelligâhı olan bu mekânda millî egemenlik tartışılırken, hiç değilse, bir biçimde ifade etmek lazım. Kopenhag kriterlerini bize ısrarlı bir biçimde veren ve hatta dayatan Batının, bilmiyorum, hesaplarına uygun olsaydı, "ben, yüzde 24 oyla yüzde 67 sandalye alan bir hükümeti, Kopenhag kriterlerine uygun, demokratik bularak, onu muhatap almam" der miydi, demez miydi? Bu sorunun sorulması gerekir; ama, benim esas konuşmam o değil.

 

 

 

Değerli milletvekilleri, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin egemenliği konusundan hangi vesileyle bahsedilirse edilsin, cumhuriyetin kuruluş yıllarında karşılaştığımız bazı badireler akla gelir ve onlar, bugün de akla gelmektedir. Egemenliğimizin daha ilk günlerinden beri karşılaştığı temel tehlikeler, bugün de aynıdır ve daima şu iki başlık altında belirginleşmektedir: Birincisi irticaî tehdit, ikincisi bölücü tehdit. Dikkatlerden kaçmayan bir başka nokta da bu iki tehdidin her zaman ve tartışmasız bir biçimde dışarıdan kotarıldığı ve içimizden kendisine destek ve yandaş bulduğudur.

 

 

 

11 Eylül terör olayının ardından siyasetlerini din, özellikle, İslam ekseninde yoğunlaştıran Batı, Türkiye'de laik devletin egemenliğini sarsmak ve ülkemizi BOP projesi için bir atlama taşı ve ikmal merkezi haline getirmek maksadıyla, beklentisini daha çok irtica odaklı tahribe yönlendirmiş bulunuyor.

 

 

 

Sayın milletvekilleri, "irtica" denince ne anlamaktayız; bugün, aktüel konu, Bakanlar Kurulundan Millî Güvenlik Kuruluna kadar konuşuluyor. Cumhuriyetin banisi Büyük Atatürk, "irtica" denince ne anlıyordu; bunun cevabı ciddî biçimde tespit edilmezse, ülkede hem tahrip kendini rahatlıkla saklar, hem de dindar insanlar rahatsız olur ve bu, ülkenin zararına olur sonuçta.

 

 

 

Değerli milletvekilleri. İrtica, dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır. Kurtuluş Savaşının zabıtlarını, tarihî vesikasını ve nihayet, lügatini kullanır, iyi tespit ederseniz, oradan ciddî bir irtica tanımı çıkar. İrtica, tarihte hep Hıristiyan Batı çıkarlarına kullanılmış ve işletilmiştir. Bunu da görmek lazım. Günümüzde daha çok "siyasal İslam" unvanıyla Batı tarafından sahneye çıkarılan irtica, tarihi boyunca desteği, itibarı, alkışı Müslümanlardan almış; ama, hizmeti, bilerek veya bilmeyerek, bir biçimde Batı emperyalizmine vermiştir. Ne ilginçtir ki, bunu da tespit etmek lazım tarihin önünde, İslam’ın ana kaynağı Kuran, irticaı hem de irtica kökünden bir kelime kullanarak "ehlikitap hesabına işleyen fitne" olarak tanıtmaktadır. İrticaın bu omurga noktasının iyi yakalanması lazım.

 

 

 

Bizim Kurtuluş Savaşı destanımız, temelde iki düşmana karşı verildi. Bunları da Kurtuluş Savaşı zabıtlarından alıyorum. Birisi vatansızlar, birisi de imansızlar. Atatürk, şöyle diyor bunu ifade ederken: "Birtakım vatansızların ve dinsizlerin propagandaları, bizim için hareket düsturu olamaz. Kurtuluş Savaşının serüvenini basiretle inceleyenler görürler ki, vatansızlar içinde önemli miktarda mürteci vardır. Yani, din perdesi altında ülke aleyhine hıyanet sergileyenler. Aziz milletvekilleri, şunu görmezlikten de gelemeyiz, üzerinde düşünmekten de kendimizi vareste tutamayız: Kurtuluş Savaşı verilirken, Kuvayı Milliye askerleri, altında şeyhülislam fetvası olan bir yazıyla ve Yunan uçakları, işgalci Yunan uçakları marifetiyle Anadolu halkının üstüne atılan bu fetvayla, kâfir ve katli vacip asiler olarak nitelendiriliyordu. Bunu görmeden Türkiye'nin geleceğine şekil vermenin ve kendimizi aldanmaktan kurtarmanın bir çaresi olacağı kanaatinde değiliz.

 

 

 

Eğer ortada bir ihanet yoksa veya bir dalalet yoksa din üzerinden oynanan, din omurgalı yanlışlar irtica diye anılamaz. Bu da çok hayatîdir. Bu ikisini birbirinden ayırmazsanız, dindar ile dinciyi ve din üzerinden hıyanet yapan ile din konusunda yanlışları olanı birbirine karıştırırsınız ve bu bir facia olur. Dindardaki yanlışlar, teknik tabirleriyle hurafe olur, cehalet olur, geleneksel tutuculuk olur. Bunların tümü, bilgisizlik, bilinçsizlik olayıdır. İrtica ise, bilinçli ve organize bir hıyanet ve dalalet olayıdır.

 

 

 

Atatürk'ün gözüyle irtica nedir sorusuna da bakmak lazım. Atatürk, irticaı iki temel açıdan değerlendirmektedir; birisi felsefî ve genel açı, öbürü Kurtuluş Savaşı yapısı açısından. Birinci anlamda irtica, ölümsüz Atatürk'e göre, hayatı geri götüren ve güzel olan her şeyi tahribe yönelen bir şer unsurdur. Şöyle diyor: "Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki; her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica denir." Bu, genel çerçeve.

 

 

 

Kurtuluş Savaşı destanının ölümsüz erleri irticaa karşı da savaş vermişlerdir." Sadece işgalcilere karşı verilmiş bir savaş değil Kurtuluş Savaşı. "Bu erler, sarayın Teali İslam Cemiyeti adı altında memleketin her tarafında irtica hareketleri tertiplediğinden, onlarca defa şikâyetçi olmuşlardır. "

 

 

 

İrticaın, İslamın Batıdaki baş düşmanı -bu, Atatürk'ün tabiridir- İngilizler tarafından beslenip kotarıldığı, Atatürk'ün, altını sürekli çizerek ifade ettiği bir gerçektir, otuza yakın yerde benim tespitim. Atatürk'e en büyük düşmanlığı da İngilizlerin yapması sebepsiz değildir. Bu da Kurtuluş Savaşı zabıtlarında var. İrtica hıyanetinin Kurtuluş Savaşına problem çıkardığı günlerde, Atatürk şunu söylemiştir…

 

 

 

"İrticaî hareketin teşvikçisi İngilizler olup, merkez beyni de İstanbul'dadır" diyor Büyük Atatürk. İrticaın, yine o günlerde Ermeni hainleriyle işbirliği yaptığını da Kurtuluş Savaşıyla ilgili zabıtlardan öğreniyoruz.

 

 

 

Değerli arkadaşlar, Atatürk, irtica gibi hurafeye de karşıdır; ama, hurafeye irtica ile aynı kefeye asla koymamıştır. Bizim, sanıyorum ki, 2000'li yıllarda hâlâ, içine düştüğümüz ciddî hatalardan birisi budur. Atatürk hurafeye de karşı, doğru; ama irticaa karşı tavrı hurafeye karşı tavrından farklıdır. Hurafeye hepimiz karşıyız. İrticaın ağır biçimde mahkûm edilişi dinsel karakteri yüzünden değil, hıyanet karakteri yüzündendir. Mürteci hain kadrolar, işin bu püf noktasına asla değinmezler, tam aksine, onu sürekli gözden kaçırarak, Atatürk'ü irticaa karşı değil de, dine karşı gösterirler. Oysa ki, Atatürk, hıyaneti söz konusu olmayan dinsel karşı çıkışların hiçbir eksikliğine, hiçbir hurafesine bakmadan onları bağrına basmış, hatta yüceltmiştir. Şu tarihî tespiti, O'nun ağzından arz etmek istiyorum, diyor ki: "Müslüman ahaliden vatan haini olanlardan gayrısının manevî kuvvetleri pek yüksektir." Anadolu'ya kalpten bağlanarak geleceği beklemektedirler. Eğer dinî olumsuzlukların içinde dalâlet ve hıyanet karakteri yoksa, Atatürk, bunları, düşman bellememiştir; bunları, uyarı odağı olarak ve bunları acıma odağı olarak görmüştür.

 

Bir tarif daha veriyor: "Vicdan yerine düşman parası tanıyan alçaklık…" Bunların kaynakları, hepsi burada yazılı; merak eden arkadaşlara veririm.

 

 

 

Bir tanım daha veriyor "millete düşman, düşmanlara dost olarak takip edilen haince siyaset" diyor. Değerli milletvekilleri, Atatürk'e dinmez bir hınç ve hatta kin duyan Batı, irticaî hareketleri, antiemperyalist Atatürk cumhuriyetini kundaklama aracı olarak sürekli kullanmıştır ve ne yazık ki, bugün de kullanmaktadır. İslam dünyasında emperyalizme karşı mücadele ederek onu mağlup edip ona rağmen devlet kuran tek ülke Türkiye, tek lider de Mustafa Kemal Atatürk'tür. Onun içindir ki, emperyalizmin temsilcileri, uzantıları ve dahildeki hizmetçileri Atatürk'ü içlerine asla sindirememişler; onu, her zaman, yok etmek ve yıkmak için uğraşmışlardır. Atatürk devriminin sağladığı muhteşem gelişme, Türkiye'de -konuşmacı arkadaşların hemen hepsi bir biçimde temas etti- bu gelişme Batı'daki benzeri gelişmelerden çok daha fazla bir şeydir; çünkü, Batı'da böylesi bir gelişme -Sayın Baykal ona kısmen temas etti- dinin insan hayatından tümden kovulmasıyla sağlanmıştır. Oysa ki, bizde bu gelişme, Atatürk'ün ışığı sayesinde, dinin gerçeği ve ruhuyla kucaklaşan bir gelişmedir. İşte 100 000'e yakın camii, işte Türkiye…

 

 

 

Türkiye Cumhuriyeti sadece işte bunun için, Türkiye Cumhuriyeti sadece bizim için değil, bütün İslam dünyası için bir tür kutsal emanettir. Demokrasi ve ilerleme adına İslam dünyasına bugün nelerin reva görüldüğüne bakarsak, bu emanetin anlam ve önemi, bir kere daha, önümüzde tebellür eder. Bu emanetin anlamlarından biri de, bağımsızlık, demokrasi ve gelişmeyi emperyalizmin boyunduruğuna girmeden sağlamış olmaktır. Atatürk, emperyalizme karşı mücadelede İslam'ın ve Müslümanların istiklal şahsiyet ve direnişini feda etmeden demokrasiyi ve ilerlemeyi gerçekleştiren tek liderdir. Başkalarının vesayet ve boyunduruğuna girmeden, İslamın temel değerlerini koruyarak, demokrasi ve çağdaşlaşmanın olabileceğini fiilen gösteren de odur.

 

 

 

Emperyalist ruh ve emellerini bugün küreselleşme perdesi altında yaşatan Batı, işte bu yüzden İslam dünyasında iki mirasın tahribini esas almıştır, stratejilerinin omurgasına oturtmuştur. Bu miraslardan birincisi, Hazreti Muhammed mirasıdır; yani, İslamdır; ikincisi de, Mustafa mirası; yani, Atatürk Cumhuriyetidir. Egemenliğimizin, Kurtuluş Savaşında ve bugün temel ve yıkılmaz direnç kaynağı olan bu iki miras, çeşitli bahaneler, operasyonlar, müdahalelerle yozlaştırılarak etkisizleştirilmek istenmektedir. Türkiye, bu iki mirasın en dirayetli coğrafyası olduğu içindir ki, BOP ve benzeri sömürü ve istila projelerinin öncelik ve ivedilikle hedefe Türkiye'yi yerleştirdiklerini görüyoruz. Türkiye, sadece anavatanı olduğu Atatürk mirasına yönelik tahribin değil, İslam mirasına yönelik tahribin de temel hedefi olmuştur. 11 Eylül sonrasının din ve özellikle İslam ekseninde seyreden siyasetlerinden en büyük ıstırap payını da, ne yazık ki, Türkiye almaktadır. Gelişmeler iyi niyetle değerlendirilseydi, bunun tam aksi olmak lazım gelirdi.

 

 

 

Değerli arkadaşlar, İslam mirasını çökertmek için Hazreti Muhammed'e hakaret ve Muhammed devrinin bittiğine ilişkin kampanyalar açıldı Batı'da. İki strateji belirlenmiştir bu noktada: Birisi, Muhammed'e hakaret; birisi de, İsa'yı tek kurtarıcı olarak tekrar geri getirmek. Birinci strateji Müslüman düşmanı Batılılara yazdırılıp çizdirilen hakaretlerle yürütülürken, ikinci strateji Türkiye'deki dinci cemaatlerin İsa methiyeleriyle kotarılmıştır. İsa, hepimizin peygamberi. Biz, aynı kendi peygamberimiz gibi, bir milim eksiği olmadan ona saygı duymak zorundayız; ama, bu saygı Hazreti Muhammed'i ve nihayet İslam coğrafyalarında İslam mirasının tahribini maskelemek için bir bahane yapılamaz. Yapılan budur.

 

 

 

BOP Projesine bir peygamber aradılar; o, yeniden gelecek İsa; öyle belirlendi. Bir kitap lazımdı; onu da İncilleştirilmiş Kur'an olarak belirlediler. İslam mirasının tahribi sadedinde dinler arası diyalog, karma namaz, Kalvenist ve Protestan İslam denemelerinden sonra, Kur'an'ın İncilleştirilmesi sürecini de açtılar, yokladılar milleti, başarı çıkmadı tabiî.

 

 

 

Atatürk mirasına yönelen şer ise, tahribatını üç başlık altında öne çıkarmaktadır. Kişiden gittiğinde Atatürk'e saldırmakta, ilkeden gittiğinde laikliğe saldırmakta, kuvvet ve kurumdan gittiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırmaktadır. Bunu bazen sinsi, maskeli, bazen açık, zamana zemine göre seçeceği yolla ve sistemle yapmaktadır. Türkiye'yi ve Türk Devletinin egemenliğini tahrip siyasetlerinin saldırı hedeflerinde daima bu üç değer vardır.

 

 

 

Milletimizin hâkim kanaati şudur -sözlerimi bitirmek istiyorum- Atatürk mirasını bir direnç gücü olmaktan çıkarıp, Anadolu'da 1071 Malazgirt'ten beri sürdürülen kavgayı tamamlamak istiyorlar. Kavganın Batı hesabına tamamlanmasını Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında Batı için büyük bir hayal kırıklığına dönüştüren Atatürk'tür. O yüzdendir ki, egemenliğimizi tacize yönelik bütün sataşmaların ilk hücum hedefi Atatürk ve onun büyük mirasıdır.

 

 

 

Değerli arkadaşlar, Batı, bir kin ve inat uğuruna akıl almaz çelişkilerin girdabına düşmektedir. Bir yandan, Türkiye'de, bugün, Amerika ve Avrupa basınında, özellikle Amerika'da İslamı faşist bir gelişmenin Atatürk rejimini yıkmak istediğini söylüyor. Öte yandan, Hantington kuramları ve Avrupa Parlamentosu raporlarıyla bize Atatürk'ten vazgeçin dayatması yapmaktadır. İşte, çelişki ve tutarsızlık budur. Batı, özellikle ABD, eğer Türkiye'de böyle bir gidiş olduğuna inanıyor ve bundan ürküntü duyuyorsa, BOP meyanındaki ılımlı İslam projesinden vazgeçip, Türkiye'nin de, kendisinin de hayırına olacak yeni bir proje öne çıkarmalıdır.

 

 

 

Değerli milletvekilleri, ılımlı İslam adıyla küresel Hıristiyan odakların öne çıkardığı projenin yarattığı tahrip ve hayal kırıklığı çok derin olmuştur. Bunun yarattığı travmadan halkımız hâlâ kurtulmuş değildir. Ortadoğu'yu, ama öncelikle Türkiye'yi hedef alan bu ılımlı İslam nedir? Siyaset bu eksende yürütülüyor. Bununla kastedilen bizim dinimiz İslam olamaz; çünkü, İslamın ana kaynağı Kur'an, getirdiği dinin adının tek kelimeyle İslam olduğunu ve bu ad üzerinde hiçbir kişi ve kuvvetin operasyon yapma hakkı olmadığını açık ve ısrarla bildirmektedir. O halde, ılımlı İslam denilen ne idüğü belirsiz sözde dinin merkezine oturduğu BOP Projesi, o proje de bizim içinde yer alacağımız bir proje olamaz. Bizim içinde yer alacağımız bir projenin her şeyden önce bizim temel değerlerimizi tahrip etmemesi gerekir ve bir de bu projede bu coğrafyanın kaderiyle ilgili kararların alındığı masada Türkiye'nin olması gerekir. O masada olmayan Türkiye'ye masada kararlar alındıktan sonra taşeronluk ve hizmet görevi -yıllardır beri yapılan budur- verildiğinde, buna Büyük Türkiye'nin ve bu ülkenin millî iradesinin saygı duyması ve geçit vermesi mümkün olmamalıdır diye düşünüyoruz.

 

 

 

Sayın Başkanım. Saygıdeğer milletvekilleri, son zamanlardaki karikatür krizinin Müslüman vicdanlarda aştığı yara da çok derin olmuştur.

 

 

 

Ilımlı İslam denen bu dayatma din projesinin, Türkiye açısından ikinci tahribine de dikkat çekmek lazım. Bu da, demokratik, laik, hukuk devleti için yarattığı tehdittir. Türkiye Cumhuriyeti bir din devleti midir ki ılımlı İslam türünden bir tercih kendisine öneriliyor veya dayatılıyor?! Burası, anayasal, laik, bir hukuk devletidir; yani, bize bir din devleti türü değil de, "falancası" diye bir dayatmanın yapılması, Türkiye'de millî egemenliğin tahribinin bir başka ifadesi olarak görülmesi lazım. Eğer, ılımlı İslamla Türkiye dışındaki ülkelere bir şeyler verilmek isteniyorsa, o zaman, karma namaz, Kalvenist ve Protestan İslam denemelerini, mesela Suudi Arabistan'da, Katar'da, Kuveyt'te, Irak'ta yapsınlar. Ilımlı İslam böylesine bereketliyse, Irak'ı neden kanlı bir işgalle dehşet cehennemine döndürdüler; götürselerdi ılımlı İslamı, iki hafta sonra demokrasi gelseydi.

 

 

 

Değerli arkadaşlar, Batı, Türkiye'de, kendine itaati dinleştirecek bir din devleti kurmak istiyor. Bu istek, Türkiye'de, Batı'nın çıkarlarına zarar vereceği düşünülen toplumcu gelişmelerin ezilmesi pahasına işlerlik kazanmaktadır. Batı, bir yandan İslamdan nefretini her vesileyle dile getiriyor, öte yandan, kendisine itaatkâr olacağını düşündüğü hurafeci bir din modelini, Türkiye'yi kullanarak yaygınlaştırmak ve diğer İslam coğrafyalarına da dayatmak istiyor.

 

 

 

Değerli milletvekilleri, Batı'nın, Atatürk cumhuriyetini tahripte ikinci kanadı olan AB, egemenliğimizi taciz anlamına gelecek taleplerini açık veya dolaylı yollardan, giderek artan bir dozda sıralamayı sürdürmektedir. Son talepleri, Fırat ve Dicle havzasının kontrolünü ele almak olarak ifade edildi. Türkiye'nin, AB'ye ortaklık hayali uğruna, artık, verecek hiçbir şeyinin kalmadığı düşüncesindeyiz. Bu hayale ulaşmak için biz ısrar ettikçe, onlar verilemeyecek şeyler istemektedirler. Türkiye, artık, verilecek bir şeyi kalmadığını anlamak ve kabul etmek zorundadır diye düşünüyoruz. Türkiye, AB'ye ortaklık hayalinden vazgeçip, alternatifini, kendi ruh ve dirayetinden kendisi yaratmalıdır.

 

 

 

Değerli milletvekilleri, değerli konuklar; son bir cümle olarak şunu arz etmek istiyorum: Kurtuluş Savaşı gibi muhteşem ve müthiş bir destanı yazmış milletin çocuklarının, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak için gereken ateşi, kendi topraklarından yaratacak gücü göstereceklerine olan inancımı tekrarlıyor; Yüce Meclisi ve değerli konukları saygıyla selamlıyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Bu muhteşem konuşmayı tüm dünya basını not etti, ancak bizim ulusal(!) basın hiç yer vermedi. Hyp'yi izleyin...

 

Irtica gecmiste nasil Ermeni hainleiyle isbirligi yapti ise bugünde ayni isbirligini görmekteyiz.Tayyib Erdogan neden Türkiyeyi Avrupa Birligine sokabilmek icin ugras vemektedir cünkü ancak Türkiye Avrupa BIRLIGINE girdiginde Tayyib Erdogan amacina ulasmis ve Atatürkcülügün önüne gecmis olacaktir.Bugün Türkiye üzerinde oynanan oyunlarin bu kadar ayyuka cikmasinin elbetteki bir nedeni vardir,bu nedende Türkiyeyi yönetmeye tayin edilmis olan AKP iktidaridir,Türkiye tarihinde hicbir zaman bugünkü kadar baski altina alinmamis alinamamistir.Türkiye topraklari Türkiyenin milli servetleri bu yönetim tarafindan hayasizca satilmaktadir.buna maalesef kimse dur diyemiyor.Halkimiz sagolsun neyi bekler bilinmez ama dizi filimleri izlemekten baslarini kaldiripta Türkiyede neler oluyor diye ah bir ilgi gösterse cok seyler degisecektir.

TÜRKIYEDE HUKUK ARTIK BAGIMSIZ DEGILDIR.

1.ORHAN PAMUK'un yargilanmasi siyasi olarak önlendi.

2.Fethullah Gülen siyasi olarak affedildi.

3.Sevki Yilmaz siyasi olarak affedildi

4.Van üniversitesi rektörü siyasi amaclarla tutuklandi ne varki yogun tepkiler sonucu sucsuzlugu itiraf edildi.

5.SAHTE VE SÖZDE AYDINLARIN düzenledigi fakat mahkemenin bu konferans yapilamaz diye verdigi karar siyasi yönetimin basi tarafindan engellenip o karari veren mahkeme türlü hakaretlere ugratildi.yönetimin basi derken dibide farkli degil,Bu kadrolar Cumhuriyete Atatürke Laik sisteme yasadiklari her dakika küfür etmis kadrolardir.Biz nasil bir ülke olduk ki bir kisi icin anayasa ve ceza kanunu degistirilebiliyor ki bu kisi ve sürekasi halkin sadece %24 nün oyunu alabilmis fakat koca bir Türkiyenin kaderiyle hayasizca oynayabiliyorlar ve maalesef oynamalarina da göz yumuluyor.

saygilarimla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.