Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

AŞK' ın Mezarı... Evlilik! :((


tülvent

Önerilen İletiler

Kadın ile Erkek Arasında

wwwyeniresimlercomkomikl.jpg

 

 

 

Aşk, Alışkanlık, ''Ev''lilik

 

Sevginin “ateşi”ni söndürmeyecek bir ilişki için en iyi yol nedir?

 

Ayrı evlerde yaşamak mı?

 

Sürekli özlemek mi, yoksa alışkanlığın tatlı sıcaklığı mı?

 

Günümüz beraberliklerinde kafa kurcalayan sorular bunlar.

 

Aşk başlangıçtır, başlangıçta kalmaktır, derim ya hep...

 

İnsan sevince, başlangıçta sevdiğinden bir saniye bile ayrı kalmak istemez ya...

 

Yine de bu sorular bir kenarda sinsice sırasını bekler.

 

Bazen sessizce içten içe, bazen yüksek sesle sorulur.

 

Medyada da durum pek farklı değildir.

 

Ara ara “fırtınalı aşklar mı, huzurlu alışkanlıklar mı?” diye anketler çıkıverir ortaya.

 

......

 

*

 

Oysa düzenli ilişkilerin ister ayrı evlerde ister aynı evde yaşansın, tek bir problemi var ve kimse bunu görmek istemiyor.

Sorun “ev”lenmede, evde değil.

 

Sorun DÜZEN’de...

 

Çünkü aşk düzen işi değildir. Hafif anarşik, çokça asosyal bir yapısı vardır aşkın.

 

Âşığın “ev”e ihtiyacı düzen arzusundan değil, sosyal hayatın yıpratıcı etkilerine karşı dışa kapanıp doyasıya aşkı yaşama arayışından kaynaklanır.

 

Âşık ayrı ev, aynı ev falan düşünmez, tartışmaz. O, sevdiğini yanında değil “içinde” ister.

Fakat...

 

Biliriz... Hayat başlangıçlardan (aşk) ibaret değildir. Öykü gibidir hayat. Eninde sonunda giriş bölümünü gelişme ve (Tanrı gecinden versin) sonuç bölümleri izler.

 

Ve tabii aileler, işler güçler, faturalar, projeler, “üçüncü tekil ve çoğul şahıslar ; derken efendim çocuklar, yükümlülükler, sorumluluklar, baştan çıkmalar, yoldan sapmalar, daha neler neler vardı.

 

Ayrı ev...

 

Aşkın, sevmenin, özlemenin sigortası değildir. Öyle anlatanlar hem kendilerini hem de başkalarını yanıltıyor.

 

Ayrı ev nedir, neden önemlidir, biliyor musunuz? Biliyorsunuz da ortalık yerde itirafı münasebetsiz buluyorsunuz. Haklısınız.

 

Kafa dinleme yeri falan değildir ayrı ev.

 

Özlem içinse mesafe gerekmez. Gerçek âşık zaten sevdiği yanındayken bile içindeki özlemi dindiremeyendir.

 

Bir ilişkiyi ayrı evlerde yaşamak, ilişki hayatın gerçekleriyle çarpışıp yenildiği anlar için geçici ya da kalıcı sigorta-

sığınaklara sahip olmaktır.

 

Güvendir, kaçış güvencesidir ayrı evler; “yıkılmam, ayakta kalırım” demenin sessiz fakat güçlü ifadesidir.

 

Hatta biraz da aşkla uyumsuz biçimde ego-santrizmdir.

 

Gerisi hikâyedir!

 

*

 

Asıl şu alışkanlıktan söz etmeli.

 

Hepimiz aşktan veya kendine aşk süsü vermiş beraberliklerden söz etmeye bayılıyoruz da iş alışkanlığa, sevenlerin “kardeşçe” beraberliğine gelince suspus oluyoruz.

 

En acıtıcı, ama en yaygın gerçekliğe çomak sokup ortalığı karıştırmamak için mi? Belki...

 

Yoksa cinselliğe dokunmaktan korktuğumuz için mi? Çünkü ilişkiler alışkanlığa dönüştüğünde bundan en çok etkilenenen cinselliktir.

 

Aynı kişide hem dert çıkarmayan bir kardeş, hem terk etmeyen bir ebeveyn, hem de aldatmayan bir âşık bulma umuduyla birbirimize koşuyoruz. Sonra hayatın çarkları işlemeye başlıyor.

 

Alışkanlık baş köşeye kuruluveriyor.

Daha doğrusu ilişki o sayede paçayı kurtarıyor.

O halde daha yakından bakmalı ona, hak ettiği değeri verip biraz üzerinde durmalı! Öyle değil mi?

 

 

Babaoğlu

Kadın ile Erkek Arasındaki Farklılıklar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...
  • 4 ay sonra...

Günümüz evlilikleri...

 

 

Sabah saatleri, ekran açık!

Popüler bir tv kanalının çok sevilen sunucusu bir "ilişki koçu"nu ağırlıyor.

Evlilik konusunu konuşuyorlar.

Zaplamaktan vazgeçip izlemeye başlıyorum.

Bir evliliği ayakta tutmak için neler yapmak gerekir? Neden günümüz evlilikleri eskiler gibi değil, neden ayakta kalmakta zorlanıyorlar?

 

Bu sorular havada uçuşuyor ve "koç"umuz hiç istifini bozmadan, büyük bir özgüven içinde şu tavsiyelerde bulunuyor: "Çiftler birbirlerinin hep pozitif taraflarını görmeye çalışmalılar; negatifte kalmamalılar!"

Programın ünlü sunucusu da Nişantaşı ve Alsancak kültüründen süzülmüş "insanın karması" gibi deyimler kullanarak "ilişki koçu"nun söylediklerine katılıyor. (Ne? Sakın "karma"nın Sanskritçe bir kelime olduğundan; Budizm'den, Hinduizm'den, Jainizm'den dem vurmayın! Malum, ansiklopedik bilgilerle hayatın "gerçekleri" bazen hiç uyuşmuyor!)

 

*

 

Sözüne saygı duyulan "büyükler"in tarihe karıştığı...

Uzman psikoterapistlerin mesleki bilgilerinin cılız, dillerinin kupkuru kaldığı...

Bir toplumda...

Ortalığı nevzuhur "yaşam koçları"nın doldurmasına şaşmamalı!

Öyle bir dünya kurulmuş ki, alan memnun, satan memnun!

Neymiş! Evlere şenlik bir uyduruk fikirler resmi geçidiyle karşı karşıyaymışız! "Negatif", "pozitif" gibi kavramlar gitgide daha naylonlaşıyormuş!

Tamam! Doğru!

Ama daha ötesini talep eden var mı?

Zaten bir evlilikte işler kötü gidiyorsa, taraflar ya "günah çıkartıp" bir an önce ferahlamak istiyor ya da gerçekle yüzleşme anını biraz daha ötelemeyi tercih ediyor.

 

*

 

İşin ilginç yanı, medyada konu tartışılırken hemen eski evlilikler, yeni evlilikler kıyaslaması yapılıyor ya... Toplum da bu bakış açısını benimseyiverdi.

Genel kabul gören soru şu: Eski evlilikler ölünceye kadar sürüyormuş, şimdikiler çarçabuk bitiyor. O halde eski evlilikleri model almak günümüz için çare olabilir mi? Tabii tuhaf bir nostaljiye de kaynaklık ediyor bu yaklaşım.

Mesela aşk nedir bilmeyen dedelerimiz, büyükannelerimiz eğer yaptıkları kontrata bir parça zarafetle bağlı kalmış ve birbirlerine saygı duymuşlarsa, hemen onlar için bir hikâye uyduruyoruz: "Deli gibi âşıklarmış birbirlerine!"

Ah! Bir de hikâyeye uymayan o anılar yığınını kolayca unutabilsek!

 

*

 

Elbette eski evlilikler farklıydı!

Çünkü eski hayatlar da farklıydı!

İş güç böyle değildi; evler böyle değildi; sokaklar böyle değildi, yalnızlık ve özgürlük kavramları bugünküyle aynı anlam ve duygulara tekabül etmiyordu...

En önemlisi hayaller ve arzular böyle değildi!

Yani sadece evlilikler değişmedi, hayat tarzımız bütünüyle değişti!

 

İşin özeti şu..

Günümüz evliliklerini anlamak ve sorunlarına samimiyetle çare aramak gibi bir derdimiz varsa eğer... Yeni hayat tarzımızla yüzleşecek cesareti göstermek zorundayız.

 

 

H. Babaoğlu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Aklı dışarıda bırakan hiçbir insan ilişkisi türü yoktur. Hiçbir ilişki türü de sırf akıl üzerine kurulmuş değildir.

 

İlişki, türü ne olursa olsun, dünyanın en zor işidir; ancak "oluruna" bırakılabilir. İşte "bu işin oluru" için 10 emir:

 

 

1. Kabulleneceksin!

İki şeyi kabulleneceksin. Birincisi "Aramızda iktidar problemi olmasın şekerim" gibi girişimler tamamen hayalcidir; kabul edeceksin. İktidar ilişkileriyle sarmalanmış bir dünyada iktidardan, güçten büsbütün arınmış bir ilişki mümkün değildir. Kendi gücünü karşındakinin burnuna sokmayacaksın ve var olan güç dengesinin kalıcı olmayacağını bilerek içini ferah tutacaksın.

 

İkincisi, bir insanin bir başkasını hep ayni şiddette sevmesi mümkün değildir, bunu da kabul edeceksin. Sevginin

azalmasını da çoğalmasını da kalıcı olarak düşünmeyip soğukkanlı olacaksın.

 

Az sevdiğini hissettiğinde daha çok sevmeye, çok sevdiğini hissettiğinde korkup az sevmeye çabalamayacaksın.

Her ikisi de seni lüzumsuz yere yorar.

 

 

2. İzin vereceksin!

Karşındakinin kendisi olmasına izin vereceksin; en sana uymayan yanlarını bile budamaya kalkmayacaksın.

Bu çabanın sonucu başarılı olsa da onu daha az seveceksin, olmasa da, unutma. Sen de uyum sağlamak için kendini eksilten bir çabaya girişmeyeceksin. Bu hiçbir zaman sandığın kadar iyi olmaz; her zaman sandığından kötü olur.

 

 

3. Belden aşağı vurmayacaksın!

Hiçbir kavgada, asla belden aşağı vurmayacaksın. Onun kişiliğini yıkacak şeyler söylemeyeceksin; onun zaaflarını kavgada koz olarak kullanmayacaksın. Sevdiğin insanla "yenmek" için kavga etmeyeceksin. Bir insan kendisini aşağılayan bir ilişkiye uzun süre katlanmaz; katlansa bile sen böyle bir şeye katlanan birine katlanamazsın.

 

O yüzden "yenmeye/yenilmeye" hiç başlama!

 

 

4. İki kişilik evren kuracaksın!

Kanepede uzanıp yaptığınız dedikodularla, komik küçük sohbetlerle sadece ikinizin anlayacağı bir dil ve bu dilin etrafında iki kişilik bir evren kuracaksın. Orası ilişkinin ılık kucağıdır, zedeleme. Oraya ihtimamla tatlı dedikodular ve pamuk şekeri gibi hallerini taşıyacaksın. Dünya işleri zaten ağır; sen hafifleteceksin!

 

Sakin yanılıp da üçüncü kişilerden müteşekkil bir mahkemede ilişkinizi analiz etmeye kalkma. Bu, o iki kişilik evreni tuz buz eder. Yeniden inşası imkânsıza yakındır.

 

 

5. Onun tarafını tutacaksın!

Ne olursa olsun üçüncü kişilerin yanında ve üçüncü kişilere karşı onu tutacaksın! Hiç "objektif" gibi görünmeyebilir bu

sana ama zaten ilişki sübjektiftir, unutma!

 

 

6.Yıkılmayacaksın!

En ölümcül haller dışında hiçbir üzüntünde onun üzerine yıkılmayacaksın. O senin doktorun, psikologun değil,

sevgilin veya eşin.. Kendi derdini mümkünse kendin halledeceksin.

 

Onu asla "Bana ne kadar katlanabiliyor" ile test etmeyeceksin.

Çünkü sen de bu testten geçemeyebilirsin.

 

 

7.Nitelikli" emek harcayacaksın!

"Sevgi emektir" cümlesi eksiktir. "Beni sev, birbirimizi çok sevelim" cinsinden niteliksiz bir emek sadece yapış

yapış bir debelenmedir. O emeğin içine zeka katacaksın.

 

İlişkinin ihtiyaçlarını hassas bir görü ile saptamaya gayret edeceksin.

Örneğin onun yalnız kalmaya ihtiyacı varsa tepesine binip sevgi kelebekliği yapmayacaksın.

 

 

8. Öğreneceksin!

"Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur" cinsi bir ilişki tıkanmaya mahkûmdur; birlikte yeni şeyler görmeye, öğrenmeye, yeni maceralar yaşamaya bakacaksın.İlişkinin enerjiye ihtiyacı varsa, kendini akışa bırakmayacaksın.

 

 

9. Antrenman yapacaksın!

Birbirinize çok yapışıp kaldığınız anlarda derhal ufak çaplı tek başına yaşama antrenmanları yapacaksın. Ona da

yaptıracaksın! Bu ilişkiye yeni enerji girişini sağlayacağı gibi seni kaybetme korkusundan uzak tutar.

Sen kim olduğunu unutmamak zorundasın.

 

 

10. Dikkat edeceksin!

En önemli emir: En önemli şey ilişkiniz değil, sakın öyle zannetme. En önemli şey, o ve sensin; ayrı ayrı. İkiniz de birer insansınız; bu, sınırsız olanak ve ihtimal demek!.

 

Onu işte bu kadar seveceksin...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

“Onunla, beni mutlu etsin diye evlendim; beni mutlu etmedi!” ya da,

“Onu mutlu etmek için her şeyi yaptım, ama mutlu olmadı,”

 

türünden yaklaşımlar azımsanmayacak sayılarda; sık sık duyarız.

 

 

Mutluluk kimin sorumluluğu?

 

Doğal olarak yetişkin insanlardan söz ediyorum.

 

Normal yaşam koşulları içinde düşünüldüğünde, yetişkin insanın kendi mutluluğundan sorumlu olmasını beklersiniz.

 

Aslında iyice incelenip irdelendiğinde mutluluğun kişinin kendine, ilişkilerine, topluma, evrene, yaşamına anlam verişinin bir yansıması olduğunu görürüz.

 

Anlam verişin yansıması ne demek?… Kendi varoluşunu anlamlı görme veya görmeme ne demek?. Bana göre Shakespeare özetlemiş; “var olmak veya olmamak.”

 

Dış koşullar ne olursa olsun, kendi varoluşunu anlamlı bir bütün olarak gören insan mutludur. Bu bizi kişisel bütünlük olgusuna getiriyor; doğal olarak. Yani, kişisel bütünlükten yoksun olan kişinin mutlu olması olanaksızdır. Daha büyük ev, daha lüks araba, daha konforlu bir yaşam gibi dış koşulları iyileştirerek daha mutlu olacağını sanan kişi, bunları elde etmek için kişisel bütünlüğünden taviz verdiğinde, kendi varoluşunu anlamlı görme konusunda fakirleşmektedir.

 

Ve dış koşullar iyileşirken kendine olan saygısını ve mutluluğunu kaybetmektedir.

 

Evet, mutluluk kişinin anlam verişinin içinde gizlidir; anlam verme sürecinin temelinde de kişinin bütünlüğü yatar.

 

İnsan kendi kişisel bütünlüğünden sorumludur.

 

Her insan kişisel bütünlükten ne zaman ve ne kadar yoksun davrandığını sezgisel olarak bilir. Kimi insan için bu sezgi çok önemlidir; kimi insan ise kaale alınmaya değmez.

 

 

*Kişisel Bütünlüğüm Denetimim Altında

 

Denetimimiz altında olan ve denetimimiz altında olmayan şeylerin farkına varmak kişinin olgunlaşmasında önemli bir adımdır. Mutluluk için en önemli kaynak olan kişisel bütünlük kesinlikle kişinin denetimi altındadır.

 

Yaşamımda denetimim altında olanlardan sorumluluk alırım ve onlarla ilgili olarak elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışırım. En iyisini yapmaya çabalamak, bu çabanın sonucunda alınan sonuç ne olursa olsun, olgun insan için mutluluk kaynağıdır. En iyisini yapmaya çabalamak kişisel bütünlüğün ve bu nedenle de başarının ve mutluluğun kaynağıdır. En iyisini yapmaya çalışırken öğrenmeye açık olurum, öğrendikçe olgunlaşırım, olgunlaştıkça daha gerçekçi olarak yaşamın anlamının benim kişisel bütünlük içinde en iyisini yapma niyetimde gizli olduğunu görürüm.

 

 

*Mutluluğun Kaynağını Dışımda Bekleyince

 

“Evliliğimde her şey istediğim gibi giderse ben mutlu olurum,” diyen kişinin evliliğinde mutlu olması olanaksızdır; çünkü mutluluğunu kendi dışında yer alacak olaylara ve süreçlere bağlıyor. Bu, “Güneşli havada, 24 derece ısıda, nem düşük ve 300 metre yükseklikte mutlu olurum,” demeye benziyor. Bu kişi ancak çok kısıtlı zamanlarda kısa süre mutlu olacaktır. Yerin yüksekliğini seçebilirsin ama havanın güneşli olmasını, ısısını, nemini denetlemen olanaksızdır.

 

Böyle bir beklenti içinde olan kişi kendini doğadan kopararak sahte bir dünya yaratmaya doğu gider; o dünyada, alış veriş merkezlerinde olduğu gibi ışık, ısı, nem sürekli denetlenir ve kişi bu yapma dünyada mutlu olmaya çalışır.

 

Birçok evlilikler, eşlerin birbirlerini sürekli denetleme istemi nedeniyle, alış veriş merkezlerindeki gibi yapaysallaşmıştır. Eşlerin kendi özgün kişiliklerini kaybettikleri bu yapay dünyada, yapay kişilikler yapay mutluluklar arayışı içindedir.

 

“Hayatımda her şey istediğim gibi giderse mutlu olurum,” yaklaşımı mutluluğun kaynağını dışarıda arama tutumunu yansıtır. Olgun ve gerçekçi bir kişinin tutumu değildir. Çünkü yaşamımızda da denetleyebildiğimiz şeylerin sayısı gerçekten çok azdır. “İş yaşamımda her şey yolunda giderse mutlu olurum,” diyen kişi de aynı yolun yolcusudur.

 

 

*Mutluluğun Kaynağını İçimde Bulmak

 

“Evliliğimde her şeyin istediğim gibi gitmesi için elimden gelenin en iyisini yapacağım,” diyen kişinin evliliğinde mutlu olması için bir tek koşul vardır; o da, elinden gelenin en iyisini yapma niyeti içinde olması ve çabalamasıdır. İçinde bulunulan koşullar içinde elden gelenin en iyisini yapmaya niyetlenmek ve gayret etmek kişinin kişisel bütünlüğünden, yani iç dünyasından, kaynaklanır. Bu kişi mutluluğunu kendi dışında yer alacak olaylara ve süreçlere bağlamamış olur; niyetinin saflığı onun mutluluk kaynağıdır.

 

“İş yaşamımda her şeyin yolunda gitmesi içinde elimden gelenin en iyisini yapacağım,” diyen kişi de, işler nasıl giderse gitsin, niyetinin saflığı içinde, elinden gelenin en iyisini yaptığı sürece, mutludur.

 

Bazı okurlarım, “İş zarar ettiği halde mi?” diye akıllarından bir soru geçiriyor olabilirler.

 

Evet, iş zarar ettiği halde bu kişi mutludur. Bir tek koşul var: bu kişinin kişisel bütünlük içinde olması. İşi iyi gidince mutlu olan ve işi kötü gidince mutsuz olan, “niyetinin saflığı içinde elinden gelenin en iyisini yapmaya çabalayarak kişisel bütünlük içinde yaşamanın” gerçek mutluluk olduğunu bilmeyen henüz olgunlaşmamış kişidir.

 

“Hayatımda her şey istediğim gibi giderse mutlu olurum,” yaklaşımı gerçekçi ve olgun bir yaklaşım değildir. Gerçekçi olmayan her tutum gibi, bu tutum da, kişinin yaşamında önemli sorunlar yaratacaktır.

 

Yaşamdaki her şeyi denetim altında tutmaya çalışmak olanaksızı olanaklı kılmak çabasıdır; böyle bir çaba kişiyi nevrotik yapar. Nevrotik kişi kaygılar denizinde yüzerken mutlu olması olanaksızdır.

 

 

*Bana Göre Mutluluk

 

Mutluluk konusunu irdelemeye son vermeden önce kendimce birkaç büyük laf etmek istiyorum.

 

Mutlu olmayı başarmak demek, kişisel bütünlük içinde yaşamayı başarmak demektir.

 

Kişisel bütünlük içinde yaşamayı başarmak demek, insan olmayı başarmak demektir.

 

Mutlu olmak konusunu tartışmak, insan olmak konusunu tartışmak anlamına gelir.

 

İnsanın doğası kendini gerçekleştirme yönünde programlanmıştır ve kendini gerçekleştiren insan ise mutlu olmaya mahkumdur.

 

Doğan Cüceloğlu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eşinin kalıbına girmek

 

“Biz olmak” , çok karıştırılan bir kavram. İlişkileri ve evlilikleri sürdürebilmek için “ben” bencilliğinden vazgeçmek ve “biz “olmayı öğrenmek gerek. Ancak “biz” olmaya çalışırken “ben”ler bir kenarda bırakıldığında, ortaya sağlıksız beraberlikler çıkıyor maalesef.

 

Etrafınızda izlemişsinizdir sanki tek yumurta ikiziymiş gibi her şeyi beraber yapmayı özellikle evliliğin mecburiyeti olarak gören çiftler vardır. Aynı saatte uyumak ve uyanmak, aynı zamanda aynı mekanda olmak, sanki mecburiyettir onlar için. Tek başlarına aile ziyaretleri, çocukluk arkadaşı bile olsa dostlarla ayrı görüşmeleri “yasaktır”. Kuralların ve yasakların arasında bir dünya kurmaya çalışırlar. Mutlu ilişkinin ilk kuralının bu olduğunu varsayarlar. Sanki evlilikten önce hiç hayatları olmamış gibi, kendi zevkleri, sevdikleri ve sevmedikleri yokmuş gibi…

 

Elbette ilişkiler uyum gerektirir. Bazen sırf eşimizi mutlu etmek için fedakarlıklar yapmak, canımız hiç çekmese de aile meclislerinde eşimizin yanında bulunmak, çok sıkıcı olacağından emin olsak bile iş yemeklerinde birlikte yer almak, “biz” olmanın gereklilikleridir. Ancak tüm hayatı evlilik üzerine kurmak, başka hayat yokmuş gibi davranmak, yani ömür boyu rol yapmak ve kısıtlamalarla yaşamak ne kadar sağlıklı olabilir?

 

Üniversite yıllarında çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Sevgilisi ile birlikte rock müzik dinleyip bira içmeye bayılırlardı. Daha sonra flört etmeye başladığı genç adam ise tam bir türkü aşığıydı. Dans etmek ağır ağabeyliğe yakışmayacağından , çilingir sofrasına türkü eşlik etsin isterdi. Bu kızcağız da birden rakı ve türkü sever oldu. Çok enteresan, bir sonraki flörtü ağzına içki sürmez, gitar çalmayı severdi. Birlikte içki içmez, gitar eşliğinde şarkı söyler oldular. Tam bir “Kaçak Gelin” hikâyesi.

 

Eşlerin birbirlerinin zevklerine ilgi göstermesi ve bu ilgi alanlarına dahil olması çok doğal. Hatta ilişkilere zenginlik getiren bir paylaşım. Hiç türkü dinlemezken eşiniz sayesinde güzel nağmelerle tanışmak ve hayatınıza türküyü de katmak ne güzel bir zenginliktir. Ancak bu yenilik, bireysel zevki olan müzik türlerinden vazgeçmeyi beraberinde getirdiğinde kopyalamak, kendinden vazgeçmek ve eşinin kalıbına girmekten başka bir durum değil bu.

 

Oysa ilişkiler yasaklarla çevrelenmeyecek kadar naiftir. En sevdiği yerde bile yasaklarla çevrili mutlu olamaz insan. “Biz” olmak zenginleşmek, paylaşmak olduğunda sevgi de mutluluk da çoğalır.

 

“Bir elmanın iki yarısı olmak” yanlış bir tanımlama. Neden yarımızı bırakıp gelelim ki ilişkiye? İki ayrı elma olalım, tek sepete sığalım. Daha güzel olmaz mı?

 

 

Y. V. Şen

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

Uff pufff bu nee yaaa.... Evlendigim icin coookk memnunum ask nekiiii biz askidaa solladik. Onu her gordugumde ilk defa gormus gibi icim kipir kipir oluyor... Evlilikkkk cookk guzel...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Evlilik bitti..

 

Bazen erkek soyu midemi bulandırıyor.

"Kadın kokusu", taze ete susamış bir sırtlana dönüştürüyor bizi... Gözümüzü kör ediyor; başımızı döndürüyor.

Amerikan başkanından hocasına, kör cahilinden okumuşuna, kılıbığından "Taşfırın"ına kadar böyle bu...

Hele 40'ımızı geçmişsek...

Hele cüzdanımızı şişirmişsek...

Ve hele 40 yılı "boşa" geçirmişsek...

 

Sokağın çağrısını 40'larında işiten erkeğin "kaybolan yıllar" ağıtına, "televole" özentisi bir aşermenin ağız şapırtısı eşlik ediyor.

Evet, "alem gezip eğleniyor". Sokakta onun karizmasına teslim olmaya hazır "çıtırlar" fink atıyor.

O ise pijaması içinde "evi bekliyor".

Oysa -40'lıkların yaman teşhisiyle- "Hayat hızla geçiyor" ve "Böyle mi öleceğiz?" sorusu beyni deşiyor.

Bu panik, yaşanmamış yılların hıncıyla sokağa döküyor 40 yaş erkeğini...

Altta kırmızı arabalar, belde zar zor giyilmiş kotlar, dilde demode iltifatlar, cepte karaborsa viagra’larla...

Hâlâ beğeniliyor olmanın vehmi, hala yapabiliyor olmanın hazzına karışıyor. Tatmin edilen ego şiştikçe şişiyor. Nefis uyanınca göz, ne iş ne ev görüyor.

Bitap evliliklerin tozunu, sevgisiz ilişkiler alıyor.

Her dişlenen "taze et", yenileri davet ediyor.

Ev zulaları, günahların çetelesini tutuyor.

İhanet kol geziyor.

 

Kim bilir kaç erkek, gömlekteki bir ruj izi, cepte unutulmuş bir mektup ya da ansızın gelen bir telefon mesajı yüzünden kan ter içinde hesap verdi, çocukça boyun eğdi, beceriksizce yalan söyledi, öfkeyle terk etti, terk edildi bugünlerde...

Kaçı, pişman gözler, yalvaran sözlerle geri döndü eşine, döndürdü eşini...

Kaçı, ertesi gün unuttu, "ebediyen" verdiği sözleri...

Kaçı, haber verenleri suçladı, yakalandığında...

Kaçı, yakalanana "enayi" dedi, haberi duyduğunda...

Ve kaç "kutsal kadın", aile denilen kumdan kalenin sınır boylarını bekledi, kızarak, ağlayarak, utanarak, yine de diş bilediği kale reisini savunarak; ...ve göz yumarak... bazen sevgiden, çoğu kez çaresizlikten...

...aynı saatlerde erkek, bir kahvede, becerdiklerini anlatırken...

 

Yanlış anlaşılmasın:

Garipsediğim, 40 yaş erkeğinin kadını sevmesi değil; sevmemesi...

Ve şaşırtıcı olan, ihanet etmesi değil; ihanet ettiği hayatı aynen sürdürmesi...

Yaşadığının bedelini ödemeye cesaret edememesi...

Harcına yalan kattığı kaleyi terk edememesi...

"Ben de karımın kaçamağını, ondan beklediğim tevekkülle karşılayabilirim" diyememesi...

Hep kendine yontarak diktiği ikiyüzlü bir ahlak totemine her daim secde etmesi...

Ne ihanet ettiği, ne ihaneti paylaştığı kadına karşı dürüst olabilmesi...

40'ında hala para karşılığı çiftleşmeyi, geceden kalma pudra izini banyoda gizlice çitilemeyi, cep telefonunu her an patlayabilecek bir el bombası gibi gizlemeyi kendine yedirebilmesi...

 

Kabul edelim:

Evlilik bitti..

Çağ yorgunu aile, ancak başka kadınların (ya da erkeklerin) kolunda yürüyebiliyor.

Yalan, bir mecburiyetler rejimi sayılan evliliğin temellerini oyuyor. Ve herkes her şeyi bilerek, gönülsüzce boyun eğerek bu oyunu oynuyor.

Çare, eşlerin birbirinin hayatını yaşamaktan vazgeçip her hayatı, sahibinin nefsine, iradesine, vicdanına, insafına terk etmesidir.

Sevgi varsa, aile ilelebet sürecektir.

Yoksa, böyle sürdürmek rezilliktir.

Yalansız yaşamayı özlemediniz mi?"

 

C. Dündar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bircok denyimsiz ve olgunlasmamis insanin hayali evlenmek oluyor .. yani kestirme :D

 

evlendikleri zaman ise kisa surede ayriliyorlar ..

 

insanlar hayatlarindaki deneyimsizlikleri ve cesitli baskilari evlenerek ortbas etmeye calisiyorlar

 

bu benim kendi gozlemim tabi ki ..

 

 

 

Allah bu devirde insanlardan samimiyeti cekti ..

evliliklerde soguma ve kapanma pskolojisi bu yuzden her an kendini hissettriyor

insan icli konusmalar yaparken olmadigi biri gibi davrandigini hissetti mi anliyor ;)

bi sure sonra da yapilicak bisey kalmiyor malesef ..

 

degil siddetli gecimsizlik ;

anlasarak bosananlar bile oyle cok ki ; mesela bizimkiler :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sus ki anlaşalım!

 

 

Aramıza her seferinde "iletişim" giriyor; o yüzden anlamıyor, anlaşamıyoruz!

 

Anlaşamayan çiftlerin; uyumsuz çalışma arkadaşlıklarının çaresi olarak uzmanlar "iletişim kopukluğunun giderilmesi"ni gösteriyorlar. Oysa bakıyorum da, sözleri, gözleri ve eylemleriyle ne çok şey iletiyorlar! Kırgınlıklar, güceniklikler, horlamalar, laf geçirmeler... Ve en beteri de, karşılıklı kurgulanmış kayıtsızlık gösterisi! Tamir edilmesi gereken "iletişim kopukluğu" değil, "kopukluk!"

 

Hiç kopmaz iletişim! Kopup giden birbirimizi anlamaya niyetimizdir!

 

Birini anlamak mı istiyorsun? Niyetin buysa gerçekten, durup bakman bile yeter çoğu zaman. Hatta içinden konuşmak da yardımcı olur. Ama karşılıklı konuşmak garip bir şeydir. Hiç söze dökülmese apaçık kalacak şeyleri bulandırmak ve anlaşılmaz kılmaktan öteye gitmez bazen!

 

Sevmek, iletişim kurmaktan geçer. Aşk, birdenbire iletken bir maddeye dönüşüvermekten...

 

Traş sırasında berberim Hakan birden:

 

"Beni hep aldatıyorlar be ağabey" diyor. "Eh bu iyi bir şey!" deyince ben, Hakan'ın yüzündeki dalgacı gülümseme kayboluyor. Şaşkınlıkla bakıyor bana. "Günümüzde hayat genellikle ya aldatan ya da aldanan olma hakkı tanıyor bize! Sen hangisini tercih edersin?" Susuyor. "Aldatan olmaktansa, aldanan olmalı!" diyorum; "çünkü soylu ve temiz bir haldir!"

 

Sözün en kötü, en yaralayıcı hali nedir, diye sorsalar birçoklarımızın aklına "ağza alınmayacak hakaretler ve küfürler" cevabı gelir. Oysa bunlar olsa olsa çirkindir! Başımızı istersek öte yana çevirebileceğimiz, aldırmazdan gelebileceğimiz çirkinlikler... Kötü söz ise bambaşkadır. Kötü göz (nazar) gibi çoğu kez aldatıcı iyiliklerle bezeli iftiralardır, doğru süsü verilmiş yalanlardır. Damardan üzerler, en derinden. Öfkelenecek gücünüz bile kalmaz.

 

Biz çok küçükken annem bizi sık sık Bursa Emir Sultan Mezarlığı'na götürürmüş. Ablam bir gün "Anne neden hep buraya geliyoruz" diye sormuş. Annem cevaplamış: "Ölüler konuşmadıkları için insanları üzmezler."

 

Stanislav Lem demiş ki; "susmanın konuları tükenmez."

 

"Kimseyi sevemiyorum artık" dedi. Şaşırmadım. Korkuyordu çünkü. Güvendiği dağlara kar yağmasından, kalbinin kapısını açtığı anda derhal bir hırsızın içeri girmesinden korkuyordu. Sevginin en büyük düşmanı, korku!

 

 

H. Babaoğlu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

EVLİLER AMA SEVİŞMİYORLAR, NEDEN?

 

Giderek daha fazla sayıda çift, evliliklerin de cinselliğin yok olması nedeniyle

evlilik terapistlerinin kapısını çalıyor:

 

“Biz birbirimizi hala seviyoruz ama aylardır sevişmiyoruz. Üstelik sevişmeye niyetimiz de yok. Bu bir sorun mu, sorunsa çözebilir miyiz?”

 

Uzmanlara göre, üç-beş yıldır evli olan çiftlerin çoğu buna benzer sorunlar yaşıyor. Konuyu, Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD) Genel Sekreteri psikiyatr Cem İncesu ile konuştuk. “Evli çiftlerin yüzde 15-20’si bu durumda. Yani her beş çiftten biri, sekssiz evlilik sürdürüyor. Bu önemli bir sorun ve giderek artıyor” diyen İncesu, evlilikte seksi öldüren nedenleri anlattı...

 

 

EVLİLER AMA SEVİŞMİYORLAR, NEDEN?

 

1 CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI ETKİLİYOR

Her üç kişiden birinde cinsel işlev bozukluğu var. Bu bozukluklar, cinsel isteksizliğe ve çiftin cinsellikten kopmasına neden oluyor. Devamında aseksüel evlilikler yaşanıyor. Çiftlerin bu soruna en yaygın tepkisi, inkar etmek. Zamana bırakıyor, konuşmuyor, kendiliğinden çözülmesini bekliyorlar. Süreç içinde sorun devam ediyor. Keylifli bir şey olan cinsellik, gerginliğe dönüşüyor.

 

 

2 ŞEHİR YAŞAMINDAKİ SORUNLAR YORUYOR

Özellikle kentlerdeki yaşam biçimi insanların zamanını çalıyor. Sadece stres değil, geç saatlerde eve gelmek, evde birbirine zaman ayıramamak uzaklaştırıyor insanları. Ve seks yapmak çok gerilerde kalıyor. Kimsenin cinselliği yaşamaya motivasyonu olmuyor.

 

 

3 İLAÇLAR CİNSEL YAN ETKİ DE YAPIYOR

Dünyada ilaç kullanımı çok yaygınlaştı. Tansiyon, kolesterol, diyabet ilaçları ve antideprasanlar artık orta yaştaki insanlar tarafından yoğun kullanılıyor. Bu ilaçların büyük bölümü cinsel yan etki yapıyor. Bize geldiklerinde bunu da değerlendiriyoruz. Bazı kişilerde ilaçları kesince sorun çözülüyor. Bazen bir tek ilacı değiştirmek mucizevi etki gösteriyor.

 

 

4 ÇOCUK OLUNCA ROLLER DEĞİŞİYOR

Çocukların dünyaya gelmesiyle birlikte aile içinde dinamikler değişiyor. Emzirme döneminde prolaktin hormonu artıyor, bu da kadını cinsellikten uzaklaştırıyor. Kadının sevgili rolü, anneliğe dönüşüyor. Hayatını çocuğa odaklaması da cinsel yaşamı etkiliyor. Çiftler artık birbirini sevgili olarak görmüyorlar.

 

 

5 BASTIRILAN ÖFKE CİNSELLİKTEN KOPARIYOR

İlişkinin iyi gitmemesi, iletişim sorunları, duygusal uzaklaşma, karşılıklı ilginin azalması ve bunların sonucunda bastırılmış öfke, cinselliği öldüren en önemli etkenlerden. Çatışmalar konusunda bir profesyonelden yardım alınmalı. Bir sürü gözardı edilen problem öfkeye neden olabiliyor. Öfke zamanında iyi ifade

edilmezse sorun çok büyüyor. Kadınlar öfkelerini ifade edemedikleri için genellikle bastırıyorlar ve cinselikten kopuyorlar.

 

 

6 MUHAFAZAKAR YAPIDA EŞ, HAYAT ARKADAŞI

Ailenin aseksüel bir ünite gibi algılanması, kutsal aile kavramının abartılması ister istemez aseksüel yapıyı çağrıştırıyor. Bizim gibi toplumlarda eş, bazen yalnızca bir hayat arkadaşı olarak görülüyor ve cinsel boyutundan soyutlanıyor. Batı toplumlarında menopoz problemli bir dönemdir. Ama bizde kadın “Oh be kurtuldum” diyor, çünkü cinselliği ödev olarak görüyor ve yaşamak istemiyor.

 

 

7 P.rno BAĞIMLILIĞI SEKSTEN SOĞUTUYOR

Bu bağımlılık özellikle şehirlerde hızla artıyor. Kadın erkek ayrımı yok, ama erkekte çok daha fazla görülüyor. Eğitimli, kariyer sahibi pek çok kişide var. Daha çok orta yaşlarda çıkıyor. Bu kişiler, akşamları internetin başında zaman geçiriyor. Pornografiyle haşır neşir olma, farklı fantezilere yönelme, çiftleri birbirinden soğutuyor. İnsanlar saatlerce pornografiyle zaman geçirip, mastürbasyon yapıyor. Erkekler “İnternette yaşadığım fantezileri bana eşim veremez” diyorlar artık. Bir kadının bu fantezileri tek başına karşılaması gerçekten de imkansız.

 

 

8 UZUN EVLİLİKTE ŞEHVET AZALIYOR

Evlilikte yıllar geçtikçe cinsellik frekansı azalıyor. Herkeste mutlaka böyle olmaz ama, yıllar içinde partnerlerin çekiciliği azalıyor. Sıradanlaşma başlıyor. Aynı partner, aynı ses, aynı koku ve görüntü, aynı tercihler... Sürekli aynı şeyin

yaşanması kanıksamayı getiriyor, gizem kalmıyor. Bunun sonucunda şehvet duygusu azalıyor. Aşkın aktivasyonu iki, üç yılla sınırlı olduğu için heyecan bitiyor.

 

 

YENİ NESİL KADIN YATAKTA ERKEĞİ KORKUTUYOR MU?

Kesinlikle evet. Yeni nesil kadın, metropollerde yaşayan kadınları işaret ediyor. Onlar bir çok yönleriyle erkekleri etkiliyorlar. Bu durumun ciddi boyutları var. Değişen kadın profili erkeklerin cinselliğini de etkiliyor, çünkü bu kadınların beklentileri her anlamda çok yüksek. Kendilerine güveniyorlar, kaliteli bir yaşam arzuluyorlar. İkili ilişkilerden, erkeklerden beklentileri de yüksek. Partnerleri de ister istemez performans kaygısı yaşıyor; iyi bir iş ve kariyer sahibi olmayı istiyorlar. Üstelik bu durum uzun bir süreci kapsıyor. Dolayısıyla erkekleri her anlamda zorluyor ve yoruyor. Özgüveni yüksek yeni nesil kadınlar, erkekleri cinsel anlamda da etkiliyor. Bu da bazen uzaklaşmaya yol açıyor.

 

 

İSTEKSİZLİK NE ZAMAN ORTAYA ÇIKIYOR?

Aslında evlilikte bir çatışma varsa ve evlilik üzerinden belirli bir zaman geçmişse bu cinsel yaşama yansıyor. Aseksüel evlilik derken, yılda dört kereden az birlikte olmaktan söz ediyoruz. Peki bu duruma nasıl geliyor evlilikler? Aslında bu birçok faktörün etkilediği bir durum. Kadın ya da erkek fark etmez; orgazm sorunlarına, erken boşalma ve ereksiyon porblemlerine bakıyoruz biz.

 

 

EŞİNİ YILLAR SONRA YENİDEN KEŞFETMEK MÜMKÜN MÜ?

Mümkün. Sorunlu geçen dönemlerden sonra yenilenen ve heyecanlı giden ilişkiler var, ama bunların oranları yüksek değil.

 

 

SEKS YAPMAYAN ÇİFTLER NEDEN BOŞANMIYORLAR?

Çünkü evlilik kurumunun getirdiği bağlayıcılıklar var. İnsanlar yalnızca cinsellik

için evlenmiyorlar. Evlilik, toplumun oluşturduğu bir yapı. Bunun sürekliliğini

sağlayan etkenler var; çocuk, ekonomik ihtiyaçlar, ebeveynlerin durumu, aile baskısı gibi... Bütün bu etkenlerin dışında; bekar olmak, yalnız kalmak, yalnızlık bir kadın ya da erkek olarak hayatı göğüslemek zor. İnsanlar riske girmek istemiyorlar. Cesaretleri yok.

 

Hayata hedonizm olarak bakıyorsanız, cinsellik ve aşk önem taşır.

Ama hayat bundan ibaret değil!

 

HABERTÜRK

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Vector_Sexuality12-09.jpg

 

 

EVLİLİK! Ne Büyük Bir Vazgeçiş!

 

 

Ama her zaman sözünü ettiğimiz “yatağın yarısından vazgeçme” gibi küçük küçük (aslında birleşince büyük) vazgeçmeler değil dediğim.

 

Yahut “hiç önemi olmayan konularda bile tek başına karar verememek” falan da değil. Hem kimileri için bu başlı başına evlenme sebebi olabilir tersine. Öyle ya... Hayat kolaylaşabilir bu sayede. “Akıl fikir ortaklığı” bir nevi! Herkes benim gibi “özgürlük manyağı” değil.

 

“Büyük vazgeçme” dediğim, “birinin kaderinin ötekinin de kaderi olması”.

 

Bambaşka olabilecek bir hayatın bir seçimle şekillenmesi!

 

“Kader dediğin tam da bu zaten” diyeceksiniz... Evet... İçinde bolca “haksızlık” var.

 

Diyelim yatağa bağımlı oluverdi taraflardan biri... Yahut uzuvlarından birini kaybetti, görmez oldu mesela... Ya da uzun, yorucu tedaviler alır oldu zamanını... Ötekiyse sapasağlam. Fakat hayat hasta olanın üzerinden sürüp gidecektir. Bir sürü örneği var.

 

Hadi hastalıkları bir tarafa bırakalım... İyimser olup kimse öyle kolay kolay kör, kötürüm, şu bu olmuyor diyelim.

 

Peki, “ bir tarafın seksi öteki kadar sevmemesi ” ne, ne diyorsunuz?

 

Her evlilikte rastlanabilir.

 

Bir taraf ötekine uyacak illa. Ki genelde ateşli olan, zaman içerisinde “üstüne soğuk su döküle döküle” sönecektir.

 

Al bakalım!

 

Şahane bir seks hayatı olabilecekken... ''

 

P. Suda

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

aşkın ömrü 3 yıldır.. diye bir kitap okuduydum gerçektende 3 yılın sonunda gördümki bitmiş gitmiş aşk ve bittii.. original.gif hadi çocukluk aşkımla yeniden buluştuk 11 yıl sonra 3.seneye girerken evlenmedik ama ayrıldık kahkaha.gif yani 3 yılı geçerseydim şeytanın bacağını kıracağım sleep.png

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

aile.jpg

 

 

 

"Ben aşk kadınıyım, o nedenle bol çocuklu aşkla dolu bir yuva isterim" demiş Deniz Akkaya.

 

Kulağa çok hoş geliyor.

 

Akla gelen sahne de hem romantik, hem sevimli, hem şık, hem özendirici, hem şu, hem bu. Nitekim görüyoruz öyle fotoğrafları. İçimizdeki bütün güzel duyguları harekete geçiren... "Mutluluğun resmi" olarak sunulabilecek...

 

Çocuklardan birinin ayağı babasının ağzında, ötekinin eli annesinin burnunda, arada aksesuvar olarak evin köpeği, "mutluluk yumağı" olunmuş... Fakat ne zaman böyle bir fotoğrafla karşılaşsam, "Allah'ım n'olur gerçek olsun bu" deme ihtiyacı hissetmişimdir.

Neden acaba?

 

Neden "Ne güzel!" deyip geçemiyorum, neden gerçekliğinden şüphe ediyorum?

Neden "aşk dolu yuva"nın hayal olduğunu düşünüyorum?

 

 

Yok, merak etmeyin aldatma denilen bayat konuya girecek değilim. Aldatma değil zaten suçlu olan. Daha doğrusu o iş başka; evliliği başka bir sürece sokuyor aldatma.

Benim derdim "derdi olmayan evlilikler".

 

Dert yok ama mutluluk da yok.

 

Karşıdan bakınca her şey yolunda görünüyor ama eksik olan bir şey var; "ruh!"

 

Fakat Allah için iki taraf da uğraşıyor! Birbirleri için sürpriz doğum günü partileri falan... Özellikle kadınlar profesyonel organizatör gibi çalışıyor.

 

"Aşk dolu yuva"dan "ses ve görüntü" çıkması gerektiğine inandıklarından mıdır artık... Yoksa can sıkıntısını dağıtmak için mi...

 

 

Ama yuvanın aşk mı ne dolu olduğunu anlamak için "gözlere" bakarım ben, "ses"e değil.

 

Gözler maalesef "ölü gözü" adeta. "Evcilik oyunu" dönemini geride bırakmış, gerçek evliliğin içine girmiş çiftlerin gözlerine bakın...

 

Bana sorarsanız bunun bir tek nedeni var;

 

"Evlilikle beraber kadının da erkeğin de hayata karşı ateşinin sönmesi".

 

Evliliğin bir "son" olarak öğretilmesinden midir... Sahiden de "hayat"a bir nokta koyuyor iki taraf da. Ve en verimli, en yaratıcı, en enerjik, en istekli, en hevesli olunan yaşlar evliliğe kurban ediliyor.

 

Mesai istiyor evlilik.

 

Bencil ve obur.

 

Boş bırakmıyor, kadını da erkeği de. En uçuk kaçık kişilere bile kurallarını dikte ediyor.

İşten güçten, hobilerden, meraklardan çalıyor evlilik.

 

 

Ha, evli olmasına rağmen bütün bu olumsuzluklardan "sıyıran" yok mu?

Çok. Ama dikkat edin hepsinin karşısında "boynu bükük gözü yaşlı bir eş" var. Yahut dayanamamış, terk edip gitmiş...

 

Kısaca, "evlenerek hayatın düzene sokulması" inancına katılmıyorum. O düzen tembelleştiriyor insanı; vazgeçiriyor, heyecanı öldürüyor, "memur" ediyor adamı.

 

"Evlilik ileriki yaşların işi" aslına bakarsanız.

 

İnsanın "güven ve huzur" aradığı yılların...

 

Hayatın sınırlarının zaten daraldığı günlerin...

 

Ama bir yandan da o güven ve huzuru yakalamak için beraber yaşlanmış olmak gerekiyor.

 

 

Sonuç olarak, gözlerdeki o ölü bakışın nedenini biliyorum ama çözümünü bilmiyorum.

 

 

P. Suda

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 11 ay sonra...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.