Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Boles


nicomedias

Önerilen İletiler

Tanıdıklarımdan biri bana şu hikâyeyi anlattı bir gün:

 

Moskova'da öğrenciyken, "malûm kadınlar"dan biriyle, anlarsın ya, komşuluk etmek zorunda kalmıştım. Tereza adında bir Polonyalıydı. İri-yarı, kömür küfesinden çıkmış gibi kara bir kadındı. Birbirine bitişik kaşları, baltayla yontulmuşcasına kaba-saba bir suratı vardı. Karanlık gözlerinin hayvanca parıltısından, kalın ve gür sesinden, külhani tavırlarından, satıcı kadınlara benzer iri gövdesinden ürkerdim... Ben tavan arasında oturuyordum. Onun kapısı da tam benimkinin karşısındaydı.

 

Kadının evde olduğunu bildiğim zamanlar kapımı hiç açmazdım. Gerçi evde bulunduğu yoktu pek. Arada bir merdivenlerde ya da avluda karşılaştığımızda, yüzüme bakarak, bana yırtıcı ve arsızca gelen bir tavırla gülümserdi. Çok kez fitil gibi sarhoş, saçı başı darmadağın bir halde raslardım ona. Bu sırada gözleri kayar, yüzüne her zamankinden daha çirkin bir gülümseme yayılır:

 

 

 

 

- İyisiniz inşallah bay öğrenci! derdi. Arkasından da nefretimi büsbütün artıran aptalca kahkahalar atardı. Bu gibi karşılaşmalardan ve selamlaşmalardan kurtulmanın tek çaresi evden ayrılmaktı. Fakat penceresi geniş bir görünümü kucaklayan şipşirin bir odam vardı. Sokağımız da çok sessizdi... Sıkıyordum dişimi.

Bir sabah yatağıma uzanmış, üniversiteye gitmemek için birtakım bahaneler bulmaya çalışarak yatarken, birdenbire kapının açıldığını ve ********* Tereza'nın o kalın sesiyle:

- İyisiniz inşallah bay öğrenci!.. diye seslendiğini işittim.

Kadının sıkıntılı yüzünde yalvaran bir anlatım vardı... Tuhaf, alışılmadık bir şeydi bu.

- Ne istiyorsunuz? dedim.

- Şey... efendim... Sizden bir dileğim vardı da... Artık ne kadar zahmetse...

Yattığım yerden:

"Numara yapıyor!" diye düşündüm. "Sıkı dur Yegor! Seni yoldan çıkarmak istiyor bu canavar..."

Kadın yalvaran bir sesle, ezile büzüle sözlerini tamamladı:

- Şey... Memlekete bir mektup yazdırmak istiyordum da...

İçimden:

"Hay Allah kahretsin! Çattık!" diye düşündüm, kalkıp masanın başına geçtim, bir kâğıt çekip:

- Şuraya geçin, oturun ve söyleyin...dedim.

Tereza içeri girdi, sandalyenin bir kıyısına ilişti, suçlu suçlu yüzüme bakmaya başladı.

- Evet... Mektup kime yazılacak?

- Varşova yolu üzerindeki Sventsyan kentinde Boleslav Kaşput'a.

- Peki... Söyleyin bakalım...

- Sevgili Bolesim... Canımın içi... Benim biricik sevgilim... Meryem Anamız seni korusun! Altın yüreklim... Mahzun kumruna, Terezana niçin çoktandır mektup yazmıyorsun?..

Az kalsın basıyordum kahkahayı. Bir metre yetmiş beş santim boyunda, yumruğu bir batman ağırlığında, ömrü boyunca baca temizleyip bir kez olsun yıkanmamış gibi kapkara suratlı bir mahzun kumru!..

 

 

Gülmemi güçlükle tutarak:

- Kim bu Bolest? diye sordum. (*)

Kadın, Boles adını bozarak söylememden incinmişçesine:

- Boles nişanlımdır, bay öğrenci... dedi.

- Nişanlınız mı?..

- Beyefendi niçin şaşırdılar? Bir genç kızın nişanlısı olamaz mı?..

Sevsinler genç kızı!.. Büsbütün şaşırmıştım ya, bozuntuya vermemeye çalışarak:

- Yoo... diye karşılık verdim. Niçin olmasın? Her şey olabilir... Çoktan beri mi nişanlısınız?..

- Altı yıldır...

Vay canına!..

Neyse... Böylece mektubu yazıp bitirdik. Hem de öyle ateşli bir aşk mektubu oldu ki, hani yazdıran Tereza değil de ondan az daha ufak bir başkası olsaydı bu Boles'in yerinde olmak isterdim doğrusu.

Tereza başını eğerek:

- Oldu... dedi. Yardımınız için size teşekkür ederim bay öğrenci! Acaba ben de size bir hizmette bulunabilir miyim?

- Hayır, eksik olmayın!

- Hani, bir yırtığınız, söküğünüz varsa...

Bu kadın kılığına girmiş fil eskisi iyiden iyiye tepemi attırmaya başlamıştı. Sert bir tavırla, onun herhangi bir hizmetine ihtiyacım olmadığını bildirdim.

Çıkıp gitti.

Aradan iki hafta geçti... Bir akşam üstü ıslık çalarak pencereden dışarı bakıyor, ne yapabileceğimi düşünüyordum. Hava bozuk olduğu için bir yere gitmek istemiyordum. Canım sıkılıyordu. Bir ara kendimi eleştirmeye koyuldum. Bu da oldukça sıkıcı bir iştir ya, başka bir şey yapmak gelmiyordu içimden. Bu sırada kapı açıldı. Çok şükür. Bir gelen var...

- Bay öğrencinin acele bir işleri var mıydı acaba?..

Hay Allah!.. Tereza'ymış!..

- Hayır... Ne istiyorsunuz?

- Beyefendiden bir mektup daha yazmalarını dileyecektim de...

- Pekâlâ... Boles'e mi yine?

- Hayır, bu kez mektup ondan gelecek.

- Ne-e?..

 

 

- Oh, ne sersemim!.. Bağışlayın... ben.. yani... demek istedim ki... Bu kez, anlıyorsunuz ya, mektup benden değil de... kadın arkadaşlarımın birinden... Yani... Kadın değil de bir erkekten demek istiyorum... Kendisi yazmıyor... Fakat bir nişanlısı var... Adı da benimki gibi, Tereza... İşte sizden bu öteki Tereza'ya mektup yazmanızı dileyecektim de...

Yüzü allak bullak olmuştu. Karşımda sallanıp duruyor, titreyen ellerini ovuşturuyordu... İşi anlamaya başlamıştım...

- Bana bakın bayan! dedim. Bu ne Boles işi , ne de Tereza. Yalan söylüyorsunuz! Boş yere uğraşmayın, sizinle ahbaplığa niyetim yok... Anladınız mı?

Kadın birdenbire tuhaf bir korkuya kapıldı. Yüzü kıpkırımızı oldu, sendeledi, bir şeyler söylemek istercesine dudaklarını kıpırdattı. Fakat ağzından tek sözcük çıkmadı.

İşin nereye varacağını bekliyor, beni yoldan çıkarmak istediğini sanmakla da bir parça yanıldığımı sezinliyordum. Anlamadığım başka şeyler vardı galiba.

Tereza neden sonra:

- Bay öğrenci... diye söze başladıysa da ansızın elini sallayarak sert bir hareketle geri döndü, çıkıp gitti. İçimde kötü bir duyguyla öylece kalakalmıştım. Sonra kapısını şiddetle çarptığını işittim... Kızmıştı besbelli... Bir süre düşündüm; gidip onu geri çağırmaya, ne isterse yazmaya karar verdim.

Odasına girdiğimde, dirseklerini masaya dayamış, başını ellerinin arasına almış oturuyordu.

- Bana bakın, dedim...

... Bu hikâyeyi anlatırken burasına geldiğimde hep bir tuhaf olurum nedense... Ne aptallık! Neyse...

- Bana bakın, dedim...

Kadın yerinden fırladı, gözleri parlayarak üstüme yürüdü, ellerini omzuma koydu ve fısıltıyla, daha doğrusı hırıltıyla:

- Ne olacak? dedi. Ha, ne olacak? Evet, tam bildiğiniz gibi! Boles, Moles yok... Tereza da yok! Ama size ne bundan? Kâğıt üzerinde kalemi oynatıvermek çok mu zorunuza gidiyor? Ha? Ah sizler! Muhallebi çocukları! Evet!.. Ne Boles var, ne de Tereza! Yalnızca ben varım! Ne çıkar bundan? Ha? Ne çıkar?..

Bu karşılama serseme çevirmişti beni.

- Durun hele, dedim. Ne demek istiyorsunuz? Boles diye biri yok mu yani?

- Evet, yok! Ne çıkar bundan?..

- Ya Tereza, o da mı yok?

- Tereza da yok! Tereza benim!

Hiçbir şey anlamamıştım. Gözlerimi fal taşı gibi açmış, kadının yüzüne bakıyor; hangimizin delirdiğini anlamaya çalışıyordum. Tereza yeniden masaya doğru gitti, bir şeyler arandı, sonra yanıma geldi ve incinmiş bir sesle:

- Boles'e yazmak size bu kadar güç geldiyse, alın mektubunuzu! dedi... Alın!.. Ben başkalarına da yazdırabilirim...

Bir de baktım, Boles'e yazdığım mektubu tutuyor elinde... Vay canına!..

- Bana bakın Tereza! dedim. Ne demek oluyor bütün bunlar? Niçin başka mektuplar yazdırasınız? Göndermiyorsunuz ki onları...

- Kime gönderecekmişim?

- Kime olacak... Boles'e!..

- Ama Boles diye biri yok ki!..

Şaşıp kalmıştım! Ne halin varsa gör deyip ayrılmaktan başka çare kalmamıştı. Fakat kadın durumu açıkladı.

İncinmiş bir sesle:

- Ne çıkar? diye söze başladı. Yoksa yok! (Ve sanki onun niçin olmadığına akıl erdiremiyormuş gibi ellerini iki yana açtı.) Ama ben olmasını istiyorum... Ben de herkes gibi insan değil miyim?.. Evet... biliyorum... biliyorum ama... ona mektup yazmamın kimseye bir zararı yok ki...

- Affedersiniz, kimden söz ediyorsunuz?

- Boles'ten...

- Hani Boles yoktu?..

- Ah, Meryem Ana!.. Yoksa yok, ne çıkar bundan?.. Yok, ama bana varmış gibi geliyor... Ona mektup yazıyorum ve böylece var oluyor... O da bana, Tereza'ya karşılık veriyor... Sonra ben yeniden yazıyorum...

 

 

Anlamıştım... O an ne kadar üzüldüğümü, utandığımı anlatamam... Bir insan yaşıyordu üç adım ötemde... Sevgiye, yakınlığa ihtiyacı olan ve bunu hiç kimsede bulamayan bu insan, sonunda kendi kafasının içinde kendine bir sevgili yaratmıştı...

 

 

- Boles'e yazdığınız mektubu başkalarına okutup dinliyorum... O zaman Boles varmış gibi geliyor bana... Şimdi de Boles'ten Tereza'ya... yani bana... bir mektup yazmanızı diliyorum sizden... Onu başkalarına okutup dinlediğimde Boles'in varlığına büsbütün inanacağım... Yaşamak benim için daha kolaylaşacak...

... İşte böyleyken böyle!.. Aklıma geldikçe bir tuhaf olurum!.. O günden sonra düzenli olarak haftada iki kez Tereza'nın Boles'e mektuplarını, Boles'in de cevaplarını yazmaya başladım. Cevapları özene bezene kaleme alırdım... Tereza bunları dinlerken o kocaman sesiyle avaz avaz ağlardı. Ve düzmece Boles'in mektuplarıyla ona gözyaşı döktürmemin karşılığında çoraplarımı, gömleklerimi yamar, söküklerimi dikerdi. Bu mektup hikâyesinden üç ay sonra bir sebepten hapse attılar onu. Şimdi ölmüştür belki de.

Dostum sigarasının külünü üfledi, dalgın bir tavırla gökyüzüne bakarak sözlerini tamamladı:

 

 

İşte böyle... İnsan acıyı tattıkça şefkati daha çok arar... Ama köhnemiş erdemlerimizin duvarları arasına sıkışan, birbirimize tepeden bakan bizler bunu anlayamıyoruz. Çok ahmakça, çok acı sonuçlar doğuruyor bu anlayışsızlığımız. Diyoruz ki, düşkün insanlar!.. Ne demektir bu?.. Onlar da bizler gibi aynı kemikten, aynı kandan, aynı etten ve sinirden yapılmışlardır. Her şeyden önce insandırlar... Yüzyıllardır işitip dururuz bu "düşkün insanlar" sözünü. Ne saçma şey! Asıl düşkünler bizleriz! Hem de adamakıllı düşkün!.. Kendini beğenmişliğin, mutsuz insanlara tepeden bakmanın uçurumuna düşmüşüz... O insanlar ki tek eksikleri bizden daha az kurnaz olmaları ve kendilerine iyi insan süsü vermeyi daha az becerebilmeleridir... Neyse... Bırakalım bunları... Bu sözler o kadar çok söylendi ki, insan bir daha tekrarlamaya utanıyor!...

 

 

1896

 

 

Bozkırda

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...
  • 1 ay sonra...

GORKİ:

Biliyoruz ki, tüfek, top, tank, uçak, patlayıcı maddeler, boğucu gazlar ve insanları kitle halinde öldürmekte kullanılacak türlü şeyler üretmek için "uygar devletler" bol bol hesapsız para harcarlar. İnsan öldürme gittikçe daha pahalıya oturmakta, ya işçiler tarafından çıkarılan, ya da insanlardan vergi olarak alınan binlerce ton altını yutmakta ve bu insanlar, verdikleri bu paraların karşılığı olarak, kurşuna dizilmekte, patlayıcı maddelerle parçalanmakta, zehirli gazlarla boğulmakta, denizlerin dibini boylamaktadırlar.

 

Top, mitralyöz, dinamit, boğucu iperit gazı ve insanları kitle halinde öldürecek daha başka şeyler yapan silah fabrikatörleri yarının ulusların boğazlaşmasına büyük bir hararetle, ama, söylemeğe gerek yok, vaktiyle Doğunun zenginliklerini yağma etmek düşüncesiyle, Kudüs'ü zaptetmeğe, "İsa'nın mezarını kurtarmağa" hazırlanan orta çağ Avrupa'sı baronlarından çok daha düşüne düşüne ve daha metotlu bir şekilde hazırlanmaktadırlar. Arada şu fark var: "Korkusuz ve kusursuz modern şövalyelerimiz"in gözünde Kudüs, şehirlerde bankaların toplandığı caddeler, "İsa'nın mezarı" ise, para kasalarıdır...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Bir kadın eğer budalaysa, eninde sonunda bir insan yıkıntısı ile karşılaşır ve onu

kurtarmaya çalışır.

 

Kimi zaman da başarır bu işi. Ama bir kadın, eğer budala değilse, eninde sonunda akıllı, sağlıklı bir adam bulup onu yıkıntıya çevirir. Her zaman başarır bu işi.

 

Yaşama Uğraşı-Cesare Pavese

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Seviyordum sizi:ve bu aşk belki

 

İçimde sönmedi bütünüyle;

 

Fakat üzmesin sizi artık bu sevgi;

 

İstemem üzülmenizi hiçbir şeyle.

 

Sessizce,umutsuzca seviyordum sizi,

 

Kah ürkeklik,kah kıskançlıkla üzgün;

 

Bu öyle içten,öyle candan bir sevgiydi ki,

 

Dilerim bir başkasınca da böyle sevilin.

 

PUŞKİN

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsanın Yalnızken Davranışları-----Gorki

 

 

Ay, göklerin bu yaşlı ve kurnaz tilkisi, sinsice süzülmekteydi kirli bulutların arasından. çok iriydi, çok içmiş biri gibi kızarmıştı dudakları üstelik. Genç bayan tutkuyla, dahası öç alırcasına kışkırtmaktaydı onu en azından öyle göründü bana.

 

Kızın bu davranışı, beni uzunca bir süre şaşırta gelmiş kimi 'garipliklerin' içimde yaşıyan anılarını uyandırmış oldu. Birinin, yalnızken kalkıştığı davranışlarına ne zaman tanık olmuşsam, her kezinde onun 'kaçık' olduğu kanısı uyanmıştır bende başkaca bir sözcük bulamıyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dinleyin Sürüngenler!!!

 

 

Siz özel değilsiniz..

Sizler güzel yada eşi benzeri olmayan

kar tanesi de değilsiniz..

Sizler işiniz değilsiniz..

Sizler paranız kadar değilsiniz..

bindiğiniz araba değilsiniz..

kredi kartlarınızın limiti değilsiniz..

Sizler iç çamaşırı değilsiniz..

Sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz..!!

Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz..

Hepimiz aynı pisliğin lacivertleriyiz..!!

 

Welcome the FIGHT CLUB !!!!!

-------------------------------------------

f..ck them all

 

Poka

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

hah sende alışmışsın forum ağızlarına :) (+1)

 

--------------------------------------------------------

isteklerimizi sınırlama günü gelmiştir ve durum acildir.

kabul edelim;

yalnız kendimizin duyabileceği küçük bir fısıltıyla bile olsa, itiraf edelim: hayatı böyle çılgın bir hızla yaşarken, ne uğruna yaşıyoruz biz?

 

Soljenitsin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Beee Eyyy Kalemmm!!!

 

Neden bütün korkunç fırtınalarını kuytularına gönderiyorsun insanların?

Neden sözlerin zehirli senin ey kalem?

Neden bunca karanlık bakışların?

Biraz da oluruna bıraksana dünyayı!

Biraz da mutlu gelecekten yarınlar devşirsene!

Biraz da yerine geçsene birbirine dokunmayan hatır cümlelerinin!

Biraz da boş versene!

 

 

Mutluluğun yollarına ayaklarını uzatma!

Yanlış kapılarda bekleme!

Boşa ümit besleme!

Senin heves ettiğin memleketlere buradan otobüs kalkmıyor.

Senin uzandığın dallarda meyve bitmiyor.

Yapacağın en iyi şey şarkını içinden söylemektir.

Oysa biliyorum için içine sığmıyor senin ey kalem!

Doğru durmuyor kanatların.

Sanırım sen hep böyle serseri olacaksın ey kalem.

Her cümlenden bir boşluk damlayacak.

Ve kalbimi kırıp duracak yansımaların.

 

.....gökhan özcan

------------------------------------------------

dışı süslü ama içi boş laflara aldanma

 

 

----------------------

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Etten, kemikten, bir anne ve babanın ümitlerinde, sevinçlerinde boy veren, her bir harcı kalpten bir parçayla bina edilmiş uzaklardaki şatomun, kulakları sağır eden yerle bir oluşu ne de tuhaf. Çünkü kırgınım. Kırgınlığım öğrendiklerimin ve öğretilenlerin öğreteceklerimizle örtüşmemesi; ihanetler, SAMİMİYETSİZLİĞİN ağır acı kokusu, terkedilmişliğin anaforu.

 

B.Parlak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Su yüzeyi hafiften ışıltılı ama derindeki karanlığı hissediyorsunuz. İşte deniz bu ve ben denizi bunun için seviyorum! Yaşama çağrı, ölüme davetiye."

Albert Camus

 

ışıltıyı görüyorum.Ama ben, karamsar ben o karanlığı daha iyi hissediyorum...Davetiye yi dörtgözle bekliyorum...

-------------------

 

Değerli olmak ya da olmamak. Yaratmak ya da yaratamamak. Birinci durumda, her şey kanıtlanmıştır. İstisnasız, her şey. İkinci durum, tam bir anlamsızlıktır. Geriye en güzel intiharı seçmek kalır: Evlilik + 40 iş saati ya da tabanca.

Albert Camus

 

evlilik+40 iş saati+15 çocuk(hepsinin ismi su'yla ilgili olacak;nehir,ırmak,deniz....)ama olmaz olamaz ee o zaman geriye ne kalıyor.

 

"ya da" .......

----------------------

ama ben yapamam korkağım.....

 

galiba Camus'nun dediği "ölmenin en absürt yolu" çeşidinden bir türde gerçekleşecek bu...(O da öyle öldü)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BAŞKA BİR UYANIŞTA

 

 

Korku dolu çığlığım karman çorman

Düşlerimi savurdu da uyandırdı beni,

Çan sesine eşlik eden kuşların şakıması

Çiçeklenmiş otların üzerini yaladı geçti,

Düşümdeki dehşetin orta yerine

Sabahın altın ışıkları sızıverdi sessizce.

 

Bir gün öyle bir an gelecek ki

Şafak bile kurtaramayacak beni

Düşlerin gösterdiği yalanlardan

Başka avuntum da kalmayacak o zaman

O kasvetli karanlıkta kala yaza

Uyanmamayı tercih edeceğim bir daha.

 

 

 

Carl SPITTELER :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.............

 

Ama sen, evet. Ah! bir saray gibi giz dolu kıvrımlarının içinde, sen büyücü ve acımasız, kim olduğunu bilmenin bilinciyle dalgalarını birbiri ardınca salarak yüksek ve korkunç sırtınla ilerlediğin, benim bulgulayamadığım bir yoğun acıyla bunalmış bir durumda, insanların o çok korktukları boğuk ve sonsuz uğultunu göğsünün derinliklerinden koyverdiğin, kıyıda güvenlik içinde bile seni titreyerek seyrettikleri sırada, sana eşit olduğumu ileri sürecek bir düzeyde bulunmadığımı anlıyorum. Bu nedenle, üstünlüğünün karşısında, senin yanında en alaylı karşıtlığı, dünyada eşi benzeri görülmemiş en gülünç zıtlığı oluşturan benzeşlerimi bana acı acı düşündürmeseydin bütün sevgimi (güzele olan özlemlerimin kapsadığı sevginin niceliğini kimse bilemez) sana verirdim; sevemem seni, nefret ediyorum senden. (???????????)

 

 

 

Billur dalgalı okyanus... Gözlerime sel gibi yaşlar doluyor ve sürdürecek gücüm yok; çünkü, *********** görünüşlü insanların arasına dönme zamanının geldiğini duyumsuyorum; ama... cesaret! Büyük bir çaba gösterelim, ve görev duygusuyla, bu dünyadaki yazgımızı gerçekleştirelim. Selamlıyorum seni, yaşlı okyanus! (????)

 

Comte de Lautreamont

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.