Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

ÇANAKKALE DESTANI

 

ÇANAKKALE DESTANI'NIN SAYFALARINDAN BİRKAÇ SATIR ...

 

 

 

 

***

 

 

DUR YOLCU!

 

BİLMEDEN GELİP BASTIĞIN

 

BU TOPRAK,

 

BİR DEVRİN BATTIĞI YERDİR.

 

EĞİL DE KULAK VER,

 

BU SESSİZ YIĞIN

 

BİR VATAN KALBİNİN ATTIĞI YERDİR.

 

 

***

 

Çanakkale Savaşı, demir ve çeliğin, insan gücünü ve cesaretini yenemeyeceğini ve vatan sevgisini öldüremeyeceğini, yıldıramayacağını bütün dünyaya kanıtlamıştır. Bu savaş, milletçe uyanışımızın gerçek başlangıcı olmuştur. Mustafa Kemal Arıburnun'dan, Anafartalar'dan, Kocaçimen'in şahekasından bir güneş gibi doğmuştu. Çanakkale'de feda edilen Türk kanı, Türk istiklâlinin ve Cumhuriyeti'nin harcına karışmıştı.

Şehitlerimizin ve gazilerimizin aziz hatırları önünde şükranla eğilelim...

 

 

***

 

 

MUSTAFA KEMAL VE ÇANAKKALE

 

Çanakkale Muharebeleri Mustafa Kemal’in hayatında bir dönüm noktası teşkil eder. Bu savaş O’nun kaderini derinden etkilemiştir. Savaş başladığında Sofya’da askeri ateşe olarak görev yapan Mustafa Kemal kendisine aktif görev verilmesini istemiştir. Ancak, isteği başkumandanlık tarafından geri çevrilmiştir. Bunun üzerine İstanbul’a şu telgrafı çekmiştir; “Vatanımın savunması ile ilgili fiili görevlerden daha önemli bir görev olamaz. Arkadaşlarım savaş meydanlarında ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ateşemiliterlik yapamam. Eğer birinci sınıf subay olmak değerinde değilsem, inancınız bu ise lütfen söyleyin”. O’nun kararlı tutumu İstanbul’u harekete geçirmiş, Harbiye Nazır vekili İsmail Hakkı imzalı bir telgrafla kendisinin “19. Tümen kumandanlığına tayin edildiği ve derhal İstanbul’a hareket etmesi” bildirilmiştir (2 Şubat 1915). İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Harbiye Nazırı Enver Paşa ile görüşmüş ve Enver Paşa’dan kendisinin atandığı görev hakkında bilgi istemiştir. Enver Paşa, O’nu ayrıntılı bilgi için Erkân-ı Harbiye ile görüşmeye yollamıştır. Ertesi gün yetkililer ile görüşen Mustafa Kemal’e böyle bir tümenin olmadığı, ancak Çanakkale’deki kuvvetlerin mevcudunda bu tümenin bulunabileceği bildirilmiştir. Bunun üzerine Çanakkale Komutanı Liman von Sanders’in kurmay başkanı Kazım Beyle görüşen Mustafa Kemal Kazım Bey’den 19. Tümenin kuruluş aşamasında bulunduğunu öğrenmiştir.. O, bu görüşmeden sonra görevine başlamak üzere Tekirdağ’a gelmiştir. Tümenini bir ay gibi bir sürede hazır hale getirerek Maydos’da istihdam edilmesini sağlamıştır (25 Şubat 1915). Ayrıca, bu bölgede kıyı gözetleme görevinde bulunan bazı piyade alayları ve topçu bataryaları da kendi emrine verilerek “Maydos Mıntıkası Komutanı” sıfatıyla Rumeli yakasında Ece limanından Seddülbahir ve Morto limanına kadar olan bölgenin muhafazasına memur edilmiştir.

18 Mart yenilgisinden sonra İtilâf Devletleri Nisan ayında kara harekâtını başlatmıştır. Conkbayırı’na asker çıkaran düşman ilk saldırıda Türk askerini dağıtmayı başarmıştır. Cephane yokluğundan kaçan Türk kuvvetleri Mustafa Kemal’in tam zamanında süngü hücumu emri vermesi ile toparlanmış ve yeniden karşı saldırıya geçmiştir. Böylece Conkbayırı düşman eline düşmekten kurtulmuştur. O daha sonra Arıburnu’nda askeri birliklere tarihte eşine çok az rastlanabilecek bir emir vermiştir: “Size ben taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimiz başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.” Bu emre uyan 57. alayın hemen hemen tamamı şehit olmuş ve milletinin kalbindeki mümtaz yerini almıştır. Onların kanları Çanakkale Savaşı’nın gidişatını tamamen değiştirmiş, kazanılan zamanda geriden gelen kuvvetler onların yerlerini almış ve boğazın en stratejik noktalarından biri düşmana teslim edilmemiştir. Bu savaşlar aynı zamanda Mustafa Kemal’in ani karar verme, risk alma gibi hem bir devlet adamında olması hem de bir askerde bulunması gereken yeteneklerin kendinde vücut bulduğunun ispatıdır. 19 Mayıs 1915’e kadar süren çarpışmalarda düşman kuvvetleri ehemmiyetli bir başarı kazanamamıştır. Mustafa Kemal, bu cephedeki başarıları sebebiyle 1 Haziran 1915’te albaylığa yükseltilmiştir. Yine başarılarından dolayı önce gümüş imtiyaz madalyası ile daha sonra ise altın liyakat muharebe madalyası ile taltif edilmiştir. Türk birliklerinin kahramanca dayanmaları ve 19. Tümen komutanı Mustafa Kemal’in olağanüstü görüş ve kavrayışı, hele sorumluluk yüklenmekteki cesareti olmasaydı iş baştan bitmişti.

Yeni kuvvetler getiren düşman Conkbayırı-Kocaçimen hattına saldırıp buraları aldıktan sonra Kabatepe-Maydos hattına ilerleyerek Türk ordusunun İstanbul ile bağını kesmek, geri kalan kuvvetlerle de Anafartalar’a çıkarak burasını hareket üssü yapmak istedi. 6/7 Ağustos gecesi Arıburnu kuzeyinde ve Anafartalar’da çıkarma başladı. Kendi isteği üzerine 8/9 Ağustos gecesi Anafartalar Grubu komutanlığına tayin edilen Mustafa Kemal’e derhal saldırıya geçmesi bildirildi. Mustafa Kemal bu ağır ve sorumluluk isteyen görevi nasıl bir düşünceyle kabul ettiğini şöyle anlatır: “Vakaa böyle bir mesuliyeti deruhte etmek, basit bir keyfiyet değildir. Fakat ben, vatanım mahvolduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için kemali iftiharla bu mesuliyeti deruhte ettim”. Önce kararlaştırdığı saldırıyı bizzat yöneterek üstün kuvvetleri geriletti, 10 Ağustos sabahı tanyeri ağarırken düşman üzerine süngü ile atılmak için hazırladığı asker saflarının önüne geçerek kuvvetlerine saldırı emri verdi: “Askerler! Karşınızdaki düşmanı yeneceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvelâ ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!”. O, çarpışmanın gidişatını izlerken bir şarapnel parçası göğsünün sağ tarafına çarpar ve cebindeki saati parçalar. Bu saati daha sonra günün hatırası olmak üzere Ordu Komutanı Liman von Sanders’e verir. Sanders’de aile asalet armasını taşıyan bir saati Mustafa Kemal’e hediye eder. Onun şu sözleri bu savaşa verdiği önemi ve bu savaşın önemini belirtmesi bakımından oldukça manidardır: “Burada benimle beraber harbeden bütün askerler kat’i olarak bilmelidirler ki bize düşen namus görevini yerine getirmek için, bir adım geri gitmek yoktur. Rahat uykusu aramanın, bu rahattan yalnız kendimizin değil, bütün milletimizin ebedi olarak yoksun kalması ile sonuçlanacağını hepinize hatırlatırım”.

Ağustos muharebelerinden sonra savaşın siper harbine dönüşmesi üzerine Mustafa Kemal taarruz edilerek düşmanın bölgeden atılmasını teklif etmiş, teklifi kabul edilmeyince de 10 Aralık 1915’te görevinden istifa etmiştir. Sanders istifayı kabul etmeyerek hava değişimine çevirmiştir. İstanbul’a geldikten sonra düşmanın Çanakkale’yi 19 Aralık 1915’te boşalttığını öğrenmiştir. Mustafa Kemal daha önce 19 Ağustos 1915 tarihinde yayınlanan bir irade ile 16. Kolordu komutanlığına tayin edilmiştir. O, 1917’ye kadar sürecek yeni görevine 14 Ocak 1916’ta başlamıştır.

Mustafa Kemal’in Türk milletinin kalbinde taht kurmasının bazı özel sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında Onun ömrünü savaşlarda geçirmiş bir insan olmasına rağmen savaşı hiç bir zaman tasvip etmemesi gelir. O, bir barış savunucusudur. Onun barış taraftarlığı; “Yurtta sulh cihanda sulh” veciz ifadesiyle tüm dünyaya ilan edilmiştir. Ayrıca savaştığı insanlara dahi saygıyla bakmayı başarabilmiş biridir. Çünkü, savaşın milletlerin birbirine düşmanlığından değil, siyasi çıkarlar için yapıldığına inanmaktadır. Onun Çanakkale’de ölen askerler için söylediği aşağıdaki sözler bunun en iyi kanıtıdır:

ATATÜRK'ÜN 1934 YILINDA DÜNYA ÜLKELERİNE ve İNSANINA HİTABEN YAZDIĞI ANITLAŞAN ALTIN SÖZLERİ :

"Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı siliniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler, onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır."

Mustafa Kemal ATATÜRK, 1934

 

"THOSE HEROES THAT SHED THEIR BLOOD AND LOST THEIR LIVES... YOU ARE NOW LYING IN THE SOIL OF A FRIENDLY COUNTRY. THEREFORE REST IN PEACE. THERE IS NO DIFFERENCE BETWEEN THE JOHNNIES AND THE MEHMETS TO US WHERE THEY LIE SIDE BY SIDE HERE IN THIS COUNTRY OF OURS...

YOU, THE MOTHERS, WHO SENT THEIR SONS FROM FAR AWAY COUNTRIES, WIPE AWAY YOUR TEARS; YOUR SONS ARE NOW LYING IN OUR BOSOM AND ARE IN PEACE. AFTER HAVING LOST THEIR LIVES ON THIS LAND THEY HAVE BECOME OUR SONS AS WELL."

( ATATÜRK, 1934 )

 

 

Kaynaklar : * Zafer GÖLEN*Türk Dünyası Dergisi Sayı:148 ** Çanakkale Savaşları ve Gezi Rehberi,

 

***

 

 

 

57. ALAY

 

57. ALAY, Çanakkale Savaşları'nda ve Türk Toprağı'nın savunulmasında büyük bir öneme sahiptir. Göğüs göğüse çarpışmaların yaşandığı ve Atatürk'ün de 57. ALAY'a hitabı da söz konusudur:

"Onlar mukaddes vatan toprakları için canlarını seve seve vermişler, Çanakkale Savaşları'nın kaderini değiştirmişlerdir. Burada geçen her saniye, kullanılan her an, ölen her nefer Türk vatan ve milletinin mukadderatını çizmiştir. Kara savaşlarına katılan ilk birlik olan 57. ALAY vatan sevgisinin ne olduğunu insanlığa göstermiştir. Bu kahraman Alayı hayranlık, minnet ve rahmetle anıyorum..."

 

***

 

 

ATATÜRK, 18 MART ÇANAKKALE ZAFERİNİ ANLATIYOR:

 

" Bu tamamen bahri bir harekettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa Hazretleri'nin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alakam dolayısıyladır. Yalnız 18 Mart gününün sabahı Cevdet Paşa Hazretleri Maydos'ta bulunan karargahıma gelmişti. Kendisine Seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı göstermek üzere beraber Kirte'ye gittik. Oraya vardığım zaman düşman donanmasının açtığı ateşin altında kaldık. Mezkûr mıntıkanın muhafazasına memur 26. Alay Kumandanı'na icap eden talimatı şifaiyemi verdim. Ve Cevat Paşa ile bulunabilmek için Maydos'a döndük.

O gün sahil bataryalarımızda bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şayanı takdir bir fedakârlıkla, hani cesaretin, tevekkülün azamiyesiyle sonuna kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir. Düşünün ki birçok çökmeler, infilaklar, yangınlar, zayiat arasında bunlar hiç titremeden vazifelerini yapmışlardır."

Mustafa Kemal ATATÜRK

 

***

 

"Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hâkim olabilir"

25 Nisan 1915 / Conkbayırı / Mustafa Kemal

 

***

 

 

YAHYA ÇAVUŞ ŞEHİTLİĞİ ( ANIT YAZISI )

 

19. Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal 24 Nisan 1915 günü bütün birliklerle karaya ayak basacak her işgalci düşman askerlerinin yok edilmesi emrini verdi. 25 Nisan 1915 sabahı düşman savaş gemileri Ertuğrul Koyu'na tonlarca bomba yağdırdı. 26. Alay'ın 3. Taburu bu bölgeyi koruyordu. Tabur Komutanı Mahmut Bey ile Asteğmen Hüseyin Bey'in şehadeti üzerine komuta Ezineli Yahya Çavuş'un eline geçti. Yahya Çavuş Galiçya ve Balkan Savaşı'na katılmış 28 yaşında cesur bir asker sağ kalan 67 arkadaşı ile siperlerde mevzilenmiştir. Albien ve River gemilerinden şafakla beraber karaya çıkmaya başlayan 3000 düşman askerini Ertuğrul Koyu'nun sularına gömmüş, deniz kızıla boyanmıştır. 48 saat düşmanın binlerce top mermisi ve askerine karşı kıyı ve siperleri korumuştur. Düşman bir tümen bildiği Türk Birliği'ni Yahya Çavuş'u siperlerinde 62 kahraman ve şehidin cesedi ile karşılaşınca hayretler içinde kalmıştır.

Yahya Çavuş kopan diğer bacağını, tüfeğinin kayışı ile bağlamış olarak diğer beş arkadaşı ile birlikte Alçı Tepesi eteklerinde 27 Nisan günü şehadet mertebesine ermiştir. Yüce kahramanları minnetle anıyoruz.

Kaynak : Yahya Çavuş Şehitliği - Anıt Yazısı

 

***

 

 

57. ALAY ve İLGİNİZİ ÇEKECEK BİR OLAY

 

Bu şehitlik yapılırken, toprak altında kalmış siperlerden birinde, birbirlerine sarılmış iki subay iskeleti bulunmuştur. Toprak içinde bulunan künye ve muskadan, birisinin 57. ALAY 6. Bölük Komutanı Erzincanlı Üsteğmen Mustafa Asım'a, diğer subayın İngiliz Kolordusundan Yüzbaşı L. J. Woiterse ait olduğu anlaşılmıştır. İskeletler muska ve künye aynı yere gömülmüş bulunan İngiliz ve Osmanlı mermileri ilgililerce tespit edilmiştir. Bu iki kahramanın 26 Nisan 1915 günü siperlerde boğuşurken öldüğü anlaşılmıştır. Allah Rahmet eylesin, toprakları bol olsun...

 

Kaynak : ( Güzel Sanatlar Genel Müdürü, Çanakkale, 25 Ekim 1992 )

 

***

"Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım."

3 Mayıs 1915 / Arıburnu / Mustafa Kemal

***

 

 

MEHMETÇİĞİN, ÇANAKKALE SAVAŞI'NI KAZANDIRAN YÜKSEK KARAKTERİ!

 

Bombasırtı Olayı ( 14 Mayıs 1915 ) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan birhadisedir. Karşılıklı siperler arasında mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak: Birinci siperlerdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur'an-ı Kerim okuyor ve Cennet'e gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenlerse Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngüyle çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri'ni kazandıran bu yüksek ruhtur."

Mustafa Kemal ATATÜRK

 

***

 

 

MUSTAFA KEMAL'İN YÜCE MİLLETİMİZE BAĞIŞLANDIĞI AN

 

"10 Ağustos 1915. Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hâkim olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi. 8. Tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım.

Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize inanıyorum. Ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın tarzında olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20 - 30 m. yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'nda çıt çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 04.30'da kıyametler kopmuştu. İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. Allah Allah sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yırtıyordu.

Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hâkim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumda kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı.

Aynı gün gece, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa'ya hatıra olarak verdim. Çok şaşrımış, heyecanlanmıştı. Kendileri de altın cep saatini bana hediye ettiler.

Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale'nin geçilemeyeceğini iyice anlamış oldular."

Mustafa Kemal ATATÜRK

 

* Limon Von Sanders'in 10 Ağustos 1915 gecesi Mustafa Kemal'e hediye ettiği altın saat * Anıtkabir Müzesi'nde bulunmaktadır.

* Mustafa Kemal'in kalbinin üzerinde parçalanan saat Almanya'da Soudus aile

koleksiyonundadır.

 

 

***

 

"İngiltere Harbiye Bakanlığına,

Niçin geriye çekildiğimizi soruyorsunuz, bütün gerçeği tüm açıklığı ile size bildirmek isterim. Çok cesur muharebe eden, en iyi sevk ve idare edilen asil Türk Ordusunun ve Albay Mustafa Kemal gibi dahi bir komutanın karşısında bulunuyoruz. Bunu hiçbir zaman unutmayalım."

 

General Hamilton

Çanakkale İngiliz Başkomutanı

17 Ağustos 1915

 

***

[/font]

 

***

 

ANZAKLARIN TÜRKLER HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

 

 

* 25 Nisan 1915 günü Conk Bayırı'nda Türkler ve birleşik kuvvetleri arasında korkunç siper savaşları oluyor. Siperler arasında 8 - 10 metre mesafe var, süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyor. iki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz Yüzbaşısı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtarın diye yalvarıyordu. Ancak hiçbir siperden, kimse çıkıp yardım edemiyordu. Çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada akıl almaz bir olay oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından aslan yapılı bir Türk askeri silahsız siperden çıktı. Hepimiz donup kaldık. Kimse nefes alamıyor, ona bakıyorduk. Asker yavaş adımlarla yürüyor. Siperdekiler kendisine nişan almış bekliyordu. Asker yaralı İngiliz Subayı'nı okşar gibi yerden kucakladı, kolunu omzuna attı. Ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp geldiği gibi kendi siperine döndü. Teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk Askeri'nin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu.

Dünyanın en yürekli ve kahraman askeri Mehmetçiğe derin sevgi ve saygılar….

( Üsteğmen Casey; Sonradan Avustralya Genel Valisi olmuştur. )

 

* Biz Çanakkale Yarımadası'ndan Türklerle savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek, kahraman Türk Milleti'ne ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık. Bütün Avustralyalılar Mehmetçiği kendi evlâtları gibi sever, onun mertliği, vatan ve insan sevgisi, siperlerdeki dayanılmaz heybeti ve cesareti, bütün Anzakları hayran bırakan yurt sevgisi, insanlığın örnek alacağı büyük hasletlerdir. Mehmetçiğe minnet ve saygılarımla. ( Lord Casey, Avustralya Genel Valisi, 1940 )

 

* Cesur, girişken ve şakacıydılar. Jonny Türk'e ateş edip vuramadığımızda, tüfekle "ıskaladınız" işareti yapardı. Büyük lideriniz bize saygı ifade eden konuşmasından sonra duygu ve düşüncelerimiz değişti. O konuşma, yenen bir komutanın, yendiği düşmana yaptığı en büyük övgüdür. Nefret yok, saygı var. Olayın tümü bir trajedidir. Hiç olmaması gerekirdi. Cesur bir düşman ve sıcak dost bir ulusun anısını hep yaşatacağım. ( Avustralyalı 94 yaşında Albert Roy Kyle )

 

* Gelibolu'dan önce Türk'ü fazla tanımıyorduk. Ama herşey bitip savaş sona erince "Jonny Türk"ün hiç de fena bir insan olmadığını düşündüm. Karşı karşıya olup çarpıştığımız kuvvetler her zaman uyanık ve tetikteydiler. Onlara saygı duyuyorduk. ( Yeni Zelandalı 100 yaşında Martin A. Brooke )

 

* Türk askeri cesurdu. Ölmekten korkmuyorlardı. ( Avustralyalı 96 yaşında H. W. Smith )

 

* Şunu söyleyebilirim ki, Kanlı Sırt Çarpışmaları, Çanakkale Savaşları'nın en şiddetli çarpışmalarındandı. 8.000 Türk ve 2.000 Avustralyalı öldü. Ne korkunç insan ve can kaybı. Türkler'in cesareti ve dirençleri saygı yarattı. ( Avustralyalı 97 yaşında Arthur T. Beezley )

 

* Türkler dürüst savaşçıydılar. Türkler hakkındaki düşüncelerim değişmedi. Almanlara karşı duyduğumuz nefreti, onlara karşı dumuyorduk. ( Yeni Zelandalı Cedric Stpolyion Smith )

 

* Türklere asker olarak saygı duyduk. Çünkü donanımca çok yetersiz olmalarına rağmen sıkı çarpışıyor ve iyi nişancılık yapıyorlardı. Gelibolu büyük ve korkunç bir hataydı. ( Avustralyalı 96 yaşında Ernest George Guest )

 

* Ülkeme, Türk'e asker olarak savaş yeteneği için ve bir dereceye kadar da yaşam biçimlerine saygı duygularımla döndüm. ( Avustralyalı 94 yaşında Thomas William Epps )

 

* Savaşın sonlarına doğru izlenimimiz, onların kolay yenilmeyen sıkı savaşçılar olduğu şeklindeydi. ( Yeni Zelandalı 96 yaşında Alfred Douglas Dusley ) Türkler iyi ve dürüst savaşçıydılar. Cephede şartlarımız kötü, su azdı. Herkese günlük bir litreden az su veriliyordu. ( Yeni Zelandalı 97 yaşında Arthur Barleet )

 

* Savaş bitip ülkeme evime döndüğümde memnundum. Fransa'da ikibuçuk yıl çarpıştıktan sonra Türkler hakkında daha iyi şeyler düşünür oldum. ( Avustralyalı 92 yaşında John Henry Norris )

 

* Gelibolu'da kaldığım süre içinde Türkler'in herhangi bir çirkin ya da alçakça tutum ve eylemini işitmedim. Oysa daha sonra gittiğim Fransa'da deneyimlerim çok farklı oldu. ( Avustralyalı 97 yaşında C. J. Hazlitt )

 

***

 

Kaynaklar :

 

* Ruşen Eşref Önaydın - Anafartlar Kumandanı – Mustafa Kemal İle Mülakat –

** Atatürk, Hazırlayan: Mehmet Özel, T.C. Kültür Bakanlığı, Milliyet Yayınları.

*** Çanakkale Savaşları ve Gezi Rehberi, Derleyen; Salih Zeki Uluarslan

 

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

***

NEDEN ÇANAKKALE ?

 

Müttefik Ordular Başkomutanı General Jean Hamilton bu sorunun cevabını hâtırâtında şöyle cevaplıyordu:

 

"Çağımızın ekonomik zaferinin birinci şartı İstanbul’u Türkler’den almaktır. Her ne pahasına olursa olsun alacağız. Ümit ediyorum ki; geleceğin harp okulu öğrencileri büyük bir imparatorluğu harakiri yapmaya mecbur bırakmak için, neden bu kıraç, beş para etmez kayaların eteklerinde sıkıştığımızı değerlendireceklerdir. Bu kayalıklar Osmanlı Sultanı’nın kara kalbine hançerin saplanacağı en ideal yerdir. Yalnız hançer henüz elini deldi ve yarasından yeni yeni kan akmaya başladı. Her gün ölümden kurtulmak için çırpınıyor. Bir metre ilerleyemesek dahi, Halifenin canı alınıncaya kadar, kanı bu kaba akıtılacaktır.”

 

Osmanlı Devleti’nin, Almanya’nın yanında 1. Dünya Savaşı’na girmesi İngiltere, Fransa ve Rusya ‘yı zora sokmuştu. Çanakkale’den bir cephe açılması fikrini en çok İngiltere Bahriye Nazırı ve sonra II. Dünya Savaşında Başbakan olan Winston Churchill savunuyordu. Müttefik devletlerin stratejistleri Çanakkale’nin geçilmesi halinde Osmanlı Devleti’nin teslim olacağını hesaplıyorlardı. Osmanlı’nın açtığı cepheleri tasfiye etmek, Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki baskısını kaldırmak, Orta Avrupa’ya ilerleyen Alman ve Avusturya ordularını arkadan çevirmek, Balkan devletlerini de kendi saflarına çekmek gibi faydalar da savaştan bekleniyordu.

 

Çanakkale Savaşı’nın en önemli sebeplerinden biri ise, Müttefik Kuvvetlerin Çarlık Rusya’sına Bolşevik devrimcilere karşı yardım götürme arzuları olduğu söylenir. Ders kitaplarında belirtilmeyen ancak dikkate alınması gereken bir tez de şöyle: Ruslar’ın Almanlar karşısında geçici olarak başarı gösterip Karpatlar’ı aşarak Macaristan ovalarına inmeleri, İngiltere’yi kuşkulandırmıştı. Ruslar Budapeşte üzerine saldırabilir ve merkezi devletlerle Türkiye’nin bağlantısını keserek İstanbul’un geleceğini belirlemek konusunda kendilerine avantaj sağlayabilirlerdi. Rusya’nın, Almanya ile anlaşarak İstanbul ve Boğazlar’ı ele geçirip savaştan çekilmesi tehlikesi karşısında İngiltere için Çanakkale seferini açmak kaçınılmaz olmuştu.

Rusya, bu sebeple Çanakkale seferini sanılanın aksine kaygı ile karşıladı. Yine aynı sebepten, müttefiklerin Rusya’nın da bir donanma ile İstanbul’u zorlaması teklifini, donanmasının yetersiz olduğunu öne sürerek geri çevirdi. 4 Mart 1915’te müttefiklere bir nota vererek İstanbul ve Boğazlar’ın kendisine bırakılmasını istedi ve bu isteklerini kağıt üzerinde kabul ettirdi.

 

Çanakkale Muharebeleri 3 Kasım 1914’te İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Ertuğrul, Seddülbahir, Kumkale ve Orhaniye tabyalarımızı bombalamaları ile Osmanlı Devleti’ne resmen savaş ilan edilmeden başladı. İngiltere ve Fransa’nın resmen savaş ilan etmeleri ancak iki gün sonraya, 5 Kasım 1914’e tekabül ediyor. Böylelikle 1.Dünya Savaşı’nın en önemli ve kanlı askeri cephesi açılmış oluyordu.

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

….

 

Şu Boğaz harbi nedir?

 

Var mı ki dünyada eşi?

 

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi

 

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

 

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya

 

Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı

 

Nerede, gösterdiği vahşetle bu bir Avrupalı''....

 

 

ÇANAKKALE SAVAŞI NASIL KAZANILDI ?

İngiliz ve Fransız ortak saldırılarına karşı savaşılan bu cephede cereyan eden muharebeler denizden ve karadan olmak üzere yaklaşık bir yıl sürdü. Çok şiddetli çarpışmalar oldu, Türkler canları pahasına büyük bir zafer kazandı.

Çanakkale Savaşları'nda 18 Mart Deniz Zaferi'nin ise önemli bir yeri bulunuyor. 18 Mart, yersiz bir gururun Karanlık Liman'da boğuluşunun tarihlere kaydedildiği gün oldu. Türk denizcilerinin ve topçularının hedefini şaşmayan çelik yumruğu, bu zaferin kazanılmasında başlıca rolü oynadı…

 

Peki bu zafer nasıl kazanıldı?

 

1914'lü yıllarda Osmanlı, yorgun ve halsizdi, Avrupalılar'ın deyimiyle ''hasta adamdı''. Birinci Dünya Savaşı'na girecek durumda değildi. Yeni çıktığı Balkan Savaşı'nın yaralarını saracak zaman bile bulamamıştı. 1911 Trablusgarp ve 1913 Balkan muharebeleri yenilgileri Osmanlı'nın adeta belini bükmüş ve kendisine gelmesi çok zor olan bir süreç içerisine girmesine neden olmuştu.

Genç Türkler iktidara geldiği 5 yıl içinde büyük toprak kayıplarına uğramıştı. En değerli ordularını bozgunda kaybetmiş, kucak dolusu paralar ödenerek dışarıdan satın alınmış silah, top cephane ne varsa onlar da Ekim ve Kasım ayının çamurlu, yolsuz Rumeli topraklarında düşmana terk edilmişti.

Koca imparatorluk, çağın, sanayi devriminin, bilim ve teknolojinin çok gerilerinde kalmış, zengin Avrupalılar'ın ''kapitülasyon'' denilen ekonomik ve mali boyunduruğu altında ezikti. Ülkede ne sanayi denebilecek bir tesis, ne de tam anlamıyla yapılan bir tarım vardı. Gaz yağından iğnesine, silahından mermisine her şey için dışa bağımlı olan memlekete ne düzgün bir yol, ne bir liman, ne de fabrika vardı.

İhmale uğramış insanları fakir ve okutulmamış, devlet yönetimi çürümüş hazinesi tamtakır olmuştu. Bir yıl öncesinden beri Alman askeri Türk ordusunda geniş ıslahat yapmış, fakat Balkanlar'daki yenilgiler büyük zarar getirmişti. Bir çok bölgelerde asker aylardan beri maaşını alamamış, orduda moral kalmamıştı. Donanma da mutsuz ve demode bir haldeydi. Çanakkale'deki Garnizon perişandı. Silahları ise çağdışı idi.

 

Siyasal durum ise tam bir karmaşa idi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı olan Genç Türkler, 1909'da padişahı tahtan indirerek pek çok çevrede özellikle aydın çevrede tam bir destek kazanmıştı.

Ancak, 5 yıllık savaş ve iç bunalımlar gereğinden de fazlaydı. İmparatorluğun derme-çatma hükümeti bir başka hükümeti iş başına getirerek kuvvetlenmek, durumu düzeltmek imkanı kaçırmış, Genç Türkler'in enerjileri ise kendi başlarını kurtarmanın umutsuz ve yalın mücadelesinde tükenmişti.

Artık ne demokratik seçimlerden, ne özgürlükten, ne bütün ırkların eşitliğinden ne de hilal altında birleşmeden bahseden yoktu. Mali yönden hükümet iflas etmiş, eski zorbalık ve irtikap günlerine geri dönülmüştü. Bağdat ve Kudüs gibi dış eyaletlerde ahalli idareler korkutucu bir durumdaydı. Her an herhangi bir aşiretin bağımsızlığını ilan etmesi mümkündü.

Durum böyle olunca İttihat ve Terakki yönetimi de halkın gözünden iyice düştü.

 

SAVAŞA DOĞRU...

 

Dünya kaçınılmaz bir paylaşım savaşına doğru yönelirken, Osmanlı İmparatorluğu da bu savaş karşısında tarafsız kalamayacağını fark etti.

Bu durumda yapılabilecek en doğru hareket ''ölünecekse savaşarak ölmek'' idi. Halk ve İttihatçı üyeler, Osmanlı'nın savaşa girmesine taraftar değildi. Bu arada Alman Ordusu'ndan yetkililer, Türk askerini eğitmeye başlamıştı.

İttihatçılar Almanya yerine İngiltere ve Fransa'ya yakınlık duyuyorlardı. Almanya, sadece Enver Paşa ve diğer subaylara yakın geliyordu. Çünkü, Almanya'da eğitim görmüşlerdi. Almanlar da ittifakta çok istekliydi.

İngiltere, Genç Türkler'in iktidarına güvenmiyor ve onlarla ittifak yapma teklifini reddediyordu. Ancak durum böyle olmasına karşılık Osmanlı üyelerinden Hakkı Paşa, İngiltere ile problemli konuları halletmek ve ittifaka zemin hazırlamak amacıyla Londra'ya gönderildi.

Diğer yandan, Balkan savaşları sırasında edinilen borçların tasfiyesi ve yeni borçlar için Maliye Nazırı Cavit Bey Fransa'da faaliyette idi. Fransa da tıpkı İngiltere gibi borç yanında kapitülasyonlardan vazgeçmeye ancak diğerleri vazgeçerse razı olacağını belirtti.

Rus ordusu ise güçlü ve disiplinliydi. Ancak sanayisi beklenmedik bir süre alan siper savaşı için gerekli olan bolca cephaneyi ve ağır obüs toplarını yeter ölçü ve zamanda yetiştirecek derecede gelişmemişti. Bu bakımdan ise İngiltere ve Fransa geri durumdaydı. Bunun yanında, Rusya'nın en işlek liman ve demiryolları Karadeniz ve Baltık Denizi'ndeydi. Bu, Rusya'nın birinci yoluydu. Bu yolu açıp kapamak Osmanlı Devleti'nin elindeydi.

Osmanlı Hükümeti için boğazları kapalı tutmak gerekliydi, seferberlik zorunluydu. İttihat ve Terakki büyüklerinde ne diplomasi, ne yönetim, ne de genel siyasal bakımından bir iktidar yoktu.

Dünya Savaşı kapıdayken Osmanlı devleti çöküşüne zemin hazırlayacak bu savaşa girmek üzereydi.

Her ne kadar Osmanlı yönetimi ve özellikle savaşa taraftar olmayan Sadrazam Halim Paşa, Maliye Nazırı Cavid Bey ve diğer üyeleri yapılan anlaşmanın savunma amaçlı olduğunu iddia etseler de Almanya, hemen ertesi günü Osmanlı'ya savaşa girme zemini hazırlamaya başladı.

3 Ağustos'ta da Fransa'ya ve sömürgelerine karşı faaliyet için Akdeniz'de bulunan Goben ve Breslav zırhlılarına hemen İstanbul'a gitme emri verildi. İngiliz'lerin peşinden geldiği gemiler önce İzmir'e, 10 Ağustos'ta da Çanakkale'ye geldiler. Hükümetin bilgisi haricinde Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın özel izniyle boğazlardan geçtiler.

Gemiler geçtikten sonra İtilaf Devletleri yaptıkları tarafsızlık anlaşmalarına göre, gemilerin 24 saat zarfında Türk karasularından çıkarılmasını ya da hemen silahlarından arındırılması gerektiğini bildirerek Osmanlı hükümetini protesto ettiler.

Hükümet, bunun üzerine Halil Menteşe Bey'in teklifi üzerine gemileri satın aldı.

Sonunda Osmanlı da savaşa girmişti. Gemiler boğazdan geçtikten sonra mürettebatı başına fesler giyerek sanki Türk donanmasının denizcileriymiş gibi davranıyordu. Bunun üzerine Alman Paşası Weber, Çanakkale Boğazı'nı kapattırdı. Bundan Türkler'in de haberi yoktu. Durumdan haberi olanlar yalnızca Enver Paşa ve kabine arkadaşlarıydı. Aynı zamanda bu durum diğer ülkeleri de telaşlandırdı.

Rusya'nın ise neredeyse hayat yolu kesilmişti. Birkaç hafta içinde Karadeniz'den gelen Rus buğdayı yüklü gemiler Haliç'te tutuldu. 29 Ekim tarihinde Goben ve Breslav Karadeniz'e açılarak Odessa Sivastopol ve Navrossis'de ki Rus tahkimatını bombardıman

ettiler. Bunun üzerine, 30 Ekim'de İngiliz ve Fransızlar da Türkiye'ye karşı harekete geçti.

 

Bu sıralarda Enver Paşa, Mustafa Kemal'i Sofya'ya Türk Elçiliği'ne ataşelik görevine göndererek oradan uzaklaştırdı.

Çünkü Mustafa Kemal, Osmanlı'nın henüz savaşa girecek durumda olduğuna inanmıyordu. Bunun için henüz erken olduğunu düşünüyor, ayrıca Almanlar'a da güvenmiyordu. Mustafa Kemal, savaşın başladığını öğrenince Sofya'dan telgrafla aktif hizmete verilmesini istedi, ancak Alman aleyhtarı olduğu için kabul edilmedi.

Kendisine haber gönderildiği zaman o zaten kendiliğinden işi bırakarak Anadolu'ya dönmeye hazırlanıyordu.

Rus limanları bombardıman edildikten sonra Rusya, fiilen 31 Ekim'de Doğu Beyazıt'ın kuzeyinden sınırı geçti, İngiliz'ler de ertesi gün Akabe'yi bombaladı. 3 Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da Fransa ve İngiltere Osmanlı'ya savaş ilan etti.

Osmanlı'nın karşı savaş ilanı ise 11 Kasım 1914 tarihinde yapıldı. Padişah V. Mehmet Reşat savaşın ilanından 3 gün sonra 14 Kasım 1914'te ''Cihad-ı Ekber'' ilan etti.

1914 Eylül'ü başlarında Donanma I. Lordu Winston Churchill, savaş işleriyle görevli Devlet Bakanı Lord Kitcher ve başta gelen kara ve deniz kuvvetleri danışmanları, yakında Türkiye'ye karşı girişileceğini varsaydıkları savaş için bir büyük strateji tartışması yaptılar. Yapılabilecek operasyonlar listesinin en başında zaten Kuzey Ege'de toplanmış olan

güçlü filonun Çanakkale'yi zorlaması bulunuyordu.

25 Kasım 1914'ten beri Churchill'in bitmeyen gayretleri, 1.5 ay sonra sonuç verdi. 28 Ocak 1915'te Savaş Komitesi, Çanakkale Boğazı'nın yalnız donanmayla geçilmesine karar verdi.

 

TAARRUZ PLANI

 

Amiral Carden'ın komutasında, İngiliz, Fransız ve Rus donanmasından oluşan 100'den fazla geminin bulunduğu filo, 1914 yılının Kasım ayından itibaren Limni Adası'nda toplanmaya başladı.

Donanmanın amirali Carden, 1 ayda Marmara Denizi'ne çıkabilecek 4 devrelik planını 11 Ocak'ta Bahriye Nezareti'ne bildirdi. Önce Çanakkale Boğazı'na girişi önleyecek Türk batarya ve mevzilerinin tahribi, Kilitbahir-Çanakkale arasındaki torpillerin taranması ve merkez bataryaların tahribi, Kepez bölgesindeki diğer torpil tarlasının taranması, en dar yerdeki kara tahkimatının tahribinden sonra donanmanın Marmara'ya girebileceğini öngörülüyordu.

Bundan sonra ikinci büyük harekat başlayacaktı. Eğer Osmanlı İmparatorluğu teslim bayrağını çekmezse, kara kuvvetlerini Çanakkale Boğazı'ndan geçirerek, İstanbul kıyılarına çıkaracaklardı...

 

Türkler'in, boğazda yeterli savunma gücü yoktu. Çünkü Almanlar boğazın zorlanacağını düşünmediklerinden burada bulunan 32 bataryayı 22'ye indirmişlerdi.

İngiliz gemilerinin boğazda görülmesinin ardından Türk cephesi, Erenköy ve İntepe arasına obüs bataryaları yerleştirdi. Fedakar denizciler tarafından derinliğine mayın tarlaları ve hatları meydana getirildi. Savaş gemilerinden çıkarılan toplar, set bataryalarına yerleştirildi. Denizaltılarına karşı da eldeki malzeme ile balık ağlarından yararlanılarak en dar bölgede bir deniz ağı oluşturuldu.

Çanakkale Savaşı'nın savunma tertibatı, boğazın savunması, üç bölüm halinde derinliğe doğru düzenlendi. Buralardaki tabyalarda 59 ağır top vardı. Bunlardan ancak 8'i büyük çapta ve seri ateşliydi. Boğazın en çok tahkim edilen ve mayınlarla pekiştirilen bölgesi burasıydı. Boğazdaki topların mevcudu 170'i buluyordu.

Almanya'ya sipariş edilen ağır toplar ve diğer malzeme henüz gelmemişti. Bulgaristan ve Romanya tarafsızdı ve savaş malzemesinin topraklarından geçmesine izin vermiyordu. Bu haliyle imparatorluk, dostlarından uzakta yalnız başınaydı...

3 Kasım 1914 sabahı İngiliz filosunun Seddülbahir, Ertuğrul, Kumkale ve Orhaniye'ye bombardımanıyla ilk deniz savaşı başladı.

3 İngiliz zırhlısı ve 2 kruvazörü Gelibolu yarımadası kıyılarına ve 2 Fransız zırhlısı da Anadolu kıyılarına sabah saat 06.50'de yaklaştı. 20 dakika süren top ateşinden sonra çekip gittiler.

Bu bombardımanda şehit düşen 5 subay ile 81 er, Çanakkale Savaşları'nın ilk şehitleri olarak tarihe geçti...

19 Şubat 1915'te 11 büyük zırhlı, 3 kruvazör, 18 muhrip, 3 denizaltı, 7 mayın tarama gemisinden kurulu ittifak filosu Kumkale, Seddülbahir, Ertuğrul, Orhaniye bataryalarını cehennem gibi bir ateş baskısı altında tuttular. Bu bombardıman 9.35'te başladı, 17.30'da sona erdi. Düşman, saldırı planının birinci merhalesini tamamlamıştı...

Havaların bozması, düşman donanmasının tutunamayarak uzaklaşmasını sağladıysa da 6 gün sonra müsait havadan yararlanarak İngilizler, 25 Şubat'ta tekrar boğaz önünde göründü. Boğaz girişindeki tabyaların susturulmasından sonra Amiral Carden'ın yaptığı planın ikinci aşaması uygulanacaktı. Bu saldırı, daha fazla kuvvetle ve daha fazla kuvvetli bir şekilde idi. Bu savaşa Queen Elizabeth, Agamemnon, Golyat, Lord Nelson, Charlemagne, Triumph ve Albion zırhlıları ile birlikte bir çok irili ufaklı harp gemileri katıldı.

Bu görkemli ve modern savaş gemileri, Ertuğrul tabyasından yapılan atışlarla bu kez bir hayli sıkıştılar. Agamemnon'a, Ertuğrul tabyasından bir mermi isabet ederek büyükçe bir yara aldırdı.

 

Almanya'da 1910 yılında inşa edilmiş, kömür kazanlı, 40 metre boyunda, 7.5 metre genişliğinde, 360 tonluk, güvertesinde 40 mayın taşıyan Nusret mayın gemisi, savaşın gidişatını değiştirecekti.

Saatte ancak 12 mil yapan bu geminin komutanı Tophaneli Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey'di. Mayın uzmanı Alman Yarbay Geehl ile birlikte Çimenlik Kalesi'nden aldığı mayınları 18 Mart deniz saldırısından 10 gün önce, 8 Mart 1915'te sabaha karşı yağmurlu ve puslu bir havada önce Rumeli sahilini takip etti, sonra karşıya dönerek Erenköy koyuna kıyıya paralel olarak 26 mayın döşedi.

Mayınların bırakıldığı Karanlık Liman özenle seçildi. Büyük düşman gemilerinin isabetli atış yaptığı bu saha, denizcilikte ''durgun su'' diye bilinen özelliği taşıdığı için zırhlılar karadaki sabit kaleler gibi atış yapabiliyordu.

8-18 Mart arasındaki süre içinde Erenköy Körfezi'ni tarayan İngiliz mayın temizleyicileri sadece 3 mayın bulabilmişti. Nusret'in döşediği mayınları ne onlar, ne de havadan sahayı kontrol eden keşif uçakları görebildi.

Karanlık Liman üzerinde uçan bir düşman uçağı, hiçbir mayın görmemiş ve temiz raporu vermişti. Uçağın pilotu bu sürpriz mayınların başarısından 1 gün sonra kurşuna dizildi...

İngiliz Deniz Bakanı Churchill, Nusret mayın gemisinin başarısını en iyi şekilde özetlemiştir:

''Bu gün dünya denizlerinde görev yapmakta olan 5 bini aşkın savaş gemisinden hiçbiri Nusret ve onun döktüğü mayınlar kadar, harbin gidişine ve düşmanın geleceğine etkili olarak bir başarı gösterememiştir''...

 

18 MART SABAHI...

 

Sıra artık Amiral Carden'ın planının üçüncü ve dördüncü devrelerini uygulamaya gelmişti.

Yedi aydır üstlendiği görevler ve Ege'nin tuzlu sularında geçirilen zor kış ayları, Carden'ı sağlık yönünden çok yıpratmıştı, hastaydı ve son harekatı yürütecek gücü kalmamıştı. Doktorların kesin raporu üzerine görevi Amiral De Robeck'e devrederek 16 Mart'ta Londra'ya döndü.

26 Şubat-17 Mart arasındaki günleri İtilaf devletleri donanması mayın arama tarama faaliyetleriyle geçirdi. Bu arada bazı bölgelere tahrip müfrezeleri çıkarılarak, susturulmuş topların tahribine çalışıldığı gibi methalle merkez arasında ve merkezde bulunan bazı bataryalar da bombardıman edildi.

18 Mart sabahı... Saat 10.30'da üç tümen halinde tertiplenmiş müttefik filo gemileri boğaza girmeye başladı. Birinci Tümen gemileri saat 12.00'ye kadar merkez tabyalarını yoğun ateş altına aldı. Saat 12.00'de İkinci Tümen gemileri Agamemnon, Ocean ve Irresistible, Birinci Tümen gemilerinin aralarından geçip 12 bin yardadaki yerlerini alarak ateşe başladı.

Bu sırada, Erenköy bölgesindeki obüs bataryalarının menziline giren Agamemnon, 25 dakikada 12 isabet alarak ağır hasara uğradı. Aynı şekilde Irresistible da aldığı 6 isabetle ağır hasarlı olarak çekilme manevrasına başladı.

Üçüncü tümeni oluşturan Fransız gemileri, cesaretle tabyalara sokularak yoğun ateşe başladı. Aradaki bataryalar susturulmuş, merkez tabyalar henüz ezilememişti. Diğer gemiler de boğazdan içeri girmiş, bombardımana destek vermekteydi. Bu arada, şiddetli hasar görmüş olan Rumeli-Mecidiye Tabyası'nda Onbaşı Seyit, menzilindeki Ocean zırhlısına nişan almış ve sağ kalan arkadaşlarının yardımıyla üçüncü atışta isabet kaydetmişti.

Aynı anda, aldığı isabetlerle zor durumda kalan Fransız filosu, Amiral De Robeck tarafından geri çağrıldı. Gemiler, daha önce yaptıkları gibi Anadolu sahillerine doğru dönüşlerini tamamlarken saat 13.55'te Fransız zırhlısı Bouvet, hiç kimsenin beklemediği bir yerde bir gece önce Nusret'in döşediği mayınlara çarptı ve yardımına dahi gidilemeyecek kısa sürede sulara gömüldü.

Fransız gemilerinin terk ettiği hattı 11 adet İngiliz muharebe gemisi aldı, saat 15.35'te Irresistible ve Ocean gemileri de Nusret'in mayınlarına çarptı. Daha sonra her iki gemi de akıntıyla sürüklenerek Türk topçularının menziline girdi ve topçu ateşleriyle batırıldı.

 

Bölgedeki mayın tehdidinin boyutlarını gören Amiral De Robeck, en kuvvetli 3 gemisini kaybetmiş olarak saat 19.00'da filosuna ''boğazı terk edin'' emrini verdi.

Boğazdan çıkan gemilere bakan Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa'nın şunları söylediği duyuldu:

''Gidiyorlar, geçemediler, geçemeyecekler''...

 

Müttefik filo 800 personel kaybederken, Türkler ise bu savaşta 58 şehit verdi, 3-4 asker ise yaralandı...

Boğazı donanmayla zorlayıp geçmek için yapılan bu büyük girişim ancak ''şiddetli bir yenilgi'' olarak tanımlanabilecek biçimde son bulmuştu...

Bu denli fazla kayıp, kara kuvvetlerinin yardımı olmadan boğazın geçilmesini şüpheli kılıyordu. Sonunda, Deniz Bakanı Churchill, boğazın denizden kara harekatı olmadan geçilemeyeceğine ikna olmuştu.

 

 

Böylece Çanakkale Harekatı'nda yeni bir sayfa açılıyordu: çıkarma harekatı ve kara savaşları...

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

 

Tarih, 25 Nisan 1915. Düşman kuvvetleri karaya çıkıyor

 

Düşman, deniz hücumu ile geçemediği Çanakkale Boğazı'nı karadan aşmanın gayretiyle hücuma kalkmış. Kilometrelerce uzaktan gelenler,

hayatlarında ilk kez gördükleri bu topraklara ayak basmış, Türk'ün azmi karşısında neye uğradığını şaşırmıştır.

 

İngiltere, Kasım 1914’ten 9 Ocak 1916’ya kadar Çanakkale önlerine 50 bini aşkın Avustralyalı,

10 bini Yeni Zelandalı olmak üzere toplam 410 bin asker getirdi.

Fransızlar 10 bini Senegalli olmak üzere 79 bin,

biz ise istilacılara karşı on dört ay içinde toplam 700 bin askerle karşı koyduk.

Yani 1 milyon 200 bin insan Gelibolu yarımadasında ölümüne, göğüs göğüse çarpıştı.

Ve neticesinde istilacılar 213 bin 980 kişi kaybederken,

bizim şehit sayımız Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı’nın resmi kayıtlara dayanarak tesbit ettiği rakama göre 213 bin 882 oldu.

 

Mustafa Kemal Çanakkale'de...

 

Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Mustafa Kemal Sofya'da askeri ateşe olarak görev yapmaktadır.

Bir süre gelişmeleri buradan izleyen Mustafa Kemal, daha sonra Harbiye Nezareti'ne başvurarak orduda aktif görev almak istediğini belirtir.

 

1915 Ocak'ında Osmanlı ordusunda dengeler hızla değişiyordu. Enver Paşa Sarıkamış faciasının sorumlusuydu.

İstanbul'a geri dönmek üzere Yavuz Zırhlısının Trabzon'a gönderilmesini istemiş, Talat Paşa'da bu gemiyi göndermemişti.

Enver Paşa, yaşanan bunca sıkıntıdan sonra, her türlü olasılık aklına gelmekte ve bunun için orduya kendisinin baş olduğunu hatırlatmaktaydı.

Enver Paşa'nın İstanbul'a çektiği bir telgraf ve vekil Talat Paşa'nın imzalı onayı ile

Mustafa Kemal, Tekirdağ'daki 19. Tümen'in komutanlığına atandı. (20 Ocak 1915 )

 

Mustafa Kemal, genel karargaha gelince, O'nu, doğudan henüz dönen Enver Paşa'nın yanına götürdüler. Zayıf ve solgun görünüyordu.

 

Mustafa Kemal:

 

"Biraz yorgunsunuz galiba," dedi, Enver Paşa'ya.

 

"Yok, o kadar değil."

 

"Ne oldu?"

 

"Çarpıştık, o kadar."

 

"Şimdiki vaziyet nedir?"

 

"Çok iyidir...'' diye cevap verdi, Enver Paşa.

 

Mustafa Kemal, onu daha fazla sıkıştırmak istemeyerek, sözü kendine verilen göreve getirdi:

"Beni numarası 19 olan tümenin komutanlığına tayin etmek lütfunu gösterdiğiniz için teşekkür ederim.

Bu tümen hangi orduda ya da kolorduda bulunuyor?"

 

Enver, belirsiz bir şekilde, "Haa, evet," dedi. "Herhalde Genelkurmaydan daha kesin bilgi edinebilirsiniz."

 

Mustafa Kemal bunun üzerine, Genelkurmayda oda oda dolaşarak tümenini aramaya başladı ama boş yere!

Sonunda birisi O'na, büroları Harbiye Nezareti binasına taşınmış olan Liman Von Sanders ordusuna bir sormasını öğütledi.

 

Mustafa Kemal buradaki kurmay başkanına gitti.

O da:'' Bizim kuruluşlarımız arasında böyle bir tümen yok,'' diye cevap verdi.

'' Ama, Gelibolu'daki 3. Kolordunun böyle bir birlik kurmayı tasarlamış olması pek mümkündür.

Oraya gitmek zahmetine katlanırsanız, herhalde gerekli bilgiyi elde edersiniz.''

 

Yarbay Mustafa Kemal, 2 Şubat 1915'te Tekirdağ'da ''ismi olup, cismi olmayan ''19. Tümen Kumandanlığı görevine başladı.

Kısa bir zaman içinde; Trakya bölgesinin gönüllü çocuklarını tümeninde topladı.

77. Alay, sadece İstanbul'dan gönderilen karma Arap askerlerinden ibaretti. Daha sonra, tümeni Çanakkale'de Maydos'a (Eceabat) nakledildi.

(24 Şubat 1915) O sırada bir düşman çıkarmasına karşı Esat Paşa kumandasındaki 3. Kolordu sahilde gerekli tertipleri almıştı.

 

Mustafa Kemal, 23 Mart 1915'de Arıburnu kıyılarını da içine alan (Maydos) bölgesi komutanı oldu.

Kendisi diğer Türk kumandanlar gibi kıyı müdafaasına taraftardı.

Çanakkale cephesi önem kazandığından, buradaki kuvvetler bir ordu haline getirilerek,

yeni teşkil edilen 5. Ordu kumandanlığına Mareşal Liman Von Sanders tayin edildi.

Mareşal, kıyı müdafaası için kuvvetleri dağıtmayıp, düşman karaya çıktıktan sonra taarruz etmek fikrinde idi.

Bu maksatla kıyıdaki birliklerin bir kısmı toplanmıştı.

 

Bu sırada Mustafa Kemal'in kumanda ettiği 19. Tümen'de (Bigalı -Kilya) bölgesinde toplanarak ordu ihtiyatını teşkil etti.

Bu tümen, ancak ordu kumandanının emri ile kullanılabilecekti.

 

Böylelikle Mustafa Kemal, 48 günden beri ikamet ettiği 19. Tümen karargahını Maydos'tan (Eceabat) Bigalı köyüne nakletti.

(14 Nisan 1915)

 

Bigalı köyündeki ikametgahı 9 gün sürmüş;

25 Nisan 1915 Pazar sabahının alaca karanlığında daha henüz ''güneş doğmadan'' savaşa bu köyden katılıyordu.

Katılış o katılıştı. Tam 7 ay 16 gün... Artık "güneşin doğuşu" bu köyden başlıyordu...

 

Düşman kuvvetleri karaya çıkıyor…

 

18 Mart mağlubiyeti Müttefik Kuvvetlerini, Çanakkale Boğazı’nın karadan yardım ve destek olmaksızın geçilemeyeceği noktasına getirdi.

Bunun üzerine bir ayı aşkın bir hazırlık yapıldı. 75 bin kişilik çıkarma kuvveti hazırlandı ve başına General Sir Hamilton getirildi.

25 Nisan günü Gelibolu yarımadasında Arı Burnu ve Seddülbahir’e Anadolu yakasında Kumkale’ye çıkarma yapıldı.

 

19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal'e göre Arıburnu'na çıkan düşman,

kısa yoldan Kocaçimen yüksekliklerine el atabilir ve Gelibolu yarımadasını ortadan ikiye bölebilirdi.

Ama zaman geçiyor ve ordu komutanı Mareşal Liman von Sanders'den emir gelmiyordu.

Çünkü müttefiklerin mutlaka çıkarma yapacaklarına inandığı Saros Körfezi'ne gitmişti. Alman Mareşal düşmanı yanlış yerde bekliyordu!

 

Mustafa Kemal, kendi inisiyatifini kullanarak komutasındaki tümene Kocaçimen'e doğru hareket emri verdi.

 

Birlik hareket halinde iken,

önlerindeki yorucu mıntıka ve arazi şartlarından dolayı zorlandıklarını ve gittikçe yavaşladıklarını gören Mustafa Kemal kısa bir mola verdirir.

 

Tümen Kocaçimen'de dinlenirken,

Mustafa Kemal atıyla Conkbayırı yokuşuna tırmanmaya başladı ve tepeden aşağıya kaçan Türk birlikleriyle karşılaştı:

 

"Niçin kaçıyorsunuz, dedim. 'Efendim düşman...' dediler.

"Nerede?" İşte diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

 

Düşmanın bir avcı hattı kemali serbestiyetle ileriye doğru yürüyordu.

Demek ki düşman bana, benim askerlerimden daha yakındı ve düşman benim bulunduğum yere gelse, kuvvetlerim pek fena bir vaziyete düşer olacaktı. Kaçan efrada, düşmandan kaçılmaz, dedim. 'Cephanemiz kalmadı...' dediler. Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim ve süngü taktırdım, yere yatırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatınca, düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır."

 

27. Alay komutanı Yarbay Şefik Bey, o güne ait raporunda bu olayı şöyle anlatır:

 

"...Yukarıda da arz edildiği üzere Conkbayırı'nın ilerisindeki, 261 rakımlı tepeyi, bu tepenin önünde bulunan Ağıldere müfrezesi (27. Alay 2. Tabur 4. Bölük'ten Asteğmen İbrahim Efendi takımı) tutmakta ve düşmanın o istikametten ilerlemesini men etmekteydi. Bu müfrezenin 57. Alay'ın ulaşmasından evvel cephanesi biten bazı erleri geri çekilmeye teşebbüs ettiği esnada; 57. Alay'ın ulaşmasından önce bölgeyi ve savaş durumunu görmek ve tedkik etmek üzere o noktaya yetişen 19. Tümen Kumandanı Mustafa Kemal Bey'in emriyle ve verdiği metanetle durmuşlar ve süngü takarak yaklaşmakta olan düşmana karşı mevzi almışlar. Düşman bunu görünce durmuş, 57. Alay öncüsünün yetişmesine değin 261 rakımlı tepeyi muhafaza etmişlerdir. ..."

 

Arıburnu Muharebeleri arazinin çetin şartları ve taktik zorluklar nedeniyle hem komuta kademesi hem de erat için oldukça zorlu geçmiştir. Bu günlerde yaşananlar ile ilgili olarak Mustafa Kemal şunları söylüyor;

 

"...

Fakat bu taktik vaziyetininden daha mühim olan bir etken vardır ki o da herkes ölmek ve öldürmek için düşmana atılmıştı.

...

Bu öyle sıradan bir taarruz değil, herkesin başarılı olmak veya ölmek kararıyla harekete susamış olduğu bir taarruzdur. Hatta ben, kumandanlara sözlü olarak verdiğim emirlere şunu ilave etmişimdir;

 

<<Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir.>> "

 

Mustafa Kemal, 8-9 Ağustos 1915 gecesine kadar 19. Tümen Komutanı olarak Arıburnu Kuvvetleri'ne komuta eder. Bu süre içinde gösterdiği üstün taktik değerlendirmeleri kimi zaman üstlerince onay görmemiş fakat çatışmaların getirdiği nokta O'nu istisnasız haklı çıkarmıştır. Öyle ki, kendi sorumluluğu altında bulunan Arıburnu cephesinin her noktasıyla tüm titizliği ile ilgilendiği gibi, sorumluluk bölgesi dışında kalan ama askeri açıdan önemli gördüğü cephelerden gelen haberleri de tek tek değerlendirecek ve karargah merkezine -askeri disiplin içinde- bazı üstü kapalı tavsiyelerde bulunmayı ihmal etmeyecek kadar savaşın tamamı ile alakadar bir subaydır.

 

Örneğin komuta ettiği 19. Tümen'in sorumluluğundaki mevzi bölgesi ile Anafartalar mevzi bölgesi sınırının kat'i olarak belirlenmesi konusundaki rahatsızlığı Kuzey Orduları Grup Komutanlığı karargahı ile ısrarlı görüşmeleri grup komutanı Esat Paşa'yı bile ayağına getirir. O günlerde Anafartalar bölgesinin başına Almanya'da süvari binbaşı olarak görev yapan, Çanakkale'de kaymakam (Yarbay) ünvanı verilen Wilmer getirilmiştir. Grup komutanlığından 19. Tümen karargahına iletilen emirlerde bu iki cephe (Arıburnu ve Anafartalar) arasındaki sınır Sazlıdere olarak belirtilmiştir. Mustafa Kemal, emirleri anlamakla birlikte Sazlıdere yatağının hangi mıntıkaya dahil olduğu konusunda bilgi talep eder. Çünkü kendince Sazlıdere'nin sahipsiz bırakılması ve sadece sınır hattı olarak gösterilmesi ilerleyen safhalarda cephede ciddi boşluklar yaratacaktır. Bu amaçla Kuzey Grup Komutanı (Üçüncü Kolordu Komutanı) Esat Paşa ile 8-18 Nisan 1915 tarihleri arasında yaptığı yazışmalardaki tartışmalar ve ısrarlı tavırlar sonucu Esat Paşa, yanında kolordu kurmayları ile Yarbay Mustafa Kemal'i karargahında ziyaret ederek durumu arazi üzerinde tarif etmesini ister.

Bu hatırayı Mustafa Kemal şöyle anlatıyor;

 

"...

Hep birlikte Düztepe'ye çıktık. Buradan Sazlıdere ve bunun kuzey ve güneyindeki arazi ve daha ileride deniz sahili ve kuzeye doğru Suvla Limanı ve orada onu tamamlarayan düz ova içinde Tuzla Gölü ve oradan duğuya doğru yükselen tepeler ve en yüksekte Kocaçimen Tepesi bir panorama gibi görünüyordu. bütün bu saha bulunduğumuz yükse kDüztepe'den kartal bakışı ile küçük geniş bir görüş içine sığdırılabiliyordu. Gerçekten bütün sahil ve onu tamamlayan ova kısmı tamamen hakim nazarlarımız altında küçülmüş ve bize doğru olduğu gibi kuzeydoğuya doğru da kademe kademe yükselen engebeli arazi detayları gölgelere karışarak, genel görüntüsüyle çıkılmaz bir dağ yamacı halinde görülüyordu.

 

Bu manzara karşısında kolordu erkanı harbiye reisi (kurmay başkanı):

- Bu arazide ancak çeteler yürüyebilir, dedi.

 

Kolordu komutanı bana dönerek:

- Düşman nerden gelecek?

- (Elimle Arıburnu yönünü ve Suvla'ya kadar bütün sahili göstererek) buradan!, dedim.

- Peki, farzedelim ki oralardan gelsin ! Nereden hareket edebilecek?

- (Tekrar elimle Arıburnu yönünden başlayarak Kocaçimen tepesine doğru bir yarım daire işaret edip) buradan hareket edecek, dedim.

 

Kolordu komutanı gülerek omuzumu okşadı ve:

- Merak etme beyefendi gelemez ! dedi.

 

Meramımı anlatmanın imkansız olduğunu görünce tartışmayı uzatmayı gerekli görmedim. Yalnız, "İnşallah efendim sizin takdir ettiğiniz gibi olur" demekle yetindim.

 

Düşündüğüm ve tasvire çalıştığım düşman teşebbüsleri 6 Ağustos'tan itibaren aynen gerçekleşmeye başladığı zaman iki ay evvel maruzatımı takdir etmemekte ısrar edenlerin nasıl üzüldüklerini bilemem. Yalnız fikren hazırlanmamış oldukları, düşman harekatı karşısında pek noksan tedbirlerle genel vaziyeti ve vatanı pek büyük tehlikeye maruz bıraktıklarına vakalar şahit oldu."

 

25-26 Nisan tarihleri müttefik kuvvetlerinin en büyük çıkartma harekatarından birini yaşar. Fakat Mustafa Kemal ve birlikleri öylesine büyük azim ve itaatle savunma yaparlar ki düşman 5 tümenlik kuvvetleriyle bu etten duvarı geçemediği gibi sahile doğru geri çekilmek zorunda kalır. Mustafa Kemal'in o günkü çatışmaları idare ettiği mevki, o tarihten sonra KEMALYERİ adını alır…..

 

Çatışmalar tüm hızıyla sürmekteyken Harbiye Nezareti koridorlarında dolaşan bir emir kağıdında bu azimli ve cüretli komutanın adı geçmektedir. Evrak hızla onaylanır ve cepheye ulaştırılmak üzere haber atlısına verilir.

 

Bu evrak, 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal'in Anafartalar Grup Kumandalığı'na tayin emridir.

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

Mustafa Kemal ve Anafartalar Muharebeleri

8-9 Ağustos 1915 gecesi, (Mustafa Kemal'in ifadesine göe) geceyarısına bir-iki saat kala Kuzey Grubu Komutanlığı'ndan aldığı bir emirle Anafartalar Grup Komutanlığı'na tayin edildiğini öğrenir.

 

Bu emir sonrası Mustafa Kemal, notlarında durumu şöyle anlatır;

 

"...

Böyle karanlık ve belirsizlik içinde tanımadığımız kuvvetlerle yeni bir işin -üç günden beri üstlenen her kumandan ve kıtanın mağlubiyet ve perişanlığıyla sonuçlanan ve vatanın ya hayat veya ölümüne sebep olunabilecek mühim bir işin- başkaları tarafından başlanmış kanlı ve kaybedilmiş bir savaş meydanının sorumluluğunu üstlenmek o kadar basit bir durum olmasa gerek. Fakat, ben, büyük bir iftiharla bu sorumluluğu kabul ettim.

 

Yirmi yedinci alay komutanı Kaymakam (Yarbay) Şefik Bey'i yerime bıraktım. Ona fırka (tümen) cephesine ait icap eden görüşlerimi söyledim. 24 Temmuz'dan (6 Ağustos'tan) beri devam eden muharebeler, beni üç gün ve üç gece uykusuzluğa ve sürekli mesaiye mecbur etmişti. Adeta hasta bir halde idim. ... Bunun için, fakat bundan sonra daha mühim bir sebep içinfırka baştabibi Hüseyin Bey'i beraber almak istedim.

...

Binaenaleyh Hüseyin Bey'i ve bir de o gün şehit olan kahraman yaverim Mülazım Kazım Efendi'nin yerine bir süvari zabiti alarak gece yarısından yarım saat evvel 19. fırka karargahından ÇamlıTekke'ye hareket ettim. Hareketimi Anafartalar Grubu erkanıharbiye riyasetine telefonla bildirdim.

 

Hareketimden evvel 19. Fırka'ya aşağıdaki vedanameyi yayınladım;

 

<< Anafartalar Grubu kumandanlığı'nı üstlenmek üzere şimdi hareket ediyorum. 27. alay kumandanı Şefik Bey fırka kumandanlık vekaletine tayin edilmiştir.

 

Bugüne kadar bana, gayret ve fedakarlığınızla kazandırdığınız başarıyı, işbu yeni üstlendiğim vazifede dahi bana olan muhabbet ve itimadınızla tamamlayacağıma büyük güvenle sizinle veda ediyorum.>> "

 

Mustafa Kemal ve subaylarının 23.30 civarı başlayan gece yolculuğu saat 01.30 civarı son bulur. Anafartalar Grup Kumandalığı karargahını oldukça zor bulmuşlardır. Bu, bölgede bulunan kuvvetlerin irtibatlarındaki sağlıksız durum ve dağınık yerleşimden kaynaklanmıştır. Karargaha ulaştığında da karargah subaylarından hem emirleri altındaki birliklerin kesin noktaları hem de düşman kuvvetlerinin yerleşimi ve miktarı hakkında kesin bilgiler alamamıştır. Gecenin kasvetli kokusuna, kendisine ciddi rahatsızlık veren bu belirsizlik de dahil olunca fena halde canı sıkılır.

 

Sabaha doğru, saat dörde gelirken aşağıdaki emri iletir;

 

Telefonla

Beşinci Ordu Kumandanlığı'na

Kuzey Grubu Kumandanlığı'na

Bilgi amacıyla

Kocaçimen dağında Fırka 4, 8, 9'a

Fırka 7, 12'ye

 

Gümbürdekbayırı güneyinden

 

8/9 Ağustos 1915 saat 4 evvel

 

1- Anafartalar Grubu kumandanlığına tayin edildim. Şimdi kumandayı üstlendim.

2- Onikinci Fırkanın Mestantepe ve Yedinci Fırkanın Damaçılıkbayırı istikametinden tarruzuna dair 26 Temmuz 331 (8 Ağustos 1915) öğleden sonra saat 5'te eski grup kumandanı tarafından taarruz emri verilmiş olduğuna göre Kocaçimen-Conkbayırı hattında bulunan fırkalar başlangıçta sözü geçen taarruzu temin ile kolaylaştıracaklardır.

3- Kumandanlar bu emrin gelişi anındaki vaziyetlerini ve tertibatlarıyla bulundukları mıntıkaları bana bildireceklerdir.

4- Raporlar Büyük Anafarta köyünün iki kilometre kadar kuzeydoğusundaki Çamlıtekke'ye gönderilecektir.

Anafartalar Grup Kumandanı

M. Kemal

 

 

Cephede ciddi bir haberleşme ve gözlem eksikliği yaşanmaktadır. Gelecek haberler her noktada hassaiyetle ve ciddiyetle gözden geçiriliyor olsa da savaş psikolojisinin gerginliği ile kimi zaman haberciler yanlış yönlere at sürüyor, kimi zamansa düşmanın kıyıya boş yanaşıp boş ayrılan nakliye gemileri karargah merkezlerine yeni çıkartma haberleri ulaşmasına neden oluyordu. Bu aksaklıklar, her saniyenin önemli olduğu bir savaş meydanında ciddi zaman kayıpları demekti.

 

Mustafa Kemal, daha net sonuçlar elde etmek maksadıyla durumu değerlendirdiğinde önünde iki seçenek görür;

 

1. Ağıldere, Conkbayırı ve Kocaçimen mıntıkalarında yerleşik bulunan düşman kuvvetlerinin yan ve gerisine taarruz etmek,

 

2. Conkbayırı'ndan taarruz etmek.

 

İlk seçenek zaten bir süredir uygulanan, daha doğrusu uygulanmaya çalışılan savaş planıdır. Düşman bir süredir bu bölgede mevzilenmiş olduğundan tahkimatı sağlam, arkasında her an hazır yedek kuvvetlerle adeta çakılmışcasına durmaktadır. Üstelik bu plan uygulandığında kuvvetlerin bir yanı denize yani düşmana, düşman donanmasına açık olacaktır. Bu planın başarızlığa uğraması demek, düşmanın önünü açmak demekti.

 

İkinci seçenek olan direkt hücumun uygulanması daha zorlu idi aslında. Çünkü böyle yerleşik ve sağlam duran düşman cephesini yarmak yada geriletip denize dökmek çok güç bir işti. Fakat bu saldırı ile hiç olmazsa mevcut bölgeyi kontrol altına alacağını düşünüyordu. Başarısız olunsa dahi geriden gelen birliklerle cephe takviye almaya imkan bulacak, hele bir de kazanırlarsa bölgeye hakim tepeleri ele geçirmiş olacaklardı.

 

Çamlıtekke'de bu görüşlerini paylaştığı 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders (Liman Paşa) dikkatle dinledikten sonra şunu söyler;

 

- Harekatın sorumluluğunu kabul eden sizsiniz. Kesinlikle tasarılarınız üzerinde tesir yapmak istemem. Akla gelen konuları görüş olarak söyledim.

Böylece Mustafa Kemal'in Conkbayırı taarruzu planı uygulamaya geçirilir.

 

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

Conkbayırı Taarruzu (10 Ağustos 1915)

 

Mustafa Kemal, geceyi uykusuz ve rahatsız geçirir. Nasıl rahatsız olmasın ki?... Cepheden gelen yanlış bilginin yarattığı huzursuz zaman kayıpları, günlerce süren savaşın yıprattığı sinirler, kısmen alınan iyi haberlerin dışında çeşitli cephelerden ulaşan başarısız hücumlara ait bilgiler, destek için istediği 41. Alay'ın hala ulaşmamış olması ve en kötüsü de üzerinde ısrarla durduğu taarruz planının başarısızlığa uğrama ihtimali...

 

Ve gün ağarmak üzereyken hazırlanıp çadırından çıkar...

 

"...

 

Gecenin karanlık perdesi tamamen kalkmıştı. Artık hücum anı idi. Saatime baktım. Dört buçuğa geliyordu. Birkaç dakika sonra, ortalık tamamen ağaracak ve düşman, askerlerimizi görebilecekti.

 

Düşmanın piyade ve mitralyöz ateşi başlarsa kara ve deniz toplarının mermileri bu sıkı nizamda duran askerlerimiz üzerinde bir defa patlarsa hücumun imkansızlığına şüphe etmiyordum. Hemen ileri koştum. Fırka kumandanına tesadüf ettim. O da ve her ikimizin refakatinde bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet seri ve kısa bir teftiş yaptım. Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selam verdim ve dedim ki;

 

- Askerler, karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız !

 

Kumandan ve zabitlerime de işaretime askerlerin dikkatini çekmelerini emrettim.

 

Ondan sonra hucüm safının önünde bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretimi verdim.

 

Bütün askerler, subaylar, artık herşeyi unutmuşlar, nazarlarını, kalplerini verilecek işarete bağlı bulunduruyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslan gibi bir saldırıyla ileri atıldılar. Birkaç saniye sonra düşman siperleri içinde ilahi bir bağırtıdan başka birşey işitilmiyordu: Allah Allah Allah Allah !...."

 

Bir kırbaç işaretiyle başlayan taarruz müthiş bir gürültü, etrafa dağılan kan ve barut kokuları, gökten yağan ceset parçaları, İngilizce haykırışlara karışan naralar, top ve kılıç sesleri, seken şarapnellerin çınlamaları ile tam dört saat sürer.

 

Peki taarruz sonucu ne olur?

 

23 ve 24 üncü alaylar Conkbayırı'nı tamamen düşmandan temizler. 28. Alay Şahinsırt'ın en yüksek tepesini ele geçirir. Bu da yetmez, Sarıtarla ve Ağıldere mevkiinde önüne denk gelen düşman kıtalarını hezimete uğratır.

 

Conkbayırı ele geçirildikten sonra bile düşman pes etmez. Karadan sahra topları ve denizden donanma topçularıyla seri atışlar yapar askerimiz üstüne.

 

Gökyüzünden şarapnel ve demir parçaları yağmaktadır. Koca gövdeli donanma toplarının göğü yırtarak gönderdiği mermiler toprağa hızla saplanıp metrelerce ilerledikten sonra müthiş bir gürültüyle patlıyor, bulunduğu yerde kimi ve neyi denk getiriyorsa yukarı fırlatarak parçalıyor ve yeryüzünde büyük, kanlı delikler bırakıyordu. Heryer şehitler ve yaralılarla doluydu.

Mustafa Kemal, kırbacıyla başlattığı bu şanlı hücumu, bir gözetleme noktasından izlemekteydi;

 

"...

 

Muharebe meydanında cereyan eden haliseyrederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimde bulunan saati parça parça etti. Vücuduma nüfus edemedi. Yalnız derince bir kan lekesi bıraktı. (bu saat enkazını daha sonra bugünün hatırası olmak üzere Liman Paşa'ya verdim. O da, aile asalet armasını içeren kendi saatini bana verdi.)"

 

O an, Mustafa Kemal acıdan, etrafındakiler de telaşlı bir meraktan başka ne hissetti bilinmez ama bugün bu anıyı okuyan bizler sadece "Allah'a şükür" diyebiliyoruz. Cenab-ı Hak o günün Yarbay Mustafa Kemal'ini ulusuna bağışlamış, O'na "Atatürk" olmanın yolunu açmış, daha yapacak çok işi olduğunu göstermişti belli ki...

 

Öğleye kadar aralıksız süren bu kanlı ve çetin hengame Gelibolu topraklarına dost ve düşman bedenlerini istifledi birer ikişer... Kimi tüfeğiyle birlikte bedeninden ayrılan koluna üzüldü, kimi yarımlanan bacağına... Ama koşabilen ve ateş edebilenler durmadılar hiç. İçlerinden Kur'an okuyarak, önüne, arkasına, sağına soluna bakmadan koştular, vurdular, vuruldular...

 

Saat 12:15'te Yarbay Mustafa Kemal, "düşmanı mağlup eden üstünlüğümüz değil müthiş ve seri bir darbe halinde gerçekleşen saldırımızdı" düşüncesiyle cepheye şu emri gönderir;

 

" Taarruzu kesiniz. Conkbayırı ve Şahinsırt'ın batıya en hakim noktası daima elde bulundurulacak surette kıtalarınızla işgal ettiğiniz hattı tahkim ediniz.

Anafartalar Grubu Kumandanı

Mustafa Kemal"

 

 

Sekizinci tümen birlikleri hala devam etmekte olan yoğun düşman ateşi altında ele geçirdiği bölgede siperler kazarak yerini sağlama çalışırken Mustafa Kemal karargaha dönmek üzere yola çıkar. Üzerinde ısrarla durduğu plan son derece başarılı olmuş, haftalardır süren cılız ve başarısız saldırıların intikamı alınmış, Kemal'in askerleri bir kez daha kazanmıştır...

 

Bu taarruzu izleyen günlerde düşman kuvvetleri Türk hatlarına ait siperlere birkaç kez hücuma kalkmışsa da Mustafa Kemal komutasındaki birliklerin üstün çabaları, eksilen ve zayıflayan birliklere süratli tavkiyeler gönderilmesi ile her defasında ciddi kayıplar vererek duraklamak, kimi zamansa geri çekilmek zorunda kalır. Bu saldırılardan biri Osmanlı istihbarat kayıtlarına şöyle geçer;

 

Şube: 2

4482

Matbûât Müdüriyet i Umumiyesi'ne

 

Çanakkale Cephesi'nde:

 

Düşman 13–14 Ağustos['da] Anafartalar mıntıkasında yapdığı taarruzlarını 15 Ağustos'da tekrar etmişdir.

 

Düşmanın bu son üç günlük taarruzları hâssaten mu‘annidâne bir suretde cereyân etmiş ve neticede kâmilen ve zâyiât ı azîme ile tard edilmişdir. Merkezde bazı siperlerimize girmiş olan düşman kuvvetleri mukabil hücumlarımızla cümlesi süngüden geçirilmek suretiyle mahv edilmişdir.

 

Düşman bu iki gün zarfındaki muharebâtda on bin maktûl vermişdir. Zâyiâtımız bi'n nisbe pek azdır.

 

Tayyârelerimiz düşman mevâzi‘iyle ordugâhlarına te’sirli bombalar atarak bu muharebâta iştirâk etdiler.

 

15 Ağustos [1]331 / [28 Ağustos 1915]

Karargâh ı Umumî

İstihbarât Şubesi Müdürü

Erkân ı Harb Binbaşı

Seyfi

 

 

10 Aralık 1915 Cuma günü Mustafa Kemal, yorgun bedeninde taşıdığı sağlık sorunlarını ileri sürerek grubunun emir ve komutasını 5.Kolordu Komutanı Fevzi Paşa (Mareşal Fevzi Çakmak)'a bırakarak Çanakkale cephesinden ayrılır.

 

10 aylık Çanakkale görevi O'na yeni bir ünvan daha kazandırmıştır; .. ... Anafartalar Kahramanı ... ..

 

 

...

 

 

"İngiltere Harbiye Bakanlığına,

 

Niçin geriye çekildiğimizi soruyorsunuz, bütün gerçeği tüm açıklığı ile size bildirmek isterim. Çok cesur muharebe eden, en iyi sevk ve idare edilen asil Türk Ordusunun ve Albay Mustafa Kemal gibi dahi bir komutanın karşısında bulunuyoruz. Bunu hiçbir zaman unutmayalım."

 

General Hamilton

Çanakkale İngiliz Başkomutanı

17 Ağustos 1915

 

...

 

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

 

Türk havacılık tarihi açısından Çanakkale Savaşının önemi

 

Çanakkale Savaşları'nın üzerinden 91 yıl geçti. Yüz binlerce şehit verildi, sayısız kahraman çıktı ve binlerce kahramanlık yaşandı. Denizde Nusret Mayın Gemisi, karada ise Seyyit Onbaşı gibilerinin destanlaşan anılarına, hava savaşlarındaki kahramanlar bilinmediğinden eklenemedi. Kazanılan zaferle, dünyaya, Çanakkale'nin karadan ve denizden geçilmezliği ortaya konurken, havadan da geçmenin mümkün olmadığı gösterildi.

 

Çanakkale Savaşları, Türk havacılık tarihi açısından önemli bir yere sahip. Çanakkale'de konuşlandırılan 1. Tayyare Bölüğü, yaptığı keşif uçuşlarıyla düşman donanmasının gücü, saldırı pozisyonu ve yeri konusunda bilgi toplamanın yanında, düşman uçaklarının Osmanlı Ordusu hakkında bilgi edinmelerinin de önüne geçti. Türk havacılık tarihinde ilk kez 30 Kasım 1915'te Üsteğmen Ali Rıza Bey idaresinde havalanan Albatrus C I modeli uçakta Gözetleyici Teğmen İbrahim Orhan, bir Fransız tayyaresini makineli tüfek ateşi ile vurarak düşürmeyi başardı. Teğmen İbrahim Orhan, Türk havacılık tarihine 'havada yapılan muharebede ilk düşman uçağı düşüren kişi' olarak geçti. Bu başarısından sonra Almanya'ya pilotluk eğitimi için gönderilen İbrahim Orhan, brövesini taktıktan sonra, önce Filistin ve Hicaz'da, ardından da İzmir'deki 5. Tayyare Bölüğü'nde görevlendirildi. Teğmen İbrahim Orhan, Temmuz 1918'de Sakız Adası üzerinde keşif uçuşu yaparken İngilizlerin açtığı uçaksavar ateşi ile vurularak şehit düştü.

Çanakkale Savaşları'nın bilinmeyen kahramanları.

 

Savaş boyunca Osmanlı Ordusu'nda görev yapan 21 uçağı, müttefik güçlerin 40 civarında tayyaresine karşı büyük bir mücadele vermiştir. 1. Tayyare Bölüğü'nde 5'i pilot, 10'u rasıd (gözetleyici) toplam 15 Türk havacı, 16'sı pilot, 7'si gözetleyici 23 Alman havacı, Çanakkale'de düşmana karşı savaşta yer almıştır. Savaş boyunca sadece bir Türk uçağı uçamayacak şekilde yara almış, buna rağmen uçak yere inmeyi başarmıştır. Savaşların başlamasından, düşman güçlerin geri çekilmelerine kadar geçen 10 aylık zaman zarfında 6'sı hava savaşı, 16'sı ise yerden açılan savunma ateşi sonucunda teyit edilmiş toplam 22 düşman uçağı düşürülmüş. Bunun yanında karşı tarafça teyit edilmeyen, ancak Osmanlı Ordusu tarafından vurularak düştüğü bilinen 9 düşman uçağı daha bulunmaktadır. Osmanlı Ordusu'nda savaş boyunca sadece Alman Kurt Haaring isimli havacı hayatını kaybettimiştir.

18 Mart 1915'te Ege Denizi'ndeki adalardan hareket eden İtilaf Devletleri Donanması, Osmanlı Ordusu havacılarının yaptıkları keşif uçuşları sonucu tespit edildi ve gerekli tedbirlerin alınması sağlandı. Keşif uçuşlarıyla düşman donanmasının gücü hakkında bilgi edinen Osmanlı havacıları, düşman uçaklarının Türk mevzileri üzerinde keşif yapmalarını da önledi. İngiliz hava birliklerinin Ege Denizi'ndeki adalardaki hava üstlerine karşı da Osmanlı Ordusu uçukları çok başarılı bombardıman harekâtı yürüttü. Yoğun uçuşlar yaparak gizlemeye çalıştıkları çekilme harekâtı da, Osmanlı havacılarının 6 Ocak 1916 tarihinde iki düşman uçağı birden düşürmesiyle ortaya çıktı. Çekilmenin ortaya çıkması üzerine İtilaf Devletleri, bir çok teçhizatı geride bıraktı. Hatta götüremedikleri bir uçağı, Osmanlı'nın eline geçmesini önlemek için parçalamak zorunda kaldı.

 

O dönemki uçaklar, makineli tüfeğin yanı sıra, toplam 50 kiloyu geçmeyen bomba taşıma kapasitesine sahipti. Çanakkale Savaşları sırasında İngiliz ve Fransız hava birlikleri Farman, Breguet, Nieuport, Bristol, B.E., Osmanlı Ordusu ise Almanlar tarafından verilen Albatrus, Rumpler, Fokker, LVG modeli uçaklar kullandı.

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

Çanakkale'de nasıl bir trajedi yaşandı

 

 

Çanakkale'de Mehmetçiğe kimyasal silah

 

Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden çıkan yeni bir belge, savaşla ilgili korkunç bir gerçeği ortaya çıkardı: İtilaf Devletleri Mehmetçiğe karşı kimyasal silah kullandı. Savaşı anlatan rakamlar ise oldukça manidar. 10 bin askerimiz kayıplara karışmış.

 

Çanakkale'de sadece askerler savaşmadı. Aynı zamanda, farklı dünya görüşleri de mücadele etti. Hem de insan olma konusunda... Düşmanının canını kurtarmak için çırpınmak, matarada kalan bir yudum suyu düşman askerine vermek başka türlü nasıl izah edilebilir ki? Reuter muhabirinin geçtiği haber ile Çavuş Logal'ın ailesine gönderdiği mektup bu örneklerden sadece birkaçı. Ancak, madalyonun bir de öteki yüzü var. İtilaf Devletleri, Çanakkale'de direnen Osmanlı askerini yok etmek için her türlü yolu denemekten çekinmedi. Uluslararası savaş kuralları yok sayılıp siviller katledildi, hastaneler bombalandı. Dahası top yekûn bir öldürme operasyonu için kimyasal silahlar bile kullanıldı.

 

Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde görevli uzmanlarca ortaya çıkarılan yeni bir arşiv belgesinde İtilaf Devletleri'nin Türk askerlerine karşı boğucu türden gaz içeren kimyasal silah kullandığı belirtiliyor. Belgeye göre, Osmanlı askeri kimyasal silahlar karşısında çaresiz kalıyor. Belgede gazın hangi ülke kuvvetleri tarafından kullanıldığı belirtilmiyor. Verdiği zarar konusunda da bir bilgi yok. Fakat, araştırmacılar binlerce askerin kimyasal silahların tesiriyle şehit düşme ihtimalinin olduğunu belirtiyor ve muhtemelen İngilizler tarafından böyle bir yola başvurulduğu görüşünde birleşiyor.

 

2 Temmuz 1915 tarihinde Başkumandan vekili namına Müsteşar imzasını taşıyan ve cepheden Hariciye Nezareti'ne gönderilen belgede düşman kuvvetleri tarafından kimyasal silahlar kullanıldığı belirtilip tarafsız ve dost devletlerin olayı protesto etmesi isteniyor. Dost devletlerin insanlık dışı bu hadiseyi protesto ettiğine dair bir bilgiye rastlanmıyor; ama bu belge Çanakkale'yi kimyasal silahların kullanıldığı savaşlar arasına sokuyor. Daha önce 19. yüzyılın sonlarında Fransızlar Almanlara karşı zehirli gaz kullanmış, aynı şekilde Almanlar da Fransızlara misillemede bulunmuştu.

 

Domdom kurşunu...

 

Çanakkale'de destan yazan askerlerimize yönelik uluslararası savaş hukukuna aykırı hareketler kimyasal silahlarla sınırlı değil. Tespit edilen iki ayrı belge, iki ayrı savaş ihlalini daha ortaya çıkarıyor. Savaş hukukuna kesinlikle aykırı olmasına rağmen domdom (parçalayıcı, dağıtıcı özelliği çok fazla) kurşunları da Mehmetçiğe sıkılmış. Başkumandan vekili Enver imzasını taşıyan 20 Mayıs 1915 tarihli Hariciye Nezaretine gönderilen belgede Çanakkale'de yaralanıp Tekirdağ Hastanesi'ne yatırılmış bir askerin bacağından domdom kurşunu çıktığı rapor ediliyor. Aynı belgede domdom kurşunlarının İngiliz askerleri tarafından kullanıldığının altı çiziliyor.

 

10 Mayıs 1915 tarihini taşıyan bir başka belgede de İngiliz savaş gemilerinin balonlar yardımıyla Maydos kasabasında Hilal-i Ahmer bayrağı çekmiş hastaneyi bombalayarak 30 kadar yaralı askerin şehid olmasına yol açtığı belirtiliyor. Osmanlı Hükümeti "insanlığa sığmayan" bu saldırı sonrasında Amerika Sefareti aracılığıyla İngiltere'nin uyarılması talebinde bulunuyor. Bu üç belge ve üç örnek, savaş kurallarının hiçe sayıldığı Çanakkale'de nasıl bir trajedinin yaşandığını gözler önüne seriyor.

 

 

10 BiN KAYIP ASKER

 

Fiilen 3 Kasım 1914'te başlayan Çanakkale Savaşları 9 Ocak 1916 tarihinde İtilaf Devletleri'nin çekilmesiyle sona erdi. Çanakkale'de ortaya çıkan rakamlar savaşın ne kadar şiddetli geçtiğini anlatmaya yetiyor. Yaklaşık bir yıl süren çarpışmalar sonucunda İtilaf Devletleri 252 bin kayıp verirken, Osmanlı Devleti ise 251 bin şehit verdi.

 

3 Kasım 1914'te Seddülbahir Kalesi'ndeki cephaneliğe yapılan saldırıda 5 subay 83 er şehit oldu. Bunlara "ilk şehitler" deniyor.

 

Rumeli Mecidiyesi'nde görev yapan Topçu er Seyit 275 kilo 600 gram ağırlığındaki top mermisini tek başına kaldırıp namluya sürerek ateş etti; Ocean zıhlı gemisi sulara gömüldü.

 

19 Mayıs 1915'te cepheye katılan 100 kadar İstanbul Tıp Fakültesi öğrencisi 3 saat içinde şehit düştü. İstanbul Tıp Fakültesi 1921 yılına kadar hiç mezun veremedi.

Karşılıklı siperlerin en yakın mesafesi 5 metre olduğu halde çatışmalar sürdü.

 

Savaşta 60 İngiliz uçağına karşılık 22 Türk uçağı bulunuyordu.

 

İngilizler 205 bin, Fransızlar 47 bin kayıp verirken İtilaf Devletleri'nin toplam kaybı 252 bin olarak tespit edildi.

 

İngiltere (sömürge askerleri dahil) savaşa 469 bin askerle katıldı. Savaş sırasında Saroz Körfezi'ne 300 kadar Yunan asker çıkarıldı. İtilaf Devletleri safında 600 kişiden oluşan Siyon Katırcılar Birliği de savaşa katıldı.

 

O gün için 700 bin Türk askeri bulunuyordu.

 

Osmanlı Devleti toplam 251 bin şehir verdi. 10 bin askerimiz kayıp.

 

Savaşta 57. Alay'ın bütün mensupları şehit düştü. Bir daha 57. Alay kurulmadı. Bu Alay'ın sancağı halen Avustralya Savaş Müzesi'nde sergilenmektedir.

 

25 şehitle Kastamonu'nun Güzlük köyü en fazla kayıp veren köy olarak kayıtlara geçti.

 

***

 

***

 

Çanakkale Savaşın da bir gazeteci

 

İngilizler, Çanakkale Savaşı öncesinde sömürgelerine haber göndermiş ve yardımcı kuvvetler istemişti. Avustralya bu isteğe olumlu cevap vererek 20 bin Avustralyalı, 8 bin Yeni Zelandalıdan oluşan ilk ANZAK kuvvetini Türkiye’ye doğru Kasım 1914’te yola çıkarmıştı. 1. Anzak Tümeni’ni taşıyan Orvieto gemisinde, savaş muhabiri Charles Bean de vardı.

 

Charles Bean, Melbourne limanından demir alınmasından, istilanın sonuna kadar Anzak askerlerinin bütün serüvenini hem onlarla birlikte yaşadı hem de bütün ayrıntıları ile yazdı.

İstila başladığında 34 yaşında tecrübeli bir gazeteci olan Bean kısa sürede askerlerle kaynaştı ve kızıl saçlarından dolayı “havuç kaptan” lakabı ile anıldı. Bean en tehlikeli mevzilere bile girmekten geri durmadı. O yıllarda yeni gelişmekte olan modern savaş muhabirliğinde önemli ve örnek bir kariyer yaptı. Son istila kuvvetlerinin çekildiği tarihi günden ancak bir gün önce Gelibolu’dan ayrılan Bean ülkesine dönerken yanında 125 defter dolusu not ve yüzlerce fotoğraftan oluşan eşsiz belgelere sahipti.

Bean resmi muhabir olmasına rağmen Çanakkale Günlüğü savaşın gayri resmi tarihi idi. Zaten, “Avustralya’nın Resmi Tarihi” adında 6 ciltlik bir eser de yazmıştı. Bu eserini tamamladıktan sonra elindeki notları Avustralya Savaş Tarihi Enstitüsü’ne devretti. Bean, 1968’de hayatını kaybetti. Enstitü de bu notları 1979 yılına kadar halka kapalı tuttu. Bean’ın bu notları üzerinde çalışan araştırmacı Kevin Fewster, Çanakkale Günlüğü’nü 1983 yılında yayınladı. Kitabın çıkması maalesef gereken ilgiyi uyandırmadı. Özellikle Türk kamuoyu 64 sene sansürlü kalmış ve ancak 68 sene sonra yayınlanmış günlükteki bilgileri maalesef atladı.

 

Bir facianın hikayesi

 

Çanakkale Savaşı deniz ve kara muharebeleri olmak üzere ikiye ayrılıyor. İngiltere ve Fransa, Boğaz’ı denizden zorlayarak geçeceklerine inanıyorlardı. Bunun için 17 Mart 1915’te Bozcaada’da Akdeniz Orduları Başkomutanı General Hamilton’un da katıldığı son toplantıda Deniz Harekat Planı görüşülmüş ve Boğaz’ın zorlanması planlanmıştı. Bu plan yapılırken müttefik kuvvetler kurmaylarının ellerinde Boğaz’ın mayından temizlendiği raporları vardı. Bunun üzerine 18 Mart 1915 günü İngiliz ve Fransız ortak donanması Çanakkale Boğazı’na hücum etti. O gece Nusret mayın gemisi Karanlık Liman bölgesini mayınlamış olduğundan müttefik donanması mevcudunun yüzde 35’ini kaybederek çekilmek zorunda kaldı. Geriye dönüş manevraları sırasında da o yılların en önemli savaş gemileri olan Bouvet, Ocean, Irrestible, ayrıca 2 muhrip, 7 mayın arama gemisi battı. Goulois ve Inflexible da dahil 7 zırhlı gemi görev yapamaz hale geldi. Bu başarı tarihe Çanakkale Zaferi olarak geçecek, Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa da “18 Mart Kahramanı” olacaktı.

Çanakkale’deki bu hezimetin haberi Londra’ya bomba gibi düştü. Önce ajansların haberleri abarttığını düşünen Londra, daha sonra General De Robeck’in raporu ile hezimetin gerçek olduğunu anladı. Bu hezimetin faturası 17 Mart’ta Boğaz’ın mayından temizlendiğine dair rapor veren subaylara çıkarıldı ve kurşuna dizildiler. Ancak daha sonra verilen raporların doğru olduğu, Türkler’in son dakikada burayı tekrar mayınladığı anlaşılacaktı ve kurşuna dizilen subayların itibarları iade edilecek, ailelerine maaş bağlanacaktı.

18 Mart mağlubiyeti Müttefik Kuvvetlerini, Çanakkale Boğazı’nın karadan yardım ve destek olmaksızın geçilemeyeceği noktasına getirdi. Bunun üzerine bir ayı aşkın bir hazırlık yapıldı. 75 bin kişilik çıkarma kuvveti hazırlandı ve başına General Sir Hamilton getirildi. 25 Nisan günü Gelibolu yarımadasında Arı Burnu ve Seddülbahir’e Anadolu yakasında Kumkale’ye çıkarma yapıldı.

 

 

Bu çıkarmada bulunan tek sivil ve tek gazeteci Avustralyalı Charles Bean idi. Bean, o tarihi günü bakın nasıl anlatıyor:

 

“25 Nisan Pazar (geceyarısı): Gemiler Limni’den geldi. Güvertede uykulu bir ses esnemelerle kesilen bir şarkı söylüyor... Derken ilk kez 4.38’de, dikkatle kulak verdiğimde, ta uzaklarda bir takırtı duyuyorum; küçük tahta bir kutunun iç kısmına bir kurşun kalemle hafifçe vurulurmuşçasına. Bu takırtı sürekli gidip geliyor. Son derece uzaktan ve derinden gelen bir ses ama benim için artık yabancı değil. İlk defa işitmeme rağmen bunun ne sesi olduğundan hiç şüphem yok. Ateşlenen tüfeklerin yankılanan sesi bu; önce birkaç el, sonra daha ağır ve sürekli... İlerdeki tepelerde yoğun çarpışmalar oluyor...

 

Sandal 50-60 santimetre derinlikte bir suda karaya çekildi. Dışarı fırladık...Limni’de sırt çantalarının ağırlığından yıkılanlar olduğunu gördüğüm için dikkatle çıktım, kumsala dek suları yara yara yürüdüm ve sonunda Türk topraklarına ayak bastım...”

 

Türkler’i esir alma, öldür

 

Her gün olaylar hakkında küçük notlar alıp akşam kıt ışık altında veya ay ışığında bunları düzenleyen Resmi Savaş Muhabiri Cherles Bean, 29 Nisan 1915 tarihinde ise şu dehşet satırları yazıyordu:

 

”Her gün kampa Türk esirler getiriliyor. Avustralyalıların esirlere hayli kötü gözle baktıkları kesin... Bu yüzden bizim Avustralyalılar eğer ellerinden geliyorsa, esir almayıp yaralıları öldürme yoluna gidiyorlar.

 

Hem Yeni Zelandalılar, hem de Avustralyalılar, kimi durumlarda en azından ilk karşılaşmalarda, hele işler kötüye giderken, Türkler’den esir alınmaması yolunda üstlerinden kesin emir aldıklarını söylediler bana. Bunlara inanmıyorum, ama doğru da olabilir.”

 

Dehşet dolu satırlar...

Bean, günlüğüne 26 Eylül Pazar günü için ise, yaralıları öldürdüklerini içeren şu dehşet dolu notları kaydetmiş:

 

”Nevinson ile birlikte İmroz adasında Panagia köyüne gittik. Weistock’un emir eri X bize yolda son derece şaşırtıcı şeyler anlattı. X, Munster alayındaymış. Bir çok süngü hücumunda bulunduğunu söyledi bana...

 

Anlattığına göre 2 Mayıs gecesi Türkler Munster hattını yarmışlar. Hattaki askerlerle subayların pek çoğu bunu bilmiyormuş. Türkler hattı yarıp Munster karargah bölüğünü darmadağın etmişler. Hattaki askerler de arkalarından gelen insan seslerini duyunca kendi adamlarının takviyeye geldiğini sanmışlar. Gene de bu konuda bir tereddüt belirince bir çavuş adamlarından bazılarına birer el ateş etmelerini emretmiş. Ateşin açılmasının hemen ardından ‘Allah Allah’ sesleri yükselmiş dört bir yandan. Ön hattakiler derhal ateş açmışlar ve Türkler’i komuta eden Alman subayla birlikte 15 kişiyi öldürmüş ya da yaralamışlar.

 

”Ertesi gün o Almanın canını alıverdik” dedi X. Kulaklarıma inanamadım bir an. Kent bölgesinden gelen tatlı, yumuşak, becerikli bir adamdı bu X. Evet, iyi eğitim görmemişti, cahildi ama yumuşak başlı iyi bir adamdı... Bu sözlerin üstüne gerçekten öylesine midem bulandı ki konuşamadım. Yaptığı işin dehşeti hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Hatta bununla övünür gibiydi. Eğer bizim Tommy’lerimizin bir kısmı böyle savaşıyorsa, Tanrı yardımcımız olsun. Evet yaralıları öldürmekle böbürlenen bazı Avustralyalılar da görmedim değil, ama bu savaşın heyecanı içindeydi. Ele geçirdiği yaralı adamı (Alman bile olsa) bir gün sonra soğukkanlılıkla öldürebilecek çok fazla insan olduğunu sanmıyorum.”

 

 

...Ve esirleri yaktılar

 

Resmi Savaş Muhabiri Bean’in günlüğünde insanın tüylerini diken diken eden en önemli ayrıntı ise, maalesef Türk esirleri canlı canlı yaktıklarını itiraf ettiği satırlar. Bean, 8 Ağustos 1915 diye başlayan satırlarına şöyle devam ediyor:

 

”Bugün Pazar. Bu topraklara ayak basalı 15 hafta oldu... Bugün hayatımda gördüğüm en alçakça davranışlardan birine şahit oldum. Sığınağımın hemen karşısında 100 kadar Türk ile 2 Alman esirin barındığı tutukevinin çevresine benzin döküp tutuşturuldu... Türklere çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en uç köşesine üşüştüler ama acı akıbetten kurtulamadılar...Bu görüntüyü seyredip gülüşenler arasında İngilizler de Avustralyalılar da vardı. Bu işi yapanların ağzını burnunu dağıtacak onurlu bir kişi yok muydu acaba? Aynı iş dün de yapılmıştı çünkü...

 

Bu esirlere yapılan muamele insanın yüzünü kızartacak derecede. Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler esir düşen asker ve subaylarımıza olağanüstü iyi davranıyorlar...”

 

Avustralyalı gazeteci Charles Bean’in Çanakkale Muharebeleri sırasında cephede gazetecilik yapan tek özel muhabir olarak şahit olduğu bu olay yıllarca dünya kamuoyundan saklandı. Bean’in yazdıklarından bu yakma olayının tek olay olmadığı da anlaşılıyor. Çünkü “Aynı iş dün de yapılmıştı” diyor.

 

Çanakkale Mahşeri

 

1998 yılının son aylarında piyasaya çıkan ve iki ayda üç baskı yapan Çanakkale Mahşeri isimli belgesel tarihi romanın yazarı Mehmed Niyazi de, Çanakkale Muharebeleri üzerine 6 sene süren araştırmaları sırasında İngilizce ve Almanca kaynaklarda 100 Türk ve 2 Alman’ın yakılması ile ilgili bilgilere rastladığını belirtiyor ve Bean’in güncesini doğruluyor. Mehmed Niyazi, yakılma olayının Yüzbaşı Weistock’un emriyle yapıldığını bildiriyor. Mehmed Niyazi, yakma olayının bir önceki gece gerçekleşen Türk saldırısının bir intikamı olduğunu ve tepelerden saldırıya hazırlanan Türklere bir gözdağı vermek ve morallerini bozmak gayesi ile yapıldığını söylüyor.

 

Madalyonun öbür yüzü

 

Bean’in günlüğünde yukardaki dehşetengiz olaylar anlatılırken aşağıdaki insâni davranışlar da kaydediliyor:

 

”4 Mayıs: Türkler, Kabatepe’de yaralılarımızı teknelerimize yüklememize izin verdiler. Bütün bu tahliye yükleme sırasında hiç ateş etmediler... Bugün öğleden sonra saat 14.00’te donanmaya ait bir tekne, beyaz bir bayrak çekmiş olarak yaralıları toplamaya geldi. Türkler, teknenin gelip yaralıları almasına, sonra yeniden denize açılmasına izin verdiler...

 

11 Kasım: Türklerle son zamanlarda epey yoğun haberleşmemiz oldu. Kendilerine gayet iyi bakıldığını belirten bazı esir mektupları ile Kahire’de çekilmiş kanlı canlı fotoğraflar attık karşı taraf siperlerine... Türkler’den şu cevabı aldık;

 

“Sizin sadakanız ile yaşayan domuzdur. Midelerimiz dopdolu. Kollarımızın ucunda ellerimiz, ellerimizde de süngülerimiz var. Eğer söylendiği kadar büyük milletseniz, neden o yüce ilkelere uygun davranmıyor ve neden başka milletleri kendi önderlerine bağlılıktan ayartmaya çalışıyorsunuz?..”

 

Son derece onurlu bir cevap. Türkleri ayartma yolundaki girişimlerde ipin ucunu kaçırmamız içten bile değildi...

 

Üç hafta önce Türkler’in üç gün süren bir Bayramı vardı. Bizim siperlere iki paket sigara attılar. Üzerinde bozuk bir Fransızca ile “Afiyetle için kahraman düşmanımız” yazıyordu. Başka paketin üzerinde de “Sevgili düşmanımız bize süt gönderin.” Konserve et gönderdik. Bir taşla sopanın üstüne yazdıkları cevapta “Konserve et istemeyiz” dediler. Bunun üzerine biraz reçel, iyi bisküvi fırlattık. Bütün bunlar saat 08.30 ila 09.15 arasında olup bitti. Sonunda Türkler “Tamam”, “Fini” diye bağırdılar. Ertesi gün aynı şeyler tekrarlandı. Üçüncü günün sabahında “artık bu işe son verin” şeklinde bir emir geldi...”

 

20 Temmuz 1915. Yer Çanakkale... Savaş bütün dehşetiyle sürüyordu. Reuter Telgraf Ajansı'nın Çanakkale muhabiri, Londra'daki ajans merkezine savaşın gidişatını anlatırken insanî boyutu öne çıkan bir haber geçer: "Türkler pek merdane ve soylu bir tarzda harp ediyor. Bunlardan biri şiddetli ateş altında olduğu halde askerlerimizden birinin yarasını sarmak gayretinde. Diğeri yaralı bir Avustralyalı askerin yanına bir şişe su bırakarak insanî bir harekette bulunuyor. Mert Türk askerlerinden bir başkası İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve güçsüz kalan İngiliz askerine ekmek vererek yüce bir davranış gösteriyor. Türklerle çarpışan İngiliz askerlerinin hemen hepsi Türkler tarafından İngiliz esirlere iyi muamele yapıldığı konusunda hemfikir."

 

Çanakkale Boğazı girişinde batan Saphir adlı Fransız denizaltısından Türk askerleri tarafından kurtarılan Elektrik Çavuşu Logal ailesine gönderdiği mektupta, nasıl bir esaret geçirdiğini şu cümlelerle anlatıyor: "...Tahlisiye sandalı gelinceye kadar yarım saat suda kaldık. Kurumuş yapraklar gibi tir tir titriyorduk. Lakin bereket versin, Türk zabitleri bizi pek hoş karşıladı. Sandal içinde zabitlerden birisi bana ceketini bile verdi. Türk mülazımı kıyafetine girdim. Bizi hemen ısıttılar. Bir şişe rom getirdiler. Bir nefesçik rom çekmek, bilsen ne kadar büyük bir iyilik icra etti. Bizi bir kışlaya götürdüler. Orada bize elbise verdiler. Zira denize düşerken çırılçıplak olmuş idik. Bizi İstanbul'a getirdiler. Bulunduğumuz mahalleye arada sırada Türk zabitler geliyor. Bize sigara paketleri ikram ediyorlar. Hemen ekserisi Fransızca biliyor. Halbuki biz başka türlü muamele göreceğimizi zannediyorduk."

 

Çanakkale’den gizlice kaçış

 

Savaş muhabiri Bean gelişleriyle birlikte kaçışlarını da anlatıyor Çanakkale Günlüğü’nde.

 

”16 Aralık: Anzak Koyu olağanüstü ıssız, kumsal tamamen boş. Evraklarımızı yaktık. Türkleri ilgilendirecek pek az şey kalacak arkada... Askerlerimizin çoğu buradan ayrılacakları için üzgün değil. Yalnızca silah arkadaşlarını burada gömülü bırakacaklarına üzülüyorlar.

 

17 Aralık: Dün 5. Bölük mühendislerini kazma kürek ve borularını yakarken gördüm. Kendi elimle imal ettiğim mobilyayı yine kendi elimle yok ettim. Sığınağımdan çıkarken de su geçirmez çarşafıma bir bıçak attım...

 

23 Aralık: Tüm mevzilerimizi çırılçıplak bir şekilde Türklere bırakmamız bu gece de boş mevzilerde tüm ışıkların yanık bırakılması, hat boyunca Türk tüfeklerinin, sabah bombalayıp ardından da çoktan terkettiğimiz siperlere hücum etmesi ve gece boyunca olup bitenleri gerilim içinde gözleyerek bekleyişimiz...Bütün bunlar hiç de fena bir savaş hikayesi değil aslında...”

 

Çanakkale ne denizden ne de karadan geçilebildi. İstilacılar 6 Aralık’ta Anafartalar, Arıburnu ve Seddülbahir cephelerini boşaltarak savaşa son verme kararı aldılar. Boşaltma işlemi yani kaçış ise, Anafartalar ve Arıburnu cephesinden 19-20 Aralık 1915, Seddülbahir cephesinden ise 8-9 Ocak 1916 gecesi oldu.

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

ÇANAKKALEDE HAVA SAVAŞLARI

 

Çanakkale Muharebelerinde, kahraman kara ve deniz kuvvetlerimiz gibi havacılarımız da, üstün silah ve teknik olanaklara sahip düşmanları karşısında, kendilerine düşen görevleri cesaret ve üstün görev bilinici içinde başarıyla yerine etmişlerdir.

 

Atatürk Havacılığın Önemine Dikkat Çekmek İçin Şunları Söylemiştir…

 

GÖKLERDE BİZİ BEKLEYEN YERİMİZİ ALMAK ZORUNDAYIZ. YOKSA O YERİ BAŞKALARI İSTİLA EDER VE İŞTE O ZAMAN BU ÜLKE VE MİLLET ELDEN GİDER. HALBUKİ BİZ TÜRKLER, BÜTÜN TARİHİMİZ BOYUNCA HÜRRİYET VE İSTİKLALE ÖRNEK OLMUŞ BİR MİLLETİZ.

 

TAYYARECİLER! ŞUNU UNUTMAYIN Kİ YARININ EN BÜYÜK TEHLİKELERİ SEMALARDAN GELECEKTİR. BU SEBEPLE SİZLER DAİMA HAZIR BULUNMAYA VE O ŞEKİLDE YETİŞMEYE GAYRET EDECEKSİNİZ

 

lk motorlu uçağın uçuşundan yedi yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra, 1910 yılında uçaklardan askeri amaçlarla yararlanma düşüncesi ortaya çıkmış ve takip eden yıllarda uçak, yeryüzünde etkin bir taarruz silahı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

 

Dünyadaki bu gelişmeyi yakından izleyen ve önemini değerlendiren zamanın Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşanın direktifiyle, 1911 yılında, Genelkurmay başkanlığı bünyesinde askeri havacılıkla ilgili bir şube oluşturulmuş ve Türk Askeri havacılığının temeli olan teşkilat kurulmuştur.

 

Bu yeni silahın edinilmesine büyük önem veren Mahmut Şevket Paşa maaşının bir kısmını bağışlayarak uçak alımı için kampanya başlatmış ve bu kampanyaya başta padişah Sultan Reşat olmak üzere Donanma Cemiyeti, subaylar ve bazı zenginler iştirak etmiştir. İki uçaklık para, kısa zamanda toplanmış ve Fransa’dan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki uçak satın almıştır.

 

Müteakiben, Yeşilköy Safra düzlüğünde Kara tayyare Mektebi, Yeşilköy Feneri yakınlarında da deniz tayyare Mektebi kurulmuş ve havacı personel yetiştirilmek üzere ordu ve donanmadan istekli subaylar seçilmiştir.

 

Çanakkale Muharebeleri başladığı zaman dünya ve Türk askeri havacılığı mütevazı ve geliştirilmeye muhtaç bir durumda idi.

 

Çanakkale Muharebeleri havacılık yönünden, yeni silahın gerçek değerinin anlaşıldığı ve bugünkü modern hava kuvvetlerinin temelini atan kahramanları kavramaya çalışırken, icra edilen hava harekatının sadece o günkü müşterek harekata katkısı değil aynı zamanda bugünkü havacılığımıza olan katkısı da düşünülmekte ve hava kuvvetlerinin temelinin atılarak, hava stratejisi ve taktiklerinin oluşturulmaya başlandığı bir harekat noktası olarak değerlendirilmektedir.

 

Havacılık açısından işte böyle bir ortam içinde, 2 Ağustos 1914 günü seferberlik ilan edilmiş ve buna paralel olarak Yeşilköy de bulunan deniz uçaklarından 2’si İzmir, birisi de Çanakkale Müstahkem Mevzi Komutanlığı emrine verilmiştir.

 

25 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Nara Meydanına konuşlandırılan Nievport tipi deniz uçağı ile, Deniz Yzb. Savmi, Ütğm. Fazıl ve Ütğm. Cemalin yaptığı keşif uçuşları sayesinde, bölgedeki İngiliz ve Fransız gemilerinin faaliyetleri izlenmeye başlanmıştır.

 

18 Mart 1915 tarihine kadar olan dönemde yapılan başarılı hava keşif görevleri hem düşmanın elindeki gemi tip ve miktarını tespit, hem de taarruz hazırlıklarını devamlı takip imkanı sağlamıştır.

 

18 Mart 1915 günü, havacılarımız erken saatlerde yaptıkları keşif raporunu vermişlerdir.

 

Bozcaada önünde, 40 düşman gemisi sayıldı. Bunlardan; 19’u ağır, 3’ü hafif olmak üzere 22’si kruvazör, diğerleri; şilep, destek gemisi ve uçak gemisidir. Sayıları tam olarak saptanamayan denizaltılar görülmüştür. 6 adet zırhlı İngiliz gemisi, muharebe düzeninde boğaza doğru ilerlemekte ve Fransız gemileri de demir almaktadır.

 

Bir süre sonra, boğaza giren ve kıyı bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanma topçusuna, Ark Royal uçak gemisinden havalanan İngiliz uçakları da ateş tanziminde geniş çapta yardım etmiştir.

 

18 Mart günü öğleden sonra, havacılarımıza; Limni Adası civarındaki düşman kuvvetlerinin durumunu keşfetmeleri emredilmiştir.

 

Bir saat içinde görev bölgesine ulaşan pilotlar Mondros Koyunda 13 harp, 4 nakliye, 29 kömür gemisi olmak üzere toplam 46 geminin bulunduğunu, ayrıca Fransızların Gaulois gemisinin sahil topçumuzun ateşi ile Çanakkale ağzında yara aldığını rapor etmiştir.

 

Çanakkale Muharebeleri süresince, karşılıklı keşif harekatı devam ederken; Türk havacıları, o tarihler için başarılı sayılabilecek diğer hava görevlerini de icra etmişledir. Bu görevlerden biri 18 Nisan 1915de yapılmıştır.

 

O gün Çanakkale Boğazı bölgesinde gittikçe kuvvetlenen ve hava üstünlüğü kurmasından endişe edilen düşman hava gücünü tesirsiz hale getirmek maksadıyla, Bozcaada da 18 düşman uçağının konuşlandığı meydana hava taarruzu planlamıştır. Ancak bu meydandaki uçaklar, keşif görevi için daha önceden kalktığından, havada karşılaşılmış, kısa bir hava muharebesinden sonra zayiatsız olarak meydana dönülmüştür. Bu görev amacına ulaşmadıysa da, asli taktik hava görevlerinden olan mukabil hava harekatı nın ilk ve tipik bir uygulaması olması açısından önem taşımaktadır.

 

Türk uçaklarının meydan taarruzu planlamasından esinlenen İngilizler aynı gün üçer uçaklık iki kol ile meydanımıza taarruz etmişler, ancak uçaklarımız daha önceden meydan içinde dağıtılarak gizlenmiş olduğundan, atılan bombalar hasar meydana getirememiştir. Bu da, ufki dağılma ve gizleme yapılarak, beka tedbirlerinin alınışına güzel bir örnek teşkil etmiştir.

 

14-19 Mayıs 1915 günleri, güney cephemizdeki karşı taarruzumuzu desteklemek amacıyla; düşman çıkarma gemileri ve ordugahı bombalanmış Mayıs ayı başından itibaren sabit balon ile boğaz gözetlemesi ve topçu atış tanzimi ve birliklerimizi taciz eden manika balon gemisine taarruzlar yapılmış, her hava hücumunda gemi, balonunu toplayıp yer değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Böylece bugün yakın hava desteği olarak bilinen görev tipinin basit bir uygulaması yapılmıştır.

 

25 Haziranda; Arıburnu bölgesindeki düşman karargahı üzerine propaganda amacıyla 300 adet ingilizce yazılı bildiri atılmıştır. Bu görev, hava gücünün psikolojik harpte kullanılmasına ilişkin güzel bir örnektir.

 

30 Kasım 1915te ise, Üsteğmen Ali Rıza, Teğmen Orhan’la beraber, Çanakkale girişinde karaya oturmuş bulunan bir düşman kruvazörüne taarruz etmek için görevlendirilmiştir. Tam bu esnada bir düşman uçağının yaklaştığı görülmüş ve yapılan hava muharebesinde Üsteğmen Ali Rıza Fransız uçağını makinalı tüfek ateşiyle düşürmeyi başararak Türk havacılık tarihine ilk düşman uçağını düşüren pilot olarak geçmiştir.

 

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

***

 

ÇANAKKALE SAVAŞIN ASKERİ, SİYASİ ve SOSYO-EKONOMİK SONUÇLARI

 

 

Çanakkale Cephesinin deniz harekatı kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.

 

Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdenizin öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve ekonomisi üzerine olan etkilerini bu gün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.

 

Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.

 

Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Savaşının sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.

 

Birinci Dünya Savaşı öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, denizlere egemen olan dünyaya hakim olur teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.

 

Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon İstanbul bir anahtardır. İstanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazını ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır [431) demekle, Fransanın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.

 

Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatkinin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, İstanbul Boğazını ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devletini, Boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır şeklinde ifadesini bulmaktadır.

 

Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.

 

Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir demekte ve bu durumun önlenmesi için, İstanbul’un alınmasını önermektedir.

 

Öte yandan Kasım 1911de Rusya’nın, Osmanlı Hükümetine Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen İngiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.

 

Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşında Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.

 

Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, İngiliz ve Fransız’ları İstanbul’u almaya ve Ruslardan önce Karadeniz Boğazına el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesinin açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

 

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden İngiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim İngiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece sınırlı bir cezalandırma hareketi olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğazda görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.

 

Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğazda, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.

 

Anlaşma Devletlerinin Çanakkale serüveni noktalandıktan sonra, (İngiliz-Fransız donanmaları)’nın Marmara’ya girerek, İmparatorluğun başkenti İstanbul’u bir ay içinde ele geçirme planları suya düşürülmüş, böylece hükümet çevrelerinde beliren ve halka yansıyan İstanbul’u kaybetme korkusu ortadan kalkmıştır.

 

Boğazda elde edilen bu ilk zafer, çok geçmeden Gelibolu Yarımadasına yöneltilen çıkarmalarla başlatılarak, dünyanın en güçlü zırhlılarınca sürdürülen cehennemi bombardımanlar altında Türk askeri, yılmadan aylarca süren mevzi muharebelerinde yüksek bir moral ve doruğa ulaşan bir mücadele azmi örneği vermiş ve sonunda düşmanlarını yarımadayı terk etmek zorunda bırakmıştır.

 

Böylece karada kazanılmış bulunan bu ikinci ve nihai zaferle de, Türk ordusunun Balkan Savaşında zedelenen ve hatta yok olmaya yüz tutan prestiji kurtarılmıştır.

 

Deniz ve kara. harekatıyla bir bütün olarak gerçekleştirilip tüm anlamı ve çarpıcılığıyla Türk Harp Tarihinde yerini alan Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal (Atatürk) gibi bir dahiyi yaratmış, Birinci Dünya Harbinin bitiminden hemen sonra başlayacak Milli Mücadelenin bu eşsiz liderini Türk ulusuna kazandırmıştır.

 

Çanakkale Zaferi, Anlaşma Devletlerinin Osmanlı Devletini ilk ağızda savaş dışı bırakarak, Almanyanın güneydoğudan kuşatılmasını amaçlayan stratejisini boşa çıkarmış, böylece savaşın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.

 

Çanakkale Boğazının kapatılıp Rusyaya geçit verilmemesi, onu müttefiklerinin silah ve malzeme yardımından yoksun etmekle kalmamış, yarım milyonu aşkın İngiliz ve Fransız askerini üzerine çekmekle bu kuvveti, Alman cephesinden uzak tutmuş ve Almanya’nın Doğu Cephesindeki Harekatını kolaylaştırmıştır.

 

Çanakkale Muharebelerinin diğer bir anlam ve önemi de, çöküntü dönemini yaşamakta olan İmparatorluğun, dünya kamu oyunda yarattığı kötü imajın sonucu olarak, Türkün iyice tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmemiş, koşullar nedenli ağır olursa olsun iyi sevk ve idare edilirse, tüm zorlukları yenebilecek güç ve inanca sahip olduğunu bu muharebelerde kanıtlamış olmasıdır.Bir başka deyişle düşman devletler, her nedense Osmanlı Devleti nın çöküşü olayıyla, onun asıl unsurunu oluşturan Türk ulusunun ceddinden miras olan savaş azim ve ruhuyla ,inanç gücünün birbirinden farklı şeyler olduğunu, bu muharebelerde çok daha iyi anlayabilmişlerdir.

 

Çanakkale Muharebeleri, Türk askerinin, dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç ,azim ve ruhu, Türk İstiklal Savaşımızın Kuvayı Milliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından da ayrıca tarihsel bir değere sahiptir.

 

Gerçekten Boğaz Muharebesinde Birleşik Filonun kendisi için tehlikeler yaratan yalnız Dardanos Bataryasının yok edilmesi için kullandığı 400ü aşan topçu mermisine karşın, sadece iki subayımızın şehit oluşu dışında, bataryaya ağır bir hasar verdirilememiştir.

Çanakkale’de Türk askerleri, bol cephaneye dayanan, yoğun donanma ateşleri altında sabır ve serin kanlılıkla görevinin başında kaya gibi dimdik ayakta kalmasını bilmiştir .Öte yandan bu dev armadalar, ateş etmesinden bile kuşkuya düşülen eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor karadaki Türk topçusu, ona sadece 1900 mermi atabilirken, onlar tek bir bataryamıza (Dardanosa) 4000 mermi kullanıyordu. Ne var ki, bu mermi yağmurundan karada hasar gören dört Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topunun birden Boğaz sularına gömülmüşür.

 

Aynı Birleşik Filonun, 18 Mart Boğaz Muharebesinde, 18 savaş gemisinden 7’si savaş dışında kalırken, Çanakkale Müstahkem Mevkii, savaş gücünü olduğu gibi koruyabiliyordu. Keza Filonun mayın arama ve tarayıcıları, 11 mayın hattı üzerinde döşenmiş mayınlardan sadece üç adedini etkisiz hale getirebilmişti

 

Türk tabyalarında hasar gören toplardan çoğu, onarılıp kısa sürede ateşe hazır duruma sokuluyor, 3. bölgedeki (Boğazın Marmara ile birleştiği kesim) tabya da, sapasağlam duruyordu. İşte bu durum karşısında Boğazı geçemeden geri çekilen Birleşik Filo, Çanakkale’nin aşılamayan çetin savunması karşısında pes edip, yalnız denizden yapılacak zorlamalarla başarıya ulaşılamayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kalmıştır.

 

Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere’nin görkemli filosunun, Boğaz Muharebesinde düştüğü aczi, yarınların Çanakkale savunucuları hiç bir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Çünkü, bu ve buna benzer saldırılar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de yinelenebilir.Ne var ki 18 Martı unutarak böyle bir saldırıyı ileride de göze alabilecek düşmanlar, karşılarında dünyanın yeniliklerine gözlerini kapamış bir Osmanlı Devleti yerine, bu kez 20. yüzyılın en son bilim ve teknolojisine dayanan en modern silahlarla donatılmış bulunan Cumhuriyet Silahlı Kuvvetlerini bulacaktır.

 

Çanakkale Cephesi deniz ve kara harekatıyla birlikte mütalaa edildiğinde görülür ki, bu cephede geçen muharebeler, hasım kuvvet olarak katılmış olan İngiltere ve Fransa’nın, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadasında yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun % 50sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.

Türklerin de bu cepheye ayırdığı 300.000den fazla askerden verdiği kayıplarının,

 

211.000e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir.

 

Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk,

 

yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir.

 

 

Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöyle özetlenebilir.

 

 

SİYASİ ve SOSYO-EKONOMİK SONUÇLAR

 

Çanakkale’de denizde ve karada kazanılmış olan her iki zafer, Osmanlının Balkanlar’daki yenilgisiyle içte ve dışta sarsılmış bulunan devlet prestijini kurtarıp güçlendirmiş, hükümetin iktidarda kalış sürelerini uzatmıştı. Anlaşma Devletlerinin savaşın başından beri bekledikleri hükümet krizi olmamış ve kabine değişikliğine de gidilmemiştir.

 

Türk ulusunun tarihini süsleyen çok sayıdaki zaferlerine, Çanakkale’de, bütün dünyanın gözü önünde bir yenisini daha ekleyerek elde ettiği parlak zafer, onun eski güç ve dinamizmini koruduğunu, çöküntü dönemini yaşayan ve can çekişen bir imparatorluk içinde hala kahraman bir ulusun varlığını, yeniden ortaya koymuştur. Bir başka deyişle Çanakkale’de ölmesini bilenler, Türk milletinin tarihten silinmeden yaşayacağını kanıtlamıştır.

 

Çanakkale Zaferi, Batılıların Doğulu müttefiki Rusya’ya ulaşmasına olanak tanımamış, mahsur kalan koskoca Çarlık Rusya’sı içerden çökerek, Bolşevikliğin pençesine düşmüştür.

 

Çanakkale’de Türk savunması aşılabilse ve Boğaz açılabilmiş olsaydı, savaş kısa sürede biter, Rus ihtilali patlak vermez, verse bile, İngiltere ve Fransa’nın işe karışmasıyla bu ihtilal daha başlangıçta boğulabilirdi. Böylece müttefikleriyle birlikte zaferi paylaşmakta gecikmeyecek olan Ruslar, Çarlarının taksim planı gereği kendilerine daha işin başında söz verilen Boğazlar ve İstanbul’u işgal etmiş ve Deli Petro’ dan beri izledikleri, Açık denizlere ulaşma politikalarını gerçekleştirmiş olurlardı.

 

Anlaşma Devletlerinin Çanakkale’deki başarısızlıkları henüz savaşa katılmamış olan Balkan Devletlerinin tutumlarını da farklı yönlerde etkilemiştir.Bulgaristan, Merkez Devletlerinin yanında yer alırken, Romanya, Yunanistan ve İtalya’nın daha bir süre savaş dışında kalmalarını sağladığı gibi, Arap ayaklanmasını bir yıla yakın bir süre geciktirmiştir.

 

Çanakkale Muharebeleri, İngiltere’nin savaşın başından beri Japonya’dan yapmakta olduğu yardım talebini artırmasını istemesine rağmen, Japonya’nın bu istekleri çeşitli bahanelerle kabul etmemesine yol açmıştır.

 

Birleşik Filonun ağır yenilgiye uğrayıp Boğazı geçemeyişi, İngiltere ve Fransa’nın, siyasi ve askeri prestijini bir hayli sarsmış, özellikle İngiltere’nin denizlerdeki tartışılmaz üstünlüğü imajını ortadan kaldırmıştı. Bu durum, adı geçen devletlerin sömürgelerinde bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğuşuna ve dolayısıyla dünya siyasi haritasını değiştiren bazı gelişmelere yol açmıştır.

 

Keza Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi İngiliz dominyonu deniz aşırı ülke askerlerinin, sırf İngiliz çıkarları uğruna Çanakkale’de Türklere karsı muharebeye zorlanıp, yabancı topraklarda hayatlarını yitirirken, kafalarında yer alan bir takım sorular (niçin ve kimin için döğüştükleri gibi), cepheden ailelerine gönderdikleri mektupların zamanla açıklanmasında anlaşılmaktaydı. Bu da, onlarda gitgide ulusal bilincin kıvılcımlarını oluşturmakta gecikmedi.

 

Nitekim, 9 Eylül 1922de Yunanlılar lzmirde denize döküldükten sonra, muzaffer Türk ordularının Boğazlar bölgesine yönelip yaklaşmaları üzerine, Churchill’in dominyonlardan yeniden yardım istediği, Avusturalya başbakanının, Tek bir askerin hayatına tehlikeye koymayacağını ve savaşa karar verilirse, dominyondan iş birliği istenmemesi gerektiğini belirten anlamlı bir yanıtıyla karşılaşmıştı.

 

Çanakkale Muharebelerinin diğer ilginç bir yanı da, iki hasım ordunun döğüşken askerleri arasında yakınlaşmanın getirdiği dostluğun, zamanla artmış olmasıdır. Gerçekten Anzak asker ve komutanları, Çanakkale’de yiğitçe savaşan Türklerin hem asker, hem de insancıl yönlerini yakından izleyerek, onların kendilerine tanıtıldığı gibi barbar bir ulusun çocukları olmadığını görüp anlamak fırsatını bulmuşlardır. İşte bu durum, ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri de olumlu yönde etkilemiş ve savaş sonrasında, Asvusturalya ve Yeni Zelanda ile anlamlı dostlukların oluşmasının başlıca nedeni olmuştur.

 

Çanakkale Muharebelerinin bir başka ilginç tarafı da Orta Doğuda bu günkü İsrail Devletinin kurulmasında etken bir rol almış olduğudur. Nitekim, Siyonist liderlerinden Vladimir Eugeueniç, Gelibolu daki Gönüllü Yahudi Birliğinin Hikayesi adlı eserinde, konuyu açıkça şöyle dile getirmektedir Gelibolu’ya yolladığımız 600 kadar gönüllü Yahudi askerlerinin savaşlar sırasında gösterdiği üstün çaba ve başarı, davamızın dünyaya tanıtılması ve dikkate alınması bakımından çok yararlı olmuştur. Gerçekten Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermemişken, 2 Kasım 1917de benimsenen Balfour Bildirisi, bu günkü İsrailin kurulmasında etken olması açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.

 

Çanakkale Zaferinin daha ilginç ve anlamlı bir sonucu da, doğunun büyük bir imparatorluğunu oluşturan koskoca Çarlık Rusya’sının yıkılmasıyla kalmamış, ülkesinde güneş batmayan Batılı büyük devlet olan Büyük Britanya İmparatorluğunda da ilk yarayı açmaya yetmiş olmasıydı. Böylece emperyalizm tam çökmüş olmasa bile, bir hayli sarsılmıştır.

 

Anlaşma Devletleri tarafından Boğazların açılarak Rusya’ya ulaşılması halinde Rusya, dış alım-satım olanağına kavuşacağından, ekonomik dengesini kurup sıkıntıdan kurtulacak, İngiltere-Fransa da Rusya ve Romanya’nın zengin buğday ürünlerinden yararlanıp, gerek silahlı kuvvetlerinin, gerekse halkının yiyecek gereksinimlerini sağlamış olacaklardı ki, bu gerçekleşememiştir.

 

Keza Boğazlar açılabilseydi, Tuna yolu da yeniden trafiğe açılıp Karadeniz deki 120 parça ticaret gemisinden yararlanma olanağı elde edilecekti. Halbuki Çanakkale Zaferi, yalnız Rusya ile İngiltere, Fransa’nın değil, bunların aynı zamanda diğer Batılı devletlerle olan karşılıklı ticari ve ekonomik ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiş, ne İngiltere, Fransa müttefiki Rusya’ya ihtiyacı olan silah ve cephaneyi ulaştırabilmiş, ne de Rusya Batılıların ihtiyacı olan buğdayını Akdeniz’e aktarabilmişti.

 

Birinci Dünya Savaşı başında Boğazların kapatılıp, bu savaş sonuna kadar açılamaması, kuşkusuz uluslararası ticari ilişkileri de olumsuz yönde etkilemişti. Nitekim, Karadenizde; İngiltere, Rusya, Fransa, Belçika ve İtalya’nın toplam 85; Yunanistan, Romanya, Danimarka, İsveç ve Hollanda’nın toplam 27; Almanya, Avusturya-Macaristan’ın toplam 17 olmak üzere, genel toplamı l29u ve toplam tonajı 350.000i bulan ticaret gemisi mahsur kalmıştı.

 

Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında kısaca denebilir ki, Çanakkale de Türk Zaferi, iki yıl uzayan savaş boyunca Doğulu ve Batılı müttefik devletlerin (Rusya-İngiltere-Fransa) ekonomilerinde sıkıntılar yaratmıştır. Bu durum, özellikle Rusya’yı bunalıma sürüklemiş ve sonunda rejim değişikliğine (komünizme) kadar gidebilmiş ve böylece de Rusyanın savaş dışı kalmasına yol açmıştır.

 

 

Zaferin, yukarıdaki ticari ve ekonomik etkinliklerinin yanında, Türk ulusu açısından sosyal alanda da etkileri görülmüştür. Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde toplam 211.000 insan zayiatı veren Türk ulusu, bu arada binlerce okumuş ve aydınını da kaybetmişti. Kesin olmayan tahmini rakamlara göre, 100.000den fazla öğretmen mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş okur-yazar yitirildiği sanılmaktadır.

 

 

Böylece o günün koşullarında ülkenin beyin takımını oluşturan küçümsenemeyecek bir sayıya ulaşan

 

bu kayıpların, olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu kadar, bu savaşı izleyen Türk İstiklal Savaşında da

 

fazlasıyla hissedilmiştir.

 

Nitekim, 1923te Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün başlattığı Devrimler ve

 

bunların paralelinde girişilen reformların kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde,

 

hayli sıkıntılar çekilmiştir.

 

***

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...
  • 1 yıl sonra...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.