Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İntihar eden bir devlet memuru...


bekir

Önerilen İletiler

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Adana Bölge Müdürlüğünde bir memur, ismi İlker SARIOĞLAN, Perşembe günü; yani 1 Nisan'da acı bir şakayla aramızdan ayrıldı.

 

1.250,00 TL maaşı vardı. Evine hacze giden vicdanını köpeklere yedirmiş bir avukat maaşının 750,00 TL'sinin kesilmesi hakkında aldığı bir muvafakatla maaşının 750'00 TL'sini kestirdi. Geriye kalan para sana yetermi falan hiç umurunda olmadı. Tefecilik suç ama nedense bu suçluları bizim polisler, savcılar bir türlü yakalayıp bulamıyorlar.

 

Bu memur arkadaş nasılsa 4-5 tane tefeciyi rahatlıkla bulabilmiş. Faiz faiz faiz. 10.000 TL'lik kredi nasıl oluyorsa 22.000 TL'yi bulabiliyor.

 

Hiçbirşeyi akıl almıyordu. İntiharını da aklımız almadı. Oysaki ne çok sebebi varmış. Nasıl koyarmış adama sigara parasını bulamamak, nasıl koyarmış adama; adam yerine konmamak, nasıl koyarmış üç kuruş para yüzünden çar-çakala avuç açmak, nasıl koyarmış adama 1 ay herkesten daha fazla çalışıp herkesten daha rezil olmak.

 

Kimse dinlemedi, kimse anlamadı, kimsenin umurunda olmadı...Kimse sormadı; yahu dünyada ekonomik krizde bankalar takır takır batarken Türkiye'de nasıl oluyorda bankalar kar açıklıyor, büyüyor. Büyümez mi? Türkiye'de bankacılık yasal tefecilikten başka birşey değil. Türkiye'de bankalar ne yaparsa yapsın ceza almıyorlar. Siz hakkınızı arayın diyorlar.

 

Ne olacak şimdi. Ne olacak biliyor musunuz? Bu kadar borç yüzünden anne ve babası cenaze yardımını dahi almaktan korkacaklar. Kardeşleri biraz daha nefret edecek bu bankaları böyle koruyan düzenden. Her tarafta cirit atan tefecileri bulmakta emniyetin aczini görenler isyan edecek. Gencecik, adam gibi adam olup da; sırf parasızlığından dolayı adam yerine konmayanlara karşı; beş kuruş etmeyip de sırf parasından dolayı adam yerine konulanları da görünce ben de nefret edeceğim herşeyden...

 

vesselam...

 

Not: Foruma dönmek için değil ama bu mesajı ulaştırabildiğim her yere ulaştırabilmek için konuyu açtım...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bizim polislerimiz,savcilarimiz asker ariyor asker,suclu aramiyorlar.Hükümet yargi istemiyor kendi savci ve hakimlerini istiyor aynen Ergenekon savci ve hakimleri gibi emre itaatli.Bir telefonla baskinlar düzenletecek,anayasa,hukuk cigneyecek yapida gözüpek savcilar ve polisler lazim hükümete.Gün Cihad günüdür.Bu nedenle memur intihar etmis,dershane parasini ödeyemeyip hapse atilan ananin oglu kahrindan utancindan intihar etmis bunlar önemli degil.Yargiyi teslim almaktir önemli olan.Yargiyi teslim almak isteyenlerin savci ve hakimleri hazir bekliyor.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Benim anlamadığım 1250 tl maaş alan bir memurun maaşından 750 tl nasıl kesilebilir? 3/5 kesinti yapılmış ancak kanuni üst sınır 1/4. Yani bir kimsenin maaşının dörtte birinden fazlasına haciz konulamaz. Bu avukat böyle bir muvafakat nasıl almış ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

CYRANO Kardeşim, bahsini ettiğin durum işçiler için geçerlidir. Yani ki; işçilerin maaşlarının 1/4'ünden fazlası kesilemez. Memurlar için ise 1/4'ünden azı kesilemez. Muvafakat dediğimiz mevhum varsa bu limit artar. Aldığı maaş ve sosyal yaşantısına göre de daha yüksek bir kesinti talep edilebilir.

 

Buradaki sıkıntı; muvafakat ancak icra memuru huzurunda icra dairesinde yapıldığında geçerlidir. Lakin, avukatlar genelde borçluya başka bir yerde bu muvafakati imzalatırlar ve daha sonra icra memuruna da imzalatarak sanki icra memurunun huzurundaymış gibi hallederler. Yine ayrıca haciz esnasında verilen muvafakat geçerli değildir.

 

Pekiyi bütün bunların anlamı ne. Anlamı şu; sen bütün bu kanun maddelerini bileceksin ve hakkını arayacaksın. İcra Memuru, Müdürü bunu sormayacak, bu muvafakat nerde alındı demeyecek, adamın maaşının niye 1/4'ünden fazlasını kestiriyorsunuz demeyecek. Asıl soru şu olsun. Pekiyi avukat 1.250,00 TL'nin kesilmesini isteseydi ne olacaktı?

 

Bakın, icralar sanki avukatların sekreteryası gibi çalışıyor. Avukat, bürosunda yazdığı metni icraya götürüyor, icra dairesi de basıyor altına mührü hadi yollayın. İcra Dairesinin İcra Kanununa göre resmi dairelerden kişilerin adreslerini sormak gibi bir hakları ve yetkileri yoktur ancak bütün icra daireleri adres sorduğu gibi bir de tehdit dolu bir yazı gönderirler. Yapmazsanız sizin maaştan keseriz diye.

 

Bütün bunların dışında başka bir sorun var. "Tefecilik". Türkiye'de yasal olan tefeci biliyoruz ki "BANKA". Pekiyi yasal olmayan tefeciler neredeler. Niye bulunmuyorlar.

 

Polislerden bazıları dahi tefecilerden faizle para alır duruma gelmiş vaziyette. 5.000,00TL para verip aylık 500 TL faiz alan bir yapıdan bahsediyorum. Bu aşağı hesap. Bu memur kardeşim zaten borçlarını ödemekte zorlanıyordu kefillik nedeniyle. Ev kirası geldi, bazı akrabalarının ettikleri borçları ödemek zorunda kaldı. Kira ne olacak, banka kredi vermiyor maaş belli. Tefeciye gitti. Bu işlerini daha da çıkmaza soktu ama işin çıkmaza sokulması baş sokacak evden daha önemli değildi. Yavaş yavaş birike birike faiz faiz üstüne. Dolmuş parasını dahi bulamayacak duruma geldi. 20 Km yaya yürüyerek evine gittiği günler olmuş. Bu rezilliğe daha fazla yüreği dayanmadı.

 

Tefeciyi alalade devlet memurları rahatlıkla bulabiliyor ancak her ne hikmetse polis, savcı bulamıyor. Bulmuyor. Bir tarihlerde bir örnek olarak Turhan ÇÖMEZ, uyuşturucu satın almıştı. Bir milletvekili olarak kamera kaydına almıştı bu durumu da. İnsan sormadan edemiyor tüm bunlar olurken, bunları bulup adalet karşısına çıkartacak olanlar ne yapıyor...Lütfen HSYK, Hükümet-Yargı çekişmesi filan demeyin. Bunların dışında birşey var. Bir savcı arkadaş bizim harekete geçmemiz için illaki bir şikayet gelecek diyordu. Yoksa biz resen şunu dinleyelim, bunu arayalım, şu davayı bir çözelim gibi işlere giremeyiz diyordu.

 

Ciddi olmadığını veya saçmaladığını düşünmüştüm.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tefeciler neden bulunamıyorlar; hatırlıyor musun sana bir olay anlatmıştım. Bir "hacı" ile ilgili. Hatırlamışsındır.

 

Tefecilik öyle bir suç ki, devlet görevlileri suçlunun yanında onun tahsilatçıları gibi çalışıyor. Bu suç tek tek suçluları tespit edip yakalayarak ortadan kaldırılacak bir suç değil. Bu suç, borçlar kanununda yapılacak köklü değişikliklerle ortadan kaldırılacak bir suç.

 

Türkiye'de, kambiyo senedine dayalı borca konu olan ticari faaliyetlerin tümü faturalıdır. İster senet, ister çek verilsin, mal veya hizmet fatura karşılığı alınır. Hiç kimse, senet veya çek kullanılacak meblağda alışverişi fatura olmadan yapmaz. Evinize fatura almadan taksitle beyaz eşya alır mısınız ? Ya da ticarethaneniz için mal alır mısınız ? Garanti, iade, malın çalıntı çıkması, malın teslim edilmemesi, zamanında teslim edilmemesi, eksik çıkması, bozuk çıkması, defolu çıkması vs... Ortaya çıkabilecek her türlü sorunda fatura sizin teyminatınızdır. Dolayısıyla gerçek bir ticari faaliyet sonucu oluşan borçlara dayanan icra takibinde, alacaklı taraf borcu doğuran işlemi fatura yoluyla ibraz edebilir.

 

Hangi durumlarda alacağınız için fatura (ya da borcun hangi mal , hizmet, taşınmaz satışı / kiralaması sonucunda oluştuğunu gösteren benzer belge) ibraz edemezsiniz? Aslında hiçbir şey satmadıysanız.

 

Borçlar kanununda yapılacak bir düzenleme ile, kambiyo senedine, sözleşmeye dayalı icra takibi başlatmak için, borcun nasıl bir faaliyet sonucu doğduğunu gösteren belgenin ibra zorunluluğu getirilmelidir. Yani bu belli şartlarda borca itiraza bağlı olarak değil, takibin başlaması için bir şart olarak ortaya konmalıdır. Nasıl ki icra takibi başlatmak için, kambiyo senedi, sözleşme gibi belgelerin ibrazı şartsa, bu belgelere konu olan borcun ne şekilde oluştuğunu, taraflar arasında ne tür bir borçlu alacaklı ilişkisi olduğunun ibrazı da şart olmalıdır.

 

Tefecilikle mücadelenin tek yolu bence budur. Tefecilerin aldıkları senetleri işe yaramaz kılmak.

 

Onun yerine, borçlar kanunu yamalı bohça gibidir. Kapsamlı ve sağlıklı bir düzenleme ile sorunu halletmek yerine, kanuni boşluklar bırakılarak bu sefer iyi niyetli gerçek tacirler de mağdur edilmektedir. Adama çek karşılığı mal satarsınız, çekin günü gelince adam gider bankaya "çek hilafım dışında elimden çıkmıştır" diye bir dilekçe verir, bırakın icrayı, yazdıramazsınız bile çeki. 2 sene dava sürer, iki sene beklersiniz.

 

...

 

Merhum memur kardeşimizin maaşından yapılan kesintiye gelirsek tekrar. Borçlu kişilerin köle olarak çalıştırılması, köleci çağda kalan bir uygulamadır. Nasıl idi bu uygulama? Borcunu ödeyemeyen klşi, borçlunun yanında karın tokluğuna köle olarak çalışırdı borcu bitene kadar. Köleci yasalarda borçluya tanınan bir "hak" idi bu.

 

Bu olmasın diye, maaş hacizlerinde sınırlar vardır. Emeklilerin maaşları haczedilemez, işçilerin maaşlarının ancak 1/4'ü hazcedilebilir, memurların ise böyle bir üst sınırı yokmuş. Sebebi muhtemelen, memur statüsündeki kamu çalışanlarının çok geniş ve farklı gelir gruplarındaki nüfusu kapsıyor olmasıdır. Fakat yasa yine kölecilik çağındaki uygulama olmasın diye belli şartlar getirmiş. En az oranı belirledikten sonra, yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli olan tutarın haczedilemeyeceğini belirtmiş.

 

Peki aylık 500 tl gelirin merhum memur kardeşimizin yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli olan tutar olduğunu kim belirlemiş? Bu köleci çağdaki "karın tokluğu karşılığında çalışma"dan bile daha aşağı bir durum. Borçluyu köle olarak çalıştıran kişi en azından kalacak yer ve yemek veriyor. Ayda 500 ytl sana yeter, üstü alacaklıya ait diyen kişi, zaten bu kardeşimize "öl" demek istemiş.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Türkiye'de, kambiyo senedine dayalı borca konu olan ticari faaliyetlerin tümü faturalıdır. İster senet, ister çek verilsin, mal veya hizmet fatura karşılığı alınır. Hiç kimse, senet veya çek kullanılacak meblağda alışverişi fatura olmadan yapmaz. Evinize fatura almadan taksitle beyaz eşya alır mısınız ? Ya da ticarethaneniz için mal alır mısınız ? Garanti, iade, malın çalıntı çıkması, malın teslim edilmemesi, zamanında teslim edilmemesi, eksik çıkması, bozuk çıkması, defolu çıkması vs... Ortaya çıkabilecek her türlü sorunda fatura sizin teyminatınızdır. Dolayısıyla gerçek bir ticari faaliyet sonucu oluşan borçlara dayanan icra takibinde, alacaklı taraf borcu doğuran işlemi fatura yoluyla ibraz edebilir.

 

Hangi durumlarda alacağınız için fatura (ya da borcun hangi mal , hizmet, taşınmaz satışı / kiralaması sonucunda oluştuğunu gösteren benzer belge) ibraz edemezsiniz? Aslında hiçbir şey satmadıysanız.

 

Borçlar kanununda yapılacak bir düzenleme ile, kambiyo senedine, sözleşmeye dayalı icra takibi başlatmak için, borcun nasıl bir faaliyet sonucu doğduğunu gösteren belgenin ibra zorunluluğu getirilmelidir. Yani bu belli şartlarda borca itiraza bağlı olarak değil, takibin başlaması için bir şart olarak ortaya konmalıdır. Nasıl ki icra takibi başlatmak için, kambiyo senedi, sözleşme gibi belgelerin ibrazı şartsa, bu belgelere konu olan borcun ne şekilde oluştuğunu, taraflar arasında ne tür bir borçlu alacaklı ilişkisi olduğunun ibrazı da şart olmalıdır.

 

 

Değerli açıklamalarından dolayı çok çok teşekkürler CYRANO. Seninde bildiğin gibi kambiyo senetleri denen evrak illette mücerret kabul edilir. Yani ki; böylesi bir senet düzenlendiğinde onu doğuran borç ilişkisinden bağımsız bir borç ilişkisi daha doğar. Yani ki iki kişi arasında bir sözleşme yaparak bir mal alıp satma işi yaptıklarında sözleşme harici bir de bu borca karşılık bono düzenlenirse hem sözleşmedeki borç hem de bonodaki borç iki ayrı borç gibi devam eder.

 

Aslında mantık olarak bir bonoyu, bir çeki kimse al sana lazım olur şu bonoyu diye imzalamaz. Birşeyler alır ve karşılığında bunları verirsiniz. Bence de kambiyo senedinin bir illete bağlanması, bir faturaya bağlanması tefeciliği azaltacaktır. Zira adam emlakçı, adam otomobil galericisi; tonla bono var elinde ve icraya koyuyor. Yahu bu adama sen ne sattın da elinde bono var. Adama ne verdin de elinde tonlarca çek var.

 

Ancak her ne kadar bu bir nebze olsun meseleyi azaltacak olsa da şiddetli bir denetim ve ciddi cezalar şarttır. Hele de ekonomik kriz dönemlerinde daha aktif bir mücadele anlayışının benimsenmesi gerekir.

 

Bir sürü ocak sönüyor, yüreklere ateşler düşüyor. Daha birkaç gün önce taahhüdü ihlalden dolayı bir annenin hapse atılmasına oğlu isyan ederek hayatına son verdi. Daha bir-iki ay evvel adına şirket kurulup bir sürü çekte imzası bulunan bir adam (imzalar kendine ait değildi) gıyabında yargılanıp, ödemediği adli para cezasından dolayı hapse atıldı. Hasılı ortada bir sürü sorun var...

 

Sorunları devlet çözmediğinde insanlar canlarıyla çözmenin yolunu seçiyor.

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Değerli açıklamalarından dolayı çok çok teşekkürler CYRANO. Seninde bildiğin gibi kambiyo senetleri denen evrak illette mücerret kabul edilir. Yani ki; böylesi bir senet düzenlendiğinde onu doğuran borç ilişkisinden bağımsız bir borç ilişkisi daha doğar. Yani ki iki kişi arasında bir sözleşme yaparak bir mal alıp satma işi yaptıklarında sözleşme harici bir de bu borca karşılık bono düzenlenirse hem sözleşmedeki borç hem de bonodaki borç iki ayrı borç gibi devam eder.

 

Sanırım yanlış anlamışsın dostum, sözleşmeler derken, belli şartlara bağlı olarak borç yükümlülüğü getiren, icra takibine konu olan belgelerden bahsetmiştim. Kira sözleşmeleri, acenta sözleşmeleri gibi.

 

Aslında mantık olarak bir bonoyu, bir çeki kimse al sana lazım olur şu bonoyu diye imzalamaz. Birşeyler alır ve karşılığında bunları verirsiniz. Bence de kambiyo senedinin bir illete bağlanması, bir faturaya bağlanması tefeciliği azaltacaktır. Zira adam emlakçı, adam otomobil galericisi; tonla bono var elinde ve icraya koyuyor. Yahu bu adama sen ne sattın da elinde bono var. Adama ne verdin de elinde tonlarca çek var.

 

Elbette. Yasalara gören suç olan bir faaliyet yapıyorsun. Bu faaliyet ile vatandaşlardan kambiyo senedi alıyorsun. Ondan sonra bu senetler ile icra takibi başlatıyor, ceza davası açıyorsun. Tefecilik yaparken, devlet ve onun yasaları umrunda değil. Faizini alamayınca devletin kurumları ve yasaları aklına geliyor onlardan medet umuyorsun. Onları kullanıyorsun. Yasadışı bir faaliyet sonucu oluşan alacağın devlet eliyle tahsilat ediyorsun. Bunun neresinde adalet. Adam senetle eroin satsa bir gence. Gidip o senetle icra takibi başlatabilir. Evet yapabilir. Devlet memurları da, uyuşturucu tüccarının tahsilatçılığını yapmış olur. Bu böyle. Nasıl olsa, ne karşılığında aldın bu senedi? Ne sattın da adam sana borçlandı diye soran yok.

 

Yasadışı tefecilik her ülkede var evet. Fakat ABD'de, İtalya'da, Rusya'da, faizle para verme, ya da kumar borcu karşılığında aldığın kambiyo senediyle icra takibi başlatsana bakalım ne oluyor ? Önce bu kambiyo senedine konu olan alacağın, alacaklar hesabında muhasebeleştirilip, vergisinin ödenip ödenmediğini sorarlar. İbraz ettiğin vergi matrahına bu alacak tutarının dahil olup olmadını incelerler. Yani o ülkelerde bu, "abi ben vergi kaçırıyorum bir de utanmadan gelip kendimi ihbar ediyorum" demek anlamına gelir. Ülkesine göre 5 ila 10 yıl arası hapis yatarsın. Vergilendirilmeyen tutarın onlarca katı vergi cezası alırsın. Üstüne savcılık soruşturma başlatır, bu borcu doğuran yasadışı faaliyet tespit edilirse, onun cezası da biner (Bkz. Al Capone). Yasadışı faaliyetler sonucu doğan alacakları ödenmezse, yine ancak yasadışı yöntemlerle tahsil edebilirler. Yani o ülkelerde tefecilik yapanlar, devlet memurlarına, kurumlarına güvenip tefecilik yapamazlar.

 

 

Ancak her ne kadar bu bir nebze olsun meseleyi azaltacak olsa da şiddetli bir denetim ve ciddi cezalar şarttır. Hele de ekonomik kriz dönemlerinde daha aktif bir mücadele anlayışının benimsenmesi gerekir.

 

Tespitinin yolu da bu zaten dostum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi intihar eden kardeşimiz, savcılığa suç duyurusunda bulunup, ardından menfi tespit davası açsaydı ne olacaktı ? Borca konu olan ticari faaliyetin tefecilik olduğunu ispatlaması gerecekti. Nasıl ispatlayacak? Var mı yolu? Ama, bahsettiğim ülkelerde olduğu gibi, fatura edilmeyen, vergilendirilmeyen, bildirilen vergi matrahına dahil edilmeyen bir alacağa konu olan faaliyetin yasadışı olduğu yönünde karine bulunsaydı (Bilinen bir örnek olduğu için Al Capone'u verdim. Zira kendisi bu karine yüzünden 11 yıl Alcadraz'da yattı), o zaman ispat yükümlülüğü tefecide olurdu. Bu adama şu evi sattım, şu arabayı sattım, şu malı sattım, şu hizmeti verdim, buyrun faturası, buyrun tapu devir kaydı vs demek zorunda kalırdı.

 

Yoksa tefecilik faaliyet olduğu ispat edilirse sorun yok. Mahkeme ipoteği kaldırıyor. Satışı iptal ediyor. Tapuyu iptal ediyor. Senetleri iptal ediyor. İzin almadan ödünç para verme işlemi yapanların, ödünç verme karşılığı yaptığı, karşı tarafa yükümlülük getiren bütün sözleşmeler, ödünç verme karşılığı aldıkları senetler, ipotekler yok sayılır. Bunlara dayanarak yapılan bütün işlemler de. Onda sorun yok. Fakat nasıl ispatlanacak? İspat yükümlülüğü borçluya ait. Ve ispatı mümkün değil gibi birşey.

 

Ancak böyle bir karine olursa, hem tefecilerin mağdur ettiği vatandaşlar korunur. Hem de tefecilik faaliyetleri daha kolay tespit edilir diye düşünüyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi intihar eden kardeşimiz, savcılığa suç duyurusunda bulunup, ardından menfi tespit davası açsaydı ne olacaktı ? Borca konu olan ticari faaliyetin tefecilik olduğunu ispatlaması gerecekti. Nasıl ispatlayacak? Var mı yolu? Ama, bahsettiğim ülkelerde olduğu gibi, fatura edilmeyen, vergilendirilmeyen, bildirilen vergi matrahına dahil edilmeyen bir alacağa konu olan faaliyetin yasadışı olduğu yönünde karine bulunsaydı (Bilinen bir örnek olduğu için Al Capone'u verdim. Zira kendisi bu karine yüzünden 11 yıl Alcadraz'da yattı), o zaman ispat yükümlülüğü tefecide olurdu. Bu adama şu evi sattım, şu arabayı sattım, şu malı sattım, şu hizmeti verdim, buyrun faturası, buyrun tapu devir kaydı vs demek zorunda kalırdı.

 

Yoksa tefecilik faaliyet olduğu ispat edilirse sorun yok. Mahkeme ipoteği kaldırıyor. Satışı iptal ediyor. Tapuyu iptal ediyor. Senetleri iptal ediyor. İzin almadan ödünç para verme işlemi yapanların, ödünç verme karşılığı yaptığı, karşı tarafa yükümlülük getiren bütün sözleşmeler, ödünç verme karşılığı aldıkları senetler, ipotekler yok sayılır. Bunlara dayanarak yapılan bütün işlemler de. Onda sorun yok. Fakat nasıl ispatlanacak? İspat yükümlülüğü borçluya ait. Ve ispatı mümkün değil gibi birşey.

 

Ancak böyle bir karine olursa, hem tefecilerin mağdur ettiği vatandaşlar korunur. Hem de tefecilik faaliyetleri daha kolay tespit edilir diye düşünüyorum.

 

Ancak bu bahsettiğiniz durum da zaman içinde birincisi insanların kendi aralarında ve iyi niyetle yaptıkları borç alışverişlerini -ki ülkemizde hala büyükşehirler hariç düzen büyük ölçüde böyle işliyor ve bu bence doğru olandır- zamanla yok edip insanları bence en büyük tefeciler olan bankalara zorunlu hale getirir. Daha da kötüsü insanlar arası ilişkilerin iyice azaldığı bir düzende bu ilişkilere bir darbe daha vurmaz mı? Daha da ötesi sosyolojik olanı bırakıp hukuksal olana gelirsek bahsettiğiniz düzenleme sözleşme özgürlüğüne aykırı değil midir? Neticede ben bir insana herhangi bir ticari ilişki, daha doğrusu menkul, gayrimenkul devri, satışı, kiralaması olmaksızın borç verip alma özgürlüğüne sahibim, benim bu özgürlüğümü kim, neye dayanarak kısıtlayacak?

Çok pesimist bir yaklaşım gibi olacak, ama dünyanın en eski suçları kategorisinde birkaç suç sayılır genelde ve tefecilik de bunlardan biridir ne yazık ki. Çözüm derseniz yoktur, insanları ispiyoncu yapmayacağız, ama belli birtakım suçlar için, mesela uyuşturucu satıcısı, tefeci, kadın ticaretiyle uğraşanlar ve benzerleri için halkta ihbar mekanizmasını işletecek bir düzen kurulabilmesi yoluyla belki mücadele edilebilir diye düşünüyorum. Çünkü bu ülkenin halkı çevresinde kim tefeci, kim uyuşturucu satıyor, kim kadın ticareti yapıyor bilmektedir. Medya eğitimi vasıtasıyla bu tip suçları ihbar etmenin vatandaşlık görevi olduğuna halk ikna edilebilirse ve ihbar edenlerin kimliklerinin gizli kalacağı, zarar görmeyecekleri garanti altına alınabilirse belki çözüm olur diye düşünüyorum, ama emin de değilim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ancak bu bahsettiğiniz durum da zaman içinde birincisi insanların kendi aralarında ve iyi niyetle yaptıkları borç alışverişlerini -ki ülkemizde hala büyükşehirler hariç düzen büyük ölçüde böyle işliyor ve bu bence doğru olandır- zamanla yok edip insanları bence en büyük tefeciler olan bankalara zorunlu hale getirir. Daha da kötüsü insanlar arası ilişkilerin iyice azaldığı bir düzende bu ilişkilere bir darbe daha vurmaz mı?

 

Dostum Anadolu'da ya da başka bir yerde, insanlar akrbalarına, arkadaşlarına, kardeşlerine, kayınçolarına borç para verdikleri zaman karşılığında senet almazlar.

 

Daha da ötesi sosyolojik olanı bırakıp hukuksal olana gelirsek bahsettiğiniz düzenleme sözleşme özgürlüğüne aykırı değil midir?

 

Değildir. Sözleşme serbestisi, herkes istediği şekilde, istediği şartlarda sözleşme yapabilir anlamına gelmemektedir. Bireylerin, istediği kişilerle hukuki ticari ilişki kurma, ve sözleşme yapma hakkı vardır. Ancak, sözleşmenin şekli, içeriği belli yasal sınırlar içerisinde olmalıdır.

 

"Ali Kara'dan 200,000 tl aldım. Bunun karşılığında ömrümün sonuna kadar Ali Kara'nın yanında karın tokluğuna çalışacağımı taahüt ederim"

 

"Ali Kara'dan 50,000 tl aldım. Bunun karşılığında Ali Kara'nın kızıyla evleneceğimi taahüt ederim"

 

Ali Kara adlı vatandaş, bu sözleşmelerle mahkemeye başvurup tazminat davası açmaya çalışırsa, açamaz. Çünkü bu sözleşmelerin geçerliliği yoktur.

 

Neticede ben bir insana herhangi bir ticari ilişki, daha doğrusu menkul, gayrimenkul devri, satışı, kiralaması olmaksızın borç verip alma özgürlüğüne sahibim, benim bu özgürlüğümü kim, neye dayanarak kısıtlayacak?

 

Değilsin. Burada sadece borç vermekten bahsetmiyoruz dostum. Kambiyo Senedi ve diğer kıymetli evraklar karşılığında borç vermekten bahsediyoruz. Kambiyo senetleri ticari faaliyet, ticari ilişki sonucunda doğan borçlara ilişkin kıymetli evraklardır. Eğer ortada bir ticari ilişki yoksa, ve kambiyo senedinin kendisi ticari faaliyetin konusuysa bu suçtur.

 

Kıymetli evrak karşılığında borç para vermeye, bankalar, finans kuruluşları gibi izin belgesine sahip kuruluşlar yetklidir. Yani, Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes, kıymetli evrak karşılığında borç para verme işiyle uğraşma özgürlüğüne sahip değildir.

 

Hukuk, Ali, maddi sıkıntı içinde olan Veli'ye borç para vermiş karşılığında senet almış Veli faizcilik yapıyor demez. Ancak, Ali, senet karşılığı borç para verme işini birden fazla kez, sistematik olarak yapmışsa bunu tefecilik olarak kabul eder. Zira, Ali, ancak isin belgesine sahip kuruluşların yapabileceği, kıymetli evrak karşılığında borç verme işini meslek haline getirmiş demektir.

 

Ali kalkıp " Neticede ben bir insana herhangi bir ticari ilişki, daha doğrusu menkul, gayrimenkul devri, satışı, kiralaması olmaksızın borç verip alma özgürlüğüne sahibim, benim bu özgürlüğümü kim, neye dayanarak kısıtlayacak?" diyemez.

 

T.C.

 

DANIŞTAY

 

Yedinci Daire

 

Esas No : 2001/4837

 

Karar No : 2005/492

 

 

 

Özeti : Sözleşme düzenlenmeden verilen borç para karşılığında senet alınmış olması halinde, ortada ticari iş veya ilişki bulunmadan, faiz karşılığı borç para verildiğinin kabulü gerektiği hakkında

 

Tetkik Hakimi Kurtuluş Beyribey'in Düşüncesi:

 

....

 

Öte yandan, ticari icaplar, iş ve ticari ilişkilerin ve bunlardan kaynaklanan taahhüt ve taleplerin sözleşmeye bağlanmasını ve yapılan avans ödemelerinin belgelendirilmesini ve kayda geçirilmesini gerektirmektedir. Olayda, borç para verme işleminin ticari ilişkiye dayandığını iddia eden davacının, böyle bir sözleşme ibraz etmemiş olması karşısında, alacak-borç ilişkisini gerekçelendirmek amacıyla yapmış olduğu açıklama, dayanaksız iddiadan ibaret kaldığından, aksi yolda verilen mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

 

...

 

KARAR

 

....

Ticari icaplar, iş ve ticari ilişkilerin ve bunlardan kaynaklanan taahhüt ve taleplerin sözleşmeye bağlanmasını ve yapılan avans ödemelerinin belgelendirilmesini ve kayda geçirilmesini gerektirmektedir. Sözleşme düzenlenmediği halde, verilen paralar için senet alınmış olması, bu borçların faiz karşılığı verildiğini gösterdiğinden, davacının anılan yıllarda, adı geçen kişilere birden fazla borç para verdiği, dolayısıyla, yukarıda yer alan düzenlemelere göre ikrazatçılık faaliyetinde bulunduğu açık olup, inceleme raporu esas alınarak salınan vergi ve cezada hukuka aykırılık bulunmadığından, dava konusu işlemin, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle iptali yolundaki mahkeme kararında isabet görülmemiştir.

....

 

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne; mahkeme kararının bozulmasına; bozma kararı üzerine, Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, 23.3.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

...

 

Dostum ne demiş yani Danıştay; Ortada ticari bir faaliyet olduğunu gösteren sözleşme yok. Buna rağmen borç karşılığında senet alınmış. O halde ortada tefecilik suçu vardır.

 

 

 

Çok pesimist bir yaklaşım gibi olacak, ama dünyanın en eski suçları kategorisinde birkaç suç sayılır genelde ve tefecilik de bunlardan biridir ne yazık ki. Çözüm derseniz yoktur, insanları ispiyoncu yapmayacağız, ama belli birtakım suçlar için, mesela uyuşturucu satıcısı, tefeci, kadın ticaretiyle uğraşanlar ve benzerleri için halkta ihbar mekanizmasını işletecek bir düzen kurulabilmesi yoluyla belki mücadele edilebilir diye düşünüyorum. Çünkü bu ülkenin halkı çevresinde kim tefeci, kim uyuşturucu satıyor, kim kadın ticareti yapıyor bilmektedir. Medya eğitimi vasıtasıyla bu tip suçları ihbar etmenin vatandaşlık görevi olduğuna halk ikna edilebilirse ve ihbar edenlerin kimliklerinin gizli kalacağı, zarar görmeyecekleri garanti altına alınabilirse belki çözüm olur diye düşünüyorum, ama emin de değilim.

 

 

Senin yanıldığın nokta şu; evet tefecilik dünyanın her yerinde vardır. Ama dünyanın her yerinde Türkiye'de olduğu gibi tefeciler alacaklarını, icra yoluyla tahsil edemezler. Bir ticari faaliyetten doğmayan, kambiyo senedinin kendisinin bir ticari mal gibi satılmasından doğan alacaklarını tahsil etmek için icraya başvurdukları zaman, kendilerini ihbar etmiş olurlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dostum Anadolu'da ya da başka bir yerde, insanlar akrbalarına, arkadaşlarına, kardeşlerine, kayınçolarına borç para verdikleri zaman karşılığında senet almazlar.

 

 

 

Değildir. Sözleşme serbestisi, herkes istediği şekilde, istediği şartlarda sözleşme yapabilir anlamına gelmemektedir. Bireylerin, istediği kişilerle hukuki ticari ilişki kurma, ve sözleşme yapma hakkı vardır. Ancak, sözleşmenin şekli, içeriği belli yasal sınırlar içerisinde olmalıdır.

 

"Ali Kara'dan 200,000 tl aldım. Bunun karşılığında ömrümün sonuna kadar Ali Kara'nın yanında karın tokluğuna çalışacağımı taahüt ederim"

 

"Ali Kara'dan 50,000 tl aldım. Bunun karşılığında Ali Kara'nın kızıyla evleneceğimi taahüt ederim"

 

Ali Kara adlı vatandaş, bu sözleşmelerle mahkemeye başvurup tazminat davası açmaya çalışırsa, açamaz. Çünkü bu sözleşmelerin geçerliliği yoktur.

 

 

 

Değilsin. Burada sadece borç vermekten bahsetmiyoruz dostum. Kambiyo Senedi ve diğer kıymetli evraklar karşılığında borç vermekten bahsediyoruz. Kambiyo senetleri ticari faaliyet, ticari ilişki sonucunda doğan borçlara ilişkin kıymetli evraklardır. Eğer ortada bir ticari ilişki yoksa, ve kambiyo senedinin kendisi ticari faaliyetin konusuysa bu suçtur.

 

Kıymetli evrak karşılığında borç para vermeye, bankalar, finans kuruluşları gibi izin belgesine sahip kuruluşlar yetklidir. Yani, Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes, kıymetli evrak karşılığında borç para verme işiyle uğraşma özgürlüğüne sahip değildir.

 

Hukuk, Ali, maddi sıkıntı içinde olan Veli'ye borç para vermiş karşılığında senet almış Veli faizcilik yapıyor demez. Ancak, Ali, senet karşılığı borç para verme işini birden fazla kez, sistematik olarak yapmışsa bunu tefecilik olarak kabul eder. Zira, Ali, ancak isin belgesine sahip kuruluşların yapabileceği, kıymetli evrak karşılığında borç verme işini meslek haline getirmiş demektir.

 

Ali kalkıp " Neticede ben bir insana herhangi bir ticari ilişki, daha doğrusu menkul, gayrimenkul devri, satışı, kiralaması olmaksızın borç verip alma özgürlüğüne sahibim, benim bu özgürlüğümü kim, neye dayanarak kısıtlayacak?" diyemez.

 

T.C.

 

DANIŞTAY

 

Yedinci Daire

 

Esas No : 2001/4837

 

Karar No : 2005/492

 

 

 

Özeti : Sözleşme düzenlenmeden verilen borç para karşılığında senet alınmış olması halinde, ortada ticari iş veya ilişki bulunmadan, faiz karşılığı borç para verildiğinin kabulü gerektiği hakkında

 

Tetkik Hakimi Kurtuluş Beyribey'in Düşüncesi:

 

....

 

Öte yandan, ticari icaplar, iş ve ticari ilişkilerin ve bunlardan kaynaklanan taahhüt ve taleplerin sözleşmeye bağlanmasını ve yapılan avans ödemelerinin belgelendirilmesini ve kayda geçirilmesini gerektirmektedir. Olayda, borç para verme işleminin ticari ilişkiye dayandığını iddia eden davacının, böyle bir sözleşme ibraz etmemiş olması karşısında, alacak-borç ilişkisini gerekçelendirmek amacıyla yapmış olduğu açıklama, dayanaksız iddiadan ibaret kaldığından, aksi yolda verilen mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

 

...

 

KARAR

 

....

Ticari icaplar, iş ve ticari ilişkilerin ve bunlardan kaynaklanan taahhüt ve taleplerin sözleşmeye bağlanmasını ve yapılan avans ödemelerinin belgelendirilmesini ve kayda geçirilmesini gerektirmektedir. Sözleşme düzenlenmediği halde, verilen paralar için senet alınmış olması, bu borçların faiz karşılığı verildiğini gösterdiğinden, davacının anılan yıllarda, adı geçen kişilere birden fazla borç para verdiği, dolayısıyla, yukarıda yer alan düzenlemelere göre ikrazatçılık faaliyetinde bulunduğu açık olup, inceleme raporu esas alınarak salınan vergi ve cezada hukuka aykırılık bulunmadığından, dava konusu işlemin, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle iptali yolundaki mahkeme kararında isabet görülmemiştir.

....

 

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne; mahkeme kararının bozulmasına; bozma kararı üzerine, Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, 23.3.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

...

 

Dostum ne demiş yani Danıştay; Ortada ticari bir faaliyet olduğunu gösteren sözleşme yok. Buna rağmen borç karşılığında senet alınmış. O halde ortada tefecilik suçu vardır.

 

 

 

 

 

 

Senin yanıldığın nokta şu; evet tefecilik dünyanın her yerinde vardır. Ama dünyanın her yerinde Türkiye'de olduğu gibi tefeciler alacaklarını, icra yoluyla tahsil edemezler. Bir ticari faaliyetten doğmayan, kambiyo senedinin kendisinin bir ticari mal gibi satılmasından doğan alacaklarını tahsil etmek için icraya başvurdukları zaman, kendilerini ihbar etmiş olurlar.

 

 

Bahsettiğiniz örneklerde tamamen haklısınız, ama kötü örnekler üzerinden yol alınarak kanuni düzenleme yapmak pek de mantıklı değildir takdir edersiniz ki. Ben size olmuş bir başka örnekten bahsedeyim ve burada bana göre borcu veren adam iyi niyetlidir, en azından söylemine göre bankaların, onun bunun eline düşmesindir verdiği cevap.

Evli ve çocuğu olan bir adamın bundan seneler önce 30 bin liraya ( şu anki paraya göre) ihtiyacı var, bankalardan alabilmesi için bu parayı evini ipotek ettirmesi gerekiyor ve bu adam bu parayı bir seneden önce geri ödeyebilecek durumda da değil. Çevresinde birisi ben sana bu parayı vereyim, hiç o bankalarla uğraşma diyor ve bu veren kişi akraba değil. Faiz istemiyor, ek bedel istemiyor, 1,5 sene sonra sen bana bu parayı geri ödersin diyor. Ödeme yapılıyor, adam işini görüyor ve gerçekten de rahatlıyor, işini gücünü görüyor. Bu adamın diğer adamdan aldığı bir senet var, 30 bin lira değerinde ve faiz yok ortada. O 1,5 sene geçiyor, bu adam paranın ancak bir kısmını ödeyebiliyor, kriz, vesaire derken paranın tamamını ödemesi 3,5 sene sürüyor ve senet kendisine iade ediliyor.

 

Bu olmuş bir olaydır, bu adam bankayla bu işi yapmış olsaydı ve aynı süreçlerden geçseydi şu anda siz de takdir edersiniz ki evine veda etmesi gerekecekti. Çünkü yaptıkları sözleşmelerin yasal olduğu düşünülen o bankalar sizler de gayet iyi biliyorsunuz ki 0 30 bin liraya karşılık faiz, temerrüt, vesaire derken o evi alacaklardı. Burada benim karşı olduğum şey vardır, bu sözleşmesiz bir senet düzenlemisidir, ben sözleşmenin yapılmasına ve bu halkın sözleşme kültürünü öğrenmesine tarafım.

Bunun gibi sayısız olay yaşanıyor ve öyle akraba, vesaire için de değil. Bir hukuk seminerinde akademisyen bir hukukçudan dinlemiştim, bir Alman hukuk profesörünü alıp doğuya götürmüşler, kabaca anlatıyorum, kusura bakmayın. Alman orada bir iki gün kalınca çılgına dönmüş. Gerekçe şu, sizler nasıl adamlarsınız demiş, birisi kahveye geliyor, oturuyor, kendine bir kahve söylüyor, arkasında oturanlara çay söylüyor, yanına gelenler de kahve, çay içiyor ve kalkarken bütün bunların parasını adam ödüyor, bunuda herkes yapıyor, bunu niye yapıyorsunuz ki demiş. O adamın anlayamadığı şey çok azalmış halde dahi olsa İstanbul'da bile hala var.

Sorun şu, tüm kanuni düzenlemeler bizim toplumumuzla aynı yapıda olmayan toplumlardan alınarak yapıldığında bunun adı hukuk olur mu?

 

Haklısınız tefeci var, haklısınız çok büyük sorunlar var, ama bu insanların birbirlerine borç para vermelerine ve iyi niyetli sözleşme düzenlemelerine engel olacak diye de bir mantık yok. Çünkü bahsettiğiniz yasaklama metodu üç sonuç doğurur ve bu inanın ki bu toplumun yapısı itibarıyla tefecinin varlığından çok daha ciddi sonuz doğurur, birincisi dediğim gibi zaman içinde insanların aralarında gerçekleştirdikleri ve insanların bankalara mahkum edilmesini bir nebze de olsa önleyen borç verme borç alma düzenini tamamen sona erdirir ve tüm insanlar zaman içinde bankaların insafına kalırlar. İkincisi bu borç ilişkisi iktisadi olmaktan öte sosyal bir ilişkidir ve başka sosyal ilişkilerle bir bütün oluşturur. Bunun doğru, sağlıklı, iyi olduğunu ve tamamen korunması gerektiğini kesinlikle savunmam, ama Avrupa'daki gibi herkesin birbirini iktisadi varlıklar olarak gördüğü bir düzenin de çok sağlıklı olduğunu düşünmem ve son 15-20 yıldır yapılan tüm düzenlemeler bizi bu noktaya götürüyor.

Üçüncüsü ve bence en önemlisi sözleşme bir özgürlük alanıdır ve iyi niyet çerçevesinde düzenlendiği ya da düzenlenebileceği kesin olan bir sözleşmenin engellenmesinin mantığı aynı mantıkla çıkacak başka yasaları düşündüğümüzde çok daha büyük bir tehlikedir bana göre. Mevcut sosyal yapıda iyi olan şeyleri korumaya çalışarak birtakım düzenlemeler yapmak bana daha mantıklı geliyor, yoksa -gerçi oldu olacağı kadar- bankaların hukukuna tamamen teslim olacağız demektir.

 

Dediğinize katılırım, o senet satılamaz devredilemez olabilir, satılması, devri tefecilik anlamına gelir mi derseniz emin değilim, ama açıkçası ben teknik hukukla pek uğraşmam, felsefesiyle, mantığıyla ve dolayısıyla doğuracağı sonuçlarla ilgilenmeye çalışırım ve bahsettiğiniz türden bir düzenlemenin iyi sonuçlar doğurmayacağından kesinlikle eminim.

Ayrıca Danıştay kararındaki hususta Danıştayın kararına katılırım, benim bahsettiğim ilişki, sözleşmeli, senetli bir borç ilişkisi. Yani ben burada kesinlikle sözleşmesiz bir senedin düzenlenebilmesine taraf değilim, o senedin karşılığında bir mal, hizmet, gayrimenkul takasının şart koşulmasına karşıyım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Müsaadenizle araya girmek istiyorum.

 

Birincisi; 1 eylemin suç olup olmayacağına Danıştay değil Yargıtay karar verir.

İkincisi; sözleşme serbestisinin sınırları vardır

Üçüncüsü; Kanunun açıkça yasak koyduğu bir alanda sözleşme yapamazsınız

Dördüncüsü; kıymetli evrak hukuku ile ariyete dayalı hukuk farklı farklı kanunlarda düzenlenmiştir.

 

Şimdi bazı kısa açıklamalara girersek; Danıştay her ne kadar bir konuda yanlış okumadıysam vergi hukukunu ilgilendiren bir karar verirken dolaylı olarak "Tefecilik" suçuna da değinmişse de konunun asıl çözüm mercii Yargıtaydır.

 

Ödünç akti, ariyet, borç verme gibi akitler Borçlar Hukukuna aittir. Oluşmuş bir ticari teamül varsa veya akrabalık ilişkisine dayalı olarak borç verme akitlerinde verilen borç yazılı kağıda geçirilmeyebilir. Bunun dışında borç vermelerde her zaman kanıtlama açısından yazılılık şartı vardır. Bu yılki yazılı delil için aranan meblağ şu anda kaç TL bilmiyorum ama 500,00 TL civarında olması gerekir. Onun üzerindeki her borç ilişkisinde yazılılık esas olacaktır.

 

Ticaret Hukukunda tanımlanmış kıymetli evrak ise farklı sonuçlara bağlanmıştır. Yine bu kıymetli evrakın takip aşaması da farklıdır. İbraz süreleri takip süreleri farklıdır. Kıymetli evrak olma vasıflarını yitirmeleri farklıdır. İtiraz usulleri farklıdır.

 

Bunların birbirinden ayrılması gerekiyor. Tanımadığınız bir adam size borç vermez. Tanıdığınızdan aldığınız borç içinse kalkıp bono düzemezsiniz. Şu adamdan şu tarihte şu kadar para aldım şu tarihte ödeyeceğim diye bir kağıda yazıp imza atarsınız ve varsa şahit de imzalar o kadar.

 

Ama her nasılsa; eline bonoyu alan; icrada soluğu alıyor. Kıymetli evraka özgü takip yoluyla icra takibine başlıyor. Öteki taraftan borç vermeye dayalı sözleşmeye itiraz durumunda; adam sözleşmenin geçerliliğini, kaynağını ispat etmek zorundadır. Kıymetli evrak illetten mücerrettir. Yani hiçbir hukuki ilişki olmasa dahi, hiçbir para almasanız, hiçbir mal almasanız, hiçbirşey almasanız dahi karşınızki kişiye bir bono imzaladığınızda; kişi elindeki bonoyla takip başlatabilir ve ispat edeceği şey sadece bonodaki imzanın size ait olduğudur. Şekil şartları tamamsa borç da tamamdır.

 

Bu sebeple özellikle kıymetli evrakın bir sebebe bağlanarak hukuki sonuç doğurmasını sağlayan bir düzenleme tefeciliği önlemede önemli bir araç olabilir.

 

Öteki taraftan; geleneklerine ve akrabalık ilişkilerine bağlı toplumlarda borç yüzünden intihar vakıası daha az yaşanmalıdır. Arjantinle Türkiye kıyaslaması yapılırken, bazıları Türklerin ayaklanıp marketleri filan yağmalamamasının nedeni olarak aile yapısının önemine vurgu yapmışlardır. Ekonomik durumu bozulan ailelerin, kişilerin aile içerisine daha fazla alıp, onu sıkıca sarıp sarmalayarak bir güvenceye alması neticesinde Türk Aile yapısının bir nebze olsun böylesi bir bozulmaya karşı direnç noktası olduğunu iddia etmişlerdir.

 

Biz, diğer memur arkadaşlar olarak bu kardeşimize elimizi uzatmak istedik ancak aynı binada 8-10 arkadaşımız benzer durumda olunca hepsine birden yardım etmenin imkansızlığı karşısında ne yapacağımızı bilemedik. Ailesi ise; durumu önemsemedi belki, belki de ne işin var lan senin tefeciyle, bankayla deyip bir tekme de onlar savurdu. Bundan sonrası laf-ü güzaf mesabesinde...

 

Ailesine ve dostlarına sahip çıkmak için geç kalmamış olanlar; her şey para değil. Dertleriyle hemhal olsanız da bu onları bir nebze olsun rahatlatıyor.

 

Selam ve saygılarımla...

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Müsaadenizle araya girmek istiyorum.

 

Birincisi; 1 eylemin suç olup olmayacağına Danıştay değil Yargıtay karar verir.

İkincisi; sözleşme serbestisinin sınırları vardır

Üçüncüsü; Kanunun açıkça yasak koyduğu bir alanda sözleşme yapamazsınız

Dördüncüsü; kıymetli evrak hukuku ile ariyete dayalı hukuk farklı farklı kanunlarda düzenlenmiştir.

*

*

Ailesine ve dostlarına sahip çıkmak için geç kalmamış olanlar; her şey para değil. Dertleriyle hemhal olsanız da bu onları bir nebze olsun rahatlatıyor.

 

 

Teknik olarak söylediklerinizin hepsi doğrudur muhakkak,sözleşmenin düzenlemenin sınırlarını bırakın, su içmek bile belli açılardan hukuka tabiidir, eylem varsa hukuk vardır ve sınırsız özgürlük elbette ki yoktur, ben bunlara bir şey demiyorum.

 

Benim söylediğim şudur, daha az ve basit kanun, daha az yönetmelik, ilkokuldan başlayan hukuk felsefesi eğitimi, had ve hak kavramının bilincinde olarak yetiştirilmiş bireyler, birleştirilmiş mahkemeler, hakime daha fazla serbestlik ve hukuk yapma yetkisi, tek ve her ile değilse de her bölgeye yerleştirilmiş yüksek mahkemeler, halkın sosyal yapısıyla şekillenen ve sürekli yenilenen hukuk, tepeden değil de nispeten daha alttan şekillenen toplum ve hukuk, çok daha fazla özgürlük ve çok daha fazla sorumluluk.

 

Şu anda bildiğim kadarıyla Yargıtayda iki milyon civarında dosya var ve yargıtayın bir dosyayı karara bağlaması için en fazla 1 dakikası var. Şimdi bir an için kanunları unutalım ve düşünelim, bu ülkede insanlar mevcut şekilde değil, ama mesela aralarında yaptıkları ve noterde onaylattırdıkları sözleşmelerle borç alma/verme kültürünü sürdürse ve bunlar karşılığında birbirlerine senet verseler bunun akla mantığa aykırı bir yanı var mıdır? Yani sadece akraba, eş, dost için düşünmeyelim, bu ülkede uygulaması azalmış olsa dahi birbirlerine çok yakın olmayan insanlar  çevrelerindeki insanların işinin görülmesi için hala borç alıp veriyorlar ve bu sürdürülmesi, korunması gereken bir şeydir. Ben bunun basit düzenlemelerle sürdürülebilirliğinin sağlanabileceğini, bu suretle hayatının her anında bankalara, üretmeden kazanan kurumlara insanların mahkum edilmesinin önüne bir nebze de olsun geçilebileceğini düşünüyorum. Yani hem bu uygulama sürdürülür, hem borç veren korunur, hem ihtiyacı olan insan bankadan korunmuş olur, bir düşünelim, olamaz mı? 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Müsaadenizle araya girmek istiyorum.

 

Birincisi; 1 eylemin suç olup olmayacağına Danıştay değil Yargıtay karar verir.

 

Bu tanım biraz yanlış olmuş dostum. Bir kimsenin işlediği suça hem idare, hem de mahkemeler ceza verebilir. Misal kaçakçılık suçu. Hem ceza mahkemesi tarafından cezalandırılır kişi. Hem de Maliye tarafından. Çünkü kaçakçılık yapan kişi, hem TCK'nın suç olarak öngördüğü bir fiili işlemiştir. Hem de vergisini ödemeden yurda mal sokmuş, mal satmıştır.

 

Aynı şekilde, tefecilik. Hem ceza mahkemesi, hem de idare tarafından cezalandırılır kişi.

 

Şimdi bazı kısa açıklamalara girersek; Danıştay her ne kadar bir konuda yanlış okumadıysam vergi hukukunu ilgilendiren bir karar verirken dolaylı olarak "Tefecilik" suçuna da değinmişse de konunun asıl çözüm mercii Yargıtaydır.

 

Şimdi danıştay kararına konu olan vaka nedir ? Kişi, ikrazatçılık iznine sahip bir şirket olmadığı, şirketi bu usulde vergilendirilmediği halde borç para verme işiyle uğraşıyor. Bu yüzden kendisine vergi dairesi tarafından ağır kusur ve vergi ceza kesilmiş. Kişinin avukatı müvekkilinin faizle borç para vermediğini öne sürerek, vergi cezasını itap etmek için vergi mahkemesine dava açmış. Vergi mahkemesi kişiyi haklı bulmuş ve vergi cezasını iptal etmiş. Bunun üzerine vergi dairesi mahkemenin kararını Danıştay'a başvurarak temyiz etmiş.

 

Şimdi bu kişinin, vergi ve ağur kusur cezalarına konu olan; ikrazatçılık için izin belgesine sahip olmadığı halde faiz karşılığı borç verme işiyle uğraşıp uğraşmadığının tespit edileceği yer Danıştay değil midir ? Danıştay idari cezalara konu olan fiilin tefecilik olup olmadığını karara bağlamayacak mıdır ?

 

Vergi dairesi aynı zamanda savcılığa suç duyurusunda da bulunabilir. O zaman aynı suç ceza mahkemesi tarafından ele alınır. Ve orada verilen cezasının nihai çözüm yeri de Yargıtay olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bahsettiğiniz örneklerde tamamen haklısınız, ama kötü örnekler üzerinden yol alınarak kanuni düzenleme yapmak pek de mantıklı değildir takdir edersiniz ki. Ben size olmuş bir başka örnekten bahsedeyim ve burada bana göre borcu veren adam iyi niyetlidir, en azından söylemine göre bankaların, onun bunun eline düşmesindir verdiği cevap.

Evli ve çocuğu olan bir adamın bundan seneler önce 30 bin liraya ( şu anki paraya göre) ihtiyacı var, bankalardan alabilmesi için bu parayı evini ipotek ettirmesi gerekiyor ve bu adam bu parayı bir seneden önce geri ödeyebilecek durumda da değil. Çevresinde birisi ben sana bu parayı vereyim, hiç o bankalarla uğraşma diyor ve bu veren kişi akraba değil. Faiz istemiyor, ek bedel istemiyor, 1,5 sene sonra sen bana bu parayı geri ödersin diyor. Ödeme yapılıyor, adam işini görüyor ve gerçekten de rahatlıyor, işini gücünü görüyor. Bu adamın diğer adamdan aldığı bir senet var, 30 bin lira değerinde ve faiz yok ortada. O 1,5 sene geçiyor, bu adam paranın ancak bir kısmını ödeyebiliyor, kriz, vesaire derken paranın tamamını ödemesi 3,5 sene sürüyor ve senet kendisine iade ediliyor.

 

Dostum böyle milyonda bir görülecek örnekler üzerinden tartışmak anlamsız. Bir insan arkadaşına, akrabasına, tanıdığına zor duruma düştüğünde borç verirken karşılığında senet istemez. Kendi hayatınızı düşünün, illa akrabanıza, kardeşinize, arkadaşınıza, tanıdığınıza borç vermişsinizdir, borç almışsınızdır. Senet ya da çek karşılığı mı borç verip aldınız ?

 

Amcasının oğluna borç veren kişi, ödemezse evine icra göndermeyecektir. Anadolu'da böyle değildir işler. Ama aynı Anadolu'da, özellikle çiftçilere faizle senet karşılığında borç veren tefeciler vardır. Hangi ile, hangi kasabaya giderseniz gidin bu adamlar vardır.

 

Sorun tefeciliğin ispatlanmasındadır. Bir borcun tefecilik faaliyeti sonucu doğup doğmadığının resen tespiti için önlemler alınmalıdır. İcra işlemine konan kıymetli evrakların, bir ticari faaliyet sonucu doğan borca ilişkin olduğunu belgeleyecek belgeleri ibraz zorunluluğu getirilmesi oldukça işlevseldir.

 

Elbette tefeciliği tamamen ortadan kaldırmayacaktır. Bir suçu tamamen ortadan kaldıracak yasal önlem yoktur. Ütopyadır o. Suç ve suçlu hep olacaktır. Dünyanın en ağır cezasını bile getirseniz, o suçu işleyenler yine olur. Ancak, o suçla mücadelede en işlevsel araçları bulabilmektir mesele.

 

 

Haklısınız tefeci var, haklısınız çok büyük sorunlar var, ama bu insanların birbirlerine borç para vermelerine ve iyi niyetli sözleşme düzenlemelerine engel olacak diye de bir mantık yok. Çünkü bahsettiğiniz yasaklama metodu üç sonuç doğurur ve bu inanın ki bu toplumun yapısı itibarıyla tefecinin varlığından çok daha ciddi sonuz doğurur, birincisi dediğim gibi zaman içinde insanların aralarında gerçekleştirdikleri ve insanların bankalara mahkum edilmesini bir nebze de olsa önleyen borç verme borç alma düzenini tamamen sona erdirir ve tüm insanlar zaman içinde bankaların insafına kalırlar.

 

Söylediğim gibi, birbirine faiz ya da başka bir kazanç beklemeden borç veren insanların %99'u zaten karşılığında senet, çek istemez. O yüzden kurduğun bağ pek geçerli değil. Ben askerden geldiğimden beri, ticaretin içerisindeyim, komşusuna, akrabasına, arkadaşına borç verip karşılığında senet isteyen hiçkimseyi görmedim. Senet karşılığı borç verdiğini gördüklerimin hepsi tefeciydi.

 

Sanki karşımızdaki uzayda yaşıyormuş gibi tartışmayalım.

 

İkincisi bu borç ilişkisi iktisadi olmaktan öte sosyal bir ilişkidir ve başka sosyal ilişkilerle bir bütün oluşturur. Bunun doğru, sağlıklı, iyi olduğunu ve tamamen korunması gerektiğini kesinlikle savunmam, ama Avrupa'daki gibi herkesin birbirini iktisadi varlıklar olarak gördüğü bir düzenin de çok sağlıklı olduğunu düşünmem ve son 15-20 yıldır yapılan tüm düzenlemeler bizi bu noktaya götürüyor.

 

Bu "Avrupadaki gibi" kalıbı pek yerinde durmuyor. Avrupadaki sendikalar, meslek birlikleri, ticaret birlikleri nasıl bilyor musun ? "Avrupa'da" nasıl sosyal dayanışma olduğunu biliyor musun ? Avrupa toplumları örgütlü toplumlardır. Keşke biz de o olumsuz örnek olarak verdiğin Avrupa toplumları gibi örgütlü toplumlar olabilsek de, bireyler feodal dayanışmayla sınırlı kalmasa. Meslek odalarımız, ticaret birliklerimiz sadece aidat dönemi geldiğinde üyelerini hatırlayan kurumlar olmasa. köy,kasaba derneklerimiz polisin mahkeme kararı olmadan arama yapmadığı için daha rahat kumar oynanan kahvehaneler olmanın ötesine geçebilse.

 

 

 

Üçüncüsü ve bence en önemlisi sözleşme bir özgürlük alanıdır ve iyi niyet çerçevesinde düzenlendiği ya da düzenlenebileceği kesin olan bir sözleşmenin engellenmesinin mantığı aynı mantıkla çıkacak başka yasaları düşündüğümüzde çok daha büyük bir tehlikedir bana göre. Mevcut sosyal yapıda iyi olan şeyleri korumaya çalışarak birtakım düzenlemeler yapmak bana daha mantıklı geliyor, yoksa -gerçi oldu olacağı kadar- bankaların hukukuna tamamen teslim olacağız demektir.

 

Dostum gerçekten farazi konuşuyorsun. Mevcut sosyal yapıda ben bugüne kadar arkadaşına , amcasının oğluna borç verip, karşılığında senet alan hiçkimseyi görmedim. Ancak senet karşılığı borç veren yüzlerce tefeci gördüm. Bir icra dairesinde, arkadaşına, akrabasına iyilik olsun diye borç verme karşılığında alınan senede dayalı icra dosyası olduğunu da sanmıyorum. Ama her icra dairesinde, tefecilik faaliyeti sonucu alınan binlerce senede dayalı icra dosyaları vardır.

 

Ne yasası ? Yasalara göre senet karşılığı borç para vermek zaten suç. Mesele bunun ispatlanmasındaki zorluklar. Biz burada, resen inceleme yapılmasından bahsediyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dostum böyle milyonda bir görülecek örnekler üzerinden tartışmak anlamsız. Bir insan arkadaşına, akrabasına, tanıdığına zor duruma düştüğünde borç verirken karşılığında senet istemez. Kendi hayatınızı düşünün, illa akrabanıza, kardeşinize, arkadaşınıza, tanıdığınıza borç vermişsinizdir, borç almışsınızdır. Senet ya da çek karşılığı mı borç verip aldınız ?

 

Amcasının oğluna borç veren kişi, ödemezse evine icra göndermeyecektir. Anadolu'da böyle değildir işler. Ama aynı Anadolu'da, özellikle çiftçilere faizle senet karşılığında borç veren tefeciler vardır. Hangi ile, hangi kasabaya giderseniz gidin bu adamlar vardır

 

Şimdi aynı gözlemleri yapmamış olduğumuzu görüyorum, milyonda bir demek ki hep bana denk gelmiş diyeceğim hoşgörünüze sığınarak. Ben bu ülkede bırakana kadar, yani 2000'e kadar 10 sene muhasebecilik yaptım ve bırakın akrabayı, kardeşi aynı çarşının esnafıyız, ya çocukluğunu bilirim ben onun, gider gelirdi diyerek ya da o sokaklardaki tavla oyununda tanıştığı karşı handaki adama borç verildiğini çok bilirim. Bunlar genellikle birkaç ay civarında vadeli borçlar olurdu ve küçük esnafın nakit akışını düzenleme hususunda müthiş etkili olurdu ve sözleşme yoktu, ama ara sıra senet de düzenlenirdi. Daha sonra büyük diyebileceğim bir firmada görev yaptım ve orada da bu işleme defalarca şahit oldum. Ancak burada özellikle bir noktada düzeltme yapma gereği duyuyorum. arkadaşlar, akrabalar, tanıdıklarım, kardeşlerim aynı kategori altında değerlendirme altına alınabilecek durumda değildirler. Kardeşlerim için elbete garanti istemem, zaten verdiğim bedeller hiçbir zaman borç olmamıştır, geri de istememişimdir. Ancak akraba, arkadaş ve tanıdık için yakınlık uzaklık derecesine bağlı olarak değişse de teminat isterim. Bakın, aslında çok basit bir şeyden bahsediyoruz burada kanunun ötesinde, ben hem o insana yardımcı olabilmeyi isterim, o insanı bankaya, kredi veren kuruluşlara muhtaç bırakmamayı isterim, hem de kazançlarımın teminat altında olmasını ve bu sağlanamayacak bir şey değildir.

 

Sorun tefeciliğin ispatlanmasındadır. Bir borcun tefecilik faaliyeti sonucu doğup doğmadığının resen tespiti için önlemler alınmalıdır. İcra işlemine konan kıymetli evrakların, bir ticari faaliyet sonucu doğan borca ilişkin olduğunu belgeleyecek belgeleri ibraz zorunluluğu getirilmesi oldukça işlevseldir.

 

Elbette tefeciliği tamamen ortadan kaldırmayacaktır. Bir suçu tamamen ortadan kaldıracak yasal önlem yoktur. Ütopyadır o. Suç ve suçlu hep olacaktır. Dünyanın en ağır cezasını bile getirseniz, o suçu işleyenler yine olur. Ancak, o suçla mücadelede en işlevsel araçları bulabilmektir mesele.

 

İşlevsel olduğunu kabul ederim, ama tefeciliği engelleme konusunda değil, halkı, o küçük çiftçiyi, küçük esnafı topyekun bankalara ve daha da ötesi mafyavari örgütlenmelere mahkum etme huisusunda işlevsel olacaktır. Çünkü Anadolu'da ya da büyük şehirlerde faaliyet gösteren tefeci ya bak şimdi senet alamıyoruz, bırakalım bu işi demeyecektir. En makul, en mantıklı olarak yapacağı şey alacağını belgeye bağlamayacak, arkasında mafyavari bir örgütlenmeyi alacak ve tehdit ve hatta şiddet kullanarak belgesiz alacak tahsiline geçecektir ki bunun da örnekleri vardır. Kanuni düzenleme yapmanın iyi tarafları olduğu gibi kötü tarafları da vardır, bir suçu önleyeceğim derken yanlış bir adımda çok daha büyük suçları oluşturabilirsiniz. Bu bahsettiğiniz gibi durumlarda da kısa vadede tahsilat yapmakla görevli mafyavari yapılanmaların artışını, uzun vadedeyse neredeyse tüm köy, kırsal nüfusunun topraklarını kaybederek şehirlere göçünü ve o toprakların dev kapitalist denilen firmalara geçişini garantilemiş olursunuz.

 

Bu "Avrupadaki gibi" kalıbı pek yerinde durmuyor. Avrupadaki sendikalar, meslek birlikleri, ticaret birlikleri nasıl bilyor musun ? "Avrupa'da" nasıl sosyal dayanışma olduğunu biliyor musun ? Avrupa toplumları örgütlü toplumlardır. Keşke biz de o olumsuz örnek olarak verdiğin Avrupa toplumları gibi örgütlü toplumlar olabilsek de, bireyler feodal dayanışmayla sınırlı kalmasa. Meslek odalarımız, ticaret birliklerimiz sadece aidat dönemi geldiğinde üyelerini hatırlayan kurumlar olmasa. köy,kasaba derneklerimiz polisin mahkeme kararı olmadan arama yapmadığı için daha rahat kumar oynanan kahvehaneler olmanın ötesine geçebilse.

 

Meslek örgütleri, sendikalar üzerine hiç istemesem de işim gereği sürekli bilgi edinmek zorundayım ve hatta şu anda hangisi olduğunu ve rakamları net hatırlamıyorum, isterseniz bulabilirim, rakamlar doğru değil, ama mesela 3 milyonluk bir ülkede sivil toplumların üye sayısının 6 milyon olduğu bir ülke var ve Avrupa'nın Doğu Blokundan ayrılan ülkeleri hariç hemen hepsi bu oranda olmasa bile örgütlüler, keza Amerika da öyle, üye sayıları 3-4 milyonu bulan tüketici örgütleri var ve üretici firmalara baskı yapma hususunda son derece etkililer. Ancak bu benim söylediğim insanların birbirini iktisadi varlıklar olarak görmediklerinin bir delili değildir ne yazık ki, nasıl bir bağlantı kurduğunuzu bilmiyorum, ama bu örgütlenme yapısının yaygınlaşması daha çok demokrasi kültürü, hak arama kültürüyle ilintilidir Avrupa'da, sosyal dayanışmayla değil. Bizim meslek odalarımız üzerine çok şey söylenebilir, ancak söylenebilecke en önemli şey bunların genel olarak bu ülkede 61 darbesinin ardından belli bir iktidar yapılanmasının iktidarını sürdürmesinin aracı olarak kullanılan, şekillendirilen kurumlar olduğunu, hemen hemen hiçbir mesleki gelişmeye imza atmadıklarını, ana dertlerinin meslek, meslekdaş değil bahsettiğim yapılanmanın bir parçası olmak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yani aslında bu bahsettiğiniz kurumlar sivil kuruluşlar olmanın çok dışında kuruluşlardır. Diğerlerine gelince onlar hakkında bilgim yok, ama dediğiniz gibi bu ülkede kurulan çoğu derneğin aslında kumarhane işletebilmek amacıyla kurulduğunu biliyorum. Bu arada şahidimdir, polis canı istediğinde şahane bir şekilde arama yapabiliyor, o konuda merakınız olmasın efendim :) Hatta en son yine maksatlı olarak düzenlenmiş olsa da AKP iktidarı tarafından hazırlanan ve bir kısmı -tamamı yayınlandı mı bilmiyorum- internette dolaşan Türkiyede'ki tüm sivil toplum kuruluşları, odalar üzerine yapılmış bir çalışma var. Okudunuz mu bilmiyorum, ama taraflı da olsa o raporun yayınlanan kısımlarındaki pek çok veri oldukça ilginçtir. Şaka bir yana burada yine aynı sorunla karşı karşıya kalıyoruz, hani keşke onlar gibi olsak diyorsunuz ya, bunun bu hale gelmesinin sebebi onlar gibi olma denemesinin yapılmasıdır. Sosyal yapısı, kültürü, geleneği, göreneği, algılaması, toplumsal karakteristiği farklı toplumları birbirine benzetmeye çalışma programının sonucudur bu tablo, birileri insan ve toplum üretmenin çok kolay olduğunu zannetti, tarih o kadar da kolay olmadığını öğretti, hepsi bu.

 

Dostum gerçekten farazi konuşuyorsun. Mevcut sosyal yapıda ben bugüne kadar arkadaşına , amcasının oğluna borç verip, karşılığında senet alan hiçkimseyi görmedim. Ancak senet karşılığı borç veren yüzlerce tefeci gördüm. Bir icra dairesinde, arkadaşına, akrabasına iyilik olsun diye borç verme karşılığında alınan senede dayalı icra dosyası olduğunu da sanmıyorum. Ama her icra dairesinde, tefecilik faaliyeti sonucu alınan binlerce senede dayalı icra dosyaları vardır.

 

Ne yasası ? Yasalara göre senet karşılığı borç para vermek zaten suç. Mesele bunun ispatlanmasındaki zorluklar. Biz burada, resen inceleme yapılmasından bahsediyoruz.

 

Dediğim gibi farklı gözlemlerimiz var ve bunları yukarıda belirtmiştim, dolayısıyla tekrarlama gereği duymuyorum. Ancak önceki mesajlarımda belirttiğim bir hususu tekrarlamak isterim, bu ülkede kimin uyuşturucu sattığını, kimin kadın ticareti yaptığını, kimin tefecilik yaptığını hele hele küçük yerlerde herkes bilir ve önlenmesi için yasal düzenleme yapmanıza hiç gerek yoktur. Çok daha basit bir çözüm vardır, ihbar ve şikayet mekanizmasını işler hale getirmek, Türkiye'de çalışmayan mekanizma budur ve bu çalışmadıkça dediğiniz türden düzenlemelerle sonuç almanız imkansızdır. Benim görüşüme göre bir program dahilinde bu ülkede ihbar ve şikayet mekanizmasını işler hale getirebilirseniz ve insanlar ihbarda bulunduklarında güvence altında olacaklarına ikna olurlarsa sorunların bir kısmı başka sorunlar çıkartmadan çözülür diye düşünüyorum. Ben 38 yaşındayım ve bu ihbar hususunda üç olay bilirim, ikisinde ihbar edilen suçlu, birinde suçsuzdu ve her üç ihbar edilen de kendisini kimin ihbar ettiğini bir iki gün içinde öğrendi, şimdi siz bu ülkede suçla mücadele etmek için dünyanın en mükemmel kanunlarını yapsanız yine bir yere varamazsınız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

<br />Bu tanım biraz yanlış olmuş dostum. Bir kimsenin işlediği suça hem idare, hem de mahkemeler ceza verebilir. Misal kaçakçılık suçu. Hem ceza mahkemesi tarafından cezalandırılır  kişi. Hem de Maliye tarafından. Çünkü kaçakçılık yapan kişi, hem TCK'nın suç olarak öngördüğü bir fiili işlemiştir. Hem de vergisini ödemeden yurda mal sokmuş, mal satmıştır. <br /><br />Aynı şekilde, tefecilik. Hem ceza mahkemesi, hem de idare tarafından cezalandırılır kişi. <br /><br /><br /><br />Şimdi danıştay kararına konu olan vaka nedir ? Danıştay idari cezalara konu olan fiilin tefecilik olup olmadığını karara bağlamayacak mıdır ? <br /><br />Vergi dairesi aynı zamanda savcılığa suç duyurusunda da bulunabilir. O zaman aynı suç ceza mahkemesi tarafından ele alınır. Ve orada verilen cezasının nihai çözüm yeri de Yargıtay olur.<br />
<br /><br /><br />

 

Birincisi; 1 eylemin suç olup olmayacağına Danıştay değil Yargıtay karar verir.

 

CYRANO, ben bir tanım yapmıyorum. Varolanı söylüyorum. Bir eylemin suç olmasıyla; aynı eylem neticesinde idari soruşturma başlatılıp ceza verilmesi farklı farklı iki vakıadır. Her ne kadar eylemi gerçekleştiren kişi aynı olsa da.

 

Kaldı ki, Danıştay ceza vermez. İdare tarafından verilen cezanın hukuka uygun veya aykırı olduğuna açılan iptal davaları sonucu karar verir. Yargıtay bir ceza mahkemesi olmasının yanında ceza hukukunu yani suçu ilgilendiren konuda da son inceleme merciidir. (Özel Hukuk Dairelerinin dışında ceza hukuku daireleri kastedilerek söylenmektedir). Ceza Kanununda normu yorumlayarak olaya uygulayacak olan da, eylemin kanunilik tanımına uygun olup olmadığına karar verecek olan da Yargıtay'dır. Mahkemenin verdiği kararın temyizi neticesinde. Yani ki; bir eylemin suç olup olmadığına karar verecek olan Yargıtay, bu eylem neticesinde idare tarafından verilmiş bir para cezası varsa; iptal davası üzerine bu idari para cezasının hukuka uygun olduğuna (veya aykırı) karar verecek olan yer Danıştay'dır.

 

Diyelim ki; Tefecilik suçundan dolayı idarenin faile vergi cezası vermek gibi bir yetkisi olsun. İdare de kişiye para cezası vermiş olsun. Tefecilik suçunun oluşup oluşmadığını Yargıtay (Yerel mahkemenin kararının temyizi sonucu)bozma/onama kararı neticesinde sonuçlandıracaktır. Yargıtay tarafından bu suçun oluşmadığı sonucuna varılırsa, idare tarafından verilen idari para cezasının iptali için açılan davada Danıştay, Yargıtay'ın kararı doğrultusunda bozma verecektir.

 

Konuyu bu lüzumsuz ayrıntıya kaydırdığım için özür diliyorum. Eyvallah...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 yıl sonra...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.