Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

canugur

Önerilen İletiler

ben sitenize yeni katılıyorum. bu konu hakkında bütün fikrim olumsuz. çünkü insan insanın insan kardeşidir. insanı insandan ayırabilecek hiçbir nitelik yoktur. Ve hiçbir millet diğerinden üstün değildir. eğer düşündüklerimi hayal olarak görüyorsanız. bakınız ortaklar.......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

Arkadaşlar aranızda çok yeniyim. Yazdıklarınızı okudum. Bir kaç yazar ile Psikolojik, cinsellik , Cevre etkisi. marksizim, kapitalizm gibi kavramlar kullanmışınız ancak ne var ki yazılarınızdan faşizm hakkında bir kanıya varamadığım gibi şu sorularıma cevap bulamadım. Türkiye de Faşistler kimlerdir? Türkiye'de faşistler kimlere karşı nasıl bir tehdit oluşturmuş ve halen bu tehdit devam etmekte midir? önemli olan bu değil midir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

FAŞİZMİN FELSEFİ TEMELLERİ

 

Faşizm temelde, 18. ve 19. yüzyılların, Amerikan ve Fransız devrimlerinin, bireyin özgürlüğü, insanların ve ırkların eşitliği olarak özetlenebilecek olan ve giderek sosyalist ideallerde, halk hareketleri, işçi sınıfı savaşımı ve sosyalist gelişim ve devrimlerde yansıyan “Ruhu”na üretmiş olan felsefe yöneliş ve akımlarını reddetmektedir. Faşizm, bireyler biraraya gelerek bir “toplum” oluşturduklarında, bu topluluğun kendisini oluşturan bireylerin sayısal toplamından daha büyük ve değişik bir nitelik kazandığı gerçeğine dayanarak, “toplumun” soyut bir mutlak varlık olduğu düşüncesinden gelişmektedir. Soydan geçen bir kral yerine, toplumun istemi sonucu, bir tür göstermelik “demokrasi” ile gücü elinde tutan önderin varlığı söz konusudur. Faşizmin iddiası, eski kent devletlerinin, en başta da eski Sparta’nın ruhunu canlandırmaktır. Böyle bir idarede bireyler, çoğunluğun lider olarak seçtiği kişinin ardından itaat ve disiplinle yürüyeceklerdir. Sorgusuz itaat ve etkin savaşçılıktan oluşan bu yaklaşım aynı zamanda hıristiyanlığın “Barış” mesajına da karşıdır.

 

Başlangıçta bir programı olmayan faşizmin tek yöntemi, iktidara şiddet ve zorla ulaşmak, onu aynı yolla elde tutmaktı. Egemen olan eğilim, savaş, dövüş, acımasızlık ve askeri disiplini yüceltiyor, her türlü ahlak değerini zayıflık olarak nitelendiriyordu. Böylece faşizm, birey hak ve özgürlüklerini yok sayarak, yetki ve sınıf eşitsizliğini savunan ve “totaliter” sıfatını kazanan bir ideolojiye dönüşmüştür. Totaliter ve otoriter ideolojiler Roma Katolik Kilisesi ve Grek Ortodoks Kilisesi’nin doktrinleridir. Faşizmin bu inançların yaygın olduğu halklar arasında yayılmış olmasında bu inançların düşünmeden itaat alışkanlığını yerleştirmiş olması etken olabilir.

 

İktidar kavramı tüm siyasal sistemlerde temel amaç olmuştur. Floransalı Niccolo Machiavelli (1469-1527) saf iktidarı amaç edinmiş ilk ve tek yazardır. Yöneticinin sahip olması gereken erdeme, hristiyanlık öncesi eski çağların insanlarının sahip olduğunu düşünüyordu. Yaşadığı dönemin olumsuzlukları nedeniyle tüm umudunu iktidarı acımasızca ama dürüstçe uygulayacak birine bağlamıştı. Ona göre iktidar devleti meşru kılardı ve iktidar sahibi, halkı yönlendirebilen ve orduyu kendi amaçları doğrultusunda yönetebilen kişi, gerçek “raison d’etat” idi.

 

16. yüzyıl Fransa’sında Jean Bodin etkili yönetim için egemen ama sınırsız olmayan bir devletin önemini vurguluyordu. 17. yüzyıl İngiltere’sinde ise Thomas Hobbes, egemen iktidarın Tanrı’ya karşı sorumlu olması gerektiğini ileri sürüyordu. Bodin ve Hobbes için devlet, merkesdeki otoriteyi dinsel ve sivil tartışmaların üzerine çıkarabilecek akılcı bir düzen olmalıydı. Fakat devlet şu halde bile hala saygın bir varlık değildi.

 

Devlet bu niteliği ancak Fransız Devrimi sonrası, Johann Gottlieb Fichte ve Georg W. Friedrich Hegel’in katkılarıyla kazanabilmiştir. Fichte, otoriter ve ekonomik olarak kendine yeten ütopik “Kapalı Devlet”i önermişti. Hegel için ise devlet, mutlak iktidar sahibi, ödün vermeksizin kendi çıkarları doğrultusunda ilerleyecek bir yapıydı.

 

19. yüzyılın sonlarına doğru liberalizm ve bireyciliğe karşı Fransa’da ortaya çıkan hareketin önderi Charles Maurras’dı. Kiliseye olan hayranlığının nedeni hiyerarşik düzen ve disiplin olan Maurras’a göre siyasal yaşamın ölçütü Fransa olmalıydı ve Fransa için harekete geçilmeliydi.

 

20. yüzyılın başlarında etkin olan Friedrich Nietzsche, faşizmin öncüsü sayılmaz. Bilakis kendisi Alman Milliyetçiliğini ve devlet otoritesini reddediyordu. Bireyciydi, sorgusuz itaatçiler ve takipçilerle savaş halindeydi. Büyük kişiliklere ve onların özel hakları olduğuna inanıyordu. Oswald Spengler de Nietzsche gibi Batı Uygarlığı’nın çöktüğü görüşüne katılıyor, hristiyanlık ve demokrasiyi onun gibi yeriyor, aristokratik bir seçkinler kadrosu gereksinimini onun gibi belirtiyordu.

 

Bunların yanısıra Fransız sosyalist Georges Sorel, kamu hukuk hocası Ludwig Gumplowicz ve Vilfredo Pareto vb kişilerin de devlet ve iktidar kavramları hakkında faşizmin temeline etki edecek görüşleri mevcuttur.

 

 

 

Özellikle İtalya, Almanya ve Japonya’da belirgin olan sıkıntının kaynağı, savaş öncesi büyük sömürgelere sahip ve endüstrileşme yolundaki ülkelerin, Avrupa’da hammadde pazarını da ellerinde tutmak için sergiledikleri politikalardı. Aralarında Rusya, Polonya, Avusturya-Macaristan’nın da bulunduğu bu ülkeler, savaşa statülerini eşitleyebilmek ve büyük topraklar kazanmak gibi umutlarla girmişlerdi fakat sonuç umdukları gibi olmadı. Almanya’nın feodal tarım sektörü ile yarı feodal siyasal yapısı alınan yenilgide etkin rol oynamıştı. Savaş sonrası güçlü bir duygusal milliyetçiliğin ortaya çıktığı Almanya’da, Bolşevik korkusu da geleneksel yapının korunması için bir destekti.

 

Savaşın galipleri arasındaki İtalya’da beklenen kazanımların olmaması ve her alandaki temelsizliklerin ortaya çıkışı ile liberal yapılanmaya olan güvensizliği arttırmıştı. Huzursuzluktan rahatsız olan toprak sahipleri, üst sınıflar ve kilise, reformlar düşünmek yerine, alt sınıfları, savaştan dönenleri ve işsizleri Bolşevik tehlikesine karşı sürükleyebilecek bir lider arıyorlardı. Bu nedenle faşizm, İtalya’nın çağdaş ve ileri bir düzeye gelmesini engelleyecek şekilde ortaya atıldı.

 

Japonya’da ortaya çıkan faşist hareketin temelinde de, Çin üzerine bir himaye kurabilme hayali yatıyordu. Böylece her üç ülkede de faşizmin ortaya çıkışı için gerekli olan duygusal zemin oluşmuş oluyordu.

 

Faşizme yol açan diğer bir etken, kitlelerin cehaletidir. Birinci Dünya Savaşı'yla birlikte eğitimde de büyük bir gerileme yaşanmış, pek çok eğitimli genç insan savaş alanlarında ölmüştür. Bu, toplumun genel kültür düzeyini düşürmüştür. İşte genelde faşizme destek verenler, onun adına mücadele edenler ve onun saldırgan politikalarına alet olanlar bu cahil insanlardır. Çünkü faşizmin temel fikri dayanakları olan yani ırkçılık, romantik milliyetçilik, şovenizm, hayalperestlik vs. ancak cahil insanlar tarafından geniş çapta kabul görebilecek basit söylemlere dayanır. Kendilerini her yönden çıkmazda gören bu kitleler, basit bir çözüm olarak faşist liderlere sarılmışlardır.

 

Birinci Dünya Savaşı sonrası galip devletlerin uyguladıkları yanlış politikalar olmasa belki de Almanya’da ki iktidar daha farklı boyutlarda olurdu. Zaten Almanya’da faşizm, Alman Birliği’nin kuruluşunda, Prusya Devleti’nde önemli rol oynamış ve Alman orta sınıfları, aydınları ve askeri aristokrasi birbirleriyle sıkı bağlar kurmuştu. Bu bağlar endüstri toplumunun gereklerini karşılamasa da bazı sosyal çözümler getirebiliyordu.

 

İtalya, İspanya, Portekiz, Romanya, Yunanistan gibi ülkelerde varolan tarıma dayalı ekonomiler ile geri endüstri üretimi, endüstri teknolojisine çok uzaktı ve bu durum da faşizm için uygun ortam yaratıyordu. Bu ülkelerden en iyi durumda olan İtalya’da bile gelir düzeyi ve yaşam standardı oldukça düşüktü. Faşizm bu bağlamda ekonomik bakımdan geri olan ülkelerde ekonominin modernizasyonu için bireycilik karşıtlığı ve otoriterciliğin kullanılması çabası olarak da görülebilirdi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

faşizm aslında ırkı ön plana çıkaran bir görüş deildir buna nasyonalist sosyalizm denir , faşizm daha ziyade kollektif biçimde hareketi savunan bir görüştür, bunun sonucundada bireyi hiçe sayar devleti ön plana çıkarır, bireyin her davranışını kontrol altında tutar, sosyalizme karşı olduğu noktalar(din,toplum) da vardır ortak noktaları(ekonomi) da vardır, her kafadan bir ses çıkması sonucunda doğan kaos ortamlarından beslenir, artık bu kaos öyle bi noktaya gelmiştir ki halk "yahu şöyle adam gibi biri çıksa da yumruğunu masaya vursa, bizi toparlasa" der işte bu noktada faşizm yükselişe geçer.Şöyle bir bakılırsa toprak kazanımları , sömürge edinimleri hep bu faşist hareketler sayesinde olmuştur, tek bir merkezden karar verilir ve harekete geçilir halkın başka seçeneği yoktur...Cinsel sorunlarla falan bi ilgisi olduğunu da düşünmüyorum, faşizmi de cinsel sorunlara bağlayan birinin de benim için, okuduğu magazinsel köşe yazılarından hareketle"ay hitlerin ***** ****** da o yüzden öyle hırçın olmuş hahahayyy" diyen ağzı sakızlı ***** kenar mahalle dilberinden farkı yoktur...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.