Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Batı'da Düşünce Devrimi


ramell

Önerilen İletiler

Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi'nden sonra, son birkaç on yıldır, Batı'da, özellikle Anglo-Amerikan toplumlarda geleneğe ve kimi Doğu medeneyitlerinde izine hala rastlanabilen bütüncül yaşam tarzına dönüşün güçlü işaretleri görülmektedir. Bu düşünce devrimi kendini temel bilimlerde, mesela Tıp, Ekoloji, Ekonomi ya da Psikoloji'de daha güçlü hissettirmekte, diğer alanlarda değişim daha yavaş olabilmektedir. Değişimin nisbeten yavaş seyrettiği bilim dallarından biri de politikadır.

 

Batı düşüncesinde vuku bulmakta olan söz konusu indirgemeci modelin bütünüyle terkedilerek hayata ve kosmosa bütüncül bakışın kurallaşmasıyla son bulacağı ümit verici bir yol üzerinde seyretmektedir. ABD gibi bilimde en uç noktalarda bulunan ülkelerin üniversitelerinde dini ve kültürel geleneğin daha güçlü yeniden uyanışı, hayatın bütüncül yorumu, doğal çevreye adil yaklaşım, sağlıkta "acının yok edilmesi" kurumunun yerini "sağaltım"a bırakması, ekonomide sürekli ilerleme fikrinin yerini adil bölüşüm ve duyarlı gelişim'e bırakması gibi derin değişimler bize umut vaadeden bir yeni bin yılı işaret etmektedir.

 

Doğu, bu değişimi uzaktan takip etmek yerine ona katılmalı ve haddinden fazla yüceltip önemsediği indirgemeci dünya görüşünü bırakıp derhal geleneğin ve bütüncül felsefenin peşine takılmalıdır. Politik kargaşa ve kaos ancak bu şekilde önlenebilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi'nden sonra, son birkaç on yıldır, Batı'da, özellikle Anglo-Amerikan toplumlarda geleneğe ve kimi Doğu medeneyitlerinde izine hala rastlanabilen bütüncül yaşam tarzına dönüşün güçlü işaretleri görülmektedir. Bu düşünce devrimi kendini temel bilimlerde, mesela Tıp, Ekoloji, Ekonomi ya da Psikoloji'de daha güçlü hissettirmekte, diğer alanlarda değişim daha yavaş olabilmektedir. Değişimin nisbeten yavaş seyrettiği bilim dallarından biri de politikadır.

 

Batı düşüncesinde vuku bulmakta olan söz konusu indirgemeci modelin bütünüyle terkedilerek hayata ve kosmosa bütüncül bakışın kurallaşmasıyla son bulacağı ümit verici bir yol üzerinde seyretmektedir. ABD gibi bilimde en uç noktalarda bulunan ülkelerin üniversitelerinde dini ve kültürel geleneğin daha güçlü yeniden uyanışı, hayatın bütüncül yorumu, doğal çevreye adil yaklaşım, sağlıkta "acının yok edilmesi" kurumunun yerini "sağaltım"a bırakması, ekonomide sürekli ilerleme fikrinin yerini adil bölüşüm ve duyarlı gelişim'e bırakması gibi derin değişimler bize umut vaadeden bir yeni bin yılı işaret etmektedir.

 

Doğu, bu değişimi uzaktan takip etmek yerine ona katılmalı ve haddinden fazla yüceltip önemsediği indirgemeci dünya görüşünü bırakıp derhal geleneğin ve bütüncül felsefenin peşine takılmalıdır. Politik kargaşa ve kaos ancak bu şekilde önlenebilir.

 

Merhaba,

 

Görüşleriniz dikkatimi çekti. Sanırım indirgemeci mantık olarak Descartes mantığından bahsediyorsunuz. (Eğer yanlış anlamadıysam. Karışık bir sorunu daha basit parçalara ayır. Parçaları tek tek çöz ve birleştir; Analiz veya Çözümleme). Bütünleyici geleneğe bağlı düşünce olarak tam olarak neden bahsettiğiniz anlamadım. Terkedilen indirgemeci yaklaşım (analizci) ve bu yaklaşımın yerini alan ve güç kazanan bütünlemeci yaklaşıma, bahsettiğiniz Tıp, Ekoloji, Ekonomi ya da Psikoloji gibi bilimlerden somut bir örnek verirseniz sanıyorum bu konu üzerinde daha geniş açılımlara girebiliriz.

 

Saygılarımla,

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Merhaba,

 

Görüşleriniz dikkatimi çekti. Sanırım indirgemeci mantık olarak Descartes mantığından bahsediyorsunuz. (Eğer yanlış anlamadıysam. Karışık bir sorunu daha basit parçalara ayır. Parçaları tek tek çöz ve birleştir; Analiz veya Çözümleme).

Bu yukarda bahsedilen şey post-modernizm.descartes ile alakalı bi durum yok.

Şöle bi örnek verebilirim:Tarantino'nun çıkış filimi rezavuar köpekleri bu düşüncenin sanat versiyonudur.çokta sevildi bu.kurgu da parça parça ilerleme ve bunu zamanda ileri geri döndürme hareketleri bunun göstergesi.

indirgemeci mantık farklıdır.bir düşünceyi basitleştirme anlamına gelir.özelikle oryantalist bakış açısı bunu çok yapar.ama bu onun iyi niyetinden kaynaklanır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Descartes'in indirgemeci yaklaşımı kendini Kartezyen ekolde ifade eder. Bu ekol indirgemeci ve analizcidir; özellikle 17. yüzyıldan itibaren Aydınlanma ile birlikte (Descartes, Bacon, Newton) güç kazanıp fizik başta olmak üzere temel insan ve tabiat bilimlerine hakim olmuştur.

 

İndirgemeci yaklaşıma ilk yazımda yeterince örnek verdiğimi düşünüyorum. Örnek olarak Descartes'in "Herşey akılla anlaşılır; başka şekilde yorumlanamaz" şeklinde özetlenebilecek "Düşünüyorum, şu halde varım" sözü indergemeciliğin bilimi "hikmet" çerçevesinden kuru bir akıl egemenliğine teslim etmiştir. Sözü edilen bilim adamlarına her ne kadar Tanrı'ya inanıyorlardıysa da Aydınlanmacı ekolden derin şekilde etkilenerek tabiatın ve onu açıklamaya çalışan bilimlerin sadece akıl ile bilinebileceği fikrini kabul etmişlerdir.

 

İndirgemeciliğin günümüzde birçok yansımasını görebiliriz. İçine hızla sürüklendiğimiz derin ekolojik bunalım tabiatla iletişim kurulamayacağına inanan ve İslam, Budism ya da Yerli Amerikan din ve geleneklerinin metafiziki doğa yorumlarına ve dünya görüşüne kulaklarını tıkayan indirgemeci/Kartezyen dünya görüşünün bir neticesidir. İnsanoğlu doğayla iletişim kurmayı unuttuğundan beri kendisiyle de iletişim kuramaz hale gelmiştir. Aslında doğa birebir insanoğlunun ruh halinin bir yansımasıdır. Ekolojik kriz önce akıl ve vicdanlarda başlamış sonra doğaya sirayet etmiştir.

 

Bütünlemeci yaklaşım doğaya ve insana atomlardan ya da temel yapıtaşlarından oluşan bir makine olarak değil bir bütün olarak bakar. Doğu gelenekleri ve özellikle İslamiyet de insanı ayet/işaret olarak görerek ona kutsallık izafe eder. O canlı ve cansız çevreyle uyum içinde yaşayarak hem iç hem dış bütünlüğünü korur. Taoizm ve Konfüçyizmdeki zıtların uyumu düşüncesi de bu fikri yansıtır. Genel olarak indirgemeci yaklaşımın asıl hatası parçalar üzerinde fazla yoğunlaşırken bütünün görüntüsünü kaybetmesidir. Tıp insan uzuvlarına yoğunlaşmış ama insanı göremez duruma gelmiştir. Ekonomi faiz, enflasyon, para politikaları, emisyon, cari dengeler gibi parçalar üzerinde yoğunlaşmış ama bütün olarak iktisadi yaşamın canlı ve işleyen bir varlık olduğunu görememiştir. Pisikoloji, özellikle Psikanaliz bilinçaltına gereğinden fazla önem verdiği halde insandaki ölçülemeyen kutsal özü yok saymıştır.

 

Örnekler çoğaltılabilir. Tartışma ilerledikçe elbette daha çok konu gün ışığına çıkacaktır.

 

indirgemeci mantık farklıdır.bir düşünceyi basitleştirme anlamına gelir.özelikle oryantalist bakış açısı bunu çok yapar.ama bu onun iyi niyetinden kaynaklanır.

 

İndirgemeci olan Oryantal değil Oksidental dünya görüşüdür. Doğu burada, eğer dürüst ve hikmet sahibi bilim adamları tarafından sunulursa, Batı'nın içine düştüğü derin bunalıma bir çare olabilir. Elbette burada büyüsünü Orta Çağ Avrupasından çok sonra, 19. yüzyılda kaybetmeye başlayan modern Doğu'dan söz ediyorum. Bu bakımdan içinde yaşadığımız Doğu'nun kendisi de özlerine dönmeye ve geleneği, ezeli hikmeti keşfetmeye muhtaçtır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu noktada bazı şeyleri eleştirerek tartışmayı genişletmek istiyorum.

 

Descartes'in indirgemeci yaklaşımı kendini Kartezyen ekolde ifade eder. Bu ekol indirgemeci ve analizcidir; özellikle 17. yüzyıldan itibaren Aydınlanma ile birlikte (Descartes, Bacon, Newton) güç kazanıp fizik başta olmak üzere temel insan ve tabiat bilimlerine hakim olmuştur.

 

İndirgemeci yaklaşıma ilk yazımda yeterince örnek verdiğimi düşünüyorum. Örnek olarak Descartes'in "Herşey akılla anlaşılır; başka şekilde yorumlanamaz" şeklinde özetlenebilecek "Düşünüyorum, şu halde varım" sözü indergemeciliğin bilimi "hikmet" çerçevesinden kuru bir akıl egemenliğine teslim etmiştir. Sözü edilen bilim adamlarına her ne kadar Tanrı'ya inanıyorlardıysa da Aydınlanmacı ekolden derin şekilde etkilenerek tabiatın ve onu açıklamaya çalışan bilimlerin sadece akıl ile bilinebileceği fikrini kabul etmişlerdir.

 

Bu noktaya kadar temelde diyecek bir şeyim yok. Descartes dönemi felsefesine temelde hakimsiniz. Bilgili biriyle tartışmak güzel. Sadece bir ayrıntıyı düzeltmek istiyorum. Descartes, Bacon, Newton bu kişiler Galile ve Bruno gibi kişilerle birlikte Aydınlanmacı ekolün yaratıcılarıydı (Etkilenenler değil).

 

 

İndirgemeci olan Oryantal değil Oksidental dünya görüşüdür. Doğu burada, eğer dürüst ve hikmet sahibi bilim adamları tarafından sunulursa, Batı'nın içine düştüğü derin bunalıma bir çare olabilir. Elbette burada büyüsünü Orta Çağ Avrupasından çok sonra, 19. yüzyılda kaybetmeye başlayan modern Doğu'dan söz ediyorum. Bu bakımdan içinde yaşadığımız Doğu'nun kendisi de özlerine dönmeye ve geleneği, ezeli hikmeti keşfetmeye muhtaçtır.

 

Bu cümleleri yukarıdakilerle birleştirince Descartes'a karşı bugünün değil 19. yüzyıl öncesi Doğu düşüncesini günümüz dünyası için savunuyorsunuz. Şöyle de diyebiliriz. Descartes dönemi Batı (indirgemeci) anlayışına karşı aynı dönemin Doğu (Bütünleştirici) düşüncesini savunuyorunuz.

 

Ama bu noktada zor bir soruyla karşılaşıyoruz. Descartes öncesinde temelde bilim, teknik, refah düzeyi olarak batıdan ileri sayabileceğimiz doğu (Osmanlı, Hindistan, Çin vb..) bu dönemden sonra batının hızla gerisine düşüyor. Dönemin bütün bilimsel ve teknolojik ilerlemeleri batıda. Her karşı karşıya geldiklerinde doğu yeniliyor. Çin ve Hindistan batı sömürgesi oluyor. Osmanlı ise bunun eşiğinden aydınlanmacı bir kişi sayesinde kurtulabiliyor (Atatürk'ün Voltaire, Rousseau, Descartes gibi kişilerden etkilendiği kendisininde belirttiği bir gerçek). http://tekadam.8k.com/10.html

 

Bunun ötesinde adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar yine doğuda değil batıda tartışılıyor. Çin'de kadınların

ayaklarının bağlanması geleneği ancak 20. yüzyılda batı etkisiyle son buluyor.

 

Peki Doğu'nun 16. yüzyıldaki düşüncesi Batı'nınkine göre bu kadar ileri ise neden bu düşüncenin batıda yerleşmesinden sonra hemen her konuda batının gerisinde kalıyor?

 

 

Tıp insan uzuvlarına yoğunlaşmış ama insanı göremez duruma gelmiştir. Ekonomi faiz, enflasyon, para politikaları, emisyon, cari dengeler gibi parçalar üzerinde yoğunlaşmış ama bütün olarak iktisadi yaşamın canlı ve işleyen bir varlık olduğunu görememiştir. Pisikoloji, özellikle Psikanaliz bilinçaltına gereğinden fazla önem verdiği halde insandaki ölçülemeyen kutsal özü yok saymıştır.

 

Örnekler çoğaltılabilir. Tartışma ilerledikçe elbette daha çok konu gün ışığına çıkacaktır.

 

Bu örneklerinize tıp konusunda daha somut olan ilk mesajınızdaki "ağrıyı önlemenin yerini sağaltım almıştır" önermenizle birlikte cevap vermek istiyorum.

 

Burada sanırım ilaç kullanma yerine diğer tedavi yöntemlerinin kullanımlarını bahsettiğinizi sanıyorum. Ama şunu unutuyorsunuz ağrıyı önlemekle, sağaltımın farklı şeyler olduğu düşüncesi ancak 16. yüzyıl sonrasında tam olarak oturmuştur. (Ki dikkat ederseniz bu kendi başına kartezyen düşünceye örnektir.)

 

Doğu ve Kızılderili düşüncesinde ağrı ve hastalık bir bütündür. Bir adamın ağrısı yoksa hasta değildir, bir acısı varsa hastadır. Pratikte de o dönemde kullandıkları ilaçların büyük bölümü ağrıyı gidermeye yöneliktir ki bir kısmı hastalığı ilerletebilir ya da başka riskler taşıyabilir. Ki Doğu tıbbında haşhaş ve afyon, Kızılderililerde de koka bu yüzden çok yaygın kullanılır. Not: Büyük ölçüde bu tanımın dışına çıkan İbn-i Sina

'da Descartes öncesi akılcı düşüncenin izleri rahatlıkla görülür.

 

2. Ekonomi konusunda: Belirli sistemlerin canlı ve işleyen bir varlık olması batı düşüncesinde yaygındır. Rousseau - Toplum Sözleşmesinde bunun etkilerini görebilirsiniz.

 

3. Psikanaliz: Yanıtlamak için bu konuyu biraz açmanızı rica ediyorum. Bilnçaltı kavramının hangi durumda yetersiz kaldığını düşünüyorsunuz.

 

Ayrıca, A.B.D.'de metafizik ve geleneksel düşüncelerin güçlendiğini söylemişsiniz. Benim baktığım son araştırmaya göre bu doğru değil (Cumhuriyet - Bilim Teknik'te gördüm ve kaynak gösterilmişti). Bilim adamları arasında yapılan araştırmaya göre yüzyılın başına göre Tanrı'ya (ya da metafizik başka bir kavrama) inanma oranı oldukça düşmüştü.

 

Saygılarımla,

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu noktada bazı şeyleri eleştirerek tartışmayı genişletmek istiyorum.

.

.

.

Ayrıca, A.B.D.'de metafizik ve geleneksel düşüncelerin güçlendiğini söylemişsiniz. Benim baktığım son araştırmaya göre bu doğru değil (Cumhuriyet - Bilim Teknik'te gördüm ve kaynak gösterilmişti). Bilim adamları arasında yapılan araştırmaya göre yüzyılın başına göre Tanrı'ya (ya da metafizik başka bir kavrama) inanma oranı oldukça düşmüştü.

 

Saygılarımla,

 

Peki Doğu'nun 16. yüzyıldaki düşüncesi Batı'nınkine göre bu kadar ileri ise neden bu düşüncenin batıda yerleşmesinden sonra hemen her konuda batının gerisinde kalıyor?

 

Bunun sebebi,bana göre Doğunun 6-16.yüzyıllar arasında görsel sanatlara(resim,heykeltraşlık vb) dini etkilerle,Ortaçağ Avrupası kadar önem vermemesinden kaynaklanıyor.Hz.İsaya yönelik çeşitli sanatsal tasvirler günümüze kadar ulaşırken,Hz.Muhammed'e ait hiçbir sanatsal tasvir olmaması çok ilginçtir.Bir görüşe bunun sebebi,peygamberimizin putlaştırılmaması içindir.Zira Ortaçağ Doğu Dünyası bu dönemde tıp,psikoloji,ekoloji gibi bilimlere önem vermiştir.Uzak Doğuda da Buda'ya ait heykel ve resimler,kanaatimce Ortaçağ Avrupası kadar incelikli değildir.

Ortaçağda batı 3-4.yüzyıllarda Hristiyanlığı iyice benimsedikten sonra ibadethaneleri kilise haline getirip,görkemli yapılara dönüştürmeye başlamıştır.Bu kiliselerde 6-7.yüzyıllara kadar dini ağırlıklı eğitim verilirken,daha sonra islam dininin tesiriyle daha laik eğitim verilmeye başlanmıştır.Eğitimin laik olmasında,o zamana kadar etkili olan bilim literatürünün Arapça olmasının ve özellikle Endülüste bunları çeviren hristiyan din adamlarının büyük katkısı olmuştur. Kralların da katkılarıyla kiliselerden daha özerk "studium generale" denen eğitim kurumları oluşturulmaya başlanmıştır.Rönesansa doğru üniversiteler de açılmıştır.

Ortaçağdan çıkan ve hemen her alanda İslam dünyasını örnek alan batı dünyası,bu teşkilatlı gelişmesini 3-4.yüzyıllara kadar dini motifleri içeren sanata önem vermesine ve hristiyanlığı kabul ettikten sonra bunu giderek geliştirmesine borçludur.

Doğu dünyası,6.yüzyıla kadar,sanata batı dünyası kadar önem vermemiştir.İslamiyetin kabulunden sonra sanata verilen önemin giderek azaldığı hepinizce malumdur.Bunun sebepleri;

-Kavim göçleri ile doğudan gelmenin ve yurt edinmenin zorlukları olabilir.Zira Türkler,ancak 1071 sonrasında kurmuş oldukları Anadolu Selçuklu Devletiyle hemen her alanda bulundukları topraklarda söz sahibi olabilmişlerdir.Ancak Anadolu Selçukluları Doğu ve Batıdan gelen sürekli saldırılarla yıpranmış ve yıkılmıştır.Osmanlıların aynı trendi devam ettiremediği konusunda çoğu tarihçi hemfikirdir.)

-Kuran-ı Kerime göre görsel sanatlarda kısıtlama olması,Hz.Muhammed'e ait günümüze ulaşan dini eserler hiç yoktur.(bu tür sanatsal etkinliklerin olmamasını,batı dünyası,gizlice ve son karikatür krizinde olduğu gibi açıkça kullanmıştır)

-İncilin saklanması ve bu nedenle tarih boyunca 800 kez yorumlanması

-Tevrat ve Zebur'un kaybedildikten sonra tekrar yazılması

-Kuran-ı Kerim'in ise orijinal haliyle günümüze kadar ulaşması olabilir.

 

Doğunun düşünce sisteminin ortaçağda fazla sanatsal özellik taşımaması;sadece tıp,psikoloji ve ekolojik bilimlerin ağırlıklı olması,Mezopotamya ve Arap yarımadasının kavim göçlerine maruz kalması ile oradaki kurulan uygarlıkların kısa zamanda savaşlarla yıkılmasına bağlanabilir.

12.yüzyılda yapılan haçlı seferleri,misyonerler aracılığıyla doğu dünyasının varlıklarının batı dünyasına taşınmasına sebep olmuş;rönesans büyük ölçüde doğu dünyasının bilgi birikimiyle oluşmuştur.Bu yüzyıldan sonra Doğuda İran biölgesinde dini kitap süslemeciliği dışında başka görsel sanat faaliyetleri kalmamış ve islam dininin tesiriyle sofuluk(içine kapanma) hareketleri başlamıştır.

Gördüğüm kadarıyla,günümüzde batı dünyası giderek ekonomik,politik ve sosyal açıdan çıkmaza sürüklenmekte...Bunda göçler,nüfus artışı büyük etken....

İslam Dünyası bu süreçte Doğu ve Batı ile rekabet etmek zorunda!Ancak,bu rekabetin sağlanması,yukarıdaki tarihsel süreç gözönüne alındığında zor görünüyor.Zamanında işgal ettiğimiz devletlere hoşgörülü davranmamızın ve sömürgecilik yapmamanın sıkıntısını çekiyoruz.Uzakdoğu'da Çin ve Hindistan bile Sömürgecilikten kurtulup eğitim sistemlerini zamanında düzenleyerek dünya ekonomisinde söz sahibi olmaktalar.Ya biz?

 

Saygılarımla,

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu cümleleri yukarıdakilerle birleştirince Descartes'a karşı bugünün değil 19. yüzyıl öncesi Doğu düşüncesini günümüz dünyası için savunuyorsunuz. Şöyle de diyebiliriz. Descartes dönemi Batı (indirgemeci) anlayışına karşı aynı dönemin Doğu (Bütünleştirici) düşüncesini savunuyorunuz

 

Hüseyin Nasr'ın ifadesiyle, Philosophia Perennis [Kalıcı/Ezeli Hikmet] ilahi kaynaklıdır ve salt akılla kavranamaz. Zaman ölçülerinin dışındadır. Ezeli hikmet ilahi aklın beşeri akılda tecellisidir. Bir zamanlar Doğu'nun büyük kentlerinde [belh, Tebriz, Bağdat, Şam] olgunlaştırılıp o zamanın sivil toplum önderleri tarafından tabana yayılan ve halk tarafından içselleştirilen topyekun bir yaşam tarzıdır. Bu yaklaşım kendini zengin doğu sanatı ve felsefesinde ve diğer tüm doğa ilimlerinde açıkça göstermiş ve başarılı sonuçlar elde etmiştir. İlahi Kudret'in ışığına göre uyarlanıp yorumlanan birey ve cemiyet hayatı, çeşitli kargaşa ve savaşlarla inkıtaya uğrasa bile 16. yüzyıla kadar Doğu'yu aydınlatmış ve Doğu'dan yansıyan bu ışık Batı tarafından emilip, Batı ölçeklerine göre yeniden uyarlanarak, önce doğru başlayan ama sonra Pozitivizm ve benzeri akımlarla yolundan saptırılan bir seyir izlemiştir. Bu bakımdan savunulan düşüncenin belli bir yüzyıla ait olduğunu söylemek yanlıştır. Sözünü ettiğimiz felsefe "perennial"dir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yukarıdaki satırların yazarı arkadaş,batıdaki sürecinin evrenin düzeninin ümit verici bir yolda

olduğunu değerlendiriyor. ve hemen akabinde ABD gibi ülkelerinde bu meyanda adil bölüşüm ve duyarlı

gelişime bırakması gibi değişimleride yine ümit verici bir gelişme olarak karşımıza çıkarıyor.

 

Sözü edilen gelişmelerin "ümit verici" olmadığını düşünüyorsanız bunu mahalle külhanbeyi ağzıyla değil ancak, eğer varsa, kafanızdaki fikirlerle isbat edebilirsiniz. Aksi takdirde inanılmayı bekleyen bir hayalperest olarak kalırsınız. Burada sözü edilen şey Doğu medeniyetinin özünde var olan ama 18. yüzyılla birlikte unutulmaya başlanan bir yaşam tarzıdır; hikmet yoludur. Batı bunu çok daha önce, Aydınlanma Devri'yle birlikte kaybetti. Benim iddiam Batı'nın bir öze dönüş sürecinde olduğudur. Doğu da "aynı" öze dönmekle mükelleftir ve belki de bu süreç Batı da olduğundan çok daha az bir sancıyla atlatılacaktır. Zira Doğu Geleneksel bilgiyi hala çok derinlerde yaşamaktadır. Batı'nın da aynı yolda ve daha büyük bir hızla seyretmesi kesinlikle ümit vericidir, desteklenmelidir. Hayatımızı ve içinde yaşadığımız ekolojiyi yeniden İlahi Model'e göre uyarlayacak olan işte bu geleneksel bilgidir.

 

Ya bizimle dalga geçiyorsunuz.Yada fazla hayalperest veya çok iyi niyetli bir budalayı oynuyorsunuz.

Yukarıdaki sözlerinize yorum getirmek bile gereksiz bir zaman kaybı.

 

O halde neden zaman kaybediyorsunuz? Kimse sizi bulunmak istemediğiniz bir yere zorla getirmedi. Bunları söylediğinize göre aslında zaman kaybetmeye baştan razı oldunuz. İsteyerek yaptığınız bir şeyden neden nedamet duyuyorsunuz? Belki de kendinizle bile barışık değilsiniz. Öyle olmasaydı kişisel olmayan son derece seviyeli bir tartışmayı kendi bilinç düzeyinize "indirmezdiniz." Korkarım bizim oralarda kaybedecek zamanımız yok. Budalayı oynayacak da. Sözleriniz iade edilmiştir.

 

Birde bombayı sonunda patlatıyorsunuz."Doğuda bu felsefenin peşine

takılmalıdır" diyerek.Koskoca doğunun kaostan nasıl kurtulacağını iki satırda anlatıyorsunuz.Üstelik pek

ekabir bir edayla.

 

Anlattığım gibi, Doğu'nun peşine takılmasını istediğim paradigma Geleneksel bilgidir, yani doğunun yakın geçmişte unuttuğu, kendine ait olan bir bilgi. Doğu'dan Batı'nın peşine takılmasını isteyemeyiz; teknik olarak bunu başaramaz; felsefi olarak bu felakete yol açar. Kurtlar vadiye iner. Yazdıklarımda kibir/büyüklenme havası var ise bunu yalanlayacak değilim. Belki sen de buna karşı kendi fikirlerinle çarpışabilirsin.

 

Bak arkadaşım bu düşünce yapısı yıllardır batı tarafından doğuya empoze edilmeye

çalışılıyor.Bu yazdıklarını batılı haydutlar bin yıldır bıkıp usanmadan kah gazetemize,kah televizyonumuza

kah radyomuza her gün bıkıp usanmadan tekrarlanıyor.,kah müziğimize uydurmak istiyorlar.Doğu halkları hiç bir dönemde batı tarafından rahat bırakılmadılar.Senin kaos diye nitelediğin, insanlığın varolma mücadelesidir.Bak bir fransadaki öğrenci olaylarına ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın

 

Fransa'daki olayları hatırladığınıza göre gerçekten televizyon izliyorsunuz. Ve televizyon ancak bu kadar derin bir görüş yetisi verebilir. Bin yıldır yapmak istediklerini sayıyorsunuz. Bin yıl öncesi Avrupa ortaçağına tekabül eder. Ve sanırım bin yıl öncesi Doğu medeniyetinin Batının büyük üniversiteleri ve düşünce okulları tarafından uyarlandığı zaman oluyor. Bin yıl önce televizyon ve gazete aracılığıyla empoze edilmeye çalışılan herhangi bir düşünce olamaz; bu mantıksal olarak yanlış. Bin yıl önce televizyon sütüdyoları olsaydı herhalde her 29 mayıs İstanbul'un alınışının canlı kayıtlarını izleme fırsatı bulurduk. Ya da gazetelerin arşivlerinden dönemin fotoğraflarına ulaşır, köşe yazarlarının yorumlarını okurduk.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hüseyin Nasr'ın ifadesiyle, Philosophia Perennis [Kalıcı/Ezeli Hikmet] ilahi kaynaklıdır ve salt akılla kavranamaz. Zaman ölçülerinin dışındadır. Ezeli hikmet ilahi aklın beşeri akılda tecellisidir. Bir zamanlar Doğu'nun büyük kentlerinde [belh, Tebriz, Bağdat, Şam] olgunlaştırılıp o zamanın sivil toplum önderleri tarafından tabana yayılan ve halk tarafından içselleştirilen topyekun bir yaşam tarzıdır. Bu yaklaşım kendini zengin doğu sanatı ve felsefesinde ve diğer tüm doğa ilimlerinde açıkça göstermiş ve başarılı sonuçlar elde etmiştir. İlahi Kudret'in ışığına göre uyarlanıp yorumlanan birey ve cemiyet hayatı, çeşitli kargaşa ve savaşlarla inkıtaya uğrasa bile 16. yüzyıla kadar Doğu'yu aydınlatmış ve Doğu'dan yansıyan bu ışık Batı tarafından emilip, Batı ölçeklerine göre yeniden uyarlanarak, önce doğru başlayan ama sonra Pozitivizm ve benzeri akımlarla yolundan saptırılan bir seyir izlemiştir. Bu bakımdan savunulan düşüncenin belli bir yüzyıla ait olduğunu söylemek yanlıştır. Sözünü ettiğimiz felsefe "perennial"dir.

 

Size sorduğum 16. yüzyılla ilgili soruda savunduğum veya savunduğunuz düşüncenin belli bir yüzyıla ait olduğunu iddia etmedim. O yüzden verdiğiniz yanıtın benim sorumla ilgisini çözemedim. Perennial, belirli bir zamandan bağımsız çok uzun süre süren demektir. Eğer felsefeniz perrenial olarak geçerli ise bütün yüzyıllar için geçerli olduğu için 16. yüzyıl içinde geçerli olmalıdır. Bu sebeble, sorum hala geçerli.

 

Düşünceniz, perrenial ise 16. yüzyılda bu düşünceyi terkeden batı nasıl hızla bu düşünceyi terketmeyen doğu karşısında yukarıda saydığım alanlarlarda üstünlük sağlamıştır.

 

Bu yaklaşımın kazandığı (Descartes, Galile ve Newton'unkilerle karşılaştırınca) başarıları daha geniş açıklayabilir misiniz? Doğuda da 16. yüzyıldan bilime ve felsefeye temel katkılar sizin felsefenizin dışına çıkan İbn-i Rüşd İbn-i Sina, Ömer Hayyam gibi kişler tarfından sağlanmamış mıdır? Örneğin bilim ve felsefeye size yakın düşünen İmam Gazali'nin ne gibi bir katkısı olmuştur.

 

Hüseyin Nasr'ın kendi net sayfasını inceledim. Kendi sayfasında bile onun bu felsefesi sonucunda elde ettiği olumlu sonuçlar nelerdir? Örneğin alanı olan fiziğe ne gibi katkılarda bulunmuş yazmıyor (hele Descartes'ın yaptığı katkıyı düşününce). Bu yüzyılda da fiziğe en önemli katkılar ya Pozitivist ya da Materyalist olan Planck, Heisenberg, Bohr gibi kişilerden gelmiş (bu kişilerin düşünceleri Descartes'ın kartezyen mantığının yanlışlarını göstermiş belli durumlarda olsa da kurdukları yapı Nasr'ın öncüllerinin; İmam Gazali gibi değil, Descartes veya Newton gibi kişilerin üstüne çıkıyor). Nasr bunun nedenini kendi sayfasında açıklamamış. Siz açıklarsanız sevinirim.

 

Ayrıca bilimler hakkında sorduğum sorularla pek ilgilenmemişsiniz. Örneğin tıp konusunda acıyı dindirmek veya sağaltım hakkında olana. Yanıtları hala merak ediyorum.

 

Not: Marcus'un düşüncelerinin önemli bir kısmına katılıyorum. Ama düşünceyi değil düşünce sahibinin

kişiliğini hedef alan bir üslubu anlayamıyorum (yanıtlar budala, g..tünün yemediği gibi direk kişiyi hedef alan bölümler içeriyor). Forumlarda düşünceler tartışılır, kişilikler değil. Ayrıca M. Barlas'ın üslubu M.Barlas'ı bağlar. Bence belli bir konuda yanıt verirken yanıt verilen kişinin üslubu referans alınmalıdır. Bu yüzden bir kısmına ne kadar katılıyorsamda Marcus'un yanıtlarını dikkate almamayı kendi açımdan doğru buluyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Peki Doğu'nun 16. yüzyıldaki düşüncesi Batı'nınkine göre bu kadar ileri ise neden bu düşüncenin batıda yerleşmesinden sonra hemen her konuda batının gerisinde kalıyor?

.

.

.

Saygılarımla,

 

Ek olarak,şunu da belirtmek isterim ki,Batı Dünyası geçenlerde karikatür krizini düşünce özgürlüğüne dayanarak ve de bilerek ortaya çıkarmış,İslam Dünyasını sınamış ve düşünce alanındaki gelişmelerinin en önemli sebebinin resim ve heykeltraşlık gibi sanatlara önem vermesi olduğunu göstermiştir.

 

Saygılarımla,

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Norbert Trenkle ile ABD’nin ve Reel Kapitalizm’in olmayan geleceği ve Batılı sol klişeler üzerine ufuk turu

 

 

Norbert Trenkle : Batı’da 19. yüzyılın başlarından itibaren bazı düşünsel ve siyasi akımlar oluştu; Aydınlanma’yı, modern çağ öncesi ilksel ve bütünsel bir noktadan yola çıkarak eleştirdiklerini iddia ettiler. Bu akımlar, Romantizm döneminden (3) Faşizm ve Nasyonalsosyalizm dönemine kadar uzanırlar. Kapitalizme ve Aydınlanma düşüncesine özgürlükçü eleştirilerde bulunmazlar tabii. Faşizm, Nasyonalsosyalizm ve benzeri akımlar, kapitalizmin ve Aydınlanma’nın en berbat ve en yıkıcı yanlarını sergilemişlerdir. İslami fundamentalizm, tam da bu ideolojik geleneğe uygun bir yerde durmaktadır. Hatta, onunla doğrudan düşünsel bağları da bulunmaktadır. Örneğin modern radikal islamizmin önde gelen düşünürlerinden Seyyid Kutup’un düşünceleri, bariz bir şekilde Fransız doktor Alexis Carrel’in düşüncelerine benzemektedir. Carrel, 20.yüzyılın başında kendini sosyal-darvinist bir şekilde ortaya koyan ırkçı bir hayat felsefesi geliştirdi. Bilinen şekliyle Seyyid Kutup’un “gerçek İslam”a ve onunla ilişkili kültüre yaptığı ithaf, son derece Batılı bir ideolojinin kamuflajından başka birşey değil. Global krizin baskısı altında her tür fundamentalizmin -Batı’da da- oldukça hız kazanmış olması bir rastlantı değil. Bu tesbit, Hristiyan fundamentalizmi için olduğu kadar, çeşitli milliyetçi, ırkçı ve neofaşist akımlar için de geçerlidir. Bu anlamda fundamentalizm global bir sorundur ve diğer benzerlerine karşı olduğu gibi ona karşı da özgürlükçü bakış açısından yola çıkarak her yerde her şekline karşı mücadele edilmelidir.

 

Bundan sonra vatan,millet ve din bağlamında birleşirsek,eğitim birliğini sağlar ve siyonist güçlere karşı direnir,uygar dünyayla rekabet eder konuma gelebiliriz.

 

Saygılarımla,

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ceyhun:

Düşünceniz, perrenial ise 16. yüzyılda bu düşünceyi terkeden batı nasıl hızla bu düşünceyi terketmeyen doğu karşısında yukarıda saydığım alanlarlarda üstünlük sağlamıştır.

 

Batı'nın teknolojik üstünlüğü bedelsiz değildir ve sancısız hiç değildir. Etkileri bugün de devam etmekte olan ve aslında sözünü ettiğimiz hikmet yitiriminin doğrudan neticeleri olan sayısız kusurla çevrili ve giderek büyüyen sorunlarla yüzyüzedir. Batı tekniğinin başta insan ve doğal çevre olmak üzere dünyamızın sınırlarını aşan bozucu etkisi kontrol edilemez ve geri döndürülemez boyutlara ulaşmıştır. Bütün bu bedelleri ödemek zorunda kalan Batı teknolojisi elbette sözünü ettiğimiz ezeli hikmete en az Doğu kadar muhtaçtır. Aydınlanma ile insan fikrinin ön saflarını teşkil eden akılcılık, İlahi mesajdan uzak kalarak kendini tüm çevresiyle birlikte bir felaketin eşiğine sürüklemiştir. Perennial felsefe hala canlı ve işlevseldir ve aslında bütün bu soyut mülahazaların ötesinde somut bir gerçekliktir aynı zamanda. Alternatif enerji modelleri, geri dönüşüm, çevre dostu Hybrid araçlar, akılcı atık yönetimi ve diğer birçok alanda ilhamını İlahi mesajdan, Müslümanların olduğu kadar Yahudi ve Hıristiyanların da söz ve eylemlerinde hala canlılığını koruyan İlahi ilhamdan alan ve umut vaat eden gelişmelerdir. [Dileyen aşağıdaki adresten ilhamını İlahi olandan alan bir sistemin neler başarabileceğinin küçük bir örneğini görebilir. Waste Manegement, tam da konuştuğumuz şekilde, çevrenin korunması ve enerji tasarrufu için akıllı atık yönetiminin neler başarabileceğinin somut bir örneği olan büyük bir Amerikan şirketi. Bunu hafife alanlar olabilir. Halbuki çevre bunalımı aslında insan bunalımından başka bir şey değildir. Çevre herhangi bir dış nedenden dolayı bunalım geçirmez; sadece insan durumunu yansıtır. Çevreye yönelik yapıcı çalışmalar aslında doğrudan insan ruhuna yönelik yapıcı çalışmalardır. -http://www.wm.com/wm/about/Overview.asp- ]

 

Ceyhun:

Hüseyin Nasr'ın kendi net sayfasını inceledim. Kendi sayfasında bile onun bu felsefesi sonucunda elde ettiği olumlu sonuçlar nelerdir? Örneğin alanı olan fiziğe ne gibi katkılarda bulunmuş yazmıyor (hele Descartes'ın yaptığı katkıyı düşününce). Bu yüzyılda da fiziğe en önemli katkılar ya Pozitivist ya da Materyalist olan Planck, Heisenberg, Bohr gibi kişilerden gelmiş (bu kişilerin düşünceleri Descartes'ın kartezyen mantığının yanlışlarını göstermiş belli durumlarda olsa da kurdukları yapı Nasr'ın öncüllerinin; İmam Gazali gibi değil, Descartes veya Newton gibi kişilerin üstüne çıkıyor). Nasr bunun nedenini kendi sayfasında açıklamamış. Siz açıklarsanız sevinirim.

 

Nasr Fizik yanında Bilim Felsefesi'nde de uzmanlaşmış ve bundan sonra tüm dikkatini Bilimin insanileştirilip İlahileştirilmesine vermiştir. Bilim felsefesini Fiziğe tercih etmiştir. Bu bakımdan, tüm devrimci fikirlerini önemli saymıyorsanız eğer, somut bir katkısı olduğu konusunda kitaplarında bir işaret yok. Sorduğunuz son sorunun cevabının bende olamayacağı açık. Herhalde bunu ancak Nasr'ın kendisi bilir.

 

siosteran:

Ek olarak,şunu da belirtmek isterim ki,Batı Dünyası geçenlerde karikatür krizini düşünce özgürlüğüne dayanarak ve de bilerek ortaya çıkarmış,İslam Dünyasını sınamış ve düşünce alanındaki gelişmelerinin en önemli sebebinin resim ve heykeltraşlık gibi sanatlara önem vermesi olduğunu göstermiştir.

 

Elbette Batı'da var olan kusurları olumlamak imkansızdır. Anladığım kadarıyla sizin probleminiz olumlu gelişmeleri görememek ya görmek istememektedir. Karikatür konusu bile bütün Batı'ya genellenemez; aynı zamanda bu olay Batı'da gerçekleşen dönüşümün var olmadığına bir işaret olamaz.

 

Tıbbi düşüncede meydana gelen düşünsel devrim:

 

Batı Tıbbının uğradığı en büyük değişim kartezyen düşünce ile başladı. Descartes'ten önceki sağaltıcıların çoğu hastayı bir bütün olarak görmüş ve beden ve ruhun karşılıklı etkileşimini dile getirerek, hastalarını toplumsal ve ruhsal çevre bağlamında tedavi etmişlerdir. Descartes'le birlikte beden salt bir makina olarak anlaşılmış ve bu beden makinası üzerinde yoğunlaşılarak hastanın psikolojik, toplumsal ve çevresel boyutları ihmal edilmiştir.

 

İnsanlar hayat tarzlarını sorgulamaktan ve kendilerini toplumsal ve ruhsal bağlam içerisinde değerlendirmekten korktukları için biyolojik-tıbbi modele koşmuşlar ve bütün sorumluluğu doktor ve ilaçlara tevdi etmişlerdir. Tıbbi teşhis aynı zamanda bütüncül toplumsal sorunları örtmek için de kullanılır olmuştur. Mesela korkunç rekabet içindeki iş dünyamızda değişikler yapmayı düşünmek yerine yüksek tansiyona müptela olduğumuzu söyler dururuz.

 

Bu sorunlar ve temellerinde yatan genel felsefi bunalım Batı'da giderek daha fazla fark edilmekte ve çözüm yolları aranmaktadır. Bu başlangıç bile yeterince umut vaad eden bir gelişmedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ceyhun:

Batı'nın teknolojik üstünlüğü bedelsiz değildir ve sancısız hiç değildir. Etkileri bugün de devam etmekte olan ve aslında sözünü ettiğimiz hikmet yitiriminin doğrudan neticeleri olan sayısız kusurla çevrili ve giderek büyüyen sorunlarla yüzyüzedir. Batı tekniğinin başta insan ve doğal çevre olmak üzere dünyamızın sınırlarını aşan bozucu etkisi kontrol edilemez ve geri döndürülemez boyutlara ulaşmıştır.

.

.

.

Bu sorunlar ve temellerinde yatan genel felsefi bunalım Batı'da giderek daha fazla fark edilmekte ve çözüm yolları aranmaktadır. Bu başlangıç bile yeterince umut vaad eden bir gelişmedir.

 

Ben batının materyalist felsefe ile kendi düşünce sistemini geliştirdiğini ifade etmek istedim.Doğu dünyası düşüncenin ruhsal ve dini konusunda yüzyıllar boyu takılıp kaldığı için geri kalmıştır.Eğer globalizm temelinde düşünürseniz,batının materyalist yaklaşımı doğunun mistik yaklaşımıyla örtüşürse mesele yok,o zaman ütopik olarak siz haklısınız.Ama ya batı materyalist yaklaşımını siyasi amaçlar için kullanıyorsa?Dertleri yoksul halklara demokrasi getireceğim diye onları daha fazla sömürmekse?

Bu dünya materyalist bir dünya bana göre...Gücün varsa sömürürsün,gücün yoksa sömürülürsün!Gücün olsa ABD senin hakkında "başbakanı iyi kullanın" diyebilir mi?Çok şükür benim bu konuda problemim yok,dünyayı senden daha iyi görebiliyorum!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.