Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SINIRSIZ ZULÜM: Eğlence Sektöründe Hayvanlar


Misafir Bastet

Önerilen İletiler

İnsanlar işlerine geldiği kadar da olsa bir insanlık onurundan, insan haklarından bahsediyor. Ama konu insan değil de hayvan olunca, az da olsa varolan bu etik kavrayış yok olup yerini ben insanım kaynaklı bir benmerkezciliğe, "her şey benim hakkım" görüşüne bırakıyor. İnsanlar eğlenmek için sirklere, hayvanat bahçelerine gidiyorlar. İspanya'ya giden bir turist boğa güreşlerini görmek için can atıyor. Değişik bir gösteriyi görmüş olmak için veya bahis amaçlı olarak at yarışları, köpek yarışları, horoz dövüşleri izleniyor. Bütün bunları yaparken nedense kişiler hep neyin içinde bulunduklarını, aslında neye hizmet ettiklerini biraz olsun sorgulamaktan uzak durur.Hayvanlar modern insan için tüketim nesnesi olduğu kadar; görülüp,seyredilip eğlenilecek; hoş ve ilginç zaman geçirilecek, üzerlerinden para kazanılacak birer varlık konumundadır. Sirkler, hayvanat bahçeleri, deniz memelilerinin bulunduğu su parkları, kültürün bir parçası sayılan boğa güreşleri, tazı yarışları, at yarışları, horoz dövüşleri boş zaman geçirme amaçlı masum aktiviteler değil, dolaylı ya da dolaysız olarak hayvanların katledildiği zulum dolu, kanlı aktivitelerdir. Kimse kendini kandırmasın, bir fil sirkte mutlu değildir, at yarışında hiçbir at severek koşmaz, hayvanat bahçeleri kim ne kadar iddia ederse etsin bir hayvanın gereksindiği doğal ortamı yaratamaz. Bütün bunlar kâr amacı güden birer sektördür, unutulmaması gereken nokta da budur. Ekonominin her alanında olduğu gibi bu kuruluşlarda ve etkinliklerde de ilk kriter çok kazanç az maliyettir. Bu maliyetlerse hayvanlar gözden çıkartılarak, onların huzuru, sağlığı pahasına düşürülmektedir.

 

Hayvanların bahis veya eğlence amaçlı olarak yarıştırılmaları ülkeden ülkeye kullanılan hayvanların türlerine göre benzerlikler ya da farklılıklar gösterir. Dünyada ve Türkiye'de yaygın ve bilinen olanlar horoz, köpek dövüşleri, at ve tazı yarışlarıdır. Bunların dışında rodeo, Meksika rodeosu, boğa güreşi, kızak köpekleri yarışları (iditarod) daha yerel şekilde yapılmaktadır.

 

Horoz dövüşleri Türkiye için de geçerli olduğu gibi Meksika, Endonezya, Malezya, Haiti, Porto Rico, İspanya, İtalya, Fransa ve Belçika'da da kültürel bir özellik taşıyor. Dövüşte kullanılacak horozlar yumurtadan çıktıktan sonra 9-15 ay boyunca fındık, fıstık, ceviz, bal ve pişmiş yumurta ile beslenir. Bu sürenin sonunda horoza antrenman olarak otuz dakika dövüş yaptırılır. Ayrıca horozun güçlenmesi için ayak bileklerine ağırlıklar takılarak yürütülmesi de çalışmaların bir parçasıdır. Dövüştürülecek horozlar sahip oldukları "silahlara" ve ağırlıklarına göre sınıflandırılır.

 

Horozlar kokpit ya da sadece pit denilen dairesel veya kare alanlarda dövüştürülür. Horozlar doğal yapılarıyla ringe çıkmazlar. Rakiplerine öldürücü yaralar vermesi, rakibin gözlerini oyması, kemiklerini kırması için pençeleri zımpara ile sivriltilir, pençelerinin ucuna onları birer keskin bıçak gibi kılacak metalden mahmuzlar takılır. Horoz dövüşü seyretmiş bir kişinin anlattıkları bu sürecin ne kadar kanlı olduğunu göstermekte: "Her on beş dakikada bir su molası verildiğini öğrendiğim dövüş, en çok sekiz devre sürüyor. Horozlardan biri ya ölecek ki dövüş bitsin, yoksa berabere kabul ediliyor.

Horoz dövüşlerini meşrulaştırmak için ortaya atılan bahane dövüşün belli tür horozların doğasında olduğudur. "Hint horozuna dövüş öğretilmez, doğasında vardır......Yarıştan men edildiği takdirde soyu körelir. Bu kanatlının gıdası dövüştür. Bu dünyadan bihaber sözde hayvanseverler, tutumlarıyla Hint horozunun kökünü kuruturlar. Konu bilimsel olarak incelenmelidir. Böylece Hint horozunun nesli korunmuş olur." Gerçekten de hint horozu ve bazı diğer türler saldırgan, dövüşme güdüsü yoğun hayvanlardır. Doğal yaşantılarında bu hayvanlar yiyecek, eş, sınırlarını korumak, belli bir bölgede hakimiyetlerini kurmak için dövüşürler. Fakat bir horozu alıp doğasında varolmayan bir biçimde besleyerek, antrenmanlarla olduğundan daha vahşi hale sokup, bedenlerine müdahale ederek ve sonra da rakibini bertaraf etmesi için ringe çıkarmak, hayvanı dövüşe zorlamak bir hayvanın doğası gereği dövüşmesiyle aynı şey değildir. Doğada nadiren kendi türünden hayvanlar birbirleriyle ölümüne dövüşür, yenilmesi kaçınılmaz olan taraf kaçar gider ve haliyle dövüş de sona ermiş olur. Horoz dövüşlerinde ise kaybetmekte olan hayvanın kaçma ve kurtulma imkanı yoktur.

 

Dövüşlerin acı verici ve hayvanın doğasına aykırı olması dışında dövüş horozlarının yaşamları da birçok farklı amaçlarla esir tutulan hayvanlar gibi işkenceden farksızdır. Ringe çıkmadıkları veya çalıştırılmadıkları zamanlar bu hayvanlar bir ayaklarından bir yere bağlı olarak barınak niyetine yapılmış, çoğu zaman bir beton zemin üzerine konulmuş tel ya da plastik kafeslerde hareketsiz ve rahatsız bir durumdadırlar. Dövüşü kaybeden horozlar ise zaten gözden çıkartılmışlardır. Onları en iyi ihtimal ölüm bekleyebilir. Bir kere dövüşe alışan horoz normal bir yaşam süremez çünkü dövüşmekten başka bir şey elinden gelmez.

 

Horoz dışında köpek de dövüştürülen hayvanlardandır. Köpek dövüşlerinde dövüş süresi 15 dakika ile 2 saat arasında değişebilir. Köpek dövüşleri rakiplerden biri devam etmek istemeyinceye kadar sürer. Dövüşlere katılan köpeklerin aldıkları ve neden oldukları yaralar ciddi; hatta ölümcüldür. Fiziksel ve zihinsel olarak yeterince güçlü hemen her ırk dövüşler için kullanılabilmesine rağmen Amerikan Pit Bull Terrierler rakipleri karşısında en fazla yorulmaz yenme hırsını ve başarısını gösteren ırktır. Bu köpeklerin inanılmaz güçlü çene kuvveti, ön dişleriyle tutarken arka dişleri ile çiğnemelerine imkan verir. Bu nedenle yaralar derin kesikler hatta kırılan kemikler halindedir. Çoğu köpek kan kaybı, şok, dehidrasyon, aşırı yorgunluk ya da dövüşten saatler hatta günler sonra enfeksiyonlardan ölmektedir. Diğer hayvanlar da ayrıca dövüş adına kurban edilmektedir. Köpek sahipleri genellikle kedi, tavşan ve daha küçük köpekleri hayvanlarını dövüşe alıştırmak için kullanmaktadırlar.

 

Greyhound olarak da bilinen tazı yarışları, spor, eğlence adı altında hayvanlara yapılan başka bir eziyettir. Bu yarışların ardında büyük bir köpek yarışı endüstrisi mevcuttur. Yarışacak en hızlı ve bedensel açıdan en güçlü türü yaratmak için sektör fabrikasyon köpek üretimine ihtiyaç duyar. İngiltere'de sadece tazı üretmek için tasarlanmış haralar vardır. Bu şekilde İngiltere'de yılda ortalama kırkbin köpek üretilmektedir. Bunun sonucu olarak ortaya üretim fazlası çıkmakta, seri üretim sonucu çoğalan köpeklerden koşmaya, yarışmaya yeterince uygun olmayanlar sektöre kâr getirmeyeceklerinden öldürülmektedir. Yarışacak köpekleri ise zorlu ve riskli yarışlar bir yana, birçok kötü koşul bekler. Tazılar sürekli olarak bir yarıştan diğerine taşındıkları için bu köpeklerin ömürlerinin geniş bir kısmı seyahat halinde, düzgün havalandırma sistemleri olmayan, kalabalık (bir kamyonda aşağı yukarı altmış köpek taşınmaktadır) taşıtlarda, aşırı sıcağa veya soğuğa maruz şekilde geçer. Yarış köpeklerinin bedenleri kastan ibaret olup üzerinde yağ dokusu bulunmaması sebebiyle bu hayvanlar sıcak ve soğuk havaya karşı çok hassastır. Yolculuklar dışında da bu hayvanların durumu iç açıcı değildir. Sağlıksız ve rahatsız barınaklar, yorucu antremanlar, çalışma veya yarış esnasında başa gelen kazalar, yaralanmaları kemik kırıkları, kalp krizi bu köpeklerin yaşamlarının sıradan bir parçasıdır. Tazıdan en iyi verim ilk üç yılda alınır. Hızdan düşen, yaşlanmış köpekler öldürülmektedir. Öldürülmeyenler araştırma laboratuvarlarına satılmakta veya sokağa atılmaktadır. Verim alınamayacak köpeklerin öldürülmeleri konusunda ABD, Idaho'da yaşananlar çarpıcıdır: Idaho'da bulunan Coeur d'Alene grehound parkında ağzı klipse kapatılmış öldürülmüş dişi bir greyhound bulunur. Şahitler bunu tek örnek olmadığını, parkta birçok köpeğin de bu şekilde öldürülmüş olduğunu söylerler. Bu olaydan sonra Idaho'da greyhound yarışları yasaklanmıştır.

 

Greyhound yarışlarının tek kurbanı köpekler değildir. Her ne kadar koşu idmanlarında maket tavşanların kullanımı yaygınlaşmış olsa da tavşan, kedi, gine domuzu diye bilinen kobaylar da kullanılmaktadır. Birçok ülkede greyhound yarışları zalim bir spor olarak görülmeye ve kamunun tepkisini çekmeye başlamıştır. ABD'de 34 eyalette ve Güney Afrika'da yasak olup İtalya'da son yarış pisti geçen yıl kapatılmıştır. Fransa'da ise ticari olmayan şekilde köpek koşuları yapılmasına izin vardır. Tepkilerden ötürü özel şirketler ve dünyada greyhound yarışlarının yönetim mercii olan Dünya Greyhound Yarışları Federasyonu bu yarışları ve bu köpeklerin üretimlerini Asya ülkelerine kaydırma girişimleri başlatmışlardır. Yeni yarış coğrafyası Filipinler, Kamboçya, Vietnam, Çin ve Kore'yi kapsamaktadır.

 

Hayvanların bahis amaçlı yarıştırılması sözkonusu olduğunda ilk akla gelecek olan şüphesiz at yarışlarıdır. At yarışları dünyada milyarlarca dolarlık; kazanma, daha fazla kazanma hırsının ön planda olduğu bir endüstridir. Bu kazanç peşinde sektörün kurbanları ise doğdukları andan itibaren mal olarak alınıp satılan, ölümüne çalıştırılan, yarışamayacak duruma düşünce öldürülen, mezbahalara satılan atlardır. Yarış atları için emeklilik yoktur.

 

Atlar henüz iskelet sistemleri gelişmekteyken yarışlar için hazırlanmaya başlanır. Bu dönemde taylar, kemiklerinin çok yumuşak olması nedeniyle hızlı koşabilecek, ağır yükün verdiği baskıyı kaldıracak kadar güçlü değildir. Yarışlar ve antremanlar bu hayvanlar için aşırı zorlayıcıdır. Tendonlarının gerilmesi atlara geri dönüşü olmayan hasarlar verir. Yarış atlarının yüzde ellisinde kemik kırılması ve sürtünmeye bağlı kemik aşınması görülür. Bu bir örnekle açıklanacak olursa: iki taş birbirine bir müddet sürtüldüğünde taşlardan küçük tanecikler kopacaktır. Aynı durum koşmaya ve bunun yarattığı sürtünmeye bağlı olarak atların kemiklerinde de ortaya çıkar. Bir at ortalama olarak her yirmi iki yarışın birinde yarışı tamamlayamayacak şekilde yaralanmakta, sekiz yüz at ise yarış sırasında yaralanma sonucu ölmektedir. Tıbbi bakım ve teknolojik ilerlemeler de atları iyileştirmeye yetmemektedir, bunun nedeni ise atların bedensel olarak büyük hayvanlar olması, cerrahi müdahaleye ve anesteziye dayanamamaları ve bu hayvanların, üzerlerinde alçı ya da askı gibi kısıtlayıcı gereçlere izin vermemeleridir. Zaten, yine ortalama sayılarla konuşulacak olursa, bir at dokuz yüz bin dolara satın alınmakta, yıllık gideri ise ellibin doları bulmaktadır. Bir kere bu kadar fahiş paralar gözden çıkarıldıktan sonra atların sahipleri ameliyatın ve ameliyat sonrası bakımın masraflarını karşılamaya yanaşmazlar. Yaralı at ya tedavi edilmeden koşturulur veya ölüme terk edilir. Yara almış bir atınsa koşması haliyle kolay değildir. Daha hızlı koşmaları ya da sakatlıklarına rağmen koşmaları için yarış atlarına onları birer ilaç bağımlısı haline getirecek kadar ilaç yüklenir. Hangi ilacın yasak, hangisinin olmadığı ülkeden ülkeye değişir. Bu maddelerden bazıları akciğer kanamalarını engelleyen Lasix, acıyı maskeleyip atın daha hızlı koşmasını sağlayan bir ağrı kesici görevini gören fenilbutazon ; sakat hayvanın acısını hissetmesini engellemek için kullanılan morfindir. Bu tarz ilaçların çeşitleri de çok fazla olduğu için laboratuarların bunları saptaması da kolay olmaz. At yarışları bu tarz skandalları çok yaşamış ve yaşamaktadır.

 

Bu eziyet dolu yaşantının ardından yarışamayacak atların sonu haliyle bir şekilde öldürülmek olur. ABD'de şu anda 3 tane at mezbahası bulunuyor ve at eti ihracatı oldukça kârlı bir iş. Mezbahalar ise "istenmeyen" atların ortadan kaldırılması gibi "yararlı" bir iş yaptıklarını savunuyorlar. Üç mezbahadan biri olan Beltex mezbahasının kayıtlarına göre, 2004 yılı bir temmuz- yirmi iki temmuz arasında, mezbahaya 1845 at gelmiştir ve bu atların arasında fazla sayıda yarış atları da vardı. Konu ile ilgili diğer bir araştırma ise Colorado Devlet Üniversitesi'ne aittir, bu araştırmaya göre ise mezbahaya gönderilen 1348 attan 58 tanesi yarış atıdır.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çoğu çocuğa okulda ya da ailesi tarafından yüzeysel bir şekilde hayvanları sevmesi gerektiği öğütlenir. Bu sevginin tek gerekçesi de insanların, hayvanların "etinden, sütünden, yününden" yararlanıyor olmasıdır. Hayvanlar kafalarda her zaman insanın ancak emirlerine ve isteklerine tâbi bir konumda yer alır. Hayvanların dünya üzerinde kendilerine özgü sebeplerle varoldukları, insan ihtiyaçlarını karşılasınlar diye varolmadıklarını düşünmek nedense çok aykırıdır. Bu kadının erkek için, siyahın beyaz için yaratılmış olduğu gibi hep iki kutuplu işleyen araçsal görüşün aynısıdır. Kendini akıl sahibi varlık olarak niteleyip doğadaki diğer hayvan türlerinden ayıran insan uygarlaştığından itibaren ve daha yoğun olarak da Aydınlanma hareketi ile birlikte kafasında iyi-olumlu , kötü-olumsuz şeklinde karşıtlıklar yaratmış, biri (iyi-geçerli) olan hak sahibi sayılıp diğeri pahasına ön plana çıkartılmış, öte tarafta kalan ise yürürlükte olanın sömürüsüne maruz kalmıştır. Ardından ilerleme adı verilen zihniyet değişimleriyle eski yaklaşım bırakılmış, hatalardan nedamet getirilmiş fakat yeni şekillenen bir kafa yapısına uygun olarak tekrar değişik bir sömürü nesnesi yaratılmıştır. Ne yazık ki insanlık tarihi hep böyle çalışmış ve çalışmaktadır. Peter Singer'ın sözleri ile ifade edilirse insanlığın şu an hayvanlara karşı zorbalığı ve "eşit önemseme ilkesi"nden uzak muamelesi "mevcut son ayrımcılık biçimi"dir. Bu hal karşısında insanlık hâlâ gözünü açmaya direnmekte, hayvanlara karşı kullanım odaklı bakış sürmektedir. Bu düşünme ve akıl yürütmeyi terk etmek kolay olmayacaktır. "Her özgürlük hareketi ahlaksal ufkumuzun biraz daha genişletilmesini gerekli kılar; eskiden beri doğal ve kaçınılmaz kabul edilegelen bazı uygulamaların aslında hiçbir şekilde haklı gösterilemeyecek bir önyargının sonucu olduğu ortaya çıkar ve bunun meşru bir biçimde sorgulanabilecek hiçbir yaklaşımı ya da uygulaması olmadığını kim ileri sürebilir?" (Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi, Ayrıntı Yayınları) Olanı, sorgulamadan yapageldiğimizi köklü bir şekilde gözden geçirmek ve alışmışı zarar görenlerin gözüyle değerlendirmek gerekir. Kısacası Foucault'nun Özne ve İktidar'da altını çizdiği gibi "bugünlerde amacımız ne olduğumuzu keşfetmek değil, ne olmuş isek onu red etmek olmalıdır".

 

Hayvanlara karşı bir miktar sempati duyan, "çok da eziyet görmelerini (!)" tasvip etmeyen herhangi bir kişi olan sağduyusu sayesinde hayvan dövüşlerinden, at yarışlarından rahatsızlık duyabilir. Ama çoğu insan sirkleri, hayvanat bahçelerini, deniz memelilerinin bulunduğu parkları sevimli bulur, bunları çocukları için şirin bir eğlence, hayvan sevgisi yönünde yararlı bir etkinlik olarak değerlendirir. Gerçekten de hayvanları sevmediğini dile getiren bir kişi için bu mekanlar cazip değildir. Bu nedenle, birçok kimse bu yerlerin ve bu tarz gösterilerin hayvanlar için gerçekte ne kadar eziyet dolu, dayanılmaz bir yaşam yarattığını, arka plandaki görünmeyen sefaleti biraz olsun bilseler, bunlardan artık zevk almayacaklardır. Olumsuz koşullar, sirklerde uygulanan şiddet dolu eğitim yolları bir yana, unutulmamalıdır ki söz konusu hayvanlar insanları eğlendirmek amacıyla birer tutsak konumundadır. Hiçbir yapay müdahale, ne kadar doğaya uygun olduğu iddia edilirse edilsin hayvanlara kendi özgür ortamlarını, sosyalleşme, yiyecek arama, oyun oynama, çiftleşme gibi temel gereksinimlerini sağlayamaz. Artık daha şıklaştırılıp demir parmaklıklar, kafesler kaldırıldı diye isimleri doğal park ya da zoolojik park olarak değiştirilen hayvanat bahçelerinin sunduğu görüntü vahşi yaşamın sadece bozulmuş, çarpık bir sunumundan öte değildir.Öyle ya da böyle sirklerde olsun doğal parklarda olsun hayvan kontrol altında ve özgürlük içinde yaşama haklarından mahrumdur.

 

Bu ortamların esir durumda olan bazı hayvanların doğalarına ne kadar aykırı olduğunu görmek için birkaç basit bilgi yeterli olur. Filler günün on sekiz saatini aktif geçiren, günde 30 mil kadar yürüyebilen, göllerde serinlemekten hoşlanan, sürü içinde yaşayan, oldukça sosyal hayvanlardır. Ayılar kısıtlanmaya en zor dayanan hayvanlardan biridir. İyi yüzücü olan ve saate 35 mil koşabilen ayılar meraklı, enerjik fakat bir o kadar da utangaç yapıdadır. Gösteri zamanı dışında filler sirklerde günün yüzde yetmişinde, büyük kediler yüzde doksandokuzunda zincire vurulu ve kafeslere kapalıdır. Sirkte kendisi için tahsis edilen alan, bir kaplanın doğal yaşam alanından onsekizbin, aslanınkinden ise onyedibin misli dardır. Bütün bu sayısal ifadeler durumun vahametini gösterir. Rahatça hareket edememeye ve sürekli dayak tehditine bağlı olarak bu hayvanlarda strese ve psikolojik bir mahrumiyete işaret eden sürekli kafa sallama, bulundukları yerin zeminini tırmalama gibi anormal davranışlar görülür. 2001 senesinde Kelly Miller isimli bir sirke ait bir römorkta aşırı derecede aç ve susuz, volta atmaktan ayakları kan içinde kalmış 3 tane ayı bulunur. Eğitimcileri hayvanlara karşı zalimlikten ve buna bağlı dört farklı suçtan suçlu bulunur. Akuatik parklarda tutulan balina, yunus, deniz aslanı gibi deniz memelilerinin yazgıları da ehven sayılmaz. Orkalar ve yunuslar aileleri ile birlikte sürü halinde yaşarlar. İçlerinden birinin yakalanması ailenin ve sürünün bütünlüğünü bozar. Bu memelilerden ele geçirilip daha sonra tekrar denize bırakılanlar stres veya şok nedeniyle ölür. Tüm benzerleri gibi hareketli olan bu hayvanlar için de havuzlarda, su tanklarında yaşamak dayanılmazdır. Normalde kırk-elli yıllık ömürleri olan yunuslar esaret altında ancak yirmi yıl; doksan yıldan fazla yaşayabilen orkalar ise çok nadiren on yıldan fazla yaşarlar. Bu ölümlerin başta gelen nedeni ise strese bağlı ülser ve intihardır. Bu hayvanlar çoğu zaman kendilerini suyun üzerine bırakarak ya da havuzun zeminini dişleme gibi zarar verici hareketlerle hayatlarından vazgeçer. Deniz kaşifi kaptan Jean Jacques Cousteau ve oğlu tutsak yaşama dayanamayarak kendini su tankının zeminine vura vura öldüren bir yunusa şahit olduktan sonra hiçbir deniz memelisini yakalamayacaklarına dair yemin etmişlerdir. İkinci sırada gelen ölümler ise atılan bozuk paralar, havuz suyunun pis olması gibi insan ihmalkarlığı ve dikkatsizliğinin sonucudur. Ayrıca bu havuzlar güçlü kimyasallarla temizlendikleri ve içlerindeki suda yüksek oranda klor bulunduğu için hayvanlar için zarar teşkil eder.

 

Bütün bu olumsuzlukların arasında hayvan özgürleşmesi adına birer küçük adım sayılacabilecek gelişmelerle de karşılaşmak mümkün. 31.Mayıs.2005 'te alınan bir kararla Belçika'da yeni yunus parkı açılması yasaklanmıştır, bunu takiben var olan delfinaryumların ise kapatılması yönünde girişimlere başlanmıştır. Diğer karar ise sirklerle ilgilidir. Yine Belçika'da sirklerde bazı hayvanların tutulmasını yasaklayan kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişim ilk başta olumsuz görünse de bir iyileştirme söz konusudur Çünkü bu yeni kararla 2012 yılına kadar sirklere zoolojik parklardaki standartları karşılama zorunluluğu getirilmiştir. Örnek olarak fil için zorunlu olan yüz metrekarelik dış alan genişliği bin metrekareye, kaplan için mecburi olan otuz metrekarelik dış alan ise yüz metrekareye çıkartılmıştır. Ayrıca yine bu kanuna göre sirklerde sadece tutsak doğmuş hayvanların kullanılması ve sadece gösterilerde yer alan hayvanların bulundurulması yeni zorunluluklar arasındadır. Konu hakkında alınan başka bir karar ise taşıma ve sert olmayan eğitim yöntemlerinin uygulanması ile ilgilidir.

 

Esaret hayatının yanı sıra sirklerdeki yaşam koşulları da berbattır. Akıldan çıkmamalıdır ki sirkler kâr amacıyla kurulmuş birer iş yeridir. Hayvanlar ise bu iş yerlerinin en alt kademedeki çalışanlarıdır. Maliyetlerse ilk elden bu hayvanların üzerinden azaltılacaktır.

 

Sirkler şehirden şehire ülkeden ülkeye sürekli gezdikleri ve çoğunlukla seyahat halinde olmaları nedeniyle hayvanların gereksindikleri su, yiyecek, veterinerlik hizmetleri gibi temel ihtiyaçlara erişim kısıtlıdır. Hayvanlar saatlerce küçük kafeslere tıkılmış hareketsiz ve bağlı olarak ,aşırı sıcak ya da soğuk havaya maruz kalarak yolculuk ederler. Yine de sirklerde eğitim adı altında uygulanan zalim öğretme tekniklerine kıyasla bu rahatsız yolculuklar bir dinlenme bile sayılabilir. En azından dayak, zorlama bir süreliğine de olsa ortadan kalkmıştır.

 

Sirk hayvanları şovlarda sergiledikleri zorlanma gerektiren numaraları isteyerek öğrenmezler. Kimse de durduk yere alevler içindeki bir çemberden atlayan bir kaplan ya da dans eden bir fil göremez. Değişen kademelerde kamçılama, elektrik şoku verme, fillere kanca şeklinde bir alet batırma veya bu aletle darp etme gibi bedensel cezalandırma teknikleri kullanılarak hayvanlar kendilerine emredileni yapmak zorunda bırakılır. Bedensel cezalandırmanın yanı sıra su, yemek vermeme, hayvanı kafesinde tek başına bırakma da direnen hayvanların direncini kırmak için başvurulan yollardandır.

 

Sirklere ve hayvanat bahçelerine danışmanlık yapan bir fil terbiyecisi olan Alan Roocroft, Managing Elephants adlı kitabında şöyle yazar: "Bir file bedensel cezalandırma uygulanırken bu ceza o şekilde zorlayıcı olmalıdır ki fil bunun gerçek bir ceza olduğunu sezebilsin. Üstün pozisyonu sağlayabilmek için eğitici fili iyice sindirmelidir. Asi bir fili zap etmek için yeterli miktarda kas gücünü temin etmek için 8 tercihen 10 yardımcıya gerek vardır. Yine birer fil terbiyecisi olan George "Slim" Lewis ve Byron Fish konuya devam ediyorlar. ".....böyle bir durumda ise fil korku ve bıkkınlık emareleri gösterecektir: gözleri dolar ve gözlerinden yaşlar akar. En sonunda fil teslim olur....Karşısındakine kıyasla çaresiz olduğunun farkındadır."

Fazla söze gerek yok, insanlık utancı denilen şey bu olmalıdır.

 

Elif Erdoğan

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Boğa güreşleri yasaklanıyor

Katalan parlamentosu ilk adımı attı

 

İspanya'nın 17 özerk yönetiminden biri olan, ülkenin doğusundaki Katalonya özerk yönetiminin parlamentosu, boğa güreşlerinin yasaklanmasıyla ilgili yasa tasarısının gündeme alınıp görüşülmesine onay verdi.

 

Boğa güreşlerinin yasaklanması için Katalonya'da toplanan 180 bin imzanın Katalan parlamentosuna getirilmesi sonrasında bugün yapılan gizli oylamada, 59'a karşı 67 oyla boğa güreşlerinin yasaklanmasıyla ilgili tasarının görüşülmesi kabul edildi.

 

Parlamentodaki en büyük iki siyasi parti olan Yönelim ve Birlik Koalisyonu (CIU) ile Katalonya Sosyalist Partisi (PSC), milletvekillerine serbest oy kullanma hakkı verirken, Katalonya Cumhuriyetçi Solu (ERC) ile Yeşiller ve Katalonya için İnisiyatif(ICV-EUiA) partileri "evet", Halk Partisi (PP) ile Ciudadans partileri ise "hayır" oyu kullandı.

 

İspanya'nın en eski kültürlerinden olan boğa güreşleri 18. yüzyıldan bu yana arenalarda yapılırken, bir kısım bunu "vahşet, işkence ve modern çağa uymayan bir gösteri", bir kısım da "halen ilgi çeken, halkın takip ettiği kültürel bir etkinlik" olarak yorumluyor. Bu yüzden de Katalan parlamentosunun aldığı kararın çok farklı tartışmalara yol açtığı gözlenebiliyor.

 

İspanya'nın ünlü matadorlarından Cayetano Rivera Ordonez, "Özgürlüğü kısıtlayan bir karar. Kimse insanları zorla arenaya sokmuyor. Şimdi boğa güreşi seven biri Katalonya dışına gitmek zorunda kalacak. Boğa güreşlerinin kültürel değeri ve boğalara verilen önemin kavranmasında büyük eksiklik var" derken, matador Enrique Ponce ise boğa güreşlerinin daha çok bir İspanyol geleneği olmasından dolayı Katalan parlamentosunun İspanya'ya karşı tamamen siyasi bir karar aldığını söyledi.

 

Boğa güreşi karşıtı dernekler ise yaptıkları açıklamalarda, "Tamamen savunmasız bir hayvanı, acı çektirerek öldürmekle bir eğlence olmaz" ifadesini kullanarak, siyasilere "bu işkenceyi durdurun" mesajı verdi.

 

Konunun kültürel boyutu da olmasından dolayı birçok siyasetçi karar aşamasında zorlanırken, Katalonya özerk yönetim başkanı Jose Montilla ve Barcelona Belediye Başkanı Jordi Hereu'nun boğa güreşlerini sevmediklerini söylemelerine rağmen yasaklanmasına karşı olduklarını açıklamaları da dikkati çekti.

 

İspanya'da boğa güreşlerinin yasak olduğu tek bölge, 1991 yılında çıkarttığı yasayla Kanarya Adaları olurken, Katalonya'nın da bunu yapan İspanya'daki ikinci özerk yönetim bölgesi olması bekleniyor.

 

Katalonya'nın en büyük kenti Barcelona, 2004 yılında belediyenin aldığı kararla "hayvan haklarına saygılı ve boğa güreşi karşıtı bir şehir" ilan edilmişti.

 

Katalan parlamentosunun gündeme alınıp görüşülmesini kabul ettiği boğa güreşlerinin yasaklanmasıyla ilgili yasa tasarısı ilk olarak komisyonda görüşülüp onaylandıktan sonra genel kurula getirilecek.

 

Habertürk

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çocuk Eğitiminde Hayvan Özgürlüğü

 

"Bir insanın bakış açısını değiştirmek,

o insana yeni bir dünya armağan etmektir…”Eğitimin tanımında ısrarla vurgulanan bir nokta, davranışlarımızın “kalıcı izli” olması gerektiğidir. Yani bir çocuğun aldığı eğitim, onun yetişkinlik yaşantısında sergileyeceği davranışların temel belirleyicisi olacaktır. O nedenle bugün “hayvan hakları” söz konusu olduğunda neredeyse herkesin ortak bir tavır (kayıtsızlık) sergilemesi şaşırtıcı olmamaktadır. Çünkü Rönesans’la birlikte ortaya çıkan hümanist görüşler, ne yazık ki günümüzde de hala daha geçerliliğini korumaktadır. Hümanist bir bakış açısıyla eğitim alan insanların da, bugün doğa ve hayvan hakları konusunda sergiledikleri vurdumduymaz davranışlarının sanırız eğitimin kalıcı izli davranış değişikliği olduğu yönündeki tanımının somut ifadesidir.

 

Bugün insan-merkezli yaşam tarzının bizi getirdiği son nokta tüm dünyayı ve içindeki canlıları tehdit eden küresel ısınma felaketidir. Bu acı sonuç insan-merkezli eğitimin sonucudur. Ulus devletlerin iki temel üzerinde (ideal vatandaş ve vasıflı/ara işgücü) insanı eğitmesi sonucunda birey, evrensel bir insan olmaktan ziyade bir vatandaş ya da işgücü olmaktan öteye gidememiştir. Bireyin evrensel bir insan olabilmesi için, insan-merkezli eğitimden bir an önce vazgeçilip, biyo-merkezci bir eğitim hedeflenmelidir. Yani insan, artık dünyanın sahibi olduğu (dünyanın, onun için yaratıldığı) yanılgısından uyanıp, bu dünyanın diğer canlılarla birlikte bir paylaşımcısı olduğunu anlamalıdır. Aksi halde yakın bir gelecekte (İngiliz bilim adamları küresel ısınma bu hızla devam ederse 50 yıl sonra su savaşlarının başlayacağını öngörüyorlar) değil hükmedecek, paylaşacak bir dünya kalmayacak…

 

Şimdi dilerseniz çocuk eğitiminde – farkında olarak ya da olmayarak – gerçekleştirilen bazı hatalı çalışmalardan bahsedelim. Bu hataların kaynağında yine ne yazık ki, hümanist bir bakış açısı yatmaktadır. Birçok anaokulunun, okul öncesi ya da çocuk gelişimi öğretmeni yetiştiren bölümlerin ve birçok anne-babanın çocuklarına hayvan sevgisi kazandırmak isterken düştükleri bazı hatalar:

 

HAYVANAT BAHÇELERİ (HAYVAN HAPİSHANELERİ)

 

Bugün birçok anaokulu, öğrencilerini toplu halde hayvanat bahçesine ziyarete götürmekte, pek çok ebeveyn bir hafta sonu çocuklarını alıp bu yerleri birlikte ziyaret etmektedirler. Aslında bu faaliyet ilk etapta hayvan sevgisini çocuklara aşılamaya çalışan yetişkinlerin iyi niyetli bir faaliyeti olarak görülebilir. İyi niyetle yapılan bir faaliyet olduğundan kuşkumuz yok; ama iyi niyet her zaman yeterli olmuyor.

 

Hayvanat Bahçeleri olarak bilinen bu yerlere gözümüzün önündeki perdeyi kaldırarak baktığımızda, sevimli bir bahçeden ziyade hayvanların tutsak edildikleri birer hapishane olduklarını görürüz. Birçok hayvan doğal yaşam alanlarından koparılarak kendileri için uygun görülen kafeslere kapatılmaktadır. Bu yerlerin en önemli özelliği, o coğrafyada bulunmayan hayvanların görülebilmesidir.

 

Örneğin, bir filin coğrafi olarak yaşam alanı ve yaşam şartları bellidir. Bu şartlar gereği bu hayvanın bizim coğrafyamızda yaşaması söz konusu değildir. Ama bu gibi yerler sözüm ona gerekli şartları hazırlayarak buna benzer pek çok hayvanı kendi yaşam alanlarının çok uzağında yaşamaya zorlamaktadırlar.

 

İnsan türü de dahil olmak üzere pek çok hayvan sosyal canlıdır. Yani tek başına değil, bir topluluk halinde yaşamaya ihtiyaç duyarlar. Yine fillerden örnek verecek olursak; filler de sosyal bir türdür. Ama gelin görün ki, pek çok hayvan hapishanesinde bir ya da en iyi ihtimalle iki fil vardır. Bu örnek diğer sosyal hayvan türleri için de geçerlidir.

 

Tutsak edildikleri kafeslerin şartları ise içler acısıdır. Afrika’nın en hızlı hayvanını on metrekarelik bir kafesin içinde görebilirsiniz. Pek çok kafes, temizliğinin kolay olması amacıyla beton zeminle kaplıdır. Yani kocaman bir fili beton bir zemin üzerinde ve minik bir alanda tek başına öne arkaya dönüp dururken görebilirsiniz. Her gün belli bir kilometre koşması gereken bir hayvanı bu kafesler içinde dört dönerken izleyebilirsiniz.

 

Gerek bakıcıların, gerek hapishane yöneticilerinin, gerekse bu yerlerin ziyaretçilerinin kafeslerin içindeki CANLILARI bir meta olarak görmesi hüzün vericidir. Şayet bu hayvanlar bir meta değil de bir canlı olarak görülüyor olsalardı, hiçbir insanın, hayvanların bu haline razı olmaması gerekirdi.

 

Şimdi bu konuda sorulması muhtemel soruları cevaplamaya çalışalım.

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hayvanlar tutsak edildiklerini hissedebiliyor mu?

 

Hayvanların Sessiz Dünyası’nın (TÜBİTAK Yay. – 1999) yazarı Marian S. Dawkins, “öteki türler, bizim kendi yaşantılarımızda “haz”, “neşe”, “tatmin” olarak sınıflandırabileceğimiz mutlu duygusal durumları da bilmektedirler” (Sy. 252) diyor. Dolayısıyla, bunun karşıtı olan durumları da, hayvanlar da bizim gibi hissetmektedirler. Yine aynı kitapta hayvanların akıl yetileri ile ilgili çok çarpıcı araştırmalardan bahsedilmektedir. Kısacası hayvanların bir kısmında gelişmiş bir akıl yetisi bulunmakta, hayvan türlerinin geneli ise hissedebilmektedir.

 

Peki, hayvan sevgisini çocuklarımıza nasıl kazandırabiliriz?

 

Öncelikle hayvanseverlik konusunda bir açıklama yapmak gerekiyor. Hayvanseverlik, insan-merkezli bir bakış açısının ortaya çıkardığı bir kavramdır. Kimse hayvan sevmek zorunda değildir. Burada önemli olan nokta dünyadaki tüm canlıların yaşam hakkının savunulmasıdır. Örneğin, bir kişi yılanlardan nefret edebilir. Ama bu yılanların yaşam hakkını savunmasına engel değildir. Bir canlı, diğer bir canlı kendi yaşam alanına (beslenme, barınma veya çiftleşme bölgesine) müdahale ettiği anda saldırganlaşmaktadır. Oysa insan türü, durup dururken diğer canlıların yaşamlarına müdahale etme hakkını kendinde görmektedir. Hatta bu müdahaleyi “hayvan sevgisi” adına yapabilmektedir.

 

O nedenle bizlerin çocuklarımıza kazandırmamız gereken bakış açısı, sevsek de sevmesek de bu dünyayı diğer canlılarla paylaşmak zorunda olduğumuzdur. Kendi yaşamımızı tehdit etmediği sürece de, diğer canlıların özgürce yaşamalarını, bu yaşam hakkına saygı duymamız gerektiğini öğretebilmeliyiz. Tabii böyle bir bakış açısını da tutsak ettiğimiz hayvanları ziyaret ederek gösteremeyiz. Hayvan hapishaneleri, çocuklara ancak kötü birer örnek olarak, olmaması gereken bir şey olarak gösterilebilir. Sağlıklı bir insan aklı bunu gerektirir.

 

Peki, hayvanat bahçeleri olmazsa, çocuğuma zürafayı nerede gösterebilirim?

 

Çocuğunuzun zürafayı görme ihtiyacı zorunlu bir ihtiyaç mıdır? Yani çocuklarımız bir fili, aslanı ya da zürafayı hayatları boyunca görmeseler ne kayıpları olur? Ya da şöyle soralım, çocuklarımız fili, aslanı veya zürafayı gördükleri zaman hayatlarında ne gibi değişiklikler yaşanır? Sakın onların bu deneyimden sonra hayvan sevgisi kazanacaklarını söylemeyin. Çünkü böylesi bir sevgi olmasın daha iyi… Bu sevgi, iyi niyetli kötücül bir sevgidir.

 

Kaldı ki, sevgiyi neden kıtalar ötesinde aramamız gerekiyor? İnsanlar yaşadıkları coğrafyayla uyum içinde olmayı, yaşadıkları coğrafyayı sevmeyi öğrenmeleri gerekir. Çocuklarımız gündelik yaşamlarında ne bir fille ne de bir zürafayla karşılaşamayacaklardır. Ama her gün okula giderken, bahçede oynarken, seyahat ederken pek çok farklı canlı türüyle karşılaşmaktadırlar. Çocuklarımızın uyum sağlaması ve birebir tanıması gereken canlı türleri aynı coğrafyayı paylaştıkları canlı türleridir. Diğer canlı türlerini kitap, CD gibi materyallerden tanıyabilir, zoolojiye merak salanlar da gidip o türleri doğal yaşam alanlarında inceleyebilirler.

 

Hayvanat bahçeleri nasıl kapatılır?

 

Hayvanat bahçesi adı verilen hapishaneler, ziyaretçileri olduğu sürece açık kalacaklardır. Açık kaldıkları sürece yeni hayvanlar doğal yaşam alanlarından koparılıp, kafeslere tıkılacak ve ömürlerini hiçbir suçları olmamasına rağmen tutsak halde geçireceklerdir. Yine bu hapishaneler açık kaldıkları sürece, hayvanların orada üremeleri sonucunda doğacak yavruları da tutsak olarak yaşayacaklardır. Bunun için öncelikle artık ziyaretçilerin bu yerleri ziyaret etmemesi, çocuklarının sağlıklı gelişimi için bu gibi yerlerden çocuklarını uzak tutması gerekir. Ziyaretçisi olmayan hayvanat bahçesi en kısa zamanda kapanacaktır.

 

SİRKLER

 

Yine pek çok anaokulunda, okul öncesi ve çocuk gelişimi öğretmenliği programında veya ebeveynlerin bakış açısıyla “sirkler” eğlenceli yerlerdir. Gerek ebeveynler tarafından gerekse çocuk eğitimcileri tarafından sirkler olumlanan yerlerdir. Anaokulları öğrencilerini, ebeveynlerse çocuklarını sirklere götürerek yine “iyi niyetli” faaliyetler gerçekleştirirler. Amaç çocuğun hem eğlenmesi hem de hayvanların ilginç gösterilerini izleyerek hayvan sevgisini kazanmasıdır.

 

Oysa hayvanların o ilginç gösterileri gerçekleştirebilmesi, işkence dolu bir sürecin getirisidir. Bizlere sanki “şeker karşılığı” yapılıyormuş gibi gösterilen hareketlerin altında çok çeşitli işkence yöntemleri ve bu yöntemlerin hayvanları korkuyla yönlendirmesi yatmaktadır. Kullanılan bazı işkence aletleri ve yöntemleri şunlardır;

 

Zincirler:

 

Filler eğitim zamanları, nakiller sırasında ve sık sık şov aralarında ön ve arka ayaklarından zincirlenirler. Bu durum sık sık, bacaklarda çeşitli yaralanmalara (ayak çürümesi, çatlak tırnaklar, epiderm) sebep olur.

 

İp:

 

Yavrulama bölümünde doğmuş bebek filler eğitim için annelerinden zamanından önce uzaklaştırılıyorlar. Ayırma işlemi sırasında, yavrular izole tutulur, ön ve arka ayaklarından iple bağlanır. Baskıya karşı direndikleri için ip yanıkları oluşur.

 

Fil Kancaları:

 

Fil kancaları uzun bir tutaç ve keskin metalden kancaya sahiptir. Filleri disipline etmek için kullanılır. Fillerin derileri kalın olduğu için, bir böcek ısırığını hissedebilecek kadar duyarlıdır. Eğitmenler kancayı kulakların arkasındaki yumuşak doku içerisine, ayakların etrafındaki veya çenenin altındaki yumuşak bölgelere ya da ağız içerisine yerleştirirler.

 

Kamçılar:

 

Kamçı sızıları şiddetli ve kalıcı acıya ve ağrıya sebep olur.

 

Elektrik Şoku:

 

Kamçı gibi, elektrik şoku da dayanılmaz şekilde acı vericidir. Gösteri öncesinde veya gösteri sırasında, çeşitli boylardaki elektrik verici alteler kullanılarak hayvanlar “eğitilir” veya şov yapmaları sağlanır.

 

Sopalar:

 

Sopalar, balta sapları, beysbol sopaları, metal borular gibi aletler yoluyla hayvanlar üzerinde otorite kurulur. İstenmeyen hareketleri yapan hayvanlar bu sopalarla dövülür.

 

Ateşli Silahlar:

 

Sirklerde bulunan vahşi hayvanlar, kimi zaman insanın verdiği acı ve ıstıraba karşı gelir ve bunun hesabını canıyla öder. Bu tip durumlarda ateşli silahlar kullanılarak hayvan öldürülür.

 

Ağız Bağları:

 

Ayı gibi hayvanlar, kendilerini tehdit altında hissettiklerinde hayvanların kendilerini koruma cesaretlerini kırmak için ve hayvanları bastırılmış olarak tutabilmek için ağız bağları giymeye zorlanırlar. Bağlar, görme, solunum, yeme ve içmeyi engeller.

 

5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanların eğlence amaçlı kullanımını yasaklamıştır. Ama gelin görün ki, yasanın hiçbir yaptırım gücü yoktur. Çünkü bu yasaya karşı işlenen suçlara sadece 250 YTL para cezası konmuştur. Burada çözüm yine çocuk eğitiminde yatmaktadır. Çocuklarımıza hayvanların bir eğlence nesnesi olmadığını öğretebilmemiz gerekiyor. Bunun için de sirkler, ancak kötü örnek olarak, yapılmaması gereken şeyler olarak çocuklarımıza sunulabilir.

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

HAYVAN TİCARETİ (PET SHOP)

 

Birçok eğitim kurumunun, ebeveynin ve hatta hayvanseverin içine düştüğü bir hata da evcil hayvan konusudur. Evinde hayvan besleyen insanların hayvan sevgisiyle, bizim bahsetmiş olduğumuz her canlının yaşam hakkının savunulması çok farklı konulardır. Evcil hayvan kavramı yine insan-merkezli bir bakış açısının sonucudur. Bu bakış açısıyla hayvan yine bir meta olarak görülmektedir. Evimizde beslediğimiz, çocuğumuza arkadaş olan, gelişmiş bir oyuncak gibidir.

 

Evcil hayvan kavramının ortaya çıkmasıyla hayvan ticareti büyük boyutlara ulaşmış ve bunun sonucunda yine olan hayvanlara olmuştur. Doğada bir karşılığı bulunmayan ara (melez) türler üretilmiştir. Bu ara türlerin üretiminde en çok köpek türü kullanılmıştır.

 

Yine bu ticaret sayesinde pek çok hayvan bir ülkeden başka bir ülkeye transfer edilmiş bu transferler sırasında yarıya yakını yolda ölmüştür. Hayvan ticaretinin yapıldığı pet shop adı verilen dükkanlarda onlarca hayvan zar zor dönebildikleri kafeslerde tutsak edilmektedir. Bir hevesle bu pet shoplardan alınan hayvanlar, çocuğun hevesi geçince ya da bakımında zorlanınca sokağa terk edilmektedir. Bu durumda terk edilen hayvanların hissettikleri duygusal çöküntüyü de bir kenara bıraktık, bu hayvanların belediyeler tarafından zehirlenerek öldürülmesiyle bu evcil hayvan serüveni son bulmaktadır. 5199 Sayılı yasa belediyelerin hayvanları zehirlemesini yasaklayıp, belediyelerin barınak kurmasını zorunlu kılsa da, bahsi geçen yasanın yaptırımı yok denecek kadar azdır.

 

Burada önemli olan, barınak kurarak havuzun dibindeki deliği kapatmaya çalışmak yerine, havuzu dolduran çeşmeyi kapatmaktır. Bu çeşme, hayvan ticaretidir. Hayvan ticaretine sebep olansa “evcil hayvan” beslenmesidir.

 

Evcil hayvan beslemek, beslediğimiz canlı üzerinde hakimiyet kurmak ve kendi bencil duygularımızı tatmin etmektir. Bu bencil tatmin, beslediğimiz hayvanın bize bağımlı yaşar hale gelmesine ve duygusal açıdan bize bağlanmasına sebep olmaktadır. Bir kedinin ömrü ortalama on üç yıldır. Bir çocuğun heves etmesiyle alınan bir kedi, on üç yıl sürecek sorumluluk demektir. Barınaklar, alındıktan iki üç yıl sonra çeşitli sebeplerle sokağa atılan kedi ve köpeklerle dolu… Evcil hayvan seven herkes bir kez bile olsa bir pet shop’a gitmiştir. Ama pek az kişi şehirlerinde bulunan bir hayvan barınağını ziyaret etmiştir. Hatta şehrinde bir barınak olup olmadığını bile bilmemektedir. Çünkü ne yazık ki, kapitalist kültür, tüketiciliği had safhaya ulaştırmış ve pet shopların ışıklı dükkanları bize cazip gelirken, barınakların (parasızlıktan) pis ve kokulu durumları bize çekici gelmemektedir.

 

Şayet çocuklarımıza hayvanları sevdirmek istiyorsak, bu işe sokağımızda bulunan hayvanlardan başlayalım. Çocuklarımıza, mülkiyetçi bir zihniyetle hayvanları bir eşya gibi sahiplenmek yerine, hayvanları yaşadıkları sokakta besleyerek, başlarını okşayarak ve ihtiyaçları olduğu zaman veterinere götürerek sevgimizi ve yaşamı paylaşmayı öğretelim. Çocuklarımızı pet shopa götürmek yerine, şehrimizde bulunan hayvan barınağını ziyaret edelim ve ordaki hayvanlara karşılıksız yardım ederek sevgiyi paylaşmayı, önceki neslimizin açtığı yarayı sarmayı öğretelim.

 

Hiç kimse doğarken bilgilerle kuşanarak doğmaz. Yaşadıkça öğreniriz. Yaşadıkça gözlerimizin önündeki perdeler birer birer kalkar. Perdeler kalktıkça kendimizle baş başa kalırız. Nitelikli bir eğitimcinin en büyük amacı da işte bu körleştirici perdeleri bireylerin gözünün önünden kaldırabilmesine yardımcı olmaktır.Bugüne kadar sirkler, hayvanat bahçeleri, pet shoplar çoğumuza “normal” gelmiştir. Çünkü bize normal olduğu söylendi. Bugünden sonra bu normları değiştirebilecek güce ve konuma sahip olduğunu unutma!..

 

Yazan: Sinan İzmir

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...

Cuma günü oğlumun okuluna bir sirk gelip, reklam bırakmış.Öğretmenimiz sınıfta çocuklara bu broşürleri dağıtmış, hatta birkaç öğrenciye kura çekerek bedava bilet vermiş.Müthiş derecede kızgınım.bir okul en önemlisi de bir öğretmen böyle bir ticarete nasıl alet olur anlamıyorum.

 

Şükür ki çocuklarıma hayvan sevgisini aşılayabilmişim, biraz konuşup birazda bu başlığı birlikte okuduktan sonra hele hele yavru bir filin nasıl eğitildiğini gösteren resimleri gördükten sonra sirk'e gitmek istemekten hemen vazgeçti.

 

Lütfen okullar, anne babalar çocuklarının anlık mutluluğu için bu zulüme izin vermeyip tepkili olsun...-_-

 

http://www.cnnturk.com/2009/dunya/12/18/iste.sirk.gercegi.cehalet.mutluluktur/555939.0/index.html

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 9 ay sonra...
  • Co-Admin

427131_363301130359038_292912490731236_1102059_1753216534_n.jpg

 

Yunus parklarında yavrular ölü doğar.

 

Yer: Türkiye'de bir yunus parkı. Bir anne yunus, yavrusunun ölümünü acı içinde izliyor.

 

Yunus havuzlarındaki dişi yunusların çoğu ölü doğum yapar ya da yavrularını kısa sürede kaybeder. Bu ölümlerin nedeni, esaretin kendisidir. Dişi yunuslar, doğum yaparken doğal ortamlarında olduğu gibi kilometrelerde yüzerek sağladıkları genital açıklığı havuzlarda sağlayamazlar, bu da yavruların doğum sırasında boğulmalarına neden olur. Yunusların gebelik dönemlerinde de yapmaya zorlandığı, havuz kenarındaki sert platformların üzerine çıkıp karınlarının üzerinde durdukları şov hareketi de bazı yavruların henüz annelerinin karnındayken ölmesine neden olur. Lütfen bu insanlık dışı sektöre destek vermeyin, yunus parklarına gitmeyin.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 yıl sonra...

Elif Erdoğan*

 

Güney Afrika’nın en eski yerlilerinden olan Kikuyu kabilesine mensup Sawtche, bir çiftçinin kölesiyken aşırı gelişmiş kalçaları ve cinsel organı nedeniyle genç bir cerrahın ilgisini çeker. O dönemde Avrupa’da normal dışı görünümlü, egzotik olarak addedilen farklı ırklara ait insanların sergilenmesi moda halindedir. 1810 yılında ingiliz cerrah tarafından bu genç kadın Londra’ya getirilir. Chester piskoposunun özel izniyle Saartjie Baartman olarak vaftiz edilir. Kadın kısa sürede bir gösteri, sergi nesnesi olarak defalarca alınıp satılır. İlk önce İngiltere’ye, daha sonra Hollanda’ya, en son olarak da Fransa’ya götürülür. Şov dünyasında kendisine Hotanto Venüsü ismi takılır. Sirklerde, fuarlarda, müzikhollerde, yüksek burjuvazinin salonlarında bir merak ve seks objesi olarak sergilenir. Büyük kalçaları ve anormal boyuttaki cinsel organı şehvetle karışık bir merakla izlenir. İzleyenler kadının vücudunu eller, çimdikler, kalçalarına iğneler batırırlar. Bu yabancı beden onlarda açgözlü, doymak bilmez bir ilgi uyandırdığı gibi, aynı zamanda da bir Avrupalı için “daha aşağı bir ırktan” bir insan, hatta bir hayvan olduğu için; bu yaratık kendilerini daha üstün hissetmelerini sağlar. Bir yanda medeni Avrupa diğer tarafta cahil, olsa olsa Avrupalının eğlencesi, kölesi, oyuncağı olan bir hayvansı yaratık vardır. Saartjie artık bir insan, bir doğal varlık değil, kamunun merakını tatmin eden bir nesnedir. Bir süre sonra halk bu tuhaf varlıktan bıkar. Derken bu hilkat garibesini bilimadamları incelemek ister; bu sefer de kadın bilimsel bir vakka, bir inceleme nesnesi haline gelmiştir. Dokuz ay sonra kadın alkolik bir fahişe olarak sefalet içinde ölür. Naaşı da huzura kavuşamaz. Canlıyken kendisini inceleyip bir rapor yazan zoolog ve karşılaştırmalı anatomi uzmanı Baron George Cuvier kadının cansız bedenini teşrih eder; beyni ve cinsel organı çıkartılıp kavanozlara konulur. Bedeninin alçıdan kalıbı ve vücudundan geriye kalanlar Paris’teki Musée de l’Homme’da sergilenir. 1994’te Güney Afrika’daki ırkçı rejim sonrasında Kikuyu kabilesi Nelson Mandela’dan Saartjie’nin bedeninden arta kalanları talep eder. Bu talep Fransız bilim çevreleri tarafından ilk önce reddedilir. Ancak 2002’de Fransa naaşı iade etmeyi kabul eder. 2002’nin Mayıs ayında başbakan, birçok bakan ve kabilenin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir tören yapılır ve Saartjie’nin yeniden biraraya getirilmiş bedeni halkının adetleri gereğince bir ot yatak üzerine ateşe verilir.

 

Günümüz insanı için bu örnek, insanlıkdışı ve akıl almazdır. İnsanlar işlerine geldiği kadar da olsa bir insanlık onurundan, insan haklarından bahsediyor. Ama konu insan değil de hayvan olunca, az da olsa varolan bu etik kavrayış yok olup yerini ben insanım kaynaklı bir benmerkezciliğe, “her şey benim hakkım” görüşüne bırakıyor. İnsanlar eğlenmek için sirklere, hayvanat bahçelerine gidiyorlar. İspanya’ya giden bir turist boğa güreşlerini görmek için can atıyor. Değişik bir gösteriyi görmüş olmak için veya bahis amaçlı olarak at yarışları, köpek yarışları, horoz dövüşleri izleniyor. Bütün bunları yaparken nedense kişiler hep neyin içinde bulunduklarını, aslında neye hizmet ettiklerini biraz olsun sorgulamaktan uzak durur. Cevap çok da basit; dönemin Avrupalısının yerli kadına davranışının aynısı, daha da beteri sorgusuz sualsiz hayvanlara uygulanmaktadır. Hayvanlar modern insan için tüketim nesnesi olduğu kadar; görülüp,seyredilip eğlenilecek; hoş ve ilginç zaman geçirilecek, üzerlerinden para kazanılacak birer varlık konumundadır. Sirkler, hayvanat bahçeleri, deniz memelilerinin bulunduğu su parkları, kültürün bir parçası sayılan boğa güreşleri, tazı yarışları, at yarışları, horoz dövüşleri boş zaman geçirme amaçlı masum aktiviteler değil, dolaylı ya da dolaysız olarak hayvanların katledildiği zulum dolu, kanlı aktivitelerdir. Kimse kendini kandırmasın, bir fil sirkte mutlu değildir, at yarışında hiçbir at severek koşmaz, hayvanat bahçeleri kim ne kadar iddia ederse etsin bir hayvanın gereksindiği doğal ortamı yaratamaz. Bütün bunlar kâr amacı güden birer sektördür, unutulmaması gereken nokta da budur. Ekonominin her alanında olduğu gibi bu kuruluşlarda ve etkinliklerde de ilk kriter çok kazanç az maliyettir. Bu maliyetlerse hayvanlar gözden çıkartılarak, onların huzuru, sağlığı pahasına düşürülmektedir.

 

Hayvanların bahis veya eğlence amaçlı olarak yarıştırılmaları ülkeden ülkeye kullanılan hayvanların türlerine göre benzerlikler ya da farklılıklar gösterir. Dünyada ve Türkiye’de yaygın ve bilinen olanlar horoz, köpek dövüşleri, at ve tazı yarışlarıdır. Bunların dışında rodeo, Meksika rodeosu, boğa güreşi, kızak köpekleri yarışları (iditarod) daha yerel şekilde yapılmaktadır.

 

Horoz dövüşleri Türkiye için de geçerli olduğu gibi Meksika, Endonezya, Malezya, Haiti, Porto Rico, İspanya, İtalya, Fransa ve Belçika’da da kültürel bir özellik taşıyor. Dövüşte kullanılacak horozlar yumurtadan çıktıktan sonra 9-15 ay boyunca fındık, fıstık, ceviz, bal ve pişmiş yumurta ile beslenir. Bu sürenin sonunda horoza antrenman olarak otuz dakika dövüş yaptırılır. Ayrıca horozun güçlenmesi için ayak bileklerine ağırlıklar takılarak yürütülmesi de çalışmaların bir parçasıdır. Ringe çıkmadan önce, dövüş sırasında hayvan için bir engel teşkil edeceği düşünülerek horozların tüyleri yolunur, ibikleri ve ayaklarının arkasında mahmuz şeklindeki et parçaları kesilip alınır. Tüylerinden mahrum bırakılması kuş için zararlıdır: vücutlarında ter bezleri bulunmadığından tüylerinin kaybı horozu sıcağa çok duyarlı hale getirir.. Dövüştürülecek horozlar sahip oldukları “silahlara” ve ağırlıklarına göre sınıflandırılır.

 

Horozlar kokpit ya da sadece pit denilen dairesel veya kare alanlarda dövüştürülür. Horozlar doğal yapılarıyla ringe çıkmazlar. Rakiplerine öldürücü yaralar vermesi, rakibin gözlerini oyması, kemiklerini kırması için pençeleri zımpara ile sivriltilir, pençelerinin ucuna onları birer keskin bıçak gibi kılacak metalden mahmuzlar takılır. Horoz dövüşü seyretmiş bir kişinin anlattıkları bu sürecin ne kadar kanlı olduğunu göstermekte: “Her on beş dakikada bir su molası verildiğini öğrendiğim dövüş, en çok sekiz devre sürüyor. Horozlardan biri ya ölecek ki dövüş bitsin, yoksa berabere kabul ediliyor. Dövüş başlayalı neredeyse bir saat oldu ve kırmızı horoz vura vura diğerinin kafasını patlattı. Her tarafı kan içinde kalan kafası yarılmış horozun boyu biraz kısa olduğu için, kırmızının kafası yerine gırtlağına vuruyor.Herkes kırmızının kazanacağından emin. Mola bitiyor. İğne iplikle kafasındaki yarılan yerleri dikilen tavuk tüylü horoza, şırıngayla şekerli su verildikten sonra tekrar arenaya dönüyor. Son olarak, kanlar temizlensin diye gırtlağına tüy sokuluyor.”

 

Horoz dövüşlerini meşrulaştırmak için ortaya atılan bahane dövüşün belli tür horozların doğasında olduğudur. “Hint horozuna dövüş öğretilmez, doğasında vardır……Yarıştan men edildiği takdirde soyu körelir. Bu kanatlının gıdası dövüştür. Bu dünyadan bihaber sözde hayvanseverler, tutumlarıyla Hint horozunun kökünü kuruturlar. Konu bilimsel olarak incelenmelidir. Böylece Hint horozunun nesli korunmuş olur.”

Gerçekten de hint horozu ve bazı diğer türler saldırgan, dövüşme güdüsü yoğun hayvanlardır. Doğal yaşantılarında bu hayvanlar yiyecek, eş, sınırlarını korumak, belli bir bölgede hakimiyetlerini kurmak için dövüşürler. Fakat bir horozu alıp doğasında varolmayan bir biçimde besleyerek, antrenmanlarla olduğundan daha vahşi hale sokup, bedenlerine müdahale ederek ve sonra da rakibini bertaraf etmesi için ringe çıkarmak, hayvanı dövüşe zorlamak bir hayvanın doğası gereği dövüşmesiyle aynı şey değildir. Doğada nadiren kendi türünden hayvanlar birbirleriyle ölümüne dövüşür, yenilmesi kaçınılmaz olan taraf kaçar gider ve haliyle dövüş de sona ermiş olur. Horoz dövüşlerinde ise kaybetmekte olan hayvanın kaçma ve kurtulma imkanı yoktur.

 

Dövüşlerin acı verici ve hayvanın doğasına aykırı olması dışında dövüş horozlarının yaşamları da birçok farklı amaçlarla esir tutulan hayvanlar gibi işkenceden farksızdır. Ringe çıkmadıkları veya çalıştırılmadıkları zamanlar bu hayvanlar bir ayaklarından bir yere bağlı olarak barınak niyetine yapılmış, çoğu zaman bir beton zemin üzerine konulmuş tel ya da plastik kafeslerde hareketsiz ve rahatsız bir durumdadırlar. Dövüşü kaybeden horozlar ise zaten gözden çıkartılmışlardır. Onları en iyi ihtimal ölüm bekleyebilir. Bir kere dövüşe alışan horoz normal bir yaşam süremez çünkü dövüşmekten başka bir şey elinden gelmez. Oyun alanlarından, ringlerden kurtarılan horozlar genelde bu nedenden dolayı öldürülür.

 

Horoz dışında köpek de dövüştürülen hayvanlardandır. Köpek dövüşlerinde dövüş süresi 15 dakika ile 2 saat arasında değişebilir. Köpek dövüşleri rakiplerden biri devam etmek istemeyinceye kadar sürer. Dövüşlere katılan köpeklerin aldıkları ve neden oldukları yaralar ciddi; hatta ölümcüldür. Fiziksel ve zihinsel olarak yeterince güçlü hemen her ırk dövüşler için kullanılabilmesine rağmen Amerikan Pit Bull Terrierler rakipleri karşısında en fazla yorulmaz yenme hırsını ve başarısını gösteren ırktır. Bu köpeklerin inanılmaz güçlü çene kuvveti, ön dişleriyle tutarken arka dişleri ile çiğnemelerine imkan verir. Bu nedenle yaralar derin kesikler hatta kırılan kemikler halindedir. Çoğu köpek kan kaybı, şok, dehidrasyon, aşırı yorgunluk ya da dövüşten saatler hatta günler sonra enfeksiyonlardan ölmektedir. Diğer hayvanlar da ayrıca dövüş adına kurban edilmektedir. Köpek sahipleri genellikle kedi, tavşan ve daha küçük köpekleri hayvanlarını dövüşe alıştırmak için kullanmaktadırlar.

 

Greyhound olarak da bilinen tazı yarışları, spor, eğlence adı altında hayvanlara yapılan başka bir eziyettir. Bu yarışların ardında büyük bir köpek yarışı endüstrisi mevcuttur. Yarışacak en hızlı ve bedensel açıdan en güçlü türü yaratmak için sektör fabrikasyon köpek üretimine ihtiyaç duyar. İngiltere’de sadece tazı üretmek için tasarlanmış haralar vardır. Bu şekilde İngiltere’de yılda ortalama kırkbin köpek üretilmektedir. Bunun sonucu olarak ortaya üretim fazlası çıkmakta, seri üretim sonucu çoğalan köpeklerden koşmaya, yarışmaya yeterince uygun olmayanlar sektöre kâr getirmeyeceklerinden öldürülmektedir. Yarışacak köpekleri ise zorlu ve riskli yarışlar bir yana, birçok kötü koşul bekler. Tazılar sürekli olarak bir yarıştan diğerine taşındıkları için bu köpeklerin ömürlerinin geniş bir kısmı seyahat halinde, düzgün havalandırma sistemleri olmayan, kalabalık (bir kamyonda aşağı yukarı altmış köpek taşınmaktadır) taşıtlarda, aşırı sıcağa veya soğuğa maruz şekilde geçer. Yarış köpeklerinin bedenleri kastan ibaret olup üzerinde yağ dokusu bulunmaması sebebiyle bu hayvanlar sıcak ve soğuk havaya karşı çok hassastır. Yolculuklar dışında da bu hayvanların durumu iç açıcı değildir. Sağlıksız ve rahatsız barınaklar, yorucu antremanlar, çalışma veya yarış esnasında başa gelen kazalar, yaralanmaları kemik kırıkları, kalp krizi bu köpeklerin yaşamlarının sıradan bir parçasıdır. Bir örnek verilecek olursa 2005 yılında West Virginia’da yetmiş üç greyhound bozuk klima yüzünden çıkan yangında kulübelerinde ölmüş, bundan beş yıl sonra ise aynı kişiye ait elliden fazla greyhound kötü havalandırma sistemi nedeniyle kalp krizi geçirerek ölmüşlerdir. Greyhoundlar genellikle rayların üzerinde dönen bir maket tavşanı kovalama yoluyla çalıştırılır. Bu cihaz köpeklerin yaralanmasına ve ölümlerine sebep olmaktadır.

 

Tazıdan en iyi verim ilk üç yılda alınır. Hızdan düşen, yaşlanmış köpekler boğularak, zehirlenerek ya da asılarak öldürülmektedir. Öldürülmeyenler araştırma laboratuvarlarına satılmakta veya yarış köpeğine ait kimlik bilgileri kulaklarına takılı olan çiplerde bulunduğundan kulakları kesilerek sokağa atılmaktadır. Verim alınamayacak köpeklerin öldürülmeleri konusunda ABD, Idaho’da yaşananlar çarpıcıdır: Idaho’da bulunan Coeur d’Alene grehound parkında ağzı klipse kapatılmış rektumundan elektrik verilerek öldürülmüş dişi bir greyhound bulunur. Şahitler bunu tek örnek olmadığını, parkta birçok köpeğin de bu şekilde öldürülmüş olduğunu söylerler. Bu olaydan sonra Idaho’da greyhound yarışları yasaklanmıştır.

 

Greyhound yarışlarının tek kurbanı köpekler değildir. Her ne kadar koşu idmanlarında maket tavşanların kullanımı yaygınlaşmış olsa da tavşan, kedi, gine domuzu diye bilinen kobaylar da kullanılmaktadır. Birçok ülkede greyhound yarışları zalim bir spor olarak görülmeye ve kamunun tepkisini çekmeye başlamıştır. ABD’de 34 eyalette ve Güney Afrika’da yasak olup İtalya’da son yarış pisti geçen yıl kapatılmıştır. Fransa’da ise ticari olmayan şekilde köpek koşuları yapılmasına izin vardır. Tepkilerden ötürü özel şirketler ve dünyada greyhound yarışlarının yönetim mercii olan Dünya Greyhound Yarışları Federasyonu bu yarışları ve bu köpeklerin üretimlerini Asya ülkelerine kaydırma girişimleri başlatmışlardır. Yeni yarış coğrafyası Filipinler, Kamboçya, Vietnam, Çin ve Kore’yi kapsamaktadır. Bu yeni merkezler belirleme noktasında KKTC’de köpek yarışları için yeniden düzenlenerek Ağustos ayında yarışlara açılacak Meserya Stadyumu önemlidir. Bu durum dünyadaki ve özellikle KKTC’deki hayvanseverleri de ayağa kaldırmıştır. Hayvanları Koruma Derneği, Baraka Kültür Merkezi, POST (Project Oriented Searching Team), Lefke Çevre ve Tanıtma Derneği ve tüm hayvanseverler, 14 Ağustos Cumartesi günü saat 20.00’da Mesarya Stadyumu önünde bir protesto gösterisi düzenliyor. Aynı gün açılışı yapılarak köpek yarışlarının başlayacağı Mesarya Stadyumu’nda biraraya gelecek olan hayvanseverler, tüm duyarlı kişileri, çevrecileri, hayvan hakları savunucularını protestoya katılmaya davet etti. Hayvanseverler köpek yarışlarının , hızlı köpeklerin yarıştırıldığı bir spor değil, hayvanlar üzerinden kumar oynanarak hem topluma zararı olan hem de hayvanlara yapılan bir eziyet olduğunun ve Köpek yarışlarının, gerek Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne gerekse KKTC’de yürürlükte bulunan Hayvanlara Zulüm Yasası’na aykırı olduğunun altını çizdi.

 

Hayvanların bahis amaçlı yarıştırılması sözkonusu olduğunda ilk akla gelecek olan şüphesiz at yarışlarıdır. At yarışları dünyada milyarlarca dolarlık; kazanma, daha fazla kazanma hırsının ön planda olduğu bir endüstridir. Bu kazanç peşinde sektörün kurbanları ise doğdukları andan itibaren mal olarak alınıp satılan, ölümüne çalıştırılan, yarışamayacak duruma düşünce öldürülen, mezbahalara satılan atlardır. Yarış atları için emeklilik yoktur.

 

Atlar henüz iskelet sistemleri gelişmekteyken yarışlar için hazırlanmaya başlanır. Bu dönemde taylar, kemiklerinin çok yumuşak olması nedeniyle hızlı koşabilecek, ağır yükün verdiği baskıyı kaldıracak kadar güçlü değildir. Yarışlar ve antremanlar bu hayvanlar için aşırı zorlayıcıdır. Tendonlarının gerilmesi atlara geri dönüşü olmayan hasarlar verir. Yarış atlarının yüzde ellisinde kemik kırılması ve sürtünmeye bağlı kemik aşınması görülür. Bu bir örnekle açıklanacak olursa: iki taş birbirine bir müddet sürtüldüğünde taşlardan küçük tanecikler kopacaktır. Aynı durum koşmaya ve bunun yarattığı sürtünmeye bağlı olarak atların kemiklerinde de ortaya çıkar. Bir at ortalama olarak her yirmi iki yarışın birinde yarışı tamamlayamayacak şekilde yaralanmakta, sekiz yüz at ise yarış sırasında yaralanma sonucu ölmektedir. Tıbbi bakım ve teknolojik ilerlemeler de atları iyileştirmeye yetmemektedir, bunun nedeni ise atların bedensel olarak büyük hayvanlar olması, cerrahi müdahaleye ve anesteziye dayanamamaları ve bu hayvanların, üzerlerinde alçı ya da askı gibi kısıtlayıcı gereçlere izin vermemeleridir. Zaten, yine ortalama sayılarla konuşulacak olursa, bir at dokuz yüz bin dolara satın alınmakta, yıllık gideri ise ellibin doları bulmaktadır. Bir kere bu kadar fahiş paralar gözden çıkarıldıktan sonra atların sahipleri ameliyatın ve ameliyat sonrası bakımın masraflarını karşılamaya yanaşmazlar. Yaralı at ya tedavi edilmeden koşturulur veya ölüme terk edilir. Yara almış bir atınsa koşması haliyle kolay değildir. Daha hızlı koşmaları ya da sakatlıklarına rağmen koşmaları için yarış atlarına onları birer ilaç bağımlısı haline getirecek kadar ilaç yüklenir. Hangi ilacın yasak, hangisinin olmadığı ülkeden ülkeye değişir. Bu maddelerden bazıları akciğer kanamalarını engelleyen Lasix, acıyı maskeleyip atın daha hızlı koşmasını sağlayan bir ağrı kesici görevini gören fenilbutazon ; sakat hayvanın acısını hissetmesini engellemek için kullanılan morfindir. Bu tarz ilaçların çeşitleri de çok fazla olduğu için laboratuarların bunları saptaması da kolay olmaz. At yarışları bu tarz skandalları çok yaşamış ve yaşamaktadır.

 

Bu eziyet dolu yaşantının ardından yarışamayacak atların sonu haliyle bir şekilde öldürülmek olur. ABD’de şu anda 3 tane at mezbahası bulunuyor ve at eti ihracatı oldukça kârlı bir iş. Mezbahalar ise “istenmeyen” atların ortadan kaldırılması gibi “yararlı” bir iş yaptıklarını savunuyorlar. Üç mezbahadan biri olan Beltex mezbahasının kayıtlarına göre, 2004 yılı bir temmuz- yirmi iki temmuz arasında, mezbahaya 1845 at gelmiştir ve bu atların arasında fazla sayıda yarış atları da vardı.

Konu ile ilgili diğer bir araştırma ise Colorado Devlet Üniversitesi’ne aittir, bu araştırmaya göre ise mezbahaya gönderilen 1348 attan 58 tanesi yarış atıdır.

 

Çoğu çocuğa okulda ya da ailesi tarafından yüzeysel bir şekilde hayvanları sevmesi gerektiği öğütlenir. Bu sevginin tek gerekçesi de insanların, hayvanların “etinden, sütünden, yününden” yararlanıyor olmasıdır. Hayvanlar kafalarda her zaman insanın ancak emirlerine ve isteklerine tâbi bir konumda yer alır. Hayvanların dünya üzerinde kendilerine özgü sebeplerle varoldukları, insan ihtiyaçlarını karşılasınlar diye varolmadıklarını düşünmek nedense çok aykırıdır. Bu kadının erkek için, siyahın beyaz için yaratılmış olduğu gibi hep iki kutuplu işleyen araçsal görüşün aynısıdır. Kendini akıl sahibi varlık olarak niteleyip doğadaki diğer hayvan türlerinden ayıran insan uygarlaştığından itibaren ve daha yoğun olarak da Aydınlanma hareketi ile birlikte kafasında iyi-olumlu , kötü-olumsuz şeklinde karşıtlıklar yaratmış, biri (iyi-geçerli) olan hak sahibi sayılıp diğeri pahasına ön plana çıkartılmış, öte tarafta kalan ise yürürlükte olanın sömürüsüne maruz kalmıştır. Ardından ilerleme adı verilen zihniyet değişimleriyle eski yaklaşım bırakılmış, hatalardan nedamet getirilmiş fakat yeni şekillenen bir kafa yapısına uygun olarak tekrar değişik bir sömürü nesnesi yaratılmıştır. Ne yazık ki insanlık tarihi hep böyle çalışmış ve çalışmaktadır. Peter Singer’ın sözleri ile ifade edilirse insanlığın şu an hayvanlara karşı zorbalığı ve “eşit önemseme ilkesi”nden uzak muamelesi “mevcut son ayrımcılık biçimi”dir. Bu hal karşısında insanlık hâlâ gözünü açmaya direnmekte, hayvanlara karşı kullanım odaklı bakış sürmektedir. Bu düşünme ve akıl yürütmeyi terk etmek kolay olmayacaktır. “Her özgürlük hareketi ahlaksal ufkumuzun biraz daha genişletilmesini gerekli kılar; eskiden beri doğal ve kaçınılmaz kabul edilegelen bazı uygulamaların aslında hiçbir şekilde haklı gösterilemeyecek bir önyargının sonucu olduğu ortaya çıkar ve bunun meşru bir biçimde sorgulanabilecek hiçbir yaklaşımı ya da uygulaması olmadığını kim ileri sürebilir?” (Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi, Ayrıntı Yayınları) Olanı, sorgulamadan yapageldiğimizi köklü bir şekilde gözden geçirmek ve alışmışı zarar görenlerin gözüyle değerlendirmek gerekir. Kısacası Foucault’nun Özne ve İktidar’da altını çizdiği gibi “bugünlerde amacımız ne olduğumuzu keşfetmek değil, ne olmuş isek onu red etmek olmalıdır”.

 

Hayvanlara karşı bir miktar sempati duyan, “çok da eziyet görmelerini (!)” tasvip etmeyen herhangi bir kişi olan sağduyusu sayesinde hayvan dövüşlerinden, at yarışlarından rahatsızlık duyabilir. Ama çoğu insan sirkleri, hayvanat bahçelerini, deniz memelilerinin bulunduğu parkları sevimli bulur, bunları çocukları için şirin bir eğlence, hayvan sevgisi yönünde yararlı bir etkinlik olarak değerlendirir. Gerçekten de hayvanları sevmediğini dile getiren bir kişi için bu mekanlar cazip değildir. Bu nedenle, birçok kimse bu yerlerin ve bu tarz gösterilerin hayvanlar için gerçekte ne kadar eziyet dolu, dayanılmaz bir yaşam yarattığını, arka plandaki görünmeyen sefaleti biraz olsun bilseler, bunlardan artık zevk almayacaklardır. Olumsuz koşullar, sirklerde uygulanan şiddet dolu eğitim yolları bir yana, unutulmamalıdır ki söz konusu hayvanlar insanları eğlendirmek amacıyla birer tutsak konumundadır. Hiçbir yapay müdahale, ne kadar doğaya uygun olduğu iddia edilirse edilsin hayvanlara kendi özgür ortamlarını, sosyalleşme, yiyecek arama, oyun oynama, çiftleşme gibi temel gereksinimlerini sağlayamaz. Artık daha şıklaştırılıp demir parmaklıklar, kafesler kaldırıldı diye isimleri doğal park ya da zoolojik park olarak değiştirilen hayvanat bahçelerinin sunduğu görüntü vahşi yaşamın sadece bozulmuş, çarpık bir sunumundan öte değildir.Öyle ya da böyle sirklerde olsun doğal parklarda olsun hayvan kontrol altında ve özgürlük içinde yaşama haklarından mahrumdur.

 

Bu ortamların esir durumda olan bazı hayvanların doğalarına ne kadar aykırı olduğunu görmek için birkaç basit bilgi yeterli olur. Filler günün on sekiz saatini aktif geçiren, günde 30 mil kadar yürüyebilen, göllerde serinlemekten hoşlanan, sürü içinde yaşayan, oldukça sosyal hayvanlardır. Ayılar kısıtlanmaya en zor dayanan hayvanlardan biridir. İyi yüzücü olan ve saate 35 mil koşabilen ayılar meraklı, enerjik fakat bir o kadar da utangaç yapıdadır. Gösteri zamanı dışında filler sirklerde günün yüzde yetmişinde, büyük kediler yüzde doksandokuzunda zincire vurulu ve kafeslere kapalıdır. Sirkte kendisi için tahsis edilen alan, bir kaplanın doğal yaşam alanından onsekizbin, aslanınkinden ise onyedibin misli dardır. Bütün bu sayısal ifadeler durumun vahametini gösterir. Rahatça hareket edememeye ve sürekli dayak tehditine bağlı olarak bu hayvanlarda strese ve psikolojik bir mahrumiyete işaret eden sürekli kafa sallama, bulundukları yerin zeminini tırmalama gibi anormal davranışlar görülür. 2001 senesinde Kelly Miller isimli bir sirke ait bir römorkta aşırı derecede aç ve susuz, volta atmaktan ayakları kan içinde kalmış 3 tane ayı bulunur. Eğitimcileri hayvanlara karşı zalimlikten ve buna bağlı dört farklı suçtan suçlu bulunur. Akuatik parklarda tutulan balina, yunus, deniz aslanı gibi deniz memelilerinin yazgıları da ehven sayılmaz. Orkalar ve yunuslar aileleri ile birlikte sürü halinde yaşarlar. İçlerinden birinin yakalanması ailenin ve sürünün bütünlüğünü bozar. Bu memelilerden ele geçirilip daha sonra tekrar denize bırakılanlar stres veya şok nedeniyle ölür. Tüm benzerleri gibi hareketli olan bu hayvanlar için de havuzlarda, su tanklarında yaşamak dayanılmazdır. Normalde kırk-elli yıllık ömürleri olan yunuslar esaret altında ancak yirmi yıl; doksan yıldan fazla yaşayabilen orkalar ise çok nadiren on yıldan fazla yaşarlar. Bu ölümlerin başta gelen nedeni ise strese bağlı ülser ve intihardır. Bu hayvanlar çoğu zaman kendilerini suyun üzerine bırakarak ya da havuzun zeminini dişleme gibi zarar verici hareketlerle hayatlarından vazgeçer. Deniz kaşifi kaptan Jean Jacques Cousteau ve oğlu tutsak yaşama dayanamayarak kendini su tankının zeminine vura vura öldüren bir yunusa şahit olduktan sonra hiçbir deniz memelisini yakalamayacaklarına dair yemin etmişlerdir. İkinci sırada gelen ölümler ise atılan bozuk paralar, havuz suyunun pis olması gibi insan ihmalkarlığı ve dikkatsizliğinin sonucudur. Ayrıca bu havuzlar güçlü kimyasallarla temizlendikleri ve içlerindeki suda yüksek oranda klor bulunduğu için hayvanlar için zarar teşkil eder.

 

 

Devam var......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bütün bu olumsuzlukların arasında hayvan özgürleşmesi adına birer küçük adım sayılacabilecek gelişmelerle de karşılaşmak mümkün. 31.Mayıs.2005 ‘te alınan bir kararla Belçika’da yeni yunus parkı açılması yasaklanmıştır, bunu takiben var olan delfinaryumların ise kapatılması yönünde girişimlere başlanmıştır. Diğer karar ise sirklerle ilgilidir. Yine Belçika’da sirklerde bazı hayvanların tutulmasını yasaklayan kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişim ilk başta olumsuz görünse de bir iyileştirme söz konusudur Çünkü bu yeni kararla 2012 yılına kadar sirklere zoolojik parklardaki standartları karşılama zorunluluğu getirilmiştir. Örnek olarak fil için zorunlu olan yüz metrekarelik dış alan genişliği bin metrekareye, kaplan için mecburi olan otuz metrekarelik dış alan ise yüz metrekareye çıkartılmıştır. Ayrıca yine bu kanuna göre sirklerde sadece tutsak doğmuş hayvanların kullanılması ve sadece gösterilerde yer alan hayvanların bulundurulması yeni zorunluluklar arasındadır. Konu hakkında alınan başka bir karar ise taşıma ve sert olmayan eğitim yöntemlerinin uygulanması ile ilgilidir.

 

Esaret hayatının yanı sıra sirklerdeki yaşam koşulları da berbattır. Akıldan çıkmamalıdır ki sirkler kâr amacıyla kurulmuş birer iş yeridir. Hayvanlar ise bu iş yerlerinin en alt kademedeki çalışanlarıdır. Maliyetlerse ilk elden bu hayvanların üzerinden azaltılacaktır.

 

Sirkler şehirden şehire ülkeden ülkeye sürekli gezdikleri ve çoğunlukla seyahat halinde olmaları nedeniyle hayvanların gereksindikleri su, yiyecek, veterinerlik hizmetleri gibi temel ihtiyaçlara erişim kısıtlıdır. Hayvanlar saatlerce küçük kafeslere tıkılmış hareketsiz ve bağlı olarak ,aşırı sıcak ya da soğuk havaya maruz kalarak yolculuk ederler. Yine de sirklerde eğitim adı altında uygulanan zalim öğretme tekniklerine kıyasla bu rahatsız yolculuklar bir dinlenme bile sayılabilir. En azından dayak, zorlama bir süreliğine de olsa ortadan kalkmıştır.

 

Sirk hayvanları şovlarda sergiledikleri zorlanma gerektiren numaraları isteyerek öğrenmezler. Kimse de durduk yere alevler içindeki bir çemberden atlayan bir kaplan ya da dans eden bir fil göremez. Değişen kademelerde kamçılama, elektrik şoku verme, fillere kanca şeklinde bir alet batırma veya bu aletle darp etme gibi bedensel cezalandırma teknikleri kullanılarak hayvanlar kendilerine emredileni yapmak zorunda bırakılır. Bedensel cezalandırmanın yanı sıra su, yemek vermeme, hayvanı kafesinde tek başına bırakma da direnen hayvanların direncini kırmak için başvurulan yollardandır. Zincir, kırbaç, sopalar, kanca, ip, ağızlık gibi gereçler bu canice eğitimin vazgeçilmezleridir.

 

Fil kancası olarak da bilinen bu alet filleri “yola getirmek” için bir eğiticinin demirbaşıdır. Bir filin derisinin kalınlığı vücudunun bölgelerine göre değişir. Bu kanca derinin ince ve bir böcek ısırığını fark edecek kadar hassas olduğu kulak araları, burnun içi, çene altı ve ayak çevrelerine batırılır.

 

Sirklere ve hayvanat bahçelerine danışmanlık yapan bir fil terbiyecisi olan Alan Roocroft,Managing Elephants adlı kitabında şöyle yazar: “Bir file bedensel cezalandırma uygulanırken bu ceza o şekilde zorlayıcı olmalıdır ki fil bunun gerçek bir ceza olduğunu sezebilsin. Üstün pozisyonu sağlayabilmek için eğitici fili iyice sindirmelidir. Asi bir fili zap etmek için yeterli miktarda kas gücünü temin etmek için 8 tercihen 10 yardımcıya gerek vardır. Fil bir kere hareketsiz hale getirildikten sonra tahta bir sopanın darbelerine maruz kalır.” Yine birer fil terbiyecisi olan George “Slim” Lewis ve Byron Fish konuya devam ediyorlar. “…..böyle bir durumda ise fil korku ve bıkkınlık emareleri gösterecektir: gözleri dolar ve gözlerinden yaşlar akar. En sonunda fil teslim olur….Karşısındakine kıyasla çaresiz olduğunun farkındadır.”

 

Fazla söze gerek yok, insanlık utancı denilen şey bu olmalıdır.

 

Hayvan refahı konusunda Avrupa Birliği uygulamaları ve kanunları birçok ülkeye kıyasla, insana “hiç yoktan iyidir” dedirtecek şekilde ileri sayılabilir. “1997’de imzalanan ve 1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması hayvanları ilk kez duygulu varlıklar olarak kabul eden ve hayvan refahına ilişkin bir protokolü içermesi bakımından önemlidir. Fakat at yarışları, boğa güreşleri, tazı yarışları, tazı ile avlanma konularında üye ülkere ulusal düzenlemeler yapma hakkı tanımıştır.” “Mart 1999’da ise hayvanat bahçelerinde tutulan vahşi hayvanlara ilişkin bir direktif bakanlar kurulunca kabul edilmiş, hayvanat bahçelerinde bulunan vahşi hayvanlara doğal davranışlarını sergileyebilmeleri için yeterli alanların ayrılması ve hayvanat bahçelerinin 2002’den itibaren ruhsat ve denetimlerinin sağlanması zorunlu hale getirilmiştir.”

 

2004’te Avrupa Parlamentosu Konseyden sirkleri resmî olarak Avrupa kültürünün bütünleştirici bir parçası ya da sirklerde hayvan bulunmasının bir kültürel öge olarak tanınmasını istemiştir. Şu anda bu tanımlama kabul edilmiş olduğu için; hayvanların eğlence amaçlı kullanımı İsveç, Avusturya, Finlandiya ve bazı idari merkezlerde yasak olup, diğer üye ülkelere bu konuda düzenleme yapma yetkisi verilmiştir. Topluluğun 1 Ocak 2007’den itibaren geçerli olacak, Ekim 2005 tarihli düzenlemesiyle her sirkin kayıt altına alınması, bulunan her hayvanın kaydının yapılması; her hayvan için aşıları, geçirdikleri hastalıkları, yapılan testleri belgeleyen kimlik niteliğinde bir pasaportun çıkarılması, her yer değiştirmenin 48 saat önceden ilgili merciilere haber verilmesi ve resmî izin alınması zorunlu hale getirilmiştir.

 

Hayvan refahına ilişkin olarak üye ülkelerin düzenlemelerinde yer alan bazı yasaklamalar ise şöyledir:

 

– evcil ya da vahşi hayvanları su ve yiyecekten mahrum bırakmak,

– yaralanma ve hastalık durumlarında bakımsız bırakmak,

– kendi doğal ortamlarına uygun olmayan yerlere yerleştirilmeleri,

– mutlak zorunluluk olmadıkça kapatma, hapsetme, bağlama aygıtlarının kullanımı

– (gösterilerde) ilaç niteliğindeki maddelerin kullanımı,

– cerrahi müdahalelerle hayvanların özelliklerinin değiştirilmesi

– hayvanın, kendisine kötü muameleye yok açacak oyunlara ve faaliyetlere sokulması

– hayvanın hedef tahtası olarak kullanılması

 

Paulo Freire Ezilenlerin Psikolojisi isimli kitabında, ezilenleri köylü ve kentli emekçiler sınıfı, öğrenci grubu olarak ele almasına ve kesin bir insan-hayvan ayırımı çizmesine karşın, duruma sadece ezen-ezilen ilişkisi şeklinde bakıldığında, insanoğlu içindeki ezen-ezilen dengesizliğinin, ezilen hayvan-ezen insan arasındaki bağa benzerliği şaşırtıcıdır. İnsanların kendi aralarında olsun, insan-hayvan arasında olsun , bir varlığı aşağı olarak etiketleyip hükmetmek tek bütünün bir parçasıdır. Adı geçen kitapta Freire “okul içinde veya dışında, herhangi bir düzeydeki öğretmen-öğrenci ilişkisi”ni masaya yatırır. Bu ilişki bir özne (öğretmen) ve nesnelerden (öğrencilerden) oluşur ve aktarım tek tarafın (özne) elinde tuttuğu erke dayanır. Yazarın “’bankacı” eğitim’ diye nitelendirdiği modelde “bilgi, kendilerini bilen sayanların, yine onlar tarafından hiçbir şey bilmez sayılanlara verdiği bir armağandır. Başkalarını mutlak bilgisiz saymak baskı/ezme ideolojisi için karakteristiktir….”Öğretmen kendisini öğrencilere, onların zorunlu karşıtı olarak sunar; öğrencilerin cehaletini mutlak sayarak kendi varlığını gerekçelendirir.” “Bankacı” model “öğretmen düşünür,öğrenciler hakkında düşünülür.”, “öğretmen disipline eder, öğrenciler disipline sokulurlar.” , “öğretmen bilginin otoritesini,kendi mesleki otoritesiyle karıştırır ve bu otoriteyi öğrencilerin özgürlüğünün karşıtı olarak öne sürer” şeklinde özetlenebilecek bir yapıdır. (Paulo Freire – Ezilenlerin Pedadojisi, Ayrıntı Yayınları) Bu yapı ezen-ezilen ilişkisinin bulunduğu her yerde benzer şekillerde örgütlenir. Kaynağını belli bir varsayımdan alan gücün sorgulanmayışı ve bu güce sahip olanın kendine sonsuz derece hak tanır oluşu bu tarz ilişkilerin esasını oluştur. Öğretmen-öğrenci örneğinde varsayılan, öğretmenin bildiği ve karşı tarafın cahil olduğudur. Gerçekliği bir kurgu olan veya gerçekliğinden şüpheye düşülebilecek (ama düşülmeyen) bu varsayım öğretmenin tahakkümüne izin verir. Hayvan-insan ilişkisi de farklı varsayımlardan hareket ederek kurulmuş olsa bile (burada varsayılan insanın akıl sahibi olduğu ve bu aklın sömürü için yetki olduğudur). ezeni (özne-insan) ve ezileni (nesne-hayvan) karşı karşıya getirir ve içinde de dünyanın en acımasız ve geniş çaplı tahakkümünü barındırır. İşin acı yanı ise bu sömürünün kolayca geri dönüşü olmayacak biçimde rasyonalize edilmiş olmasıdır: hayvanlar insanlığın gereksinimleri ve eğlenceleri için vardırlar. Nokta burada konulduğu ve olan biten de sorgulanmadığı takdirde bu sömürü beslenme alışkanlıkları, hayvan testleri, sirkler, yarışlar olarak tekrar tekrar ortaya çıkacaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.