Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Çağların Külü ve Sonsuz Ateş


Legendary

Önerilen İletiler

Çağların Külü ve Sonsuz Ateş

 

1

milattan önce 116 sonbaharı

 

Gece oldu,Güneş'in kentinde yaşam durdu.Zeytin ve defne ağaçları arasında dimdik duran büyük tapınağın etrafına yayılmış evlerde lambalar söndürüldü.Ay doğdu ve ışıkları,gecenin sessizliğinde tanrıların sunaklarını bekleyen uzak Lübnan bayırlarının sarp yamaçlarındaki burçlara kibir ve azametle bakan despotlar gibi dik mermer sütunların üzerine döküldü.

 

Uyuyanların ruhlarıyla sonsuzluğun düşlerini birleştiren,sessizliğin büyüsüyle dolu bu saatte,rahip Hiram'ın oğlu Nasan,elinde bir lamba ile gelip Astarte'nin tapınağına girdi.Titreyen elleriyle bütün lambaları yaktı.Buhurları tutuşturdu.Mürrü ve günnük kokuları yükselip,tanrıçanın heykelini,insan kalbini kuşatan dileklerin yamasına benzeyen hoş bir perde ile sardı.Sonra Nasan,fildişi ve altın kaplamalı sunağın önünde eğildi,inci gibi gözyaşlarını dökerek ellerini yukarı doğru kaldırdı.İnsafsız bir korkunun kestiği kısık sesiyle,acı acı yutkunarak şöyle dedi:

 

-Merhamet ey yüce Astarte.Merhamet ey aşk ve güzellik tanrıçası.Bana acı ve ruhumun senin dileğinle seçtiği sevgilinin üzerinden ölümün elini kaldır...Doktorların ilaçları ve tozları bitti.Rahiplerin ve falcıların okumaları boşa gitti ve bana yardımcı olmak için senin kutsal adından başka bir şey kalmadı.

 

Yalvarmalarıma cevap ver,parçalanan kalbime ve inleyen duygularıma bak.Ruhumun yarısını yanı başımda sağ bırak ki,senin aşkının sırlarıyla sevinelim,senin yüce sırlarını açıklayan gençliğin güzelliğiyle mutlu olalım.

 

Sana içimin derinliklerinden sesleniyorum ey kutsal Astarte!Bu karanlık gecenin arkasında senin şefkatine sığınıyorum,beni duy,ömrünü sunağının hizmetine adayan rahip Hiram'ın oğlu,kulun Nasan'ım ben.Genç kızlardan birini sevmiş,onu kendime yoldaş edinmiştim.

 

Fakat cinlerin perileri onun narin vücuduna bilinmeyen bir hastalığın ateşini üflediler.Sonra onu büyülü mağaralarına götürmesi için ölümlerin habercisini gönderdiler.Ölüm habercisi şu anda onun başucunda aç bir kaplan gibi uluyup üzerine kara kanatlarını örterek,onu hile ile kaburga kemiklerinin arasından çekip almak için sert pençelerini uzatmış,pusuda beklemekte.

 

Bunun için boynumu büküp sana geldim.Bana merhamet et ve onu daha hayatının baharını yaşamamış bir çiçek,ergenliğin sevinciyle ötmemiş bir kuş olarak bırak.Onu ölümün elinden al ki,seni yücelten şarkılarla sevinerek,adına ateşler yakıp sunağına kurbanlar adayalım.Şarap ve yağ keselerini eski şarap ve güzel kokulu yağlarla doldurarak,heykelini gül ve yaseminlerle örtüp,önünde buhurlar ve güzel kokulu ut yakalım.Kurtar bizi ey mucizelerin tanrıçası ve bırak sevgi ölümü yensin,sen ki ölüm ve sevginin tanrıçasısın.

 

İçinin ateşi gözyaşı olup akarken,inlemeleri göğe yükseliyordu.Bir dakika sustu.Sonra dönüp şöyle dedi:

-Ah..!Düşlerim paramparça oldu ey kutsal Astarte!Son nefesim tükendi,kalbim içimde öldü ve gözlerimde yaşlar tutuşup alevlendi.Artık beni merhametinle dirilt ve sevgilimi bana bırak.

O sırada hizmetçilerinden biri tapınağa girdi,yavaşça ona yaklaşıp kulağına şu sözleri fısıldadı:

-Gözlerini açtı efendim,etrafına bakındı,ancak sizi göremeyince çırpına çırpına size seslendi,ben de sizi çağırayım diye geldim.

 

Nasan hemen kalktı ve hızla yürüdü,hizmetçi de onu takip ediyordu.Saraya varıp hastanın odasına girdi,narin ellerini ellerine alıp sanki onun hasta bedenine kendi yaşamından yeni bir yaşam üflemek istercesine dudaklarını defalarca öperek yatağının başucunda eğildi.Sevgilisi,ipek yastıklar arasında gömülmüş yüzünü ona çevirdi ve gözkapaklarını araladı.Dudaklarında,latif bedenindeki yaşamın son kalıntısı,veda etmekte olan ruhundan son ışık,durmaya doğru hızla koşan kalbinin acı vuruşlarıyla bezeli bir tebessüm hayali belirdi.Ve yoksul,aç bir çocuğun nefesini andıran kesik sesiyle şöyle dedi:

 

-Tanrılar beni çağırdı ey ruhumun güveyi.Ve beni senden ayırmak üzere ölüm geldi,sakın korkma,çünkü tanrıların dilekleri kutsal,ölümün arzuları adildir.Ben şimdi gidiyorum,aşk ve gençlik kadehleri dolu olarak elimizde,yaşamın pek çok güzel anı hala önümüzde uzanmakta.Ben ruhların sahnesine gidiyorum sevgilim ve bu aleme tekrar döneceğim,çünkü yüce Astarte aşkın hazlarını ve gençliğin zevklerini tatmadan önce sonsuzluğa göçen aşıkların ruhlarını bu yaşama geri döndürüyor.Tekrar buluşacağız ey Nasan.Ve nergisin kadehlerinden sabah çigini birlikte içeceğiz ve güneşin ışıklarına tarla serçeleriyle birlikte sevineceğiz.Görüşmek üzere ey sevgilim.

 

Sesi alçaldı ve dudakları şafağın meltemiyle titreyen solgun papatyalar gibi son bir titreyişle kapandı.Nasan ona sarıldı ve boynunu gözyaşlarıyla ıslattı.Dudaklarında donup kalan ölümün soğukluğunu hissedince korkunç bir çığlık atarak elbisesini parçaladı ve sevgilisinin soğuk bedenine kapandı.Acı çeken ruhu,yaşamın çırpıntılarıyla ölümün cehennemi arasında gidip geliyordu.

 

Bu gecenin sessizliğinde uyuyanların gözkapakları titredi.Yörenin kadınları ve ruhları ürken çocuklar korkuyla uyandılar.Çünkü Astarte rahibi Hiram'ın sarayının dört bir yanından yükselen acı feryatlar,ağlamalar ve çığlıklar karanlığı yırtıyordu.

Sabah olduğunda insanlar,kederi nedeniyle teselli edip avutmak üzere Nasan'a geldiler,fakat onu bulamadılar.

 

Günler sonra doğudan bir kervan geldi ve kervanbaşı Nasan'ı çok uzak diyarlarda ceylan sürüleriyle birlikte başıboş ve derbeder bir halde dolaşırken gördüğünü söyledi.

 

Zamanın gizli adımları asırların eserlerini sile sile gelip geçti.Tanrılar güneş ülkesinden ayrıldı ve onların yerini,yıkmak ve tahrip etmekten zevk duyan öfkeli tanrılar aldı.Güneş şehrinin şarafatlı heykelleri yerle bir oldu,güzel sarayları yıkıldı,yemyeşil bahçeleri kurudu,verimli tarlaları çoraklaştı ve bu bölgede sadece o debdebeli geçmişin yankılandığı ilahileri hayal meyal hatırlatan mahzun edici eski kalıntılardan başka bir şey kalmadı.

 

Fakat geçen zaman,insanın eserlerini toza katsa da,düşlerini yok edip duygularını zayıflatamaz.

Çünkü düşler ve duygular,akşam vaktindeki güneşe,sabah olduğu andaki aya benzerler.Ve bazen kaybolup bazen de yatışarak,ölümsüz ve sonsuz ruh durduğu sürece yaşarlar.

 

2

İSA'NIN GELİŞİNDEN SONRAKİ

1890 ilkbaharı

 

Hava karardı,gün akşama döndü,güneş ışıktan pelerinini Baalbek ovalarının üzerinden kaldırdı.Arkasında sürüsüyle çoban Ali el-Huseyni,tapınağın harabelerine geldi.Savaş meydanında terkedilmiş bir asker iskeletinin doğa şartları karşısında dağılmış kaburga kemiklerine benzeyen sütunların arasında oturdu.Kavalının ezgileriyle kendilerini güvende hisseden koyunları etrafına çöktü.

 

Gece yarısı olup,gökyüzü karanlığın rahmine yarının tohumlarını serptiğinde,yıkık sütunların arasında sessiz bir ürpertiyle oynaşan hayallerle kendinden geçen Ali'nin gözkapakları uykuya yenildi.Başı omzuna düştü,ince bir sisin gölün yüzeyini öpüşü gibi gelen uyku bütün duyularına işlemişti.

Dünyevi benliğini unutup, insan yasa ve öğretilerinin ötesindeki düşlerle dolu gizli manevi benliği ile buluştuğunda gözlerinin önünde daire daire genişleyen rüya alemine daldı.

 

Önünde esrar perdeleri açıldı ve ruhu hızla yokluğa doğru koşan zamanın kortejinden ayrıldı ve birbiri ardınca dizilmiş düşünceler ve birbiriyle yarışan fikirlerin önünde tek başına durdu.Ve yaşamı boyunca ilk kez,gençliğini esir alan ruhsal açlığının sebeplerini anladı yahut anlar gibiydi.Yaşamın tatlılığıyla acılığını birleştiren bir açlık,özlemin ahları ile yetkinliğin sükunetini bir araya getiren bir susuzluk,bütün dünya nimetlerinin yok edemediği,yaşamın akışlarının yönünü değiştiremediği bir arzuydu bu.Yaşamında ilk kez,Ali el-Huseyni,tapınağın harabelerinin uyandırdığı garip bir duygu hissetti:Buhurdanlardan yükselen tütsüleri anımsatan,bir çalgının tellerine dokunurken hissedilen ince ve büyülü bir duygu;"hiçlikten" yahut "her şeyden" fışkırıp çıkan,yavaş yavaş büyüyüp manevi bütünlüğünü kaplayan ve ruhunu,lütfu ile ağırlaşan bir aşk,acılığı ile azap veren ve sertliği ile hoş gelen bir sızı ile dolduran bir duygu.

 

Uyku ile dolu bir dakikalık zaman diliminin aralıklarından,ulusların bir tek temiz sudan gelmesi gibi nesillerin görüntüsünün canlandığı bir dakikalık zaman diliminden doğan bir duygu.

 

Yıkık tapınağa doğru baktı.Uykunun yerini ruhsal bir uyanıklık almış,darmadağın olan sunağın kalıntıları görünmüş,yerde uzanmış sütunların yerleriyle yıkılmaya yüz tutmuş duvarlarının temelleri belirginleşmişti.Gözleri dondu ve kalbi hızla çarpmaya başladı,birdenbire görmeye başlayan bir kör gibiydi.

 

Görmeye,düşünmeye ve tefekküre başladı-düşünüp tefekkür ediyordu-ve düşünmenin dalgalarından ve tefekkürün dairelerinden ruhunda anıların karaltıları doğdu ve hatırladı.Görkem ve azametle ayakta duran o sütunları hatırladı.Heybetli tanrıça heykelini kuşatan,gümüş şamdan ve buhurdanları anımsadı.Fildişi ve altın işlemeli sunağın önünde kurbanları sunmakta olan vakur rahipleri hatırladı.

 

Def çalmakta olan genç kızları,aşk ve güzellik tanrıçasına methedici övgüleri mırıldanmakta olan delikanlıları anımsadı.Anımsadı ve bütün bu görüntüleri elektriklenen gözlerinin önünde belirgin bir şekilde gördü.İç dünyasının derinliklerindeki durağınlığı harekete geçiren gizemlerin etkilerini hissetti.Fakat anımsamak,ömrümüzün geçip giden dilimlerinde gördüğümüz varlıkların karaltılarından başka bir şey göstermez.Ve kulaklarımıza da,duyduğu seslerin yankılarından başka bir şey getirmez.Öyleyse bu büyüleyici eserlerle,çadırlar arasında doğan ve ömrünün baharını çayırlarda koyun sürüleri güderek geçiren bir delikanlının geçmiş yaşamı arasında ne gibi bir ilinti olabilirdi?

 

Ali kalktı,genç bir kızın aynanın camından örümceğin ağlarını temizlediği gibi,hayal gücünden unutma perdesini kaldıran yıkık taşlarla uzak anılar arasında gezindi.Tapınağın ortasına vardığında,sanki yerde ayağına yapışıp çeken bir şey varmış gibi durdu ve baktı,kendini parçalanmış ve yere atılmış bir heykelin önünde buldu,yanında istem dışı eğildi.Duyguları,kanın derin yaralardan süratle aktığı gibi içine akıyor,kalbinin atışları denizin yükselip alçalan dalgaları gibi hızlanıp çoğalıyordu.Gözlerini yere dikti.Acı ile ah çekti.Ürkütücü ve mahvedici bir yalnızlık, ruhunu bu yaşama gelmeden önce yakınındaki güzel bir ruhtan ayıran bir uzaklık hissettiği için mahzun bir şekilde ağladı.

 

Kendi ruh özünün,Tanrı'nın kendi benliğinden sonsuzluğun bitiminden hemen önce ayırdığı,yanıp tutuşan meşalenin yarısından başka bir şey olmadığını hissetti.

 

Alev alev yanan kaburgalarının arasında ve gevşeyen beyin hücrelerinin etrafında çarpan zarif kanatların hışırtılı sesini hissetti.

Kalbini saran ve nefeslerini tutan güçlü ve yüce aşkı hissetti.Ruhun gizemlerini ruha açıklayan,akıl ile ölçüler ve miktarlar aleminin arasını kendi değerleri ile ayıran aşkı.Yaşamın dili lal olduğunda konuşurken duyduğumuz,karanlık her şeyi kapladığında ışık süttunları gibi dimdik ayakta gördüğümüz aşkı.O aşkı,bu sakin saatte Ali el-Huseyni'nin ruhuna inen ve onda,güneşin,dikenlerin yanında gülü de bitirmesi gibi,tatlı ve acı duygular uyandıran o tanrıyı.

 

Fakat neydi bu aşk ve nereden gelmişti,ne istiyordu darmadağın olmuş bu tapınaklar arasında sürüsü ile oturmuş bir gençten?Genç kızların bakışlarının asla kıpırdatamadığı bir yüreğe akan bu sarhoşluk da neydi?Bir bedevinin,kadınların nağmelerinin henüz eğlendirmediği kulaklarında dalgalanan bu semavi şarkılar neydi?

 

Ne idi bu aşk ve nereden gelmişti,ne istiyordu koyunları ve kavalı ile başbaşa kalıp dünyadan yüz çevirmiş Ali'den?O bir tohum muydu duyu organlarından habersiz,kalbine bedevi güzelliklerin attığı,yoksa bir ışık mıdır sisin içinde gizlenip şimdi ruhunun derinliklerini aydınlatmak üzere ortaya çıkan?Bir düş müydü gecenin sessizliğinde duygularıyla alay eden,yoksa bir gerçek mi,ezelden beri var ve kıyamete kadar kalacak olan?

 

Ali,yaşlarla dolu gözlerini kapattı,yalvaran ve merhamet dileyen biri gibi ellerini açtı.İçinde ruhu titredi,ruhunun sürekli titreyişlerinden sızlanmanın boyun büküklüğü ile özlem ateşini bir araya getiren kesik hıçkırıklar fışkırdı.İç çekişten,kelimelerin zayıf tınlamalarından başka bir şeyin ayırmadığı bir sesle şöyle dedi:

 

-Kimsin sen ey kalbime yakın,gözlerimden uzak olan,beni benden ayıran,bugünümle unutulmuş uzak geçmiş zamanları birleştiren?Bana yaşamın tükenmişliğini ve insanlığın zayıfladığını göstermek için sonsuzluk aleminden gelen bir hurinin hayali misin,yoksa cinlerin sultanının benden düşünme yeteneğimi çalmak ve beni kabilemin gençleri arasında alay konusu yapmak için yeryüzünün derinliklerinden çıkıp gelen ruhu mu?Kimsin ve kalbimi öldüren,dirilten ve zapteden bu büyüleyicilik ne?Kaburgalarımı ışık ve ateşle dolduran bu duygular ne?Ben kimim ve bana yabancı olduğu halde çağırdığım bu yeni benlik nedir?Hava zerrecikleriyle birlikte ab-ı hayatı içtim de varlığın gizemlerini gören ve duyan bir meleğe mi dönüştüm,yoksa şeytanın içkisiyle sarhoş oldum da kavranabilir şeyleri mi göremez oldum?

 

Birkaç dakika sustu,duyguları coşmuş,ruhu yükselmişti,şöyle dedi:

 

-Ey ruhun açığa çıkarıp yakınlaştırdığı,ancak gecenin gizleyip uzaklaştırdığı kişi!Ey düşlerimin semasında dolaşan güzel ruh!İçimde kar yığınlarının altında gizlenen çiçek tohumları gibi uykuda olan duyguları uyandırdın,kırların nefeslerini taşıyan meltem gibi estin,sezgilerime dokundun ve ağacın yaprakları gibi titreyip sallandı sezgilerim.Bırak göreyim seni,eğer fiziksel bir elbise giymişsen.Yahut göz kapaklarımı kapatmasını emret uykuya ki eğer dünyevi değilsen seni düşümde görebileyim.Bırak dokunayım sana,bana sesini duyur,benliğimi örten bu örtüyü parçala,tanrısallığımı örten bu yapıyı yık ve bana bir kanat ver ki senin ardından yüce meclisin sahnelerine uçabileyim,eğer orada oturanlardansan.Yahut gözlerime büyünle dokun ki cinlerin gizlendikleri yerlere kadar seni takip edebileyim,eğer oranın perilerinden biriysen.Koy gizli elini kalbime ve bana sahip ol,eğer seni takip etmeye yaraşır isem.

 

Ali karanlığın kulaklarına,kalbinin ta derinliklerindeki bir ezginin yankılarından çıkıp gelen sözlerini fısıldarken,gecenin karaltıları göz pınarlarından çıkan dumanlar gibi etrafında uçuşuyor,tapınağın duvarlarında gökkuşağı renginde büyülü şekiller beliriyordu.

Böylece Ali,gözyaşlarıyla mutlu,acılarıyla sevinçli,kalbinin atışlarını dinleyip varlık ötelerine bakarken,sanki bu yaşamın görüntülerinin yavaşça kaybolup onların yerini güzellikleriyle ilginç,esinleriyle ürkütücü bir düşün aldığını görüyordu.Vahyin gelişini bekleyerek,gökyüzündeki yıldızları düşünen bir peygamber gibi,vaktin gelmesini beklemeye başladı.Hızlı iç çekişleri nefesini daraltıyor,ruhu bedeninden ayrılıp etrafında geziniyor,sonra da bu yıkıntılar arasında değerli bir yitik arıyormuş gibi geri dönüyordu.

 

Sabah oldu,meltemlerin esişiyle sessizlik bozuldu ve günün ilk ışıkları süzülürken gökyüzü,düşünde sevgilisinin hayalini görüp ağlayan birinin gülümseyişince gündüze gülümsedi.Tapınağın yıkık duvarları arasında uçuşan serçeler,gündüzün geldiğini haber verircesine cıvıldayıp ötüşmeye başladı.Ellerini sıcak alnına koyup ayağa kalkan Ali,donuk bakışlarla etrafına bakındı.Tanrı'nın üflemesinin gözlerini açtığı sıradaki Adem gibi gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakıyordu.

 

Sonra koyunlarına yaklaştı ve onlara seslendi ve koyunlar da kalkıp silkelenerek Ali'nin peşi sıra yeşil otlaklara doğru yürüdü.Ali,sürüsünün önünde ilerlerken iri gözleri berrak gökyüzüne dikilmişti,dünyevi varlıklardan uzaklaşan duyguları ona varlığın bilinmezlerini ve sırlarını açıklıyor ve bir anda ona geçen asırları ve bu asırlardan geri kalan eserleri gösteriyordu.Yine bir anda bütün bunları unutturup ona arzu ve özlemi geri getiriyor ve böylece Ali benliğinin,gözlerinin ışık karşısında kapandığı gibi,ruhunun karşısında gizlendiğini görüyor,iç çekiyor,her iç çekişiyle de yanan gönlünden bir ateş çıkıyordu.

 

Şırıltılı akışıyla,kırın gizemini ele veren bir dereye varmıştı.Kıyıda su içmek istercesine dallarını dereye salmış bir söğüt ağacının altında oturdu.Başları yerde çimenlere üşüşen koyunlar otluyor,beyaz yünleri üzerinde çiğ taneleri ışıldıyordu.Birkaç dakika geçmemişti ki Ali,kalp atışlarının hızlandığını,ruhunun titreyişlerinin arttığını duyumsadı.Yeni uyanmış ve gün ışığı gözlerini kamaştırmış biri gibi silkinip etrafına bakındığında,ağaçların arasından çıkıp gelen bir kız gördü.Omzunda bir testi ile dereye doğru ilerleyen kızın ayakları çiğle ıslanmıştı.

 

Derenin kenarına varıp testisini doldurmak için eğilen kız,derenin karşı kıyısına baktı ve gözleri Ali'nin gözleriyle buluşunca bir çığlık kopararak testiyi bırakıp biraz geriye çekildi ve bir süre kaybettiği bir tanıdığını bulan bir yitiğin bakışlarıyla bakmaya başladı Ali'ye...

 

Birkaç dakika daha öylece baktı.Ruhları arasındaki yolu aydınlatan,gizemli anıların yankılarını hatırlatırcasına sessiz ezgiler yaratıp,uzak hayaller ve gölgelerle çevrilmiş gibi,ikisini de birbirine,bu nehir kıyısından ve bu ağaçlardan daha başka bir mekandaymışçasına gösteren ışıktan saniyelerle dolu birkaç dakika.Birbirlerine yalvaran gözlerle bakıyor,ruhsal bir lisanla söyleşiyor,iç çekişlerini aşkla dinleyip hayranlık dolu ifadelerle göz süzüyorlardı.

 

Bu ruhsal kaynaşmadan sonra,karşı koyamadığı gizli bir güç tarafından çağrılıyormuş gibi,Ali derenin karşı kıyısına geçip kıza yaklaştı ve ona sarılıp dudaklarını,boynunu ve gözlerini öptü.İradesini alan tatlı sarılma ve yumuşak dokunuşlarla takati kesilen kız,kendini Ali'nin kollarına bırakmış,havaya yayılan yasemin kokusu gibi ona teslim olarak yorgun başını Ali'nin göğsüne yaslamıştı.Kız derin bir iç çekti,gergin bir gönüldeki rahatlamayı anlatan ve uykuda olup da uyanan coşkuların devinişini gösteren bir iç çekişti bu.Sonra başını kaldırdı ve sessizliğin yanında insanlar arasındaki bildik konuşmaları küçümseyen birinin bakışlarıyla-ruhların diliyle-,aşkın kelimelerden oluşan bir bedenin ruhu olmasına razı olmayan birinin bakışlarıyla baktı onun gözlerine.

 

İki sevgili söğüt ağaçlarının arasında yürüdüler.Koyunlar otlaya otlaya peşlerinden geliyor,serçeler büyülü bir şarkının ezgileriyle ötüşüp çevrelerinde uçuşuyor;kaynaşan ruhları yalnızlıklarını birleştiren bir dil,aşkla ilhamlanan bir kulak ve büyüyen mutluluklarını seyreden bir göz gibi onlarla yürüyordu.

 

Güneş yükselip altın örtüsünü bayırlara serdiğinde,vadinin sonuna gelmişlerdi.Menekşenin gölgesine sığındığı bir kayanın yanına oturdular.Dudaklarında ve dilinde büyülü dokunuşlar bırakıp saçlarını öperek okşayan sabah meltemiyle kendinden geçen kız,Ali'nin gözlerine bakıyor ve ruha işleyen bir tatlılıkla şöyle diyordu:

-Astarte,aşkın nimetlerinden ve gençliğin coşkularından mahrum kalmayalım diye ruhlarımızı bu yaşama tekrar gönderdi sevgilim!

 

Ali gözlerini kapattı,kızın sözlerindeki musiki,düşlerinde sık sık gördüğü görüntüleri getirmişti gözlerinin önüne;görünmeyen kanatların kendisini buradan alarak ilginç görünümlü bir odaya,ölümün güzelliğini silip dudaklarını soldurduğu güzel bir kadının cansız bedeninin uzandığı bir yatağın yanına götürdüğünü duyumsadı.Bu korkunç manzaradan duyduğu acıyla bir çığlık attıktan sonra gözlerini açtığında aynı kızı yanında oturur buldu.Kızın dudakları aşkla gülümsüyor,gözlerinde yaşam ışıldıyordu.

 

Yüzü sevinçle parladı,ruhu yeniden canlandı,rüyasındaki görüntüler kayboldu ve Ali geçmişi ve geleceği unuttu.

Sevgililer birbirlerine sarıldılar,öpücük şarabından sarhoş oluncaya dek içtiler ve üstlerindeki kaya gölgesi uzaklaşıp,güneş onları uyandırana dek sarmaşdolaş uyudular.

 

HALİL CİBRAN

 

Güneş Kenti:Baalbek,Baal'ın(Güneş tanrısı) kenti.Eski çağlarda Heliopolis olarak bilinirdi;Suriye'nin en sevimli kentlerinden biriydi,harabeleri hala mevcuttur.

 

Astarte:Eski çağlarda Fenikelilerin aşk ve güzellik tanrıçasıydı.Tyre,Sidon,Babil ve Baalbek kentlerinde bilinen bir tanrıçaydı.Yunanlılar Afrodit,Romalılar Venüs derlerdi.

 

Ut:Ud ya da Ut kelimesinin aslı Arapçadır: " sarısabır veya ödağacı " anlamındaki el-oud'dan gelir.

Baştaki el- kelimesinin, bazı dillerde olup bazılarında olmayan harf-i tarif (belirgin tanım edatı) olduğunu bilen Türkler bu edatı atmış, geriye kalan 'oud' ('eyn, waw, dal) kelimesini de - gırtlak yapıları 'eyn'e uygun olmadığı için - "ud" şekline sokmuşlardır.

 

-REENKARNASYON ÖYKÜLERİ-HALİL CİBRAN / MİHAİL NUAYME-BABİL YAYINLARI

NOT:Bu öykü Halil Cibran'ın Anahtar Kitaplar tarafından basılmış olan Vadinin Perileri adlı kitabında da yer almaktadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.