Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ekoloji Dil İlişkisi


Misafir S.e.t.h

Önerilen İletiler

EKOLOJİ DİL İLİŞKİSİ

 

Hesaplamaların çoğuna göre, tükenme hızları, biyolojik çeşitlilik yaratan telafi edici süreçlerin üstünde, çünkü evrim, soyun tükenmesinden daha çok zaman alıyor. Örneğin, Niles oldukça ihtiyatlı hesaplamasına göre halen her gün bir tür yitirmekteyiz ki yılda 365 tür eder.

 

Hesaplamaların çoğuna göre, tükenme hızları, biyolojik çeşitlilik yaratan telafi edici süreçlerin üstünde, çünkü evrim, soyun tükenmesinden daha çok zaman alıyor. Örneğin, Niles oldukça ihtiyatlı hesaplamasına göre halen her gün bir tür yitirmekteyiz ki yılda 365 tür eder. Buna karşılık, E. O. Wilson yılda yaklaşık 27 bin türü ya da saatte üç türü bulan bir soy tükenme hızını ileri sürüyor! Bu hız, insan müdahalesinden önceki, zemin hız denen hızın 50 bin katını buluyor. Bugünlerde türlerin ortadan kalkma hızı yılda 60-90 bin tür arasında olabilir. Elredge'in verdiği çok daha küçük sayı da yeterince etkileyici ama bu hesaplamaları doğru bir bakış açısına oturtabilmek için, ilkin, kaç tür oluğunu ve bu türlerin nerelerde bulunduğunu bilmemiz gerekir. Ancak o zaman, dünyanın dirim çeşitliliğinin yok oluşu sorununun boyutlarını değerlendirebiliriz.

 

Ekolojistler, kaç tür bulunduğu, kaçının tehlikede olduğu sorularını yanıtlamaya çalışırken, ne yazık ki, dilbilimcilerinkilere benzeyen zorluklarla karşılaşmaktadır. 250 yılı aşan araştırmalara karşın, bugün yeryüzünde kaç organizma türünün barındığını gerçekte kimse bilmiyor. Bütün türlere ilişkin hesaplamalar 3 milyonla 80 milyon arasında değişmekte, böcekler, bitkiler ve hayvanlara ilişkin hesaplamalar da benzer bir farklılık göstermektedir. Ancak 1,4 milyon kadar tür betimlenip adlandırılmıştır.

 

Diller için de geçerli olduğunu gördüğümüz gibi, dünyanın dirim çeşitliliğinin büyük bölümünün, özellikle, en zengin alanlar arasında yer alan dönencelerde, henüz dökümü yapılmamıştır. Birleşik Krallık hükümetinin bilim danışmanı Robert May'e göre, bitki ve hayvanların sınıflanmasında çalışan araştırmacıların ancak yüzde 4'ü en büyük çeşitliliğin bulunduğu bölgelerde çalışmaktadır. Bu bilim insanlarının dağılımı, tür zenginliğinin ulamlar arasındaki dağılımına da denk düşmemektedir. Aynı durumun, çok sayıda insanın konuştuğu, çoğu Hint-Avrupa ailesinden, daha bildik diller üstünde odaklaşma eğilimi taşıyan dilbilimciler için de geçerli olduğunu görmüştük.

 

Dirimbilimcilerin dikkati de dilbilimcilerinki gibi büyük ölçüde seçici olagelmiştir. Bir takım türler -kürklü ve telekli hayvanlar- hakkında böcekler ve bitkilere oranla çok daha fazla bilgimiz var. Örneğin, bitkiler, yeryüzündeki hayatın sürdürülmesi açısından hayvanlardan daha vazgeçilmez olmalarına karşın, koruma kampanyalarında kamunun dikkatini fazla çekmemişlerdir. Bütün dünyada insanlar her gün 40 binden fazla türden yararlanıyor, bunların çoğu da bitki. Bitkiler birçok ilacın ve tarımsal kültür çeşitlerinin türetildiği men dağarının hammaddesini sağlamaktadır. Yaşayan hayvanların yüzde 85'ini oluşturan böcekler, önemlerine karşın, daha az bilimsel araştırmayı davet etmiş ve kamunun ilgisini tuzla uy andırmam ıştır. Afrika'da yalnızca termit ve karıncaların toplam ağırlığı bütün memelilerinkini geçmektedir. Örneğin, E. O. Wilson, böcekler yok olacak olsa, insanlığın birkaç aydan fazla devam edemeyeceğini söylüyor. Aşağı yukarı aynı süre içinde, iki yaşayışlıların, sürüngenlerin, kuşların, memelilerin de çoğu yok olurdu. Ardından çiçekli bitkilerin büyük bölümüyle dünyanın diğer kara yaşamı ortamları ortadan kalkar, kara yüzeyi sözcüğün gerçek anlamıyla çürürdü.

 

Dört bin küsur memeli türünden çoğu sınıflanmışsa da, memeliler ve kuşlar dışında kalan yaratıklar konusunda oldukça farklı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Örneğin, balık türlerinin yarısının soyunun tükenmiş yada tükenme eşiğinde olacağından sözetmiştik. Hesaplamaların çoğuna göre, tükenme hızları, biyolojik çeşitlilik yaratan telafi edici süreçlerin üstünde, çünkü evrim, soyun tükenmesinden daha çok zaman alıyor. Örneğin, Niles Eldredge'in oldukça ihtiyatlı hesaplamasına göre halen her gün bir tür yitirmekteyiz ki yılda 365 tür eder. Buna karşılık, E. O. Wilson yılda yaklaşık 27 bin türü yada saate üç türü bulan bir soy tükenme hızını ileri sürüyor! Bu hız, insan müdahalesinden önceki, zemin hız denen hızın 50 bin katını buluyor. Bugünlerde türlerin ortadan kalkma hızı yılda 60-90 bin tür arasında olabilir. Elredge'in verdiği çok daha küçük sayı da yeterince etkileyici ama bu hesaplamaları doğru bir bakış açısına oturtabilmek İçin, ilkin, kaç tür oluğunu ve bu türlerin nerelerde bulunduğunu bilmemiz gerekir. Ancak o zaman, dünyanın dirim çeşitliliğinin yok oluşu sorununun boyutlarını değerlendirebiliriz.

 

Ekolojistler, kaç tür bulunduğu, kaçının tehlikede olduğu somlarını yanıtlamaya çalışırken, ne yazık ki, dilbilimcilerinkilere benzeyen zorluklarla karşılaşmaktadır. 250 yılı aşan araştırmalara karşın, bugün yeryüzünde kaç organizma türünün barındığını gerçekte kimse bilmiyor. Bütün türlere ilişkin hesaplamalar 3 milyonla 80 milyon arasında değişmekte, böcekler, bitkiler ve hayvanlara ilişkin hesaplamalar da benzer bir farklılık göstermektedir. Ancak 1,4 milyon kadar tür betimlenip adlandırılmıştır.

 

Diller için de geçerli olduğunu gördüğümü: gibi, dünyanın dirim çeşitliliğinin büyük bölümünün, özellikle, en zengin alanlar arasında yer alan dönencelerde, henüz dökümü yapılmamıştır. Birleşik Krallık hükümetinin bilim danışmanı Robert May'e göre, bitki ve hayvanların sınıflanmasında çalışan araştırmacıların ancak yüzde 4'ü en büyük çeşitliliğin bulunduğu bölgelerde çalışmaktadır. Bu bilim insanlarının dağılımı, tür zenginliğinin ulamlar arasındaki dağılımına da denk düşmemektedir. Aynı durumun, çok sayıda insanın konuştuğu, çoğu Hint-Avrupa ailesinden, daha bildik diller üstünde odaklaşma eğilimi taşıyan dilbilimciler için de geçerli olduğunu görmüştük.

 

Dirimbilimcilerin dikkati de dilbilimcilerinki gibi büyük ölçüde seçici olagelmiştir. Bir takım türler -kürklü ve telekli hayvanlar- hakkında böcekler ve bitkilere oranla çok daha fazla bilgimiz var. Örneğin, bitkiler, yeryüzündeki hayatın sürdürülmesi açısından hayvanlardan daha vazgeçilmez olmalarına karşın, koruma kampanyalarında kamunun dikkatini fazla çekmemişlerdir. Bütün dünyada insanlar her gün 40 binden fazla türden yararlanıyor, bunların çoğu da bitki. Bitkiler birçok ilacın ve tarımsal kültür çeşitlerinin türetildiği gen dağarının hammaddesini sağlamaktadır. Yaşayan hayvanların yüzde 85'ini oluşturan böcekler, önemlerine karşın, daha az bilimsel araştırmayı davet etmiş ve kamunun ilgisini fazla uyandırmamıştır. Afrika'da yalnızca termit ve karıncaların toplam ağırlığı bütün memelilerinkini geçmektedir. Örneğin, E. O. Wilson, böcekler yok olacak olsa, insanlığın bir-kaç aydan fazla devam edemeyeceğini söylüyor. Aşağı yukarı aynı süre içinde, ikiyaşayışlıların, sürüngenlerin, kuşların, memelilerin de çoğu yok olurdu. Ardından çiçekli bitkilerin büyük bölümüyle dünyanın diğer kara yaşamı ortamları ortadan kalkar, kara yüzeyi sözcüğün gerçek anlamıyla çürürdü.

 

Dört bin küsur memeli türünden çoğu sınıflanmışsa da, memeliler ve kuşlar dışında kalan yaratıklar konusunda oldukça farklı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Örneğin, balık türlerinin sayısı 20-40 bin arasında bit yerde olabilir. Kimse kesin olarak bilmiyor. Bir dirimbilimci, zengin balık yaşamını incelemek üzere Maîawi Gölü'ne ilk gittiğinde şaş dönmüştü. Ağı her çektiğinde içindeki balıkların yarısı adı koyulmamış türlerdendi. Malawi, bin kadar -bütün Atlas Okyanusu'ndakinden çok sayıda- değişik tipte balıkla dünyanın tür bakımından en zengin gölüdür. Hemen hemen bütün türler endemiktir: Dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmazlar. Toplam olarak yılda ancak 75.100 balık türünün betimlendiğini düşününce Malawi Gölü'nin önemini daha iyi değerlendirebiliriz. Her ne kadar her yer kendi bitki, hayvan, dil varlığı ve görenekleriyle benzersizse de, kimi yerler ötekilerden daha benzersizdir. Dördüncü Bölüm'de, 400 bin küsur türüyle dünya türsel çeşitliliğinin yüzde beşini barındıran, kara alanınınsa ancak yüzde birini kaplayan bir ülke olan Papua Yeni Gine'ye yakından bakarak, böyle yerlerden birini inceleyeceğiz-Diller için de geçerli olduğunu gördüğümüz gibi, dünyanın hangi bölgelerinin en çeşitli ve en fazla tehlikede olduğunu ölçmenin bir yoluna gereksinimimiz var. Bunun için, türleri yalnızca saymaktansa çeşitliliği daha iyi ortaya çıkaracak bir ölçü bulmamız gerekir. Dünyadaki hayatın olağanüstü karmaşıklığını hiçbir ölçü tek başına yakalayamaz. Ekosistem zenginliğinin bütünsel bir ölçüsüne ulaşmak için, az bulunurluk ve yöreye özgü olma/endemizm (yalıtık dillerin karşılığı) boyutlarına belli bir alandaki türümsel çeşitlilik ve tür zenginliğine oranla nasıl bir ağırlık vereceğiz? Önceki Malawi Gölü örneğimiz, hem yalnızca balık türü sayısına hem de yöreye özgü olmaya dayalı ölçülerle yüksek sayı tuttururdu. Herhalde, hem sekoyalar hem kara hindibalar (dîlbilimscl sistemlerdeki tipolojik çeşitliliğin karşılığı) barındıran biı alanda, kara hindibayla papatya gibi birbirine daha yakın birkaç tür bulunan bir alana göre daha fazla çeşitlilik olduğunu görebilmek isteriz.

 

Ilıman iklimlerde oturanları, Yeni Gine gibi bir yere de bir kez olsun girmişlerse, dönencelerin kuzey enlemlerine göre daha büyük biyolojik çeşitlilik barındırdığına uzun boylu inandırmaya çalışmak gerekmez. Ağaç, çiçek, bitki, böcek bolluğu hemen dikkat çeker. Fiziksel çevre ne kadar çoktur dense orada o kadar çok canlı türü bulunur. Ayrıca bu karada da denizde de böyledir. Fiziksel çevrenin çoktürdenliği, daha çok sayıda türü taşıyabilecek daha çok sayıda küçük çevrenin varlığım olanaklı kılar. Karmaşıklığın daha fazla karmaşıklık doğurduğunu söylemenin başka bir yoludur bu. Bir sistem ne kadar karmaşıksa o kadar istikrarlı olma eğilimi gösterir: Yerel ekosistemler, besinlerin yeniden çevrime girmesinde ve sistem içinde enerji bakışında her biri ayrı bir rol oynayan farklı tür nüfusları barındırır.

 

Dilsel çeşitlilik bu zenginlik ve istikrar örüntüsünün önemli bîr parçasıdır. Canlı türleri gibi diller de çevrelerine yüksek bir uyarlanma sağlamıştır. Koala, hayatını sürdürmek için okaliptüs yapraklarına ihtiyaç duyar. Bir yaşama ortamı şiddetli bir değişim geçirir yada yıkıma uğrarsa, o zamana dek içinde yaşamış olan organizmalar yok olur. Dillerin çeşitli büyüklüklerde yaşama alanları olduğu gibi, her türün de bir nişi vardır. Nişlerin de çeşitli genişlikleri, ya da dağılımlarının sınırları vardır. Örneğin, amali yengeçler, Kuzey Amerika'nın doğu kıyısındaki kirlenmiş haliçlerde her zaman en son ortadan kalkan büyük organizmalardandır, çünkü diğer türlere göre daha geniş bir aralıktaki sıcaklık ve tuzluluk oranı değişmelerine dayanabilirler. Başka bir deyişle, görece geniş nişlidirler. Dar nişli türlerse, tersine, daha çok belli bir çevreye özgüdür. Enlem ne kadar yüksekse, bir türün yaşayabildiği ortalama alan ve uzandığı enlemlerin arası o kadar geniş olur. Bu, Rapopon Kuralı olarak bilinir. Buna göre, kuzey enlemlerinde bulunan görece az sayıdaki türün yaşayabildiği aralık, dönencelerde yaşayan daha çok sayıdaki türe göre daha geniştir. Daha ılıman iklimlerde sıcaklıklar daha geniş bir aralık içinde değişir, yüksek enlemlerdeki organizmalarının da bu uçlara dayanabilmesi gerekir. Bu, değişimle daha iyi baş etmelerini sağlar.

 

Türler gibi dillerin de ekolojik nişleri doldurduğu düşünülebilir. Ancak dünya dillerinin çoğunluğu, Papua Yeni Gine'deki Tayap gibi dar nişlidir. İngilizce, Arapça, Çince gibi görece az sayıda dil geniş nişlidir Dönencelerdekİ ekosistemler tür sayısı bakımından zenginken, kuzey enlemlerinin tersine, organizma sayısı bakımından yoksuldur. Dolayısıyla, türlerden herhangi birinin nüfusu görece küçük, olabilir; büyük olan çeşitliliktir -kararlı bir ekosistemin bir başka özelliği, Bu dirimbilim örneksemesini dilbilime uygularsak, dönencelerde görece az sayıda konuşucu tarafından çok sayıda dil konuşulduğunu bulmamız beklenir. Bulduğumuz da, Dördüncü Bölüm'de Papua Yeni Gine'yi ele alırken daha ayrıntılı olarak göstereceğimiz gibi, tam bu yöndedir: Görece az sayıda insanın konuştuğu olağanüstü sayıda dil. Örneğin, mercan kayalıklarının kapladığı, Ekvator'un kuzeyine ve güneyine doğru 40'ar dereceden yukarı çıkmayan nişi düşünün. Başlıca toplu yok oluşlarda kayalık toplulukları ağır biçimde etkilenir. Milyonlarca yıldır koşullar aynı kaldığı için, iklim dalgalanmalarına tahammülsüzdürler. Dönencelerde daha çok organizma türü bulunmasının bir nedeni, özellikle güneşten gelen, görece değişmez miktarda enerjinin kullanılabilecek durumda olmasıdır. Ne var ki, niş genişlikleri değişebilir ve görece kararlı bir ekosistemi bozabilir. Bir küresel soğuma dönence bölgelerinin genişliğini azaltacaktır. Ancak tarım yoluyla insan müdahalesi, daha yakınlardan beri de madencilik ve ağaç kesimi gibi kaynak çıkarma etkinlikleri, iklim değişikliğinden de vahimdir. Yerel ekosistemlerdeki yiyecek, su vb kaynak varlığı bütün canlı türlerinin yayılmasına doğal sınırlar koyar. Görece yakın samanlara değin bizim türümüze de koyuyordu. İnsan türüne yerkürenin dört yanma yayılma olanağı veren, kültürel icat olmuştur. Ancak, Beşinci Bölüm'de ileri sürdüğümüz gibi, doğal dünya içindeki konumumuzu gerçekten değiştiren icat, 10 bin yıl kadar önce tarımın icadıydı. İnsanları yiyecek varlığının üretimi üzerinde denetim kurduktan sonra, hayatın 3,5 milyar yıllık tarihi boyunca kendi yerel ekosisteminin sınırları dışında yaşayabilen ilk tür olduk. Şimdi bir avuç avcı-toplayıcı toplum dışında herkes kendi yerel ekosisteminin dışında yaşıyor. Demek ki tarım, gitgide daha çok insana besin yetiştirmek için toprak gerektiğine göre, azalmayan bir nüfus patlamasını tetiklemiş bir ekolojik devrimdi. Bütün dünya bizim yerel ekosistemimiz olmuştur, türümüzün bütünü de, bu ekosistem içinde tekil bir büyük nüfus işlevi görmektedir. Gene de, büyük bir çoğunluğumuz artık yere! ekosistemlerin parçası olmadığından, bunların korunmasının önemini anlamıyoruz.

 

Ne var ki, ekosistemimizi terk etmekten çok ekosistem içindeki konumunuzu yeniden tanımladık. Geleceğimiz de bu küresel ekosistemden bağımsız değil. Çağdaş insan etkinlikleri ve üretim dünyası ilk bakışta büyük ölçüde doğanın dışında yer alıyornuş gibi görünüyor. Buzdolabınızdakilere bir bakın. Yiyecekerimizin çoğu arka bahçemizdeki bitkilerden değil, sanayileşmiş dünyanın dört yanındaki fabrikalarda işlenmiş bir dizi maddeden geliyor. Yapay malzemeden kurduğumuz yapılarda yaşar, kır yürüyüşleri yapmak ve kamp kurmak üzere "doğa"ya gitmek için hafta sonu süpermarket vurgunumuzu arabamıza yüklerken, yalnızca teknolojik buluşlarla yaşayabileceğimize, doğadan ayrı var olabileceğimize inanmamız kolaydır. "Doğayla yaşama"ya yaklaşımımız, doğal kaynakları tercihen başkalarınınkileri kullanma yeteneklerimizi artırıcı teknolojilerden yararlanmak üzere kendimizi doğadan uzaklaştırmak olmuştur. Dünya Doğa Vakfı'nın 1998'deki hesaplamasına göre 1975-1995 arasında, en yüksek tüketim alanları Kuzey Amerika ve Avrupa olmak üzere, dünyanın doğal kaynaklarının üçte birini tüketmişiz. Süper tankerler milyonlarca galon petrolü okyanusa boşaltacak güçte olduğuna, çiftçiler zararlı hayvanlara ve yaban otlarına karşı ilaçlar kullanarak yaşam çevrimine genetik mutasyonlar sokabildiğine, dirim mühendisliği ürünü organizmaları dünyaya salmak bilginlerin elinden geldiğine göre, bağımlı olduğumuz kaynakları da doğal süreçlerle yerlerinin doldurulmasından çok daha büyük bir hızda yok edebiliriz. Bu bölümde sunduğumuz veriler, aynı ölçekteki bir yaşam ortamı yıkımının neden dönencelerde daha yüksek enlemlere oranla çok daha fazla biyolojik-dilsel yok oluşa yol açacağını da anlamamızı sağlamaktadır.

 

Borneo yağmur ormanı

 

Bugün gelişmiş uluslar dünyanın biyolojik/dilsel çeşitliliğinin büyük bölümünün dayanağı olan ortamları hızla yok etmektedir. Dünyanın yağmur ormanlarından elde kalanla! büyük bir dirim çeşitliliği hazinesi olarak dikkatleri büyük ölçüde üzerinde toplamıştır. Dünyanın en eski ve belki de en çeşitli yağmur ormanı olan Borneo yağmur ormanının on hektarında yapılan bîr tarama, yaklaşık 800 ağaç türünü ve 40-50 metre yüksekliği, metreleri bulan çevresiyle, dünyanın son büyük sert odunlu dipterocarpus topluluğunu ortaya çıkardı. 1980'lerde tropikal ormanın yıkıma uğrama hızı hemen hemen iki katına çıktı. Alanın büyüklüğü Amazon yağmur ormanının onda birinden azsa da, Malezya'nın tropikal tomruk dışsatımının, dünya tropikal tomruk ticaretinin de üçte ikisine karşılık düşen büyük bölümünü sağlamaktadır. Ormanın kimi kısımları 1995'te ortadan kalkmıştı. Kereste ticareti, iki Borneo eyaletindeki küçük bir politikacılar grubunun denetiminde, Saraıvak Başbakanı da politik bağlaşıklarını ve aile dostlarını kârlı sözleşmelerle ödüllendiriyor.

 

Penanlar bugünlerde yiyecek bir maymun bulurlarsa kendilerini şanslı sayıyor, çünkü kesimciler bütün maymunları kaçırttı. Kamyonları, buldozerleri suları çamurlandırdı, kesilen ağaçların kabuklarındaki zehirler de balıklan öldürdü. Long Leng uzun evi Roman" başkanı Loli Mirai hakkında, kesim şirketlerinin yaptığı dört köprüyü yaktığı için dava açıldı, ailesinin çoğu üyesi de gözaltına alındı, tutuklandı. Protestolara katılmak, Loli Mirai'ye ve daha birçoklarına zaman kaybı gibi geliyordu- İçinde yaşadıkları, bir zamanların zengin ormanları gibi Penanlar da yok oluyor. 1970'te nüfusları yüz bindi, yirmi yıldan sonra 500'den az. Kısa süre sonra hiç kalmayabilirler.

 

Dünyanın yerli halkları ve konuştukları diller, hayat ortamlarının yıkıma uğraması yüzünden ölüp gidiyor ya da çağdaş uygarlık içinde eriyor. 1900'den beri Brezilya'nın 270 yerli kabilesinden 90'ı bütünüyle ortadan kalkmıştır. Geri kalan kabilelerden üçte ikisinden çoğunun binden az üyesi var. Dünyanın başka yerlerinde, örneğin, Dördüncü Bölüm'de göreceğimiz gibi Papua Yeni Gine'de de durum aynı. Geleneksel yaşam biçimlerinin değiştirilmesi genellikle dilerin yitirilmesini getirmiştir. Geçimlerini daha önce neredeyse yalnızca ren geyiği yetiştirerek kazanan Arktika Saatnileri'nde olduğu gibi. Kimi durumlarda çevrenin gördüğü zarar geleneksel yaşam biçimlerinden uzaklaşılması, yayılan yada işgalci bir nüfusun baskıları da, doğal kaynakları bakımından kendini sürdürebilen bir yerel yaşam ortamından ayrılması sonucunu vermektedir, örneğin, Saamiler'in başına bunların hepsi gelmiştir. Çernobil felaketi, geçimlerinin bağlı olduğu ren geyiği sürülerinden birçoğunun yok olması demekti; İsveç hükümetinin de, bir zamanlar ren geyiklerinin dolaştığı topraklarda hidroelektrik santrallar kurmaya yönelik baskıları artmaktadır.

 

Kuşkusuz, bir türün birçok yaşam alanı olabileceği için, belli bir çevredeki organizmanın yerel olarak soyunun tükenmesi, bütünüyle türün soyunun tükenmesi anlamına gelmeyebilir. Tür bir yerde iyi durumda, bir başkasında tehdit altında olabilir. Diller için de böyledir. Pencabi, belli başlı bölgesel dillerden biri olarak güvenli bir konuma sahip olduğu Hindistan alt kıtasında hiç de ölüm tehlikesi karşısında değildir. Konuşucularından birçoğunun göç ettiği Britanya'daysa, Pencabi kullanımı azalmaktadır. Aynı şey, ispanya'da ve Latin Amerika'nın birçok bölgesinde güvenlik içinde, ABD'deyse tehdit altında olan İspanyolca için de geçerlidir.

 

Pencabi, Britanya'da ölürse, dil olarak hayatını gene de sürdürecek. Durumu, yerel ölümün toptan yok oluş anlamına geldiği başka dilerinki kadar ağır değil. Birkaç yıl önce Man dilinin son konuşucusu öldüğünde, bu, Man dilinin sonuydu. Ama gene dereceler var. Man dilinin yapıca benzeştiği, dilbilimsel olarak yakın, yaşayan akrabaları bulunuyor. Tayap yada Bask dili ölürse, geride dilbilimsel bir kara delik bırakacak. Bir bütün olarak, biyolojik ve dilsel çeşitlilik arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Zenginlik benzer yerlerde yoğunlaşmıştır ve her iki durumda, güç sahibi birkaç kümenin istikrarsızlaştırıcı etkinliklerinin potansiyel olarak yıkıcı sonuçları vardır. Bugün yeryüzünün büyük bölümünü Avrasya kökenli birkaç tür kaplamaktadır: Buğday, arpa, sığır, pirinç. Bu kültürler, işlevlerini anlayıp değerini bilmeye daha yeni başladığımız bir yöreye özgü (endemik) çeşit zenginliğinin yerini alıyor. Dillerin durumu da gizemli biçimde buna benzemektedir. Yayılan türler bu sefer ingilizce, İspanyolca, Çince'dir. Üstelik, iki durumun gerisinde yatan nedenler, hatta yayılma hızlan bile alabildiğine benzeşmektedir.

 

Önümüzdeki bölümde, dünya dillerinin barındırdığı kimi çeşitlilik biçimlerine ve bunların nasıl yitirildiğine daha ayrıntılı olarak bakacağız. Bütün diller zamanla değişmekle birlikte, dili ölmeye vardıran değişmeleri ayırt eden, gerçekleştikleri hızlar ve dahası, kültürel olarak benzersiz ve o dile özgü olan özellikleri ortadan kaldırmak üzere yaptıkları elbirliğidir. Örneklerimiz bir kez daha yeryüzündeki insan-çevre ilişkilerinin karmaşıklığını vurgulamaya yöneliktir. İnsan dilleri, kültürleri, insan-dışı türler ve dünyanın ekosistemleri arasında daha temel bağlantılar düşündüreceklerdir. Dahası, yüzlerce balık ve kuş türünün ve yaşamın aldığı başka biçimlerin, adlarıyla, yaşama ortamları ve davranışlarına ilişkin bilgiyle birlikte yok olması, tam da yerel ekosistemleri daha verimli değerlendiremeye yakıcı bir biçimde ihtiyacımız olan bir sırada çok büyük bit kayıp demektir.

 

Saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.