Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Güne güzel başlamak....


rina

Önerilen İletiler

YAŞANMIŞ GERÇEK OLAY

Adamın biri arabasıyla giderken yolda bir yolcu alır

arabaya.... adam arka tarafa biner.....şöför...

- eee hemşerim kimsin nereye gidersin...der....yolcu

- ben Azrailim..canını almaya geldim der......

şöför alaycı bir tavırla

- sen mi Azrailsin der..yaw senin gibi Azrail olurmu hiç der....

yolcu sakin bir tavırla sen daha önce Azrail gördünmüde tarif ediyorsun

der...

ve ekler yolcu....

- inanmadın bana öylemi der....şöför

- inanmadım tabii der......yolcu

- o zaman 200 metre ileride bir adam daha alacaksın der.....

gerçekten de adamın dediği gibi şöför 200 metre ilerde bir yolcu

daha

alır..

ama yolcu ön tarafa oturur...olaylar bundan sonra daha da >

enteresanlaşır.....

şöför yanındakine...

- ee sen klimsin nereye gidersin der....öndeki

- abi ben merkezde biryerde indirirsen çok sevinirim adım

felanca der......şöför

- yaw şu arkadaki adam bana Azrailim diyo görüyonmu şu herifi

hem iyilik ediyoz hemde dalga geçiyor zibidi der....

öndeki arkaya bakar ama kimse yoktur....öndeki

- abi arkada kimse yokki.....

şöför hışımla arkaya bakar ve

- körmüsün be adam arkada oturuyorya der.....

öndeki arkaya bir daha bakar ve

- abi senin kafan iyimi yoksa dalga mı geçiyorsun der...bu sefer

arkadaki söze girer....

- gördünmü der öndeki beni ne duyabilir nede görebilir der

şöföre. şöför bir anda dizlerinin bağı çözülür bet beniz atar....arkadaki

şöföre...

- hadi der arabayı kenara çek 2 rekat namaz kıl canını alacam

der..... şöför ağlamaklı çaresiz bir şekilde arabayı kenara çeker ve iner

arabadan.....

sonra....

sonra ne olmuş biliyormusunuz?????

adamlar arabayı aldığı gibi kaçmışlar...smile.gif)

 

 

 

 

 

 

 

O kadar kendimi vererek okumuşum ki sonunda bu kadar güleceğimi tahmin edemezdim biggrin.gifbiggrin.gif

 

sen çok yaşa rina biggrin.gifclover.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

YALNIZLAR PALAS

 

Sizlere bu satırları Yalnızlar Palas’ın ıssız alt koridorunun sol arka odasından yazıyorum. Kurşun kalemle, mektup kağıdına. Belki o yüzden düşünerek ve ağır ağır. Tehlikeli sulara girme teşebbüsündeyim.

Aslına bakarsanız “Siz bu satırların okurken muhtemelen ben çok uzaklarda olacağım” diye başlayan bir girişi tercih ederdim. Olmadı bakın. Bir dahakine...

 

Beraberliğin kamusallaştırdığı ve hatta yerel belediyeler ile zapturapt altına alınıp beyaz gelinlikler ve imzalarla taçlandırıldığı bir dünya düzeninde Yalnızla Palas zannedildiği gibi çok revaçta değil elbet. Ama genel geçer önyargıların ve söylencelerin tersine korkutucu bir yerde değil. İnanın. Şu yalnızlar koridorunun pek çok odasının boşalmasının ve çok az sakininin burayı kendine yurt seçmesinin elbette farklı nedenleri vardır. Ama bunu da sormayalım isterseniz. Tek tek cevapsız bakışlarla karşılaşmanın lüzumu yok.

 

Yalnızlar Palas’tan çıkıp etrafımı şöyle bir kolaçan edeyim, bir örnek çift, uzun süreli bir aşk hikayesi bulayım şu palası bırakıp yeni bir eve taşınayım, diyeceğim diyemiyorum da. Bir tane de mi olmaz... Yok yok yok...

 

Biz bu palasın mahkumu muyuz, konuğu mu şaşırdım. Her çift kişilik hikayede mutsuz bir son gizli. Ya da mutsuz sona giden gizli bir yol hikayesi...

 

Aşk’ın sonu var. Ne yazık ki! Bitiyor işte. Biliyorsunuz... Sonrası bildik hikaye... Boynu bükük tek kişilik sinema seansları, kahve altı kitap okumaları ve bol kepçe yalnızlar lokantasından tek kişilik teselli avuntuları.

 

“İçinizdeki çocuk” hikayesi de eskidi. Ve büyüdük. Geçtiğimiz yıllarda yanılmıyorsam Bağımsız Filmler Festivali’ne gelen “Varyag Erkekler Korosu”nun ilk yarısı sonrasında darallardan daral seçip çıkmak üzere iken beyazperdede beliren o 65’lik yalnız alkoliğin sözleri geliyor aklıma: 65 yaşında her şeyini kaybetmiş bir ayağı eşikte duran bir alkolik hayat süzgecinden elediği o cümleyi geveliyordu: “Artık kendimi büyüdüğüme inandırmalıyım.” Evet inandırmalı. Siz de inandırmalısınız. Ben de inandırmalıyım. İçinizde çocuk da sizinle beraber büyüyor. Büyüdü.

 

Yani dayanacak birini bulamıyorsunuz o bile yok. O bile... bir tek siz. Ürkütücü bir gerçekle karşı karşıyasınız işte... Yalnızlık üşütüyorsa kendi kendinize sarılacaksınız. Ya da Zatüre...

 

Ama korkmayın tedavi masrafları müessesemiz tarafından üstlenilmektedir. Adresiniz belli: YALNIZLAR PALAS.

 

Palasımız, yalnızlığımız pek çok ziyaretçiyi kabul ediyor. Ama durmak, tutunmak zordur yurdumuzda. Kolay sıkılır insan. Güçsüzdür hayat karşısında. Tek başına idare etmek zordur bu palasın koridorlarında. Herkes birine muhtaç. Birbirine... Bu güçlüye, çoğu zaman da bir güçsüze... Yol gösteren bir koltuk değneği herkes birbirine...

 

Terazinin bir kefesinde yeni bir insan, yeni bir deneme yeni bir hayal kırıklığı var, diğer kefesinde çift kişilik bir yalan dünya.

 

Ne kadar çok çift kandırıyor birbirini, ne kadar çok çift kokuyor yalnızlıklarından. Karanlık bir gecede önlerini kesmesinden yalnızlıklarının, bir gece evde otururken ‘naparım ben benimle bir başa’ demekten. Naparsınız siz bir gece vakti evde tek başınıza kalırsanız nasıl baş edersiniz kendinizle. Nasıl kalırsınız başbaşa kendi başınıza...

 

Herkesin cevabı kendine. Neyse...

 

Satırlarıma son verirken yalnızlığınızın gözlerinden muhabbetle öpmek isterdim ama biliyorum yalnız değilsiniz. Ne kadar da kalabalıksınız. Ne kadar da sıkıcı.

 

Bana yazma isterseniz yerim yurdum belli benim, alt ıssız koridor soldaki son oda, Yalnızlar Palas...

 

Yalnızlığınızı yazın ama.

 

Mektup kağıdına. Sabırla

 

 

Cüneyt Özdemir......

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

YALNIZLAR PALAS

 

Sizlere bu satırları Yalnızlar Palas’ın ıssız alt koridorunun sol arka odasından yazıyorum. Kurşun kalemle, mektup kağıdına. Belki o yüzden düşünerek ve ağır ağır. Tehlikeli sulara girme teşebbüsündeyim.

Aslına bakarsanız “Siz bu satırların okurken muhtemelen ben çok uzaklarda olacağım” diye başlayan bir girişi tercih ederdim. Olmadı bakın. Bir dahakine...

 

Beraberliğin kamusallaştırdığı ve hatta yerel belediyeler ile zapturapt altına alınıp beyaz gelinlikler ve imzalarla taçlandırıldığı bir dünya düzeninde Yalnızla Palas zannedildiği gibi çok revaçta değil elbet. Ama genel geçer önyargıların ve söylencelerin tersine korkutucu bir yerde değil. İnanın. Şu yalnızlar koridorunun pek çok odasının boşalmasının ve çok az sakininin burayı kendine yurt seçmesinin elbette farklı nedenleri vardır. Ama bunu da sormayalım isterseniz. Tek tek cevapsız bakışlarla karşılaşmanın lüzumu yok.

 

Yalnızlar Palas’tan çıkıp etrafımı şöyle bir kolaçan edeyim, bir örnek çift, uzun süreli bir aşk hikayesi bulayım şu palası bırakıp yeni bir eve taşınayım, diyeceğim diyemiyorum da. Bir tane de mi olmaz... Yok yok yok...

 

Biz bu palasın mahkumu muyuz, konuğu mu şaşırdım. Her çift kişilik hikayede mutsuz bir son gizli. Ya da mutsuz sona giden gizli bir yol hikayesi...

 

Aşk’ın sonu var. Ne yazık ki! Bitiyor işte. Biliyorsunuz... Sonrası bildik hikaye... Boynu bükük tek kişilik sinema seansları, kahve altı kitap okumaları ve bol kepçe yalnızlar lokantasından tek kişilik teselli avuntuları.

 

“İçinizdeki çocuk” hikayesi de eskidi. Ve büyüdük. Geçtiğimiz yıllarda yanılmıyorsam Bağımsız Filmler Festivali’ne gelen “Varyag Erkekler Korosu”nun ilk yarısı sonrasında darallardan daral seçip çıkmak üzere iken beyazperdede beliren o 65’lik yalnız alkoliğin sözleri geliyor aklıma: 65 yaşında her şeyini kaybetmiş bir ayağı eşikte duran bir alkolik hayat süzgecinden elediği o cümleyi geveliyordu: “Artık kendimi büyüdüğüme inandırmalıyım.” Evet inandırmalı. Siz de inandırmalısınız. Ben de inandırmalıyım. İçinizde çocuk da sizinle beraber büyüyor. Büyüdü.

 

Yani dayanacak birini bulamıyorsunuz o bile yok. O bile... bir tek siz. Ürkütücü bir gerçekle karşı karşıyasınız işte... Yalnızlık üşütüyorsa kendi kendinize sarılacaksınız. Ya da Zatüre...

 

Ama korkmayın tedavi masrafları müessesemiz tarafından üstlenilmektedir. Adresiniz belli: YALNIZLAR PALAS.

 

Palasımız, yalnızlığımız pek çok ziyaretçiyi kabul ediyor. Ama durmak, tutunmak zordur yurdumuzda. Kolay sıkılır insan. Güçsüzdür hayat karşısında. Tek başına idare etmek zordur bu palasın koridorlarında. Herkes birine muhtaç. Birbirine... Bu güçlüye, çoğu zaman da bir güçsüze... Yol gösteren bir koltuk değneği herkes birbirine...

 

Terazinin bir kefesinde yeni bir insan, yeni bir deneme yeni bir hayal kırıklığı var, diğer kefesinde çift kişilik bir yalan dünya.

 

Ne kadar çok çift kandırıyor birbirini, ne kadar çok çift kokuyor yalnızlıklarından. Karanlık bir gecede önlerini kesmesinden yalnızlıklarının, bir gece evde otururken ‘naparım ben benimle bir başa’ demekten. Naparsınız siz bir gece vakti evde tek başınıza kalırsanız nasıl baş edersiniz kendinizle. Nasıl kalırsınız başbaşa kendi başınıza...

 

Herkesin cevabı kendine. Neyse...

 

Satırlarıma son verirken yalnızlığınızın gözlerinden muhabbetle öpmek isterdim ama biliyorum yalnız değilsiniz. Ne kadar da kalabalıksınız. Ne kadar da sıkıcı.

 

Bana yazma isterseniz yerim yurdum belli benim, alt ıssız koridor soldaki son oda, Yalnızlar Palas...

 

Yalnızlığınızı yazın ama.

 

Mektup kağıdına. Sabırla

 

 

Cüneyt Özdemir......

 

 

 

 

Sevgili Rina ;

 

Yahu, Allah Aşkına Söyleyin, Nerelerden Bulup ta Getiriyorsunuz Bu Kadar Güzel Yazıları Buraya.

 

Tamam. Biliyorum. Alıntı dır da. Nerelerden Alıntıdır ?

 

Avuç İçinde Sımsıkı Tuttuğu, ve Hatırladığı Son Terkedilme Sahnesinin Dekoru Olacak Kadar Soğuk,

 

Lakin, Kenarı Oyalı Beyaz Bir Mendil in Üzerine Henüz Damlayacak Bir Katre Gözyaşı Kadar Sıcak Olan,

 

O Yerinden Koparılmış Parçayı Kalbi nin Üzerine Bastırıp,

 

Mazi Çıkrığından Sarkmış, Hatıra İplikleri İle Yeniden Dikmeye Çalışan Bir Silüet ten mi ?

 

,,,,,,

 

Gördünüz mü İşte, Yine Çınlattınız Gönül Ud umun Titrek Tellerini.

 

Hani Kendimi Tutmasam Akacağım Bembeyaz Sayfanın Üzerine, Sağanak Misali.

 

İyisimi Siz Boşverin Beni. Kendi Kendime Söyleniyorum İşte.

 

Benim Yağmurlarım Sedasız Olur du Oysa Hep.

 

Bu Gök Gürültüsü, Bu Kasvet, Bu Yıldırımlar,

 

Yoksa ? ,,,,,,

 

Şu Ufukta Görünen Uykusuz Gecelerim Olmasın Benim...

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Rina ;

 

Yahu, Allah Aşkına Söyleyin, Nerelerden Bulup ta Getiriyorsunuz Bu Kadar Güzel Yazıları Buraya.

 

Tamam. Biliyorum. Alıntı dır da. Nerelerden Alıntıdır ?

 

Avuç İçinde Sımsıkı Tuttuğu, ve Hatırladığı Son Terkedilme Sahnesinin Dekoru Olacak Kadar Soğuk,

 

Lakin, Kenarı Oyalı Beyaz Bir Mendil in Üzerine Henüz Damlayacak Bir Katre Gözyaşı Kadar Sıcak Olan,

 

O Yerinden Koparılmış Parçayı Kalbi nin Üzerine Bastırıp,

 

Mazi Çıkrığından Sarkmış, Hatıra İplikleri İle Yeniden Dikmeye Çalışan Bir Silüet ten mi ?

 

,,,,,,

 

Gördünüz mü İşte, Yine Çınlattınız Gönül Ud umun Titrek Tellerini.

 

Hani Kendimi Tutmasam Akacağım Bembeyaz Sayfanın Üzerine, Sağanak Misali.

 

İyisimi Siz Boşverin Beni. Kendi Kendime Söyleniyorum İşte.

 

Benim Yağmurlarım Sedasız Olur du Oysa Hep.

 

Bu Gök Gürültüsü, Bu Kasvet, Bu Yıldırımlar,

 

Yoksa ? ,,,,,,

 

Şu Ufukta Görünen Uykusuz Gecelerim Olmasın Benim...

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

 

 

Sevgili Rina ;

 

Hem Yukarıda Yalnızlık Adına Böyle Dokunaklı Yazılar Ekleyip,

 

Sonra da, Beni Buralarda Böyle Yalnız Bırakıyorsunuz.

 

:(

:crying:

:(

 

N'apalım Artık.

 

Ben de Gidiyorum İşte O Zaman.

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Rina ;

 

Hem Yukarıda Yalnızlık Adına Böyle Dokunaklı Yazılar Ekleyip,

 

Sonra da, Beni Buralarda Böyle Yalnız Bırakıyorsunuz.

 

sad.gif

crying.gif

sad.gif

 

N'apalım Artık.

 

Ben de Gidiyorum İşte O Zaman.

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

 

haklısınızz bugun bıraz ısım vardı cok ılgılenemedımm clover.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

ÜMİT TAŞI

 

 

Küçük çocuk,deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan kalbi gibiydi. Üstelik de parıl parıl parlamaktaydı.

 

Çocuk, taşı avuçlayıp evine koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı. Fakat bunu ona söyleyemedi.

Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle, bir de top alacağına inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu.

Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatilde simit sattığı çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle.

Çocuk, en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre vitrin önünde bekledi. İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir adam vardı. Müşteri olarak da, kürk mantolu bir hanım.

Küçük çocuk, biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı dükkan sahibine uzatarak:

—Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim! dedi. Eğer isterseniz size satarım.

Adam, taşa uzaktan bir göz atıp:

—O sadece basit bir çakmak taşı, dedi. Bütün sahil o taşlarla doludur.

—Hayır!. diye atıldı küçük çocuk. İsterseniz ıslatın. Ne kadar parladığını göreceksiniz.

Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu kolundan tutup atmayı planlıyordu.

Kadın, onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp:

—Tam istediğim şey! diye gülümsedi. Onu bana satar mısın?

Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış olmaktan son derece mutluydu. Kadının cebine doldurduğu paralar ise, aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı.

Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını istedi. Belli ki, mücevher gibi taşıyacaktı.

Dükkan sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden de:

—Söylemiştim ama tekrar edeyim! dedi. Satın aldığınız şey basit bir taştır.

Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak: —Zannetmiyorum!.. dedi. O taş bence bunlardan çok değerli. Çünkü küçük bir çocuğun ümidini taşıyor.

 

CÜNEYD SUAVİ

 

 

 

 

 

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Rina ;

 

''Güne Güzel Başlamak'' Adlı Bu Başlık, Sanıyorum ki,

Benim İçin İlk Kez Bu Denli İsmi İle Aynı Manada Bir İçerik Taşıyor, ve Münhasır Bir Hal Alıyor.

 

Paylaşımın Adına Teşekkürler.

 

Yukarıdaki Hikayeciğin Yazarı Olan, Sevgili Cüneyd Abimiz ile,

Yanılmıyorsam En Son Bab-ı Ali de ki Bir Yayınevin de Görüşebilmiştik.

 

Uzun Zaman Oldu.

İnşeAllah Önümüzdeki Sene SultanAhmet, Kitap Fuarında Tekrar Buluşabiliriz.

Pek Buralara Uğramaz Gerçi Ama, Hani Olur da Sesimizi Duyacak Olursa, Selam larımızı Sumak tan Onur Duyarız.

 

Bu Hususiyetle Kendisini Tekrar Anıyor, ve

Bizim Okuyarak Büyüdüğümüz O Güzel ve Anlamlı Öykücüklerinden Birini,

Tüm Dostlarıma (Özellikle Siz'e ve Sevgili Aries'e İthaf Ederek)

Bir Tavsiye Niteliğinde Alıntılıyorum ;

 

GÖRMESİNİ BİLEN GÖZLER

 

Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle,

pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.

Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti.

Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.

Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti.

Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.

"Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu.

Demek ki, annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.

 

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen,

yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.

Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü,

ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp,

evi terk etmeye karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı ve

kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.

Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu.

Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.

 

Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler.

 

Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu.

En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.

Karşısında bir dünya güzeli vardı.

 

Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu.

Çok kemerli olan burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları,dalga dalga olmuştu.

 

Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak:

"Sanki yeniden dünyaya geldim!" dedi. "Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?"

 

Yaşlı Doktor: "Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!." diye gülümsedi.

Biz Yalnızca, Annenin bağışladığı gözleri taktık.

Sen, Onun Gözünden Gördün Kendini!."

 

Cüneyd Suavi

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Rina ;

 

''Güne Güzel Başlamak'' Adlı Bu Başlık, Sanıyorum ki,

Benim İçin İlk Kez Bu Denli İsmi İle Aynı Manada Bir İçerik Taşıyor, ve Münhasır Bir Hal Alıyor.

 

Paylaşımın Adına Teşekkürler.

 

Yukarıdaki Hikayeciğin Yazarı Olan, Sevgili Cüneyd Abimiz ile,

Yanılmıyorsam En Son Bab-ı Ali de ki Bir Yayınevin de Görüşebilmiştik.

 

Uzun Zaman Oldu.

İnşeAllah Önümüzdeki Sene SultanAhmet, Kitap Fuarında Tekrar Buluşabiliriz.

Pek Buralara Uğramaz Gerçi Ama, Hani Olur da Sesimizi Duyacak Olursa, Selam larımızı Sumak tan Onur Duyarız.

 

Bu Hususiyetle Kendisini Tekrar Anıyor, ve

Bizim Okuyarak Büyüdüğümüz O Güzel ve Anlamlı Öykücüklerinden Birini,

Tüm Dostlarıma (Özellikle Siz'e ve Sevgili Aries'e İthaf Ederek)

Bir Tavsiye Niteliğinde Alıntılıyorum ;

 

GÖRMESİNİ BİLEN GÖZLER

 

Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle,

pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.

Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti.

Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.

Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti.

Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.

"Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu.

Demek ki, annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.

 

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen,

yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.

Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü,

ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp,

evi terk etmeye karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı ve

kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.

Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu.

Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.

 

Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler.

 

Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu.

En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.

Karşısında bir dünya güzeli vardı.

 

Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu.

Çok kemerli olan burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları,dalga dalga olmuştu.

 

Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak:

"Sanki yeniden dünyaya geldim!" dedi. "Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?"

 

Yaşlı Doktor: "Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!." diye gülümsedi.

Biz Yalnızca, Annenin bağışladığı gözleri taktık.

Sen, Onun Gözünden Gördün Kendini!."

 

Cüneyd Suavi

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

 

Sevgili Birvarmışhiçyokmuş;

 

Teşekkur ederimmclover.gif

 

Gönül gözüyle görmesini bilenlere gelsin...wub.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

OĞLUMA ÖĞÜT

Goncayı toprağıyla sev

Dünya küçücük bir ev

Bu âlemde bize görev

İyi insan olmak oğlum! ..

 

Keser çivi çaksın bırak

Baltayı kendine rehber yap

Mataranı helâl doldur

Çölde serâp görme oğlum! ..

 

Kopsa başın,yalan deme

Acından öl,haram yeme

Büyüğe kötü söyleme

Sözün sana döner oğlum! ..

 

Sevginin önünde eğil

Onu en aziz varlık bil

Kâinat nefretten değil

Sevgiden var oldu oğlum

 

İnançlarını yitirme

Dostuna dost ol..bitirme

Sahteliği gör..götürme

Asıl asla döner oğlum! ..

 

İnsanlık gelişmez sensiz

Öğren şöhretsiz,isimsiz

Ruhlar var gezer bedensiz

Dünyayı boş sanma oğlum! ..

 

İnsanın ırk'ı yok,milliyeti de

Her milletten iyi de var,kötü de

Burda eğer ölçü inançsa,dinse

En son en iyisi bilinir oğlum! ..

 

Güz gelince düşen yaprak

İlkbaharda nasıl doğar,bir bak

Bunu doğa yapar diyen ahmak

Rehberin olmasın oğlum! ..

 

Akıl,ilim,irfanı seç

Bunlarda en önlere geç

Bilgi çağı denen süreç

Seni takip etsin oğlum! ..

 

Ayağına taşlar değsin

Düşürmesin,sendeletsin

Dünya istediği yere gitsin

İnsan kalmayı bil oğlum!

 

Hakkım deme,Hâk bilmeden

Hakkın olmaz,Hâk vermeden

Hakkı Hâk'tan öğrenmeden

Hâk'ta,hakkın olmaz oğlum! ..

 

Bildiğim dualar sizde

Özlemim,isteğim sizde

Babam cahil bilmemiş de

Vasiyetiymiş de oğlum! ..

 

En nihayet kendini bil

Bilgelik önünde eğil

Bu dünya öyle boş değil

Boş diyene kanma oğlum..!

 

ALINTI...

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Mutlaka seversin” dedi yakamoz…

Öyle ya da böyle birini mutlaka seversin… İnsan olmanın, var olmanın, yaşadığını hissetmenin, bir şey olduğunun farkına varmanın en üst düzeydeki fiilidir sevmek…

“Mutlaka seversin” dedi gökteki ay bir hilal… Sanal ya da gerçek birini mutlaka seversin... Kendini gerekli hissetmenin, anlamlı bir varlık olduğunu fark etmenin, yaşama sevincinin hücrelerinde dolaştığını kavramanın en üst düzeydeki sözcüğüdür sevgi…

“Mutlaka seversin” dedi martım… Doğru ya da yanlış birini mutlaka seversin... Kendini çocuk gibi hissetmenin, hüznünü bir Eski Yunan tragedyası gibi, ne seni SEN gibi yaşayabilmenin, isteğin, arzunun, yoğunlaşmanın ya da buharlaşmanın çağrısına kaptırabileceğin en üst düzeydeki duygudur aşk…

“Mutlaka seversin” dedi yıldızlar… Kalıcı ya da geçici birini mutlaka seversin…

Sevgisiz yaşanmaz... Sevgi zorunlu bir ilişki biçimi... Her zaman çakışmaz, bazen seven oluruz bazen sevilen… Sevenin bir başkadır, sevdiğin bir başka… Bir ilişkinin ortasında bazen seven oluruz bazen sevilen...

Hangisi olmak isterdiniz? Seven mi, sevilen mi?

Hafife almayın, çok ciddi sorudur… Tayin edici derecede mühim bir sorudur… Hayatta en az bir kez her insanın kendisine sorması ve cevabını dürüstçe vermesi gereken bir sorudur… İnsanin kendisini tanımlaması gereken bir alandır...

Bir ilişkinin gidişatını belirleyen en önemli yol ayrımlarından biridir…

Kimileri sevmeden yapamaz, eksik hisseder kendisini, kimileri sevilmeden…

Tabii ki çakışırsa müthiş bir şey olur, daha büyük bir keyif düşünülemez, ama gerçekçi olmak gerekir, her zaman çakışmaz, bazen seven oluruz, bazen sevilen...

İnsan sevmeden yaşayamaz... Aslolan sevmektir… Karşındakinin ne düşündüğünün zerre kadar önemi yoktur... Sen varsın, sen yaşıyorsun ve birini seviyorsun, için üşüyerek seviyorsun, kendin için seviyorsun… Karşılık görmenin istatistikî bir anlamı yok… Kimse karışamaz, kimse engelleyemez, kimse anlayamaz, kavrayamaz... Deli gözüyle bakarlar size, sevdiğiniz insan bile… Doğrudur, siz delisinizdir… Zararı kendisine dünya güzeli bir delisinizdir… Kimsecikler ulaşamaz size. Kendiniz için seversiniz... Karsınızdaki sizi ayni ölçüde sevmiyordur, belki de hiç sevmiyordur ama sevilendir, gıkını bile çıkarmaz... Siz onu kendi istediğiniz gibi seversiniz, kendi bildiğiniz gibi… Sevme ilminin bütün inceliklerini gösterirsiniz… Öldüresiye seversiniz… O sizi sevmez ama hayranlıkla izler…

İnsan sevilmeden yaşayamaz... Sevilmek var olmanın anlamıdır... Birinin sensiz yaşayamayacağını, senden vazgeçemeyeceğini içinde hissetmesidir… Birinin bütün dünyasını senin üstüne kurmasından daha güzel bir şey olabilir mi?

Güvenle bakarsın hayata… Bilirsin ki, o seninle vardır, sensiz yoktur... Elbette içinde bir boşluk hissettiğin zamanlar da olur, sen de sevdiğin biri için deli olmak istersin… Ama senin için deli olan biri varken, sevildiğin bir ilişkiye riske atmaya değer mi diye sorarsın kendine… İkircikli kalırsın… Kendini doğruladığın, kendini iyi hissettiğin bir ilişkiden, sevilen olmaktan vazgeçemezsin... Hep ararsın sevilen olmayı... Düşünülmeyi, aranmayı, hediyelere boğulmayı, zor anlarında hep o birinin yanında bulunacağını bilmeyi istersin… Bir kere sevilen oldun mu, bir daha asla sevilen olmaktan vazgeçemezsin…

Şu ya da bu şekilde, sevmeden ya da sevilmeden yaşanmaz... Hayatin renkleri, şarkıları, kelimeleri, kokuları, zevkleri, duyguları uçar gider elinden... Dımdızlak kalırsın ortada…

Bakarsın aval aval ben bu dünyaya niye geldim diye…

Bir kez bile deliler gibi sevmeden, hatta karşılık görmeden deliler gibi sevmeden, bir kez bile deliler gibi sevilmeden, karşılıksız sevilmenin hazzına erişmeden bu dünyadan çekip gitmek olacak şey değil...

Böyle düşünürken bu ıssız bu sessiz dragosun yosun kokan şehrinde, zamanda nasıl geçiyor ahhhh bi bilsem sevgili martım… Hafif bir rüzgâr esiyor bak…

Kabarmış tüylerinde yumulmuş geceye iki kumru… Pencerede kesikti rüzgârın sesi ama nasıl estiği belliydi ağaçlarda… Sıcaktaydım, kumruları kıskanırcasına da uykusuz Sancılıydı gece… Uzundu ve saatler teke düştükçe, yaklaşan sabah hep yabancı ederdi beni kendime...

Hayallerimin kırıklarını toplayan yastığa bıraktım saçlarımı…

Kanatırdı düşlerimi kesikleri, uykusuzluğuma batardı… Yanaklarımda mevsim soluğu, gözlerimde yıldız kırıkları… Parlak ve ıslaktı bakışlarım… Kirpiklerim öpüşmüş ve saçlarımda örülüydü yarına dair umutlarım… çiğ damlacığı gülkokulu ellerim…

Savrulan dalları izledim saatlerce Uyanmayan kumruları...

Rüzgârı bekledim, belki gider… Ve giderken saçlarımın altındaki gizli acıları savurur sandım...

…ellerinin akışını düşündüm saçlarımda ve ellerimde bıraktığın yalnızlığı... Günebakanların eğilişini getir aklına Hangi eylül, nisan kokmaz ki?

Şiirler bile daha soğuk bu mevsimde… Güneş daha paslı, mavi daha donuk... Uzandığımda tutacağımı sandığım - sen – Oysa hiç olmamışsın bende…

Gidişlere alışkınım aslında sen hep kalmalıydın…

Bilmedim isyanım sensizliğe mi, gidişlere mi?

Hangi hayal gerçek olur ki?

Hele ki adı aşksa ve hele ki imkânsızsa... Üşüdüğüm yatağımda çöl düşümsün… Kan ter içinde karşılarım bu yüzden sabahları…

Rüzgâr hala penceremde, kumrular uykuda… Kum gözlerini düşündüm…

Yosun kokan deniz kıyısından Bakışlarında sızan kanamayı… dragosun ağaçlarının gölgesinde açılsın esmer teninde bana ait dokunuşlar…

Dağılsa şu kızıl bulutlar pencerede… Hani boşalsa yağmur, saklasa yaşlarımı

Kime zarar… Yedinci mevsimin, yedinci katındayım…

Aşk çiçeğimdi yediverenler… Onlar bile yangında şimdi…

…kanıp hazana teslim olan kızılyapraklardan… Salıncak kuruyorum dolunaya…

Kumru kanatlarına ben de yumsam başımı, uyur muyum?

Öfkemi sakladım çöl kaktüslerinde… Özlemlerim kanadıkça açtı dikenlerinde kırmızılarım… ”kırmızı” neydi… Kim bildi…

Şu rüzgâr kapımın önünden süpürse yalnızlığı… Yaprakların çırpınışları dursa…

Ve beşik olmasa dallar kuşlara… Uçsalar gündüz gibi…

Gecenin sessizliği bozulur mu sahi?

Korkularım yaklaşır mı duvara vuran gölgelerle…

Çıtırtılarda gümbürder mi yüreğim?

Soluğumdan bile ürker miyim?

Gün yüzüme vurur mu yalnızlığımı geceyi sarmalarken?

Son ateş böceklerini sakladığım kavanoz… Ağustosun küllerini barındırır aslında Sönüklüğü bu yüzdendir gecenin… Kayboluşum bu yüzdendir...

Ne bir daldan seyir eyleyeceğim mevsim...

Ne uykusuzluğumu paylaştığım –sen- varsın…

Sarı bir yorgan çekiyorum bahar sevişlerinin üstüne… Yaz zaten sahte sıcak…

Tek gerçek, penceremdeki rüzgâr Eşini bulan kumru Kabarmış tüylerinde huzurlu uyku…

Uykusuzluğum neden sence, ben bilmiyorum… Cevap vermiyor saatlerdir fısıldayan yapraklar… Yedinci mevsimin son tangosu…

Ve ilk kez dans ederken ayağım kayıyor…

Hangi yıldız taşır beni, dilek yağmurlarına?

Kanat germeye başladı kuşlar…

Gün eteğinin altına almaya başladı geceyi…

Uyumak istiyorum… Sadece uyumak…

Kum gözlerinde, yummalıyım gözlerimi… "kum gibi"

Nasılsa sen beni uyurken seyredersin.. Ve alnıma bırakırsın sıcak buseni martım…

Ç ö l d ü ş ü m... Eylül yağmurlarını aş da g e l... -d- üşüyorum Bir gecem olsa seninle... Düş ötesinde… Hangi yıldız taşır beni, dilek yağmurlarına?

“Mutlaka seversin” dedi yakamoz… Öyle ya da böyle birini mutlaka seversin… İnsan olmanın, var olmanın, yaşadığını hissetmenin, bir şey olduğunun farkına varmanın en üst düzeydeki fiilidir sevmek…

Ya sen sevmeyi bilirmisin… ? martım...

 

55620449.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

MÜSLÜMAN’A HARAM” ÇEŞMESİ

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!..”

Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye...

Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzûra getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dîni İslâm, ahâlisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?..” diye çıkışmışlar adama.

Adam:

- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:

- “Ne delili, ne ispatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahâlinin huzûrunu kaçırdın, katlin vâciptir!” demiş.

Demiş ama, bir yandan da merak edermiş:

- “Nedir gerekçen?..” diye sormuş.

Adam:

- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş...Padişah da sinirlenmiş ama, diğer yandan o da meraklanırmış:

- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl,

Müslüman’a haram yazarsın?..”

Adam, başı önünde konuşur:

- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”

- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?..”

- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultânım…”

- “Eeee?!..”

- “Sultânım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…”

Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Mûsevîler, “ne oluyor, bu ne zulüm?.. Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masûmdur, gerekirse kefâlet ödeyelim...”

Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş… Bir hafta dolunca, adam:

- “Sultânım, artık bırakmak zamanıdır” demiş.Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler…

Az zaman geçmiş ki, adam:

- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultânım” demiş.

Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar... Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine...

Sultan:

- “Bitti mi?..” demiş adama.

- “Sultânım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.

- “Şimdi nedir isteğin?..”

- “Efendim, pâyitahtımız Bursa’nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden…”

Adamın dediğini yapmışlar, Ulu cami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler...Ve ne olmuş bilin bakalım?..

Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?.. Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış...

Geçmiş bir hafta, “nerde imam” diye gelen-giden yok!.. Aptal ve câhil bir imam tâyin edilmiş yerine, ne konuştuğunu kendi kulağı duymayan tam yobaz cinsinden biri… Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derdest edilen koca âlim için:

- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”

- “Kim bilir ne halt etti de tevkif edildi!..”

- “Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara…”

- “Sorma, sorma...”

Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:

- “Eee, ne olacak şimdi?..

Adam:

- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.”

“Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:

- “Ey büyük Sultânım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?..”

Sultan acı acı tebessüm etmiş:

- “Hava bile haram, hava bile!..” demiş...

 

H. İKBÂL

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Aşklar da ayakkabılar gibidir...

Bazıları çamur yağmur, toz, toprak, kar, buz gibi her türlü "kötü hava" koşullarına dayanıklıdır.

 

Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak "yamulur" ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup" gider. Aşkları da ayakkabılar kadar "itinayla" seçmezseniz, tipki ayağınızda olduğu gibi yüreğinizde NASIR oluşabilir.

 

Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için "zamanla açılır" diyen satıcıya inanarak alırsanız, zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar.

 

Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yalnızca fiziksel beğeniye kapılıp "zamanla düzelir" diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldığını" görebilirsiniz.

 

Aşık olabileceğiniz insan türü, tıpkı ayakkabılar kadar değişik stillerde, farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir"....

 

Aşkı bir çesit serüven olarak "spor" gibi yaşayanlar, aynen "spor ayakkabı" gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar.

 

Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar.

Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eğlence zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır.

 

"Bez" ayakkabılar gibi kısa ömürlü "tatil aşkları" ise hemen herkesin kişisel tarihinde mevcuttur.

"Marka" ayakkabı alır gibi, sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan" aşıklar görürsünüz.

 

Katı plastikten "yağmur çizmesi" edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.

 

Ayrıca ne tuhaf ki, psikolojik testlerde "zaafı"olup evine sayısız çeşitte ayakkabılar yığan

insanların aynı zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.

 

Evet aşk "ayakkabıdır". Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp "hor" kullandığınız zaman kolayca eskittiğiniz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman kısa sürede "eskitirsiniz".

 

Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız;

 

"delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"!

 

ALINTI...

 

 

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgili rina,

 

çok güzel bir paylaşım..

 

Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız;

 

"delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"!

 

 

bu gerçekten çok doğru..

 

 

güzel bi gün geçirmen dileğiyle..

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgili rina,

 

çok güzel bir paylaşım..

 

Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız;

 

"delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"!

 

 

bu gerçekten çok doğru..

 

 

güzel bi gün geçirmen dileğiyle..

 

clover.gif

 

Tesekkur ederim gun.dem....

 

ayakkabıyla başladıkkk şapkaya kadar yolu var değilmiitongue.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili rina

 

çok anlamlı bir yazı

 

paylaşımın için teşekkür ederim canım clover.gif

 

Sevgili Aries,

 

Ayabakkabı alma zamanı geçtimi unsure.gif foruma geleyimde alalımm...

 

Aman forum yalnış anlaşılmasınn alışveriş merkezidir tongue.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Arkadaşlar ,

 

Bir Şey Soracağım,

 

(Ama Kızmak Yok He.)

 

Seda Sayan ı Ne Zaman Davet Edeceğiz ... ?

 

tongue.giflaugh.gifbiggrin.gifsmile.gif

 

Sevgili birvarmışhiçyokmuş;

 

Yoooo niye kızalım kii....Seda Sayan yaşlandı efendimm....

 

siz bırakın onudaa söyleyin bakalım yazıyı beğendinizmii?

tongue.gifwink.gifsmile.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Sevgili Aries,

 

Ayabakkabı alma zamanı geçtimi unsure.gif foruma geleyimde alalımm...

 

Aman forum yalnış anlaşılmasınn alışveriş merkezidir tongue.gif

 

 

Sevgili rina

 

İşlerini bitir de vitrin bakmaya gideriz foruma hem kahvede içeriz dumalı hava sahasında :)

 

havuz başında:)

 

güzel film varsa sinemaya da gireriz :)

 

artık İzmir forumu duymuşlardır..yanlış anlaşılmaz:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.