Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Gümüşhane Halk Edebiyatı


_asi_

Önerilen İletiler

HALK EDEBİYATI

 

MASALLAR

 

GOCA NENEYNEN TİLKİ

 

Bir varmış, bir yoğumuş,bir Goca Nene varmış.bu nenenin bir tek ineği varmış.Bu İneği sağar, sütünü satar geçinirmiş.

 

Bir gün Goca nine sütünü sağmış,küleği getirmiş havlunun ortasına gomuş,işine gitmiş.Az sonra gelmiş babahmış ki süd yoh,külek boş.Bir beyle,beş beyle Allah, Allah….. demiş bunda bir iş var.Bir sabah gene südi sağdıktan sonra gene getirmiş küleği havlunun ortasına goymuş,gendi de bir köşeye gizlenmiş.bir de bahmış ki ne bahsı, bir Tilki külege yanaşdi, südü içiy.Haman satırı ğapmış nene, tilkinin ğuyruğuna bir indirmiş,ğoparmış tilkinin ğuyruğunu.Tilki dönmüş goca nene’ye yalvarmı:

 

“Nene, nene..ğuyruğumi veer!...” demiş,Nene de :

 

“Yoooh vermem, kafir, sen benim südimi nasıl içersin?” demiş.

 

Tilki gene :” Nene nene…ğuyruğumi veer!” deyin yalvarmış.Nene de merhamete gelmiş.

 

“Get südimi getir sana ğuyruğunu verim” demiş.

 

Tilki ğoyuna getmiş:

 

“Ğoyun gardaş,ğoyun gardaş bana süd ver,neniye verim,ğuyruğumi alim” deyin yalvarmış.Ğoyunda demişki:

 

“sen get bana ot getir,bende sana süd verim.” Tilki netsin,gitmiş çayıra:”Çayır…çayır…bana ot ver,goyuna verim,guyunda bana süd versin Neniye verim,ğuyruğumi alim.Çayırda demişki :

 

“Get bana gızları getir,üstümde oynasınlar bende sana ot verim.”Tilki gızlara gitmiş:

 

Ğızlar gızlar…no’lursuuz,gelin çayırda oynayın.Çayır bana ot versin.Oti ğoyuna verim,ğoyun bana süd versin,südi Neniye verim,ğuyruğumi alim” Gızlar demişler ki :

 

“Get bize inci getir,gelek çayırda oyniyah.” Ne’tsin gorona tilki? Galhmış guyumçiya gitmiş:

 

“Guyumçi ğardaş,guyumçi ğardaş…bana inci ver,götürüm gızlara verim,gızlar gitsin çayırda oynasınlar,çayır bana ot versin,otu götürüm,ğoyuna verim,ğoyun bana süd versin,südi alım,götürüm neniye verim,ğuyruğumi alim”Guyumcu demiş ki :

 

“Get yumurta getir,sana inci verim” Tilki bu seferde tayuhlara getmiş:

 

“Pulli, pulli tayuhlar…beyle, beyle oldi başıma bu haller geldi Gelin bana yumurta verin götürüm guyumcuya verim,guyumci bana inci versin, götürüm gızlara verim,ğızlar gitsin çayırda oynasınnar,çayırdan ot alım,ğoyuna verim,ğoyun bana süt versin,Neni ye verimğuyruğumi alım.tayuhlar demiş ki :

 

“Get bize lazut getir,yumurta verek,” Tilki tutmuş yoli getmiş lazut tarlasına :

 

Tarla tarla…N’olursun,n’olursun.Bana biraz lazut ver,götürüm tayuhlara verim,tayuhlar bana yumurta versin,yumurtayı alım guyumcuya verim,guyumcu bana inci versin,inciyi alim gızlara verim,gızlar çayırda oynasınnar,çayır bana ot versin,ğoyuna verim,ğoyun bana süd versin.Neni ye verim ğuyruğimi alim.”Tarla demiş ki :

 

“Get bana su getir,sana lazut verim” tilki almış yoli getmiş deriye:

 

“Dere dere!..bana su ver,tarliya verim,tarladan lazut alım,tayuhlara verim,tayuhlardan yumurta alım,ğuyumçuya verim,ğuyumçudan inci alım,ğızlara verim,gızlar getsin çayırda oynasınlar,çayırdan ot alım,ğoyuna verim,ğoyundan süd alım,neniye verim,ğuyruğumi alım.

 

Neyse tilki dereden suyu almış, götürmüş tarlıya vermiş,tarladan lazut almış,tayuhlara vermiş,tayuhlardan yumurta almış ğuyumçiya vermiş,ğuyumçidan inci almışğızlara vermiş,ğızlar getmiş çayırda oynamışlar,çayır ona ot vermiş, oti almış goyuna vermiş,goyundan süt almış Neniye vermiş guyruğuni almış,çıhmış getmiş.

 

 

HİKAYELER

 

 

ÇEMENDERZÂDE

 

Evvel zaman içinde köylünün biri İstanbul’a gitmiş.Bir kaç yıl sonra Köyüne dönmek için yola çıkar.Birde merkep almış.Köyüne yaklaşınca tarlasını sürmekte olan çiftçiye rastlar.Fakat selam vermeden geçip gider.Az ileride bir gözeye rastlayan delikanlı orada biraz dinlenmek ister.Merkebini gözenin yanındaki Kuşburnu dikenine bağlar.Torbasından yiyecek çıkartır yer.Uykusuda geldiği için oraya uzanır,biraz uyur.

 

O uykuda iken Merkebi bağlandığı dalı kopartarak ilerideki çayırlıkta yayılmaya başlar.Delikanlı uyanırki eşek yok. Biraz önce selam vermediği çiftçinin yanına gider.

 

“ Selamünaleyküm Çiftçi Bey”

 

“Aleykümselam.Senin yanlışın var çiftçiden bey olmaz.”

 

“Bendeniz taht-ı ber-kal’adan geliyoruz.Çemenderzâde bana yoldaş olup geliyor.Ab-ı hayat çeşme-saray başına rastgeliyoruz.Çemenderzâdeyi zencefil dalına bendediyoruz.Gaflete varıyoruz.Çemenderzâde firar ediyor,vuku buldu mu? “

 

Delikanlının konuşmasına fena halde kızan çiftçi, buna güzel bir hudayı şamar çeker :

 

“Ulan babanın dilini kouş!”

 

“Dur dayı dur.İstanbul’dan geliyorum.Bir eşek almıştım.İlerideki Kuşburnu dikenine bağlamıştım.Gözenin yanında ekmek yedikten sonra uyuya kalmışım.Ben uykuda iken eşek kayboldu. Haberin var mı gördün mü ? Onu soruyorum.

 

“ Dey ha soykan orda, git onu ordan al da bir daha da babanın dilini konuş.”

 

 

KONUŞAN BEBEK

 

Bir varmış, bir yokmuş… bir padişahın oğlu varmış.Bu oğlan hiç dışrı çıkmazmış.bir gün arkadaşları gelip bunu gölün kenarına gezmeye götürmüşler.Onlar orada otururken gölden bir kurbağa çıkıp “ Vak Vak” diye ötmeye başlamış.Padişahın oğlu bu kurbağanın sesine vurulur.

 

Padişahın oğlu her gün o gölün kenarına gidip o kurbağayı yakalamaya çalışır.Nihayet bir gün kurbağayı yakalayıp sarayın rafına koyar.Bu oğlan gezmeye çıktığı günler evin her tarafına silinip süpürüldüğünü, yemeklerin hazır olduğu görür.Bir gün sahip kurbağayı yakalamak ister.Sakladığı yerden bakar ki bir kız var, hemen kızı yakalar.

 

“İn misin, cin misisn ?”

 

“Ne inim, ne de cinim; insanoğlu insanım.”

 

Oğlan, güzel bir kız olan bu kurbağayı alır.Bunu gören oğlanın annesi babasına der ki :

 

“Oğlum bir kız getirmiş ki sana layık, ona layık değil.”

 

“Öyleyse oğlanı öldürelim de gelini ben alayım.”

 

Fakat öldürmeden önce annesi ölüverir.Babası hemen bir cadı karısı bulur.:

 

“ Bu gelin bana alabilir misin ?”

 

“ Alırım”

 

“ Ama, oğlanı ne yapacağız ?”

 

“ Kolay, desin ki : “ Oğlum, git öte dünyada annenden anahtarı al gel.” O da getiremez.”

 

Padişah oğlunu çağırır, cadının dediği gibi oğluna anahtarı getirmesini söyler.Oğlu da “ Ben nasıl getireceğim ?” diye düşüne düşüne evine gelir. Bunun karısı da peri kızı imiş.Karısına meseleyi anlatır. O da der ki:

 

“ Gölün kenarına gidersin, bu gül çubuğunu al, suya vur. Annem çıkar. Dersin ki : “ Kaynana, sizin eşeği ver, bineyim de öteki dünyadan anahtar getireyim.”

 

 

*NE İDİM, NE OLDUM, NE OLACAĞIM*

 

Bir varmış, bir yokmuş…. Bir padişah varmış, bununda hiç evladı olmazmış.Evlat hasreti çekermiş bu padişah. Bir gün ailesiyle oturup vasfıhal etmişler:

 

“Geldik, gidiyoruz.Şu kadar padişahlık yaptık, gücümüz de kalmadı.Bu malımız, mülkümüz kime kalacak, evladımız da yok ki ona kalsın.”

 

“Ne yapalım efendi, bir tedbir alalım.Böyle olmaz; evlat yok, çoluk çocuk yok.”

 

Padişah bir gün veziri ile otururken bir derviş gelip buna bir elma verir.O gece hem padişah, hem vezir elmaları yiyip gerdeğe giriyorlar.Günü ayı tamam olunca padişahın bir kızı, vezirinde bir oğlu oluyor.Bunlar büyüyorlar, mektebe başlıyorlar.Mektebi de bitiriyorlar.Kız bir gün babası na der ki :

 

“Babacığım, böyle oturmayla ne olacak, bana müsaade ver de biraz gezeyim.”

 

“ Peki kızım.”

 

Vezir çağırıyor padişahı.

 

“Vezir, kızımla gezeceksin.”

 

Kızla vezir yola çıkarlar.bir müddet gittikten sonra vezir kıza sulanmaya başlar, kızdan akınlık ister.Çok serencamdan sonra kız buna yakınlık vermez.Fakat kurtulamayacağını da anlar:

 

“ Peki, bana müsaade et, bir dışarı çıkıp geleyim de ondan sonra.”

 

Kız dışarı çıkar çıkmaz kaçıp gider.Gece yarısı etrafa kimseler yok… gide gide bir ormana varır.Öbür taraftan vezir, kızın gelmediğini görünce askeri toplayıp sağı solu aratır, fakat bulamazlar.Kız da bir ağacın tepesine çıkıp sabaha kadar orada bekler.Sabahleyin bir çobanın sürüsü oradan geçerken köpekler havlamaya başlarlar.Çoban orada bir iş olduğunu anlayıp koşarak gelir ki ne görsün:

 

Ayın nuru gibi bir kız.

 

“Gel bakalım, in aşağıya.”

 

Kızı aşağıya indirir, kendine almaya karar verir:”Allah seni bana rızk etti, benim rızkım da senmişsin.” Deyip kızı alır gider.Nikah olurlar.Bunların üç tane çocuğu olur.Bunlara, “ Ne idim”, “Ne oldum”, “Ne Olacağım” adlarını koyarlar.

 

Aradan epey zaman geçtikten sonra bu kızın babası veziriyle berber seyahate çıkar.Bunlar gide gide çobanın beldesine varırlar.Çobanı süt sağarken görünce ondan süt isterler:

 

“ Siz iyi adamlara benziyorsunuz, bu gece benim Tanrı misafirim olursunuz.”

 

Çoban, padişahla veziri alıp evine getirir.Çobanın karısı babasıyle vezirin geldiğini görünce: “ Taş kaya çarptı.” Diye düşünür.

 

Kız, babasının evlerinde ne yediğini, ne içtiğini bildiği için aynısını o akşam onlara yapar.Padişah bu benzerliğin farkına varır:

 

“ Vezir, burada bir iş var, yemek aynı bizim yemek, yatak aynı bizim yatak, durum aynı durum.Bun da bir iş var, bakalım akıbeti nereye varacak ?”

 

Sabah olunca çocuklar da gelirler.Babaları bunlara seslenir:

 

“Ne idim!”

 

“Buyur Baba.”

 

“Ne Oldum!”

 

“Buyur Baba”

 

“Ne olacağım”

 

“Buyur Baba”

 

Çocukların adı duyan padişah daha da şaşar:

 

“ Dur bakalım bunun sonu nereye varacak vezir ?” Çobanı çağırarak der ki:

 

“Evet çoban kardeş, yedik, içtik; muhabbete doyum olmaz.Bize artık yolculuk göründü. Yalnız sana bir sorum var, bu çocukların adını kim koydu?”

 

“Anaları..”

 

“Sesle de gelsin.”Padişahın kızı gelir, babası, kızı olduğunu bilmeden sorar: “Yavrum, sen bu çocukların adını niye böyle koydun ? ”

 

“ Ben bir padişah kızı idim, çobana vardım, bakalım daha ne olacağım.Onun için böyle koydum.”

 

Kız bunları söyledikten sonra kendisini tanıtır.Hemen orada vezirin başını vurdurur.Çobanın da kendine vezir eder, kızını alıp hep beraber dönerler.

 

 

 

KÖR KURT

 

Bir varmış, bir yokmuş… evvel zaman içinde bir çoban varmış.Bu çoban bir köyün davarını güdermiş.Bir gün “Artık çobanlık etmeyeceğim.” Deyip davarı gütmekten vaz geçer.Çobanlığa devam etmesi için rica ederler:

 

“Gel davara git.”

 

“Gitmem.”

 

“Nasıl gitmezsin, gideceksin.”

 

Bu kalkıp çobanlığa devam eder.Bir gün, beş gün gider.Ama, çoban yerişir.Evine gelip karısına der ki

 

“Ben daha gitmiyorum.”

 

“Gideceksin, etme herif, eyleme herif.Bu yıl açız.Gitmezsen aç kalırız.Git de hakkımızı alıp yiyelim.”

 

“Gitmem!”

 

Onlar böyle konuşurken yanlarına bir ihtiyar nene gelir,çobana der ki:

 

“Oğlum, benim bu keçimi niye sağıyorsun? Benim bir tek keçim var.Ben dul bir karıyım.Ben ne ile geçineceğim sen keçimi sağarsan?”

 

“nene, ben senin keçini sağmıyorum.”

 

“Sağıyorsun.”

 

Nene oradan çıkıp gider.Bu çoban iki üç daha çobanlık etmek ister.Davara gider, bakar ki nenenin keçisi davardan ayrılıp başka bir yere gidiyor.Bir mağaraya girer, oradaki kör kurt bunu emer, beslenirmiş.Keçi tekrar davara gelir.Bu çoban ertesi gün davara gider.Davarı yatırdığı yerden bakar ki keçi yattığı yerden kalkıp yine o mağaraya gider.Çoban da geriden o mağaraya girer.Bakar ki keçi önce bir bacağını kaldırıp kör kurdu emzirir, sonra öbür bacağını kaldırıp onu da emzirir.Keçi oradan çıkıp güzelce yerine gelir.

 

O gün evine gelen çoban bir daha çobanlığa gitmeye karar verir:

 

“ben daha davara gitmeyeceğim !”

 

“ Pekala, gitmeyeceksin; ama, bizim halimiz ne olacak ?”

 

“Kör kurdun rızkını vermeye kadir olan Allah benim rızkımı vermeye kadir değil midir ?”

 

Bir gün evinde otururken bu eski çoban karısına der ki:

 

“ Karı, bizim yakınımızda ki örende bir hazine var, altın hazinesi.Git orayı eş, altınları al gel.”

 

Kadın, kocasının tarif ettiği yere gidip yeri eşer.Eştiği yerde altın dolu bir hazine bulur.Bir güveç dolusu altın… Altınları alacağı sırada üstünden aşağı- sözüm yabana- bir Kızılbaş bağırır:

 

“Bırak o benimdir, bırak !”

 

Kadın hazineyi bıraktığı gibi kaçıp gider.Evine gelince kocasına:

 

“Gördün mü, Allah bizim rızkımızı verdi de sen gidip almadın, kadirdir.”

 

Kızılbaş üstten aşağı dolanıp gelir, oradaki altın dolu güveci alıp gider.Evine gelince karısına der ki:

 

“ kapıyı kilitle de o güveci getir, sayalım bakalım, ne kadar altınımız liramız var.”

 

İçinde güveç olan torbayı açarlar hep yılan çayan dolu. Karısına:

 

“ Kalk, kalk, bunu götür de onların bacadan aşağı at, onları yesin, bizi yemesin.”

 

Kadın torbayı aldığı gibi çobanın bacasından aşağı atar.Attığı gibi hepsi altın kesilir.Altınları gören çoban karısına seslenir:

 

“ Kalk, kalk, şunları topla.Adam yine kalkıp toplamaz.Karısı da kızar:

 

“Kalk sen de toplayacaksın.”

 

“ Ben kalkamam.”

 

“ Kalkıp onları da sen toplayacaksın.”

 

Kadın dayanamaz, hepsini torlar toplar, kocasının yanına getirir.

 

Çoban;

 

“ Hanım, kör kurdun rızkını mağaraya getirir verir de benim rızkımı yanıma getirmeye kadir değil midir ?”

 

Yerler, içerler, muratlarına geçerler.

 

 

 

YAZILAN YAZI BOZULMAZ

 

Evvel zaman içinde bir padişah varmış.Bu padişahın bir tek oğlu varmış.Padişah bir gün oğlunu çağırarak vasiyette bulunur:

 

“Oğlum, ben hastalandım, ölürsem filan kabristanın günde üç ekmek hakkı vardır.Her gün o üç ekmeği götür, delikten bırak.”

 

Babası öldükten sonra, oğlu vasiyetini tutarak her gün üç ekmek alır kabristan deliğinden içeri bırakır.Aradan birkaç gün geçtikten sonra oğlan ekmekleri götürmeye başlar.

 

“ Adam sen de. Burada faremi var da ekmekleri yer, bundan sonra götürmeyeceğim.” Diyerek ekmeği kesmiş, götürmemiş O gece rüyasında bir adam buna der ki:

 

“ Aman oğlum, sen bizim ekmeğimizi niye kestin ? Baban bize kırk yıl ekmek getirdi, sen neden acizlendin ? “

 

Ertesi sabah erkenden üç ekmek alan padişahın oğlu kabristana gider.Ekmeği uzattıktan sonra delik genişleyip çocuğu içine alır, sonra delik kapanır,Çocuk bakar ki, temiz bir odada üç tane hoca oturmaktadır.Hocalar buna “ Hoş Geldin” derler ve sorarlar :

 

“ Aman oğlum, bizim ekmeğimizi neden kestin ?”

 

“ Aman hocam, benim cahilliğime sayın.Burada ekmekleri fare yiyor diye kestim, beni affedin.Beni dünya yüzüne çıkartın de her gün sizin üç ekmeğinizi getireyim.Peki hocam, sizlerin burada vazifesi nedir ?”

 

Hocalar sırayla vazifelerinin ne olduğunu söylerler :

 

“Ben, bugün vadesi dolanların defterini silerim.”

 

“Benin vazifem de doğanları yazmaktır.”

 

“Ben de filanın kızını filanın oğluna yazarım.”

 

Delikanlı bunları öğrendikten sonra, bekar olduğu için son konuşan hocaya sorar : “ Hocam, söylemesi ayıp, ben bekarım.Bana kimin kıznı yazdınız, söyleyebilir misiniz ?” Hoca defteri açtıktan sonra der ki :

 

“Oğlum, İstanbul da filan mahallede, filan numaralı evde bir çoban var.Onun üç günlük kızını sana yazdım.”

 

Ben 15-20 yaşındayım, bu çocuk daha yeni doğmuş, ben bu yazıyı bozacağım.Kalkar İstanbul a gider. Hocanın dediği mahalleye gidip çobanın evini bulur.Kapıdaki sakız kilidini açıp içeriye girer.Beşikte uyuyan kızı görünce belindeki saldırmasını çekip çocuğa üç defa saplar :

 

“ Bakalım bu kız bana nasıl yazarlarmış !” Oradan çıkıp doğruca memleketine gelir.

 

Çobanın karısı da kocasına yemek götürmüş, zavallı anne gelince kızını kanlar içinde görür.Ama daha çocuk ölmemiş, hemen hastaneye kaldırırlar.Cenabı Allah buna ömür verir, öldürmez.Fakat bu işi yapanı bir türlü öğrenemezler .

 

Aradan uzun zaman geçer, fakat padişahın oğlu bir türlü evlenemez.Kimini bu beğenmez, kimisi de bunu beğenmez.

 

“Hanım, biz bu denekle gezdikten sonra İstanbul da çobanlık yapacağımıza Ankara da yaparız.” Eşyalarını bir eşeğe yükleyip kızını, oğlunu alıp yola düşerler.Günlerce sonra padişah oğlunun olduğu şehre gelir.Padişah oğlunun çayırının yanına inip çadırlarını kurarlar.Hayvanları da çayıra otlatmaya salıverirler.

 

Padişahın oğlu sarayın penceresinden bakarken çayırdaki hayvanları görünce :

 

“ Benim korkumdan buralara kimseler gelmezdi, kim bunlar ?” diye kalkıp çayırına doğru gelir.Çadırın önünden geçerken içeride bir kız görür.Bu kız buna dünya güzeli görünür.Çobana sorar :

 

“ Babacığım, sen nerelisin ?”

 

“ ben filan yerde çobandım, burada da bir çobanlık bulursam gireceğim.”

 

“ Peki sen hayvanlarını burada otlat.”

 

Oğlan hemen annesine gelir : “Aman ana, bizim çayıra bir çoban gelmiş, bir de kızı var ki dünya güzeli.Bir eşi daha bulunmaz.Git, bir de sen bak, belki bana güzel görünmüştür.Bunu bir öğren, bana da acele bir haber….”

 

Anası gidip kızı görür ki hakikaten ayın on dördü gibi şölve veriyor.

 

Birkaç gün sonra bu kıza dünürcü olurlar, çobanın kızını toy düğün edip padişahın oğluna verirler.

 

O gece padişahın oğlu bakar ki kızın yüzü güzelliği vücudunda yok !Sorar :

 

“ Hanım, sen küçüklüğünde anmış mısın bu yara izleri ne böyle ?”

 

“ Aman sultanım, ben küçükken, düşman tarafından üç bıcak yarası ile öldürülmek istenmişim.Doktorlar yaralarımı dikmişler, ameliyat etmişler.Öldürmeyen Allah öldürmemiş.Yaralarım da tamamen iyi oldu.Gövdemde ki dikişler bundan ileri geliyor.”

 

“ Amenna ve saddakna ya Resulullah, hakikaten de yazılan bazı bozulmamış.” Diyen padişah oğlu hanımına dönüp der ki :

 

“ Ya hanım, onu ben yaptım.”

 

 

 

 

HANİ YA BACIMIN AYAĞI

 

Bir varmış, bir yokmuş… Bir adamın bir kızı ile bir oğlu varmış.Bu çocukların anaları ölmüş, babaları yeniden evlenmiş.Analık bunlara ne ekmek veriyor, ne aş.Bu çocukların da analarından kalma bir inekleri var, bunu alıp otlatmaya götürürler.İnek beslendik0çe bol bol süt verir, çocuklar da bu sütle karınlarını doyururlar.Bu çoçuklar adamakıllı etlenirler, bığıl bığıl olurlar.Analığın da bir çocuğu var, o da sararıp soluyor.Analığı bir düşünce alıyor :

 

“ Ben bunlara ekmek vermiyorum, su vermiyorum ; bunlar bığıl bığıl bitiyor, bizim çocukta dünyadan yitiyor.Ne olacak.”

 

Analık bu çocukları kolluyor, bakıyor ki ineği emiyorlar.Akşam olup da çocuklar eve gelince analık kocasına diyor ki :

 

“ Ben hasta oldum.”

 

“ Ne olacak Şimdi ?”

 

“ İneği kesersen iyi olurum.”

 

“ İnek, çocukların analarından kaldı, niye kestiriyorsun ?”

 

“Yok, kesilirse iyi olacağım.”

 

Adam ineği keser, çocuklar da aç kalırlar.Çocuklar sağa sola bir iki dolanırsa da yiyecek bir şey bulamazlar.

 

Bir gün babaları bu çocukları alıp bir yere bırakıp gelir.Bu iki kardeş bir müddet böyle giderler.Oğlan sorar :

 

“ Abla, ben susadım, şurdan su içeceğim.”

 

“ İçme, su canavar izinde göllenmiş içersen canavar olursun.”

 

Biraz daha giderler, bir geyik izine raslarlar.Çocuk dayanamayıp geyik izinden su içer.Hemen tepsinde bir çift boynuz biter, oğlan bir geyik olur.Geyikle kız kardeşi gide gide bir köyün çeşmesine varırlar.

 

“ Eğil selvi kavağım eğil.” Der kız, kavak eğilir, başına çıkar.” Doğrul selvi kavağım doğrul.” Der kavak doğrulur.Geyik de dağlara çıkar, gider.

 

Padişahın oğlu atını sulama gelir.Kızın şavkı suya vurduğu için at yanaşıp da su içmes.Padişahın oğlu o yana bakar, bu ana bakar, bir şey göremez.Bir de yukarıya bakar ki ne görsün, ayın on dördü gibi bir kız parlıyor. Orada padişahın oğlunun aklı bokuna karışır,düşüp bayılır.Gelip padişahın oğlunu ayıktırırlar.Padişah emir verir ki kavak kesilecek.Baltasını alan, nacağını alan kavağı kesmeye başlar, Keserler, kavağı o gün deviremezler.O gece geyik gelip diliyle kavağı yalar, büsbütün eder.Geyik geçip gider.Devresi gün yine kavağı kesmeye gelirler, bakarlar ki kavak eskisi gibi olmuş.

 

Bir cadı karısı gelir :

 

“ Durun siz onu indiremezsiniz.Siz gidin.Ben onu indiririm.Bana biraz un, bir tekne, bir saç, bir de saç ayak getirin.”

 

Gidip cadı karısının istediklerini getirirler.Cadı karısı başlar iş görmeye.Saçayağını ters kurar, teknenin tersinden hamur yoğurmaya başlar, sacı ters kurar.Kız dayanamayıp ağaçtan seslenir :

 

“ Nene nene, ne ediyorsun, tersine mi ediyorsun ?”

 

“ Ah kızım gözlerim görmüyor, in gel de buraları düzelrt git.”

 

“ Kız eğil selvi kavağım eğil.” Deyince kavak eğilir,kız iner.Başlar tekneği doğrultmaya, sacı, sacayağını doğrultmaya.Hemen kızın etrafını sarıp kızı yakalarlar.Kız “ Doğrul kavağım doğrul” derse de kavak doğrulur, kız aşağıda kalır.Padişahın oğlu da kızı alıp gider.

 

Kırk gün kırk gece toy düğün edip gerdeğe atarlar.Bir hafta sonra halayık ile köyün kenarında ki göle çamaşır yıkamaya giderler.çamaşırı yıkadıktan sonra halayığa der ki:

 

“ besleme gel sen beni yıka, hamam yaptır ; sırtımı oğala .”

 

Hemen elbiselerini hamamlıkta soyunur.Besleme yıkarken ayağıyla göle iteleyiverir, göldeki bir alabalık da bunu yutar.

 

Besleme kızın elbiselerini giyip eve gelir.Padişahın oğlu zanneder ki hanımı, halbuki besleme.Onlar evde otururken geyik bacaya gelir, başlar saymaya:

 

“ Şu eniştemin ayağı, şu beslemenin ayağı ; hani ya bacımın ayağı, hani ya bacımın ayağı ?”

 

Besleme padişahın oğluna der ki :

 

“ Kalk şu geyiği cellat et !”

 

“ Niye, o senin kardeşin değil mi ?”

 

“ Yok, o benim kardeşim filan değil.”

 

Padişahın oğlu kalkar, asker düzer.Yarındası gece geyik yine gelir,

 

Fakat etrafı sarılı :

 

“ Bu kel halayığın ayağı, bu da eniştemin ayağı ; hani ya bacımın ayağı, hanı ya bacımın ayağı ?” deyince etrafı saran askerler geyiği yakalar.Cellatlar hazır, bıçaklar hazırlanmış.Geyik eniştesine der ki :

 

“ Bana biraz müsaade et.”

 

“ Hay hay edeyim.”

 

Geyik gölün kenarına gider, padişahın oğlu da arkasında.Geyik göle döner :

 

“ Usturalar gılevlendi,”

 

Boynuma “Gel” eylendi,

 

Ne durursun bacım, ne durursun

 

Çık gel.”

 

Der.Gölden de cevap gelir :

 

“ Kel halayık yitti beni,

 

Alabalık yuttu beni,

 

Sultan Süleyman kuçağımda,

 

Altın tas elinde,

 

Nasıl çıkayım kardeş, nasıl çıkayım.”

 

Padişahın oğlu bu konuşmaları işitir.Ertesi gün bütün gölü boşalttırır, içinden bir alabalık çıkar.Alabalığın karnını yararlar, içinden hanımı çıkar. Elbise giydirirler, evlerine dönerler.Kel halayığa da derler ki :

 

“ Eğri saplı bıçak gerdanına ağrasın, deli katırla giderim.”

 

Maya kazanını deli katırın kuyruğuna bağlarlar, kel halayığı da içine bindirirler; deli katırı bir kamçı vurup havalandırırlar.Kel halayığın en büyük pırtığı kulak kadar kalır.

 

Sizlere sağlık, bize selamet.

 

 

PADİŞAHIN KONUŞMAYAN KIZI

Bir varmış bir yokmuş...Bir padişahın dünya güzeli bir kızı varmış. Fakat bu kız hiç konuşmazmış. Bir gün padişah tellal bağırttırır:

 

“Kızımı kim konuşturursa ona vereceğim.”

 

Bir adamın da üç oğlu varmış. Bu ilanı duyan küçük oğlu “Ben bu kızı konuştururum.diye vaat ederek padişahın huzuruna çıkar. Herkes toplanmış, padişahın kızı da bir perdenin gerisinde oturuyormuş. Bu oğlan anlatmaya başlar:

 

 

 

“Efendim, biz üç kardeş idik. Babamız, her birimizi ayrı mesleklere verdi. Büyüğümüzü marangoz yanına, ortancamızı terzi yanına verdi. Beni de bir hocanın yanına hafızlığa gönderdi. Kardeşlerim marangoz ve terzi oldular, ben de hoca oldum. Babamızın işi rast gitmedi iflas etti.bize dedi ki:”

 

“Oğullarım bundan sonra siz kazanıp getirin , hep birlikte yiyelim.”

 

O gece biz, üçümüz de yola çıktık. Epey gittikten sonra gece yarısı bir yerde uyumaya karar verdik. İkimiz uyuyacak, birimiz de nöbet tutacaktı. Evvela marangoz olan kardeşimiz nöbete kaldı. Nöbet sırasında etraftaki ağaçlardan birini keserek ondan güzel bir kız heykeli yapıyor. Terzi olan kardeşiyim de nöbetinde bu heykele elbiseler kesip dikiyor. Ben de nöbetimde, bu heykele can vermesi için Allah’a yalvardım. “Allah’ım, buna bir can ver de kardeşlerimin yanında benim yüzümü kara etme.” Diye yalvardım. Duam kabul oldu,. Heykel canlandı. Sabah olunca üçümüz kavgaya başladık. Hepimiz, kızın kendisine ait olduğunu söylüyorduk. Evet padişahım, siz söyleyin, bu kız hangimizin? Siz daha iyi bilirsiniz. Yoksa biz birbirimiz öldüreceğiz.

 

Vezir “Marangozundur.” Lala “Hocanındır.” “Terzinindir.” Derken bir karara varamazlar. Bu adara kız dayanamaz, perdenin altından seslenir.:

 

Padişahım sağ olsun, kız büyük kardeşindir, marangozundur, ilk yapan marangozdur.

 

Çocuk hemen padişaha der ki:

 

“Padişahım, kızınızı konuşturdum.”

 

“Hayır o konuşmadı, başkasının sesiydi.”

 

“Konuştu padişahım.”

 

“Konuşmadı”

 

çocuk kızı konuşturmak için yeniden anlatmaya başlar: “Yalnız, sözüm bitince kimse cevap vermeyecek... Büyük kardeşimize bir zenginin kızını istedir. Bize “Fakir “ diye kızlarını vermediler.aradan zaman geçti. Biz o adamdan daha zengin olduk. Aynı kızı bu sefer küçük kardeşimize istedik, büyüğünü başka bir kızla evlendirmiştik Küçük kardeşime kızı verdiler.

 

Düğünden bir iki ay sonra kızı babası evine gerilik’e göndereceğiz. Babamız gelini büyük kardeşimizle yolladı. Bunlar yola çıkınca kızın kocası şüphelenmeye başlar: “Bu kardeşim bu kızı istemişti de vermedilerdi, kardeşim aileme bir hakaret eder mi? Diye arkalarından yola koyuluyor. Hava çok sıcak olduğu için öndekiler, bir su kenarına inerler. Büyük oğlan kıza der ki:

 

“Sen burada dur da ben biraz dolaşayım.”

 

Büyük kardeşim gidip suya girer, yıkanır. Bu yıkanırken küçük kardeşim gelip bunu görür: “Tamam, bu beni aileme ırz noksanlığı yaptı, şimdi de burada yıkanıyor.” Nasıl kılıçlarını çekiyorlarsa bir birlerinin boyunlarından vurup kafalarını uçururlar. Kız gelir ki ikisinin de boyunları vurulmuş orada yatıyorlar. Kız ağlayarak büyüğün kellesini küçüğün gövdesine küçüğün kellesini büyüğün, gövdesine birleştirip Allah’a yalvarıyor. Duası kabul oluyor, kardeşlerimin ikisi de ayağa kalkıyorlar. Ama küçüğün gövdesi büyüğün, büyüğün gövdesi küçüğün oldu. Padişahım, bu kız hangi kardeşindir.? Gövdesi büyük kardeşe ait olanın mı, başı büyük kardeşe ait olanın mı?”

 

Yine herkes bu fikir ileri sürer. Kız da perdenin arkasından seslenir:

 

Gövde kimde ise kız onundur, kalp nerede ise vücut oradadır, başta hiçbir şey yoktur.”

 

Demesi üzerine delikanlı padişaha seslenir:

 

“Padişahım, sözünüzde durunuz; bakın, kızınızı söylettim.”

 

“Peki oğlum, kızı sana verdim, al git”

 

padişahın kızını konuşturup alan delikanlı kardeşiyle beraber evlerine gitmek için saraydan ayrılırlar. Bir köprüye gelince kızı konuşturan çocuk kardeşine:

 

“Burada seninle ayrılalım.” Der.

 

“Nasıl ayrılalım.?”

 

Kızı bacaklarından asan oğlan kılıcı çeker. Kızın vücudunun yarısını göstererek:

 

“Kardeşim, buraya kadar benim, gerisi senin. Bu kıza ortağız, kızı ikiye böleceğiz.

 

Büyük kardeşi “Kızı bölme, senin olsun.” Diye ne kadar ısrar ederse de küçük.:

 

“Sen benim işime karışma, der ben bilirim yapacağım.”

 

Hemen nasıl kılıcını çekerse kız bir “öhh” eder. Ağzından bir yılan çıkar, hemen öldürürler.

 

Meğer, bu kızı ne kadar kocaya vermişlerse, yılan gece kızın ağzından çıkar güveyi öldürürmüş. Kız da bu yüzden konuşmazmış. Bu sebepten kimse de kızı almazmış.

 

Bunlar babalarının köyünde kırk gün, kırk gece düğün yaparlar, ikisini gerdeğe atarlar, bunlar öyle bir sarılma sarılırlar ki, Bayburt’tan dalavereci, Kelkit’ten baltacı, Erzurum’dan tezekçi, Erzincan’dan dalavereci, Kemah’tan laz birikse bunları ayıramazlar.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.