Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İSLAM'da İbadetin Şekli Yoktur


Baba İshak

Önerilen İletiler

İslam Dini, Allah’ın gönderdiği tüm Kitapları ve tüm Peygamberleri kapsar. Zebur, Tevrat, İncil, Kuran adı verilen kitaplar ile Peygamberlerden bazılarına inen suhuflar İslam Dini’nin kitaplarıdır. Adem Peygamberden, Muhammet Peygambere kadar gelen Peygamberlerin tamamı İslam Dininin Peygamberidir.

İslam Dininde ibadetin şekli, zamanı, sayısı yoktur. Kuran-ı Kerim’de şöyle ibadet edeceksiniz şeklinde bir Ayet yoktur.

Kuran’da şu Ayet vardır: “ ANDOLSUN Kİ SANA NE VAHYETTİYSEK, SENDEN ÖNCEKİLERE DE AYNISINI VAHYETTİK. ALLAH’IN KANUNLARINDA DEĞİŞİKLİK OLMAZ”.

Yine Kuran’da: “ORUÇ SENDEN ÖNCEKİLERE FARZ OLUNDUĞU GİBİ, SANA DA FARZ OLUNDU, O SAYILI GÜNLERDEDİR.” Ayeti, “NAMAZ SENDEN ÖNCEKİLER GİBİ SANA DA FARZ OLUNDU.” Ayeti vardır.

Şimdi bu Ayetlere göre ben de soruyorum:

1- Davut Peygamber,

2- Musa Peygamber,

3- İsa Peygamber,

NASIL İBADET EDİYORDU?

Allah’ın Kanunlarında bir değişiklik olmayacağına göre bunun özellikle SÜNNİ İLAHİYATÇILAR yada daha doğru bir deyimle LAFAZANLAR tarafından AÇIKLANMASI GEREKİR.

Şimdi gelelim NAMAZ olayına.

Bugün iki türlü namaz kılınmaktadır. Bunlar:

1- ÜÇ VAKİT (Şiiler tarafından kılınır.),

2- BEŞ VAKİT (Sünniler tarafından kılınır.

ÜÇ VAKİT namaz EBUBEKİR’in zorla ve hile ile iktidara el koymasından sonra kılınmaya başlanmıştır. MUHAMMEDİ / İSLAMİ namaz şekli değildir. KURAN’A DAYANMAZ, İÇTİHADA DAYANIR. Bu namazı kılanlar EBUBEKİR’İN SÜNNETİ’Nİ devam ettirmektedir.


BEŞ VAKİT namaz ÖMER’in hile ile iktidara el koymasından sonra kılınmaya başlanmıştır. Kısacası Ömer İKİ VAKİT ZAM YAPMIŞTIR. Bu namaz şekli de MUHAMMEDİ / İSLAMİ namaz şekli değildir. KURAN’A DAYANMAZ, İÇTİHADA DAYANIR. Bu namazı kılanlar ÖMER’İN SÜNNETİ’Nİ devam ettirmektedir.

İLK CAMİ’Yİ YAPTIRAN ÖMER’DİR. CAMİLERE MİNARELERİ DİKEN DE MUAVİYE’DİR. Bu minareler Muaviye tarafından HAZRETİ ALİ’YE KÜFRETMEK amacıyla dikilmişti.

NE HAZRETİ MUHAMMET, NE HAZRETİ ALİ, NE HAZRETİ FATMA, NE İMAM HÜSEYİN, NE DE İMAM HASAN BU ŞEKİLDE NAMAZ KILMAMIŞLARDIR.

HANEDAN-I EHLİBEYT VE EHLİBEYT’İN YOL VE BEL EVLATLARI AYİN-İ CEM YAPMIŞLARDIR.

ANADOLU’DA BİNLERCE ALEVİ PİRİ’NİN TÜRBESİ BULUNMAKTADIR. BU TÜRBELERİN HİÇ BİRİNDE PİRLERİMİZİN YAŞADIĞI DÖNEMDE CAMİ YOKTU. HİÇ BİR ALEVİ PİRİ 3 YADA 5 VAKİT NAMAZ KILMAMIŞTIR.

İSLAM DİNİ’NİN NE OLDUĞUNU YADA NE OLMADIĞINI Şİİ MOLLALAR İLE EHL-İ SÜNNET LAFAZANLARI HÜNKAR HACI BEKTAŞ VELİ’DEN, PİR SULTAN’DAN, YUNUS EMRE’DEN, KARACAAHMET SULTAN’DAN, MEVLANA’DAN DAHA İYİ Mİ BİLİYORLARDI?

Sözlerimi MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ ile bağlamak istiyorum:

“NAMAZ KILMAK DEMEK, BAŞI YERE EĞİP, KIÇI HAVAYA KALDIRMAK DEMEK DEĞİLDİR”.....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İslam Dini, Allah’ın gönderdiği tüm Kitapları ve tüm Peygamberleri kapsar. Zebur, Tevrat, İncil, Kuran adı verilen kitaplar ile Peygamberlerden bazılarına inen suhuflar İslam Dini’nin kitaplarıdır. Adem Peygamberden, Muhammet Peygambere kadar gelen Peygamberlerin tamamı İslam Dininin Peygamberidir.

İslam Dininde ibadetin şekli, zamanı, sayısı yoktur. Kuran-ı Kerim’de şöyle ibadet edeceksiniz şeklinde bir Ayet yoktur.

 

...

 

 

29/2 İnsanlar, sadece "İnandık" demeleriyle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sanıyor?

 

Ayrıca Bkz. -http://www.kurandini.mozcal.org/portal/index.php?option=com_content&task=view&id=40&Itemid=26-

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

29/2 İnsanlar, sadece "İnandık" demeleriyle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sanıyor?

 

 

Kuran'da Tanrıya Dua (Namaz) Muhammed'in Uygulamaları ve Cami Anlayışı

 

 

 

Tanrıya dua (salat) Kuran’da tanımlanmaz ve kesin bir düzene de sokulmamıştır. Ne Peygamberin kendisi ne de sahabileri, daha sonraki din bilginleri tarafından üzerinde birleşilmiş katı biçimlenmeleri yerine getirmişlerdir. Muhammed dua törenlerini formüle ederken, hiç kuşkusuz birçok bakımlardan Ortadoğu’daki Hristiyan Keşişlerin rutin tapınmalarından (dularda düzenli aravermeler, diz üzerinde oturmalar, secdeler vb..) etkilendi.

 

 

 

Kuran, tapınma yerleri olarak mescitler, kiliseler ve sinagoglara sadece göndermeler yapar (Kuran 22, 40 : Bir kısım insanların (kötülüklerini), diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allahın ismi anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi...). Yine kiliseler ve sinagoglardan sözeden bir Hadis’e göre ise, Müslümanlara “onların içinde ibadetinizi yapabilirsiniz, orada şer yoktur” denilmektedir. Muhammed’in kendisinin arada sırada bir sinagogu ziyaret ettiği söylenir. Ayrıca Muhammed, 628 yılında Najran’dan gelen bir Hristiyan heyetine camide dua etmesine izin verdi. Muhammed, bir topluluğa, hemen hemen tüm topluma ilişkin fırsatlar ve işlerden dolayı toplu tapınmaya önem verirdi.

 

 

 

Törensel kurallar, yani abdest alma ve namaza durma usülleri rastgele uygulanıyordu. Muhammed, şimdi Ortodoks Müslümanların ısrar ettiği gibi çoraplı ya da yalınayak namaz kılmazdı, tam tersine ayakkablarıyla tapınma alışkanlığındaydı. Sadece tozu-toprağı gitsin diye ayaklarını yere vurur ya da süpürürdü. Shadad İbn Aus, Muhammed’in “Yahudiler ayakkabları ve çizmeleriyle dua etmezler, öyleyse siz onların tersini yapın” dediğini rivayet eder (Hughes, Thomas Patrick. A Dictionary of Islam, New Delhi: Cosmo Publications, 1977, s.470)

 

 

 

Bir hadis, namaz sırasında inananların birbirleriyle serbestçe konuştuklarını kaydeder. Muhammed’in kendisi bazı kereler, ibadet esnasında sevgili kız torunu Umama’yı omuzunda taşırdı; onu sadece eğilirken (rükuda) ve secdeye kapanırken yere oturtur, sonra onu yeniden omuzları üzerine çıkartırdı. Diğer bir hadis, Ali’den torunları Hasan ile Hüseyin’in namaz esnasında sırtına çıktıklarını söylemektedir. Kuran’ın hiçbir yerinde günde beş kez ibadet etmek için açık bir emir yoktur. Ayrıca sonraki Ortodoks İslamın beş vakit namaz reçetesinin kesin olarak Muhammed yaşarken saptandığına dair sağlıklı bir kanıt da yoktur.(Torrey, Charles Cutler. The Jewish Foundations of Islam, 2nd edn. New York: Ktav, 1967, s. 135) Konu üzerinde Kuran’ın dağınık ayetleri içinde yapılan analizler, namazların söylenildiği günün zorunlu saatleri ya da vakit sayısı hakkında herhangi bir kesin tanıma götürmüyor.

 

 

 

Bir Müslümandan dua etmesi (namaz kılması) için istenilen vakit sayısı, bizzat Muhammed’in kendi uygulamasından da zor çıkarılabilir. Peygamber çok ibadet eden bir kişiydi. O çeşitli zamanlarda, fırsat buldukça, daima belirli vakitlerde olmayan, bir günde beş kereden daha fazla namaz kılardı. Onun ve sahabilerinden bazılarının, tıpkı Hristiyan keşişleri gibi “günün üçte ikisi ya da yarısını, ya da gecenin üçte birini” ibadet ederek geçirdikleri bilinir. (Kuran 73, 20: Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, bazan yarısını, bazan da üçte birini yatmadan ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını Rabbin elbette biliyor...)

 

 

 

İbn İshak, Muhammed’in Gece Seyahatı, yani Mirac sırasında göksel katların herbirinin önünde dururken, bir Müslümanın kaç vakit namaz kılması gerektiğini sorduğu üzerine bir öykü anlatmaktadır: "Bir ses 'günde elli kere' diye yanıt verdi. Aşağı inerken Musa Muhammed’e 'geri dönmesini ve her hangi bir Müslümanın böylesine sıkça namaz kılmak zorunda kalmaktan hoşlanmayacağı için sayının azaltılmasını sağla', diye konuştu. Musa tekrar tekrar onu geri göndererek derece derece otuza, sonra yirmiye, ona ve en sonunda beşe indirtti. Musa bunun bile fazla olduğunu hissettirdi, fakat tapınmayı azaltmak için bu kadar sık geri dönen Muhammed, daha fazlasını istemekten utandı ve öyle kaldı."

 

 

 

Bu hikayenin çağrıştırdığı şey, bir Müslümanın günde elli ya da beş vakit namaz kılma zorunda olması değil, fakat “Tanrıyı sık sık düşünmesidir” (Kuran 33, 41: Ey insanlar! Tanrıyı sıkça zikredin.). Kuran’da yazılı olduğu gibi, “Tanrıyı ayakta dururken, otururken ve yatarken” (Kuran 3, 191: Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allahı anarlar...) ve hatta “ yaya yürürken ve at üstündeyken anımsamaları, zikretmeleridir”(Kuran 2, 239: Eğer -herhangi birşeyden- korkarsanız, namazınızı yürüyerek yahut at-deve üzerinde kılın...). Kuran’ın hiçbir yerinde günde beş kez ibadet etmek için açık bir emir olmadığı gibi; yukarıda belirtildiği gibi, daha sonra Ortodoks İslamın ortaya attığı beş vakit namaz reçetesinin, kesin olarak Muhammed yaşarken saptandığına dair sağlıklı bir kanıt da yoktur .

 

 

 

İnananların üzerine bu kadar ağır yük yüklememek maksadıyla Muhammed, kendi örneğini izleyerek, Müslümanların ibadetleri üzerinde azaltma yaptı. Onun tapınmaları belirli olmayan “fasıla namazının” çeşitli vakitleri kadar, şafak öncesi-şafak sonrası, öğle öncesi-öğle sonrası, güneş batımı öncesi-güneş batımı sonrası, geceleyin ve geceyarısı sonrasıydı. Muhammed, Müslümanlar için sınırlama hissettiren düzenleme örneğini, sabah ile öğle ve akşam ile gece namazlarını birleştirip, bazı Müslümanların standart olarak değerlendirdiği gibi günde iki vakite indirerek verdi. Bu, Kuran’daki “dualarınızı gün batımında ve sabah erken yapınız” (Kuran 17, 78-79: Gündüzün güneş dönüp, gece karanlığı bastırıncaya kadar namaz kıl; bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı tanıklıdır./Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus nafile olmak üzere namaz kıl...) buyruğu üzerinde temellendirilir.

 

 

 

Namaz kılarken yüzün çevrildiği yön dahi bir kuşku sorunu olmuştu. Mutazililer, yandaşlarının ortak duygularını geliştirmek için Mekke’ye doğru dönme talebinin Peygamber tarafından önerilmiş olması gerektiğine inanırlar. Çünkü Kuran açık bir biçimde belirtmektedir: “Yüzünüzü doğuya ya da batıya çevirmekte dindarlık yoktur” (Kuran 2,177: Hayır ve iyilik yüzlerinizi doğu veya batı yönüne çevirmeniz değildir. İman ve dindarlık Tanrıya, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanmakla olur...). Ve yine “doğu ve batı Tanrınındır; bunun için her ne yana dönseniz,Tanrının yüzü oradadır”(Kuran 2,115: Doğu da Allahındır, batı da. Nereye dönerseniz Allahın yüzü oradadır, rıza gösterir...).

 

 

 

Muhammed dua ederken, Arapça okunmasında da ısrarlı olmadı; yandaşlarına dualarını kendi ana dillerinde söylemelerine izin verdi. Bu izni almada birinciliği Salman-ı Faris’e bağışladı (Ameer Ali, Syed, The Spirit Of Islam, s. 186).

 

 

 

Mekke yönünde programlanmış inananların geniş çoğunluğuna, bir günde birkaç kere belirli vakit sayısı, bir yabancı dil içinde (Arapça olarak) namazları monotonlaştırıldı. Müslümanlar dualarını katı bir biçimde abdes-gusül, dizüstüne oturma ve secdeye kapanma zorunluklarıyla yaptılar; dinin aslına aykırı, mekanik töre biçimine sokulmuş olarak ve hatta dindar görünüp ikiyüzlülük içinde bunlar uygulanmaktadır.

 

 

 

Alevilikte Cemevi (ya da Meydanevi) Gerçeği ve İşlevleri

 

 

 

Cami, cem sözcüğünden türetilmiş ve "toplanma yeri" demektir. Hemen anlaşılacağı gibi Cemevi ile aynı anlamı taşıyor. Ancak cami bu gerçek anlamından uzaklaştırılarak "Tanrının evi", "Tanrıya dua etme (namaz kılma) mekanı", "Müslümanların tapınağı" biçiminde isimlerle kutsal görev yükletilmiştir. Oysa yukarıda Kuran ayetlerinden verilen örneklerde ve Muhammed'in davranışlarında görüldüğü gibi, Tanrının adının anılması ve ona dua edilmesinin ne yeri ve zamanı ne de duruş biçimi belirlenmiştir. Gece ve gündüz boyunca inananın istediği zamanda ve yerde; yatarken, otururken, at veya deve üzerinde çeşitli pozisyonlarda, hatta raksederek Tanrıya dua edilebilir. Bir müslümanın, kilisede ve havrada Tanrısına dua edebileceği gibi, elbette ki evinin bir köşesinde, camide ya da cemevinde bunu yerine getirmesi de olağandır. Demek ki İslamın özünde, yani Kuran ve Hadislerle kesinkes belirlenmiş cami-mescid yapısı türünden bir İslami tapınak yoktur. Nasıl ki Tanrıya dua etme-yakarma (Arapça salat, Farsça namaz), Muhammed'den sonra biçim ve kurallara bağlanmış ise, camiler de, özellikle Sünni (Hanedan) İmparatorluklarında kutsanıp, İslam tapınağı olarak birer ihtişam simgesi olmuştur.

 

 

 

Ortodoks İslamın geliştirip zorunlu kıldığı, Kilise ve Havra karşılığı dinsel tapınak olarak Cami kavramı, Heterodoks İslam'da yoktur. Abbasi dönemi heresiograflarının (din sapkınlığı yazarları) verdikleri bilgilere göre; Babek-Hurremiler dinsel törenlerini belirli gecelerde kırsalda, açık alanlarda kadın erkek toplu halde yapıyorlar. Orta yerde yakılmış bir ateşin çevresinde hepbirlikte raksederek şarkılar söylüyorlardı. Ayrıca Babekilerin, egemen oldukları bölgelerde yaşayan Ortodoks Müslümanların köylerine -kendileri içine hiç ayak basmadıkları halde- camiler yaptırdıklarını şaşkınlık içinde yazmaktadırlar. Nuvayri'nin Nihayat al-Arab adlı yapıtında anlattığına göre Karmatiler 891 yılında ilk kez Küfe yakınlarında ulaşılması güç bir kale inşa ettiler. Genişliği 13.44m. olan surların çevresinde geniş hendek kazdılar. Bu kale inşaatını çok kısa bir zamanda tamamlayıp, onun içinde çok büyük bir bina yaptılar. Heryandan gelen kadın ve erkekleri ayırım yapmaksızın buraya yerleştirdiler. Adına Dar al Hicra (Göçmen Evi) diyorlardı. Daha sonra yaklaşık iki yüzyıl boyunca Karmatiler, tapınmalarını ve topluluğun sorunlarını görüştükleri toplantılarını kale ve kentlerindeki bu Dar al-Hicra'larda yaptılar.

 

 

 

1051 yılı kışında başkent al-Ahsa'yı ziyaret eden Nasr al-Husrev, İslam Şeriatını tümüyle yadsıyan Karmatilerin de, kentte yaşayan Ortodoks Müslümanların (Sünni ve Şiiler) toplu dua etmeleri için bir İranlı tüccarın Cuma camisi yaptırmasına izin verdiklerini anlatmaktadır. Görülüyor ki Heterodoks İslam, yani bu proto-Alevi toplulukları, kendileriyle birlikte yaşayan Sünnilerin inanç ve ibadetlerine engel olup, kendi düşünce ve inançlarını zorla dayatmıyorlar. Ancak propaganda ve aydınlatma yoluyla Dai'ler zaman içinde başarabilirlerse onları kendi inançlarına çeviriyorlardı.

 

 

 

Alevi konar-göçer Türkmenler'in Anadolu'dan bir Cem betimlemesi vardır: 13.yüzyılın ilk çeyreğinde, Baba İlyas'ın Piri Dede Garkın'ın Elbistan ovasında dörtyüz Türkmen obasının dörtyüz şeyhini, bir mürşid ve büyük Şeyh olarak topladığını ve kırk gün kırk gece Cem sürdürdüklerini, Elvan Çelebi Menakıbu'l Kudsiyye'sinde (s.16-17)anlatmaktadır. Cem süresince katılımcı şeyhler, Dar'a durarak yol içindeki eksiklikleri-noksanlıklarını dile getirip mürüvvet dilemekte. "Sürünerek huzuruna geldik, suçluyuz suçumuzu kabulettik!" demektedirler. Cem toplu tapınmasının sonunda, büyük bir keramet göstermiş bulunan Baba İlyas halife ve büyük Şeyh seçilmiştir...

 

 

 

Daha sonraki yüzyıllar içinde Alevi inançlı halk toplulukları yerleşik düzene geçmiş. Bu ekonomik ve toplumsal düzenin daha alt yerleşim birimleri olan köy ve kasabalarda kurulmuş zaviye ve dergahların Meydanevi ya da Cemevinde toplu tapınmalarını, baskıcı yönetimler yüzünden gizli olarak sürdüregelmişlerdir.

 

 

 

Alevilikte Tapınma ve Cem'in Anlamı

 

 

 

Tapınma (İbadet), toplumun üst yapısını oluşturan değerler ve kültür katlarından olan din ve inançlar ögesidir. Genellikle kişinin, kendi dinsel inancının Tanrısına yaranması, yani kendisini iyi bir kul olarak kabul ettirebilmesi için gösterdiği davranış ve hareketlerin tümüdür, diye tanımlanabilir. Tapınma inanan ile Tanrı arasında bir anlaşma, bir bağ kurma eylemidir. Biraz açarsak; Tanrıya yaranarak onun hayırlı kulu olup, ölüm ötesindeki cezalardan kurtulma ve cennetin sonsuz nimetlerinden yararlanma amacı taşır. Ortodoks İslamda ya da İslam şeriatında namaz da diğer ibadetler de bireyseldir. Korkulan bir Tanrının zulmünden korunmak; yalvarıp yakararak bağışlanmak ve ödüllendirilmek ister inananlar. Ortodoks İslamın Tanrısı öyle bir tanrıdır ki, iyiliği de kötülüğü de o verir; insana hem günah işletir, hem de onu işlediği günahlardan dolayı cehennem ateşinde yakar. Tanrı ancak kullarını, kendisine karşı vakit namazları, oruç, hac ve zekat gibi bazı biçimsel davranış ve eylemler olan tapınma (koşullarını) yerine geririrse bağışlar. Öyle ki, Ortodoks İslam anlayışında bir kul kişisel ve toplumsal ilişkilerinde her ne türlü kötülükler yapar, günahlar işlerlerse işlesinler, iki rekat nafile namaz kılarak tövbe ederse bile Tanrı onu bağışlayıp ödüllendirecektir! Ne kolaylık değil mi? Baskıcı ve sömürücü yönetim düzenleri böylesi dinlere ve onların Tanrısına sonuna dek kuşkusuz sahip çıkacaktır.

 

 

 

Alevilik tapınmayı bireysellikten çıkarmış, anlamının değiştirmiştir. Ne yukarıda çok kısaca açıklamaya çalıştığımız tapınma anlayışıylala ve ne de bu tür tapınmalar bekleyen Tanrı inancıyla Aleviliğin uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Alevi insanın Kuran'ı da, Rahmanı da insandır ve tapınmaları da onadır; gördüğüne tapar hayale değil. Bunları biz kafadan söylemiyoruz, aşıklarımız ozanlarımız söylüyor:

 

 

 

"Mülk yaratıp dünya dünya

 

Ol bahçevan heman benem

 

...

 

Halk içinde dirlik düzen

 

Dört kitabı doğru yazan

 

Ağ üstünde kara düzen

 

Ol yazılan Kuran benem

 

...

 

Kafirdürür inanmayan

 

Evvel ahir heman benem..."(Yunus Emre, 13-14.yy)

 

 

 

"Mülk ile ile malik benim

 

Muhyi vü halik (can veren ve yaratıcı) benim..." (Nesimi, 14.yy)

 

 

 

"Ger insanı sorarsan

 

Hak’dan gayri değildir

 

Sıfatı nur-ı Mutlak .." (Kaygusuz Abdal, 14-15.yy)

 

 

 

"Kuranidir sözümüz

 

Rahmanidir yüzümüz

 

Hakkı görür gözümüz

 

Aldanmayız hayale..." (Turabi, 19.yy)

 

 

 

"Ben beni bilmezdim hatır kırardım

 

Meğer ilmim noksan imiş bilmedim

 

Ben insandan başka İlah arardım

 

Meğer insan İlah imiş bilmedim..." (Aşık İsmail Daimi, 20.yy)

 

 

 

İşte bu farklı Tanrı inancı ve anlayışına sahip olan Alevilerin, öte dünyada cehennem ateşinden kurtulmak, cennetten güzel bir yer kapmak gibi bir kaygı ve istekleri de yoktur. Toplumsallaştırıp, yönünü nesnel ve yaşanmakta olan dünyaya çevirmiş oldukları tapınmalarında akılcı kurumlar yaratmışlar. Bu kurumlar işletilirken, her Alevi bireyi, tek tek kişilere ve topluma karşı duyması gerektiği sorumluluk bilincine erişir. Bu tapınma kurumları Cem erkanlarıdır: Müsahib olma, dar'a durma, tevhid çekme, semah dönme, tarık altından geçme (sitem çekme), başokutma-sorgulanma vb. tapınma biçimleri...

 

 

 

Bu erkanlar Cem toplu tapınması içinde Cemevlerinde uygulanır. Bilindiği gibi Cem sözcük olarak, "toplantı, biraraya gelmiş insan topluluğu-cemaat, meclis" anlamına gelir. Ancak Alevi literatüründe, yüklendiği yoplumsal işlevler bakımından derin içerikli bir kavramdır. Cem, içinde yapıldığı toplumsal birimin (mezra, köy, mahalle, kasaba vb) sorunlarının konuşulup çözüme bağlandığı, yönetimine müdahele edilip düzeltilmesine-değiştirilmesine karar verildiği bir çeşit halk meclisidir.Cem aynı zamanda, topluma ve bireylerine karşı haksızlık yapmış, suç işlemiş kişilerin yargılandığı adalet mahkemeleri ve jüri topluluğudur.

 

 

 

Cem, tarih, felsefe, edebiyat, müzik, dans ve diğer yaşamsal bilgilerin öğretildiği ve öğrenildiği öğretmen ve öğrenciler topluluğu olduğu kadar; ortak kazan kaynatarak, lokmaların birleştirilip eşitlenerek yenildiği toplantılardır. Ayrıca cem, (saz çalıp deyiş söyleyerek) müzik ve (semah dönerek) dans sanatlarının icra edildiği bir coşku ve muhabbet meclisidir.

 

 

 

Bunlar abartma değil; eğer Alevi cemlerine sosyo-ekonomik açıdan ve bilimsel yaklaşıp, çağdaş gözle bakarsanız, çok daha fazlasını görürsünüz. Düşününüz ki, bütün bunlar ritüel (ayinsel) uygulamalar olarak gerçekleştirilir ve Alevilik'te adı cemdir, toplu tapınmadır ve Cemevi ya da Meydanevi'nde yapılır. Bunlar Ortodoks İslamın kurumlaştırdığı namazlar değil ki camide uygulansın. Hiçbirinin Ortodoks İslamın (Sünnilik-Şiilik) ibadetleriyle ufak bir ilişki var mıdır?

 

 

 

Sünni inançlarına tamamıyla aykırıdır. Öylesine aykırıdır ki, bakınız İmam Cafer Buyruğu adıyla anılan, Alevi inanç ve erkanlarını anlatan kitap neler yazıyor cem hakkında:

 

 

 

"Cem'de büyük küçük, güzel çirkin bir olur ve dahi (cem) cennettir. Müminleri (erkekler) melek, müslüm(e)leri (kadınlar) huridir. Yedikleri cenet taamı, içtikleri cennet şarabı, giydikleri cennet esvabıdır. Pirlerin, mürşidlerin evleri Mekke'leridir. Onları ziyaret edenler binbir kere hacı ve gazi olurlar; günahlarından kurtulur, masum ve pak olurlar..."

 

 

 

Uzun açıklama ve yorumlara gerek var mıdır? Cennet dünyaya taşınıyor; ceme katıldınız mı, cennete girmiş oluyorsunuz. Demek ki, mekan olarak Cemevi cennet olduğu gibi, pirlerin ve mürşitlerin evleri de Kabe gibi 'tavaf' edilmesi gereken yerdir.

 

 

 

Cem, Cemevi, Alevi kültür ve inancı birbirinden ayrı düşünülemez. Cemevi-Meydanevi bu kültür ve inancın aynı zamanda okuludur. Ne zaman ki Alevi-Bektaşi inanç ve düşüncesini, sanat ve edebiyatını, müzik ve semahını, tarif ve felsefesini Enstitüler ve Fakültelerde araştıran inceleyen, işleyip yayınlayan bölümler-kürsüler açılarak akademik çalışmalar yaygılaşır; o zaman Cemevi'nin işlevi daralır, kendikendini sınırlar.

 

 

 

Kuşkusuzdur ki, çok işlevli olarak Cemevi, cami alternatifi değildir. Cami Alevi toplu ibadetlerinin yapılacağı yerler de değildir. Ancak Diyanet İşleri Başkanı Kilise ve Havraya saygılı olduğu kadar, Cemevine de saygı göstermeli. Alevi inancının ve tapınmalarının Sünni İslamla farklılığını kabul edip, Alevileri camiye çağırmamalı. Artık gözündeki Osmanlı Şeyhülislamı gözlüğünü çıkarmalıdır. Çağımıza yaraşır bir kişilik gözlüğüyle bakmış olsaydı, Hatayi'nin aşağıdaki şiiri bile bizi kendisine tanıtmaya yeterdi:

 

 

 

Eğer yolumuzdan haber sorarsan

 

Murtaza Ali'dir pirimiz bizim

 

Göregeldiğimiz sürer gideriz

 

Kırklar'dan ayrılmış sürümüz bizim

 

 

 

Biz kamiliz kamile kem bakmayız

 

Rıza kapısından taşra çıkmayız

 

Cennet cehennem korkusun çekmeyiz

 

Burda sorulmuştur sorgumuz bizim

 

 

 

Kazancımız meydana götürürüz

 

Eksiğimiz var ise bitirürüz

 

Aşna meşrep evinde otururuz

 

Bine sayılmıştır ölümüz bizim

 

 

 

Derviş Hatayi der gerçek erenler

 

Anda pişman olur bundayerenler

 

Bin kana bir mürvet dedik erenler

 

Gerçek erenlere dar'ımız bizim

 

 

 

Dr Ismail Kaygusuz

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kuran'da Tanrıya Dua (Namaz) Muhammed'in Uygulamaları ve Cami Anlayışı

Tanrıya dua (salat) Kuran’da tanımlanmaz ve kesin bir düzene de sokulmamıştır. Ne Peygamberin kendisi ne de sahabileri, daha sonraki din bilginleri tarafından üzerinde birleşilmiş katı biçimlenmeleri yerine getirmişlerdir. Muhammed dua törenlerini formüle ederken, hiç kuşkusuz birçok bakımlardan Ortadoğu’daki Hristiyan Keşişlerin rutin tapınmalarından (dularda düzenli aravermeler, diz üzerinde oturmalar, secdeler vb..) etkilendi.

 

...

 

Dr Ismail Kaygusuz

 

Nasıl doktor olabilmiş ki bu insan? Doktorlar daha iyi bilir halbuki Allah'ın yaratış sıfatını! Ama işte işin içinde siyasi çıkarlar oldu muydu, boşver Allah'ı, ne yapacaksın, sen toplayacağın oya ve kazık atabileceğin insan sayısına bak!!!

 

Kim demiş Kuran'da ibadetler ayrıntısıyla yeralmamıştır diye? Milletimiz alışmış karalamaya-boş boş konuşmaya! Eğer ben Einstein'i eleştirecek veya destekleyecek olsam, önce onun eserlerini tetkik etmeliyim ki, güvenilir ve isabetli sözler sarfetmiş olayım! Ama bu şahıslarda böyle bir şey yok! Başkasından ne duymuş ise onu copy+paste yapma hastalığına tutulmuşlar! Tipik Mutezileciler işte ne yaparsın? al birine vur ötekine!

 

Alıntı yapan arkadaşlardan ricamız, lütfen ilgili iddiaları, iddia sebebi kaynaklardan önce bi araştırsınlar. Örneğin namaz yok mu diyor falan prof. açın Kuranı okuyun! Eğer dediği doğruysa asarsınız ilgili yazısını! aksi halde büyük bir sorumluluk altına girmiş sayılıyorsunuz! benden söylemesi!

 

Selametle!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

İslam Dini, Allah’ın gönderdiği tüm Kitapları ve tüm Peygamberleri kapsar. Zebur, Tevrat, İncil, Kuran adı verilen kitaplar ile Peygamberlerden bazılarına inen suhuflar İslam Dini’nin kitaplarıdır. Adem Peygamberden, Muhammet Peygambere kadar gelen Peygamberlerin tamamı İslam Dininin Peygamberidir.

İslam Dininde ibadetin şekli, zamanı, sayısı yoktur. Kuran-ı Kerim’de şöyle ibadet edeceksiniz şeklinde bir Ayet yoktur.

Kuran’da şu Ayet vardır: “ ANDOLSUN Kİ SANA NE VAHYETTİYSEK, SENDEN ÖNCEKİLERE DE AYNISINI VAHYETTİK. ALLAH’IN KANUNLARINDA DEĞİŞİKLİK OLMAZ”.

Yine Kuran’da: “ORUÇ SENDEN ÖNCEKİLERE FARZ OLUNDUĞU GİBİ, SANA DA FARZ OLUNDU, O SAYILI GÜNLERDEDİR.” Ayeti, “NAMAZ SENDEN ÖNCEKİLER GİBİ SANA DA FARZ OLUNDU.” Ayeti vardır.

Şimdi bu Ayetlere göre ben de soruyorum:

1- Davut Peygamber,

 

2- Musa Peygamber,

 

3- İsa Peygamber,

 

NASIL İBADET EDİYORDU?

Allah’ın Kanunlarında bir değişiklik olmayacağına göre bunun özellikle SÜNNİ İLAHİYATÇILAR yada daha doğru bir deyimle LAFAZANLAR tarafından AÇIKLANMASI GEREKİR.

Şimdi gelelim NAMAZ olayına.

Bugün iki türlü namaz kılınmaktadır. Bunlar:

1- ÜÇ VAKİT (Şiiler tarafından kılınır.),

 

2- BEŞ VAKİT (Sünniler tarafından kılınır.

ÜÇ VAKİT namaz EBUBEKİR’in zorla ve hile ile iktidara el koymasından sonra kılınmaya başlanmıştır. MUHAMMEDİ / İSLAMİ namaz şekli değildir. KURAN’A DAYANMAZ, İÇTİHADA DAYANIR. Bu namazı kılanlar EBUBEKİR’İN SÜNNETİ’Nİ devam ettirmektedir.

BEŞ VAKİT namaz ÖMER’in hile ile iktidara el koymasından sonra kılınmaya başlanmıştır. Kısacası Ömer İKİ VAKİT ZAM YAPMIŞTIR. Bu namaz şekli de MUHAMMEDİ / İSLAMİ namaz şekli değildir. KURAN’A DAYANMAZ, İÇTİHADA DAYANIR. Bu namazı kılanlar ÖMER’İN SÜNNETİ’Nİ devam ettirmektedir.

İLK CAMİ’Yİ YAPTIRAN ÖMER’DİR. CAMİLERE MİNARELERİ DİKEN DE MUAVİYE’DİR. Bu minareler Muaviye tarafından HAZRETİ ALİ’YE KÜFRETMEK amacıyla dikilmişti.

NE HAZRETİ MUHAMMET, NE HAZRETİ ALİ, NE HAZRETİ FATMA, NE İMAM HÜSEYİN, NE DE İMAM HASAN BU ŞEKİLDE NAMAZ KILMAMIŞLARDIR.

HANEDAN-I EHLİBEYT VE EHLİBEYT’İN YOL VE BEL EVLATLARI AYİN-İ CEM YAPMIŞLARDIR.

ANADOLU’DA BİNLERCE ALEVİ PİRİ’NİN TÜRBESİ BULUNMAKTADIR. BU TÜRBELERİN HİÇ BİRİNDE PİRLERİMİZİN YAŞADIĞI DÖNEMDE CAMİ YOKTU. HİÇ BİR ALEVİ PİRİ 3 YADA 5 VAKİT NAMAZ KILMAMIŞTIR.

İSLAM DİNİ’NİN NE OLDUĞUNU YADA NE OLMADIĞINI Şİİ MOLLALAR İLE EHL-İ SÜNNET LAFAZANLARI HÜNKAR HACI BEKTAŞ VELİ’DEN, PİR SULTAN’DAN, YUNUS EMRE’DEN, KARACAAHMET SULTAN’DAN, MEVLANA’DAN DAHA İYİ Mİ BİLİYORLARDI?

Sözlerimi MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ ile bağlamak istiyorum:

“NAMAZ KILMAK DEMEK, BAŞI YERE EĞİP, KIÇI HAVAYA KALDIRMAK DEMEK DEĞİLDİR”.....

DOKUZUNCU SÖZ

 

1

 

EY BİRADER! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz.

 

Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâp başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin aynası ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlâhiyenin birer mâkesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. Şu ince ve derin mânâyı bir parça fehmetmek için, Beş Nükteyi nefsimle beraber dinlemek lâzım.

 

BİRİNCİ NÜKTE

Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani,

 

celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek;

hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek;

hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdü lillâh deyip şükretmektir.

Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını tekid ve takviye için, şu kelimât-ı mübareke, otuz üç defa tekrar edilir; namazın mânâsı şu mücmel hülâsalarla tekid edilir.

 

İKİNCİ NÜKTE

İbadetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

Dokuzuncu Söz - s.16

 

Yani, Rububiyetin saltanatı, nasıl ki ubudiyeti ve itaati ister. Rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp, istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra olduğunu, tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.

 

Hem de Rububiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu ekber deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona iltica ve tevekkül etsin.

 

Hem Rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki, abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbinin ihsan ve in'âmâtını şükür ve senâ ile ve Elhamdü lillâh ile ilân etsin.

 

Demek, namazın ef'âl ve akvâli bu mânâları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz edilmişler.

 

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Nasıl ki insan şu âlem-i kebirin bir misal-i musağğarıdır ve Fâtiha-i Şerife şu Kur'ân-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi, bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlûkatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.

 

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

Nasıl ki haftalık bir saatin saniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de, Cenâb-ı Hakkın bir saat-i kübrâsı olan şu âlem-i dünyanın saniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deveranı ve dakikaları sayan seneler ve saatleri sayan tabakat-ı ömr-ü insan ve günleri sayan edvâr-ı ömr-ü âlem birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar.

 

Meselâ, fecir zamanı, tulûa kadar, evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı mâdere düştüğü âvânına, hem semavat ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ihtar eder.

 

Zuhr zamanı ise, yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyuzât-ı nimeti hatırlatır.

 

Asr zamanı ise, güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem Âhirzaman Peygamberinin (aleyhissalâtü vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ve in'âmât-ı Rahmâniyeyi ihtar eder.

 

Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pek çok mahlûkatın gurubunu, hem insanın vefatını, hem dünyanın kıyamet iptidasındaki harabiyetini ihtar ile tecelliyât-ı celâliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.

 

İşâ vakti ise, âlem-i zulümat nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeniyle setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın bakıye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dar-i imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhâr-ı Zülcelâlin celâlli tasarrufâtını ilân eder.

 

Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmâna ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılâbat içinde Cenâb-ı Mün'im-i Hakikînin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile, ne derece hamd ve senâya müstehak olduğunu ilân eder.

 

İkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar makul ve lâzım ve kat'i ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat'iyettedir.

 

Demek, bu beş vaktin herbiri bir mühim inkılâp başı olduğu ve büyük inkılâpları ihtar ettiği gibi, kudret-i Samedâniyenin tasarrufât-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle, hem senevî, hem asrî, hem dehrî, kudretin mucizâtını ve rahmetin hedâyâsını hatırlatır. Demek asıl vazife-i fıtrat ve esas-ı ubudiyet ve kat'i borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve enseptir.

 

BEŞİNCİ NÜKTE

İnsan fıtraten gayet zayıftır. Halbuki herşey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder. Hem gayet âcizdir. Halbuki belâları ve düşmanları pek çoktur. Hem gayet fakirdir. Halbuki ihtiyâcâtı pek ziyadedir. Hem tenbel ve iktidarsızdır. Halbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır. Hem insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir. Halbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zeval ve firakı, mütemadiyen onu incitiyor. Hem akıl ona yüksek maksatlar ve bâki meyveler gösteriyor. Halbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır.

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

Dokuzuncu Söz - s.17

 

İşte, bu vaziyette bir ruh, fecir zamanında bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin dergâhına niyazla, namazla müracaat edip arzıhal etmek, tevfik ve medet istemek ne kadar elzem; ve peşindeki gündüz âleminde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinat olduğu bedâheten anlaşılır.

 

Ve zuhr zamanında-ki o zaman gündüzün kemâli ve zevale meyli ve yevmî işlerin âvân-ı tekemmülü ve meşâğilin tazyikinden muvakkat bir istirahat zamanı ve fâni dünyanın bekasız ve ağır işlerin verdiği gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti ve in'âmât-ı İlâhiyenin tezahür ettiği bir andır-ruh-u beşer o tazyikten kurtulup, o gafletten sıyrılıp, o mânâsız ve bekasız şeylerden çıkıp, Kayyûm-u Bâkî olan Mün'im-i Hakikînin dergâhına gidip el bağlayarak, yekûn nimetlerine şükür ve hamd edip ve istiâne etmek ve celâl ve azametine karşı rükû ile aczini izhar etmek ve kemâl-i bîzevâline ve cemâl-i bîmisâline karşı secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek demek olan zuhr namazını kılmak ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar lâzım ve münasip olduğunu anlamayan insan, insan değil...

 

Asr vaktinde ki, o vakit hem güz mevsim-i hazinanesini ve ihtiyarlık halet-i mahzunânesini ve âhir zaman mevsim-i elîmânesini andırır ve hatırlattırır. Hem yevmî işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selâmet ve hayırlı hizmet gibi niam-ı İlâhiyenin bir yekûn-u azîm teşkil ettiği zamanı, hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve herşey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamanıdır. Şimdi, ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ihsana karşı perestiş eden ve firaktan müteellim olan ruh-u insan, kalkıp, abdest alıp, şu asr vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadîm-i Bâkî ve Kayyûm-u Sermedînin dergâh-ı Samedâniyesine arz-ı münacat ederek, zevalsiz ve nihayetsiz rahmetinin iltifatına iltica edip, hesapsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, izzet-i Rububiyetine karşı zelilâne rükûa gidip, sermediyet-i Ulûhiyetine karşı mahviyetkârâne secde ederek, hakikî bir teselli, bir rahat-ı ruh bulup huzur-u kibriyâsında kemerbeste-i ubudiyet olmak demek olan asr namazını kılmak ne kadar ulvî bir vazife, ne kadar münasip bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-u fıtrat eda etmek, belki gayet hoş bir saadet elde etmek olduğunu, insan olan anlar.

 

Mağrib vaktinde ki, o zaman hem kışın başlamasından yaz ve güz âleminin nazenin ve güzel mahlûkatının veda-yı hazinânesi içinde gurub etmesinin zamanını andırır. Hem insanın vefatıyla bütün sevdiklerinden bir firâk-ı elîmâne içinde ayrılıp kabre girmek zamanını hatırlatır. Hem dünyanın zelzele-i sekerat içinde vefatıyla, bütün sekenesi başka âlemlere göçmesi ve bu dar-ı imtihan lâmbasının söndürülmesi zamanını andırır, hatırlatır ve zevalde gurub eden mahbuplara perestiş edenleri şiddetle ikaz eder bir zamandır.

 

İşte, akşam namazı için, böyle bir vakitte, fıtraten bir cemâl-i bâkîye âyine-i müştak olan ruh-u beşer,

 

şu azîm işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdil eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Lâyezâlin Arş-ı Azametine yüzünü çevirip, bu fânilerin üstünde Allahu ekber deyip, onlardan ellerini çekip, hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp, Dâim-i Bâkînin huzurunda kıyam edip Elhamdü lillâh demekle kusursuz kemâline, misilsiz cemâline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü senâ edip;

2 demekle muinsiz Rububiyetine, şeriksiz Ulûhiyetine, vezirsiz Saltanatına karşı arz-ı ubudiyet ve istiâne etmek;

hem nihâyetsiz kibriyâsına, hadsiz kudretine ve aczsiz izzetine karşı rükûa gidip bütün kâinatla beraber zaaf ve aczini, fakr ve zilletini izhar etmekledeyip, Rabb-i Azîmini tesbih edip;

hem zevalsiz cemâl-i Zatına, tağayyürsüz sıfât-ı kudsiyesine, tebeddülsüz kemâl-i sermediyetine karşı secde edip, hayret ve mahviyet içinde terk-i mâsivâ ile muhabbet ve ubudiyetini ilân edip, hem bütün fânilere bedel bir Cemîl-i Bâkî, bir Rahîm-i Sermedî bulupdemekle zevalden münezzeh, kusurdan müberrâ Rabb-i Âlâsını takdis etmek;

sonra teşehhüd edip, oturup, bütün mahlûkatın tahiyyât-ı mübarekelerini ve salâvât-ı tayyibelerini kendi hesabına o Cemîl-i Lemyezel ve Celîl-i Lâyezâle hediye edip ve Resul-i Ekremine selâm etmekle biatını tecdid ve evamirine itaatini izhar edip ve imanını tecdid ile tenvir etmek için şu kasr-ı kâinatın intizam-ı hakîmânesini müşahede edip Sâni-i Zülcelâlin vahdaniyetine şehadet etmek; hem saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve mübelliğ-i marziyâtı ve kitab-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine şehadet etmek demek olan mağrib namazını kılmak ne kadar latîf, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hoş ve güzel bir ubudiyet, ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fâni misafirhanede bâkiyâne bir sohbet ve dâimâne bir saadet olduğunu anlamayan adam, nasıl adam olabilir

İşâ vaktinde ki, o vakit gündüzün ufukta kalan bakıye-i âsârı dahi kaybolup gece âlemi kâinatı kaplar. Mukallibü'l-Leyli ve'n-Nehâr olan Kadîr-i Zülcelâlin o beyaz sayfayı bu siyah sayfaya çevirmesindeki tasarrufât-ı Rabbâniyesiyle, yazın müzeyyen yeşil sayfasını kışın bârid beyaz sayfasına çevirmesindeki Musahhıru'ş-Şemsi ve'l-Kamer olan Hakîm-i Zülkemâlin icraat-ı İlâhiyesini hatırlatır. Hem mürur-u zamanla ehl-i kuburun bakıye-i âsârı dahi şu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün başka âleme geçmesindeki Hâlık-ı Mevt ve Hayatın şuûnât-ı İlâhiyesini andırır. Hem dar ve fâni ve hakir dünyanın tamamen harap olup, azîm sekerâtıyla vefat edip, geniş ve bâki ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın tasarrufât-ı celâliyesini ve tecelliyât-ı cemâliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır. Hem şu kâinatın Mâlik ve Mutasarrıf-ı Hakikîsi, Mâbud ve Mahbûb-u Hakikîsi o Zat olabilir ki, gece-gündüzü, kış ve yazı, dünya ve âhireti, bir kitabın sayfaları gibi suhuletle çevirir, yazar, bozar, değiştirir, bütün bunlara hükmeder bir Kadîr-i Mutlak olduğunu ispat eden bir vaziyettir.

 

İşte, nihayetsiz âciz, zayıf, hem nihayetsiz fakir, muhtaç, hem nihayetsiz bir istikbal zulümâtına dalmakta, hem nihayetsiz hâdisât içinde çalkanmakta olan ruh-u beşer, yatsı namazını kılmak için şu mânâdaki işâda,

 

İbrahimvâri 1 deyip, Mâbûd-u Lemyezel, Mahbûb-u Lâyezâlin dergâhına namazla iltica edip ve şu fâni âlemde ve fâni ömürde ve karanlık dünyada ve karanlık istikbalde bir Bâkî-i Sermedî ile münâcât edip, bir parçacık bir sohbet-i bakiye, birkaç dakikacık bir ömr-ü bâki içinde dünyasına nur serpecek, istikbalini ışıklandıracak, mevcudâtın ve ahbabının firak ve zevalinden neş'et eden yaralarına merhem sürecek olan Rahmân-ı Rahîmin iltifat-ı rahmetini ve nur-u hidayetini görüp istemek;

hem muvakkaten onu unutan ve gizlenen dünyayı o dahi unutup, dertlerini kalbin ağlamasıyla dergâh-ı rahmette döküp;

hem ne olur ne olmaz, ölüme benzeyen uykuya girmeden evvel son vazife-i ubudiyetini yapıp, yevmiye defter-i amelini hüsn-ü hâtime ile bağlamak için salâta kıyam etmek,

yani bütün fâni sevdiklerine bedel bir Mâbud ve Mahbûb-u Bâkînin ve bütün dilencilik ettiği âcizlere bedel bir Kadîr-i Kerîmin ve bütün titrediği muzırların şerrinden kurtulmak için bir Hafîz-i Rahîmin huzuruna çıkmak;

hem Fâtiha ile başlamak, yani birşeye yaramayan ve yerinde olmayan, nâkıs, fakir mahlûkları medih ve minnettarlığa bedel, bir Kâmil-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Rahîm, Kerîm olan Rabbü'l-Âlemîni medh ü senâ etmek, hemhitabına terakki etmek, yani küçüklüğü, hiçliği, kimsesizliği ile beraber, Ezel ve Ebed Sultanı olan Mâlik-i Yevmiddîne intisabıyla şu kâinatta nazdar bir misafir ve ehemmiyetli bir vazifedar makamına girip,demekle bütün mahlûkat namına, kâinatın cemaat-i kübrâsı ve cemiyet-i uzmâsındaki ibâdât ve istiânâtı Ona takdim etmek;

hem 2 demekle, istikbal karanlığı içinde saadet-i ebediyeye giden nuranî yolu olan sırat-ı müstakime hidayeti istemek;

hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, huşyar yıldızlar, birer nefer misilli emrine musahhar ve bu misafirhane-i âlemde birer lâmbası ve hizmetkârı olan Zat-ı Zülcelâlin kibriyâsını düşünüp, Allahu ekber deyip rukûa varmak;

hem bütün mahlûkatın secde-i kübrâsını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlûkat gibi her senede, her asırdaki envâ-ı mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya birer muntazam ordu, belki birer muti nefer gibi vazife-i ubudiyet-i dünyeviyesinden emr-i kün feyekûn ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevalde gurub seccadesinde Allahu ekber deyip secde ettikleri, hem emr-i kün feyekûn'dan gelen bir sayha-i ihyâ ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

Dokuzuncu Söz - s.19

 

gibi, şu insancık, onlara iktidaen, o Rahmân-ı Zülkemâlin, o Rahîm-i Zülcemâlin bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, beka-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde Allahu ekber deyip sücuda gitmek, yani bir nevi miraca çıkmak demek olan işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubudiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.

 

Demek şu beş vakit, herbiri birer inkılâb-ı azîmin işârâtı ve icraat-ı cesîme-i Rabbâniyenin emârâtı ve in'âmât-ı külliye-i İlâhiyenin alâmâtı olduklarından, borç ve zimmet olan farz namazın o zamanlara tahsisi nihayet hikmettir RiSALE-i NUR KÜLLiYATINDAN SÖZLER 9.SÖZ BEDiÜZZAMAN SAiD NURSi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kur'an'daki tekrarlar için "iyice kafamıza soksun diye" diyen arkadaşlara hitaben :

 

Tanrı Kur'a'da bir kaç tekrarı eksik yapıp da, İslam'ın şartlarından biri olan temel ibadet şekli namazı niye tam anlatmamış, milleti 3'e 5'e bakar halde bırakmıştır?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kur'an'daki tekrarlar için "iyice kafamıza soksun diye" diyen arkadaşlara hitaben :

 

Tanrı Kur'a'da bir kaç tekrarı eksik yapıp da, İslam'ın şartlarından biri olan temel ibadet şekli namazı niye tam anlatmamış, milleti 3'e 5'e bakar halde bırakmıştır?

 

Sende dahil baba ishak mı ana ishak mı, hayatında bir kerre dahi baştan aşağı Kur'an okumayanlar islam hakkında atıp tutuyorlar...

 

Kuranda beş vakit namaz da var cami de var şekilde var hasılı her şey var...

 

Ama zihinsel egoistler göremez ki daha doğrusu görmek istemezler ki...

 

Ne diyelim.... cennete de cehenneme de müşteri lazım...

 

selam

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kur'an'daki tekrarlar için "iyice kafamıza soksun diye" diyen arkadaşlara hitaben :

 

Tanrı Kur'a'da bir kaç tekrarı eksik yapıp da, İslam'ın şartlarından biri olan temel ibadet şekli namazı niye tam anlatmamış, milleti 3'e 5'e bakar halde bırakmıştır?

 

Namaz Kuran'da teferruatı ile anlatılmıştır!

 

-http://www.kurandini.mozcal.org/portal/ind...id=40&Itemid=26-

 

Görmek isteyen görür! Selametle!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kur'an'daki tekrarlar için "iyice kafamıza soksun diye" diyen arkadaşlara hitaben :

 

Tanrı Kur'a'da bir kaç tekrarı eksik yapıp da, İslam'ın şartlarından biri olan temel ibadet şekli namazı niye tam anlatmamış, milleti 3'e 5'e bakar halde bırakmıştır?

esselam aleykum bakInIz sözlerinizde biraz olsun islamI elestirirken bari elestirdidiginiz konuda arastIrma yapIn bari daha seviyeli olur....bakInIz bütün teferuatIyla hersey anlat1lan kitaplar var fakat hala anlasIlmIyor (okullardaki ders kitablarI) peki o zaman ne olacak bIraKIn bu çocuklarI kendi baslarIna mI ögrensin diyeceksiniz peki o zaman ne olacak :excl: cevabI siz verin isterseniz "iKRA"VESSELAM

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

“NAMAZ KILMAK DEMEK, ”.....

 

 

 

kardeş malum ki alevisin yahut kendini ne olarak tanımlarsın o sana kalmış. bizlerde islam. şimdi sen namazını kılmazsın bizlerde sana kıl diye dayatamayız. cem evleriniin yapılmasınada karşı olan kurumlara karşı yanınızdayız. türk islam sentezinin bir yaratısı olan inançlarda bir nevi orta asya geleneğini sürdürdüğü için kayda değerdir amma galiba mevlana hazretlerini pek anlayamadık namaz elbetteki BAŞI YERE EĞİP, KIÇI HAVAYA KALDIRMAK DEMEK DEĞİLDİR. hissetmezsen aczini bilmezsen ister secde et ister yuvarlan. tüm düşüncenle allahı hissedebilirsen ibadetin şekli mi var. ya yuvarlan ya dön ne yaparsan yap. bizler namaz kılarız nerede o hacı bektaş ın hoşgörüsü, nerede pir sultanların mahçupluğu.

 

 

sevgiler...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

iyi sallamissin baba helal olsun , sen inanniyonmu bu yazdigin sacmaliklara senin duzelmen icin yardimci olabilrim ve bu konuda yazmaya calisirim tabi hastanin hastaligini bilip doktorun ayagina gitmesi gerek hastaligini anladigin gerceklere ihtiyac duydugun zaman sana herkonuda yardimci olmaya calisirim kendine iyi bak kardes yardima ihtiyacin olursa cekinme sor ayni dunyada yasiyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

İslam Dini, Allah’ın gönderdiği tüm Kitapları ve tüm Peygamberleri kapsar. Zebur, Tevrat, İncil, Kuran adı verilen kitaplar ile

.

.

.

“NAMAZ KILMAK DEMEK, BAŞI YERE EĞİP, KIÇI HAVAYA KALDIRMAK DEMEK DEĞİLDİR”.....

 

uğraşma cem'e kılıf bulamazsın..

mevlananın bahsettiği namaz şekilden ibaret değildir, namaz huşudur, huzurdur, Allahla diyalogtur, Allahı görüyormuş gibi hürmetle, haşvetle, havfla ibadet etmektir..Bugün bizim yaptığımız gibi jimnastik yapmak değildir tabii.

 

namaz cem değildir, kusura bakma..hacı bektaş da alevi değildir..İlk mescit Kubayı yapan kimdi??? Sen hadisleri de inkar mı ediyorsun...Git işine ya...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

namaz kuranla ortaya çıkmış bişey değildi.ibrahim'den hatta daha öncesinden beri bilinen bişeydi.aynı şekilde oruç gibi.bunun için namazın ne olduğu açıklanmamıştır.hangi vakitler kılınacağı çeşitli ayetlerde söylenmiştir.

namaz zaten kuranda ayrı ayrı belirtilmiş olan ibadetlerin yani (kıyam rüku secde tesbih dua zikir gibi) sırayla toplu halde yapılmasıdır.bu ibadetleri ayrı ayrı yapsanızda ibadettir.hepsini yaptığınızda namaz oluyor.ve hepsi de yapılması gereken ibadetler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Kur'an'daki tekrarlar için "iyice kafamıza soksun diye" diyen arkadaşlara hitaben :

 

Tanrı Kur'a'da bir kaç tekrarı eksik yapıp da, İslam'ın şartlarından biri olan temel ibadet şekli namazı niye tam anlatmamış, milleti 3'e 5'e bakar halde bırakmıştır?

 

Namaz 5 vakittir bunu üstad da başka alimlerde açıklamıştır.Bunun açıklanmasının kaynağıda tabiki kurandır.

 

Bak İshak kardeşim senin yazdığın şeylerde gerçeklik te yok hüsnüzan yapılacak tarafıda yok.

 

Sen kim oluyorsun ey kara cahil HZ EBUBEKİR den HZ ÖMER den bahsediyorsun

 

Alevi veya Şii herneysen sahabeleri sevmeyenler varya

işte bunlar yarın yevmi kıyametten ilk medet umacakları ilk bir tas su isteyecekleri HZ.Ali dir

 

Ama o sizi huzurundan kovacaktır.

 

Birkere söyle bakalım HZ. Ali korkak mıydı?

 

Değldi dimi

 

o zaman neden hilafet yıllarında senin o attığın Büyük insanlarıın yanın da yer aldı onlara yardımcı oldu.

Eğer diyeceksen ki onlar halifeydi ve adamları vardı unutma ki Hz. Ali korkak değildi

 

Şüphesiz sen müslümanlar arasında sorun çıkartmaya çalışanlardansın

 

Namaz üç vakit değildir

 

Acaba Allahın aslanı Hz. Aliye ne hesap vereceksin.

 

.Alevi insanın Kuran'ı da, Rahmanı da insandır ve tapınmaları da onadır; gördüğüne tapar hayale değil. Bunları biz kafadan söylemiyoruz, aşıklarımız ozanlarımız söylüyor:

 

Evvel ahir heman benem..."(Yunus Emre, 13-14.yy)

"Mülk ile ile malik benim

 

 

bak kardeşim tasavvufu bilmeden ne Yunusu bilirsin ne Mevlanayı bilirsin

 

Bak kardeşim bir alim ben Allahım demiş onu asmışlar ancak tasavvuf anlayışı yicene kendini gösterdiğinde o alim anlaşılmıştır.

 

ama senin dediğincümleye göre sen firavun zamanın da olsaydın

ona tapardın.

 

Bak kardeşim yunusun dediğiyle gördüğüme taparım demenin arsında birleşmeyecek kadar mesafe vardır

 

Gene diyorum HZ. Ali diyorsun Şüphesiz o senden utanıyor.

 

Sana tavsiye bilmediğin hususta konuşma

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 8 yıl sonra...

Sende dahil baba ishak mı ana ishak mı, hayatında bir kerre dahi baştan aşağı Kur'an okumayanlar islam hakkında atıp tutuyorlar...

 

Kuranda beş vakit namaz da var cami de var şekilde var hasılı her şey var...

 

Ama zihinsel egoistler göremez ki daha doğrusu görmek istemezler ki...

 

Ne diyelim.... cennete de cehenneme de müşteri lazım...

 

selam

var diyorsunda hangi ayette hangi surede onuda söyle bari

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...
Misafir hadimül kuran

var diyorsunda hangi ayette hangi surede onuda söyle bari

 

وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin zülfelerinde namazı tam kıl. İyilikler kötülükleri giderir. Bu, bilgisini kullananlar için doğru bilgidir.” (Hûd, 11/114)

أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآَنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآَنَ الْفجْرِ كَانَ مَشْهُودًا

“Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar; bir de fecrin (tan ışıklarının) yoğunlaşması sırasında namazı tam kıl. Fecirdeki yoğunlaşma gözle görülür.” (İsrâ 17/78)

Bu ayete göre de ilk namaz, güneşin batıya kaymasıyla yani güneşin, bulunduğumuz yerin meridyeninden geçmesi ile başlayan öğle namazıdır. Önceki ayet, güneş batmadan iki namaz kılmayı farz kıldığı için öğlenin kılınmasından sonra bir namaz daha kılma gereği ortaya çıkar. Bu da öğle ile akşam arasında yer alan ikindidir. Öğle ile ikindiyi birbirinden ayıran işaret Kur’ân’da açıkça belirtilmediğinden Peygamberimiz ihtiyaç halinde bu iki namazı birleştirerek arka arkaya kılmıştır.

Ayetteki, “Gecenin kararmasına kadar” ifadesi ise güneşin batmasından batı ufkundaki aydınlığın tamamen kaybolup karanlığın iyice çökmesine kadar olan vakti gösterir. Bu, yukarıda da belirtildiği gibi yatsı namazının son vaktidir. 

İbn Abbas’ın (r.a) bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi namaz vakitleri konusunda şöyle demiştir:

Cebrail Kâbe’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. Birincisinde öğle namazını, gölgeler bir ayakkabı kayışı kadar iken kıldırdı. Sonra her şeyin kendi gölgesi kadar olduğu zaman ikindiyi kıldırdı. Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği saatte akşam namazını kıldırdı. Şafağın (batı ufkundaki kızıllığın) kaybolduğu saatte de yatsıyı kıldırdı. Sabah namazını da tan yerinin ağardığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak olduğu saatte kıldırdı.

Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında öğle namazını, dünkü ikindi vaktinde, her şeyin gölgesinin kendi boyu kadar olduğu vakitte kıldırdı. İkindiyi, her şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğu vakitte kıldırdı. Sonra akşam namazını ilk günkü vaktinde kıldırdı. Sonra yatsı namazını gecenin üçte birigeçmekte olduğu sırada kıldırdı (حِينَ ذَهَبَ ثُلُثُ اللَّيْلِ)Sabah namazını da ortalık aydınlandığında kıldırdı. Sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki, «Ya Muhammed, bu senden önceki peygamberlerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır. (Tirmizî, Mevâkît, 1)

.................................

cami(mescid) ile ilgili ayetler:

Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin, için, fakat israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez.7:31

Müşrikler kendi inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken Allah'ın mescidlerini imar etmeleri mümkün değildir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar ateş içinde ebedi olarak kalacaklardır.9:17

Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.9:18

Mescitler kuşkusuz Allah'ındır. O halde Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın.72:18 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

İslam Dini, Allah’ın gönderdiği tüm Kitapları ve tüm Peygamberleri kapsar. Zebur, Tevrat, İncil, Kuran adı verilen kitaplar ile Peygamberlerden bazılarına inen suhuflar İslam Dini’nin

.

.

.

“NAMAZ KILMAK DEMEK, BAŞI YERE EĞİP, KIÇI HAVAYA KALDIRMAK DEMEK DEĞİLDİR”.....

bir Alevi olarak tavsiyem;ya gerçekten Alevi olun Aleviliğin gereklerini yerine getirin ya da Alevi yim demeyin. Hacı Bektaşiyi Mevlana yı iyice anlayın sonra konuşun.O zaman belki Alevileri de Hacı Bektaşi Veliyi de hakkıyla anlatırsınız .masalperest olmayın.Hakkıyla bizden olun

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...
Misafir Allaha iman eden kis

Sen haci bektas veliye o kadar inaniyorsun ki neredeyse Allah A değil Bunlara inanacaksin. Namazi allah kilmayi emretti ve nasil kilinacagini peygamberler yoluyla tebyin ile anlatti. Büyük sözler söylemeden önce biraz Araştırma yapta gerçekleri ogren

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.