Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

KÜRT SORUNU...FEODALİZM...OSMANLI DEVLETİ!


mavi olmayan gökyüzü

Önerilen İletiler

"Birlik gereğini ne kadar çok kavrarsak, tam birlik olmadıkça otokrasiye karşı uyuşumlu bir saldırıya girişmenin olanaksızlığına ne kadar daha fazla inanırsak, bizim siyasal sistemimizde merkezi bir mücadele örgütüne gerek olduğu o kadar daha çok ortaya çıkacak ve bizler 'basit', ama aldatıcı ve temelde alabildiğine yanlış olan çözümlerle tatmin olmaya o kadar az eğilim göstereceğiz. Birbirimizi yabansılamanın verdiği zararlar kavranmadıkça, proletarya partisi kampında bu yabansılamaya, her ne pahasına olursa olsun, kesinlikle son verme isteğini taşımadıkça, 'federasyon' için incir yaprağına hiç de gerek yoktur; ilgili 'taraflar'dan birinin çözmeyi gerçekten arzulamadığı bir sorunu çözmeye çabalamanın hiçbir yararı yoktur. Durum bu olduğuna göre, otokrasi tarafından ezilen bütün ulusların proletaryalarının otokrasiye ve giderek daha fazla birlik haline gelmekte olan uluslararası burjuvaziye karşı verdikleri mücadelede, başarı için merkeziyetçiliğin temel zorunluluk olduğunu, bırakalım, deneyimlerden ve asıl hareketten çıkarılacak dersler kanıtlasın." (Lenin)

 

Kürt sorunu tartışmalarında özellikle karşımıza çıkan bir olguya dönmenin şimdi tam zamanı.FEODALİZM!Lenin sorunların çözümünde haklı olduğunu iddia eden bir tarafı değil;tüm tarafları muhattap olarak kabul eder.Marx tarihi anlamada senaryoları yazan tarihçileri değil;dönemi baz alır.

 

Kürt sorunu sadece bir asayiş sorunu değildir.Ekonmi,toplumsal,kültürel,siyasi,tarihi...her yönüyle anlaşılması gereken,her yönüyle tartışılması gereken.

 

Kürt sorunu,kimileri için herşeyden önce orada ki halkın,mevcut düzeni(feodalizm) korumasından kaynaklanan bir çözümsüzlük.Feodalizm,bugün ne kadar etkili bölgede,bu tartışılır...

 

Feodalizmin egemen olarak görüldüğü bölge,sonuç itibariyle bu ülkenin sınırları içerisinde olan bir coğrafya.Yasalara ve diğer tüm yaptırımlara muhattap yönetim ve halkıyla.Hal böyleyken neden bu bölge de devlet otoritesi denildiği gibi böylesi bir düzeni bugüne taşımıştır?

 

Şark raporları,Kürt isyanları bunlardan bağımsız gibi görünen ama tamamiyle bu noktadan düşünülmesi gereken sonuçlar.

 

Toprak reformları,enstitüler....bunu bir tarafa bırakalım.Osmanlı Devletine gelelim.

 

Osmanlı Devleti,resmi olan tarihten çok farklı bit tarihe dayanmaktadır.Pragmatizme dayanan bir imparatorluk.Türk devleti olduğu iddia edilsede kendi içinde Türk'ü barındırmayan bir devasa güç.

 

Osmanlı devleti,merkez kaç sistemi,toprak anlayışı,egemenlik ve otorite düzenleri....ve haliyle Kürt sorunu!

 

İşte tam bu üçgende bu üçgenin dışına çıkamamış bir 180 derecelik sorunları...buyrun bakalım karmaşaya...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türk devleti olduğu iddia edilsede kendi içinde Türk'ü barındırmayan bir devasa güç.

 

turk oldugu iddaa edilsede deniyo ama ortada bi iddaa yok.

 

Sevgili Jön,okullarımızda bize öğretilen nedir?

 

Osmanlı devleti,anlı şanlı bir Türk devletidir.

 

Yüzümüzün akıdır değil mi?

 

İddia değil,öğretilen!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

malesef oyle

ataturkten de ulkeyi kurtaran lider olarak bahsedilir

hangi ulkeyi

ataturk ulkeyi mi kurtardi yoksa yepyeni bir ulke mi kurdu

veya ulkeyi mi kurtardi yoksa anadolu insanini mi

yada anadolu insanindan bir ulus mu yaratti

bence tartisilmasi gereken bu olmali

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

malesef oyle

ataturkten de ulkeyi kurtaran lider olarak bahsedilir

hangi ulkeyi

ataturk ulkeyi mi kurtardi yoksa yepyeni bir ulke mi kurdu

veya ulkeyi mi kurtardi yoksa anadolu insanini mi

yada anadolu insanindan bir ulus mu yaratti

bence tartisilmasi gereken bu olmali

Tartışılması gerekilen ama tabulara dönüştürülen o kadar çok mesele var ki;

 

hangisine dönsek elimizde kalıveriyor.

 

Neden Kürt sorunu derken,Osmanlı dedim ve tüm bunlara feodalizmi ekledim.

 

Osmanlıdan bugüne taşınan sorunlar yığını da biraz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kürt sorunu tartışmalarında özellikle karşımıza çıkan bir olguya dönmenin şimdi tam zamanı.FEODALİZM!Lenin sorunların çözümünde haklı olduğunu iddia eden bir tarafı değil;tüm tarafları muhattap olarak kabul eder.Marx tarihi anlamada senaryoları yazan tarihçileri değil;dönemi baz alır.

 

Kürt sorunu sadece bir asayiş sorunu değildir.Ekonmi,toplumsal,kültürel,siyasi,tarihi...her yönüyle anlaşılması gereken,her yönüyle tartışılması gereken.

 

Kürt sorunu,kimileri için herşeyden önce orada ki halkın,mevcut düzeni(feodalizm) korumasından kaynaklanan bir çözümsüzlük.Feodalizm,bugün ne kadar etkili bölgede,bu tartışılır...

 

Feodalizmin egemen olarak görüldüğü bölge,sonuç itibariyle bu ülkenin sınırları içerisinde olan bir coğrafya.Yasalara ve diğer tüm yaptırımlara muhattap yönetim ve halkıyla.Hal böyleyken neden bu bölge de devlet otoritesi denildiği gibi böylesi bir düzeni bugüne taşımıştır?

 

 

''Türkiye de Kürt halkının kurtuluşu için mücadele ettiğini savunan Abdullah öcalan, Hıristiyan Batı da olduğu gibi, İslamın savaşçı bir din olduğunu iddia ediyor.

Amiyane tabirle İslamiyet en iyi feodalizm ihracatçısıdır diyen öcalan, şöyle devam ediyor: Zaten tüccar, esnaf ve çiftçi dini olması da bu rolünü kışkırtmaktadır. Cihad anlayışının bu kadar yüceltilmesi ve bir işgalden başka bir anlamı olmayan fetih yöntemlerinin kutsanması, ölürse şehit olma ve doğrudan cennete gitme, gazi olarak kalırsa ganimetten en çok pay alma, bu feodalizm ihracatçılığıyla yakından ilgilidir.''

 

Şimdi sn mavi olmayan gökyüzü

 

PKK ile mücadelede din olgusunun nasıl kullandığı,

sonra bu Hizbullah meselesini falan yukardaki açıklamayla birleştirince

 

Böylesi bir düzenin nasıl taşındığın cevabı konusunda bir takım fikirler veriyor

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

''Türkiye de Kürt halkının kurtuluşu için mücadele ettiğini savunan Abdullah öcalan, Hıristiyan Batı da olduğu gibi, İslamın savaşçı bir din olduğunu iddia ediyor.

Amiyane tabirle İslamiyet en iyi feodalizm ihracatçısıdır diyen öcalan, şöyle devam ediyor: Zaten tüccar, esnaf ve çiftçi dini olması da bu rolünü kışkırtmaktadır. Cihad anlayışının bu kadar yüceltilmesi ve bir işgalden başka bir anlamı olmayan fetih yöntemlerinin kutsanması, ölürse şehit olma ve doğrudan cennete gitme, gazi olarak kalırsa ganimetten en çok pay alma, bu feodalizm ihracatçılığıyla yakından ilgilidir.''

 

Şimdi sn mavi olmayan gökyüzü

 

PKK ile mücadelede din olgusunun nasıl kullandığı,

sonra bu Hizbullah meselesini falan yukardaki açıklamayla birleştirince

 

Böylesi bir düzenin nasıl taşındığın cevabı konusunda bir takım fikirler veriyor

 

Feodalizmi taşıyan sadece din midir?

 

Öcalanın bu konuda ki düşüncelerinden bende haberdarım.Yalnız burada şunu da düşünmek lazım.Hangi din;tabulaştırılan mı din mi yoksa gerçek olan din mi?

 

Feodalizmin ihracatçılığı,evet ihracat edilen bir anlayış.Birileri sömürür,diğerleri sömürüldükçe kendi içine kapanır.Emperyalizmin nefes aldığı tüm coğrafyalarda feodalizm yoksa bile çok büyük bir içe kapanmışlık var,çok büyük bir kör inanış dalgası var.

 

Bakın ben özellikle Marx'ın tarih hakkındaki düşüncelerini belirtme gereği hissettim.Olaylara biraz daha objektif bakma açısından dikkate değer bir tespit.

 

Osmanlı dönemine gelin beraber bakalım.Bakın Osmalı devletinin ekonomi anlayışında yer alan toprak anlayışına.Orada toprak devletin mülkjiyetindedir ve mir'ler aracılığıyla işlenir.Hemen Ortaçağ batısını hatırlayalım.Köleler,bizde serfler.İşte bu gelenketen kaynaklanan bir sorunlar yığınıdır Kürt sorunu içerisinde yer alan feodalizmi.

 

Doğuda hüküm süren toprak ağaları,devletin toprağı devletleştirme çabaları.O kadar çok çerçeftli bir konu ki;nereden başlarsanız tarihi ve vicdanı gerektirir.

 

Ki Osmanlı devletinden kalan bu mirası ben din ile değerlendirmem;Osmanlı devleti için önemli olan devletin meşruluğuydu;din yada ırk değil.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Emperyalistlerin çıkarlarına kurban edilen bir halk...

Birinci Emperyalist Savaşın sonlarına doğru alevlenen Kürt ulusal hareketi, uzun yıllar boyunca bölgedeki diğer halklar (Arap, Filistin, Ermeni, Yahudi, Süryani, Nesturi ve diğerleri...) gibi bir ulus kurmanın mücadelesini vermiştir. Bu uğurda yeri geldiğinde savaşmaktan da çekinmemişlerdir. Fakat Türkler de İngilizler de onların bu taleplerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan vazgeçmemişlerdir.

 

Her zaman söylediğimiz gibi ulusal sorun tarihsel açıdan bir burjuva demokratik sorundur. Fakat içinde yaşadığımız emperyalist çağda, bu sorunun patlak verdiği yerlerde emperyalistlerin soruna müdahil olması neredeyse kaçınılmazdır. Ve doğal olarak emperyalistlerin bulacakları her türlü çözüm son tahlilde ezilen halkların taleplerini değil kendi “yüksek” çıkarlarını karşılamaya dönük olacaktır. Bu yüzden, hemen hemen her somut durumda görüldüğü gibi, çağımızda bu sorunun gerçek çözümünün proletaryanın omuzlarına düştüğünü söyleyebiliriz. İşçi sınıfının hegemonyası altında, bölge halklarının emperyalist güçlere karşı yürütecekleri mücadeleler sonucunda kurulacak sosyalist temelde bir sovyetler federasyonu olmadan hiç kimse rahat yüzü göremeyecektir.

 

Tıpkı bugünlerde ABD emperyalizminin bölgede demokrasi havariliğine soyunduğu gibi geçmişte de İngiliz emperyalizmi aynı söylemlerle –bölgeye “medeniyet ve demokrasi” getirmek– tüm Mezopotamya’yı işgal etmişti. Başlangıçta İngilizlerin amacı sömürgeleri olan Hindistan’a giden yolu açık tutmak ve bu sebeple Kürdistan da dahil olmak üzere tüm Mezopotamya’yı kontrol altına almaktı. Buna 1871 yılında Berlin-Bağdat demiryolunun inşaasıyla uğraşan Alman uzmanlarının Musul’da petrol bulmuş olması da eklendiğinde, tüm Ortadoğu’ya “demokrasiyi ve uygarlığı” getirmek İngiliz emperyalizmi açısından vazgeçilmez bir görev (!) haline geldi.

 

II. Abdülhamit 1888 ve 1898’de yayınladığı iki özel fermanla Musul ve Bağdat’ı “Hazine-i Hassa”ya[1] bağlamıştı. Almanlar “Anadolu Demiryolu Şirketi” ve İngilizler de Shell-Royal Dutch şirketi aracılığıyla petrol imtiyazlarını kapmak için kıyasıya bir mücadeleye giriştiler. Uzun didişmeler sonunda Almanların baskısıyla 1912’de kurdurulmuş olan “Turkish Petroleum” şirketi üzerinden herkes gücü oranında pay almaya başladı. Neticede İngilizler şirket hisselerinin %75’ini ve Almanlar da %25’ini aldılar.

 

Ardından Birinci Emperyalist Savaşın Almanların ve tabii Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanması üzerine bu paylaşımda bazı değişiklikler oldu. Ocak 1919’da Paris’te biraraya gelen savaş galibi emperyalist devletler, “Barış Konferansı”nın en önemli konusunun petrol meselesi olduğunu belirterek, paylaşımın İngiliz ve Fransız emperyalizminin çıkarları doğrultusunda yenilenmesini istediler. Böylece Almanların %25’lik hakkı Fransız petrol şirketlerine devredildi. Ancak hem İngilizler hem de Fransızlar, emperyalist yağma çetesinin yeni üyesi ve müstakbel elebaşısı ABD’nin payı verilmeden Musul-Kürdistan sorununun halledilemeyeceğini çok kısa sürede idrak ettiler.

 

Sonuçta 31 Temmuz 1928’de yapılan bir anlaşmayla Turkish Petroleum şirketinin hisseleri Anglo-İran (İngiliz), Shell-Royal Dutch (İngiliz)[2], Compaigne Française de Petroles (Fransız) ve Near East Development (Amerikan) arasında her birine %23,75 pay düşmek üzere paylaştırılıyor, ayrıca %5’lik bir dilim de şirketin kurucularından ve II. Abdülhamit’in komisyoncularından Ermeni banker Gülbenkyan’a bırakılıyordu.[3] Daha sonra 1929’da Turkish Petroleum ismini “Iraq Petroleum” olarak değiştirdi ve bu şirketin Irak hükümetiyle yaptığı bir anlaşma sonucu Dicle nehrinin batısında kalan petrol yatakları 1942’de “Mosul Petroleum”a devredildi.

 

Fakat yine bugün olduğu gibi, o yıllarda da mesele sadece petrolün paylaşımından ibaret değildi. Çok daha önemli olan bir konu da Ortadoğu’nun siyasi nüfuz alanlarına bölünerek ekonomik çıkarların uzun vadede garanti altına alınmasıydı. Böylece emperyalistler bölgedeki ulusal sorunlar yumağını halletmek için de uzunca bir süre teşrik-i mesai yapmak zorunda kaldılar.

 

Bölge daha evvelinde Osmanlı Devletinin toprakları içerisinde kaldığından, 1918 Sevres Anlaşması temelinde emperyalistler kendileri açısından optimum bir çözüm getirmeye çalışmışlardı. Ancak sosyal ve ekonomik yapı öylesine geri, coğrafi yapı öylesine karmaşık ve dağınıktı ki, ne Araplar ne Kürtler ve ne de diğer halklar kendi başlarına bir ulus-devlet kuracak potansiyele sahip değillerdi.

 

Aslına bakılırsa Kürt sorunu hiç de yeni bir mesele değildi. Fakat Kürt ulusal hareketi ancak Birinci Dünya Savaşından sonra ciddi anlamda dünya kamuoyunun gündemine gelmişti. Kürtler bağımsız bir devlet kurmak için birçok kez ayaklandılar ve kendi aralarında da savaştılar. Kuzey ve Güney Kürdistan arasında coğrafi bir engel oluşturan dağ sırası ve aşiretlere dayanan sosyal yapı, uluslaşmanın önündeki en büyük engeldi. Kuşkusuz bunun yanında ekonomik faaliyetin göçebe hayvancılık ve kaçakçılıkla sınırlı olduğu hatırlanırsa, kapitalist gelişmişlik düzeyi açısından ulus-devletin kurulmasının ekonomik altyapısının ne durumda olduğu da anlaşılmış olur. Bu çerçevede Kürtlerin de tek ümidi petrol gelirleriydi ve bu yüzden de emperyalistlerle iyi geçinmek zorundaydılar.

 

Ne var ki, Kürtlerin bu talepleri ne Fransızların ne de İngilizlerin umurunda değildi. Onlar ellerindeki petrol imtiyazlarını ve nüfuz alanlarını korumanın derdindeydiler. Üstelik ortaya bir de yeni kurulan Türk devleti çıkmıştı ve Musul-Kerkük vilayetleri üzerinde hak iddia ediyordu.

 

Türkiye, Kürt aşiretlerinin kendi aralarındaki çekişmelerden ve İngilizlerin/Fransızların/Amerikalıların bağımsız bir Ermeni devleti kurmaları fikrinin Kürt aşiretleri arasında yarattığı rahatsızlıktan faydalanarak bazı aşiretleri kendi yanlarına çekmeyi başarmıştı. Bu fırsatı değerlendirerek derhal bölgeye asker sevkettiler. Türk egemen sınıflarının amacı, bölgedeki karışıklıktan ve siyasi boşluktan yararlanıp fiili bir durum yaratarak bunu hukuki süreçlerle destekleyip Güney Kürdistan’ın büyük bölümünü kendi sınırları içerisine katmaktı. Hatta bu uğurda İngiliz emperyalizmiyle her türlü pazarlığa giriştiler. Örneğin daha 1922’deki Lozan görüşmeleri başlamadan önce, dönemin İngiliz dışişleri bakanı Lord Curzon’un sorunu Milletler Cemiyetinin gündemine götürme önerisine cevaben, Türkiye’yi temsil eden İsmet İnönü, bunun yerine kapalı kapılar ardında yapılacak ikili görüşmeleri tercih edeceklerini söylemiştir.

 

Görüldüğü gibi Kürt halkı kendi kaderini tayin etme hakkını almaya uğraşırken, yeni kurulan Türk devletiyle İngiliz emperyalizmi açısından sorun, Kürdistan’ın nasıl pay edileceği noktasında cereyan ediyordu.

 

Ve nihayet 1924’te sorun İngiltere tarafından Milletler Cemiyetine getirildiğinde, oluşturulan komisyon yaptığı incelemeler sonucunda; bölge nüfusunun %63’ünün Kürt, %8’inin ise Türklerden oluştuğu, bu sebeple en doğru çözümün burada bağımsız bir Kürt devleti kurulması olduğu, ancak siyasi açıdan Türkiye ile İngiltere ve Irak devletleri arasındaki ilişkiler göz önüne alındığında en iyisinin Kürdistan’ın bu bölgesinin ikiye bölünerek kuzey kısmının Türkiye’ye güneyinin ise Irak’a bırakılması gerektiğine karar verdi.

 

Bu karar kelimenin tam anlamıyla Kürt halkının kaderinin emperyalistlerin çıkarlarına kurban edilmesi anlamını taşıyordu. Buna rağmen, en birinci şiarının “Yurtta sulh, cihanda sulh!” olduğunu söyleyen Mustafa Kemal, Musul ve Kerkük’ün tamamen Misak-ı Milli sınırları içinde olduğunu ve bir karışının bile hiç kimseye verilmeyeceğini, gerekirse bu uğurda savaşa girmekten kaçınmayacaklarını beyan ediyordu. Hatta Mustafa Kemal hükümeti, uluslararası arenada koz olarak kullanabilmek için bu süreçte SSCB ile yakınlaşmayı da ihmal etmemişti.

 

İngiliz emperyalizmi, kapitalistleşme yolunda önemli adımlar atan Türkiye ile arasını iyi tutmak istediğinden küçük de olsa bazı tavizler vermeyi kabul etti. Türkiye’nin talepleri Musul’un kuzeyinin kendilerine bırakılması, İngilizlerle askeri bir anlaşma yapılması ve Musul petrolünden kendilerine pay verilmesiydi. Yapılan müzakereler sonucunda esas olarak Musul petrolünden pay verilmesi hususu öne çıktı ve TC hükümeti kendilerine Musul’un petrol gelirinden %10’luk bir kâr payının 25 yıllık süre için ödenmesini kabul etti. Fakat ardından yine Türkiye’nin talebi üzerine bu kâr payına denk düşen 500 bin İngiliz sterlini TC hükümetine ödenerek konu bir daha açılmamak üzere kapatıldı(alıntı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Birlik gereğini ne kadar çok kavrarsak, tam birlik olmadıkça otokrasiye karşı uyuşumlu bir saldırıya girişmenin olanaksızlığına ne kadar daha fazla inanırsak, bizim siyasal sistemimizde merkezi bir mücadele örgütüne gerek olduğu o kadar daha çok ortaya çıkacak ve bizler 'basit', ama aldatıcı ve temelde alabildiğine yanlış olan çözümlerle tatmin olmaya o kadar az eğilim göstereceğiz. Birbirimizi yabansılamanın verdiği zararlar kavranmadıkça, proletarya partisi kampında bu yabansılamaya, her ne pahasına olursa olsun, kesinlikle son verme isteğini taşımadıkça, 'federasyon' için incir yaprağına hiç de gerek yoktur; ilgili 'taraflar'dan birinin çözmeyi gerçekten arzulamadığı bir sorunu çözmeye çabalamanın hiçbir yararı yoktur. Durum bu olduğuna göre, otokrasi tarafından ezilen bütün ulusların proletaryalarının otokrasiye ve giderek daha fazla birlik haline gelmekte olan uluslararası burjuvaziye karşı verdikleri mücadelede, başarı için merkeziyetçiliğin temel zorunluluk olduğunu, bırakalım, deneyimlerden ve asıl hareketten çıkarılacak dersler kanıtlasın." (Lenin)

 

Kürt sorunu tartışmalarında özellikle karşımıza çıkan bir olguya dönmenin şimdi tam zamanı.FEODALİZM!Lenin sorunların çözümünde haklı olduğunu iddia eden bir tarafı değil;tüm tarafları muhattap olarak kabul eder.Marx tarihi anlamada senaryoları yazan tarihçileri değil;dönemi baz alır.

 

Kürt sorunu sadece bir asayiş sorunu değildir.Ekonmi,toplumsal,kültürel,siyasi,tarihi...her yönüyle anlaşılması gereken,her yönüyle tartışılması gereken.

 

Kürt sorunu,kimileri için herşeyden önce orada ki halkın,mevcut düzeni(feodalizm) korumasından kaynaklanan bir çözümsüzlük.Feodalizm,bugün ne kadar etkili bölgede,bu tartışılır...

 

Feodalizmin egemen olarak görüldüğü bölge,sonuç itibariyle bu ülkenin sınırları içerisinde olan bir coğrafya.Yasalara ve diğer tüm yaptırımlara muhattap yönetim ve halkıyla.Hal böyleyken neden bu bölge de devlet otoritesi denildiği gibi böylesi bir düzeni bugüne taşımıştır?

 

Şark raporları,Kürt isyanları bunlardan bağımsız gibi görünen ama tamamiyle bu noktadan düşünülmesi gereken sonuçlar.

 

Toprak reformları,enstitüler....bunu bir tarafa bırakalım.Osmanlı Devletine gelelim.

 

Osmanlı Devleti,resmi olan tarihten çok farklı bit tarihe dayanmaktadır.Pragmatizme dayanan bir imparatorluk.Türk devleti olduğu iddia edilsede kendi içinde Türk'ü barındırmayan bir devasa güç.

 

Osmanlı devleti,merkez kaç sistemi,toprak anlayışı,egemenlik ve otorite düzenleri....ve haliyle Kürt sorunu!

 

İşte tam bu üçgende bu üçgenin dışına çıkamamış bir 180 derecelik sorunları...buyrun bakalım karmaşaya...

 

 

 

Mavi dediklerine de biraz yukardaki alıntıladığım yazıyı eklersek,olay daha da netleşir.Teşekkürler tepkili yürek!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Birlik gereğini ne kadar çok kavrarsak, tam birlik olmadıkça otokrasiye karşı uyuşumlu bir saldırıya girişmenin olanaksızlığına ne kadar daha fazla inanırsak, bizim siyasal sistemimizde merkezi bir mücadele örgütüne gerek olduğu o kadar daha çok ortaya çıkacak ve bizler 'basit', ama aldatıcı ve temelde alabildiğine yanlış olan çözümlerle tatmin olmaya o kadar az eğilim göstereceğiz. Birbirimizi yabansılamanın verdiği zararlar kavranmadıkça, proletarya partisi kampında bu yabansılamaya, her ne pahasına olursa olsun, kesinlikle son verme isteğini taşımadıkça, 'federasyon' için incir yaprağına hiç de gerek yoktur; ilgili 'taraflar'dan birinin çözmeyi gerçekten arzulamadığı bir sorunu çözmeye çabalamanın hiçbir yararı yoktur. Durum bu olduğuna göre, otokrasi tarafından ezilen bütün ulusların proletaryalarının otokrasiye ve giderek daha fazla birlik haline gelmekte olan uluslararası burjuvaziye karşı verdikleri mücadelede, başarı için merkeziyetçiliğin temel zorunluluk olduğunu, bırakalım, deneyimlerden ve asıl hareketten çıkarılacak dersler kanıtlasın." (Lenin)

 

Kürt sorunu tartışmalarında özellikle karşımıza çıkan bir olguya dönmenin şimdi tam zamanı.FEODALİZM!Lenin sorunların çözümünde haklı olduğunu iddia eden bir tarafı değil;tüm tarafları muhattap olarak kabul eder.Marx tarihi anlamada senaryoları yazan tarihçileri değil;dönemi baz alır.

 

Kürt sorunu sadece bir asayiş sorunu değildir.Ekonmi,toplumsal,kültürel,siyasi,tarihi...her yönüyle anlaşılması gereken,her yönüyle tartışılması gereken.

 

Kürt sorunu,kimileri için herşeyden önce orada ki halkın,mevcut düzeni(feodalizm) korumasından kaynaklanan bir çözümsüzlük.Feodalizm,bugün ne kadar etkili bölgede,bu tartışılır...

 

Feodalizmin egemen olarak görüldüğü bölge,sonuç itibariyle bu ülkenin sınırları içerisinde olan bir coğrafya.Yasalara ve diğer tüm yaptırımlara muhattap yönetim ve halkıyla.Hal böyleyken neden bu bölge de devlet otoritesi denildiği gibi böylesi bir düzeni bugüne taşımıştır?

 

Şark raporları,Kürt isyanları bunlardan bağımsız gibi görünen ama tamamiyle bu noktadan düşünülmesi gereken sonuçlar.

 

Toprak reformları,enstitüler....bunu bir tarafa bırakalım.Osmanlı Devletine gelelim.

 

Osmanlı Devleti,resmi olan tarihten çok farklı bit tarihe dayanmaktadır.Pragmatizme dayanan bir imparatorluk.Türk devleti olduğu iddia edilsede kendi içinde Türk'ü barındırmayan bir devasa güç.

 

Osmanlı devleti,merkez kaç sistemi,toprak anlayışı,egemenlik ve otorite düzenleri....ve haliyle Kürt sorunu!

 

İşte tam bu üçgende bu üçgenin dışına çıkamamış bir 180 derecelik sorunları...buyrun bakalım karmaşaya...

 

 

 

Sn Mavi olmayan gökyüzü,

başlığınız bana bir üçgenden çok tarafla anlatılmayak bir çözümsüzlüğü anımsatıyor.Resmi tarihi hangi hakla yok sayarsınız.Osmanlı Devletini nasıl böyle sorunsallığın başlangıçı olarak alırsınız,feodalizmi böyle sorun bağlamlı olarak görürsünüz?Bu kadar olmaz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Feodalizmin ihracatçılığı,evet ihracat edilen bir anlayış.Birileri sömürür,diğerleri sömürüldükçe kendi içine kapanır.Emperyalizmin nefes aldığı tüm coğrafyalarda feodalizm yoksa bile çok büyük bir içe kapanmışlık var,çok büyük bir kör inanış dalgası var.

 

Osmanlı devletinden kalan bu mirası ben din ile değerlendirmem;Osmanlı devleti için önemli olan devletin meşruluğuydu;din yada ırk değil.

 

Özellikle Osmanlı Devleti ile ilgili olan iddianızı neye dayanarak emperyalizmi açıklama yoluna gidiyorsunuz.Osmanlı Devleti ile ilgili olan iddianızın altını doldurun.Açıklama beklemeye hakkım var değil mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Feodalizmi taşıyan sadece din midir?

 

Öcalanın bu konuda ki düşüncelerinden bende haberdarım.Yalnız burada şunu da düşünmek lazım.Hangi din;tabulaştırılan mı din mi yoksa gerçek olan din

Belliki bu konularda bilgi sahibisiniz,DTP neden son yıllarda bayrağında dine yer verdii?Ayrıca hangi din derken tabulaştırılan din diyorsunuz da din zaten tabu değil midir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Mavi olmayan gökyüzü,

başlığınız bana bir üçgenden çok tarafla anlatılmayak bir çözümsüzlüğü anımsatıyor.Resmi tarihi hangi hakla yok sayarsınız.Osmanlı Devletini nasıl böyle sorunsallığın başlangıçı olarak alırsınız,feodalizmi böyle sorun bağlamlı olarak görürsünüz?Bu kadar olmaz.

 

bence çok güzel bir başlık ve yerinde tespitler.Bu sorunlar birbirinden bağımsız değil,Osmanlı Devletini anlamak için biraz siyasi ve sosyal yapısına bakmanız yeterli.Feodalizm de dayatılandır Kürt sorununu çözümsüzlüğe iten.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Lenin'in "kendi zincirinin bekçisi olmak" diye bir tespiti vardı. Doğu'nun sorunu Osmanlı'dan beri budur.

 

Türkmen kültürü ile Kürtlerin kültürü birbirinden farklıdır. Osmanlı Tarihi boyunca Kürt ayaklanmaları olmuştur. Ancak aralarında hiçbir halk ayaklanması yoktur. Halk ayaklanması evrensel anlamda feodal aktörlerin bizim coğrafyamızdaki şekliyle , ağanın, şeyhin, beyin, mirin çıkarları gereği ayaklanması ve halkın onu desteklemesi değildir. Halk ayaklanması ilk önce ağaya, şeyhe, mire, beye karşı ayaklanma ve devlet feodal aktörü desteklerse ona karşıda ayaklanma şeklindedir. Osmanlı tarihi boyunca yaşanan Türkmen ayaklanmaları ekseriyetle bu şekildedir. Selçuklu'daki "Cimri Vakası" ndan beri, Türkmenler kendi içlerinden devlet adına hüküm süren feodal aktörlere karşı ayaklanmıştır. Kimi zaman Osmanlı o aktörün kellesini vermiştir. Kimi zaman ayaklanmayı bastırmak için güç kullanmıştır. Neticesinde Türkmenler, balkanlardan, basraya kadar sürgüne göndermiştir. Büyük katliamlardan sonra.

 

Son dönemlerinde, Köroğlu, Atçalı Kel Ahmet, Bayramoğlu, Hekimoğlu, Çakırcalı, Gizik Duran vs gibi ağasına, beyine, karşı ayaklanan ve halkın desteği arkasına alan liderler çıkmıştır ortaya. Bu aktörlerin ayaklanmalar, ağasını beyini, Osmanlı'ya karşı korumak veya Osmanlı'dan istediklerini koparmasını sağlamak için yapılan ayaklanmalar değildir. Bizzat o beyi, o ağayı Osmanlı'yı temsil eden feodal güce karşı yapılan ayaklanmalardır. Halkın bu liderlere verdiği destek, o yörelerin halkının feodal aktöre bakışını ortaya koyar.

 

Buradan neden feodal yapının doğuda cumhuriyetten sonra uzun yıllar ve kültürel olarak halen varolduğu sorusuna gelirsek. Böyle bir kültürün ve bilincin o bölgede oluşmamasından kaynaklanmaktadır. Doğuda beylere, ağalara karşı yapılmış benim bildiğim hiçbir halk ayaklanması yoktur. Hepsi bizzat beylerin ve ağaların öncülüğünde Osmanlı Döneminde feodal aktörlerle Osmanlı arasındaki çıkar çatışmaları, Cumhuriyet dönemindede. Feodal aktörlerin , burjuva devriminin kendi varlıklarını tehdit eden yeniliklerine karşı yapılan ayaklanmalardır.

 

Devlet bu yapıyı halka rağmen parçalama ve yoketme yolunda adımlar attığında bu sefer bunun adı "jakobenizm " olur. Evet kendi zincirinin bekçisi olmak Lenin'in dediği gibi. arihinde ayaklanmacı kahramanlar olarak adı geçenler, Karadeniz'de Hekimoğlu, Ege'de Atçalı Kel Ahmet, Çakırcalı, Akdeniz'de, Bayramoğlu, İnce Memed, Marmara'da Köroğlu, vs gibi ağasına beyine karşı ayaklanan ve halkın desteğini alan sıradan köylülerdir. Bu adamların hepsi ya bir ağayı, ya bir beyi öldürmüş kimselerdir. Ve halkın gözünde onları değerli kılan bu özellikleridir.

 

Doğu'da Seyid Rıza , Şeyh Sait ve arkadaşları gibi Zengin aşiret reisleridir. Cumhuriyet'in getirdiği burjuva devrimleri ve demokrasi nin. Kendi feodal egemenliklerini tehlikeye atmasından endişe duyan aşiret reislerinin birleşerek gerçekleştirdikleri ayaklanmalar. Bunlar tabiki halk ayaklanması değildir. Halkın kendi yoksulluklarının sebebi olan ağa tayfasını Cumhuriyete karşı kormak için ağalarını destekledikleri ayaklanmalardır. Genel olarak doğuya baktığımızda ağa, bey kutsaldır. Destanların baş aktörleri hep onlardır. İsterseniz sayayım.

 

Bugünde pek farklı değildir durum. Parlamanetomuzda doğu bölgelerinden gelen milletvekillerinin neredeyse tamamı, aşiret reisi , aşiret yöneticisidir.

 

Mesele biçinç ve kültür meselesidir. Kendi zincirinin bekçisi değil parçalayıcısı olma meselesidir.

 

Cumhuriyet'ten sonra doğuda feodal yapının mağduru olduğu halde feodal aktörleri Cumhuriyete karşı koruyan halka rağmen yapılan tasfiyelere, Demokrat Parti iktidarıyla son verilmiştir. Zira Demokrat Parti'nin kuruluşundan itibaren onu iktidara getiren ve destekleyen temel güç bu kesimdir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri varlıklarını tehdit altında hisseden feodal aktörler için Demokrat Parti can simidi olmuştur. Ve 1950 DP iktidarı ile , feodal aktörleri en çok rahatsız eden şey olan Köy Enstitülerinin kapatılması ile başlayacak şekilde burjuva devrimi durdurulmuştur. O günden beri feodal yapı ekonomik olarak evrim geçirsede, sosyolojik olarak varlığını korumaktadır.

 

Medeni dünyada yeri olmayan ağalık sistemini dağıtmaya çalışan Cumhuriyet "zalim" , ağalar ise "kahraman" olmuşlardır.

 

Pariste jakobenlerin kralı devirdiğinin haberi henüz taşraya ulaşır ulaşmaz, kazmalarla, küreklerle kadın-erkek çoluk -çocuk derebeylerinin evini sarıp , mallarına el koyup bölüşüp. derebeyini prangalayıp Paris'e gönderen Fransız köylüleri ile , "aman ağamıza zeval gelmesin" diyerek ayaklanan insanların geleceği aynı olmaz tabi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bence çok güzel bir başlık ve yerinde tespitler.Bu sorunlar birbirinden bağımsız değil,Osmanlı Devletini anlamak için biraz siyasi ve sosyal yapısına bakmanız yeterli.Feodalizm de dayatılandır Kürt sorununu çözümsüzlüğe iten.

 

Başlığa bir lafım yok,sadece Osmanlı Devleti hakkındaki düşünceleri anlamak istedim.Fedalite neden hala orada,bunu kendisine sordum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bence çok güzel bir başlık ve yerinde tespitler.Bu sorunlar birbirinden bağımsız değil,Osmanlı Devletini anlamak için biraz siyasi ve sosyal yapısına bakmanız yeterli.Feodalizm de dayatılandır Kürt sorununu çözümsüzlüğe iten.

 

Bence de çok güzel bir başlık.Osmanlı devleti;müslüman bir Türk devletinin çok ötesinde.Cumhuriyetin ilk yıllarında,öncesinde Osmanlı da ve sonrasında bugünde olan feodalizm ve Kürt sorunu birbirini tamamlayan olgulardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Başlığa bir lafım yok,sadece Osmanlı Devleti hakkındaki düşünceleri anlamak istedim.Fedalite neden hala orada,bunu kendisine sordum.

 

Gayet açık cümlelerle denilmek istenenler yazılmış,bende neredeydiniz diye merak etmiştim.Maviyi hedef almayı bırakın,düşünce üretin.

 

Pariste jakobenlerin kralı devirdiğinin haberi henüz taşraya ulaşır ulaşmaz, kazmalarla, küreklerle kadın-erkek çoluk -çocuk derebeylerinin evini sarıp , mallarına el koyup bölüşüp. derebeyini prangalayıp Paris'e gönderen Fransız köylüleri ile , "aman ağamıza zeval gelmesin" diyerek ayaklanan insanların geleceği aynı olmaz tabi.

 

Cyrano,doğru ama eksik bir tespit.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Gökyüzü,açtığınız başlıkta ki konulara genel itibariyle değinelim önce isterseniz.

 

Kürt sorunu,ülkemize maddi ve manevi birçok şeye bedel olmuş en büyüjk sorunlarımızdan biridr.Bu sorun PKK ile olan dseğil,belirttiğiniz gibi daha öncesi olan bir sorundur.

Osmanlı Devleti için yaptığınız tespit,işte bu muhteşem.Kasrşımda düşünen biri olduğunuzu göstermeye yetti.Osmanlı Devleti;bir imparatorluktur ve bir imparatorluk için ne ait olduğu millet nede ait olduğu din önemli değidir;asıl hedef devletin meşruluğu.Bakın siyasi örgütlenmelere,sosyal oluşumlara.

Feodalizm,Cyrano bunu çok iyi açıklamış,yalnız feodalizmi açıklarken bunu halk ile açıklamakla yetinmiş.Halkın da tepkisi çok önemli,ama bu feodalizmi kendi içerisinde koruyan halkı bu noktaya getiren gerekçelere ve egemen anlayışıda göz önünde tutmalıyız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Feodalizm,Cyrano bunu çok iyi açıklamış,yalnız feodalizmi açıklarken bunu halk ile açıklamakla yetinmiş.Halkın da tepkisi çok önemli,ama bu feodalizmi kendi içerisinde koruyan halkı bu noktaya getiren gerekçelere ve egemen anlayışıda göz önünde tutmalıyız.

 

Altını çizdiğim cümlede bir anlam göremedim.

 

O egemen anlayış cumhuriyetle birlikte yıkılmış. en başta bizzat egemen olmak üzere yüzlerce feodal unsur sürgüne gönderilmiş, yüzlercesi idam edilmiş, binlercesi mülksüzleştirilmiştir. Yüzyıllardan beri feodal beylere , ağalara karşı isyan etmiş, kahramanları hep bu feodal unsurlara karşı bayrak açmış eşkiyalar olan anadolunun aksine. Doğuda feodalizmin tasfiyesi süreci büyük bir direnişle karşılaşmıştır. Cumhuriyet kendi varlığı ve ilkelerinin geleceği için en büyük tehdit olan imparatorluk artığı feodal yapıyı kırmak için uğraşırken doğu bölgesinde halk feodal yapının dağıtılmasına direnmiştir. Bırakalım o tarihi bugünde doğu halkının feodal yapıdan ciddi bir şikayeti ve rahatsızlığı olduğunu sanmıyorum.

 

İnsanlar kendi geleceklerini, kendileri yaratırlar. Bir yandan feodal ilişkileri ve sosyal dokuyu savunup. Öbür yandan medeniyet ve demokrasi istemi mümkün değildir. Zira feodal dokunun hakim olduğu hiçbir coğrafyada medeniyet ve demokrasi hüküm süremez.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Pariste jakobenlerin kralı devirdiğinin haberi henüz taşraya ulaşır ulaşmaz, kazmalarla, küreklerle kadın-erkek çoluk -çocuk derebeylerinin evini sarıp , mallarına el koyup bölüşüp. derebeyini prangalayıp Paris'e gönderen Fransız köylüleri ile , "aman ağamıza zeval gelmesin" diyerek ayaklanan insanların geleceği aynı olmaz tabi.

 

Cyrano,Gökyüzü iletisinde Kürt sorunu sadece bir asayiş sorunu değil demiş ve eklemiş;

 

''Feodalizmin egemen olarak görüldüğü bölge,sonuç itibariyle bu ülkenin sınırları içerisinde olan bir coğrafya.Yasalara ve diğer tüm yaptırımlara muhattap yönetim ve halkıyla.Hal böyleyken neden bu bölge de devlet otoritesi denildiği gibi böylesi bir düzeni bugüne taşımıştır?''

 

sorusunda cevabını barındıran bir cümle.Neden bie devlet kendi içinde varolan bu sisteminden üstesinden gelemez.Çünkü işine gelendir bu.Bu sadece devletin işine gelen değil,aynı zamanda toprak ağasının işine gelendir.Ortak olanlar ise sömürendir.

 

sömürülen halk,sizce dediğiniz tepkiyi nasıl verecek?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.