Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ne kadar vaktimiz var..


Dayı

Önerilen İletiler

 

 

Sevgi olmasaydı,tüm alemler karanlık kalırdı.Sevdiğimiz için Aydınlık olur etrafımız. Aydın yüzümüzü döneriz hayata.Sevdiğimizden,çocukla çocuk,yaşlı ile yaşlı oluruz. Paylaşırız sevgimizi.Sevdiğimizden,Risk alır nice maceralara atılırız. Hep bu sevdiklerimizledir parçamız. :wub:

 

 

Seni nasıl tarif etsin ki dilim...

Ne sözle anlatılır ,nede görünensin..

Nasıl,nereden başlanır seni anlatmaya..

Ne başı nede sonu olan bir denklemsin..

Dağların zirvesindeki kar gibi soğuksun..

Bazende yanıbaşımdasın tutacakmışım gibi..

Arada uzaklara gidersin,İnadına...

Ama bil ki bir çocuğun,bir Annenin gözlerindesin..

Seni Nasıl tarif etsin ki dilim...

Feryat eden Kalbimin içindesin..

Sevinçli olduğum anda yanımdasın..

Hüzünlendiğimde destek olanda sensin...

Nereye yakarsam, ağlasam seninle deniz olur..

Sarhoşların içtiği şarapta sen varsın..

Bazen bir Gelinin işlediği nakıştasın...

Veya dinlediğim bir yalnızlık şarkısında..

Seni nasıl tarif etsin ki dilim...

Güzellerdeki al dudakta görürüm seni..

Yüzlerdeki o tebessümde durursun..

Bazen çatlak ellerin hamuru olursun..

Rüzgarın mırıltılarla okşadığı saçlarımdasın..

Dalgaların sahilleri okşayışındaki Ahenktesin..

Konuşulan her kelam , her sözün içindesin..

Seni nasıl tarif etsin ki Dilim...

Sen sevgiden başkası değilsin... :lol: :lol: :lol::clover:

 

:clover: :clover: :)

 

Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür.

 

Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır ama akrep onu sokar.

 

Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar.

 

Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler.

 

Ama H...intli adam şöyle der: "Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var.Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?"

 

 

Sevmekten vazgeçmeyin.

 

İyiliğinizden vazgeçmeyin.

 

Etrafınızdaki insanlar sizi soksalar da...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:clover:

:clover: :clover: :)

 

Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür.

 

Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır ama akrep onu sokar.

 

Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar.

 

Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler.

 

Ama H...intli adam şöyle der: "Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var.Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?"

 

 

Sevmekten vazgeçmeyin.

 

İyiliğinizden vazgeçmeyin.

 

Etrafınızdaki insanlar sizi soksalar da...

:clover::lol:

 

 

 

 

Sevginin olmadığı yerde Hayat olmaz. Hayatın olmadığı yerde de İnsan olmaz.İnsanı İnsan yapan sevgidir. Sevgi olmadan Alem var olmaz. Kainatın her zerresi sevgi ile raks eder. Makro Alemden, Micro Aleme,Gördüğünle görmediğinle Sevgi Deryasıdır...

İlk Baharın yaza,yazın da Son bahara, son baharında kış'a Hasreti gibi,Bu gözlerdeki dertte sevginin hasreti dir. Dört iklim yedi köşe sevgi ile bilinir. :lol:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

 

‎"ZAMAN değişti" derdi babam...Oysa ağarmış saçlarına, eğilmiş omuzlarına, derinleşmiş gözlerine bakardım da, babam daha çok değişmişti zamandan...Zaman yelkovanla-akrep arasında ya da takvim yapraklarında değildir...Zaman iki nefes arasında, iki lokma arasında, iki uyanış arasında, iki gece, iki sabah arasında, iki mev...sim arasındadır...Biri doğarken biri ölürken, iki ağlayış arasındadır zaman... "Zaman ne kadar çabuk geçiyor" derdi babam...Oysa geçen babamdı.Günleri boş geçmişti, haftalar, aylar, mevsimleri boş...Bağlarındaki üzümden şarap basıp tadına bakmadan...Aşkları doyasıya yaşamadan...İçinden geldiği gibi kahkahalar atmadan...En sevdiği şeydi; taşlarla küçük küçük havuzlar yapıp, çamurdan kanallarla su getirmek havuzlara, çocuklar gibi...O zamanlar henüz akarsuları kurumamıştı Tülmen'in.Kısacası...Birçok şeyi yaşamadığını anlardım babamın; eski şarkılar çalınca ağlamasından...Ve ne babam zamanı doldurdu, ne de babamı bekledi zaman... "Zamanı gelir" derdi babam...Kimi zaman ben de boynumu büker "Zamanı gelir" derim...Bu iki kelimelik sabır ve avunma sözcüğü demek ki miras kaldı bana babamdan...Doğrusunu isterseniz çok şey de istemez bizim gibi insanlar; hani sadece bomboş geçen bir yaşama yanmadan...Karanlıklarda gizli gizli ağlamadan...Diyelim ki dizlerimize vurmadan...

Ne yapacaksınız...Keşke o en son gün söylediğini en başta söyleseydi babam:"O kötü bir yol arkadaşıdır...Durup da kimseyi beklemez zaman..."

 

Yazan: Bekir COŞKUN

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Epiktetos yirmi asır önce demiştir ki: “Kader önünde sonunda söyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer.

 

Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Bunu... bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir.”

 

Düşmanlarınızı düşünmek için ayıracağınız bir dakika bile düşmanlarınızdan daha değerlidir. Nefret ve intikam hissi size büyük zararlar verir.

 

Aristo söyle diyor: İdeal insan iyilik yapmaktan zevk alır. Kendisine iyilik yapılırsa mahcubiyet duyar. Çünkü iyilik yapmak üstünlük işaretidir. ”Karşılaşacağımız nankörlükten dolayı üzülmemek için hazırlıklı olalım. Karşılık beklemeden iyilik yapalım.

 

Mutluluk minnet beklemekte değil, minnet gösterilmesinden rahatsızlık duyulacak olgunluğa erişmektir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

SEVGİ

 

Üzerindeki elbise o gün alınmış, ilk defa giyilmiş gibidir. Ne bir leke, ne bir kırışık...

 

Saçları yatakta bile dağılmadığını düşündürür insana. Daima taralı ve yapılıdır.

 

Gülüşü ölçülü, konuşmaları yerli yerindedir. Çok naziktir. Sizi dikkatle dinler, asla sözünüzü kesmez.

 

Hayatı programlıdır. Günlük, aylık, yıllık, hatta bir ömürlük.

 

Biletlerini hep önceden alır.

 

Hiçbir yere geç kalmaz, hiç uçak kaçırmaz.

 

Kimi ne zaman ziyaret edeceği, kimi ne zaman kabul edeceği önceden bellidir. Yemek saati hiç değişmez.

 

Hiç kilolu olmaz. “Kaçamak” yoktur çünkü hayatında.

 

 

 

Çok saygılıdır. “Siz”siz konuşmaz, sesini yükseltmez, tartışmaya girmez.

 

Hesaplıdır. “İhtiyaç” neyse o kadarını alır.

 

Hali vakti yerindedir, hiç parasız kalmaz, daima tedbirlidir.

 

Yatış kalkış saatleri bellidir. Uykusu kaçmaz, gecenin bir saatinde kalkıp televizyonu açmaz.

 

Okuduğu gazeteyi değiştirmez.

 

Doktor kontrolleri düzenli, aylar öncesinden randevuludur. Hiçbir eşyasını kaybetmez.

 

Evcil hayvan edinmez, tüyünden hazzetmez.

 

Aşktan süründüğünü gören olmamıştır. Kimsenin içeride neler olup bittiğini bilmediği sessiz, sakin bir evliliği vardır.

 

Dolaplarında hiçbir şeyin yeri değişmez.

 

Son dakika” diye bir şey yoktur hayatında.

 

En yakınının ölümüne bile ağlamaz. Ölüm insan için önceden planlanmıştır çünkü. Onun bütün planlara saygısı sonsuzdur.

 

 

 

Türkiye gibi kaotik bir ülkede bu “dingin, düzgün, planlı” hayatı sağlayabilmek dünyanın en zor, en yorucu işi olmalı diye düşünüyor insan.

 

Evet ama çıkarın her şeyin içinden “sevgi”yi... O zaman çok kolay.

 

Şişmanlıyorsanız “sevgi”dendir... Pastayı seviyorsunuzdur, kızarmış patatesi, dondurmayı...

 

O gün vaktinde yatmayıp sabahladıysanız “sevdiğiniz bir program” uzamıştır televizyonda...

 

Ölümün doğal olduğunu bildiğiniz halde annenizin arkasından yerden yere vurduysanız kendinizi annenizi çok sevdiğinizdendir...

 

Gazetenizi değiştirdiyseniz, çok sevdiğiniz yazarın peşinden gitmişsinizdir büyük ihtimalle...

 

Bileti yakıyorsanız yine sevgidendir... Bırakıp gidemediğiniz biri vardır.

 

Bunlar gibi daha nicesi.

 

 

 

Size göre insanı “sahici” yapan şey “sevgi”dir; ona göre “hayatı altüst eden” şeydir sevgi.

 

Ama bunun farkında mıdır, bilerek isteyerek mi çıkarmıştır hayatından sevgiyi; eğer böyleyse bunu nasıl becermiştir... Yoksa “özürlü” mü doğmuştur... Bilmiyorum.

 



 

Pakize Suda

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
  • 3 hafta sonra...

 

 

 

ANGUT KUŞU

 

 

 

Herkesin haksız bir şekilde kullandığı bir ifadedir 'Angut'. Biri laftan anlamayınca, boş boş bakınca ya da aptallık edince hemen 'Angut musun?' der günümüzün insanı. Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir sürü insan var ülkemizde.

 

 

 

Özelliği nedir bilir misiniz? Angut kuşunun eşi öldüğü zaman yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun başucunda bekler.

 

 

 

İşte bu canlının yaptığı en büyük 'Angut'luk budur. Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir. Dişi olsun erkek olsun bütün Angut kuşlarının çok ürkek bir hayvan olmasına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elinizi uzatsanız dahi oradan kaçmaz.

 

 

 

Hani derler ya 'Angut gibi bakmasana' diye... Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine. Bundan sonra bazılarına 'Angut' demeden önce bir kere daha düşünün. Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde…

 

 

 

 

 

 

39545_152813981422209_135982199772054_211393_6197745_n.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Demek ki onun için angut deniyor, öğrenmiş olduk. Bir daha biz de angut gibi bakarız. :lol:

 

:D:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 ay sonra...
Bahar geliyor farkında mısınız?..

Halbuki her baharın her günü, her birimize yetecek sayıda gülücük veriyor her çiçek...

Baharlar geliyor, farkında mısınız?..

Ve, baharlar; gi-di-yor da!..

*

Son bahar dökülürken şaldır şuldur yeryüzüne; yüzüne bakan güzel yüzlerine baktın mı hiç çiçeklerin?..

Ve kaç çiçeği usulca alıp sapından, zamanın saçına taktın?..

.....

Kim soracak sana senden başka, veya benden başka; en son hangi bahardı farkına varman çiçeklerin?..

*

Halbuki her çiçek cinsi, her bahar günü, her bir insanın kulağına takabileceğimiz sayıda çiçek koyuyor önümüze; hem de başımıza kakmadan!..

Ama, baharlar geliyor ve baharlar gidiyor;

Gözümüzün önünde bize görünmeden!..

*

Bu bahar, fark et artık baharı; ne olur...

Çünkü bu bahar ta nerelerden geldi, biliyor musun?..

Bu bahar, hadi bir çiçek al dalından ve tak birinin kulağına; kendinin kulağına, benim kulağıma.

Fark ettir, fark ettiğini...

*

Baharlar geliyor, fark etmiyoruz... Ve akıl etmiyoruz bir sap çiçek almayı baharın sepetinden...

Veya alabilsek, baharlar gidiyor; kalıyor elimizde çiçekler;

Kimseye veremeden!..

.....

Halbuki ne kadar kolaydı bu; kolaydı ama, zamanında kolaydı. Çünkü vakit geç oluyor sonra!..

*

Baharlar geliyor, farkında mısınız?..

Ve, her gelen bahar; gi-di-yor sonunda!..

Peki kim soracak sana senden başka, veya benden başka; en son hangi baharda farkına vardığını çiçeklerin?..

Bahar geliyor farkında mısınız?..

Halbuki her baharın her günü, her birimize yetecek sayıda açılıyor her çiçek...

Hadi, bu bahar da fark edilmeden geçmesin, veya çiçekler yine elimizde kalmasın!..

 

Muammer Erkul

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
Ruhum bana fısıldadı ve kendine küfredene dostluk gösteren ama halkın nefret ettiği insanı sevmeyi öğretti. Ruhum bana Sevgi ‘nin sadece sevende değil, sevilende de kendisiyle gururlandığını gösterdi.

 

 

 

Ruhum bana fısıldamadan önce Sevgi yüreğimde iki çivi arasına gerilmiş ince bir ipti. Ama şimdi başı sonu, sonu da başı olan bir hale oldu. Bu hale bütün varlıkları çevreler ve bundan sonra var olacakları da kucaklamak üzere yavaş yavaş genişler.

 

 

 

Ruhum bana öğüt verdi ve cildin, biçimin ve rengin altında gizli olan güzelliği görmeyi öğretti. Gerçek çekicilikleri ve hoşlukları görünene kadar çirkin denen insanlar hakkında uzun uzun düşünmem için beni eğitti. Ruhumun öğüdüne kadar Güzelliği iki sis kolonu arasında titreyen bir meşale gibi görürdüm. Şimdi sis kayboldu, alevlerden başka bir şey görmüyorum.

 

 

 

Ruhum bana fısıldadı ve dilin, gırtlağın ve dudakların çıkaramayacağı sesleri dinlemeyi öğretti. Ruhum bana fısıldayana kadar gürültü ve feryattan başka bir şey duymazdım. Ama şimdi Sessizliği daha kolay duyuyor, Görünmeyen ‘in sırlarını haykıran çağların ilahilerini ve gökkubbenin şarkılarını dinliyorum.

 

 

 

Ruhum bana fısıldadı ve sıkılmamış, hiçbir elin ve dudağın dokunamayacağı kadehlere hiçbir zaman doldurulamayacak şarabı içmeyi öğretti. Ruhum bana fısıldayana kadar susuzluğum bir yudum suyun söndürdüğü küller altında gizlenmiş belirsiz bir kıvılcım gibiydi. Ama şimdi arzum kadehim, duygularım şarabım, yalnızlığım sarhoşluğum oldu ; artık bu dindirilemeyen susuzluğumda sonsuz sevincimi yaşıyorum.

 

 

 

Ruhum bana fısıldadı ve insan biçimine girmemiş olana dokunmayı öğretti ; dokunduğumuz her şeyin arzumuzun parçası olduğunu gösterdi. Ama şimdi parmaklarım, evrendeki Görünmeyen ‘le birleşen şeye karışan sise dönüştü.

 

 

 

Ruhum beni mersinden ya da tütsüden yayılmayan kokuyu solumam için eğitti. Ruhum bana fısıldayana kadar bahçelerdeki, şişelerdeki ya da buhurdanlıklardaki kokulara ihtiyacım vardı. Ama şimdi adaklar ya da kurbanlar için yakılmamış olan tütsülerin de kokusunu alabiliyorum. Ve yüreğime boşluğun neşeli esintileriyle hiçbir zaman sürüklenmeyecek kokuları dolduruyorum.

 

 

 

Ruhum bana fısıldadı ve görünmezlik ya da tehlike çağırdığında, “hazırım” diyebilmeyi öğretti. Ruhum bana fısıldayana kadar tanıdıklarım dışında haykıranların sesine ses vermezdim ve kolay ve düz yollar dışındakilerde yürümezdim. Şimdi, görünmezlik, görünmezliğe ulaşmak için koşturabileceğim bir at oldu ; düzlükler doruğa tırmanacağım merdivene dönüştü.

 

 

 

Ruhum benimle konuştu ve dedi ki, “Zaman ‘ı, ‘dün vardı, yarın da olacak’ diyerek ölçme”. Ve ruhum benimle konuşana kadar geçmiş ‘i hiçbir zaman tekrarlanmayacak,gGeleceği de asla ulaşılamayacak bir çağ olarak hayal ederdim. Şimdi şu anın bütün anları kapsadığını ve içinde umut edilebilecek, yapılabilecek ve anlaşılabilecek her şeyin bulunduğunu anlıyorum.

 

 

 

Ruhum bana fısıldayıp boşluğu, “burası, orası ve şurası” diye sınırlamamam için beni uyardı. Ruhum bana fısıldayana kadar yürüdüğüm yerin boşluğun diğer yerlerinden uzak olduğuna inanırdım. Şimdi bulunduğum yerin her yeri içerdiğini ve yürüdüğüm mesafenin bütün mesafeleri kapsadığını anlıyorum.

 

 

 

Ruhum beni eğitti ve başkaları uyurken uyanık kalmamı öğütledi. Ve başkaları çalışırken uykuya teslim olmamı. Ruhum bana fısıldayana kadar uykumda ne onların düşlerini görürdüm, ne de onlar benim hayallerimi düşlerdi. Şimdi onlar beni seyretmezken asla düş gemimle açılmıyorum, onlar da ben özgürlüklerine katılmadıkça hayallerinde göklere yükselmiyorlar.

 

 

 

Ruhum bana fısıldadı ve dedi ki, “Övgülerle kibirlenme, ayıplamalarla sıkıntıya düşme.” Ruhumun öğütlerine kadar işlerimin değerinden kuşku duyardım. Şimdi ağaçların ilkbaharda çiçeklenmesi ve yazın meyve vermesi için övgülere gerek olmadığını biliyorum ; ve ayıplanmaktan korkmadan güzün yapraklarını döküp kışın çıplak kaldıklarını.

 

 

 

Ruhum bana fısıldadı ve ne cücelerden daha büyük ne de devlerden daha küçük olduğumu gösterdi. Ruhum bana fısıldayana kadar insanlığı iki kişi olarak görürdüm ; biri acıdığım güçsüz, diğeri izlediğim ya da direndiğim güçlü. Ama şimdi her ikisi de olduğumu ve ikisinin aynı maddeden yapıldığını biliyorum. Kaynağım, onların kaynağı ; bilincim, onların bilinci ; kavgam, onların kavgası .

 

 

 

Onlar günahkarsa, ben de günahkarım. Onlar iyiyse bundan ben gurur duyarım. Yükselirlerse onlarla yükselirim. Hareketsiz kalırlarsa tembelliklerinden utanırım.

 

 

 

Ruhum benimle konuştu ve dedi ki, “Taşıdığın fener senin değildir, söylediğin şarkı senin yüreğinde bestelenmedi, ışığı taşısan bile ışık olamazsın, gitarın tellerini titreterek gitar çalamazsın.”

 

 

 

Ruhum bana fısıldadı, kardeşim ve çok şey öğretti. Çünkü sen ve ben biriz, benim içimdekileri hemen ortaya dökmem ve senin içindekini bir sır gibi gizlemen dışında, aramızda bir fark yok. Ama senin sır saklaman da bir çeşit erdemdir.

 

 

 

Halil CİBRAN

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Özgürlük duası:

 

Evrenin yaratıcısı. Bugün bizimle sevgiyi paylaşmanı istiyoruz.

Gerçek adının Sevgi olduğunu biliyoruz. Seninle iletişim içinde olmak, aynı titreşimi paylaşmak demek. Çünkü evrende var olan tek şey sensin.

Bugün, bize senin gibi olmamız için, yaşamı sevmemiz için, yaşam olmak, sevgi olmak için yardım et.

Bize senin gibi sevmemiz için yardım et.

Koşulsuz, beklentisiz, görevsiz, yargısız.

Kendimizi yargılamadan sevmemiz ve kabul etmemiz için bize yardım et.

Çünkü kendimizi yargıladığımızda suçlu buluyoruz ve cezalandırıyoruz.

Başkalarını koşulsuz sevmemiz için bize yardım et.

Onları yargılamadan kabul etmemiz için bize yardım et. Çünkü onları yargıladığımızda suçlu buluyoruz ve cezalandırıyoruz.

Başkalarını reddettiğimizde kendimizi reddediyoruz, kendimizi reddettiğimizde Seni reddediyoruz.

Yarattığın her şeyi koşulsuz sevmemiz için bize yardımcı ol.

Bugün yüreğimizi ve duygusal zehrimizi temizle.

Zihnimizi yargılardan özgürleştir. Böylece saf huzur ve saf sevgiyle yaşayabilelim.

Bugün çok özel bir gün. Bugün yüreklerimizi yeniden açıyoruz ve birbirimize “Seni seviyorum” diyoruz –korkmadan ve sevgiyi hissederek.

Bugün kendimizi sana sunuyoruz.

Bize gel, sesimizi, gözlerimizi, ellerimizi ve yüreklerimizi kullan. Kullan ki sevgiyi herkesle paylaşabilelim.

Yaratıcı. Bugün tıpkı Senin gibi olmamız için bize yardım et.

Bugün bize verilen her şey için şükranlarımızı sunuyoruz –özellikle kendimiz olabilme özgürlüğümüz için.

Amin.

 

(Don Miguel Ruiz – Dört Anlaşma / Toltek Bilgelik Kitabı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

3 bin kişiyle gerçekleştirilen araştırmada, çiftlerin 3 yıldan sonra birbirlerinden daha çok şikâyet ettiği, daha az seks yaptığı görüldü.

 

Yeni çiftler haftada 1.2 saat tartışırken, 3 yıldan sonra bu süre 2.7’ye çıkıyor. İlişkinin başındaki çiftler, 3 yılı devirenlere oranla haftada 3 kat daha fazla seks yapıyor.

 

Çiftlerin yüzde 67’si başta partnerinde umursamadığı birçok özelliğin üçüncü yıldan sonra rahatsız etmeye başladığını söylüyor. Kadın ve erkeğin itici gelen yönleri ise şöyle:

 

Partnerin kilo alması

 

Para kaybı

 

Uzun çalışma saatleri

 

Kişisel bakımın azalması (örneğin bakımsız, uzun tırnaklar)

 

Horlama

 

Seksi olmayan iç çamaşırları

 

Partnerin ebeveynleriyle fazla vakit geçirmesi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

 

'Sevmek' dedim.

'Yoluna ölmek' dedi.

 

'Yol' dedim.

'Alıp başını gitmek' dedi.

 

'Gitmek' dedim.

Bir 'Ahh' çekip, 'Dostlardan ayrılmak' dedi.

 

'Dost' dedim. Durdu. Bana baktı. 'Dost' diye mırıldandı.

'Yüreğime nasıl koysam bilemediğim' dedi.

 

'Yürek' dedim.

'Dünyaları içine sığdıramadığım' dedi.

 

'Dünya' dedim.

'Hayatın bir yüzü' dedi.

 

'Yüz' dedim.

'Ardında ne gizli bilemediğim' dedi.

 

'Giz' dedim.

'Hep çözmeye çalıştığım' dedi.

 

'Çalışmak' dedim.

'Bitmeyecek öykü' dedi.

 

'Öykü' dedim.

'Binlercesini içimde gizliyorum' dedi.

 

'Gizlemek' dedim.

'İşte, her şeyin bitimi' dedi.

 

'Şey' dedim.

'Sevda' dedi.

 

'Sevda' dedim.

'Peşinden koştuğum' dedi.

 

'Koşmak' dedim.

'Hayat, bir maraton' dedi.

 

'Hayat' dedim.

'Öyle kısa ki!' dedi.

 

'Niçin kısa?' diye sordum.

'Yaşanacak çok şey var, zaman yok' dedi.

 

'Yaşanması gereken ne var? ' diye sordum.

'Aşk' dedi.

 

'Kaç kere?' diye sordum.

'Bin kere' dedi, 'Milyon kere'

 

'Neden bir kere değil?' diye sordum.

'Bütün aşkların toplamı, en yüce ve tek aşk' dedi.

 

'Önce ona varsan olmaz mı?' diye sordum.

'Keşke olsa' dedi, 'Ama önce yoğrulmak gerek'

 

Acı çekmek mi?' diye sordum.

'Evet, aşk acısında yok olmak' dedi.

 

'Yok, olunca!' dedim.

'İşte gerçek aşkta o zaman yaşamaya başlarsın' dedi.

 

'Gerçek aşk!' dedim.

'Büyük o!' dedi.

 

Durdum. Durdum. Ve sustum!

 

'Neden sustun?' diye sordu.

'Yüreğim titredi sanki' dedim.

 

'Neden?' diye sordu.

'Bilmiyorum' dedim. 'Büyük O!'

 

'Evet' dedi, 'Büyük O!'

'Nerede?' diye sordum.

 

'Her yerde' dedi.

 

'Nasıl?' diye sordum.

'Yüreğini aç' dedi.

 

'Yüreğimi açmak!' dedim.

'Bir tebessümle bak her şeye' dedi.

 

'Tebessüm' dedim.

'Her kapının anahtarı' dedi.

 

'Kapı' dedim.

'Girmeden bilemezsin' dedi.

 

'Ya korku!' dedim.

'Bilinmeyenden korkar insan' dedi.

 

'Ben bilmiyorum' dedim.

'Neyi?' diye sordu.

 

'Ben'i' dedim.

'Sen kimsin?' diye sordu.

 

'Ben kimim?' diye sordum.

'Sevgiyle beslenensin' dedi.

 

'Kimin sevgisiyle?' diye sordum.

'Büyük O'nun' dedi.

 

Durdum. Durdum. Yine sustum.

 

'Kimsin?' diye sordum.

 

'SEN’im' dedi.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Sevgi, bazen cama vuran bir yağmur damlası bazen de elini tutan sıcacık bir eldir. Bazen de farkına bile varmadan yaydığımız bir enerji yumağı...

**

Kocam bir mühendisti, onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı.

 

Gel gör ki, iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı. eşimin bir zamanlar çok sevdiğim bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu. İş ilişkiye gelince oldukça içli, hatta aşırı hassas bir kadınım. romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdum duymazlığı ve evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.

 

Sonunda kararımı ona da açıkladım, boşanmak istiyordum.

 

Şaşkınlıktan gözleri açılarak "niye" diye sordu. Gerçekten belli bir sebebi yok, dedim, "sadece yoruldum."

 

Bütün gece ağzını bıçak açmadı, düşünüyordu. Bu hali ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. İşte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki?

 

Sonunda sordu: "seni kararından caydırmak için ne yapabilirim?"

 

Demek ki söyledikleri doğruydu, insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.

 

"İşte mesele tam da bu" dedim. "sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. Diyelim ki, dağın tepesinde bir uçurumun tam kenarında bir çiçek var. Oçiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hatta ölümüne mal olacak. Bunu benim için yapar mısın?"

 

Yüzümü dikkatle inceledi ve "sana bunun cevabını yarın vereceğim" dedi. Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.

 

Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı. "Bi'tanem" diye başlıyordu, "o çiçeği senin için koparmazdım."

Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim. "çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip sistemi çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var. Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden ve bu yüzden senden önce eve varabilmem için koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var. Araba kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var. Sadık arkadaşının seni her ziyaretinde (artık ne konuşuyor da seni geriyorsa) sende sebep olduğu karın kramplarını rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var. evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var. Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında görülmesini istemediğin beyaz tellerini ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var, ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet, o uçuruma gidip o çiçeği senin için kopabilirim."

 

Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu, göz yaşlarım mektuba düşüyordu.

 

''Not: Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç, sevdiğin taze susamlı ekmek, beyaz peynir ve karpuzla kapıda bekliyorum."

 

Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu poşetle kapının önündeydi. artık çok iyi biliyordum, beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim. Bu gerçek aşktı, bu gerçek sevgiydi...

 

**

 

İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz, normaldir, Meşguliyetlerimiz gözümüze perde olabiliyor, oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil; belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz? Ama emin olun, hep oralarda bir yerdedir. Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir, ama bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

 

SEVGİ, işte tam da böyle bir şeydir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

'' Ne kadar vaktimiz var??? ''

Gerçekten kimse bilmiyor.

O halde...

Ayşe Arman

Hüsnü ile Sevgi’ nin Benzersiz Aşkı

Kimse kızmasın...

 

Ben erkeklerin tüymesine alışığım.

 

Hastalık, zorluk, bela, felaket söz konusu olduğunda, o yükü taşıyamamalarına, o acıyıkaldıramamalarına, toz olup gitmelerine...

Yanlış anlaşılmasın...

Kızmıyorum. Doğalarına veriyorum.

Duyduğum, okuduğum, tanık olduğum hikayeler genellikle böyle.

 

14301276.jpg

Kadınlar gibi değil erkekler

Felaketin altında daha çok eziliyorlar.

Genellikle de çareyi kaçmakta buluyorlar.

Onları anlıyorum. Yargılamıyorum.

Benzer şeyler benim başıma gelse ben ne yaparım, onu da bilmiyorum.

İşte beni Hüsnü ile Sevgi’nin hikayesi bu yüzden şaşırttı.

Ne Sevgi Sakarya’yı tanırdım ne Hüsnü Cengiz’i.

1 Ağustos’ta kaybettiğimiz tiyatrocu Sevgi Sakarya’nınölüm haberini gazetelerde okudum. Üzüldüm ama hayatadevam ettim.

Taa ki, “Halam Sevgi Sakarya” diyen bir mail alanakadar.

Yeğeni Ceren Sakarya, bana “Eniştemi tanımalısınız” diyeyazdı, “Eniştem Hüsnü ile röportaj yapmalısınız. Üç kerebeyin ameliyatı olan ve konuşma yetisini kaybeden halam Sevgi Sakarya’ya dört yıl boyunca bebek gibi baktı. Pek az erkeğin yapacağı şeyi yaptı.Eniştem olağanüstü biri” demişti.

Merak ettim, Hüsnü’yle tanıştım.

Ne diyeyim?

Hüsnü ve Sevgi’nin hikayesi, şu dünyada gerçekten de aşkın, gerçek aşkların olduğunainandırdı beni.

Umut verdi, size de vermesi dileğiyle...

 

 

Sizi tanıyalım...

- 66 İstanbul doğumluyum, Akmerkez’de mağaza müdürüyüm. Normal, sıradan, dümdüz biradamım. Ne anlatılır onu da bilmiyorum. Daha önce hiç röportaj vermedim.

.

14301277.jpg

 

Bir süre önce kaybettiğimiz tiyatrocu Sevgi Sakarya’nın eşisiniz...

- Evet.

 

Nasıl tanıştınız?

- 94 yılının Ağustos ayının son pazarıydı. Bir arkadaşortamında.

 

Tarihi bu kadar net hatırlıyorsunuz...

- Nasıl hatırlamam, o kadın benim her şeyimdi. 29 yaşındaydım, Sevgi benden iki yaş büyüktür. Ama yaştan vekilodan söz etmeyi sevmezdi. O yüzden mezar taşına tarihyazmadık. Ne doğum tarihi var, ne ölüm. İnanmazdı zaman kavramına.

 

Tanışmadan önce nasıl bir adamdınız?

- Haftanın yedi günü dışarıda bir adam. Evlenmekle alakası olmayan bir adam. O zamana kadar ilişkiler yaşıyordum ama üç ay sonra sıkılıyordum. Sevgi ise bambaşkaydı.

 

Nesi başkaydı?

- Bir kere çok renkliydi. Farklı bir sürü kadın yaşıyordu içinde. Ne zaman, hangisiylekarşılaşacağımı kestiremiyordun. Bir de tabii, hayatı varsa yoksa tiyatro idi. Sahneye çıksın, oyunyazsın, kitap okusun, saatlerce konuşsun, felsefe yapsın. Özgürlüğüne çok düşkündü. Bazenarıyordum, soruyordum, “N’apıyorsun?” Cevap veriyordu: “Beyoğlu’nda kendi başıma bira içiyorum.” Daha önce böyle bir kadınla hiç karşılaşmamıştım. Bir-iki kere çıktık, baktım ona onunlailgilendiğimi farkında değil. Ya da öyle davranıyor. Derken bir akşam yemekte elini tuttum, “Yaa Sevgi” dedim, “Ben seni seviyorum. Niye anlamıyorsun?” Gözlerimin içinde baktı. O zamananladım ki hislerimiz karşılıklı. Bu deli dolu görüntüsünün ardında, minicik bir kız çocuğu yatıyorduve incinmekten korkuyordu. Daha önce evlenmiş, hayal kırıklığı yaşamış, o yüzden iki keredikkatliydi.

 

Ve aşkınız başladı...

- Evet. Muazzam bir çekim vardı aramızda, ayrı kalamıyorduk. İlla birbirimize dokunacağız. Sevgiile birlikte çekilmiş bütün fotoğraflarımıza bakın; ya kollarını ya bacaklarını bana dolamıştır. Böyle bir ‘Sevgi ile Hüsnü’ halimiz vardı. Sürekli üst üste, alt alta. 96’da evlendik. 16 yıl boyunca, eve hep ıslık çalarak geldim. Hep heyecan duyarak. Bakalım bu sefer beni nasıl bir kadın karşılayacak diye merak ederek. Sinirli mi, sevinçli mi, evin boyası mı değişti, alıp beni bir yere yemeğe migötürecek, kafama saksı mı geçirecek? Bilemezsin. Eve gelince öğreneceksin.

 

GEÇ KALDIM DİYE DOMATES YAĞMURU

 

Her an, her şey olabilir yani...

- Tabii, tabii. Beni yeryüzündeki her şeyden kıskanırdı. Bizim mağaza 22.00’de kapanır, 22.30’daevde olmadın mı? Yandın. Bir keresinde şarjım bitti, Sevgi’ye “Trafik sıkışık, yoldayım, geliyorum!”diyemedim. Sen misin demeyen! Otoparka arabamı park ettim, baktım cama “Paaat” bir şeyçarpıyor. “Bu ne ya!” oldum. Domatesmiş! Sevgi atıyor, birbiri ardına...

 

Geç kaldınız diye mi?

- Evet. Ve ona haber vermedim diye. Almadı beni eve. O akşam arkadaşımda yattım. Deliydi anlayacağın... Dünyanın en tutkulu delisi. Yazları beni bırakmamak için, arkadaşlarıyla tatile bilegitmezdi, İstanbul’u benimle beklerdi. Bana kimse mesaj filan da atamazdı. Aman ha! Birkeresinde mağazadan bir kadın personelim, “Hüsnü Bey, günaydın” diye bir mesaj atmış, belli kiyeni telefon almış, “Numaram bu” demek istiyor. Bir şey yok yani, gayet masum. Sen gel bunu Sevgi’ye anlat. Kızcağızı perişan etti, dere tepe düz gitti, “Bir daha kocama mesaj atarsan senimahvederim!” dedi. Sonra da bana ‘Ya kızı çok hırpaladım Hüsnü, sen gönlünü al’ dedi.

 

Yaptınız mı?

- Hayır, ayıp oldu belki ama ben Sevgi’yi kimseye ezdirmezdim.

 

Sizin hayatınızı zorlaştırmıyor muydu?

- Zorlaştırıyordu. Ama beni Sevgi kadar kimse sevmedi şu hayatta. O sevgi paketinin içindekıskançlık da vardı, kabullendim. Yıllar içinde birtakım alışkanlıklar edindim. Sevgi’nin hiçbir kadın arkadaşıyla yan yana oturmazdım mesela, neme lazım, bacaklarımız filan değer, kavga çıkar...

 

Siz peki? Siz böyle kıskançlıklar yapar mıydınız?

- Yok. Sevgi’nin zor bir çocukluğu olmuş. Anne bırakıp gitmiş. Baba yeniden evlenmiş. Üvey annesi oluyor. Sonra baba ölüyor. Annesinin yanına gidiyor. Bu sefer de üvey babası oluyor. O da ölüyor.Abisi de kanserden ölüyor. Üst üste bir sürü travma anlayacağın.

 

Tiyatrocu olmasını desteklemişler mi?

- Nerede? Zaten ortaokula bile, kendi kendini yazdırıyor. Hep yalnız. Konservatuvarı kazanınca abisi, annesi ve üvey babası itiraz ediyor, Sevgi kimseyi iplemiyor. Harçlığını kesiyorlar, otostopla okula gidip geliyor. Konservatuvarı basıp, “Biz kızımızı alacağız, istemiyoruz burada okumasını”diyorlar. “Kızınız çok başarılı, ancak başarısız olursa okuldan atılır, yapabileceğimiz bir şey yok” diyorlar. Sürekli bir itiş, kakış, sürekli bir mücadele. Sonra Şehir Tiyatroları’na giriyor. O yanlış evliliği yapıyor, borç harç, adam yüzünden her şeyine haciz geliyor. O yüzden çok hassastı,elektrik faturası bile zamanında ödenecek, ödemezsen kıyameti koparırdı.

 

Çocuk?

- İstemedik. Daha doğrusu Sevgi istemedi. Birbirimize yetiyorduk. Hep, “Ben çok yaşamam” diyordu. Şimdi düşünüyordum da, öyle dememek lazım. Ağzımızdan çıkan şeyler, gerçek oluyor.Onun hep bir telaşı vardı. Tezcanlıydı. Her şeyi koşarak yapardı. Sanki ruhu, önünde koşardı. Yakalayıp içime sokasım gelirdi, o kadar seviyordum.

 

SÖZ VERDİĞİM GİBİ ONU SAHNEYE ÇIKARDIM AMA TABUT İÇİNDE

 

Hayatınız hep böyle güzel mi gitti?

- Yok, 2006’da geri sayım başladı. 13 yaşında bir kalp rahatsızlığı geçirmiş, “40 yaşında kalp kapakçığınızın değişmesi lazım” demişler. 5-6 ayrı doktora gezdik, hepsi aynı şeyi söyledi. Ama ameliyat olmayı hiç istemiyor; derdi, dekoltesi bozulmasın.

14301278.jpg

Durum ne kadar vahim?

- Çok vahim. O kalp kapakçığıdeğişmezse, hayati tehlike var. Neticede 2006’da ameliyatı oldu. Bir sene sonra da, “Ben silikontaktıracağım” diye tutturdu. Birtürlü vazgeçiremedim, keçi gibide inatçı. Yeni ameliyat olduğu ve kalp kapakçığı metal olduğuiçin dikkat etmesi gerekiyor,mikrop kapmaması lazım. Amayaptı, o silikonları taktırdı. 2007’nin Haziran’ında birden bire ateşlendi.

 

Neden?

- Nedenini bilmiyoruz. Kapakçığın mikrop kapmış olma ihtimalinden korkuyoruz. Mayısta dişçektirmişti. Ondan mı acaba diyoruz. Bir ay tedavi gördü. Eylül gibi yeniden hastalandı. Yinehastane. Yine düşmeyen bir ateş. Bir gün izin aldı, eve geldi, yıkadım onu, hastaneye geri dönerken fark ettim ki, yanlış kelimeler kullanıyor, “Kahvaltı ettin mi?” diyecek mesela, “Peçeteettin mi?” diyor. “Işığı kapat” diyecek, “Kapıyı kapat” diyor. İfadelerde bir sorun var. Doktora söyledim, hemen tomografi çektirdi ve beyninde küçük bir kanama saptandı. Meğer anevrizması davarmış. Önce de olabilirmiş, kalpten pıhtı da atmış olabilirmiş. Kanama giderek büyünce ameliyataaldılar.

 

Sonra?

- Sonra... Üç ameliyat daha. Zor günlerdi. Komaya girdi. Bir ay yoğun bakımda kaldı. O arada,hastane mikrobu da kaptı. “Buradan çıkamaz” diyorlardı. Bense hiç umudumu yitirmedim. Yoğunbakımın önünden hiç ayrılmadım, geceleri de hastanenin önündeki arabamda yatıp kalktım. Bir ay sonra mucize gerçekleşti, uyandı. Ama sağ tarafı komple felçti. Konuşma merkezi de. Artık konuşamıyordu. Ağzından sadece iki kelime çıkabiliyordu: “Bu son!”

 

Nasıl yani?

- Öyle. Sebebini bilmiyorum, ondan sonraki dört sene boyunca de sadece bu iki kelimeyi kullandı:“Bu son! Bu son!”

 

Peki nasıl anlaştınız?

- “Bu son”la...

 

Anlamıyorum...

- İzah etmesi zor. Ama insanların konuşabilmesi için, illa kelimelere gerek yok... Muş... Sevgi bize,“Bu son”la bütün derdini anlattı. Tabii tonlamanın ve mimiklerin de önemi var. Ama gayet güzel anlaşıyorduk, hayatımızı o iki kelimeyle dört yıl idare ettik. Saatlerce sohbet ediyorduk,meyhaneye gidip kafayı çekiyorduk, sinemaya gidiyorduk, tatile bile gidiyorduk.

 

Beyninde başka bir hasar yoktu değil mi?

- Yok, hayır. Konuşamıyordu, okuyamıyordu, yazamıyordu. Ama aslında Nazım’dan şiirler bileokuyordu. “Bu son... Bu son...” diyerek.

 

Anlaşılması çok zor, bir daha anlatır mısınız?

- Hastaneden çıktıktan sonra, Sevgi’yi eski haline getirmek hayatımın amacı haline geldi. Önce fizik tedaviciler buldum, her gün eve geliyorlardı. Gittikçe kuvvetlendi. Bebek gibi baktım ona.Annem ve bakıcımız Şeker Hanım da bizimle yaşıyordu. Bir olduk, Sevgi’yi ayağa kaldırdık, dört ay sonra dışarı çıkarttık.

 

ONUN HER HALİNİ SEVDİM HASTA HALİNİ DE

 

Eski Sevgi geri geldi mi?

- İlk başlarda farkındalığı çok azdı. Ama ben onu zorladım. “Sana ihtiyacım var, beni terkedemezsin!” dedim. İnternette bir tedavi yöntemi mi görüyordum, “Hemen uygulayalım” diyordum, oksijen tedavileri, konuşma tedavileri, her şeyi denedik. Ve biliyor musunuz işe yaradı. Tek isteğim, eski Sevgi’ime kavuşmaktı.

 

Erkekler, hastalık-mastalık olunca taşıyamazlar, kaldıramazlar. Tüyer giderler...

- Bende öyle olmadı, başkalarını bilemem. Ben o kadını çok sevdim. Her halini sevdim. Hasta halini de.

 

14301279.jpg

Acımayla karışık şefkat miydi?- Ne münasebet! Bedeninin yarısıfelç olsa da, artık konuşamıyor olsa da, o benim sevgilimdi,karımdı. Bunu ne değiştirebilir ki?Aynı yatakta yatmaya devamettik. Buna da şaşırıyor insanlar.Ne alakası var. Sevgi’ydi o, ohaliyle bile bacaklarını banadolayarak uyuyordu.

 

Ama şu fotoğraftaki kadınla, bu fotoğraftaki kadın arasındafark var. Biri, ötekinin annesi gibi duruyor...

- Evet, kilo aldı ama ne önemi var? Bunlar benim başıma gelseydi, o bana nasıl bakacaksa, ben deona öyle baktım. Bebeğim gibi. Bir ıstırap ya da zorunluluk değildi. Bana hep sordular, “Tamam o çok acı şeyler yaşıyor. Ama sen nasıl tahammül ediyorsun?” Böyle bir sorunun sorulmasını bile zuladdediyorum. Olması gereken zaten bu değil mi?

 

Özel bir dil mi oluşturdunuz siz aranızda?

- Öyle de diyebilirsiniz. Hesap sorarken, bir şey isterken, tonlamalarla bana derdini anlatırdı. Tabiimimiklerin katkısı da çok. Ben de “Bunu mu demek istiyorsun?” derdim mesela, kafasını sallardı.

 

O peki ne hissediyordu?

- Bak o başka mesele. Bana sorarsan, Sevgi, dört yıl benim için direndi. Ben onu bırakmakistemiyorum diye. Ona kalsa, gitmek isteyebilirdi, ben çabalıyorum diye o da çabaladı.

 

Kıskançlık devam mı?

- Tabii tabii! Saat yanında duruyordu, 22.30’dan geç gelirsem hesap soruyordu, “Bu son, bu son!”“Nerelerdeydiniz beyefendi...” manasında.

 

Ya sonra ne oldu?

- Bu Haziran’da Kuşadası’na gittik birlikte. Bir arkadaşımızın evine. Döndük. Balkonda oturuyoruz.“Bu son, bu son” dedi. “Meyhaneye gidelim.” Nasıl anladın diyeceksiniz, anladım. “Ya Sevgi” dedim, “Yoldan geldik, yorgunuz. Şimdi sen bir de Nevizade filan istiyorsundur”... Kafasını salladı:“Bu son, bu son”... “H’adi n’olur beni kırma” manasında. Gittik. İyi ki gitmişiz. Gitmeseydik, bu dört seneki gayretim boşa gitmiş olurdu. Birlikte son yemeğimizmiş. Birbirimizin gözlerinin içine sonbakışımızmış. Son rakılarımız, son balıklarımızmış. Ertesi gün ben işteyim o nöbet geçiriyor, beynebir pıhtı daha gitmiş, sol taraf da felç. Şuur kapanıyor. Tamamen. Bitti. Bir daha da açılmadı. Söz verdiğim gibi onu sahneye çıkardım ama tabut içinde.

 

14301280.jpg

 

14301281.jpg

 

spacer.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 ay sonra...

Özellikle de bugün bu başlığı yukarı taşımak istedim...smile.png

Sevgiyi, sevgiliyi birlikte olduğumuz kadın, ya da birlikte olduğumuz erkek diye dar bir kalıbın içine sokmazsak eğer etrafımızda bizi kuşatan ne çok sevgilimiz olduğunu görebiliriz diye düşünüyorum..

Ben bugün çocuklarımı hergünden daha sıkı kucakladım..Özellikle onların sevdiği yemekleri yaptım.Suşiyi daha çok mıncıkladım, ona da en sevdiği yaş mamadan aldım..smile.png)

Sevginin iyileştirici gücüne, yaydığı pozitif enerjiye ve nefretin en büyük silahı olduğuna inanıyorum.

Hayat bizlerin sandığı kadar uzun değil. Bugün varsak; yarın olamayabiliriz. Bu kısacık zamanda ne kadar çok insanı sever, ne kadar çok insana “Seni seviyorum.” dersek o kadar mutlu ve güzel bir yaşam sürmüş oluruz. En güzeli de ne biliyor musunuz.:Bu şekilde hiç ölmeyiz ; daima yaşarız bıraktıklarımızla.

Haydi, bugün yeni bir sayfa açalım; gördüğümüz herkese selam verelim, gülümseyelim..Sevdiklerimize “Seni seviyorum, iyi ki hayatımdasın" diyelim.Kimbilir, belki yarın bunu söyleyemeyemeyiz.

Şimdi bu satırları okuyan sevgili ve isimsiz dostum! yaşamında her anın sevgi ile aydınlansın, seni seviyorum...smile.pnggul.gifkalp.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

 

Mutluluk, Gidilen Yolun Üzerindedir Yolun Sonunda Değil!

 

"Mademki sözlerin enerjisi yok, neden kötü bir söz duyduğunda perişan olup yıkılıyor, iyi bir söz duyduğunda şen olup yapılanıyorsun? Mademki hallerin bir görünmez enerjisi yok, o halde neden neşeli bir insanla, kederli bir insanın hali seni farklı bir şekilde etkiliyor!" diyor benim gönül hocam Mevlana C.Rumi bir söyleminin bir köşesinde.

 

Gerçektende buna çok inanıyorum, hem düşünürken hemde konuşurken olumlu ifadeleri kullanmamın, içimdeki sonsuz kaynağı harekete geçirdiğini farkediyorum. Kendimle başbaşa olduğum anlarımda çoğu zaman sessiz kalmayı tercih etsemde ara ara iç veya dış sesimle yaptığım sözel tekrarlamalarımın meditasyonumu dahada zenginleştirdiğini ve bana daha fazla katkı sağladığını hissediyorum. Sessizlikle gevşerken, olumlu dileklerim, dualarım ve söylemlerimle güçleniyorum. Her daim aldığım ve verebildiğim nefes için şükrediyor olsamda, minnettarlığımı ifade etmek için sık sık yaptığım meditasyonumu şöyle uyguluyorum;

 

Bir sandalyeye rahatça ve dik oturuyorum. Ayaklarım yere basılı. Başım dik, ellerim gassho pozisyonunda yani birleşmiş ve kalbimin üzerinde. Gözlerimi kapatıyorum ve tüm dikkatimle kalbime odaklanıyorum. (Konsantre olmaya çalışmıyorum çünkü konsantre olmak insanı gerer. Her şeyi unutmanın ve dikkati sadece bir noktada toplamamın yeterli olduğunu biliyorum.) Kalbimi hissedene kadar bekliyorum ve sonra dikkatimi alnıma yani üçüncü göz alanıma yöneltiyorum.

 

Ve sonra; “Yüce Tanrım, sana hayır duaları ve bana sunduğun hediyeler için minnettarım. Sana mânâsını anlamadığım, farkına varamadığım veya göremediğim her şey içinde tüm kalbimle teşekkür ederim. Lütfen, yaptıklarımın hayırlara vesile olmasını sağla ve iyi niyetimi istediğin doğrultuda başkalarına ulaştırmada, bana yardımcı ol” diyerek, her kelimenin manasını hissetmeye gayret ederek ve yavaş yavaş tekrar ediyorum bu söylemimi.

 

Daha sonra birsüre gözlerim kapalı sessiz kalıyorum. Nefesimi hissediyorum. Nefesimin bedenimin içinde dolaşmasını izliyorum sanki. Hatta ben nefes alıp vermiyorumda nefesim beni alıp veriyormuş gibi oluyor. Sonra ayağa kalkıyorum. Ellerimi alnıma götürüp, öne doğru eğilip şöyle diyorum; “Teşekkür ederim!” Tekrar ellerimi aşağıya kalbime doğru indirip, bir müddet daha kendimi dinliyorum. Burnumdan derin, çok derin bir nefes alıyorum. Gözlerimi açıyorum. Gülümsüyorum!

 

Tanrı'mın benim yanımda olduğunu, tüm ihtiyaçlarımın tükenmez ve sınırsız kaynağı olduğunu, beni desteklediğini, koruduğunu, kolladığını, beslediğini hissediyorum. Bana verilen kadarını alıyorum. Olanı Olduğu gibi ve Olduğu anda Olduğu Haliyle Kabul Ediyorum. Her yeni günün başlangıcında ve bitiminde sevdiklerimin ve kendimin sağlıklı nefes alarak hayata devam ettiğini bilerek yaşadığım için şükrediyorum. Sadece dilin güzel sözler söylemesinin faydasız olduğunu biliyorum, A. Geylani'nin dediği gibi güzel konuşmayı 'kalbim'in kendisi yapmak istiyorum. Sevgi ve minnettar bir yürekte büyük kibirlerin barınamayacağı gerçeğine sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışıyorum. Biliyorum, başkalarına ancak sahip olduğum şeyi verebilirim. Ben kederli olduğumda ne söylersem söyleyeyim ya da ne yaparsam yapayım, diğer insanları mutsuz ederim. Ben mutluysam bir şey söylememe gerek yok, onları mutlu ederim. Sadece orada bulunmam bile, onların varlığındaki mutluluğu tetikler. Varlığım başka insanlarda bir eş zamanlılık yaratır. Benim müziğim, benim dansım mutluluk dalgaları yaratır, neşem bana yaklaşan herkese bulaşır...

 

Sevgi, şefkat, farkındalık ve koşulsuz adalet içinde olalım her daim. İçimiz şükranla dolup taştığında, yüreğimizden dünyadaki en güzel duygu olan sevgi aksın...

 

Hülya Konar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..

 

ve sevgi!

 

kavram üzerine eğer izin verirseniz;

ve eğer kibarca bi kurulum yapacak olursam;

 

sevgi; hoş bi çıkmazdır!

 

diyerek ifade edebilirim

 

ya da

doku bakımından zengin bi melodi

veya

güzel-seksi bi psikoz

birlikte

agresif anti-sosyal bi davranış

son olarak

farklı olarak değerlendirilebilecek

bi delilik

 

diyerek devam edebilirim

fekat

 

ve tüm bu konfigürasyonlar

ve asla

aşk değildir!

 

çünkü

aşk sadece-dir

ve aşk

almaşıksızlıktır

 

ve sen; sadece'sin!.

 

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 7 ay sonra...

Sevgi bir etkinliktir; edilgen bir olay
değildir; bir şeyin içinde olmaktır, bir şeye kapılmak değildir.
Sevginin etkin özelliği, en genel biçimde şöyle tanımlanabilir; Sevgi
vermektir, almak değildir...

Erich Fromm

 

54072250387069632966473.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevginin karsilikli olmasi ya da tek tarafli olmasinin algilanabilmesi saygi temelindedir. Sevilmek demek saygi gostermek demek, sevmek demekte saygi gormek demektir.

 

Eger bir sevgi saygi icermiyorsa, hem bilincli degildir, hem de bir duygu somurusu olabilir.

 

Ayrica sevginin kendi istedigini baskasina yaptirma algisi bilincsiz toplumsal baskidir.

 

Mesela bir ebeveynin "ben ne yaptiysam senin iyiligin, seni sevdigim icin yaptim" aciklamasindaki yapilanlarin uzerinde yapilan evlat algisindaki tersligi ve hosnutsuzlugu iste burada bir saygi olmadigini gosterir.

 

O yuzden saygi bir bilinc ve farkindaliktir. Sevgi ise dogaldir. Saygi ile beslenmeyen sevgi de hem tek tarafli hem de mudahele edicidir.

 

Bilhassa birey bilinc alabilmenin onundeki en buyuk engeldir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Gerçekten sevmeyi öğrenenler ilk önce bencilliği bırakmışlardır.

İşte bundan sonra çok değişik bir deneyim başlar."Bir gün bu huzursuzca
telaşın bittiğinde, ufak bir ışık göreceksin kalbinde. İlk önce bir
kıvılcım büyüklüğünde olacak, sonra bir
mum alevi ve nihayet cayır cayır yanan bir ateş. Sonra uyanacaksın ve bu
ateş güneşi, ayı ve yıldızları kaplayacak. İşte o anda evrende sevgiden
başka bir şey kalmayacak, ama yine de bunların hepsi kalbinde olacak.

______DEEPAK CHOPRA________

 

40492651406591864616221.jpg

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.