Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Diyalektik Açıdan Din, Ahlak, Yaşam ve Ölüm !


Yayamaz Kayımca

Önerilen İletiler

Bilinen tarihe göre insanoğlu hiç dinsiz kalmamış, dinlerin etkisinden bağımsız yaşayamamıştır. Muhtemelen, düşünebilen ilk insanlar, akıl erdiremedikleri, açıklayamadıkları gök gürültüsü, şimşek, yıldırım vb. doğa olayları karşısında korkuya kapılmışlar ve sığınabileceklerini, kendilerini koruyabileceklerini sandıkları güçler edinmeye başlamışlardır. Böylece ilk inanç grupları , kabile dinleri doğmuş ve ilk çağlardan günümüze insan yaşamının ayrılmaz parçası haline gelmiştir dinler.

 

Ölüm korkusu,

ve sonsuz yaşam isteği ile birlikte ise “cennet” ve alternatif olarak da “cehennem” inançları doğmuştur.

 

Dinler zamanla, oluşturduğu yasa ve kurallarıyla bir yönetim biçimi ve yönetilenler üzerinde ise bir baskı rejimi haline dönüşmüştür.

 

Yönetim biçimlerinin ve yasaların geliştiği, demokrasinin vazgeçilmez bir rejim olarak düşünüldüğü çağımızda ise gelişmiş ülkelerde dini yasalar ve kurallar ikinci plana itilmiştir.

 

Bilimsel keşifler ve teknoloji akıl almaz hızla yükseldikçe ve bilimin çemberi büyüdükçe, dinlerin çemberinin küçüldüğü inkar edilemez bir gerçektir.

Dinlerin küçülmesi ve etkisiz hale gelmesi demek, inançların yok olması demek değildir. Tersine inançların özgürleşmesi ve inanç sömürüsünün ortadan kalkması demektir.

 

Tanrıya inanan insanlar, başkalarını da kendileri gibi inanmaya zorlayamayacağı, Tanrı inancı etrafında örgütlenip , inancı bir baskı unsuru ve bir rejim haline dönüştüremeyeceği gibi , inanmayanlar da inanca yasak getiremez ve inançları yok etmeye çalışamaz.Tanrı inancı , inananın kalbinde özgürce yer alabilmelidir.

 

Bu noktada şu soru akla gelebilir :

 

Dinler küçüldüğünde yarattığı boşluk nasıl doldurulacak? Manevi değerler kaybolmayacak mı?

 

Dinler bir zorlamayla ortadan kaldırıldığında bu söz konusu olabilir. Ancak doğrusu, kendiliğinden etki çemberinin daralmasıdır. Yani, herhangi bir boşluk oluşmadan, dinin etkili olduğu alanlarda, zamanla bilimsel sistemlerin, tarzların, kuralların benimsenmesi ve herkes tarafından uygulanır olması, dinin bu alanlardan çekilmesi sonucunu getirecektir.

 

 

 

MANEVİYAT

 

Maneviyat denilen değerler bütünü ise insanın ve toplumun yapısındaki özelliklerdir. Her insan yapısı gereği çeşitli karakteristik özelliklere ve olaylar karşısında ise çeşitli duygulara sahiptir. Bu duygu ve karakterlerin dinle ilgisi yoktur.Dini inançları olmadan önce de insan bunlara sahiptir. Maneviyatı doğuran din değildir ama dini inançlar, manevi değerler üzerinde olumlu olumsuz etkiler oluşturmuş, kimi duyguları – değerleri güçlendirmiş, kimilerini ise zayıflatmıştır.

 

Örneğin ;

Sevinç, tasa, mutluluk, sevgi, aşk, nefret, kin, merhamet, şefkat, onur, gurur, öfke, yardımlaşma, dayanışma, barış, hoşgörü, sabır, kıskançlık, milliyetçilik, yurtseverlik, hümanistlik vb. tüm özellikler insanların karakteristik yapısından kaynaklanır. Kimi dinler, yayılmacı özelliği nedeniyle hümanistliği, barış ve hoşgörü duygularını azaltır. Kimi dinler ise şefkati, yardımlaşmayı güçlendirir. Köpek sevgisizliğini ve domuz haramını öne çıkaran İslam ülkelerinde doğal olarak köpek katliamlarına şahit olunur ve domuz yaşayamaz.

 

Ahlak’ın, namusun dinle var olduğu, dini duyguların azalması halinde toplumların ahlaki çöküntüye uğrayacağı, bozulacağı, dejenere olacağı fikri doğru değildir. Gelişmemiş toplumlarda, dinin toplum ahlakına faydasından söz edilebilir. Medeni toplumlarda ise, dini etkilerden ziyade , görgü , kültür ve ahlak kuralları geçerlidir. Medeni toplumlarda birey bu konularda eğitilerek ve ailesinden, çevresinden etkilenerek yetişir. Yetişme tarzı onu zaten bu yanlış davranışlardan engellediği gibi, toplum içinde kötü imaj oluşturmamak, toplumdan dışlanmamak için yanlış yapmamaya çalışır.

 

Aile birliğinin zedelenmesi ve ailenin ortadan kalkması diye bir konunun dinle ilgisi yoktur. Bu sadece ideolojik teoridir ki geçerliliği yoktur.İlkel toplumlarda dahi insanlar aile birimleri oluşturmuştur.Hayvanlar aleminde dahi aile birimleri mevcuttur.Bu tür konuların belirleyicisi ideolojiler ya da dinler değil insanlardır , toplumlardır. Toplumlar, aleyhlerine olan zararlı bir yaşam tarzını tercih etmezler.

 

Dünya bir yaşam alanıdır ve dünyanın sunduğu nimetler ve olanaklar bakış açımıza ve dünyaya verdiğimiz önem derecesine göre değişir. Herkes dünya görüşüne, dünya yaşamına verdiği değer ölçütüne göre karşılığını alır.

 

Her dinsel inanç ve ruhsal öğreti dünya ve dünya yaşamına farklı anlamlar verir, farklı değerler yükler.

 

Dinler; diğer bütün varlıklarla birlikte aynı dünyayı paylaştığımız ve tüm varlıklar olarak dünyada bir bütün olduğumuz gerçeğini göz ardı eder, Kendi inançlarını egemen kılmak adına dünyayı yaşayanlara cehennem eder.Yasa ve kurallarıyla bu bütünlüğü bozan düşünceler üretir, günah–sevap, haram - helal ayrımları yaparak kimini yüceltirken kimini de aşağılayarak yok etmeye çalışır.

 

Aşırı ölçüde şekil şartlarına takılıp kalan, özü anlamayan, amacı anlamayan, bilgelik değil, olumsuz elektrik veren, insanların önünü açan değil kapatan kalıpçı din adamları, Hıristiyan olsun Müslüman olsun geniş toplum kesimlerinin dinden soğumasına ve uzaklaşmasına yol açmıştır.

 

Genelde semavi dinleri cazibeli kılan faktör ise, insanlara dünyada ve ölümden sonra iyi bir yaşam müjdelemesidir. Semavi dinler, dünya geleceği için vaatte bulunuyor ve adaletsizliklerin, savaş, ayırım ve kan dökülmelerin sona erip insanlığın huzur ve adalete kavuşacağına, bu kurtuluşun Mesih veya Mehdi ile gerçekleşeceğine inanıyor.

 

Ölümden sonra ise, inanan iyi insanlara sonsuz cennet hayatını vaat, inanmayan kötülere ise cehennem hayatını tehdit ediyor.Tanrının insanların dualarını kabul edeceği inancı ise ayrı bir moral ve sığınma biçimi..

 

Ölümü kabullenemeyen ve sonsuz yaşamın arzusu içinde olan insanlar için, öteki dünya inancı ve dine bağlılık vazgeçilmez oluyor. Sıkıntıya, zora düşenler dua ile medet umuyor veya arzularını, ihtiyaçlarını sağlayabilmek için tanrıdan talepte bulunuyor.

 

Özellikle İslam ülkelerinde, dinini sorgulayıp da dini inancını terk eden kimi insanın, bir boşluğa düştüğü ve psikolojik sorunlar yaşadığı bir gerçektir. Bunun temel sebebi, çok küçük yaşlarda kendisine inandırılan ve öğretilen dini inançların yaşamındaki etkisinin çok yüksek oluşu ve artık farkında olduğu gerçeklerin bir şok ve hayal kırıklığı yaratmasıdır. Üstelik çevresini kuşatan dini söylem ve davranışların günlük yaşamına etkisinin devam etmesi ve toplum tarafından soyutlanma korkusu bunalım oluşturmaktadır. Yeni inançlarını paylaşacak, söyleşecek çevrenin olmaması, düşüncelerine çevresinden bir destek görememesi, açıkladığı zamanlar ise büyük tepkiler alıp dışlanması o kişiyi suçluluk duygusuna sürüklemektedir. Eğer ateistliği seçtiyse durumu daha da vahimdir. Artık kötü bir durumla, bir bela ile hastalık ya da afet ile karşılaştığında dua edip, sığınacak bir Tanrısı da olmayacaktır. Cennet umuduyla ve geçici dünya inancıyla yaşarken, tersi inançla dünya gerçek, cennet hayal olmuştur onun için. Ve ölüm korkusu daha da fazla meşgul etmektedir kafasını.

 

Bu durumda olanlar için Montaigne’nin ölüm konusunda yazdıkları ilginç olabilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÖLÜM

 

 

"]”Mademki ölümün ününe geçilemez , ne zaman gelirse gelsin.

Sokrates'e: Otuz Zalimler seni ölüme mahkum ettiler , dedikleri zaman: Doğa da onları ! demiş.

 

Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık ! Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa , ölümümüz de her şeyin ölümü olacak. Öyle ise , yüz yıl daha yaşamayacağız diye ağlamak , yüz yıl önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir. Ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. Bu hayata gelirken de ağladık , eziyet çektik ; bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik.

 

Başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılamaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır? Ölüm uzun ömürle kısa ömür arasındaki ayrımı kaldırır çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu kısası yoktur. Aristo, Hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşayan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. Bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen genç, akşamın beşinde ölen yaşlı ölmüş sayılır. Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez? Ama, sonsuzluğun yanında, dağların, ırmakların, yıldızların, ağaçların hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür... Doğa bunu böyle istiyor. Bize diyor ki : «Bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin. Ölümden hayata geçerken duymadığımız kaygıyı, hayattan ölüme geçerken de duymayın. Ölümünüz varlık düzeninin, dünya hayatının koşullarından biridir.

 

Hayat bir işinize yaramadıysa, boşu boşuna geçtiyse, onu yitirmekten ne korkuyorsunuz? Daha yaşayıp da ne yapacaksınız?

 

Yaşadığımız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır. Ömrünüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. Ya da şöyle diyelim, isterseniz: Hayattan sonra ölümdesiniz; ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin , daha can yakıcıdır.

 

Hayattan edeceğiniz karı ettiyseniz, doya doya yaşadıysanız, güle güle gidin.

 

Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş bir misafir gibi kalkıp gidemiyorsun?

 

Niçin günlerine, yine sefalet içinde yaşanacak; yine boşuna geçip gidecek başka günler katmak istiyorsun?

Hayat kendiliğinden ne iyi, ne kötüdür: Ona iyiliği, kötülüğü katan sizsiniz.

 

Dünyayı size bırakıp gidenler gibi, siz de başkalarına bırakıp gidin. Hep eşit oluşunuz benim adaletimin esasıdır. Herkesin bağlı olduğu koşullara bağlı olmaktan kim yerinebilir? Hem sonra, ne kadar yaşarsanız yaşayın, ölümde geçireceğiniz zamanı değiştiremezsiniz: Ölümden ötesi hep birdir. Beşikte iken ölseydiniz, o korktuğunuz mezarın içinde yine o kadar zaman kalacaktınız.

Hiçten daha az bir şey olsaydı, ölüm hiçten daha az korkulacak bir şeydir denebilirdi :

Ölüm size ne sağken kötülük eder, ne ölüyken; sağken etmez, çünkü hayattasınız; ölüyken etmez, çünkü hayatta değilsiniz.

 

Hiç kimse yaşamından önce ölmüş sayılmaz; çünkü sizden arta kalan zaman da, sizden önceki zaman gibi sizin değildir: Ondan da bir şey yitirmiş olmuyorsunuz.

 

Bizden önce geçmiş zamanları düşün. Bizim için onlar yokmuş gibidir.

 

Hayatınız nerede biterse, orada tamam olmuştur. Hayatın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır: Öyle uzun yaşamışlar var ki, pek az yaşamışlardır. Şunu anlamakta geç kalmayın: Doya doya yaşamak yılların çokluğuna değil, sizin gücünüze bağlıdır. Her gün gittiğiniz yere hiçbir gün varmayacağınızı mı sanıyorsunuz? Avunabilmek için eş dost istiyorsanız, herkes de sizin gittiğiniz yere gitmiyor mu?

Ömrün bitince, her şey de seninle yok olacak.

 

Herkes aynı akışın içinde sürüklenmiyor mu? Sizinle birlikte yaşlanmayan bir şey var mı? Sizin öldüğünüz anda binlerce insan, binlerce hayvan, binlerce başka varlık daha ölmüyor mu?

 

Madem geri dönemezsiniz, niçin kaçınıyorsunuz? Birçok insanın ölmekle, dertlerinden kurtulduğunu görmüşsünüzdür ama kimsenin ölmekle daha kötü olduğunu gördünüz mü? Kendi görmediğiniz, başkasından da duymadığınız bir şeye kötü demek ne büyük saflık! Öldüğünüz zaman yaşınızı doldurmamış da olsanız, hayatınızı doldurmuş oluyorsunuz. İnsanın küçüğü de büyüğü gibi bir insandır. İnsanların ne kendileri ne de hayatları arşınla ölçülemez. Sonsuz bir hayatın ne çekilmez olacağını bir düşünün.

 

Son gününüzden niçin bu kadar korkuyorsunuz? O gün, sizi öldürmede öteki günlerinizden daha fazla bir iş görmüyor ki! Yorgunluğu yapan son adım değildir son adımda yorgunluk yalnızca ortaya çıkar. Bütün günler ölüme gider son gün varır.»

 

Acaba niçin savaşlarda kendi ölümümüz de, başkalarının ölümü de bize evlerimizdeki ölümden çok daha az korkunç gelir? Öyle olmasaydı ordu hekimlerle, ağlayıp sızlayanlarla dolardı. Acaba niçin ölüm her yerde aynı olduğu halde köylüler ve yoksul insanlar ona çok daha metin bir ruhla katlanırlar? Ben öyle sanıyorum ki bizi korkutan ölümden çok bizim, cenaze alaylarıyla, asık suratlarla ölüme verdiğimiz korkunç durumdur... Çocuklar sevdiklerini bile maske takmış görünce, korkarlar. Biz de öyle. İnsanların ve her şeyin yüzünden maskeyi çıkarıp atmalıyız.”[/color]

 

 

 

DİN ve YAŞAM

 

 

 

Yaşamının nedenini bilen insan ölümünün de nedenini bilir ve ölümden korkmaz.

İnsanın ölümden korkması doğal görülmelidir. Bu korku sadece insanın önünde sınırlı bir zamanın bulunduğu hakkındaki bilgi değildir , ölüm hakkındaki bilgisizliktir. Böyle bir duyguya sahip olmak doğaldır. Fakat bütün insanların böyle bir duyguya sahip olduklarını söylemek güçtür. İnsanlar arasında gününü gün eden ya da öbür dünyaya hazırlananlar vardır. İnsanlar değişik değer duygularına sahiptir. Değer duygusu, insanın eylemlerini yöneten etkendir. Böyle olduğuna göre bu dünyayı bir zindan, gelip geçici bir dünya olarak görenler daima çıkacaktır. Hangi görüşe inanılırsa inanılsın bilinmelidir ki; Yaşam insan için en büyük armağandır. Ama tesadüfen gelmiş olsun, ama Tanrıdan olsun, bu armağan en güzel şekilde değerlendirilmelidir.

Bir dine bağlanmayan insanın da maneviyatı vardır. O da yaşamda karşılaştığı trajik olaylardan derin bir şekilde etkilenir. O da kaybettiği arkadaşlarının, ana babasının veya çocuklarının ardından matem tutar, o da duygusal şiirler, öykü ve romanlar yazar. O da insanları eğlendirir, güldürür. O da bu yaşamdan zevk alır. O da acıma, şefkat duygularına sahiptir. Yardımlaşma ve dayanışma artsın ister. O da ülkesini ve ulusunu sever. Hatta dinlerden daha çok insancıdır, barışçıdır belki. Zalimlere, kötülere karşıdır. Dünyada adaletten, huzurdan, saadetten yanadır. Namusluların, dürüstlerin, iyilerin egemenliğini ister.

 

Bir seçim, bir tercih imkanı olsa, o da dünya yaşamını sorgulanmasını ve ahiret hayatında iyilerin cennetle mükafatlandırılacağı sonsuz bir yaşamı isteyebilirdi. Cehennemi çok ağır, kabullenilemeyecek bir ceza olarak düşünürdü belki, kötüleri yakma değil de kötü bir hayatla ya da hayatsızlıkla cezalandırılsın diye isteyebilirdi.

 

Tanrı inancı ile dini inançları farklı değerlendirmek gerekir bence. İnsanın Tanrıya inanmasında pek yadırganacak bir durum yoktur. Bireyin Tanrı inancının topluma bir etkisi olamaz. Ancak dinsel anlamda kurumlaştığı takdirde insanları kategorize eder ve ayrımcılığa, bölünmelere, çatışmalara yol açar.

 

Tanrı inancında olan bir insanın herhangi bir dine bağlanmasına gerek olmadığı gibi, bağlı olduğu dinde gördüğü yanlışlar, mantıksızlıklar ve saçmalıklar üzerine dini inancını terk ederken Tanrı inancını da terk etmesi yanlıştır. Dinler Tanrı inancını temel alarak oluşturulmuşlardır. Bilinçli bir araştırma ve akıl yoluyla ulaşılmayan, aileden, çevreden etkilenerek edinilen Tanrı inancı temelsizdir. Bu yolla sahip olunan inançlar, dinde çelişki ve kuşkuya düşüldüğünde kolay yitirilirler. İnananların çok büyük çoğunluğunun inancı bu şekilde olup, dinden kopmalar, sonuçta Tanrı inancından da kopmayı getirmektedir. O nedenle de, bilinçsizce edinilen bir dindarlık yerine, bilinçle elde edilen dinlerden bağımsız bir Tanrı inancı çok daha sağlıklı üstelikte zararsızdır.

 

Dinlerin Tanrısı vardır ama Tanrının dini olamaz. Tanrı, insanlardan bir inanç bekliyorsa, herhangi bir dine değil, kendisine inanç bekliyordur. Dinler öyle mezheplere sahiptir ki, bu mezhepler neredeyse ayrı bir din gibidir. Dolayısıyla dünyada yüzlerce çeşit dinden bahsedebiliriz. Bunların tamamının doğru olması mümkün olmadığına göre, insanların büyük çoğunluğu din konusunda aldanıyor demektir. Mamafih, her insan kendi dininin doğru olduğuna inanır ve birtakım çelişkileri olsa da çevre etkisi ile bunları dile getiremez.

 

Bilimin zayıf olduğu ilk ve orta çağlarda Tanrı inancının dayanakları çok daha güçlüydü. İzahı olmayan, açıklanamayan doğa olayları, varlıkların mükemmelliği ve evrenin muazzam yapısı karşısında bir yaratıcı kudrete inanç kaçınılmazdı. Dolayısıyla dinler kolaylıkla kök saldı, yayıldı. Çağımızda bilim birçok soru işaretini artık cevaplandırmış, hatta dinlerdeki çoğu bilimsel yargıların yanlışlığını ortaya koymuştur. Dinlerin karşısındaki en etkili bilimsel teori ise evrim teorisidir. Evrim teorisinin, dinlerdeki yaratılış teorisini yıkıcı özelliği olmasına karşın, Tanrı inancı konusunda bir iddiası yoktur. Çünkü Evrim teorisinin Tanrıdan olduğuna inananlar da vardır.

 

Varlığı ve yokluğu ispat edilemeyen Tanrı inancı bana göre bir tercihtir. Benim tercihim Tanrıya inançtan yanadır. Ancak dinlerde ifade edilen tanımda bir Tanrıya değil. Tahtında oturan, insanların kaderini belirleyen, davranışlarına müdahale eden, dualarını kabul eden, depremle, kasırgayla cezalandıran, zenginlikle mükâfatlandıran, güreşen, nikâh kıyan, savaşlarda bir tarafa yardımcı olan, insan suretine giren vb. Tanrıya inanmıyorum. Ben evrendeki bu sonsuz madde ve enerjinin ezelden beri varolduğuna inanmadığım için , bu muazzam enerjinin bir başlangıcı olduğunu düşündüğümden , bir İLK’e , sürekli enerji üreten bir kaynağa inanıyorum.Bunu tanımlayamıyorum ama gelecekte bilimin buna ilişkin teoriler üretebileceğini düşünüyorum. İnandığım Tanrının ise bütün evreni dünyadaki insanlar için yaratmış olmasını mantıklı bulmuyorum. İnsanlar için sadece bir güneş sistemi yeterli iken her birinde milyarlarca yıldız sistemi olan milyarlarca galaksinin olduğu evrenin gayesi yalnızca dünyadaki insanlar olamaz.Hesaplanabilir evrenin büyük bir duvar haritası çizilebilir olsaydı , dünya o haritada yer alamazdı herhalde. Dolayısıyla evren insanoğlu için çok büyük bir sırdır. Kısıtlı imkanlarıyla güneş sistemine mahkum kalmış insanoğlunun kendi galaksisini dahi araştırması , keşfetmesi olanaksızken , milyarlarca galaksi ve bilinemeyen evrenin ötesi daima bir sır olarak kalacaktır. Tanrının var olup olmadığını ve varsa evrendeki gayesinin ne olduğunu tespit etmek de mümkün olacak mıdır bilinmez..

 

Evrenin ve varlıkların oluşumunda bu ilk kaynağın, ilk cevherin bilinçli olmaması mümkün değildir. Evrendeki maddenin kaynağı Tanrı olunca , evrenin Tanrıdan sudur ettiği ve evrendeki tüm maddelerin özünde Tanrının olduğunu söylemek yanlış olmaz.Çünkü yoktan bir şey çıkmaz.Varolanlar ancak başka bir varlıktan türeyebilirler.Bu görüş Panteizmin Tanrının evrenle bir olduğu , evrene eşdeğer olduğu görüşünden farklı olup Tanrının hem evrende hem de evrene aşkın , evrene hükmedebilen durumda olduğu için Panenteist bir görüştür.

 

Yani Tanrı evrende , evrende Tanrıdadır.Evrenin özüne işlemiş olduğu gibi evrene yetkin ve müdahale edebilir konumdadır.Evreni oluşturan elementlerin tümünün hidrojen elementinin türevleri olduğu dikkate alınırsa ve hidrojenin de kaynağının Tanrı olduğunu düşündüğümüzde bunun olanaksız olmadığını görebiliriz..Panteizm anlayışındaki gibi Tanrı kaynağının tümünü evren için kullanılmamıştır.Kabaca örneklemeyle tek hücrelilerin bölünmesi gibi , Kaynağın ikiye bölündüğünü ve 2. kaynağın evreni oluşturduğu söylenebilir.

 

Tasavvuf felsefesi, İslam dini içinde yeşermiş olmakla beraber, İslam’dan çok farklı fikirleriyle Panenteist görüşe yakın durur. İslam’ dan bağımsız olamayan , bu nedenle görüşlerini farklı İslami yorumlarla ortaya koymak zorunda kalan Tasavvuf alimlerinin fikirleri toplum tarafından tam anlaşılamamış ve zamanla din içinde bir tarikatmış anlayışıyla dejenere edilmiştir.Ancak topluma verdiği sevgi , aşk , hoşgörü , barış ve hümanizm mesajları etkili olmuş , bu yanıyla vazgeçilemeyen bir anlayış olarak insanların kalbine yerleşmiştir. Tasavvufun “varlıkların birliği” temel görüşünün yanına “zıtların birliği” görüşünü de ekleyerek onu “Diyalektik Tasavvuf” adı altında dinlerden bağımsız bir dünya görüşü olarak tanımlamak daha doğru bir anlayış olacaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.